Auzef kitaplar -idari yargılama hukuku

    

 İDARİ YARGILAMA HUKUKU

Dr. Ögr. Üyesi HALİT UYANIK,

 

 

İÇİNDEKİLER


1. İdari Yargılama Hukukuna Giriş

2. Görev ve Yetki - 1

3. Görev ve Yetki - 2

4. Dava Türleri ve Davaların Açılması

5. Davanın Tarafları

6. Davanın Konusu

7. Dava Süresi

8. İlk İnceleme

9. Yürütmenin Durdurulması

10. Bilirkişilik, Duruşma ve Karar Verme

11. Feragat, İspat ve Deliller

12. Kararların Uygulanması

13. Kanun Yolları

14. Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları

1. İdari Yargılama Hukukuna Giriş




Kazanımlar

İdari yargılama hukukunun alanını tanıma

İdari yargılama hukukunun tarihini ve idare hukuku ile ilişkisini tanıma

Genel olarak Türkiye’deki idari yargı teşkilatını tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde yargı kolları, idari yargılama usulünün alanı, idari yargının kökeni ve tarihsel gelişimi, idare hukuku ile ilişkisi, idari yargılama hukukunun kaynakları ile idari yargılama hukukuna hakim olan temel ilke ve esaslar ve idari yargı teşkilatı üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukunun alanı ve özellikleri nelerdir?

2) İdari yargının tarihsel dönüşümündeki temel aşamalar nelerdir?

3) İdari yargıya hâkim olan temel ilke ve esaslar nelerdir?

4) Re’sen araştırma ilkesinin anlam ve kapsamını açıklayınız.

5) İdari yargının işlevi nedir?

Anahtar Kavramlar

• İdari Yargılama Usulünün Alanı

• Danıştay

• İdare Mahkemesi

• Uyuşmazlık Mahkemesi

• Vergi Mahkemesi

• Bölge İdare Mahkemesi

• Re’sen Araştırma

Giriş

Türkiye’de yargı ayrılığı (uzman mahkeme sistemi) hâkimdir. Ülkemizdeki yargı kolları Danıştay başkanlığındaki idari yargı kolu, Yargıtay başkanlığındaki adli yargı kolu, Uyuşmazlık Mahkemesi kapsamındaki uyuşmazlık yargısı kolu ve Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan anayasa yargısı kolundan ibarettir.

İdari yargı Fransa’da doğmuş olmasına rağmen Osmanlı döneminden bu güne kadar Türkiye’de de ayrı bir yargı kolu olarak örgütlenmiş bulunmakta olup idare hukukunun içeriğinin şekillenmesinde belirleyici role sahiptir. Bu sebeple diğer yargı kollarından farklı olarak kendine özgü bazı ilke ve esasları ve metodolojisi bulunmaktadır.

1.1. İdari Yargılama Usulünün Alanı

İdari Yargılama Hukuku 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun çerçevesinde temel teorik ve uygulama noktalarını ele almaktadır. Ama bu konular ele alınırken bazı konularda idare hukuku bilgilerine başvurma zorunluluğu hissedilmektedir. Çünkü bir idari uyuşmazlığı doğuran idari işlem, idari eylem ve idari sözleşme kavramlarından bahsetmemiz, buna ilişkin idare hukuku konularına değinmemizi zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca idari yargılama usulünün alanı mevcut hukuk sistemleri dikkate alındığında İngiliz-Amerikan hukuk sistemi tek merkezli bir yargı sistemi benimsemiş ve tepede tek mahkeme, altında çeşitli derecelerde mahkemeler şeklinde örgütlenmiştir. Kıta Avrupası hukuk sistemi yani bizim benimsediğimiz hukuk sistemi ise Danıştay, Yargıtay gibi farklı yargı kolları ve bunların altında derece mahkemeleri yer almaktadır; fakat Anayasa Mahkemesi tepedeymiş gibi gözükse de tepede herhangi bir mahkeme yer almamaktadır. Bu yargı kolları arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözmek için de bir Uyuşmazlık Mahkemesi bulunmaktadır. Mesela Yargıtay, altında bölge adliye mahkemeleri, sulh hukuk hakimliği, asliye hukuk, ağır ceza, asliye ceza, sulh ceza hakimliği, iş mahkemeleri, ticaret mahkemeleri gibi bir mahkemeler zinciri var. İdari yargılama hukukunun inceleme alanı ise Danıştay altında örgütlenen, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin yaptığı/yapacağı yargılamaların usulüdür.

Günümüzde Türkiye için İngiliz-Amerikan sisteminde olduğu gibi yargı birliği sistemine geçişe ilişkin bir eğilim var. Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvurularla diğer mahkemelerdeki kesin hükümle çözümlenmiş davaları yeniden incelemekle görevlendirilmesi, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kaldırılması bu eğilimi biraz gösterdi. Yargılama hukuku açısından amaç etkin bir yargılamayı ve adaleti sağlamak olduğundan belli bir yargılama usulü çerçevesinde değerlendirme yapılacak hangi araçların tercih edildiğini gereğinden fazla önemsememek gerekir.

1.2. İdari Yargının Tarihsel Kökenleri ve Gelişimi

İdari yargı Fransız İdaresini, aslında Fransa kralını meşrulaştırmak için doğmuş ve kralı daha iyi denetlesin diye değil kralın danışması için oluşturulmuştur. Ama idari yargı bu amaçla ortaya çıktıktan sonra zaman içinde işlev değiştirmiş ve idari yargıya vatandaşların haklarını, tazminat taleplerini savunma işlevi yüklenmeye başlanmıştır. Daha sonra idari yargı, idareyi adli yargının denetiminden kurtaran bir mercii olmaktan çıkıp; idarenin daha etkili denetimini yapan bir yargı merciine dönüşmüştür. Dolayısıyla başlangıcındaki işlevinden farklı olarak, günümüzde geldiği noktada idare hukukunu üreten bir yargı mercii haline gelmiştir.

İdari yargı mercileri önüne gelen idari uyuşmazlıklar hakkında kamu yararı, kamu hizmetinin gerektirdikleri, idarenin sorumluluğu, kollukta ölçülülük ilkesi gibi hususlarda kendine özgü hukuki bakışlar ortaya koymuştur. Bunlar idari yargı mercilerinin ortaya koyduğu hukuki müesseselerdir.

1.3. İdari Yargı ile İdare Hukuku İlişkisi

Günümüzde bütün idari uyuşmazlıkların idari yargının görev alanına girdiğini söyleyemeyiz. İdari uyuşmazlıkların bir kısmının idari yargının görev alanı dışında bırakılmış olması idare hukukunun içtihadi karakteri gereğince tek beslenme kaynağı idari yargı olmaktan çıkmıştır. Durum böyle olunca idari yargılama usulü de bütün idari uyuşmazlıklarda kullanılan bir usul olmaktan çıkıp, sadece idari yargının görev alanına giren uyuşmazlıklarda kullanılan bir usul olarak gündeme gelmektedir. Ayrıca alternatif uyuşmazlık çözüm yolları olan tahkim, arabuluculuk, sulh gibi müesseseler ile de idari yargının idari uyuşmazlıklar üzerindeki görev alanının daraltılması yolunda düzenlemeler yapılmaktadır. Şu halde idari yargılama usulü, tüm idari uyuşmazlıklarda kullanılan bir yargılama usulü değildir. Biz de bu çalışmamızda tüm idari uyuşmazlıkların çözüm yollarını değil sadece idari yargı mercilerinde geçerli olan çözüm yollarına ilişkin yargılama usulünü inceleyeceğiz.

1.4. İdari Yargılama Usulünün Kaynakları

İdari yargılama usulünün en önemli kaynakları arasında mevzuat yer almaktadır. Bu mevzuat arasında Anayasa’da ilgili hükümler yanında üç temel kanun çok önemlidir: 2575 sayılı Danıştay Kanunu, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu. Bunların yanında vergi uyuşmazlıkları için bir de Vergi Usul Kanunu’nda yargılamaya ilişkin çeşitli hükümler var.

İdari yargılama usulünün mevzuattan sonra önemli kaynakları arasında yargı kararları yer almaktadır: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları, Anayasa Mahkemesi kararları ve Danıştay kararları.

Bu kaynaklara ek olarak bilimsel eserler de idari yargılama hukukunun önemli kaynakları arasında yer almaktadır.

1.5. İdari Yargılama Hukukuna Hakim Olan İlkeler

İdari yargılama hukukunun temel ilkelerini şu şekilde sıralayabiliriz:

-

Yazılı yargılama usulü,

-

Dosya üzerinden inceleyip karar verme,

-

Re’en araştırma ilkesi,

-

Tasarruf ilkesi

1.6. İdari Yargı Teşkilatı

İdari yargı mercileri, Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri’nden ibarettir. Danıştay sadece Ankara’da örgütlenmiş; Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri ise ilçelerde değil sadece bazı illerde teşkilatlanmıştır. Mesela Kayseri İdare Mahkemesi Nevşehir ve Kayseri birbirine daha yakın olduğu için Nevşehir’i de içine alacak şekilde örgütlenmiştir. Ama İstanbul gibi yerlerde idare mahkemesinin yargı çevresi yalnızca İstanbul’u kapsıyor. İdare ve Vergi Mahkemeleri ise Bölge İdare Mahkemelerinin; Bölge İdare Mahkemeleri ile İdare ve Vergi Mahkemelerinin tümü ise Danıştay’ın hiyerarşisi altında yer almaktadır.

Danıştay Şuray-ı Devlet ismiyle Osmanlı Döneminde kurulmuş, Cumhuriyet döneminde 1982'ye kadar idari yargının tek dereceli mahkemesi olarak yargılama yetkisini kullanmış, şimdi ise hem ilk derece ve hem de yüksek mahkeme olarak görevlendirilmiş bulunmaktadır. Ancak Danıştay esas olarak bir temyiz mercii olup kanunda belirtilen hallerde aynı zamanda bir danışma merciidir. Danıştay’ın şu anda fiilen görev yapan 13 tane dairesi var. Bunlardan sadece Birinci Daire idari işlerle ilgili görevli dairedir. Danıştay’daki dairelerin her biri ayrı mahkeme gibi olup her dairenin kendi görev alanı var ve her daire sadece kendi görev alanındaki idari uyuşmazlıklarla ilgili davalara bakabiliyor. Mesela imar planına ilişkin davalara sadece altıncı daire bakmaktadır. Bu daireler bir başkan dört üyeden oluşan beşer kişiyle toplanıp oy çokluğu veya oybirliği ile karar vermektedirler.

Ayrıca bu dairelerin bir kısmı vergi dava dairesi bir kısmı ise idari dava dairesi olarak görev yapmaktadır. Vergi daireleri vergi uyuşmazlıklarına idari daireler idari uyuşmazlıklara bakıyor. Bunların üstünde İdari Dava Daireleri Kurulu ve Vergi Dava Daireleri Kurulu şeklinde iki heyet var. Bunlar da bu dairelerin ilk derece mahkemesi olarak baktığı davaların temyiz merciidir.

İdari yargı teşkilatında Danıştay’ın bu yapısının altında Bölge İdare Mahkemeleri (BİM) var. Bu mahkemeler birkaç şehri içine alacak şekilde örgütlenmiştir. Bölge İdare Mahkemeleri hiçbir davaya ilk derece mahkemesi olarak bakamayıp, istinaf mercii olarak idare ve vergi mahkemelerinin kesinleşmeyen kararlarına karşı yapılan istinaf başvurularını incelemekle ve bazı durumlarda dosyaların esası hakkında karar vermekle görevlidir. Oysa Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak bakabildiği önemli davalar bulunmaktadır. Bölge İdare Mahkemelerinin altında da idare ve vergi mahkemeleri bulunmaktadır. Bunlar içerisinde idare mahkemeleri idari uyuşmazlıklar hakkındaki genel görevli idari yargı merciidir.

Öyleyse bizim idari yargı sistemimizde üç derece var: Danıştay derecesi, Bölge İdare Mahkemeleri derecesi, idare ve vergi mahkemeleri derecesi.

İdare yargılama usulünün önemli özelliklerinden birisi yazılı yargılama usulüne dayanmasıdır; yani yargılamanın duruşmalara değil dilekçe ve belgelere dayanmasıdır. Dolayısıyla idari yargıda esas olan usul dosya üzerinden giden bir yargılama olmasıdır (Söz uçar yazı kalır).

1.6.1. İdari Yargıda Mahkemeler

1.6.1.1. Danıştay

Danıştay, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş Yüksek İdare Mahkemesi, danışma ve inceleme merciidir. Danıştay bağımsızdır. Yönetimi ve temsili Danıştay Başkanına aittir. Üyelerinin ¼’ü Cumhurbaşkanı, ¾’ü Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından seçilir.

Danıştay’ın yürütmeyle ilgili işleri Cumhurbaşkanlığı aracılığı ile yürütülür.

Danıştay meslek mensupları Danıştay Başkanı, Danıştay Başsavcısı, Danıştay başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerdir. Danıştay Başkanı, Başsavcısı, başkanvekilleri ve daire başkanları kendi üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçilirler

1.6.1.1.1. Karar organları

Danıştay’ın karar organları şunlardır:

a) Daireler

13 Daire vardır[1]. Birinci Daire idari; diğerleri yargısal görev yapar. Her daire bir başkan ve en az dört üyeden kurulur, görüşme sayısı beştir, kararlar çoğunlukla verilir. Dairelerde yeteri kadar tetkik hâkimi bulunur. Daireler arasındaki iş yükü Başkanlık Kurulu kararıyla belirlenir.

b) İdari İşler Kurulu

Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri ile ilgili görüş bildirmek gibi idari işlerde görevlidir.

c) İdari Dava Daireleri Kurulu

İdari Dava Daireleri Kurulu, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen idari davaların temyiz yeri ve Bölge İdare Mahkemelerinin ısrar kararlarının temyiz mercii olup ilk derece mahkemesi olarak dava dairelerinin aldığı yürütmeyi durdurma kararlarına karşı yapılan itirazları inceleyip kesin olarak karara bağlamakla görevlidir.

d) Vergi Dava Daireleri Kurulu

Vergi Dava Daireleri Kurulu, ilk derece Mahkemesi olarak Danıştay’da görülen vergi davalarının temyiz yeri ve Bölge İdare Mahkemelerinin ısrar kararlarının temyiz mercii olup ilk derece mahkemesi olarak dava dairelerinin aldığı yürütmeyi durdurma kararlarına karşı yapılan itirazları inceleyip kesin olarak karara bağlamakla görevlidir.

e) Danıştay Genel Kurulu

Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeler ile Genel Sekreterden oluşur. Kararlar çoğunlukla verilir.

f) İçtihatları Birleştirme Kurulu

İçtihatları Birleştirme Kurulu, dava dairelerinin veya idari ve vergi dava daireleri kurullarının kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi gerekli görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanının havalesi üzerine, Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi inceler ve lüzumlu görürse, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında karar verir.

İçtihatların birleştirilmesini istemeye yetkili olanlar: İçtihatların birleştirilmesi veya birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi, Danıştay Başkanı, konu ile ilgili daireler, idari ve vergi dava daireleri kurulları veya Başsavcı tarafından istenebilir. Aykırı kararlarla ilgili kişiler, içtihatların birleştirilmesi için Danıştay Başkanlığına başvurabilirler. Kurulun, içtihatların birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkındaki kararları, gönderildikleri tarihten itibaren bir ay içerisinde Resmi Gazete'de yayımlanır. Bu kararlara, Danıştay daire ve kurulları ile idari mahkemeler ve idare uymak zorundadır.

g) Başkanlık Kurulu

• Danıştay daireleri arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını çözmek

• Ayrı yargı çevrelerinde bulunan idare ve vergi mahkemeleri arasında görev ve yetkiye ilişkin uyuşmazlıklarda ve bağlantılı davalarda merci tayinini yapmak

• Dava dairelerinin işlerinde birbirine göre nispetsizlik görülürse, bir dairenin görevine giren işlerden bir bölümünü diğer dava dairelerine verebilir

• Üyelerin dairelere ayrılmalarına karar vermek ve zorunluluk halinde daire başkanlarının ve üyelerin dairelerinin değiştirilmesine karar vermek

h) Yüksek Disiplin Kurulu

Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkan vekilleri, daire başkanları ve üyeler hakkında, disiplin kovuşturması yapılmasına ve disiplin cezası uygulanmasına karar verir ve bu Kanunla görevli kılındığı diğer işleri görür.

I) Disiplin Kurulu

Danıştay memurları hakkında Yüksek Disiplin Kurulu görevlerini yapar.

1.6.1.1.2. Görevleri

Danıştay:

• İdare Mahkemeleri ile vergi mahkemelerinden verilen kararlar ve ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen davalarla ilgili kararlara karşı temyiz istemlerini inceler ve karara bağlar.

• Danıştay Kanununda ve diğer kanunlarda yazılı idari davaları ilk ve son derece mahkemesi olarak karara bağlar.

• Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirir.

a) İlk Derece Mahkemesi Olarak Danıştay’da Görülecek Davalar

Danıştay ilk derece mahkemesi olarak;

• Cumhurbaşkanı kararlarına,

• Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemlere,

• Bakanlıkların ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere,

• Danıştay İdari Dairesince veya İdari İşler Kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve işlemlere,

• Birden çok idare veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlere,

• Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu kararları ile bu Kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı işlemlerine,

karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan idari davaları karara bağlar.

Ayrıca Danıştay, belediyeler ile il özel idarelerinin seçimle gelen organlarının organlık sıfatlarını kaybetmeleri hakkındaki istemleri inceler ve karara bağlar.

b) Temyiz Yoluyla Danıştay’da Görülecek Davalar

İdare mahkemeleri ile vergi mahkemelerince verilen nihai kararlar ve ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen davalarla ilgili nihai kararlar Danıştay’da temyiz yoluyla incelenir ve karara bağlanır.

Not: İdare ve Vergi Mahkemeleri için temyiz yeri konusuna göre 2 ila 13’inci dairelerden birisidir.

İlk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen davaların temyiz yeri ise konusuna göre ya İdari Dava Daireleri Kurulu ya da Vergi Dava Daireleri Kurulu’dur.

c) Uyuşmazlık ve Davalarda Görev Paylaşımı

İdari uyuşmazlıklar ve davalar hem ilk derece mahkemesi sıfatıyla hem de temyiz sıfatıyla; ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, onbirinci, onikinci ve onüçüncüdaireler ile idari ve vergi dava daireleri kurullarında incelenir ve karara bağlanır.

d) İdari İşlerde Görev Paylaşımı

İdari işlere ilişkin idari uyuşmazlıklar ve görevler Birinci Daire ve İdari İşler Kurulunda görülür. Maddenin 2004 değişikliğinden önceki şekli: “İdari işlere ilişkin idari uyuşmazlıklar ve görevler Birinci ve İkinci dairelerle İdari İşler Kurulunda görülür."

İdari işlere örnekler:

•        Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini, 

•     Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılanmalarına ilişkin mevzuat uyarınca görülecek işleri,

•       Derneklerin, kamu yararına çalışan derneklerden sayılabilmesi için yapılacak teklifleri, gereğine göre inceleme ve karara bağlamak veya düşünce bildirmek.

1.6.1.2. Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri

Bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri bu Kanunla verilen görevleri yerine getirmek üzere kurulmuş genel görevli bağımsız mahkemelerdir.

♦ Bu mahkemeler bölgelerin coğrafi durumları ve iş hacmi göz önünde tutularak Adalet Bakanlığınca kurulur ve yargı çevreleri tespit olunur. Bu konuda İçişleri, Maliye Bakanlıkları ile Ticaret Bakanlığının görüşleri de alınır.

♦ Bu mahkemelerin kaldırılmasına veya yargı çevrelerinin değiştirilmesine, İçişleri, Maliye Bakanlıkları ile Ticaret Bakanlığının görüşleri alınarak, Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulunca karar verilir.

♦ Aynı yargı çevresinde birden fazla idare veya vergi mahkemesi kurulduğu takdirde, bu mahkemeler arasındaki iş bölümü, Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenir.

1) İdare Mahkemeleri

İdare ve vergi mahkemelerinde birer başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Mahkeme kurulları, kural olarak başkan ile iki üyeden oluşur.

İdare mahkemeleri, vergi mahkemelerinin görevine giren davalarla ilk derecede Danıştay’da çözümlenecek olanlar dışındaki:

a) İptal davalarını,

b) Tam yargı davalarını,

c) Kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları (Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç) çözümler.

2) Vergi Mahkemeleri

Vergi Mahkemeleri:

a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,

b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları,

c) Diğer kanunlarla verilen işleri çözümler.

3) Bölge İdare Mahkemeleri

Bölge idare mahkemeleri, başkanlık, başkanlar kurulu, daireler, bölge idare mahkemesi adalet komisyonu ve müdürlüklerden oluşur. Bölge idare mahkemelerinde biri idare diğeri vergi olmak üzere en az iki daire bulunur. Dairelerde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur.

Bölge idare mahkemeleri:

• İstinaf başvurularını inceleyip karara bağlamak,

• Yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını kesin karara bağlamak,

• Diğer kanunlarda verilen görevleri yapmak,

İle görevlidir.

1.6.2. Uyuşmazlık Mahkemesi

Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili bağımsız bir yüksek mahkemedir.

Uyuşmazlık Mahkemesi bir Başkan ile altı asıl, altı yedek üyeden kurulur. Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, Anayasa Mahkemesince kendi asıl ve yedek üyeleri arasından seçilir. Uyuşmazlık mahkemesinin verdiği kararlar kesindir ve yargı yerlerini bağlar. Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıkla­rında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.

1.6.2.1. Görev Uyuşmazlığı

1.6.2.1.1. Olumlu Görev Uyuşmazlığı

Başka bir yargı düzeninin görevi içine girdiği gerekçesi ile yapılan görevsizlik itirazının mah­kemece reddi üzerine, görev alanı korunmak istenen yargı düzeni içinde yer alan Başsavcı­nın, görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinden istemesine olumlu görev uyuşmazlığı denir. Bu yol yargı kollarının görev alanlarını birbirlerine karşı korumak için düzenlenmiştir.

Olumlu görev uyuşmazlığının koşulları ve süreci

• Yargı yerinde açılmış bir dava bulunmalıdır.

• Davada görevsizlik itirazında bulunulmalıdır.

• Mahkeme, görevsizlik itirazını reddetmelidir.

• Davalı 15 gün içinde uyuşmazlık çıkarılması istemini yetkili makama vermek üzere mahke­meye sunar.

• Mahkeme bu istemi yetkili olduğu iddia edilen mahkemenin başsavcılığına gönderir.

• Uyuşmazlık çıkarılması istemini alan ilgili Başsavcı ya uyuşmazlık çıkarılması istemini red­deder {Bu karar kesindir, buna itiraz yolu yoktur.) Ya da, uyuşmazlık çıkarılmasını gerekli görürse 10 gün içerisinde istemi Uyuşmazlık Mahkemesine bildirir.

• Esas hakkında karar verilmemiş olmalıdır.

• Eğer esas hakkında karar verilmiş ise, görev konusu artık temyiz mahkemesinin inceleme yetkisi arasında yer alacaktır.

• Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması üzerine, yargı yeri Uyuşmazlık Mahkemesinin kararını vermesine kadar davanın görülmesini ileri bir tarihe bırakır. 6 ay içinde karar gelmezse davaya devam edilir.

• Eğer Uyuşmazlık Mahkemesi kararı davanın görülmekte olduğu mahkemeye karar verildik­ten sonra gelmiş ise artık yapılacak bir şey yoktur. Uyuşmazlık Mahkemesi kararı artık bir temyiz sebebi teşkil edebilir. Temyiz yeri Uyuşmazlık Mahkemesinin kararına uyarak kararı görev yönün­den bozar. Çünkü görev kamu düzenindendir.

1.6.2.1.2. Olumsuz Görev Uyuşmazlığı

Olumsuz görev uyuşmazlığından söz edebilmek için adli, askeri ve idari yargı yerlerinden en az ikisinin, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, karşılıklı olarak birbirlerini görevli saymalarından dolayı, kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin, ya da kesinleşmiş olması gerekir.

Olumsuz görev uyuşmazlığının koşulları ve süreci

• Ortada iki ayrı mahkeme tarafından verilmiş iki görevsizlik kararı olmalıdır. Bu kararlar mutlaka görevsizlik gerekçesiyle verilmiş olmalıdır.

• Görevsizlik karan ayrı yargı kollan tarafından verilmiş olmalıdır. Aynı yargı düzeni içerisindeki görev uyuşmazlıkları kural olarak o yargı kolunun en üst derece mahkemesi tarafından çözü­me kavuşturulur.

• Görevsizlik kararı biri diğerinin görevli olduğu gerekçesi ile verilmelidir.

• Görevsizlik kararının kesinleşmesi gerekir.

• Her iki yargı yerince verilen görevsizlik kararları aynı davaya ilişkin olmalıdır.

• Uyuşmazlığın giderilmesi kural olarak davacı tarafından istenir. Uyuşmazlığı giderme

başvurusu, son görevsizlik kararını vermiş olan yargı yerince yapılır. Son görevsizlik kararı

veren mahkeme dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine gönderir.

• Diğer bir yol ise mahkemece re'sen uyuşmazlık mahkemesine başvurulmasıdır.

• Görevsizlik kararı verilmesi üzerine, kendisine gelen davayı incelemeye başlayan yargı yeri, da­vanın kendi görev alanına girmediği, ilk görevsizlik kararı veren yargı yerinin görev alanı içerisine girdiği kanısına varırsa kendisi görevsizlik kararı vermeyerek görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurabilir.

1.6.2.2. Hüküm Uyuşmazlığı

Uyuşmazlık Mahkemesinin karara bağladığı uyuşmazlıklardan biri de, hüküm uyuşmazlığıdır. Adli, askeri ve idari yargı yerlerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan" du­rumlarda hüküm uyuşmazlığından söz edilir.

Hüküm uyuşmazlığının koşulları ve süreci:

• Kararlar iki ayrı yargı düzeninde verilmelidir.

• Kararlar esasa ilişkin ve kesin olmalıdır.

• Kararlar aynı konuda olmalıdır. Her iki yargı kararının aynı konuda olması ve taraflarından en az birinin aynı olması gerekir.

• Kararlar hakkın yerine getirilmesini engellemelidir, İki karar arasında çelişki bulunmalı­dır.

Hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için, taraflar ya da ilgili makam, doğrudan doğruya Uyuş­mazlık Mahkemesine başvurur. Bu gibi durumlarda, Uyuşmazlık Mahkemesi birbirine uymadığı ileri sürülen kararları inceleyerek, anlaşmazlığın esasını ilk ve son derece mahkemesi olarak ka­rara bağlar. Uyuşmazlık Mahkemesinin verdiği kararlar kesindir.

 

[1] 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 26 maddesinde 6723 sayılı kanunla 2016 tarihinde yapılan değişiklik ile Danıştay Daire sayısı 10’a indirilmiştir; fakat 12 ve 13’üncü Daireler görevlerinebaş fiilen devam etmektedir.


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargının alanı, doğuşu ve tarihsel gelişimi ile işlevi üzerinde durulmuş, idari yargılama hukukuna hakim olan ilkelere değinilmiş ve idari yargıdaki görevli mahkemeler ile uyuşmazlık mahkemesi üzerinde durulmuştur.

Klasik Sorular:

1.

İdari yargının geçirdiği tarihsel dönüşümü kısaca açıklayınız.

2.

İdari yargıdaki görevli yargı mercileri nelerdir?

3.

Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakabileceği uyuşmazlıklar nelerdir?

4.

Bölge İdare Mahkemesinin görevleri nelerdir?

5.

Uyuşmazlık mahkemesinin görevleri nelerdir?

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargının özellikleri arasında yer almaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdareyi hukukilik ve yerindelik yönlerinden denetler

(B) İdare hukukunun oluşumunda çok etkilidir.

(C) Re’sen araştırma ilkesi geçerlidir.

(D) İdari uyuşmazlıkları çözmekle görevlidir.

Yazılı yargılama usulüne dayanır.

Cevap-1 :

İdareyi hukukilik ve yerindelik yönlerinden denetler


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi Danıştay’ın görevlerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Temyiz incelemesi yapmak

(B) İstinaf incelemesi yapmak

(C) Görüş bildirmek

(D) Tüzükleri incelemek

İlk derece mahkemesi olarak bazı davaları kararı bağlamak

Cevap-2 :

İstinaf incelemesi yapmak


Soru-3 :

İdarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en etkili denetim yolu hangisidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdari vesayet denetimi

(B) Hiyerarşik denetim

(C) Yargı denetimi

(D) Siyasi denetim

Sayıştay denetimi

Cevap-3 :

Yargı denetimi


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargılama hukukuna hakim olan ilkelerden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yazılı yargılama usulü

(B) Dosya üzerinden inceleme

(C) Duruşmasız yargılama olmaz ilkesi

(D) Re’sen araştırma ilkesi

Tasarruf ilkesi

Cevap-4 :

Duruşmasız yargılama olmaz ilkesi


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yargı denetimi ile idari işlemin hukuka uygunluğu denetlenir

(B) Yargı denetimi kendiliğinden işlemez

(C) Yargı denetimi belirli usul kurallarına bağlıdır

(D) Yargı denetimi ile idari işlemin yerindeliği de denetlenir

Bazı idari kararlara karşı yargı denetimine başvurulamaz

Cevap-5 :

Yargı denetimi ile idari işlemin yerindeliği de denetlenir


2. Görev ve Yetki - 1




Kazanımlar

Görev ve yetki türlerini tanıma

Genel görev ve yetki kurallarını tanıma

Adli yargının görevli olduğu idari uyuşmazlıkları tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari yargılama usulünde görev ve yetkinin önemi, görev ve yetkiye ilişkin temel kural ve istisnaları, görev ve yetkinin farkı, Adli yargının görevli olduğu idari uyuşmazlıklar, idari davalarda idari yargı içi görev ve idari yargıda yetki konuları üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargıda görev ve yetkinin önemi nedir?

2) İdari davalardaki görev türleri nelerdir?

3) İdari yargıda göreve ilişkin temel kural ve istisnaları nelerdir?

4) İdari uyuşmazlıkların adli yargıda dava konusu yapılabilmesinin şartları nelerdir?

5) Adli yargıda dava konusu yapılan idari uyuşmazlıklara örnekler veriniz?

Anahtar Kavramlar

• Görev,

• Yetki,

• İdari uyuşmazlık,

• Genel görev,

• Genel yetki,

• Özel yetki.

Giriş

İdari yargıda doğal hakim ilkesi gereğince hangi mahkemenin hangi uyuşmazlıkları çözümleyeceği kanunlarla önceden belirlenmiştir. Bu belirlemede genel görev ve yetki kuralları temel kural olmakta, ancak bazı uyuşmazlıkların özellikleri gereğince yine kanunlarla belirlenmiş olan özel görevli ve yetkili mahkemelerde çözümlenmesi durumu söz konusudur. Ancak istisnai olmakla birlikte bazı idari uyuşmazlıklar özel durumları gereğince kanun koyucunun takdiriyle adli yargı mercilerince de çözümlenebilmektedir.

2.1. Görev ve Yetkinin Önemi

Kanunlarda hangi uyuşmazlığa hangi mahkemenin bakacağının önceden belirlenmesi doğal hakim ilkesinin bir gereği olarak kabul edilmektedir. Doğal hakim ilkesi gereği, bir davaya önceden yayımlanmış kurallara göre belirlenen bir mahkemenin bakması zorunluluğu vardır. Yargılama usulünde doğal hakim ilkesi, belli bir dava için özel bir mahkeme oluşturulmasına engel olmak, bir dava için özel hakimlerin görevlendirilmesine engel olabilmek için kabul edilmiştir. Bir uyuşmazlığı yargılayacak mahkemenin, uyuşmazlığın taraflarına veya konusu dışındaki başkaca hususlara göre belirlenmesini, ancak görev ve yetki bakımından kanun koyucunun önceden yaptığı düzenlemeler engelleyebilecektir. Bu düzenlemelerle bir dava Danıştay'da, vergi mahkemesinde, idare mahkemesinde veya adli yargıdaki bir mercide görülebilir. Bu konuda Anayasa’ya aykırılık olmadıkça kanun koyucunun takdir yetkisi vardır.

2.2. Görev ve Yetkiye İlişkin Genel Kural ve İstisnaları

İdari yargılama usulünde göreve ilişkin temel kural: bir dava adli yargının görev alanına girmiyorsa, bu davaya bakma görevi idari yargının görev alanına girmektedir; idari yargı içerisinde de Danıştay'ın ve Vergi Mahkemelerinin görevine verilmemişse, bu davaya İdare Mahkemeleri bakmakla görevlidir. Yani idari nitelik taşıyan uyuşmazlıklarda, diğer bir ifade ile idare hukukunun konusuna giren uyuşmazlıklarda, kanunla özel olarak adli yargı, Danıştay ve Vergi Mahkemeleri görevlendirilmemişse, bu uyuşmazlığı yargılama görevi idare mahkemelerinindir. O halde idari uyuşmazlıklarda İdare Mahkemeleri genel görevli mahkeme, Danıştay ile Vergi Mahkemeleri ise istisnai görevli mahkemelerdir.

İdari yargılama usulünde göreve ilişkin temel kural ise İdari Yargılama Usulü Kanununun 32. maddesinde düzenlenmiş olup şu şekildedir: “Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu kanunda veya özel kanunlarda yetkili mahkemenin gösterilmemiş olması halinde yetkili mahkeme, dava konusu idari işlemi ve idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir.” Bu hükme göre işlemi yapan idarenin bulunduğu yer idare mahkemesi genel/kural yetkili mahkemedir. Bu hüküm genel yetkiyi düzenliyor ama lafzı içinde genel göreve ilişkin temel kuralı da içeriyor. Bu hüküm ile bir idari uyuşmazlık, adli yargıda görülmüyorsa, bir dava Danıştay'ın görevine, Vergi Mahkemesinin görevine verilmemişse, o davaya idari işlemi yapan makamın bulunduğu yer idare mahkemesinin bakacağı ifade edilerek hem genel görev hem de genel yetki kuralı düzenlenmektedir.

2.3. Görev ve Yetkinin Farkı

Görev tür olarak bir davaya hangi mahkemenin bakacağını gösteriyor; yetki ise aynı tür mahkemelerin görevine giren davalara hangi yerdeki mahkemenin bakacağını gösteriyor. Bir davada Danıştay görevli ise Danıştay tek yerde bulunduğundan aynı zamanda Danıştay yetkili demektir. Ama vergi mahkemesi türü o davaya bakacaksa, hangi yerdeki vergi mahkemesinin bakacağını belirlemek gerekmektedir. Aynı şekilde bir davaya idare mahkemesi türü bakacaksa, hangi yerdeki idare mahkemesinin yetkili olacağının da ayrıca belirlenmesi önem taşımaktadır.

Görev bakımından ilk istisna Danıştay Kanunu madde 24'te ve diğer bazı kanunlarda düzenlenmiş olan Danıştay'ın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı davalarda karşımıza çıkmaktadır. Bunun anlamı, bir davaya bakma görev ve yetkisinin doğrudan Danıştay’ın görev ve yetki alanına girmesidir. Benzer şekilde Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 6. Maddesi,

Vergi Mahkemelerinin görevleri:

Madde 6 – Vergi mahkemeleri:

a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,

b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları,

c) Diğer kanunlarla verilen işleri,

Çözümler.” diyerek bazı vergilerden ve bunların tarh ve cezalarından, tahsilinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda vergi mahkemesi türünün görevli olduğu belirtilmiştir. Buna göre bu maddede belirtilen uyuşmazlık türlerinde vergi mahkemesinin görevlidir.

2.4. Adli Yargının Görevli Olduğu İdari Uyuşmazlıklar

Bir idari uyuşmazlıkta öncelikle bu uyuşmazlığı çözmekle idari yargının mı, adli yargının mı görevli olduğunun tespit edilmesi gerekir. Bu durumu yargı yolu veya dış görev kuralı olarak da isimlendirebiliriz. Yargı yolunun tespiti için uyuşmazlığın tabi olduğu konuyla ilgili bir açık kanun hükmünün bulunup bulunmaması önem taşımaktadır. Çünkü hukuk sistemimizde anayasal düzenlemeler gereği idari uyuşmazlıkların tamamının idari yargı mercilerince yargılanacağına dair genel bir kural ve genel bir uygulama bulunmamaktadır. Örneğin konusunda genel kanun niteliğinde olan Kabahatler Kanunu kapsamındaki idari para cezaları adli yargının görev alanına girmektedir. Bu kanun gereğince idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkları çözmekle genel görevli yargı kolu adli yargıdır. Yani idari para cezalarına ilişkin uyuşmazlıklar, ayrıca özel kanunlarda idari yargı görevli sayılmamış ise adli yargıda çözülmelidir. Çünkü Kabahatler Kanunu 3. maddesinde; kanunlarda özellikle idari yargının görevlendirilmediği idari para cezaları hariç idari para cezalarından kaynaklanan bütün uyuşmazlıklar bu kanuna tabidir hükmüne yer verilmiştir.

Anayasa Mahkemesine göre, kanun koyucunun idari uyuşmazlıkları adli yargının görev alanına vermesinin acak kamu yararı ve haklı nedenin bulunması hallerinde mümkün olabilecektir; aksi halde hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşacaktır. Günümüzdeki mevcut kanunlara baktığımızda aşağıdaki idari uyuşmazlıkların adli yargının görev alanına verildiğini söyleyebiliriz:

-

Seçimle İlgili Uyuşmazlıklar (Yüksek Seçim Kurulu’nca çözümlenir),

-

Yasama Organının yasama işlemleri: kanunlar ve parlamento kararları (Ancak TBMM Başkanlığının TBMM memurları hakkında aldığı kararlar idari işlemdir idari davaya konu olurlar),

-

Yargı Organlarının yargı işlemleri (Ancak Mahkeme başkanının, mahkeme memurları hakkında aldığı kararlar, idari davaya konu olurlar),

-

Kamu Görevlileri Aleyhine Açılan Bazı Davalar: Görevlilerin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlu eylemleri sonucu vermiş oldukları zararların tazmini için açılacak davalar, İdare aleyhine ve idari yargıda açılır, Bunun tek istisnası; yargı kararlarını kasten uygulamayan kamu görevlisine karşı adli yargıda maddi ve manevi tazminat davası açılabilmesidir. İdare, kamu görevlisinin İdareye verdiği zarar için ve rücu davasını her durumda adli yargıda dava açar.

-

Aksine kanunlarda hüküm bulunmayan hallerde Kabahatler Kanununun uygulanmasından kaynaklanan idari yaptırımlara karşı açılan davalar,

-

İdarenin taraf olduğu fakat özel hukuka tabi olan sözleşmelerden kaynaklanan davalar,

-

İdarenin Özel Kişilere Karsı Açtıkları Davalar (idari sözleşmelerden doğan davalar hariç),

-

İdareye verilen taahhütname ve kefalet senetlerinin iptaline ilişkin davalar,

-

Kamulaştırmada Eski Malikin Geri Alma Hakkı İle İlgili Davalar,

-

Nüfus Kayıtlarında Düzeltme Yapılmasına İlişkin Davalar,

-

Tapu Siciliyle İlgili Davalar,

-

Kadastro Kanunun uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıklar,

-

İcra Ve İflas Dairesi Görevlilerinin Kusurlarından Doğan Zararların Giderilmesi İçin Açılacak Olan Davalar,

-

İşçi niteliğindeki kamu görevlileri ile idare arasında çıkan iş kanunundan kaynaklanan uyuşmazlıklar nedeniyle açılacak davalar,

-

İdareye Ait Taşıtların Sebep Olduğu Zararlar,

-

Kanun Dışı Yakalanan Veya Tutuklanan Kimselerin Açacaktan Tazminat Davalar,

-

Fiili Yol niteliğindeki eylemlerden doğan uyuşmazlılar (men-i müdahale davası gibi),

-

KİT’lerin özel hukuk etkinliklerinden doğan uyuşmazlıklar,

-

Sosyal Güvenlik yasalarının uygulanmasından doğan uyuşmazlıklar,

-

Fikir ve sanat eserleri kanunundan doğan uyuşmazlıklar,

-

Milli piyango ve talih oyunlarından doğan uyuşmazlıklar,

-

Esnaf ve sanatkarlar siciliyle ilgili davalar,

-

Orman sınırlamasına itiraz davaları,

-

Türkiye futbol federasyonu tahkim kurulunun görev alanına giren uyuşmazlıklar,

-

Vakıf üniversiteleri ile öğrenciler arasında çıkan alacak-borç ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklar,

-

Rücu davaları,

-

İdareler arası özel hukuk ilişkilerinden kaynaklanan davalar,

-

Borsalara ilişkin davalar. …

2.5. İdari Davalarda İdari Yargı İçi Görev

Genel olarak idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığı çözme görevi idari yargı içerisinde Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, Vergi Mahkemeleri ve İdare Mahkemelerinden hangisinin görevli olduğunun tespit edilmesi de çok önem taşımaktadır.

1.

Danıştay Kanunu madde 24 ve çeşitli kanunlarda Danıştay'a ilk derece mahkemesi olarak görev veren hükümlere göre ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görülecek davalar:

Danıştay Kanunu Madde 24:

“Danıştay ilk derece mahkemesi olarak:

a) Cumhurbaşkanı kararlarına,

b) Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemlere,

c) Bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere,

d) Danıştay İdari Dairesince veya İdari İşler Kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve işlemlere,

e) Birden çok idare veya vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlere,

f) Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu kararları ile bu Kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı işlemlerine, Karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan idari davaları karara bağlar.”

4046 sayılı Özelleştirme uygulamaları Hakkında Kanunu madde 27:

Özelleştirme uygulamalarına ilişkin idari davalar, ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür.

6491 sayılı Türk Petrol Kanunu madde 20:

Bakanlık tarafından alınan başvuru, araştırma izni, arama ruhsatı ve işletme ruhsatından doğan haklara tesir eden kararlara karşı açılacak davalar ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür.

2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu madde 23:

Cumhurbaşkanı veya görevlendireceği bakan, milli güvenliğin açıkca gerekli kıldığı hallerde, bir haber veya yayını menetmeye yetkilidir.” Verilen bu “söz konusu men kararları aleyhine Danıştayda iptal dava”sı açılabilir.

6112 sayılı Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun madde 7:

“(1) Savaşlar, terör amaçlı saldırılar, doğal afetler ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğü esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz. Ancak, millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hâllerde yahut kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Cumhurbaşkanı veya görevlendireceği Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan geçici yayın yasağı getirebilir.

(2) Medya hizmet sağlayıcı, Cumhurbaşkanının; millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın ve genel ahlakın gerekleriyle ilgili bildirilerini, bildirinin ulaştığı gün saat 23:30’a kadar yayınlamakla yükümlüdür.

(3) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca alınacak kararlar aleyhine açılacak iptal davaları doğrudan Danıştayda açılır.”

2.

Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunu madde 6:

Vergi mahkemeleri:

a) Genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davaları,

b) (a) bendindeki konularda 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davaları,

c) Diğer kanunlarla verilen işleri çözümler

3.

İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) madde 32:

Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması halinde, yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir.

Bu hükümlere göre idari uyuşmazlıklarda yargılama görevi, eğer Vergi Mahkemesi ve Danıştay ilk derece mahkemesi olarak görevli değilse idare mahkemesine aittir. Dolayısıyla idari davalarda genel görev kuralını son anda dikkate alınmaktadır.

2.6. İdari Davalarda Yetki

Yetki mahkemelerin yer bakımından dava konusu uyuşmazlıkları çözmedeki yetkisini ifade eder. Yani davaya hangi yer mahkemesinin bakacağı yetki ile ilgili bir durumdur. Görev kurallarının aksine yetki kuralları farklı tür mahkemelerin belirlenmesini değil, aynı tür mahkemeler içinde hangi yer mahkemesinin ilgili davayı çözmekte yetkisinin olduğunun belirlenmesini sağlamaktadır. O halde idari yargılama usulü bakımından, örneğin idare mahkemelerinin görevli olduğu bir uyuşmazlıkla ilgili olarak, görevli mahkeme, İdare Mahkemesi, yetkili mahkeme ise İstanbul İdare Mahkemesi şeklinde ifade ifade edilebilir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki idari yargılama usulünde yetkiye ilişkin tüm kural ve belirlemeler kamu düzenine ilişkindir. Bu durum İYUK madde 32’de açıkça düzenlenmiştir: “Bu Kanunun uygulanmasında yetki kamu düzenindendir.” İdari yargıda yetkinin kamu düzeninden olmasının sonuçları:

1.

Yargılamanın her safahatında dikkate alınması gereken ve kanun yolları aşamasında, yetkisiz mahkemenin davaya baktığının tespit edilmesi durumunda, bu durum yerel mahkeme kararını bozma sebebidir.

2.

Taraflar ileri sürmese bile mahkemeler davanın her aşamasında yetki hususunu re’sen incelemek zorundadır.

3.

Taraflar yetki sözleşmesi yoluyla yetkili mahkemeyi değiştirme hakkında sahip değildirler.

4.

Mahkemeler yetkisiz oldukları uyuşmazlıklara bakamayacağı gibi yetkili oldukları uyuşmazlıkları da çözmekten kaçınamazlar.

5.

Davanın görülmesi sırasında yetkili mahkemenin değişmesi, davayı gören mahkemenin davaya devam etmesini engeller.

İdari uyuşmazlıklarda ancak Vergi Mahkemesi veya İdare Mahkemesinin görevli olduğu tespit edildikten sonra yetkiye ilişkin kuralların dikkate alınması gereklidir. Çünkü Danıştay bakımından yetki kurallarının bir anlam ve önemi yoktur. Adli yargının görevli olması durumunda ise yetkiyi ilişkin kurallar idari yargılama usulü konusu olmayıp medeni yargılama usulünün konusudur.

İdari yargılama usulünde mahkemelerin yetkileri genel yetki ve özel yetki olarak düzenlenmiştir. Genel yetki ve özel yetki ilişkisinde temel kural: “kanunda özel yetki kuralı düzenlenmemişse genel yetki kuralı uygulanır” şeklindedir. Kanunlarda herhangi bir özel yetki kuralı öngörülmüşse genel yetki kuralına gidilemeyecektir. Genel yetki ile özel yetki yarışmalıdır; yani özel yetki, genel yetkiyi kaldırır. Genel yetki her zaman özel yetki ile birlikte var olan bir yetki değildir.

Yetkiye ilişkin kurallar İYUK madde 32’den başlayıp birbirini takip ederek idari yargı için madde 36'ya kadar gitmektedir; 37'de de vergi mahkemeleri hakkındaki yetki kuralları yer almaktadır.

İdari davalarda genel yetki; İdare Mahkemesi bakımından madde 32 genel kuralını “yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir” şekilinde düzenlemiştir.

Bu maddede düzenlenen genel yetki kuralı sadece idari işlem ve idari sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar bakımından açılabilecek iptal davalarında geçerlidir; tam yargı davalarında yetkili mahkemenin hangisi olacağı İYUK madde 36’da özel olarak düzenlenmiştir. Ancak İYUK madde 36/a’da idari işlemlerden kaynaklanan tam yargı davaralarında ayrı bir yetkili mahkeme öngörülmediğinden, idari işlemlerden kaynaklanan tam yargı davalarında da madde 32-35’de düzenlenen yetki kuralları geçerlidir.

Madde metninde işlemi yapan makamın bulunduğu yer idare mahkemesi denilmesi sebebiyle, işlemi yapan idari makamın bağlı olduğu tüzel kişilik merkezinin bulunduğu yer idare mahkemesi şeklinde anlaşılmamalıdır. Örneğin, işlemi İstanbul İl Kültür Müdürlüğü yapmışsa, müdürlüğün bağlı olduğu devlet tüzel kişiliğini temsil yetkilisi Kültür ve Turizm Bakanlığı dolayısıyla Ankara değil işlemi yapan makamın (müdürlüğün) bulunduğu yer olan İstanbul İdare Mahkemesi yetkilidir. Çünkü idari işlemlerde işlem yapma yetkisi sadece tüzel kişiliklere ait bir yetki olmayıp, kanunda gösterilen idari makamlara ait olabilmektedir. Yine örneğin bu kurala göre işlemi Kültür ve Turizm Bakanlığı yapmışsa Ankara İdare Mahkemeleri yetkilidir.

İdari sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda yetkili mahkeme sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yer idare mahkemesidir. Burada bahsedilen sözleşme imtiyaz sözleşmeleri dışındaki idari sözleşmelerdir. Zira imtiyaz sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar özel görev kuralı gereğince Danıştay tarafından çözümlenmektedir. Ayrıca idari hizmet sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar da kamu görevlilerine ilişkin özel yetki kuralı gereğince genel yetki kuralına gidilemez. Yetkiye ilişkin diğer kurallar da birlikte değerlendirildiğinde, idari sözleşmelerden kaynaklanan tüm iptal ve tam yargı davalarda genel yetki kuralı geçerli olup sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yer idare mahkemesi yetkilidir.

2.6.1. Özel Yetki Kuralları

2.6.1.1. Kamu görevlileri ile ilgili davalarda yetki

İYUK madde 33’de düzenlenmiştir:

1. Kamu görevlilerinin atanması ve nakilleri ile ilgili davalarda yetkili mahkeme, kamu görevlilerinin yeni veya eski görev yeri idare mahkemesidir.

2. Kamu görevlilerinin görevlerine son verilmesi, emekli edilmeleri veya görevden uzaklaştırılmaları ile ilgili davalarda yetkili mahkeme, kamu görevlisinin son görev yaptığı yer idare mahkemesidir.

3. Kamu görevlilerinin görevle ilişkisinin kesilmesi sonucunu doğurmayan disiplin cezaları ile ilerleme, yükselme, sicil, intibak ve diğer özlük ve parasal hakları ve mahalli idarelerin organları ile bu organların üyelerinin geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmalarıyla ilgili davalarda yetkili mahkeme ilgilinin görevli bulunduğu yer idare mahkemesidir.

4. Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, hâkim ve savcıların mali ve sosyal haklarına ve sicillerine ilişkin konularla, müfettiş hal kâğıtlarına karşı açacakları ve idare mahkemelerinin görevine giren davalarda yetkili mahkeme, hâkim veya savcının görev yaptığı yerin idari yargı yetkisi yönünden bağlı olduğu bölge idare mahkemesine en yakın bölge idare mahkemesinin bulunduğu yer idare mahkemesidir.

Bu madde düzenlemesi ile kamu görevlilerinin lehine durum dikkate alınarak kamu görevlileri ile idare arasında çıkan uyuşmazlıklarda kamu görevlilerinin atanma ve nakilleri, disiplin cezaları, parasal hakları ve emeklilik gibi hususlara ilişkin davalarda kamu görevlisinin görev yaptığı yer dikkate alınarak yetkili mahkeme belirlenebilmektedir.

Kanun koyucu birinci fıkra ile kamu görevlilerinin atama ve nakil işlemlerinde eski ve yeni görev yeri İdare Mahkemelerinin görevli olacağını düzenlemiştir. Bu düzenleme ile davacı kamu görevlisine yetkili mahkemenin belirlenmesinde seçimlik hak bahşedilmiştir. Örneğin Kültür ve Turizm Bakanlığı kamu görevlisini Bursa İl Kültür Müdürlüğü’nden İstanbul İl Kültür Müdürlüğü’ne naklen atasa genel yetki kuralına dayanılarak işlemi yapan makamın bulunduğu yer idare mahkemesi yetkili olmayıp İstanbul ya da Bursa İdare Mahkemesinde dava açılmalıdır. Kanun koyucu bu fıkradaki düzenleme ile davacı kamu görevlisine ister yeni görev yerinde, ister eski görev yerinde dava açabilmek hususunda seçimlik hak tanımıştır. Genel yetki kuralı kanunda bu şekilde özel yetki kuralı düzenlenmemiş olsa idi geçerli olurdu, örneğimizde özel yetki kuralı olmasa idi Ankara İdare Mahkemesi yetkili olacaktı. Danıştay’a göre naklen atama işleminin kapsamına naklen atama talebinin reddi yönündeki, görev ve sınıf değişimi sonucu doğuran işlemlerin de girdiği yönünde kararlar vererek naklen atama kavramını geniş yorumlamaktadır.

Kanun koyucu birinci fıkra ile kamu görevlilerinin görevle ilişiklerinin temelli olarak veya geçici olarak kesilmesi sonucu doğuran işlemlerde son görev yeri İdare Mahkemelerinin görevli olacağını düzenlemiştir. Danıştay’a göre, kanunda açıkça düzenlenmemiş olsa da müstafi sayılma, yeniden atanma taleplerinin reddi, idari hizmet sözleşmelerinin yenilenmemesi gibi işlemler görevle ilişkinin kesilmesi sonucunu doğurduğundan dolayı bu kapsamdaki uyuşmazlıklarda bu fıkra hükmü geçerlidir.

Kamu görevlilerinin atanma ve nakil ile görevle ilişiklerinin temelli ya da geçici olarak kesilmesi dışında kalan ama bir şekilde kamu görevlileri ile ilgili olarak diğer tüm idari işlemlerde yetkili mahkeme, kamu görevlisinin fiilen görev yaptığı yer İdare Mahkemesidir. Bu tür işlemler ilerleme, disiplin, yükselme, sicil, intibak, özlük ve parasal haklara ilişkin işlemlerdir.

Ancak Danıştay kararlarında görüleceği üzere, kamu görevlisi ile ilişkisi doğrudan olmayan, kamu görevlilerinin göreve girmesine zemin hazırlayan sınav ve görevde yükselme sınavları, kamu görevlilerinin diplomalarının iptal edilmesi gibi işlemlerde bu maddede düzenlenen özel yetki kuralı uygulama alanı bulamayıp genel yetki kuralı uyarınca yetkili İdare Mahkemesinin tespit edilmesi gerekecektir.

2.6.1.2. Taşınmaz mallara ilişkin davalarda yetki

İYUK madde 34’de düzenlenmiştir:

1. İmar, kamulaştırma, yıkım, işgal, tahsis, ruhsat ve iskan gibi taşınmaz mallarla ilgili mevzuatın uygulanmasında veya bunlara bağlı her türlü haklara veya kamu mallarına ilişkin idari davalarda yetkili mahkeme taşınmaz malların bulunduğu yer idare mahkemesidir.

2. Köy, belediye ve özel idareleri ilgilendiren mevzuatın uygulanmasına ilişkin davalarla sınır uyuşmazlıklarında yetkili mahkeme, mülki idari birimin, köy, belediye veya mahallenin bulunduğu yahut yeni bağlandığı yer idare mahkemesidir.

Bu maddedeki düzenlemelere göre taşınmaz mallara ilişkin idari uyuşmazlıklarda, taşınmazın bulunduğu yer idare mahkemesi yetkilidir. Bu madde kapsamında, imar planı, kamulaştırma, ruhsat, yıkım, işgal, tahsis, iskan işlemleri açıkça sayılmış ve bu işlemlerin sınırlı sayıda olmadığı vurgulanmakta olup Danıştay tarafından turizm işletme belgesi, tapu tahsis belgesi, yapı kayıt belgesi, sit alan ilanı, işyerinin kapatılması, bayilik lisansı gibi işlemler taşınmazla ilgili işlemlerden sayılmış ve bu madde kapsamında değerlendirilmiştir.

Taşınmaz malın bulunduğu yer idare mahkemesinin yetkili olmasının birçok sebebi bulunabilir. Bunlar arasında taşınmazla ilgili uyuşmazlıklarda usul ekonomisi bakımından keşif yapma ve bilirkişiye müracaat ihtiyacı söz konusu olabilmektedir. Bu gerekçenin aksine bu tür davalarda davalı ile davacının başka yerlerde bulunmasının sakıncaları gibi bir durum yargılama pratiği açısından göz ardı edilmiştir. Örneğin Muğla'da turizm amacıyla arazi tahsisine ilişkin bir idari işlemden kaynaklanan uyuşmazlıkta; davacı şirket İstanbul’da, arazi tahsis eden idare olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara'da, taşınmaz da Muğla'da olabilir. Yetkili mahkeme Ankara ya da İstanbul değil, özel yetkiye ilişkin bu maddede düzenlenen kural gereği Muğla İdare Mahkemesidir.

Bu maddede köy, belediye ve özel idareleri ilgilendiren uyuşmazlıklarla sınır uyuşmazlıklarında da özel yetki kuralı düzenlenmiş olup, özellikle sınırların tespiti, değişikliği ve yeniden belirlenmesi gibi sınır uyuşmazlıklarında yeni bir ile bağlanma gibi durumlarda seçimlik yetki söz konusudur: ilgili birimin bulunduğu yahut yeni bağlandığı yer İdare Mahkemesi yetkilidir.

2.6.1.3. Taşınır mallara ilişkin davalarda yetki

İYUK madde 35’de düzenlenmiştir:

Taşınır mallara ilişkin davalarda yetkili mahkeme, taşınır malın bulunduğu yer idare mahkemesidir.

Bu maddeye göre taşınır mallara ilişkin uyuşmazlıklar, taşınır malın bulunduğu yer idare mahkemesi tarafından çözümlenir. Taşınır malla ilgili olarak Danıştay tarafından özellikle istimval, tahsis, ithale izin vermeme, el koyma gibi işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar bu madde kapsamında değerlendirilmektedir. Kanaatimizce, taşınır mallar taşınır nitelikte oldukları için böyle bir düzenlemeyi gerektirecek bir gerekçe bulunmamaktadır.

Sonuç olarak İYUK iptal davaları bakımından yetki kurallarını önce genel yetki ve özel yetki şeklinde ikiye ayırmış ve madde 32 genel yetki kuralını, madde 33-34-35 ise genel yetki kuralının istisnaları olan özel yetki durumlarını düzenlemiştir. Farklı bir ifade ile eğer madde 33-34-35 kapsamına giren bir idari uyuşmazlık söz konusu değilse yetkili idare mahkemesi madde 32 düzenlemesine göre tespit edilecektir. Yani idari işlemi yapan makamın bulunduğu yer idare mahkemesi, başka yetkili idare mahkemesi söz konusu olamadığında genel yetki kuralı olarak uygulanacak.

2.6.2. Tam Yargı Davalarında Yetki

İYUK madde 36’da düzenlenmiştir:

İdari sözleşmelerden doğanlar dışında kalan tam yargı davalarında yetkili mahkeme, sırasıyla:

a) Zararı doğuran idari uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili,

b) Zarar, bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer,

c) Diğer hallerde davacının ikametgahının bulunduğu yer, idare mahkemesidir.

Tam yargı davaları idari işlemden ve sözleşmeden kaynaklanabileceği gibi idari eylemden de kaynaklanabilir.

Maddenin (a) fıkrasında dava konusu uyuşmazlık bir idari işlemden kaynaklandığında yetkili mahkemenin zararı doğuran idari uyuşmazlığı (yani idari işlemden kaynaklanan hukuku uyuşmazlığı) çözümlemeye (yani iptal davası ile çözümlemeye) yetkili idare mahkemesi olacağı belirtilmektedir. Buna göre idari işlemlerden kaynaklanan zararların tazmini amaçlı açılan tam yargı davalarında yetkili mahkeme İYUK madde 32-33-34-35 hükümleri çerçevesinde belirlenecektir. Örneğin kamu görevinden çıkarılan bir kişi hem göreve geri dönmek için iptal davası hem de uğradığı madde ve manevi zararlarının tazmini için tam yargı davası açacak ise, tam yargı davasını da iptal davasıyla aynı yerdeki mahkemede açacaktır. Bu bend hükmüne göre, idari işlemden kaynaklanan zararlarda iptal davası açılmadan doğrudan tam yargı davası açılacak olsa da işleme karşı açılacak olan yetkili mahkeme yine yetkilidir.

İdari eylemlerden kaynaklanan zararların tazmini için açılacak tam yargı davalarında ise yetkili mahkemenin nasıl belirlenmesi gerektiğini İYUK madde 36’da (b) ve (c) bentlerinde düzenlenmiştir. Şöyle ki; zarar bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş ise hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer idare mahkemesi yetkilidir. (b) bendi eğer bir işlem yoksa sadece eylem varsa eylemi esas almaktadır. Örneğin yağmurlu ve sisli bir havada belediyenin açtığı çukura düşüp zarar gören kişinin açtığı davada hizmetin görüldüğü yer İstanbul sınırları içindeyse İstanbul İdare Mahkemesi yetkilidir. İdari yargı yerleri sosyal risk gibi idarenin herhangi bir işlem veya eylemine bağlanamayan ama sorumluluğu yoluna gidilebilen durumlarda zarararın gerçekleştiği yer idare mahkemelerinin yetkili olduğunu kabul etmektedir. İdari eylemden kaynaklanan zarar, idarenin yapması gereken bir eylemi yapmaması şeklinde de karşımıza çıkabilir. Yani idare pasif eylemleri ile de zarara sebebiyet vermiş olabilir. Bu gibi durumlarda da zararın doğduğu yer idare mahkemeleri yetkilidir.

(c) bendine göre (a) ve (b) bendi haricindeki durumlarda davacının ikametgahının bulunduğu yer idare mahkemesi yetkilidir. Diğer haller ifadesi ile kastedilen idari işlem ve idari eylem haricinde kalan diğer durumlar olabileceği gibi, (a) ve (b) bendleri kapsamındaki yetkili mahkemelerde dava açılması mümkün olmayan diğer haller şeklinde de anlaşılabilir. Bu sebeple örneğin idarenin yurtdışındaki eylemlerinden kaynaklanan zararlarda bu bend hükmünce davacının ikametgahının bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Sıkıyönetim işlemlerinde olduğu gibi iptal davası açma yolu kapalı olan durumlarda yetkili mahkeme bu bend hükmüne göre belirlenmeyip (a) bendi hükmüne göre belirlenmesi daha isabetlidir.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargının görev alanı, görev ve yetki kurallarının önemi, genel görev ve yetki kuralları ile adli yargının görevli olduğu idari uyuşmazlıklar üzerinde durulmuş ve görev kuralları ile yetki kuralları arasındaki farklar ele alınmıştır.

Klasik Sorular:

6.

İdari yargının görev alanı dışındaki idari uyuşmazlıklara örnekler veriniz.

7.

İdari uyuşmazlıkların adli yargının görev alanına girmesine ilişkin şartlar nelerdir?

8.

Görev ve yetki kuralları arasındaki farklar nelerdir?

9.

Genel görev ve yetki kuralını kısaca açıklayınız.

10.

Özel yetki türleri nelerdir?

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargının görev alını dışında yer almaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Kamu görevine atama işlemleri

(B) Seçimle İlgili Uyuşmazlıklar

(C) Yasama Organının yasama işlemleri

(D) Tapu Siciliyle İlgili Davalar

İdareye Ait Taşıtların Sebep Olduğu Zararlar

Cevap-1 :

Kamu görevine atama işlemleri


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargıdaki genel görev kuralını ifade eder?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdari yargıdaki tüm davalar idare mahkemesinin görev alanındadır.

(B) Adli yargı, Danıştay ve vergi mahkemelerinin görevine girmeyen tüm idari uyuşmazlıkları çözme görev idare mahkemelerinin görevidir.

(C) Vergiye ilişkin tüm davalar vergi mahkemesinin görev alanındadır.

(D) Genel düzenleyici işlemlere karşı açılan davalarda genel görevli mahkeme Danıştay’dır.

Tüm idari uyuşmazlıklar idare mahkemelerinin görev alanındadır.

Cevap-2 :

Adli yargı, Danıştay ve vergi mahkemelerinin görevine girmeyen tüm idari uyuşmazlıkları çözme görev idare mahkemelerinin görevidir.


Soru-3 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargıdaki genel yetki kuralını ifade eder?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Dava konusu işlemin icra edildiği yer mahkemesidir.

(B) Davacının ikametgahı mahkemesidir.

(C) Dava konusu idari işlemi yapan idari makamın bulunduğu yer mahkemesidir.

(D) Ankara idare mahkemeleridir.

Danıştay’dır.

Cevap-3 :

Dava konusu idari işlemi yapan idari makamın bulunduğu yer mahkemesidir.


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi yetkinin özelliklerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yetki kamu düzenindendir.

(B) Davanın her aşamasında dikkate alınır

(C) Yetki sözleşmesi yapılamaz.

(D) Mahkemeler yetkili olmadıkları uyuşmazlıklara bakamaz.

(E) Mahkemeler re’sen dikkate alamaz.

Cevap-4 :

Mahkemeler re’sen dikkate alamaz.


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi özel yetki hallerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Kamu personeli ile ilgili uyuşmazlıklar

(B) Taşınmaz ile ilgili uyuşmazlıklar

(C) Taşınır ile ilgili uyuşmazlıklar

(D) İdari sözleşmeler ile ilgili uyuşmazlıklar

Tam yargı davaları

Cevap-5 :

İdari sözleşmeler ile ilgili uyuşmazlıklar


3. Görev ve Yetki - 2




Kazanımlar

Görev uyuşmazlıklarını tanıma

Yetki uyuşmazlıklarını tanıma

Merci tayinini tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde görevsiz ve yetkisiz mahkemelerde açılan davalar üzerine hangi usul kurallarının bulunduğu üzerinde durulacaktır. Bu çerçevede, idari yargı ile adli yargı arasında çıkan görev uyuşmazlıkları ile bunların çözüm yöntemleri, idari yargı kolu içinde çıkan görev ve yetki uyuşmazlıkları ile bunların çözüm yöntemleri ve merci tayini gibi hususlar ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Hangi tür görev uyuşmazlıkları vardır?

2) Merci tayini ne demektir?

3) İdari yargıda açılması gereken bir davanın adli yargı merciinde açılması durumunda izlenmesi gereken usulü açıklayınız.

4) Olumlu ve olumsuz görev uyuşmazlıklarını kısaca açıklayınız.

5) Görev kurallarının dava açma süreleri üzerindeki etkileri nelerdir?

Anahtar Kavramlar

• Görev uyuşmazlığı,

• Yetki uyuşmazlığı,

• Uyuşmazlık mahkemesi,

• Merci tayini,

• Gönderme kararı.

Giriş

İdari yargılama usulündeki görev ve yetki uyuşmazlıkları ve bunların nasıl çözümleneceği usul hukuku alanında çok önemlidir. Görev uyuşmazlıkları genel olarak iki türde karşımıza çıkmaktadır: idari yargı adli yargı arasında çıkan görev uyuşmazlıkları ile idari yargı içi çıkan görev uyuşmazlıkları. Yetki uyuşmazlıkları ise sadece idari yargı içinde yer alan idare mahkemeleri ile vergi mahkemelerinin ken içinde karşımıza çıkmaktadır.

3.1. Görev ve Yetki Uyuşmazlıkları

Dava görevsiz ve yetkisiz mahkemede açılmışsa görev ve yetki uyuşmazlıklarından bahsedilebilir. İdari yargıda hem görev ve hem de yetki kurallarının kamu düzeninden olması sebebiyle davaya görevsiz ve yetkisiz mahkemede bakılması mümkün değildir. Bizim yargılama usullerimizde bazı uyuşmazlıklarda özellikle görevli yargı kolunun tespiti çok zor. Yargı sistemimizde karşılaşılan bu durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kullandığı "usuli labirentler" ifadesi ile betimlenebilir.

3.1.1. İdari Yargı ile Adli Yargı Arasında Çıkan Görev Sorunu

3.1.1.1. İdari Yargının Görev Alanına Giren Bir Davanın Adli Yargıda Açılması

Bu durum İYUK madde 9'da düzenlenmiştir:

1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

2. Adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir.

Bu maddeye göre çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, –yani davanın Danıştay'da, idare ve vergi mahkemelerinde açılması gerektiği halde– yanlışlıkla adli yargı yerinde açmışsanız ve ilgili adli yargı merciince davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren 30 gün içinde görevli idari yargı kolundaki mahkemede dava açılabilir. Kanun koyucu görevsizlik kararı üzerine dava açma süresine bakmaksızın 30 günlük bir süre veriyor.

Ayrıca görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştay'a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. Bu hükmün önemi idari dava açma süresi (kural olarak 60 gün) içinde görevsiz mahkemede dahi olsa dava açılması lazım; aksi takdirde dava süresinde reddedilecektir. İdari dava açma süresi içinde adli yargı düzenindeki bir mahkemede dava açıldıktan sonra, dava 4-5 ay sürdükten sonra adli yargı görevsizlik kararı verse, davacı bu kararının kesinleşmesinden sonraki 30 gün içinde görevli idari yargı merciinde davasını açarsa süreden dolayı davası reddidilemez.

Bu maddede yer alan en kritik hüküm görevsiz mahkemeye başvuru tarihinin görevli mahkemeye başvuru tarihi olarak kabul edilmesidir. Uygulamada adli yargı kolundaki mahkemelerde açılacak davalarda dava süresi idari davalara göre daha uzun olduğundan, davacılar adli yargıdaki süreleri dikkate alarak davalarını açtıkları zaman, görevsizlik kararı üzerine davalarını idari yargı mercilerine götürdüklerinde davaları süreden reddedilmektedir.

Bu madde hükmünce adli yargı görevsizlik kararı üzerine kendiliğinden dava dosyasını görevli idari yargı merciine gönderememektedir; görevsizlik kararı vermekle yetinmelidir. Görevli yargı merciine dava dosyasını götürme işi davacının üzerindedir; 30 gün içerisinde davacı davasını görevli idari yargı merciine götürmezse davası yine süreden reddedilecektir. Dolayısıyla adli yargıda verilen görevsizlik kararı üzerine davanın görevli idari yargı merciinde görülmesi konusundaki inisiyatif davacıdadır.

Bu maddenin 2. bendinde adli yargıda verilen görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonraki 30 gün içinde görevli idari yargı merciinde dava açılmamışsa ve henüz idari dava açma süresi dolmamışsa, davacının idari dava açma süresi sonuna kadar davasını açma hakkının bulunduğu düzenlenmektedir. Yani bu hükme göre görevsiz yerde dava açıldıktan sonra görevsiz mahkemede süren işlemler dolayısıyla idari yargıdaki dava açma süresinin kaçırılmış olması durumuna düşüldüğünde 30 günlük süre önem arz etmektedir. Ayrıca eklenmelidir ki davanın görevsiz mahkemede açılmış olması, dava açma süresi durmuyor.

3.1.1.2. İdari Yargı ile Adli Yargı Arasında Çıkan Olumlu Olumsuz Görev Uyuşmazlıkları ve Uyuşmazlık Mahkemesi

Farklı yargı düzenlerindeki mahkemeler arasında çıkan olumlu ve olumsuz görev uyuşmazlıklarını Uyuşmazlık Mahkemesi çözmektedir. Her iki mahkeme de kendisini görevli görüyorsa olumlu görev uyuşmazlığı, her iki mahkeme de kendisini görevsiz görüyorsa olumsuz görev uyuşmazlığı ile karşılaşılmaktadır. Bu takdirde üzerinde görev sorunu çıkan dava dosyasına hangi görevli yargı düzeninin bakacağı Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından kesin olarak belirlenmektedir. Görev uyuşmazlığının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne götürülmesinin farklı yolları vardır. Örneğin adli yargıda açılan bir davada davalı idare davaya bakmakla adli yargı değil idari yargının görevli olduğunu düşünüyorsa görev itirazında bulunur ve adli yargı görevli olduğunu düşünmekte ise bu mahkemeye başvurarak dosyanın Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmesini ister ve Danıştay Başsavcısı adli yargıda görülen davanın esasında idari yargıda görülmesi gerektiğine dair Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurabilir. Diğer taraftan idari yargıda açılan bir davada ilgili mahkemenin davanın adli yargıda görülmesi gerektiğini düşünerek görevsizlik kararı vermesi durumunda, davacı davasını ilgili adli yargı merciinde açtığında ilgili adli yargı mercii de görevsiz olduğunu düşünüyorsa, görevsizlik kararı verip Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak görevli yargı düzeninin tespitini ister. Uyuşmazlık Mahkemesi bu gibi başvurular üzerine davaya hangi mahkemenin bakacağını kesin olarak belirlemekle görevlidir. Bu durumda mahkeme Uyuşmazlık Mahkemesi karar verinceye kadar davanın görülmesini geri bırakır ancak 6 ay içinde Mahkeme’den karar gelmezse yargılamaya devam eder.

Sonuç olarak farklı yargı düzenlerinde görev uyuşmazlığını ortak üst mahkeme olmadığı için Uyuşmazlık Mahkemesi çözmektedir. Yani asliye hukuk mahkemesi ile idare mahkemesi arasında görev uyuşmazlığı çıktığında bu uyuşmazlığı Uyuşmazlık Mahkemesi çözmektedir.

bu görev uyuşmazlıklarının haricinde farklı yargı düzeninde yer alan mahkemelerin verdiği kesin hükümlerin aynı anda yerine getirilmesi mümkün değilse hüküm uyuşmazlığında bahsedilebilmekte ve hangi hükmün geçerli olduğuna yine Uyuşmazlık Mahkemesi bakıp asıl mahkeme yerine geçerek işin esası hakkında karar verebilmektedir. Şimdiye kadar Türkiye’de çok az sayıda hüküm uyuşmazlığı ile karşılaşılmıştır.

3.1.2. İdari Yargının Kolu İçinde Görev ve Yetki Uyuşmazlığı

İdari yargının görev alanına gider hukuki uyuşmazlıklardaki görev ve yetki uyuşmazlıkları İYUK madde 43’de düzenlenmiştir:

1. İdare ve vergi mahkemeleri, idari yargının görev alanına giren bir davada görevsizlik veya yetkisizlik sebebiyle davanın reddine karar verirlerse dosyayı Danıştaya veya görevli ve yetkili idare veya vergi mahkemesine gönderirler.

a) Görevsizlik sebebiyle gönderilen dosyalarda Danıştay, davayı görevi içinde görmezse dosyanın yetkili ve görevli mahkemeye gönderilmesine karar verir.

b) Görevsizlik veya yetkisizlik sebebiyle dosyanın gönderildiği mahkeme kendisini görevsiz veya yetkisiz gördüğu takdirde, söz konusu mahkeme ile ilk görevsizlik veya yetkisizlik kararını veren mahkeme aynı bölge idare mahkemesinin yargı çevresinde ise, uyuşmazlık bölge idare mahkemesince, aksi halde Danıştayca çözümlenir.

2. Görev ve yetki uyuşmazlıklarında Danıştay ve bölge idare mahkemesince verilen kararlar ilgili mahkemelere bildirilir ve bu husus taraflara tebliğ olunur.

3. Danıştay ve bölge idare mahkemesince görev ve yetki uyuşmazlıkları ile ilgili olarak verilen kararlar kesindir.

4. Bu madde hükümleri gereğince verilen kararlar ile görevli ve yetkili kılınan mahkemeye yeniden dava açılması halinde harç alınmaz.

Bu madde idari yargının görev alanına giren fakat idari yargı içerisindeki görevsiz mahkemede açılan davalarda görev sorununun nasıl çözüleceğini düzenlemektedir. Bu görev sorunu iç görev sorunu olarak isimlendirilebilir. Bu maddede yer alan düzenlemelere göre idari yargı koluna ilişkin bir problem olmadığından dava kendisinde açılan mahkeme görevsizlik kararıyla birlikte gönderme kararı da verecek ve dilekçeyi görevli mahkemeye gönderecektir. Örneğin Danıştayda açılan bir idari davada Danıştay kendi görev alanına girmeyen bir uyuşmazlak olduğunu düşünüyorsa görevsizlik kararı verip dava dosyasını görevli ve yetkili olduğunu düşündüğü idari yargı merciine gönderecektir. Böylece açılan dava davacının herhangi bir inisiyatifi olmadan, kendisine dava dosyası gönderilen mahkemede devam etmektedir. Yani 43. maddede davacının tekrar bir dava açmasına gerek yoktur. Dolayısıyla görevsiz yere başvuru tarihinin dava açma süresi üzerinde doğrudan bir etkisi yoktur.

Bu maddedeki düzenlemelere göre görevsizlik kararını Danıştay vermiş ve dosyayı görevli ve yetkili mahkemeye göndermişse, dosyayı alan mahkeme bu karara itiraz edemeyecektir. Fakat idare mahkemesinde açılan davalarda, dosyanın görevsizlik nedeniyle Danıştay’a gönderilmesi halinde, Danıştay bu kararla bağlı olmayıp davayı görevli mahkemeye gönderebilecektir. İdari yargı kolu içinde en üst derece mahkemesi olduğundan Danıştay'ın bu konudaki kararı kesindir, ilgili mahkemeleri bağlayıcı etkisi vardır. Ancak aynı derecedeki iki mahkeme arasında görev ve yetki uyuşmazlığı olursa (örneğin, vergi mahkemesi ile idare mahkemesi arasındaki görev sorunu) aynı Bölge İdare Mahkemesinin yargı çevresinde yer alıyorlarsa, görev ve yetki sorunu ilgili Bölge İdare Mahkemesi tarafından kesin olarak çözecektir. Örneğin, İstanbul Vergi Mahkemesi, İstanbul İdare Mahkemesi'nin görevli ve yetkili olduğunu düşünüyorsa, İstanbul idare mahkemesine dosyayı gönderecek ve dosyayı alan İstanbul idare mahkemesi kendisinin görevli olmadığını düşünüyorsa, görev sorunu hakkında karar vermek üzere Bölge İdare Mahkemesine müracaat edecek ve Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen karar hem İstanbul vergi mahkemesini ve hem de İstanbul idare mahkemesini bağlayacaktır. Çünkü her iki mahkemenin de ortak üst derece mahkemesi İstanbul Bölge İdare Mahkemesidir. Ama İstanbul Vergi Mahkemesi, Bursa İdare Mahkemesinin görevli ve yetkili olduğuna karar verip dosyayı gönderse, Bursa idare mahkemesi kendisinin görevli olmadığını düşündüğünde ortak üst derece bir bölge idare mahkemesi olmadığı için hangisinin görevli ve yetkili olduğuna Danıştay karar verecektir. Bu maddeye göre görev konusunda Danıştay, bölge idare mahkemesinin kararları kesindir, herhangi bir itiraz yolu yoktur.

3.2. Merci Tayini

İYUK madde 44’de düzenlenmiştir:

1. Yetkili mahkemenin bir davaya bakmasına fiili veya hukuki bir engel çıktığı veya iki mahkemenin yargı çevresi sınırlarında tereddüt edildiği veya iki mahkemenin de aynı davaya bakmaya yetkili olduklarına karar verdikleri hallerde dava dosyaları, tarafların veya mahkemelerin istemi üzerine merci tayini için:

a) Uyuşmazlığın aynı yargı çevresindeki mahkeme veya mahkemeler arasında çıkması halinde, o yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine,

b) Sair hallerde Danıştay’a, gönderilir.

2. Danıştay ve bölge idare mahkemesi görevli ve yetkili mahkemeyi kararlaştırır.

3. Danıştay ve bölge idare mahkemesinin bu konuda vereceği kararlar kesindir.

Bu madde görev ve yetkiyle ilgili olarak dava konusu uyuşmazlığa hangi mahkemenin bakması gerekliliğinin belirlenmesine yönelik merci tayinini düzenlemektedir. Merci tayini kamu düzeninin etkilenmesi gibi durumlarda davanın yetkili mahkeme haricinde görülmesini gündeme getiren bir müessesedir. Yine idari yargıda aynı uyuşmazlık hakkında iki farklı idare mahkemesinin de yetkili olması durumunda merci tayini ile Danıştay dava konusu uyuşmazlığa hangi idare mahkemenin bakması gerektiğine karar vermektedir.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargılama usulündeki görev ve yetki uyuşmazlıkları ile merci tayini üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda idari yargı ile adli yargı arasında karşılaşılabilen görev uyuşmazlıkları ile idari yargı içinde doğabilecek görev ve yetki uyuşmazlıkları ele alınmıştır.

Klasik Sorular:

1) Görev uyuşmazlığı türleri nelerdir? Belirtiniz.

2) İdari yargının görev alanına giren bir davanın adli yargı mercilerinde açılması durumunda hangi çözüm yöntemleri vardır?

3) İdari davaların adli yargıda açılmasının dava açma süresi üzerindeki etkisi nedir?

4) Merci tayini müessesesini kısaca anlatınız.

5) Görev ve yetki uyuşmazlıkları üzerinde Danıştay ile bölge idare mahkemelerinin rolünü kısaca açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Görev uyuşmazlıkları ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi dorudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdari davaların adli yargıda görülmesi mümkün değildir

(B) Adli yargıda açılan idari davalarda mahkeme sadece görevsizlik ve gönderme kararı vermelidir

(C) Görev uyuşmazlığı sadece idari yargı ile adli yargı arasında çıkabilir

(D) Tüm görev uyuşmazlıklarını uyuşmazlık mahkemesi çözmektedir.

Görev uyuşmazlıkları üzerinde uyuşmazlık mahkemesinin verdiği kararlara karşı itiraz edilebilir.

Cevap-1 :

İdari davaların adli yargıda görülmesi mümkün değildir


Soru-2 :

Adli yargının verdiği görev red kararı üzerine kaç gün içinde idari yargıda davanın açılması gerekir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) 60

(B) 30

(C) 45

(D) 15

90

Cevap-2 :

30


Soru-3 :

İdari yargı ile adli yargı arasındaki görev uyuşmazlıklarını aşağıdakilerden hangisi çözümler?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Anayasa Mahkemesi

(B) Danıştay

(C) Uyuşmazlık mahkemesi

(D) Bölge idare mahkemesi

Yargıtay

Cevap-3 :

Uyuşmazlık mahkemesi


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi yetki uyuşmazlıklarını çözmekle görevlidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdare mahkemesi

(B) Vergi mahkemesi

(C) Uyuşmazlık mahkemesi

(D) Anayasa mahkemesi

(E) Bölge idare mahkemesi

Cevap-4 :

Bölge idare mahkemesi


Soru-5 :

aşağıdakilerden hangisi görev uyuşmazlığı türlerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Olumlu görev uyuşmazlığı

(B) Olumsuz görev uyuşmazlığı

(C) İdari yargı içi görev uyuşmazlığı

(D) Hangi yer idare mahkemesinin davayı görmesi gerektiği sorunu

Danıştay ile idare mahkemesi arasında çıkan görev uyuşmazlığı

Cevap-5 :

Hangi yer idare mahkemesinin davayı görmesi gerektiği sorunu


4. Dava Türleri ve Davaların Açılması




Kazanımlar

İdari dava türlerini tanıma

İdari dava dilekçesini tanıma

Dava dilekçelerinin verilebileceği yerleri tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari dava dilekçelerinin hazırlanması ve dilekçede bulunması gereken huşular, dava dilekçelerinin nerelere verilebileceği, aynı dilekçe ile birden çok işleme karşı ve birden çok kişinin aynı dilekçe ile dava açma durumları, idari yargıdaki dava türleri üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargıda hangi tür davalar açılabilir?

2) Dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar nelerdir?

3) Dava dilekçeleri nerelere verilebilir?

4) Bağlantılı dava kavramını açıklayınız.

5) Bekletici mesele kavramını açıklayınız.

Anahtar Kavramlar

• İptal Davası

• Tam Yargı Davası

• Bağlantılı dava

• Bekletici mesele

• Dava dilekçesi

Giriş

İdari davalar mutlaka bir dava dilekçesi ile açılmak zorunda olup İYUK madde 3’de sayılan hususların dilekçelerde bulunması gereklidir. Dava dilekçeleri dava türlerine göre farklı içerikte kurgulanabilmekte olup, hazırlanan dilekçeleri ancak kanunlarda gösterilen mercilere verilerek davaların açılması mümkündür. İdari yargıda sadece iki tür dava söz konusunudur: iptal davası, tam yargı davası. Bu iki tür dışında, tespit davası, yorum davası, istihkak davası, müdahalenin men’i davası gibi dava türleri idari yargıda mümkün değildir.

4.1. Dava Dilekçesi ve Dilekçelerin Verileceği Yerler

İYUK madde 3’de dava dilekçesinde bulunması gereken hususların neler olduğu düzenlenmektedir:

1. İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.

2. Dilekçelerde;

a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,

b) Davanın konu ve sebepleri ile dayandığı deliller,

c) Davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihi,

d) Vergi, resim, harç, benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktar,

e) Vergi davalarında davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi ve numarası ve varsa mükellef hesap numarası,

gösterilir.

3. Dava konusu kararın ve belgelerin asılları veya örnekleri dava dilekçesine eklenir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur.”

Buna göre dava dilekçesin bir şablonunu aşağıdaki gibi çıkarabiliriz:

………….. İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

Yürütmenin Durdurulması Talebi Vardır.

DAVACI: ……….. (Ad soyad, TC Kimlik Numarası ve adresi) Varsa Vekili:

DAVALI: ……….. – Adres

Varsa Vekili:

KONU: ………..’nın …/…/20.. tarih ve ……….. sayılı ……… işleminin YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASI ve İPTALİ ile işlemin sebebiyle doğrudan uğramış olduğum ……….. TL maddi ve …………TL manevi tazminat taleplerimden ibarettir.

TEBELLÜĞ TARİHİ: ………..

OLAYLAR:

1.

……….. nedeniyle davalı ……….. idaresi dava konusu …/…/20… tarih ve ……….. sayılı ………… işlemini yapmıştır. Yapılan …………. bu işlem idari işlemin unsurlarından …………………unsurlarına aykırılık nedenleriyle ve …….. sayılı kanun ile ………… yönetmeliğinin …….. hükümlerine aykırıdır.

2.

…/…/20… tarihli dilekçe ile işlemin kaldırılması, geri alınması veya düzeltilmesi talepleriyle ……………. İdaresinne başvuruda bulunmama rağmen bu başvuruma 60 gün içerisinde herhangi bir cevap verilmemiştir.

3.

Ayrıca iptalin talep ettiğim ………. idari işleminden dolayı ……… tarihlerinde ………… maddi ve ………………. manevi zararlara maruz kaldım.

4.

…………. nedenleriyle iş bu davanın açılması zarureti hasıl olmuştur.

HUKUKİ SEBEPLER: İYUK, ….. sayılı Kanun, ……………….. Yönetmeliği ve sair mevzuat.

HUKUKİ DELİLLER: … işlem, yazışmalar, bilirkişi incelemesi ve her türlü yasal delil.

SONUÇ ve İSTEM:

1) Dava konusu ………… tarihli ve ……………. sayılı ……………….. işlemin öncelikle davalı idarenin savunması alınıp yürütmenin durdurulması hakkında bir karar verilinceye kadar geçici olarak yürütmesinin durdurulmasını,

2) Davalı idarenin savunma süresinin kısaltılmasını,

3) Tebligatların memur eliyle yapılmasını,

4) Davalı idarenin savunması geldikten sonra, dava neticeleninceye kadar yürütmesinin durdurulmasını,

5) Yargılama sonucunda iptalini,

6) Bu tür bir işleme maruz kalması dolayısıyla uğradığım …………..TL maddi zararlar ile zedelenen itibarımdan ötürü takdiren …………. TL manevi tazminata hükmedilmesini,

7) Yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin davalı idareye yükletilmesini,

Saygılarımla arz ve talep ederim.

…/…/20…

Davacı (ad soyad, imza) Mahkemeler ilk incelemede dilekçenin konusu ile sonucu arasında bir çelişki var mı yok mu, buna bakarlar. Yani konusunda bir işlemin iptalini istiyorsunuz, sonucunda başka bir işlemin veya ikinci bir işlemin daha iptalini istiyorsanız, olmaz. Konuda neyin iptalini veya neden dolayı tazminat istiyorsanız, sonuçta da onun olması lazım. Konu kısmında hem maddi hem manevi tazminat istiyorsanız, sonuç kısmında da maddi ve manevi tazminat isteyeceksiniz. Konu kısmında işlemin iptalini istiyorsunuz, sonuçta da onu isteyeceksiniz. Yani aradaki çelişki kabul edilemez. İkisinin aynı olması lazım.

İdarî Yargılama Usulünde dilekçeler mahkemeye karşı taraf sayısından bir fazla veriliyor. Davalı bir kişi ise iki nüsha, davalı iki kişiyse üç nüsha. Ayrıca dilekçenin "aslı gibidir" diye davacının veya vekilinin her sayfayı imzalaması, paraflaması bekleniyor. Dolayısıyla eksik imza olursa bu da kabul edilmemektedir. Dava konusu işlemin fotokopisi olabilir, diğer belgelerin fotokopisi olabilir ama davacının imzalaması, paraflaması gereklidir. Yine eklerin kaç sayfa olduğunun da yazılması önemlidir. Mesela Ek2 (6 sayfa) ve 6 sayfanın hepsi de Ek2, 1-6, 2-6, 3-6 şeklinde belirtilmeli ki eklerde kaybolma olduğunda dikkat çekilebilsin. Dilekçeler mahkemeye verildiğinde dava açılmış oluyor ve uygulamada davanın açıldığına dair bir pusula veriliyor. Artık UYAP olduğu için aynı yerden açıyorsanız, davanın sayısını, tarihini hemen alıyorsunuz. Eğer dilekçeyi başka yerden gönderiyorsanız mahkeme kendi önündeki sayıyı veriyor.

Kural olarak dava dilekçesi davanın açılması gereken görevli ve yetkili mahkemeye verilir. Ama görevli ve yetkili mahkeme davacının bulunduğu yerden başka bir yerde olma gibi durumlarda dava dilekçesini görevli ve yetkili mahkemeye verme zorunluluğu yoktur. Yani dilekçenin verileceği yer ile davanın açılacağı yer aynı yer olmak zorunda değildir.

İYUK madde 4’de dilekçelerin verileceği yerler düzenlenmektedir:

Dilekçeler ve savunmalar ile davalara ilişkin her türlü evrak, Danıştay veya ait olduğu mahkeme başkanlıklarına veya bunlara gönderilmek üzere idare veya vergi mahkemesi başkanlıklarına, idare veya vergi mahkemesi bulunmayan yerlerde büyükşehir belediyesi sınırları içerisinde kalıp kalmadığına bakılmaksızın asliye hukuk hâkimliklerine veya yabancı memleketlerde Türk konsolosluklarına verilebilir.

Bu maddedeki dilekçelerin verileceği yerlere dilekçeyi verdiğiniz tarihte dava açılmış sayılır. Yani davanın süresinde açılmış sayılması için dilekçelerin bu maddede belirtilen yerlere verilmesi gereklidir. Örneğin Ankara İdare Mahkemesi'nin görevli ve yetkili olduğu bir davada dilekçeler İstanbul idare mahkemesine verilerek dava açılırsa dilekçelerin İstanbul idare mahkemesine verilmesiyle, süre açısından görevli ve yetkili mahkemeye verilmiş sayılır. Son günde bu maddeye göre dilekçenin verilebileceği yerlere uygun olarak dilekçe verilmişse dilekçeler süresinde görevli ve yetkili mahkemeye verilmiş sayılır.

Eğer görevli ve yetkili mahkemenin bulunduğu yerden başka bir yerde dilekçeler verilmek isteniyorsa, dilekçelerin verileceği yerde idare veya vergi mahkemesi varsa dilekçeyi idare ve vergi mahkemesine; dilekçelerin verileceği yerde idare ve vergi mahkemesi yoksa asliye hukuk hakimliklerine verilmesi gerekmektedir. Eğer dilekçelerin verildiği yerde idare mahkemesi varsa asliye hukuk hakimliğine verilirse, dilekçeler görevli ve yetkili mahkemeye ulaştığı tarihte verilmiş sayılmaktadır.

Maddenin son cümlesinde dilekçeler yabancı memleketlerde verilecekse Türk konsolosluklarına verilmesi gerekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken dilekçelerin verileceği yer Büyükelçilik değil konsolosluktur.

Madde metninde geçen büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalıp kalmadığına bakılmaksızın ifadesinin maddeye kattığı anlam çok net değildir. Danıştay içtihatlarına göre büyükşehir olmayan belediye sınırları içinde idare mahkemesi olan yerde dilekçelerin idare mahkemesine verilmesi gereklidir. Ama dilekçeler büyükşehir belediyesi sınırları içindeki yerleşim yerlerinde verilecekse, büyükşehir bünyesinde idare mahkemesinin bulunup bulunmadığına bakılmaksızın asliye hukuk mahkemelerine verilebilir. Yani büyükşehirlerde dilekçeler hem asliye hukuk mahkemesine, hem idare mahkemesine verilebilir, bu konuda davacının seçimlik hakkı vardır.

İYUK madde 5’de aynı dilekçe ile dava açılabilecek haller düzenlenmektedir:

1.

Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir.

2.

Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir.

4.2. Bağlantılı Dava ve Bekletici Mesele

İdari yargılama usulünde görev ve yetki kuralları çerçevesinde bağlantılı dava ve bekletici mesele hakkındaki düzenlemeler de dikkate alınmalıdır.

4.2.1. Bağlantılı Dava

İYUK madde 38-42 arasında bağlantılı davalarla ilgili hükümler yer almaktadır:

Bağlantılı davalar:

Madde 38 – 1. Aynı maddi veya hukuki sebepten doğan yada biri hakkında verilecek hüküm,diğerini etkileyecek nitelikte olan davalar bağlantılı davalardır.

2. İdare mahkemesi, vergi mahkemesi veya Danıştaya veya birden fazla idare veya vergi mahkemelerine açılmış bulunan davalarda bağlantının varlığına taraflardan birinin isteği üzerine veya doğrudan doğruya mahkemece karar verilir.

3. Bağlantılı davalardan birinin Danıştayda bulunması halinde dava dosyası Danıştaya gönderilir.

4. Bağlantılı davalar, değişik bölge idare mahkemesinin yargı çevrelerindeki mahkemelerde bulunduğu takdirde dosyalar Danıştaya gönderilir.

5. Bağlantılı davalar aynı bölge idare mahkemesinin yargı çerçevesindeki mahkemelerde bulunduğu takdirde dosyalar o yer bölge idare mahkemesine gönderilir.

Bağlantının Danıştayca incelenmesi:

Madde 39 – 1. Danıştayın dava konusu uyuşmazlığı incelemeye yetkili dairesi, bağlantılı dava dosyalarını öncelikle ve ivedilikle inceler ve karar verir.

2. Danıştay bağlantının bulunduğuna karar verdiği takdirde:

a) Davalardan biri Danıştayda açılmış ve çözümlenmesi Danıştayın görevine dahil bir uyuşmazlıkla ilgili ise, davaların tümü Danıştayda görülür ve durum ilgili mahkemelere ve taraflara bildirilir.

b) Davaların çözümlenmesi, ayrı bölge idare mahkemesinin yargı çevresindeki idare veya vergi mahkemelerinin görevlerine giren uyuşmazlıklarla ilgili ise Danıştayın ilgili dairesi yetkili mahkemeyi kararında belirtir ve dosyaları bu mahkemeye göndererek diğer mahkemeye veya mahkemelere durumu bildirir. Yetkili mahkeme de durumu ilgililere duyurur.

c) Danıştayca verilen karar bağlantı bulunmadığı yolunda ise, dosyalar İlgili mahkemelere geri gönderilir.

Bağlantının Bölge İdare Mahkemesince incelenmesi:

Madde 40 – 1.Bölge idare mahkemesi bağlantılı dava dosyalarını öncelikle ve ivedilikle inceler ve kararını verir. Bölge idare mahkemesince verilen karar, bağlantının bulunduğu yolunda ise, yetkili mahkeme kararda belirtilmek suretiyle dosyalar yetkili mahkemeye gönderilir. Durum ayrıca diğer mahkemeye de duyurulur. Yetkili kılınan mahkeme durumu ilgililere bildirir.

2. Bölge idare mahkemesince verilen karar bağlantı olmadığı yolunda ise, dosyalar ilgili mahkemelere geri gönderilir

Bağlantının mahkemelerce kabul edilmemesi:

Madde 41 – Bağlantı iddiaları mahkemelerce kabul edilmediği takdirde, bu hususta verilen ara kararı taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içerisinde, aynı yargı çevresindeki mahkemeler için o yer bölge idare mahkemesine, 38 nci maddenin 2 ve 3 ncü fıkrasındaki durumlarla ilgili davalar için Danıştaya başvuruda bulunabilirler. Başvuru üzerine bölge idare mahkemesi veya Danıştay görevli dairesince durum, yukarıdaki maddelerde yazılı usullere göre incelenerek karara bağlanır.

Bağlantılı davalarla ilgili diğer esaslar:

Madde 42 – 1. Bağlantının varlığı yolunda idare ve vergi mahkemelerince veya bu konuda yapılacak itiraz üzerine bölge idare mahkemesi veya Danıştayca bağlantı hakkında karar verilinceye kadar usuli işlemler durur.

2. Bağlantıya ilişkin işlemler sonuçlandırıldıktan sonra bu davalara bakmakla yetkili kılınan mahkeme veya Danıştay, davalara bırakıldığı yerden devam eder.

3. Bağlantının bulunup bulunmadığı yolundaki bölge idare mahkemesi ve Danıştay kararları kesindir.

Bağlantılı davalar bakımından önemli olan şey birbiriyle aynı maddi veya hukuki sebep dolayısıyla bağlantısı olan davaların aynı mahkeme önünde görülmesi, toplulaştırılmasıdır. İdari yargılama usulünde bağlantılı davalar adli yargıdaki gibi tek dava olarak değil, ayrı dosyalar olarak aynı mahkemece hepsine birden bakılmaktadır. Yani dosyaların esas numarası değişmeyecek ve tek dava haline gelmeyecektir.

İYUK 38/1'deki “aynı maddi veya hukuki sebepten kaynaklanmak” ifadesinde iki önemli sebep zikredilmiş ve bunlar birbirine "ve" ile değil, "veya" ile bağlanmıştır. Dolayısıyla esasında belki de bağlantılı davanın söz konusu olabilmesi şartlarını üç durum olarak kabul etmemiz lazım:

1.

Aynı maddi sebepten kaynaklanan,

2.

Aynı hukuki sebepten kaynaklanan,

3.

Biri hakkında verilecek hüküm, diğerini etkileyecek nitelikte olan davalar.

Bunun temel sonucuna bakarsak, davaların çeşitli biçimlerde ve yerlerde toplanmasına ilişkin diğer maddelerde düzenleme olmakla birlikte, bağlantı kurulmasının temel amacı; ilgili davaların tek dava olmasını sağlamak değil, bu nitelikteki davalara bir mahkemenin bakmasını sağlamaktır. Çünkü davalar aynı hukuki sebepten kaynaklandıkları için veya aynı maddi sebepten kaynaklandıkları için veya biri hakkında verilecek hüküm diğerini etkileyecek nitelikte olduğu için kanun koyucu böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duymuştur.

Kanunda bağlantılı davaya ilişkin bu düzenlemelerin sebeplerden birisi, davaları birlikte değerlendirmek, uyuşmazlığı bütüncül olarak ele almak bakımının gerekliliğidir. Davalar arasında hukuki veya maddi sebep dolayısıyla bağlantı varsa, aynı mahkemenin iki davaya birden bakması, iki davadaki olay ve iddiaları birlikte değerlendirmesi; konunun bütüncül değerlendirilmesi, hakkaniyet, adalet bakımından daha faydalı olabilir. İkinci sebep ise; mahkemelerin benzer davalarda çelişkili kararlar vermesinin ortaya çıkaracağı probleme engel olmaktır. Mahkemeler sonuçta yorum yapıyor. Farklı mahkeme farklı yorum yaptığında, aynı hukuki sebepten kaynaklanan davanın birisini mahkemelerden biri iptal ederken, diğer mahkeme tarafından aynı hukuki veya maddi sebebe dayanan diğer işlem hakkındaki iptal talebi reddedilebilir. Bu gerekçelere rağmen bağlantılı dava müessesesinin bazı şartlara bağlanmasının da gerekçesi olarak tabii hakim ilkesini göstermek mümkündür.

Madde 38’in 2. fıkrasına göre; "...bağlantının varlığına taraflardan birinin isteği üzerine veya doğrudan doğruya mahkemece karar verilir." Yani sadece mahkemeye değil, davanın taraflarına da bağlantı talebinde bulunma imkânı getirilmiştir.

3. fıkraya göre; "Bağlantılı davalardan birinin Danıştayda bulunması halinde dava dosyası Danıştaya gönderilir." Yani Danıştay ve idare mahkemesinde görülen iki ayrı davada bağlantı varsa, hangisinde görüleceğine ilişkin bir problem yok, Danıştay'da görülür. Çünkü Danıştay üst derece mahkemesidir, üst derecedeki bir davanın alt derece mahkemesi nezdinde bağlantı nedeniyle birleştirilebilmesine imkan tanınmamış.

4. fıkraya göre; "Bağlantılı davalar, değişik bölge idare mahkemesinin yargı çevrelerindeki mahkemelerde bulunduğu takdirde dosyalar Danıştaya gönderilir."

5. fıkrada da davaların aynı bölge idare mahkemesinin yargı çerçevesindeki mahkemelerde bulunması halinde dosyaların o yer bölge idare mahkemesine gönderileceği belirtiliyor.

39. maddenin 1. fıkrasında, "Danıştayın dava konusu uyuşmazlığı incelemeye yetkili dairesi, bağlantılı dava dosyalarını öncelikle ve ivedilikle inceler ve karar verir." diyor.

39. maddenin 2. fıkrasında, Danıştay'ın bağlantının bulunduğuna karar vermesi ve davalardan birinin Danıştayda açılmış olan bir dava olması halinde, davaların tümünün Danıştayda görüleceği ve durum ilgili mahkemelere ve taraflara bildirileceği belirtilmiş.

Madde 41’e göre, bağlantı iddiaları mahkemelerce kabul edilmediği takdirde, bu hususta verilen ara kararı taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içerisinde, aynı yargı çevresindeki mahkemeler için o yer bölge idare mahkemesine, davalardan biri Danıştayda açılmışsa veya farklı bölge idare mahkemelerinin yargı çevresindeki davalarsa Danıştaya başvuruda bulunabilirler. Başvuru üzerine bölge idare mahkemesi veya Danıştay görevli dairesince durum, yukarıdaki maddelerde yazılı usullere göre incelenerek karara bağlanır. Bir itiraz öngörmüş, mahkeme bağlantı talebinizi kabul edip Danıştay'a veya bölge idare mahkemesine gönderecek veya kabul etmeyecek ise kabul etmediğini size bildirecek, siz itiraz ederek dosyanın Danıştay'a veya bölge idare mahkemesine gitmesini sağlayacaksınız. Kabul etmezse, kabul etmediğini size bildirecek. Siz 15 gün içinde itiraz edeceksiniz, itiraz üzerine bu sefer yine Danıştay'a veya bölge idare mahkemesine gönderecek. Bu maddede de diğer maddelere atıfta bulunuyor.

4.2.2. Bekletici mesele

Bekletici mesele daha çok farklı yargı düzenlerinde yer alan mahkemeler arasındaki hükümlerin birbirini etkiler nitelikte olmasından kaynaklanmaktadır. Mesela bir taşınmaz hakkındaki kamulaştırma sürecinde asliye hukuk mahkemesinde devam eden bedel tespiti ve tescil davası sırasında idare mahkemesinde açılan kamulaştırma işleminin iptali davasının neticesi asliye hukuk mahkemesindeki yargılamayı doğrudan etkilemektedir. Bu sebeple asliye hukuk mahkemesinde idare mahkemesinin nihai kararının beklenmesi gerekmektedir. Yani asliye hukuk mahkemesi önündeki davayı durdurup idare mahkemesinde görülen davayı bekletici mesele saymalı ve idare mahkemesinde çıkan karara göre önündeki davayı neticelendirmelidir. Bekletici meselede, bir mahkeme önündeki davanın esasını etkileyen başka bir dava varsa, özellikle adli yargıdaki gibi başka bir yargı yerindeki dava varsa, onu beklemek üzere önündeki davayı durdurmak ve diğer dava ile bağlantı kurmak, bekletici mesele sayarak diğer davadaki hükme göre önündeki davayı neticelendirmektedir.

Bazı idari uyuşmazlıklar, bir genel düzenleyici işlemin uygulanması şeklinde olan idari işlemlerden kaynaklanmaktadır. Böyle durumlarda genel düzenleyici işleme karşı açılacak davalarda Danıştay uygulama işlemine karşı açılacak davalarda ise idare mahkemesi görevlidir. Yani birbiri ile bağlantılı iki dava söz konusudur. Danıştay genel düzenleyici işlemin ilgili hükmünü iptal ederse zaten bu hükme dayanılarak yapılan idari işlem de bu iptalden etkilenecektir. Uygulamada bu gibi durumlarda dava bağlantı nedeniyle Danıştay'a gönderiliyor. Danıştay da önce yönetmelik hükmü hakkında karar verip sonra da uygulama işlemi hakkında karar veriyor. Yani bir nevi bekletici mesele yapıyor.

4.3. Dava Türleri

İdari dava türleri İYUK madde 2’de düzenlenmektedir:

İdari dava türleri şunlardır:

a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.

2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.

Bu madde hükmüne göre günümüzde idari yargıda iptal davası ve tam yargı davası olmak üzere iki tane dava türü var.

Tam yargı davası teorik açıdan iptal davasının kapsamına girmeyen tüm idari uyuşmazlıkları içerisine alıyor denebilir. Aslında tam yargı davası sadece tazminat talepli idari dava değildir. Ancak uygulamada tam yargı davalarının neredeyse tamamında tazminat talep edilebildiğinden tam yargı davaları tazminat talep davalardır şeklinde anlaşılmaktadır. Yani tam yargı davası uygulamada sadece tazminat olarak gözükse de aynen ifa istenebilmesini içeren teorik bir kısmı da var.

İptal davası ise bir idari işlemi yapıldığı andan itibaren hukuk aleminden kaldırmaya yönelik bir idari dava türüdür. Tam yargı davasının konusunu hem idari eylem, hem de idari işlemlerden kaynaklanan tazminat talepleri oluştururken, iptal davasının konusunu sadece idari işlemlerin (ve idari sözleşmelerin) iptali talebi oluşturmaktadır.

İptal davası ile davacının menfaatini ihlal eden idari işlemler yapıldığı andan itibaren hukuk aleminden kaldırılması amaçlanmaktadır. Yani iptal davası ile olumlu veya olumsuz idari işlemlerin hukuk aleminden kaldırılması için tesis edilen bir dava türüdür. Ancak iptal davası ile idari işlem mahkemeler tarafından yapılmamakta, idarenin takdir yetkisi ortadan kaldırılamamaktadır. Yani iptal davası ile idare yerine geçerek bir işlem yapmak değil, idarenin yaptığı bir işlemin hukuka aykırılığını tespit etmek söz konusudur. İptal davasında mahkeme idarenin ne yapacağını belirlemeyip yaptığı işlemin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirmektedir. Mahkeme hukuka aykırılık sebebiyle idarenin işlemi hakkında iptal kararı vermişse, idare işlemi ile ortaya çıkan bu hukuka aykırılığı gidermek için ne işlem yapacağını değerlendirerek bir karar vermek durumundadır.

İdari yargıda iptal ve tam yargı davaları dışında yorum, tespit gibi dava türleri yoktur. Günümüzde yorum ve tespitler açılan iptal ve tamyargı davaları çerçevesinde yapılıyor.

Fransa’da mahkeme zor dava ile karşılaştığında davayı durdurup Conseil d'Etat'ya müracaat edip görüş (avis contentieux) isteyerek dava süresini kısaltabiliyor. Ama bizim yargılama usulümüzde böyle bir yöntem hem doğal yargıç ilkesine, hem de mahkemenin bağımsızlığına aykırı olduğundan mümkün değildir

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde idari dava türleri sayılmış: (a) bendinde iptal davaları (b) bendinde tam yargı davası sayılıyor, (c) bendinde de idari sözleşmeden kaynaklanan davalar denilmektedir. İdari sözleşmeden kaynaklanan davalar denilmesi ile ayrı bir idari sözleşme davası anlaşılabilse de idari sözleşmeden kaynaklanan iptal veya tam yargı davalarının anlaşılması idare hukukçularına göre daha isabetlidir.

Tam yargı davasının temel özelliği iptal davasına konu olamayan idari işlemler dışındaki idari eylemeler gibi hukuki tasarruflara karşı da açılabilmesidir. İdari eylem kökeninde bir işlem olmayan idarenin tutum ve davranışıdır. Örneğin, İSKİ’nin bir çukur kazması sonucu yeterli önlemler alınmadığından çukura düşüp zarar görenlerin bulunması durumunda, ortada hukuk aleminden kaldırılacak bir idari işlem yoktur; ama zarara yol açan bir idari eylem var. Bu tip zararlara sebebiyet verilmesi durumunda idarenin sorumluluğu kapsamında tam yargı davası gündeme gelmektedir.

İdari işlemlere karşı hem iptal davası, hem tam yargı davası açılabilir. Bir idari işlemin hukuk aleminden kaldırılması gereken yönü de bulunabilir; kişisel haklara zarar veren ve ihlal eden boyutu da olabilir. İdari eylemlerin hukuk aleminden kaldırılması gibi bir durum mantıki olmadığından sadece eylemlerin kişisel haklara zarar veren ve onları ihlal eden boyutuna karşı ancak tam yargı davası açılabilir. İdari eylemler anlaşılması çok zor hukuki muamelelerdir. İdari eylemler icrai bir muamele şeklinde ortaya çıkabileceği gibi eylemsizlik şeklinde de olabilir. Bu durumda idari eylem aynı zamanda idarenin yapması gerekeni yapmamasıdır. İdari eylemler uygulamada çoğunlukla idarenin yapması gerekeni yapmaması şeklinde ortaya çıkıyor. İdari eylemler çoğunlukla idari işlemlerin icrası olan fiiller ile karıştırılmaktadır. Örneğin, bir işyerini kapatma işlemi tesis edildikten sonra zabıtanın gidip işyerini mühürlediği zaman o mühürleme fiili, idari işlemin icrası olup idari eylem değildir. Çünkü mühürleme fiilinin sebebi bir idari işlemdir. İdari işlemin icrası, yargılama usulü bakımında işlemi sürecine tabidir. Ama hiç idari karara dayanmadan işyerinin mühürlenmesi idari eylem niteliğindedir. Yani gerçekleştirilen bir fiilin idari eylem sayılabilmesi için kökeninde onu gerektiren bir idari işlem olmaması gereklidir. Kökeninde o filli gerektiren bir idari işlem varsa buna idari eylem değil, idari işlemin icrası denilmektedir.

İdari yargılama usulünde iptal davaları ancak kesin ve yürütülmesi gereken (icrai) idari işlemlere karşı açılabilir. Yani hazırlık işlemleri gibi icrai olmayan işlemlere karşı iptal davası açılamaz. Bir idari işlemin iptal davasına konu olmasında esas belirleyici olan etmen, işlemin konusunun hukuki durumu üzerinde işlem dolayısıyla bir etkinin\değişikliğin meydana gelip gelmemesidir. Eğer işlem dolayısıyla işlemin konusunun hukuki durumu etkileniyorsa, bu işlem icrai etki gösteriyor ve iptal davasının konusu olabiliyor demektir. Mesela yapı tatil tutanağı Danıştaya göre, hukuki durumu etkilediği için tespit niteliğinde de olsa dava konusu olabilecek bir işlemdir. Yine basın açıklamalarına karşı dava açılıp açılamayacağı hakkında Danıştay, olayın özelliklerine göre iptal davası açılabileceğine karar vermiştir. Kamulaştırma işlemi sürecinde yer alan kamu yararı kararına karşı iptal davası açılıp açılamayacağı hakkında da Danıştay, kamu yararı kararının hazırlık işlemi olduğu ve buna karşı açılan iptal davalarını süresinden önce açılmış bir dava olarak görüp davayı reddetmektedir.

İptal davasına konu olabilecek işlemler mutlaka idari işlem olmalıdır; yani yargı faaliyetinden ayrılabilir nitelikte bir idari tasarruf olmalıdır. Örneğin, Cumhuriyet savcısının kol mühürleme işlemi, Danıştaya göre yargısal faaliyetlerinden ayrılabilen nitelikte bir idari işlem olup; Cumhuriyet savcılarının idari nitelikteki faaliyetlerinden doğan zararların tazmini için de hizmet kusuru ilkesine dayanılarak Adalet Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açılması mümkündür.

İptal davalarının özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

• Kamu yararı gerçekleştiren genel bir davadır,

• Hukuk devletini koruyan objektif bir davadır,

• Hukuk devletinde hak olarak kabul edilmiş bir davadır,

• Kolay işleyen, karmaşık olmayan, kamu düzenine ilişkin bir davadır,

• Asıl yani ana dava türüdür,

• Başka örneği olmayan bir dava türüdür,

• Konusu idarenin tek yanli icrai idari işlemleridir,

• Menfaati ihlal edilenler tarafından açılabilecek bir davadır.

Tam yargı davalarının özelliklerini ise şu şekilde sıralayabiliriz:

• Tam yargı davalarında idari işlem, eylem ve sözleşmelerden kaynaklanan ihlaller yargılanır,

• Tam yargı davası açabilmek için hak ihlali şartı aranır,

• Tam yargı davası açabilmek için hak ihlalinin kişisel ve doğrudan olması gerekir,

• Dava neticesinde verilen kararlar kural olarak sadece davanın taraflarını ilgilendirir,

• Sübjektif-öznel davalardır,

• Kamu yararı yanında aynı zamanda kişisel menfaatleri de tatmin amacı vardır,

• İptal davası ile aynı yargılama usulüne tabidir.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargılama usulündeki dava türleri, bu davaların açılma şartları ve süreci üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda dava dilekçesinin hazırlanması, mahkemeye verilmesi ile bağlantılı davalar ve bekletici mesele konuları ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

Klasik Sorular:

1) İdari yargıdaki dava türleri nelerdir? Belirtiniz.

2) İptal davasının şartlarını açıklayınız.

3) Bir idari dava dilekçesi örneği hazırlayınız.

4) Dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar nelerdir? Belirtiniz.

5) İdari yargıda bağlantılı davanın şartları nelerdir? Belirtiniz.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargıdaki bir dava türüdür?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Tam yargı davası

(B) Edim davası

(C) Tespit davası

(D) Men’i müdahale davası

İstihkak davası

Cevap-1 :

Tam yargı davası


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi dava dilekçesinin verilebileceği yerlerden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Asliye hukuk mahkemeleri

(B) Türk büyükelçilikleri

(C) Türk konsoloslukları

(D) İdare mahkemeleri

Vergi mahkemeleri

Cevap-2 :

Türk büyükelçilikleri


Soru-3 :

Aşağıdakilerden hangisinin dava dilekçesinde bulunması zorunlu değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Davacı

(B) Davalı

(C) Vekil

(D) Süre

Dava konusu

Cevap-3 :

Vekil


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi iptal davasının özelliklerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Objektif bir davadır

(B) Kamu düzenine ilişkindir

(C) Konusu idari işlemlerdir

(D) Ancak menfaati ihlal edilenler tarafından açılabilir

(E) İdari eylemlere karşı da açılır

Cevap-4 :

İdari eylemlere karşı da açılır


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi tam yargı davasının özelliklerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Tüm idari tasarruflara karşı açılır

(B) Ancak hak ihlali olanlar tarafından açılır

(C) Sübjektif davalardandır

(D) Sadece idari eylemlerden kaynaklanır

Çoğunlukla tazminat taleplidir

Cevap-5 :

Sadece idari eylemlerden kaynaklanır


5. Davanın Tarafları




Kazanımlar

Davacıyı tanıma

Davalıyı tanıma

Davaya müdahale ve davanın ihbarını tanıma tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari yargıdaki davaların tarafları olan davacı ve davalı üzerinde durulacaktır. Özellikle davacı ve davalı olabilmenin şartları, aynı dilekçe ile birden çok kişinin dava açabilmesi durumu, tarafların değişmesi, tarafların ad-soyad ve sıfatına ilişkin yanlışlıkların düzeltilmesi ile davaya müdahale ve davanın ihbarı konuları ele alınacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukunda davacı olabilmenin şartları nelerdir?

2) İdari yargılama hukukunda davalı kimdir?

3) İdari yargılama hukukunda davalı olabilmenin şartları nelerdir?

4) Birden çok kişinin aynı dilekçe ile dava açabilmesinin şartları nelerdir?

5) İdari yargıda davaya müdahalenin özellikleri nelerdir?

Anahtar Kavramlar

• Davacı

• Davalı

• Davaya müdahale

• Asli müdahale

• Fer’i müdahale

• Davanın ihbarı

Giriş

İdari yargıda herkesin davacı olabilmesi mümkün değildir, dava türlerine göre iptal davacı açabilmek için ancak dava konusu idari işlem ile menfaatleri ihlal edilenler davacı olabilirler; tam yargı davalarında ise dava konusu idari tasarruftan dolayı hakları ihlal edilenlerin davacı olabilmesi mümkündür. İdari yargıda davalı için de bazı şartlar aranmaktadır: önemle belirtilmelidir ki idari yargıda davalı mutlaka bir idaredir; bu idare dava konusu idari işlemi yapan ve davalarda temsil yetkisi olan idarelerdir.

İdari yargıda açılmış olan dava sonucu ile bir şekilde menfaat ilişkisi olan kişilerin davaya katılması da belli şartlar altında mümkündür. Ancak idari yargıdaki bu katılma HMK’da mevcut olan asli müdahale biçiminde olamaz.

İYUK madde 2, 3/2-a, 5/2, 10,11, 14/3-c ve f, 15, 24/a, 26, 30, 31’de davanın taraflarına ilişkin hükümler yer almaktadır. Tarafları yani davacı ile davalıyı bu hükümler inceleyeceğiz.

Madde 2 – 1. İdari dava türleri şunlardır:

a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları”

“Madde 3 – 1. İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır.

2. Dilekçelerde; a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adresleri ile gerçek kişilere ait Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası… gösterilir.”

“Madde 5 – 2. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir.”

“Madde 10 – 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.”

“Madde 11 – 1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir.”

“Madde 14 – … 3. Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: …

c) Ehliyet, …f) Husumet, … yönlerinden sırasıyla incelenir.

“Madde 15 – 1. Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

b) 3/c, … bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine, …

karar verilir.”

“Madde 24 – Kararlarda: a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları yahut unvanları ve adresleri, … belirtilir.”

“Madde 26 – 1. Dava esnasında ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olursa, davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar; gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde, idarenin mirasçılar aleyhine takibi yenilemesine kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilgili mahkemece karar verilir. Dört ay içinde yenileme dilekçesi verilmemiş ise, varsa yürütmenin durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.

2. Yalnız öleni ilgilendiren davalara ait dilekçeler iptal edilir.

3. Davacının gösterdiği adrese tebligat yapılamaması halinde, yeni adresin bildirilmesine kadar dava dosyası işlemden kaldırılır ve varsa yürütmenin durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir yıl içinde yeni adres bildirilmek suretiyle yeniden işleme konulması istenmediği takdirde, davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

4. Dosyaların işlemden kaldırılmasına ve davanın açılmamış sayılmasına dair kararlar diğer tarafa tebliğ edilir.”

“Madde 30 – 1. İki tarafın adı ve soyadı ile sıfatı ve iddiaları sonucuna ilişkin yanlışlıklar ile hüküm fıkrasındaki hesap yanlışlıklarının düzeltilmesi de istenebilir.”

“Madde 31 – 1. Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; … ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, … Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re'sen yapılır.

5.1. Davacıya İlişkin Şartlar

İYUK madde 2 hükmüne göre iptal davasıyla tam yargı davasında davacı olabilme hakkı farklılaştırılmıştır. Buna göre iptal davasında davacı olabilme imkanı daha geniş bir perspektifte ele alınmaktadır. Tam yargı davasında ise davacı olabilme hakkı doğrudan hakkı ihlal edilenlerle sınırlamaya gidilmiştir. Çünkü tam yargı davası çoğunlukla tazminat talepli olduğu için uyuşmazlığın doğrudan tarafı olan, mağduru olan, mali imkanları, manevi hakları zedelenmiş ve bu yüzden tazminat isteyebilecek nitelikte olan kimselerin, sadece bu kişilerin uğradıkları zararların tazmini isteyebilme hakkı bulunabilmelidir. Ama iptal davalarının objektif etkisi dolayısıyla sonuçlarından uyuşmazlığın doğrudan tarafı olmayan birçok kişinin etkilenmesi mümkün olduğundan, dava açma hakkı bakımından daha geniş bir yaklaşım söz konusudur.

O halde idari yargıda davacı olabilmek için, medeni usul hukukunda gördüğümüz hak ve fiil ehliyeti dışında ayrıca tarafların dava konusuyla alakasının da kurulması aranmaktadır. Dava konusuyla alakanın hak ihlali şeklinde kurulması durumunda hem iptal davası hem de tam yargı davası açma hakkı, sadece menfaat ihlali şeklinde kurulması durumda iptal davası açma hakkı söz konusu olabilecektir. Yani davacı dava konusu olan idari tasarruf ile menfaat ihlali veya hak ihlali şeklinde bir bağ olduğunu kanıtlayabilirse davası kabul edilebilecek, aksi halde davası dava açma ehliyetinin olmaması gerekçesiyle reddedilecektir.

İdari yargıdaki ehliyete yönelik bu düzenlemelere göre, herkesin dava açması mümkün değildir. Dava açma hakkına yönelik getirilen bu sınırlama, mahkemelerin iş yükü bakımından ve dava hakkının kötüye kullanılmaması için gerekli görülmüştür. Herkese dava açma hakkının verilmesi, hukuki istikrarsızlığa sebep olmanın yanında her idari tasarrufun yargı denetiminden geçirilmesine sebep olabilecek ve dolayısıyla idari tasarrufları yargılama süresince sonuçsuz bırakacak, yürütme erkini işlevsizleştirecektir. Ayrıca idareye karşı açılabilecek davaları bir tehdit olarak kullanılabilmesi gibi kötüye kullanımların da önüne geçebilmek için kanun koyucu dava açma ehliyetinde sınırlamaya gitmiştir. Diğer taraftan dava konusu idari tasarruf ile gerçekten menfaatleri veya hakları ihlal edilenlere dava açma hakkının verilmemesi, hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesinin en önemli aracı olan yargısal denetimi engellemiş olacaktır. İdari yargılama usulünde bu sebeplerle davacı olabilme imkanı sadece ilgililer için tanınmış ve medeni yargılama usulündekine bazı ek şartlar getirilmiştir.

Danıştay iptal davası açabilme hakkı bakımından önem taşıyan menfaatin üç özelliği birlikte taşıması gerekliliğine vurgu yapmaktadır: kişisel, güncel ve meşru olma.

Dava konusu hukuki tasarrufun doğrudan ilgili olduğu kişinin dava açma hakkını kişillikle ilişkilendirebiliriz. Örneğin, eşi hakkında verilen naklen atama işlemine karşı diğer eşin dava açmada kişisel menfaati yoktur. Ama malik mar varlığına ilişkin işlemlere karşı, kiracı kiraladığı gayrı menkulün mülkiyet hakkı dışındaki kullanımına ilişkin işlemlere karşı, işçi çalıştığı işlerine ilişkin işlemlere karşı, müteahhit inşa ettiği inşaata ilişkin işlemlere karşı, meclis üyesi ilgili meclisin aldığı kararlara karşı, hemşehri hemşehrisi olduğu beldenin yerel idarelerin aldığı kararlara karşı iptal davası açmada kişisel menfaat sahibidir.

Sendika, dernek ve vakıfların iptal davacı açmadaki kişisel menfaatleri ancak belli şartlar altında kabul edilebilmektedir:

1.

İlgili idari işlemler doğrudan tüzel kişilerini ilgilendirmeli,

2.

İlgili idari işlemler tüzel kişilerin amacını ve faaliyetlerini ilgilendirmeli,

3.

İlgili idari işlemler tüzel kişilerin üyelerinin hak ve menfaatlerini ilgilendirmelidir.

Dava konusu hukuki tasarrufun ilgili olduğu kişi üzerinde henüz hukuki etki göstermemişse, ileride etki gösterebilecek olsa da, dava açma hakkını güncellikle ilişkilendirebiliriz. Örneğin, henüz hukuk fakültesini bitirmeyen öğrencilerin avukatlık mesleğine kabul için sınav şartı getiren düzenlemeye karşı dava açmada güncen menfaati yoktur. Henüz doğmamış menfaat ihlalleri için dava açılamayacağı gibi, doğmuş menfaatlerin de dava sonuçlanana kadar devam etmesi gereklidir.

Dava konusu hukuki tasarrufun ilgili olduğu kişinin menfaatinin meşru olması, hukuken kabul edilebilir olması gerekir. Örneğin idarenin yargı kararını uygulayarak gerçekleştirdiği bir işlemden zarar gören kişilerin dava açmada meşru bir menfaati yoktur.

İdari yargıda idareler de davacı olabilirler. Yani tüzel kişiler de birbirleriyle davalaşabilirler. Örneğin, belediyelerle merkezi idare arasında davalar gündeme gelebilir. Çünkü ayrı tüzel kişilikler olduğu için idari vesayet yetkisi kapsamında birbirleriyle olan hukuki sorunlarını gidermek için dava açma zorunluluğu hissedilebilmektedir. Ancak aynı tüzel kişilik içindeki idarelerin kural olarak birbirlerine karşı dava açamamaları gerekir. Örneğin, devlet tüzel kişiliği içinde olan Çevre,Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı birbirlerine dava açamaz; hukuki sorunların Cumhurbaşkanlığı tarafından halledilmesi beklenir. Yine İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ile Hukuk Fakültesi birbiriyle davalaşamaz. Çıkan hukuki uyuşmazlıkları rektörlüğün halletmesi gerekir. Taraflar tüzel kişiliğin verdiği kararı beğenmezse rektörlüğe karşı da dava açamazlar. Çünkü içinde bulunulan tüzel kişiliğe karşı da dava açılamaz. Ancak kamu personeli tüzel kişiliğin, özlük işlerine dair işlemlerine karşı dava açabilir.

Kültür ve Turizm Bakanlığının içinde yer alan, ayrı bir tüzel kişiliği olmamasına rağmen bağımsız karar alabilen Kültür Varlıklarını Koruma Kurulları yapılanması var. Bu kurullar tarafından alınan kararlar üzerinde bakanlığın herhangi bir hukuki tasarruf yetkisi bulunmadığından dolayı, aralarında çıkan hukuki uyuşmazlıkları idari olarak çözemeyecekleri için davalaşmaları mümkündür. Ancak böyle bir durumda da hem davacı hem de davalı Kültür ve Turizm Bakanlığı olup davada her iki tarafı da bakanlık temsil etmektedir.

Sonuç olarak idareler arası davalaşmada kural: idare içinde hiyerarşiyle giderilmesi mümkün olmayan hukuki uyuşmazlıklar için karşılıklı idari dava açma yoluna gidilebilir.

Davacının ehliyet bakımından yeterli şartları taşımadan dava açması halinde nasıl bir sonuçla karşılaşacağı İYUK madde 14/3-c ve 15/1-b’de belirtilmektedir. 15/1-b bendinde, ehliyet yönünden 14/3-c 'ye atıfta bulunarak davanın reddine karar verileceğini düzenlemektedir. Yani davacının dava açmak için aranan ehliyet şartlarını taşımaması durumunda açtığı dava reddedilir; idari tasarrufun hukuka uygun olup olmadığına bakılmaz, davacının haklı olup olmadığına bakılmaz, dava reddedilir.

5.2. Davalıya İlişkin Şartlar

İdari yargıda husumet kamu düzenindendir ve kendisine karşı dava açılan taraf (davalı) mutlaka idare olmalıdır. Yani idari davalarda davalı her zaman idaredir. Çünkü davaya sebep idari bir uyuşmazlık olduğundan dolayı işlemi yapan makam, merci ve tüzel kişiliğe karşı husumetin yöneltilmesi lazımdır.

İdari dava türleri bakımından davalıda aranan şartlar ile tam yargı davalarından aranan şartlar arasından bazı farklar vardır. İptal davasında davalının tüzel kişilik sahibi olması şartı kural olarak yoktur. Yani işlemi yapana karşı iptal davası yöneltilir ve işlemin yapan idarenin tüzel kişiliğinin bulunmasına gitmeye gerek yoktur. Bunun temel gerekçesi, işlemi yapan makam davada işlemin hukuka uygunluğunu en iyi savunabilecek makamdır. Ayrıca iptal davasında davanın konusu, özel hukuktakinden farklı olarak davalı değil, hukuka uygun olup olmadığı tartışılan idari işlemdir. Dolayısıyla işlemi yapan idare işlemi niçin yaptığını, işlemin hukuka niçin uygun olduğunu açıklamakta en yetkin olandır.

Teorik açıdan kural böyle olmakla birlikte uygulamada işlemi yapan idarenin ayrı bütçesi olmadığı, ayrı avukatlık hizmetleri olmadığı zaman kendisini mahkeme önünde gidip gelerek savunabilecek imkanı da olamayacaktır diye düşünülerek, davalı, idari işlemi yapan makam değil de bünyesinde hukuk hizmetleri bulunan ve bundan yararlanabilecek olan makam olduğu kabul edilmektedir. Örneğin hukuk fakültesinin yaptığı bir işleme karşı, husumet hukuka fakültesi dekanlığına değil de Üniversite Rektörlüğü’ne yöneltilmektedir. Çünkü hukuk fakültesinin ayrı bir bütçesi yoktur ve bünyesinde hukuk hizmetleri birimi bulunmamaktadır. Fakat lise müdürlüğünün yapmış olduğu bir işlemde davalı olarak ilgili lise müdürlüğü ve Milli Eğitim Bakanlığı değil, lisenin bulunduğu ilin Valiliği’dir. Valiliği’n tüzel kişiliği yok ama bünyesinde hukuk hizmetleri var, lise müdürlüğünün ise hukuk hizmetleri birimi yoktur. Valiliğin ayrı bir bütçesi olmasa da yetki genişliği ilkesi sebebiyle devlet tüzel kişiliğini ilde temsil yetkisi vardır. Teorideki yaklaşım ile uygulamanın farklılığını yukarıdaki örnekler çerçevesinde şu şekilde giderebiliriz; davalı: İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü (Hukuk Fakültesi) ve diğer örnekte davalı: İstanbul Valiliği (Cağaloğlu Lisesi Müdürlüğü).

Davalıya ilişkin tüm bu şartların aranması yanında dava dilekçesinde yanlış hasım gösterilmişse veya hiç hasım gösterilmemişse İYUK madde 15/1-c'ye göre idari yargı mercilerince dava dilekçesi gerçek hasım tespit edilerek ona tebliğine karar verilmelidir. Yani dava dilekçesinde davalı idarenin hiç gösterilmemiş olması veya yanlış gösterilmiş olması durumunda mahkeme dava dilekçesini reddedemeyip, gerçek hasmı tespit ederek düzeltme işlemi yapmalıdır.

İdari yargıdaki dava konusu işlemi her zaman idarenin yapmadığı bazı durumlarda özel hukuk kişilerinin de yapabildiği durumlar söz konusudur. Örneğin, kamu hizmeti gören özel hukuk kişilerinin hizmet kapsamındaki hukuka aykırı işlemlerinden dolayı hasım olarak kimin gösterilmesi gerektiği problemi de var. Aslında bu durumda da yukarıda olduğu gibi teorik olarak işlemi kim yapmışsa, kamu gücünü kim kullanmışsa, davalı da o olmalıdır. Fakat uygulama, davalı olarak mutlaka bir idarenin de gösterilmesi gerektiği ve bu idarenin de sözleşmenin tarafın olan, ilgili işin sahibi olan idare olması gerektiği şeklindedir. Mesela; Türkcell, Türk Telekom gibi kamu hizmeti imtiyazıyla faaliyet gösteren özel hukuk kişilerinin işlemlerine karşı idari yargıda açılabilecek bir davada davalı olarak Türkcell veya Türk Telekom ile birlikte Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun (BTK) gösterilmesi gerekir.

Teorik olarak özellikle tam yargı davalarında sadece özel hukuk kişisinin davalı olabileceği haller de bulunabilmelidir. Örneğin, imtiyaz sözleşmelerinde idare ile özel hukuk kişisi arasında çıkan uyuşmazlıklarda idare de ilgili imtiyazcı şirkete karşı dava açabilmelidir. Fakat uygulamada idarenin dava açmak yerine tek taraflı bir işlem yaparak istediği yönde hukuki sonuç doğurabilmektedir.

İptal davalarında davalı idarede tüzel kişilik kural olarak aranmaz, ancak tam yargı davalarında ise kural olarak davalı olabilmek için tüzel kişilik şartı aranır. Çünkü idare dava sonucunda bir tazminat ödemeye mahkum olduğunda bütçede harcama imkanı olan gerçekleştirme görevlisi, bütçe harcama yetkilisi tüzel kişiliktedir. Bu sebeple tam yargı davalarında ayrı bir bütçesi olan tüzel kişilik kendisini daha iyi savunma imkanına sahiptir.

5.3. Aynı Dilekçe ile Dava Açılabilecek Haller

Bir kişinin birden fazla işleme karşı dava açıp açamayacağı ve bir işleme karşı birden fazla kimsenin dava açıp açamayacağı İYUK madde 5’de düzenlenmektedir:

1. Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir.

2. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir.

Birinci fıkrada bir kişinin birden fazla işleme karşı dava açabilme ihtimali; ikinci fıkrada ise birden fazla kişinin bir işleme karşı dava açabilme ihtimali düzenlenmektedir. Örneğin, kamulaştırma işlemine karşı birden fazla malik varsa birlikte dava açabilirler. Çünkü kamulaştırma taşınmazın bütününe yönelik ve hepsinin de menfaatini ihlal etmektedir. Fakat aynı olaya karıştıkları için aynı tür disiplin cezasını almış memurlar veya öğrenciler o disiplin cezalarına karşı birlikte dava açamazlar. Çünkü aynı olaydan da kaynaklanmış olsa katkılarına göre herkese farklı oranda disiplin cezaları verilmiş oluyor veya aynı disiplin cezası verilse bile her birinin bu disiplin fiilini işleyip işlemedikleri kendilerine göre ayrıca belirlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle ayrı ayrı dava açılması gereklidir. Kısaca birden fazla kişinin bir işleme karşı dava açabilmesi için, işlemle ortaya çıkan sonuç ilgili herkes için aynı sebepten ve aynı maddi olaydan kaynaklanmış olmalıdır.

5.4. Tarafların Değişmesi

Dava devam ederken tarafların kişilik veya niteliğinde değişme durumunu İYUK madde 26’da düzenlenmektedir:

1. Dava esnasında ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliğinde değişiklik olursa, davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar; gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde, idarenin mirasçılar aleyhine takibi yenilemesine kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına ilgili mahkemece karar verilir. Dört ay içinde yenileme dilekçesi verilmemiş ise, varsa yürütmenin durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.

2 Yalnız öleni ilgilendiren davalara ait dilekçeler iptal edilir.

3. Davacının gösterdiği adrese tebligat yapılamaması halinde, yeni adresin bildirilmesine kadar dava dosyası işlemden kaldırılır ve varsa yürütmenin durdurulması kararı kendiliğinden hükümsüz kalır. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir yıl içinde yeni adres bildirilmek suretiyle yeniden işleme konulması istenmediği takdirde, davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

4. Dosyaların işlemden kaldırılmasına ve davanın açılmamış sayılmasına dair kararlar diğer tarafa tebliğ edilir.

Bu madde, daha çok davacı düşünülerek yazılmış bir madde. Halbuki bunun başlığından anlaşıldığı üzere davalının yani İdarenin de değişmesi ihtimali var. Ama maddeye baktığınızda sadece davacıya ilişkin hükümler var. İdarenin değişmesine ilişkin hüküm, 14. ve 15. madde denebilir. İdare değiştiği zaman mahkeme hasım düzeltme kararı verebilir. İdare nasıl değişebilir? Bir sürü İdare isim değiştiriyor, nitelik değiştiriyor, tasfiye oluyor. Tarafların kişilik ve niteliklerinde değişiklik, bu problemi çözmek için ortaya çıkmış bir müessesedir.

Yargılama sırasında davacı veya davalıda bir değişiklik olursa, bu değişiklik davaya nasıl yansıyacak? Birinci problem bu. İkincisi; bu değişikliğin ortaya çıkarttığı sonuçlar yargılamayı nasıl etkileyecek, verilecek kararlar neler olacak? Bunlardan birisi tarafların kişiliğindeki değişikliğin yansıma biçimi, diğeri buna ilişkin yapılacak yargılama usulü muameleleri.

İlk fıkraya göre, dosya işlemden kaldırıldığında yürütmeyi durdurma hükümsüz kalmıyor, dört ay sonra hükümsüz kalıyor.

Bu düzenleme işlemin yargılanmasının ortaya çıkarttığı hukuki sonuca odaklı değil, kişi bakımından uygulanır olup olmama odaklı bir düzenlemedir. Dolayısıyla yargı boşuna meşgul olmasın diye, kişiye bağlı olduğu için hiç uygulanma imkanı yoksa, dava ortadan kalkar diye düşünülmüş. Böyle çok kritik bir konu vatandaşlıktan çıkma ile gündeme geldi. Nazım Hikmet'in vatandaşlıktan çıkarılmasına ilişkin o zamanki Bakanlar Kurulu kararına dava açıldı. Mahkeme davayı menfaat yönünden reddetti, esasa girmedi . Mesela böyle bir durumda, vatandaşlıktan çıkarılan kişi bu işleme karşı dava açmış ve dava devam ederken, kişi vefat etmiş olsa dava devam edecek mi etmeyecek mi? Baktığınızda vatandaşlık sadece kişinin kendisini ilgilendiren bir şey, kişi de vefat etmiş. Nazım Hikmet'in davasını da mahkeme, onun hakkında yapılan işleme karşı artık dava açmakta menfaat yoktur gerekçesiyle reddetti. Halbuki yeni vatandaşlıktan çıkartılanlar için, belki devamında vatandaşlıktan çıkarma ağır bir yaptırım olduğu için manevi menfaati olduğu düşünülebilir. Yalnız öleni ilgilendirme durumu muhtemelen sadece mali kısma inhisar edecek. Yani bu konudaki hukuk düşüncesi geliştikçe, manevi hakkı olan, işlem bakımından içeriğinin önemi olan statüsünü belirleyen hususlarda yalnız öleni ilgilendirdiği kabul edilmeyecek. Vatandaşlık vs. hususlarda davaya devam edilmesinin mümkün olduğuna karar verilecek. Hatta mirasçıları ölmese bile, adli yargıdaki usul kullanılarak, kayyım atanacak. O davayı mahkeme kararıyla, taraf olarak bir kayyım yürütecek.

Bunun ilginç bir görünümü, TMSF'nin bankalar ve bankalardan kredi alan şirketlere el koyma sürecinde oldu. Bankalardan kredi almış birçok şirket, TMSF'nin işlemlerine dava açtı. Dava açtıktan sonra TMSF, onlara el koydu ve normal prosedür gereği kayyım atadı. Dolayısıyla davayı açan şirketin yöneticileri, davalının atadığı kayyımlar oldu. Onlar da tarafların niteliğinin değiştiği gerekçesiyle davadan vazgeçtiğinde ne olacağı problemi oldu, idari yargı içinden çıkamadı. Çözemediği zaman da en kolayı, reddetmek oluyor. Dolayısıyla çok çetrefil problemler çıkartabilen bir husus. Mesela Türkiye'de şu anda tarafların değişikliği ile ilgili önemli problemler var. Örneğin ortakların değişimi ile ilgili problemler var.

3. fıkrada adrese tebligat yapılamaması halinde, dosyanın işlemden kaldırılacağı belirtilmiş. Tarafların değişikliği dışında bu maddede bir de adrese tebligat yapılamaması halinde ne olacağına dair bir hüküm var. Dikkat ederseniz tarafların değişikliği ile ilgili bir durum değil. Taraf ama adrese tebligat yapılamıyor. Devamında, "Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir yıl içinde yeni adres bildirilmek suretiyle yeniden işleme konulması istenmediği takdirde, davanın açılmamış sayılmasına karar verilir." diyor. Bu da ilginç bir hüküm. Açılmış davayı bitirirken davanın açılmamış sayılmasına karar veriyor. Burada birbirinden farklı 5 müessese çıktı: Dosyanın işlemden kaldırılması, yenileme dilekçesi, yürütmenin durdurulmasının kendiliğinden hükümsüz kalması, dava dilekçesinin iptal edilmesi ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi.

Bu maddenin ikinci fıkrasında, “yalnız öleni ilgilendiren davalara ait dilekçeler iptal edilir” denilmektedir. Dilekçenin iptali şeklindeki başka bir karar örneği idari yargılama usulünde sadece burada var. Dilekçe iptalinin sonucu dava konusu işlemin iptali değil, sanki dava hiç açılmamış gibi bir sonuç ortaya çıkarmaktır.

Birinci fıkrada da ölüm veya herhangi bir sebeple tarafların kişilik ve niteliğinde değişiklik olursa davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar gerçek kişilerde ve tüzel kişilerde bir ayrım yapılmaktadır. Gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde idarenin mirasçılar aleyhine takibi yenilemesine kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Dört ay içinde yenileme dilekçesi verilmemiş ise yürütmeyi durdurma kalkar. Bir yıl içinde yeniden başlanmazsa bu sefer de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmektedir.

Davacının vakıf, dernek veya şirket gibi bir tüzel kişilik olması durumunda bunların kişiliklerindeki fesih, iflas, devir gibi bir değişiklik durumunda en doğru yöntem, uygulamada olduğu gibi mahkeme tarafından tüzel kişiliğe bir kayyım atanması ve o davayı da mahkemenin atadığı kayyım vasıtasıyla devam ettirmektir.

Sonuç olarak hukuk devleti gereği yargı yeri önüne gelmiş bir uyuşmazlığın, tarafı değişse de, ölse de uyuşmazlığın bir şekilde sürdürülmesi gerekir ve sonuçta uyuşmazlık hakkında mahkemenin karar verilmesinin önünde engel olmaktan çıkarılmalıdır.

5.5. Tarafların Ad-Soyadı ve Sıfatına İlişkin Yanlışlıkların Düzeltilmesi

İYUK madde 24/a’da tarafların ad ve soyadı yahut ünvanları ve adreslerinin kararda yer alması gerektiği düzenlenmektedir. Bu düzenlemenin temel gerekçesi kesin hüküm etkisini tespit etmek içindir. (Dava dilekçesinde de mutlaka davalı ve davacı tarafın ad-soyadı, unvanı, adresi, kimlik numarası yer alması gereklidir.) Kararda tarafların kimlik bilgilerinde ve adreslerinde bir yanlışlık olduğu takdirde bunların düzeltilebileceği İYUK madde 30’da düzenlenmektedir: “1. İki tarafın adı ve soyadı ile sıfatı ve iddiaları sonucuna ilişkin yanlışlıklar ile hüküm fıkrasındaki hesap yanlışlıklarının düzeltilmesi de istenebilir.” Yani bu tür yanlışlıkları düzeltebilmek için tekrar bir yargılama yapmaya gerek görülmeyip kararı veren mahkemeye başvurularak yapılan yanlışlıkların düzeltilmesi istenmektedir. Uygulamada mahkemeler yanlışlıkları düzeltirken çoğunlukla yanlışlığın düzeltilmesine gerek yoktur diyerek yanlışlığı düzeltiyor.

5.6. Davaya Müdahale ve Davanın İhbarı

Davaya müdahale İYUK madde 31’de Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na atıfta bulunulan müesseselerden biri olarak düzenlenmektedir.

Bazen iki kişi arasında görülen bir uyuşmazlık, konusu itibariyle üçüncü kişileri de ilgilendirebilir. Dava açma hakkı olsun veya olmasın menfaati davanın sonuna bağlı olanların davalı veya davacı yanında davaya katılması durumana davaya müdahale denilmektedir.

İdari yargıda mahkeme, re'sen araştırma yetkisi kapsamında hukukî gerçeği ortaya çıkarmak üzere yerine getirmek durumundadır. 3. kişi müdahale etse de etmese de, ilgili idarelere ya da özel hukuk kişilerine ihbar edilse de edilmese de, mahkeme her halükarda hukukî gerçekliği ortaya çıkarmakla yükümlü olduğu için, davaya müdahale ve davanın ihbarı gibi müesseselere esasen ihtiyaç olmadığı savunulabilir. Ancak her ne kadar idarî yargılama usulünde mahkemenin re'sen araştırma yetkisi ve/ya görevi olsa bile bu görev ve yetki, her zaman maddî gerçekliğe ulaşılması için yeterli olmayabilir. Örneğin, 3. kişinin elindeki bilgi veya belgeden mahkemenin haberdar olması mümkün olmayabilir. Bu sebeple 3. kişilerin hukukî gerçekliğin ortaya çıkması bakımından bir faydaları olacaksa, bunların müdahale veya davanın ihbarı yöntemiyle doğru yargılamaya katkı sunmaları olumlu ve gerekli bir durumdur.

Davaya müdahale konusunda HMK'ya atıfta bulunduğu için, kural olarak bu kurallar çerçevesinde bir müdahale ve ihbar usulünün uygulanması gerekiyor. HMK madde 65 ve 66’da aslî ve ferî müdahale şeklinde bir ayrım var:

Asli müdahale

MADDE 65- (1) Bir yargılamanın konusu olan hak veya şey üzerinde kısmen ya da tamamen hak iddia eden üçüncü kişi, hüküm verilinceye kadar bu durumu ileri sürerek, yargılamanın taraflarına karşı aynı mahkemede dava açabilir.

(2) Asli müdahale davası ile asıl yargılama birlikte yürütülür ve karara bağlanır.

Fer’î müdahale

MADDE 66- (1) Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabilir.

Aslî müdahalede, davanın konusu olan şey üzerinde 3. kişi de bir hak iddia ediyorsa, o davaya ayrı bir dava olarak müdahale etmesine imkan verilmektedir. Mesela, bir kişi taşınmazına ilişkin tapu tescilinin düzeltilmesi davası açmış ve dava devam ederken, 3. kişi aslında taşınmazın kendisine ait olduğunu iddia ediyorsa ve ayrı bir dava açarak taşınmazın kendi adına tescilini talep edebiliyorsa asli müdahaleden bahsedilebilmektedir. Ferî müdahale ise davanın sonuçları itibariyle tarafların lehine veya aleyhine bir durum ortaya çıkması etkilenen üçüncü kişi, davalı veya davacının yanında davaya müdahil olarak katılmak suretiyle davanın istediği kişi lehine sonuçlanması sağlayabilmektedir.

Müdahale konusunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na atıfta bulunulmasına rağmen İdari Yargılama Usulünde müdahalenin kendine özgü koşulları vardır. İdarî yargılama usulünde fer’i müdahale zaten mümkün olabildiği halde özellikle aslî müdahalenin mümkün olup olmadığı tartışılabilir. Çünkü aslî müdahale ayrı bir dava türü, dava içinde ayrı bir dava gibidir. İdari yargıda asli müdahale mümkün olamamalıdır. Zira asli müdahalede dava konusu üzerinde bir hak iddiasında bulunulmaktadır, oysa idari yargıda iptal ve tam yargı davalarında kişisel menfaat ve hak ihlali dava şartı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ferî müdahale yöntemi ise idarî yargılama usulünde kabul edilen ve uygulanan bir davaya müdahale yöntemidir. Bir davanın sonuçlarından etkilenecek olan kişiler, o davaya ferî müdahale yoluyla müdahil olabilirler. Örneğin, bir yönetmeliğin iptali istemiyle dava açıldığında o davaya yönetmeliğin iptalinde menfaati olan herkes müdahil olabilir. Dava konusu işlem dolayısıyla menfaati ihlal edilsin veya edilmesin herkes iptal davası açamadığından dolayı ferî müdahalenin koşulu olarak da o davanın sonuçlarından olumlu ya da olumsuz şekilde etkilenme şartı menfaat ihlali gibi aranmalıdır.

HMK'ya göre, tahkikat sona erinceye kadar müdahale mümkün iken idari yargılama usulünde kanun yolları aşamasında da müdahalenin mümkün olup olmadığına ilişkin Danıştay'ın farklı yaklaşımları var; son zamanlarda kanun yolları aşamasında da davaya müdahaleyi kabul eden bir yaklaşıma sahip olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Çünkü, dava sonuçlanıncaya kadar o işlemin hukuka aykırılığına ilişkin her türlü bilgi ve belge idarî yargıda dosyaya sunulabilir. Müdahale de işlemin hukuka uygunluğu veya aykırılığı konusunda davanın taraflarına yardımcı olma mahiyetinde olduğundan dava sonuçlanıncaya kadar bu davanın neticelenmesine tarafların yardımcı olmasına izin verilmelidir. Dolayısıyla Danıştaya göre kanun yolları aşamasında olunsa bile müdahalenin kabulü idarî yargılamanın özelliklerine daha uygundur.

İdari yargılama usulündeki müdahalede dava türleri bakımından bir ayrım yapılabilir. Sonuçları itibariyle kamuyu ilgilendiren iptal davalarına da (yönetmelik iptali, imar planı iptali gibi) kanun yolları aşamasında bile müdahale mümkün olabilmeli ama tam yargı davaları bakımından idarî yargının amacı ve işlevi dikkate alındığında kanun yollarında müdahale imkanı tanımak çok mantıklı değildir.

Davanın ihbarı; davanın konusunu ilgilendiren uyuşmazlığın üçüncü kişinin hak ve menfaatini de ilgilendirmesi durumunda, davadan ilgili üçüncü kişinin haberdar edilmesine yönelik bir müessesedir. İhbar neticesinde dava kendisine ihbar edilen davaya isterse ferî müdahil olarak katılabilir veya katılmayabilir. Bazı durumlarda bu müessese gereklidir ve zorunlu tutulmalıdır. Özellikle kamu görevlilerine ilişkin açılan bazı davalarda gerekli bir müessesedir. Örneğin tam yargı davaları, sonucu itibariyle ilgili kamu görevlisine kusuru oranında rücu edilebilen davalardır. İdare aleyhine açılacak bir tam yargı davasında tazminata hükmedildiğinde, İdare bu tazminatı usulüne uygun bir biçimde ilgili kamu görevlisine rücu edecektir. İlgili kamu görevlisinin böyle bir davadan haberi olsa, yaptığı işlemin hukuka uygun olduğuna dair kendi bilgi ve belgelerini mahkemeye sunacak ve daha farklı/nitelikli savunmalar ileri sürebilecek, idareye aktif olarak yardım edebilecektir. Bu gibi durumlar bakımından bazı idarî davalarda ihbar zorunlu hale getirilmelidir.

Dava sonucundan etkilenecek kişilere ihbarda bulunulmasını taraflar talep ettikleri halde, mahkeme ihbarda bulunmazsa bu durum kanun yollarında bir bozma sebebi olabilir. Çünkü taraflardan birinin ihbarda bulunulması yönündeki talebinin mahkemece kabul edilmemesi durumunda temyiz mercii ihbar hakkındaki usul kuralına aykırılıktan dolayı bozma kararı verebilir.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargıda davanın tarafları olan davacı ve davalı üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda davacı olabilmenin şartlarından olan menfaat ihlalinin kişisel, güncel ve meşru olması ele alınmış; davalı olabilmenin şartı olan hak ihlali kavramları ile davaya müdahale konuları açıklanmıştır.

Klasik Sorular:

1.

Davacı olabilmenin şartı olan menfaat ihlalini kısaca açıklayınız.

2.

İdari yargıda asli müdahale mümkün müdür? Açıklayınız.

3.

İdari yargıda valiliğe karşı dava açılabilir mi? Açıklayınız.

4.

İdari yargıda dava taraflarının değişmesi ifadesinden ne anlıyorsunuz? Açıklayınız.

5.

Sendika, dernek ve vakıfların davacı olabilme şartları nelerdir?

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargıda davacı olamaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Eş

(B) Kiracı

(C) Malik

(D) İşçi

Meclis üyesi

Cevap-1 :


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi sendikaların dava açma şartlarından biridir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Üyeleriyle ilgili tüm davaları açabilirler

(B) Amaç ve faaliyetleri ile üyelerinin hak ve menfaatlerini ilgilendiren işlemlere karşı davaları açabilmek

(C) Amacıyla ilgili tüm davaları açabilirler

(D) İdari yargıda dava açmada kişisel menfaatleri yoktur

İşçilerle ilgili tüm davaları açabilirler

Cevap-2 :

Amaç ve faaliyetleri ile üyelerinin hak ve menfaatlerini ilgilendiren işlemlere karşı davaları açabilmek


Soru-3 :

Aşağıdakilerden hangisi davalı olamaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Üniversite

(B) Belediye

(C) Fakülte

(D) Valilik

Bakanlık

Cevap-3 :

Fakülte


Soru-4 :

Davaya müdahale ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Davanın her aşamasında müdahil olunabilir

(B) Müdahale talebini mahkemenin onaylamasına gerek yoktur

(C) İsteyen herkes müdahil olabilir

(D) Asli müdahale mümkündür

(E) Davacı veya davalı yanında davaya müdahale mümkündür

Cevap-4 :

Davacı veya davalı yanında davaya müdahale mümkündür


Soru-5 :

Menfaat ihlaliyle ilgi aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Güncel olmalı

(B) Kişisel olmalı

(C) Meşru olmalı

(D) Tam yargı davasında davacı olabilme şartıdır

Dava sonuçlanıncaya kadar devam etmeli

Cevap-5 :

Tam yargı davasında davacı olabilme şartıdır


6. Davanın Konusu




Kazanımlar

İptal davasının konusu tanıma

Tam yargı davasının konusunu tanıma

İdari yargıda ıslah müessesesini tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde iptal ve tam yargı davalarının konuları ayrı ayrı ele alınacaktır. Bu kapsamda idari tasarruflardan olan idari işlem, idari eylem ve idari sözleşmelerin davanın konusuna etkisi üzerinde durulacaktır. Ayrıca dava konusunun taleple bağlantısına vurgu yapılarak dava konusu idari işlemin iptalinin hukuki sebepleri ile tam yargı davasında tazminat talebinin hukuken kabul edilebilirlik şartları üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargıda tam yargı davasının konusu nedir?

2) İdari yargıda iptal davasının konusu nedir?

3) İdarenin kusursuz sorumluluk halleri nelerdir?

4) Hizmet kusuru kavramını açıklayınız.

5) İdari işlemin iptal sebepleri nelerdir?

Anahtar Kavramlar

• İdari işlem

• İdari eylem

• İdari sözleşme

• İcrai işlem

• İptal davası

• Tam yargı davası

• Hizmet kusuru

• Kusursuz sorumluluk

Giriş

İdari yargıda davaların konusu dava türlerine göre değişmektedir. İptal davalarında davanın konusu idari işlemlerin iptali, tam yargı davalarında ise idari işlem, idari eylem ve idari sözleşmelerden kaynaklanan zararların tazminidir. İdari işlemlerin iptali yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurlarından biri veya birkaçındaki hukuka aykırılık bulunması durumunda gündeme gelebilmekte; tam yargı davalarında ise idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinden birinin bulunması durumunda gündeme gelebilmektedir.

Ayrıca tam yargı davalarında, dava konusu miktarın bir defa mahsus olarak mahkeme esas hakkında hüküm verinceye kadar ıslah edilmesi mümkündür. Kanun koyucu idarenin görevlerinin zamanında yerine getirmemesi gibi durumlarda ve idareden yapılan taleplerin karşılanmaması gibi durumlarda dava açılabilmesine imkan tanımaktadır.

İYUK madde 3-2/b,c,d,e, 10, 11, 12, 14-3/d, 15-1/b, 17-1,3, 20A-1/a-f, 24, 27 ve 31’de idari yargılama usulünde davanın konusuna ilişkin doğrudan ve dolaylı düzenlemeler yer almaktadır.

İdari yargılama usulünde davanın konusu ya bir idari işlem, ya bir idari eylem ya da bir idari sözleşmedir.

İYUK madde 3’de dilekçede bulunacak hususlar arasında davanı konusunun da belirtilmesi bir zorunluluktur. Çünkü davanın konusunda bir hata yapıldığı zaman, doğru bir işleme karşı dava açılmadığı zaman, davanın konusu doğru kurgulanmadığı zaman, menfaati etkileyen işlem doğru tespit edilmediği zaman, eksik bir işleme karşı dava açıldığı zaman, bütün dava konusu edilmesi gereken hususların hepsi dava konusu edilmemişse, esas engel olan hukuki muamele tespit edilmemiş ise o zaman açılan dava, açıldığı eksende yürümek zorunda olduğu (taleple bağlılık ilkesi) için istenilen sonuç alınamayabilir. Mahkemenin tarafların ileri sürdüğü gerekçeleri geliştirebilmesi mümkün olduğu gibi taraflar da bunu davanın her aşamasında yapabilir; daha önce ileri sürülmeyen bir sakatlık gerekçesi davanın her aşamasında ileri sürülebilir; taraflar hiç sakatlık gerekçesi ileri sürmese bile mahkeme re'sen bulup ona göre kararını verebilir. Ama mahkemeler davacının talep ettikleri konuyu değiştirme yetkisine sahip değildir; taraflar da dava açtıktan sonra ıslah dışında dava konusunu değiştirme ve genişletme yasağına tabidir.

Uygulamada dava dilekçesinde, “davalı idarenin şu tarih ve şu sayılı işleminin iptali talebinden ibarettir” şeklindeki bir ifade ile dava dilekçelerinde davanın konusu açıkça gösterilmektedir. Böylelikle işlemin tarihi ve sayısını gösterilerek hangi işlemin iptalinin talep edildiği netleştirilmektedir. Ayrıca bu ifade ile hangi davanın açıldığı da açıkça belirtilmiş olmaktadır. Tam yargı davası için ise; örneğin, “davalı idarenin şu tarih ve şu sayılı işleminden kaynaklanan … lira maddi … lira manevi tazminata hükmedilmesi talebinden ibarettir” şeklinde bir ifade kullanılmaktadır.

İdare yapılan başvurular karşısında idarenin sükutu da idari davaya konu olabilmektedir; İYUK madde 10 ve 11’de bu durum düzenlenmektedir:

Madde 10 – 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler.

Madde 11 – 1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.

İYUK madde 10’e göre idare bir talebi aldıktan sonra 60 gün içinde cevap vermezse, talep reddedilmiş sayılmaktadır. İdarenin başvurudan itibaren 60 gün içinde cevap vermemesi üzerine zımni ret oluşmaktadır. Bu durumda davanın konusu, başvuru tarihten itibaren 60 gün cevap verilmemesi suretiyle oluşmuş olan zımni red işleminin iptali talebi olmaktadır.

Tam yargı davalarında talep edilen miktarın gösterilme imkanı bazı durumlarda imkansız olabilmektedir. Örneğin memurluktan çıkarılan bir memurun göreve devam edemediği zaman boyunca alması gereken maaşın hesabı sürekli arttığından dolayı mümkün değildir. Bu gibi durumlarda Danıştay dava konusu miktarın hesaplanabilir bir biçimde tarif edilmesini yeterli görmekte; net bir tazminat miktarı gösterilmesini zorunlu görmemektedir. Örneğin, karar verilinceye kadar mahrum kaldığım tüm mali hakları maddi tazminat olarak talep ediyorum denilebilir. Tam yargı davalarında dava konusu miktar ya önceden net olarak talep edilecek, ya dava konusu işlemin sebep olduğu zararlar açıkça tarif edilecek, ya da hiç olmazsa dava konusu işlemin ve sonuçlarının belirlenebilirliğinin sağlanması gereklidir.

İptal davaları bakımından da idari işlemlerden menfaatleri ihlal edilenlerin işlem hakkındaki bilgilere ulaşma imkanının olmaması durumunda, dava konusunun açıkça gösterilmesi zorunlu olmayıp, gerekli ve yeterli tarifinin yapılması yeterlidir. Örneğin, imar ruhsatlarının tarih ve sayısı bilinemiyorsa, hangi inşaata karşı davanın açıldığı, adres gösterilerek gösterilmişse, davanın konusunu gösterme bakımından bu yeterlidir.

İdari işlemlere karşı açılacak davalarda, davanın konusu, davacının sadece menfaatinin ihlal edildiği kısımdır. Yani işlemin bütün değil, sadece ilgili kısmıdır. Örneğin, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü maden mühendisi ilanında bulunmuş, özel şartlar diye 252 koduna uygun olmak diye bir hüküm belirtilmiş . Kılavuzdaki 252 kodunda, erkek olmak şartı yer almakta ve davacı da kadın ise; bu durumda maden mühendisi alımı işlemine karşı değil; maden mühendisi alımına ilişkin işlemin özel şartlar kısmındaki 252 koduna atıfta bulunulan kısmına karşı dava açılmalıdır. 252 kodunun iptalini de değil; çünkü bazı hususlarda o 252'ye yapılan atıf doğru ve yerinde olabilir. Yani 252'nin kendisini değil, maden mühendisi alımına bu şartı ekleyen hükmü iptal etmek lazım. İptal davalarında örneğin bir yönetmeliğin tamamının iptalini isteyebilmek için bütün maddelerine ilişkin bir gerekçe, bir bağlantı kurulması gereklidir. Yönetmeliğin kısmı davacının menfaatini ihlal ediyorsa sadece o kısmın iptalini istemesi gerekli ve yeterlidir. Sadece, ilgili kısmın iptali nedeniyle bütün yönetmelik uygulanamayacak haldeyse, bu gerekçeyle yönetmeliğin tamamının iptalinin istenmesi mümkündür.

İdari işlemlere karşı açılan iptal davalarında, o işlemin dayanağı olan diğer idari işlemlerin de dava konusunda gösterilmesi gerekliliktir. Örneğin bir imar ruhsatına karşı dava açılacaksa, ruhsatın dayanağı olan imar planının ilgili kısmına karşı da dava açılmalıdır, aksi halde taleple bağlılık gerekçesiyle mahkeme, ruhsatın hukuka uygunluğunu ilgili mevzuat çerçevesinde yapacak ve ruhsat işleminin sebebi olan imar planındaki hukuka aykırılığı iptal edemeyecektir. Uygulamada dava konusunun bu örnekte olduğu gibi eksik gösterilmesi sebepleriyle, idari yargı mercileri hak kaybı oluşmasın diye İYUK madde 7/4’ü gerekçe göstererek, dayanak olan genel düzenleyici işleme karşı dava açılmasa bile dava konusu işlemi bir üst norma uygunluk bakımından ve genel olarak hukuka uygunluk bakımından değerlendirip iptal edebilmektedirler.

Tam yargı davasında idari tasarruflar sebebiyle uğranılan zararlar maddi tazminat ve manevi tazminat talepleriyle giderilmeye çalışılır. İdari yargıda tam yargı davasının konusunu oluşturan miktar hakkında uygulamada çok sayıda sorunla karşılaşılmaktadır. Özellikle dava dilekçesinde miktar belirtme zorunluluğu sebebiyle, davacı dilekçede zararının miktarını yazıyor ama dava beş yıl kadar sürünce enflasyon sebebiyle paranın değerindeki düşüş davacının aleyhine sonuç doğurabilmektedir. Yine, davacının dilekçede talep ettiği miktar dava sürecinde bilirkişilerce farklı tespit edilebilmesi sebebiyle davacının mağduriyet hissi oluşabilmekte idi. Kanun koyucu İYUK madde 16/4’de ıslahla ilgili düzenleme yaptı:

4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.

Buna göre dava açılırken bir miktar gösteriliyor ama bu miktar daha sonra nihai karar verilinceye kadar ıslah edilebilmektedir. İdari yargıdaki ıslah Hukuk Muhakemeleri Kanunu'ndakinden farklı olarak zarar miktarının başta bilinememesi veya tespit edilememesi gibi bir kurala bağlanmamıştır. Yani idari yargıda hiçbir kurala bağlı olmadan, nihai karar verilinceye kadar her zaman, herhangi bir sebep göstermeksizin bir defaya mahsus olmak üzere dilekçeyle ıslah talep edebilir. Anca tam yargı davalarında nispi harç alındığından ıslah dilekçesi ile harç da hesaplatılıp verilmelidir.

Islah, idarî yargıda daha önce kabul edilmeyen bir usuldü. Dava hangi miktarda açılmışsa, mahkeme o miktarla bağlıydı. Problem şu; tam yargı davalarında davayı açacağınız miktar üzerinden harç ödüyorsunuz. Örneğin bir kararda bir çocuk doğduğunda topuğundan kan alınarak tahlil yapılması gerekiyormuş. Doktorlar ve hemşireler bunu yapmamışlar ve çocuk felç olmuş. Geç teşhis nedeniyle hayatı boyunca hareket edemeden yaşayacak. Çalışma gücünü %100 kaybetmiş, sadece nefes alıp veriyor. Çok büyük bir zarar ama avukatlar 10.000 TL maddidtç ve 10.000 TL manevi tazminat istemişler. Bilirkişi, 286.950 TL zarar tespit ediyor ama 10.000 TL istendiğinden mahkeme 10.000 TL'ye hükmediyor. Ne olacak? İkinci bir dava açması mümkün değil. Fazlaya ilişkin hakları saklı tutup sonradan dava açması mümkün değil. Başta açamamasının nedeni harç yatırma mecburiyeti. 1.000.000 TL tazminat isterseniz, mahkeme de 10.000 TL'ye hükmederse, 10.000 TL'yi kazanmış ve 990.000 TL'yi kaybetmiş sayılıyorsunuz ve karşı tarafa vekalet ücretini 990.000 TL üzerinden ödüyorsunuz, yargılama masrafları sizin üzerinizde kalıyor. 10.000 TL üzerinden de avukatlık ücreti ve yargılama masraflarını kazanıyorsunuz. Davayı kazanmanıza rağmen aldığınız miktar masraflara yetmiyor. Dolayısıyla dehşetli bir mahkeme sistemi var. Bu, mahkemeye erişim ve adil yargılanmayı etkileyen bir şey. AİHM kararlarından sonra bu noktada ıslah müessesesi hukukumuza geldi. Bilirkişi raporunu bekliyorsunuz, rapor geldikten sonra dava konusu miktarı rapora göre ıslah edebiliyorsunuz. Belki bilirkişi raporu da eksik, daha yükseğe de çıkabilirsiniz. Yavaş yavaş idarî yargıda milyonluk tazminatlar çıkmaya başladı. Eskiden bu kadar tazminat çıkmazdı, mevzuatın getirdiği imkan sayesinde tazminata ilişkin yeni gelişmeler oldu.

6.1. İptal Davasının Esastan İncelenmesi

Dosya tekemmül ettikten sonra mahkeme re’sen tahkik yetkisini de kullanarak dava dosyasını esastan incelemeye başlayacaktır. Dava dosyasının esastan incelenmesi safhasında idari işlemlerin iptali davasında mahkeme, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden hukuka aykırı olup olmadıklarını inceleyecek; tam yargı davasında ise idarenin sorumluluğunu gerektirecek bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk halinin bulunup bulunmadığını inceleyecektir. Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim.

6.1.1. Yetki Unsuru

Bir işlemi kimin yaptığı sorusuna verilen cevap yetki unsurunu gösterir. Ancak yetki unsurunu sonuçları açısından düşündüğümüzde;

• Kişi (kim sorusunun cevabı) bakımından,

• Yer (nerede sorusunun cevabı) bakımından,

• Konu (hangi sorusunun cevabı) bakımından ve

• Zaman (ne zaman sorusunun cevabı) bakımından

yetki olmak üzere karşımıza çıkmaktadır.

Yetki unsuruna hakim olan en önemli ilke, yetkide kanunilik ilkesidir. Yetki takdire bağlı bir şey değil, bir bakanlığın yapması gereken bir işlemi bir genel müdür yapamaz. Belediyenin yapması gereken işlemi Cumhurbaşkanı yapamaz. Valinin yapması gereken bir işlemi belediye başkanı yapamaz.

İdari işlemi yetkili olan idare yapmamışsa yetki sakatlığından bahsedilebilir. Yetki sakatlığı halleri:

• Fonksiyon gaspı,

• Yetki gaspı,

• Ağır ve bariz yetki tecavüzü,

• Yetki tecavüzü.

Fonksiyon ve yetki gaspı ibe ağır ve bariz yetki tecavüzü hallerinde idari işlem yok hükmünde kabul edilerek, idari dava açma süresine tabi olmadan her zaman idari yargıda dava konusu yapılabilir. Ancak yetki tecavüzü durumunda, idari işleme karşı ancak süresinde dava açılması halinde idari yargı mercii davayı inceleyebilecektir.

6.1.2. Şekil/Usul Unsuru

Şekil ve usul sakatlığı birbirinden farklıdır. Usul, işlem yaparken uyulması gereken prosedürdür. Şekil ise daha çok işlemin görünümü, dış şeklidir. İdari işlemlerde bir şekil kuralı olarak yazılı olma mecburiyeti var; yazılı değil sözlü yapılmışsa, hukuka aykırılık oluşur. İadeli taahhütlü gönderme mecburiyetiniz var, iadeli taahhütlü göndermemişseniz işlem sakat olur. Kimi işlemlerle ilgili olarak usule ilişkin özel düzenlemeler bulunmaktadır. Disiplin cezalarının verilmesinde bir fiili işlerken suç üstü bile yapılsa, önce soruşturma yapılması, savunma alınması gereklidir. Anayasal bir ilke olan savunma almadan ceza vermişseniz usul bakımından bir sakatlık oluşacaktır. Sadece unsurdaki sakatlıklarda diğer sakatlıklarda olmayan bir özellik var. Şekil/usul sakatlığını Danıştay ikiye ayırıyor:

• Esasa etkili olan ve

• Esasa etkili olmayan şekil/usul sakatlığı.

Esasa etkili olmayan şekil sakatlıklarını idari yargı iptal etmiyor. Yani, idare işlem yaparken esase etkili olmayan şekil kurallarına uymamışsa, bu şekle uymamak ilgili kamu görevlisi bakımından disiplin cezasını gerektirir ama işlemin esasını sakatlamaz.

6.1.3. Sebep Unsuru

Sebep unsuru da idari işlem için “niçin?” sorusuna verilen cevaptır. Bu unsur kapsamında hemen sakatlığa bakılmaz, önce işlemin niçin yapıldığı belirlenir. Daha sonra tespit edilen gerekçeyle ilgili işlemin hukuken yapılabilip yapılamayacağı incelenmektedir. Bu incelemede sebebin iki boyutu var:

• Maddi sebep,

• Hukuki sebep.

Mesela kişi 3 gün işe gelmedi diye bir disiplin cezası verilmiş. 3 gün gelmemek maddi olay. Kişi aslında 3 gün gelmiş, fakat yine de gelmedi diye disiplin cezası verilmişse maddi bakımından sebep sakatlığı vardır. Geldi fakat zabıt tutmuşlar. 3 gün işe gelmeme durumun var ama mazeret de varsa, örneğin kişi tutuklanmışsa, kaza geçirip hastaneye gitmişse, üç gün gelmeme maddi olay olarak gerçekleşmiş ama mazeretler hukuki olarak kişi disiplin cezasından kurtarabilmektedir. Dolayısıyla geçerli bir mazeret bulunduğu halde 3 gün işe gelmedi diye disiplin cezası verilirse hukuki sebep sakatlığı oluşacaktır.

6.1.4. Konu Unsuru

Konu unsuru idari işlemin ortaya çıkardığı hukuki sonucu ifade etmektedir. Örneğin, kanunda yazan disiplin suçlarını işleyen memurlara yine kanundaki cezaların verilmesi gerekir. Mesela 2 gün işe kendi iradesiyle gelmeyen memura, konu olarak aylıktan kesme cezası verilmesi gerekirken meslekten çıkarma cezası verilmişse konu sakatlığı vardır. Yani verilmesi gerekenden daha ağır bir ceza verilmiş.

6.1.5. Maksat Unsuru

Maksat sakatlığı, idarenin yaptığı her şey kamu yararınadır karinesinin aksini ispata dayanıyor. Diğer unsurlarda böyle bir karine yok. Dolayısıyla maksat unsuru kural olarak sakat değilama tersi ortaya konulabiliyorsa sakat olmaktadır. Yani kamu yararı yerine siyasî amaç güdülmüşse, malî amaç güdülmüşse, birine zarar verme amacı güdülmüşse ve bunlar hayatın olağan akışından hareketle veya başka şekillerde ispat edebilebiliyorsa maksat unsurunda sakatlık var demektir.

6.2. Tam Yargı Davasının Esastan İncelenmesi: Kusurlu ve Kusursuz Sorumluluk

Tam yargı davasının gerekçelerine gelecek olursak; idarenin sorumluluğu kusurlu sorumluluk, kusursuz sorumluluk diye ikiye ayrılıyor. İdarenin bu sorumluluk sebeplerinin esas gerekçesi, tam yargı davasının tazminat gerekçeleri olması, mahkemenin hüküm gerekçeleri olmasıdır. Kusursuz sorumluluk halleri, idarenin kusuru olmasa bile ortaya çıkan sonuçtan ötürü sorumluluğunu getiren hallerdir. Bunlar, tehlikeli işlerdeki sorumluluk, terör olaylarından kaynaklanan sorumluluk, kamu külfetleri karşısında eşitlik gibi durumlardır.

Kusurlu sorumluluk ise idarenin bir hizmet kusurundan kaynaklanan tam yargı davalarında söz konusu olabilmektedir. Hizmet kusuru, idari faaliyetlerin hiç işlememesinden, geç işlemesinden, kötü işlemesinden kaynaklanan zararlarda söz konusudur.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargıda dava konusu üzerinde durulmuştur. Özellikle idari davalardan iptal davasının konusu idari işlemlerin iptali, tam yargı davalarının konusu olan idari tasarruflardan kaynaklanan zararların tazmini konuları açıklanmış ve mahkemelerin bu dava konularının hukuka uygunluk denetiminde hangi içeriklerin nasıl denetleyeceği ele alınmıştır.

Klasik Sorular:

1.

İptal davalarının konusunu kısaca açıklayınız.

2.

İcrai idari işlemin özellikleri nelerdir?

3.

İdarenin sorumluluk sebepleri nelerdir? Kısaca açıklayınız.

4.

İdari işlemlerin hukuka uygunluğu içerik olarak hangi unsurlar yönünden denetlenir?

5.

Sosyal risk kavramını açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargıda dava konusu olamaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Hazırlık işlemleri

(B) Disiplin cezaları

(C) Atama işlemleri

(D) İdari sözleşmeler

İhale işlemleri

Cevap-1 :

Hazırlık işlemleri


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi idari işlemin unsurlarından biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yetki

(B) Kusur

(C) Şekil

(D) Konu

Maksat

Cevap-2 :

Kusur


Soru-3 :

İdarenin kusurlu sorumluluğu ile ilgi aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Hizmet kusuru esasına dayanır

(B) Hizmetin kötü işlemesinden kaynaklanır

(C) İdarenin kasten zarara sebep olması gerekir

(D) Hizmetin hiç işlememesinden kaynaklanır

Hizmetin geç işlemesinden kaynaklanır

Cevap-3 :

İdarenin kasten zarara sebep olması gerekir


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi idarenin kusursuz sorumluluk hallerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Riskli faaliyetin varlığı

(B) Fedakarlığın denkleştirilmesi

(C) Tehlike ilkesi

(D) Sosyal risk ilkesi

(E) Üçüncü kişinin ediminden sorumluluk

Cevap-4 :

Üçüncü kişinin ediminden sorumluluk


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdarenin aldığı tüm kararlara karşı iptal davası açılabilir

(B) İdarenin tasarruflarından dolayı kasten zarar vermemiş olsa bile kusur sorumluluğu bulunabilir

(C) İdari işlemlerin iptali için unsurlardan birinin hukuka aykırı olması yeterlidir

(D) Tüm idari tasarruflara karşı iptal davası açılabilir

İptal davasının konusu idari işlemin iptali talebidir

Cevap-5 :

Tüm idari tasarruflara karşı iptal davası açılabilir


7. Dava Süresi




Kazanımlar

İdari yargılama hukukunda dava açma süresini tanıma

İdari yargılama hukukunda dava sürelerinin durmasını tanıma

İdari yargıda dava sürelerinin hesaplanmasını tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari yargıda geçerli olan dava süreleri üzerinde durulacaktır. Bu bakımdan öncelikle dava türlerine ve idari tasarruflara göre genel dava açma süresi açıklanacak ve bu süreyi etkileyen hususlar ele alınacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargıda dava sürelerinin yargılama usulündeki işlevi nedir?

2) İdari yargıdaki genel dava açma süresi ne kadardır?

3) Vergi davalarında genel dava açma süresi ne kadardır?

4) Tam yargı davalarındaki süreleri açıklayınız.

5) Sürelerin durması müessesesini İYUK madde 11 çerçevesinde kısaca açıklayınız.

Anahtar Kavramlar

• Dava süresi

• Sürelerin durması

• Adli tatil

• Sürelerin hesaplanması

• Zımni ret

Giriş

İdari yargıda dava açma süreleri idari davalar ile vergi davaları için ayrı ayrı öngörülmüş olup, genel dava açma süresi idari davalar bakımından 60 gün, vergi davaları bakımından 30 gündür. Ayrıca kamulaştırma kanununu gibi bazı özel kanunlarda bu sürelerden farklı ve daha kısa dava süreleri de öngörülebilmektedir. Tüm bu dava süreleri kamu düzeninden olup, yargılamanın her aşamasında tarafların ileri sürme hakkı olduğu gibi hakimin de re’sen dikkate alması zorunluluktur. Süresinde açılmayan bir davada nihai hüküm verilmişse, süreye ilişkin kural kanun yolları aşamasında bozma sebebidir.

İdari yargıda idari işlem ve idari eylemler bakımından aynı dava açma süresi (kural olarak 60 gün) öngörülmesine rağmen sürelerin başlangıcı bakımından farklılıklar vardır. Ayrıca iptal davaları bakımından işlemi yapan merciin üst makamı varsa bu makama yoksa işlemi yapan mercie dava konusu işlemle ilgili olarak yapılan geri alma, kaldırma, düzeltme veya değiştirme başvuruları başlamış olan dava açma süresini durdurucu etkiye sahiptir.

İdarî yargılama usulünde süreler kamu düzeninden olup diğer yargılama usullerine göre, 60 günlük, 30 günlük, 15 günlük, 7 günlük süreler olmakla çok kısadır.

Davanın esasına girilmeden önce, süresinde dava açılıp açılmadığının incelenmesi gerekiyor. Süre ayrıca, tebellüğ tarihi veya tebliğ tarihi başlığı altında, dava dilekçesinde gösterilmesi gerekiyor. Doğrusu, tebellüğ tarihidir, yani sürelerde işlemin tebliğe çıkartıldığı tarih değil, işlemin muhatabın eline geçtiği tarihin esas alınması gerekir. Dolayısıyla bu durumun da dilekçede belirtilmesi dava süresinin hesabında büyük önem taşımaktadır. Ayrıca tebellüğ tarihi davanın konusunda belirtilen, işlemin tarihinden farklı bir tarih olmak zorunda olduğundan dilekçede ayrıca belirtilmesi gerekmektedir.

Sürelerle ilgili temel düzenlemeler İYUK madde 7 ve 8’de yer almaktadır:

Madde 7 – 1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.

2. Bu süreler;

a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,

b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği;

Tarihi izleyen günden başlar.

3. Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün sonra işlemeye başlar.

4. İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.

Madde 8 – 1. Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar.

2. Tatil günleri sürelere dahildir. Şu kadarki, sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar.

3. Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.

İYUK 7. maddenin 1. fıkrasında düzenlendiği üzere; “Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.” Demek ki dava açma süresini İYUK'un bir maddesi önce genel olarak belirliyor. Sonra çeşitli kanunlarda özel süreler; Kamulaştırma Kanunu'ndaki 30 gün gibi öngörülmektedir.

Anayasanın 40. Maddesi: "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır" demek suretiyle dava açma sürelerine ilişkin özel durumların hak kaybına engel olmayı amaçlamıştır. Yani idari yargıdaki genel dava açma süresi olan 60 günden farklı bir sürenin öngörülmüş olması durumunda idarenin bu süreyi muhataplara bildirmesi bir zorunluluktur; aksi halde kanunlarda özel süreler öngörülse bile genel dava açma süresinde davanın açılabilme imkanı vardır.

İdari bir işlem yapıldığı zaman bu işleme göre pozisyon alanlar, bundan yararlananlar, bu işleme güvenerek çeşitli yatırımlarda bulunanlar, davranışlarını, ileriye yönelik planlarını bu işleme göre yapanlar var. Dolayısıyla idarenin yaptığı işlemlerin bir istikrarının bulunması gereklidir. Yani her an dava konusu yapılarak iptal edilememesi lazımdır. Yapılmış olan işlemin seneler sonra iptal edilip, baştan itibaren bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasının her zaman mümkün olamaması gereklidir. Yani idari işlem sakat da olsa hukuki belirginlik ihtiyacına binaen her zaman dava konusu olamamalıdır. İşte bu zorunluluklar idari yargıda davaların kısa sürelere bağlanması ile giderilmektedir. Ancak belirlenen bu dava açma süreleri muhatapların dava açabilmesini imkansızlaştıracak halde olmamalıdır.

7.maddenin 4.fıkrası gereğince genel düzenleyici işlemlere karşı yayım tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılabileceği gibi genel düzenleyici işlemin uygulaması niteliğinden olan her birel işlem ile tekrar dava açma süresi canlanır. Bir genel düzenleyici işleme dayalı olarak yapılan birel işlemin hukuka aykırılığı iddiası karşısında, madde 7/4’e göre sadece genel düzenleyici işlem, sadece birel işlem veya hem genel düzenleyici işlem hem de birel işlem ikisi birlikte 60 gün içinde dava konusu yapılabilir. Uygulamada yargı mercileri sadece birel işleme karşı açılan davalarda dayanak genel düzenleyici işlemin hukuka uygun olmadığı kanaatine ulaşmışlarsa, genel düzenleyici işleme karşı dava açılmamasına rağmen genel düzenleyici işlemi ihmal ederek doğrudan kanuna ve hukuka uygunluk denetimi yapmakta ve birel işlemi iptal edebilmektedir. Bu duruma ihmal müessesesi denilmektedir.

İdari işlemlere karşı iptal davası açılacağı zaman dava süresi işlemin tebellüğünün ertesi gün 1. gün olacak şekilde başlıyor. Ayın 13’ünde tebellüğ ettiniz, 13’ü 1. gün olmuyor, yani 14’ü 1. gün oluyor. Sürenin hesaplanmasında cumartesi-pazar ve tatil günleri de sayılıyor. Ancak cumartesi-pazar veya resmi tatil günlerinde biterse, süreler ilk mesai günü bitimine kadar uzuyor.

İYUK madde 11’de dava açma süresinin durması düzenlenmiştir:

1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

2. Otuz gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.

Buna göre idareye karşı dava açmadan önce, dava konusu işlemin bir daha gözden geçirilip kaldırılmasını, geri alınmasını, değiştirilmesinin talep edilmesi halinde dava açma süresi durmaktadır. Sonra durmuş olan süre, kaldığı yerden tekrar başlayıp devam ediyor. Ayrıca bu müessesenin işlemesi için üst makama başvurma zorunluluğu da vardır. Üst makam yoksa, işlemi yapan makama başvurulmalıdır. Yani sürenin durabilmesi için başvurulan makamın da doğru olması gereklidir. İdareye yapılan başvuru üzerine, idare 30 gün sessiz kalırsa, zımnî olarak işlem reddedilmiş sayılmakta ve 30. günden sonraki gün, süre kaldığı yerden tekrar devam etmektedir. Bu maddeye göre, daha fazla bekleme imkânı yoktur; idare kesin olmayan cevap verse bile beklenemez; yani 10. maddedeki bekleme süre bu maddede yoktur. Ancak önemle belirtilmelidir ki idari yargıda dava açma süresi, zorunlu idari başvuruların bulunduğu durumlarda ilk işlemin tebellüğ tarihinden itibaren başlamaz.

İdari işlemlerden kaynaklanan tam yargı davasında da dava açma süresi 60 gündür. Yalnız bu durumda işlemin tebellüğ tarihinden farklı olarak süreyi başlatan çoğunlukla işlemin icrası gibi bir hukuki olgudur. Yani idari işlemlerden kaynaklanan tam yargı davalarında zarar işlemin bizzat kendisinden kaynaklanıyorsa, dava süresi tebellüğ tarihinden itibaren, zarar işlemin icrasından kaynaklanıyorsa, dava süresi icra tarihinden itibaren başlayıp yine 60 gündür.

İdari eylemlerden kaynaklanan tam yargı davalarında süre İYUK madde 13’de düzenlenmektedir:

1. İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.

2. Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.

Buna göre idari eylemden kaynaklanan tam yargı davası açmak için, eylemin öğrenildiği tarihten (zararın öğrenildiği veya zarara sebep olan eylemin idareye izafe edildiği tarihten) itibaren 1 yıl içinde, her halükarda eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde kalmak üzere idareye başvurulur ve idarenin cevabı üzerine 60 gün içinde tam yargı davasının açılması gerekir. Yani idari eylemlerden kaynaklanan davalarda da dava açma süresi 60 gündür. Buradaki 1 ve 5 yıllık idareye müracaat içindir, müracaattan sonra dava açma süresi, idarenin cevabını tebellüğ tarihinden itibaren 30 gün cevapsız bırakması halinde zımnî ret tarihinden itibaren 60 gündür.

Kanunda eylem tarihi yazmasına rağmen, Danıştay hak kaybını önlemek için 'zararı ve faili öğrendiği tarih' şeklinde yorumluyor. Danıştay’ın bu yorumu ile eylem tarihinden itibaren 10 yıl, 15 yıl sonra eylemden kaynaklanan tam yargı davası açılabilmesine imkan oluşmaktadır. Zira burada kanunun lafzının felsefi açıdan değerlendirilerek, "Tahammül edilemezlik kriteri" çerçevesinde hukuku korumak için geniş yorumlanması söz konusudur.

8. maddenin 3. fıkrası çalışmaya ara verme zamanını düzenliyor: “Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.” İYUK madde 61"... her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuzbir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler." Düzenlemesine yer vermektedir. Yani çalışmaya ara verme süresi 31 Ağustos’ta bitip 1 Eylül’de yedi günlük süre işlemeye başlayacaktır.

Örnek Danıştay Kararları

1) Kararın ilgili kısmı şu şekildedir :“... davacı tarafından adli yargıda yaptırılmış bir tespit ve özelleştirme sonrası araç muayene istasyonlarının devredildiği şirkete yapılmış ihtarnameler bulunduğu, bu çerçevede yapılan tespit ve gönderilen ihtarnamelerin dava konusu Yönetmeliğin uygulaması niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla, davacının adli yargı makamlarında yaptırdığı tespit üzerine açtığı davada süreaşımı bulunmamaktadır.”

Davacı adlî yargıda araç muayene istasyonları yönetmeliğine karşı bir tespit yaptırmış ve ihtarnameler göndermiş. Sonra da dava açmış. Burada Danıştay ilginç bir karar veriyor ve diyor ki, "Adlî yargı makamlarında yaptırdığı tespit üzerine açtığı davada süre aşımı bulunmamaktadır." Yani adlî yargıya gidip bir dava açmasını adeta genel düzenleyici işlemin uygulama işlemi gibi almış. Aslına bakarsanız hiç ilgisi yok. Uygulama işlemi ne demek? Kendisine karşı o yönetmeliğe dayanılarak işlem yapıldığında süreyi başlatması demek. Ama ne yapıyor? Dava açabilme imkanını daha geniş algılıyor. Adlî yargıda neden tespit yaptırmış? Dava açmak için yaptırmış. Dolayısıyla bu tarihten itibaren başlar, demiş. Tespit ne anlama geliyor? Adlî yargıda yaptırdığı tespitle hukuka aykırılığın olduğunu kendi kendine öğrenmiş oluyor. Sadece soyut olarak bakmıyor, gerçekte burada bir durum var mı diye bakıyor. Bakın burada da adlî yargıda yaptırdığı muameleyi adeta bir idarî işlem olarak algılıyor. Bu, mantıkla kolay anlaşılabilecek bir şey değil, bakış açısıyla anlaşılabilecek bir şey değil. Uysa da uymasa da ben bu konuların dava konusu yapılabilmesini kabul etmek durumundayım. Çünkü burada dava konusu olabilmesi önemlidir. Bir idarî işlem yok ama adlî yargıda yaptırdığım muamele, sakatlığı anlama bakımından bir hukuki muameledir, ben buradaki idari işlemi bir hukuki muamele olarak algılıyorum, şeklinde bir bakış açısı. Yapan İdare veya idari yargı değil, adlî yargı talep üzerine tespit yapmış. Bunu bir uygulama işlemi olarak sayıyor. 60 gün içinde hem yönetmeliğe karşı dava açma imkanı veriyor.

3) Bir başka kararda ise Kamu Konutları Yönetmeliği kapsamında kamu konutlarında yakıt karşılığı alınacak parayı her yılın Mayıs ayı sonuna kadar tespit ediliyormuş. Kişi bir noktada dava açmış. Buradaki mantık şu, sürekli olarak Kamu Konutları Yönetmeliği her ay yakıt parası alınırken uygulandığına göre her biri bir uygulama işlemidir ve her zaman bunlara karşı dava açılabilir. Yeni yakıt bedeli, mayısta yönetmelikle belirlenmiş. Belirleme üzerinden 60 gün de geçti. Yargı, her yakıt bedeli tahsilinde bu uygulandığı için buna karşı dava açma süresi hiç bitmez, diyor. Kararda da: “Bu durumda, Kamu Konutları Yönetmeliği kapsamındaki konutların yakıt ihtiyacı her yılın Mayıs ayı sonuna kadar tespit edildiğine ve davacı da bu Yönetmelik kapsamındaki bir lojmanda oturduğuna göre, bu konutlarda oturanlar bakımından sözkonusu Yönetmelik hükmünün devamlı olarak uygulandığı sonucuna varılmıştır. Buna göre, kapsamında bulunan konutlarda oturanlara devamlı olarak uygulanan bir Yönetmelik kuralına karşı 3.4.2006 tarihinde açılan davanın esasının incelenmesi gerekirken, davanın süre yönünden reddinde hukuka uyarlık bulunmamıştır.” Fakat idari yargı arsa - emlak vergi değerlerine karşı açılan davaları süreden reddediyor. Bedel komisyonca tebligattan aylar önce belirleniyor, size uygulandığında komisyon kararına karşı dava açtığınızda bu davaları süreden reddediyor.

4) Bir başka kararda ise; kişiye taahhütlerini yerine getiremediği için 1 yıl süreyle ihaleye katılma yasağı verilmiş ve Resmi Gazete'de de bunu yayınlanmış. İlgili, Resmi Gazete'deki yayından haberdar olmamış. Başvurduğu bir ihalede, yasaklı olduğu için ihaleye kabul edilmediğinde haberdar olmuş. Bunun üzerine dava açabilir mi? Çok mantıklı olarak Danıştay diyor ki, bu işlemin Resmi Gazete'de yayını zorunlu olmadığı için öğrendiği tarihten itibaren açabilir . Bunda Resmi Gazete'de yayınlanması fazladan bir şeydir. Kişi "ben Resmi Gazeteden öğrenmedim, ihaleye başvurduğumda reddedilmesi üzerine öğrendim" diyorsa dava açma süresinin başlangıcını öğrendiği tarih kabul ediyor. Resmi Gazete yayınını kabul etmiyor. Öğrenme tarihi ile ilgili olarak şu şekilde problemler var. Mesela, Çeşme Limanı özelleştirilmesine karşı bir dernek dava açıyor. Diyor ki "ben bunu İzmir'de yayınlanan yerel gazetenin şu tarihli sayısından itibaren öğrendim." Dava açan derneğin daha önce öğrendiğine dair bir iç yazışmasını, karar defterindeki bir muamelesini herhangi İdareye verdiği bir şikayet dilekçesi bulunursa işlemi daha önce öğrendiği gerekçesiyle dava süre aşımından reddedilecek. Dernek diyor ki, ben bu tarihten itibaren öğrendim. Yargı da aksi ispatlanmadıkça bu tarihte öğrendiğini kabul ediyor. Aksi nasıl ispatlanır? Örneğin; davacı tarafından konuya ilişkin bir idareye dilekçe verilmesi, derneğin bir yönetim kurulunda kararı öğrendiğini belirttiği tarihten 2-3 ay önce söz konusu özelleştirmeye karşı dava açma kararı alınması gibi şekillerle davacının daha önce öğrendiği ispat edildiğinde esasa girmeden süre aşımı yönünden reddedilir. Bir özelleştirmede böyle oldu. Karar düzeltme aşamasında dava süreden reddedildi. Danıştay özelleştirmeyi iptal etmişti, dava açan derneğin daha önce öğrendiğini ispat eden belgelere ulaşınca, karar düzeltme aşamasında iptal kararından geri dönerek davanın süre yönünden reddine karar verdi.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargıda dava açma süreleri üzerinde durulmuştur. İdari yargıda iptal ve tam yargı davaları için 60 günlük genel dava açma süresinin öngörüldüğü fakat bu sürelerin başlangıçlarının farklı düzenlendiği üzerinde durulmuş, idari davalarda süreler üzerinde etkili olan durumlar ile iptal davalarında dava açma süresini durduran hallerden bahsedilmiştir.

Klasik Sorular:

1.

İdari yargıdaki dava açma sürelerinin kamu düzeninden olmasının sonuçları nelerdir?

2.

İdari yargıdaki genel dava açma sürelerini kısaca açıklayınız.

3.

İdari yargıda sürelerin hesaplanmasındaki temel esaslar nelerdir? Kısaca açıklayınız.

4.

İdari yargıdaki özel dava açma sürelerine örnekler veriniz.

5.

Tam yargı davalarında dava süresinin başlangıcını işlemler ve eylemler bakımından farklı farklı açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari davalardaki genel dava açma süresidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) 60 gün

(B) 30 gün

(C) 1 yıl

(D) 5 yıl

2 ay

Cevap-1 :

60 gün


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi vergi davalarındaki genel dava açma süresidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) 60 gün

(B) 30 gün

(C) 1 yıl

(D) 5 yıl

1 ay

Cevap-2 :

30 gün


Soru-3 :

Dava süresi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Takdiridir

(B) Yol göstericidir

(C) Kamu düzenindendin

(D) Her zaman 60 gündür

Sadece davacıyı bağlar

Cevap-3 :

Kamu düzenindendin


Soru-4 :

İdari eylemden kaynaklanan tam yargı davalarının süresi şağıdakilerden hangisidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) 1 yıl

(B) 2 yıl

(C) 5 yıl

(D) 30 gün

(E) 60 gün

Cevap-4 :

60 gün


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi dava açma süresini durdurur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İşlemin uygulanması

(B) İşlemin değiştirilmesi

(C) İşlemin geri alınması

(D) İşlemle ilgili idare başvurulması

İşleme karşı dava açılması

Cevap-5 :

İşlemle ilgili idare başvurulması


8. İlk İnceleme




Kazanımlar

İdari yargılama hukukunda ilk incelemeyi tanıma

İlk inceleme konularını tanıma

İlk inceleme üzerine verilen kararları tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde ilk inceleme konuları üzerinde durulacak olup ilk inceleme sonucunda mahkemelerin ne yönde karar verebileceği ele alınacaktır. Daha sonra ilk incelemede dava dilekçesinin kabulü üzerine tarafların karşılıklı dilekçe safahatından bahsedilecektir.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukunda ilk inceleme müessesesini kısaca anlatınız.

2) İdari yargılama usulündeki ilk inceleme konularını sırası ile belirtiniz.

3) İlk inceleme konularına göre hangi kararlar verilebilir?

4) İlk inceleme usulünü kısaca açıklayınız.

5) İlk inceleme üzerine mahkemece verilen kararlara karşı hangi kanun yollarına başvurulabilir? Kısaca açıklayınız.

Anahtar Kavramlar

• İlk inceleme

• Sıra ile inceleme

• İdari merci tecavüzü

• Gönderme

• Davanın reddi

• Dilekçenin reddi

• Hasım düzeltme

Giriş

İdari yargılama usulünde dava dilekçesini alan mahkeme, dilekçeler üzerinden ilk inceleme yapmak zorundadır. İlk incelemeyi mahkeme heyeti değil, mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye gerçekleştirir ve heyete sunar. Kanunda ilk inceleme konuları sırası ile belirtilmiştir. Mahkemeler de ilk incelemeleri yaparken kanundaki bu sıraları dikkate almak zorundadır. Her sıradaki inceleme konusunda problem yoksa bir sonraki konuya dair incelemeye devam edilir. Örneğin, görev ve yetki konusunda sorun varsa ehliyet veya süre konusunda sorun görülse bile inceleme yapılıp karar verilemez, görev ve yetki konusunda verilmesi gereken kararlar ile yetinilmelidir.

8.1. İlk İnceleme Usulü

Görevli ve yetkili mahkeme dava açıldığı zaman diğer nüshalarını karşı tarafa hemen tebliğ etmeden önce dilekçeleri ilk inceleme denilen bir muameleye tâbi tutuyor. İYUK madde 14’de bu husus düzenlenmektedir:

1. Dilekçeler Danıştayda Evrak Müdürlüğünce kaydedilir ve Genel Sekreterlikçe görevli dairelere havale olunur.

2. Bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dilekçeler, evrak bürosunca kaydedilerek ilgili mahkemelere havale olunur. Dilekçe sahibine evrakın tarih ve sayısını gösterir ücretsiz bir alındı kâğıdı verilir.

3. Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

c) Ehliyet,

d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,

e) Süre aşımı,

f) Husumet,

g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,

Yönlerinden sırasıyla incelenir.

4. Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.

5. İlk incelemeyi yapanlar, bu noktalardan kanuna aykırılık görmezler veya daire veya mahkeme tarafından ilk inceleme raporu yerinde görülmezse, tebligat işlemi yapılır.

6. Yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15 nci madde hükmü uygulanır.

İlk inceleme sonucunda ne yönde kararlar verilebileceği de İYUK madde 15’de düzenlenmektedir:

1. Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;

a) 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,

b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,

c) 3/f bendine göre, davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine,

d) 3/g bendinde yazılı halde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut (c) bendinde yazılı hallerde, ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuzgün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine,

e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine,

Karar verilir.

2. Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

3. Dilekçelerin 3 ncü maddeye uygun olmamaları dolayısıyla reddi halinde yeni dilekçeler için ayrıca harç alınmaz.

4. İlk inceleme üzerine Danıştay veya mahkemelerce verilen; bu maddenin 1/a bendinde belirtilen idari yargının görevli olduğu konularda davanın görev ve yetki yönünden reddine ilişkin kararlarla, 1/c bendinde yazılı gerçek hasma tebliğ ve 1/d bendindeki dilekçe red kararları dışında, ilgisine göre istinaf ya da temyiz yoluna başvurulabilir.

5. 1 inci fıkranın (d) bendine göre dilekçenin reddedilmesi üzerine, yeniden verilen dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde dava reddedilir.

Burada alıntıladığımız 14. ve 15. maddeler ilk inceleme ile ilgili düzenlemeyi yapıyor. Biraz yargılamanın standardını belirlemek için, dilekçede eksiklik, şekle aykırılık varsa, dava edilemeyecek bir şey dava konusu olmuşsa, bunu değerlendirerek karşı tarafa gönderiyor veya göndermeden önce bir karar veriyor. Mahkeme gerçekten davayı açan kimse kimliğini tevsik etmiş mi, gerçekten davacı ile ilgili, dava konusu olabilecek bir husus mu, dilekçede eksiklikler var mı gibi hususlara bakıyor ve yargılama uzamasın diye eğer sonradan tamamlanabilecek eksiklikler varsa karşı tarafa tebliğ etmeden dilekçeyi reddediyor ve 30 gün süre veriyor. Böylelikle yargılamanın hızlı başlayıp, hızlı gitmesini ve eksiklik nedeniyle yarıyolda kalmamasını sağlamaya çalışıyor. Talepte bir yanlışlık varsa, sahte belge ve imzalar olmuşsa gibi hususlara ilişkin değerlendirmeler yapıyor.

Görevlendirilen bir hakim dilekçedeki Kanunda belirtilen hususlara bakıyor. Sonra bir rapor (ilk inceleme tutanağı) hazırlıyor. Bu raporu heyete sunuyor. Heyet de bu rapor üzerine karar veriyor. İlk inceleme tutanağında aşağıdaki hususlar yer almaktadır:

• Adli yardım talebi var mı, yok mu, varsa ilk inceleme üzerine bunu da değerlendirecek, heyete sunacak. Adli yardımı hak ediyorsa, harç almadan devam edecek. Adli yardımı hak etmiyorsa, önce talebi reddedecek ve harç yatırılmasını, aksi halde davaya devam etmeyeceğini belirtecek.

• Harç pulu ödenmiş mi,

• Posta gideri ödenmiş mi,

• Baro pulu gelmiş mi,

• Yürütmenin durdurulması isteği var mı yok mu,

• Duruşma isteği var mı,

• Delil tespiti isteği var mı?

Tutanakta incelenen bu hususlardan sonra da, 14. maddenin 3. Fıkrasındaki;

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

c) Ehliyet,

d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,

e) Süre aşımı,

f) Husumet,

g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,

hususlarına ilişkin olarak bent bent inceleme yapılmaktadır.

İlk incelemede sıra isteğe bağlı bir sıra değil; kanundaki bu sıranın birisinde bir problem varsa diğerlerine gidilemiyor. Mesela, idarî mercii tecavüzü ve aynı zamanda yetki problemi var diyelim. Yetkisizlik kararı veriliyor, yetkisizlik kararı verilirken aynı zamanda burada idarî mercii tecavüzü de var mı, süre aşımı da var mı, husumet bakımından düzenleme gerektirecek bir husus var mı diye bakılamıyor. Yani tek inceleme ile bütün ihtimalleri tüketilmiyor. Bu bentlerdeki ilk problem üzerine onun gerektirdiği kararı veriyor ve tekrar dava aynı şekliyle gelirse bu sefer diğer bentlerdeki kararı vermektedir. Bunun temel sebebi; "Mesela yetki yönünden davanın reddi ile dosya yetkili mahkemeye gönderilir. Belki yetkili mahkeme süre aşımı görmeyecek. Belki yetkili mahkeme ehliyet problemi görmeyecek. Dolayısıyla ilk incelemeyi yapan mahkemenin bu dosyada yetki problemi görüyorsa, diğerlerine davaya bakacak mahkemenin karar vermesi daha isabetlidir.”

Sırayla inceleme, 14. maddenin 3. fıkrasının son cümlesinden kaynaklanıyor: "Dilekçeler (sayılan hususlar) yönlerinden sırasıyla incelenir." Buna ilişkin bir mahkeme kararında da ehliyet süre aşımından önce yer aldığı için şöyle karar verilmiştir : “... 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Dilekçeler Üzerine İlk İnceleme" başlıklı 14'üncü maddesinin 3'üncü fıkrasında, sırasıyla incelenecek hususlar sayılmış ve ‘ehliyet’, ‘süre aşımı’ hususundan önce yer almıştır. Bu bakımdan, Mahkemece, ehliyet hususunun süre aşımından önce incelenerek, bu konuda hüküm tesis edilmesi gerekirken, anılan husus aşılmak suretiyle davanın süre aşımı yönünden reddinde isabet bulunmamaktadır.”

İlk inceleme üzerine verilecek kararlar:

• Adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine[1]; idari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine,

• Ehliyetsizlik, idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlemin yolluğu ve süre aşımı hallerinde davanın reddine,

• Davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine,

• Dilekçelerde bulunması gereken hususlara uygun olmayan bir dilekçe ile davanın açılmış olması halinde, otuz gün içinde uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuz gün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçelerin reddine,

• İdari merci tecavüzünün bulunması durumunda, dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine, karar verilir. Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştay’a veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

İlk inceleme konuları ve ilk inceleme üzerine verilecek kararlar ile bunlara karşı başvuru yollarını gösterir şema:

[1] Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.

Adli yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra İYUK madde 9’un birinci fıkrasında yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir

İlk İnceleme Konuları

İlk İnceleme Üzerine Verilecek Kararlar

Başvuru Yolları

Görev ve yetki

Adli yargının alanına giriyorsa davanın reddi

İdari yargının görevli olduğu konularda ise görevli veya yetkili olmayan mahkemeye açılan davanın görev veya yetki yönünden reddedilerek dava dosyasının görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine.

Görev yönünden red kararına karşı var.

Görev ve Yeki yönünden red kararına karşı yok.

 

İdari merci tecavüzü

Dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine

Var

Ehliyet

Davanın reddi

Var

İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken (icrai) bir işlem olup olmadığı

Davanın reddi

Var

Süre aşımı

Davanın reddi

Var

Husumet

Davanın hasım gösterilmeden veya yanlış hasım gösterilerek açılması halinde, dava dilekçesinin tespit edilecek gerçek hasma tebliğine

 

Yok

Dilekçelerde bulunması gereken hususlara uygun olma (İYUK 3 ve 5)

Otuz gün içinde uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak yahut ehliyetli olan şahsın avukat olmayan vekili tarafından dava açılmış ise otuz gün içinde bizzat veya bir avukat vasıtasıyla dava açılmak üzere dilekçenin reddine

Yok

 

8.1.1. Görev ve Yetki

Görev ve yetkiden daha önce bahsetmiştik. Ama özetlemek gerekirse, görev ve yetkide iki tip karar ihtimali var: görevsizlik ve yetkisizlik kararı veriliyor. Adli yargının görevli olduğu durumlarda sadece görevsizlik kararı verilerek dosyadan el çekiliyor. Ama idari yargı içindeki başka bir yargı merciinin görevli olduğuna veya başka yer idari yargı merciinin yetki sahasına giren bir uyuşmazlık olduğuna ilişkin kanaat oluşmuşsa, görev ve/ya yetki yönünden red kararı verilerek dava dosyası görevli ve/ya yetkili mahkemeye gönderilmektedir.

8.1.2. İdari Merci Tecavüzü

Bir işleme karşı dava açmadan önce zorunlu bir idarî müracaat öngörülmüş ise bu yol tüketilmeden dava açılmışsa bu duruma idarî merci tecavüzü denilmektedir. Yani dava açmadan önce, kanun gereği zorunlu bir idarî müracaat var ise bu yolun tüketilmesi gerekiyor. Bu konuda eylemden kaynaklanan tam yargı davası örneği verilebilir. Bunun yanında Kamu İhale Kanunu gibi çeşitli kanunlarda zorunlu idari başvuru yolları öngörülmektedir. Bu zorunlu idari başvuru yolu tüketilmeden dava açılmışsa mahkeme, idarî merci tecavüzü kararı veriyor ve dosyayı ilgili idarî merciye gönderiyor. Dava açılmış saymıyor, mahkemeye yapılan müracaat adeta yanlış yere yapılmış bir idarî müracaat gibi değerlendirilip doğru idareye gönderiliyor. Dolayısıyla dosya kendisine gönderilen idare bir karar verdikten sonra ilgili kişi isterse dava açabilir, isterse açmaz. İdarî merci tecavüzünde de, mahkeme dosyadan elini çekmiş durumdadır.

İdarî merci tecavüzü ancak kanunla zorunlu kılınmış hallerde bu zorunluluğa uyulmazsa gündeme gelebilmektedir. Madde 14-3/(b) bendindeki düzenlemeyle bağlantılı olarak, idari merci tecavüzü halinde ne yapılacağı madde 15-1/(e)'de gösterilmiştir. Madde 14-3/(b)’de ilk incelemede idarî merci tecavüzü açısından bakılacağı belirtiliyor. Madde 15-1/(e)'de de; "3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine” karar verilir diyor. Ayrıca madde 15/2’ye göre “Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir.” İdareye tevdii edildiğinde zorunlu müracaat süresi geçmiş ise, idare, süresinde itiraz etmediği için başvuruyu reddedecektir. Dolayısıyla ilgili de dava açamayacak; açarsa bu sefer süreden reddedilecektir. Mahkeme zorunlu idari başvuru yolu tüketilmeden açılan davada, idareye müracaat süresinin geçip geçmediğine bakmıyor. Sadece idarî merci tecavüzü var mı yok mu, ona bakıyor.

8.1.3. Ehliyet

Ehliyet kapsamında iptal davasında menfaat ihlali olup olmadığına, tam yargı davasında hak ihlali olup olmadığına, ayrıca menfaat ihlali olsa bile dava açabilecek bir kimse mi, kısıtlı mı, vasi tayin edilmiş mi, şirketse şirketi temsile yetkili mi şeklinde tüm bu hususlara bakılmaktadır. Mahkeme ehliyet yokluğuna karar verirse; dava konusundaki haklılığa veya haksızlığa, işlemin hukuka uygunluğuna veya aykırılığına girmeden davayı reddedecektir.

8.1.4. İdari Davaya Konu Olacak Kesin ve Yürütülmesi Gereken Bir İşlem Olup Olmadığı

Madde 14-3/d bendi ve bunun karşılığı da 15/1-b'de, " .. 3/d ... bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine" ifadesi geçiyor. İdarî davaya konu olacak kesin ve yürütülebilir bir işlem olup olmamak demek, işlemin "icraî" olup olmaması, muhatabının hukuki durumunu etkileyip etkilememesi, yürütülebilir olması demektir. Ancak kesin olmayan bazı işlemlerin bile hale ve zamana göre dava konusu olabilecek şartları bulunduğunu kabul eden kararlar var.

8.1.5. Süre Aşımı

Süre aşımı da dava reddini gerektiren bir husustur. Dava süresi geçmişse davada esasa girilmeyip davanın reddedilmesi gerekir. Süre hesaplaması parmak hesabıyla yapılıyor. Son günün tatil gününe gelip gelmediğine bakılıyor. Süreyi durduran, kesen hususlar var mı yok mu buna bakılıyor. Anayasa 40'daki süreye ilişkin bilgi ilgiliye verilmiş mi verilmiş mi ona bakılıyor. Bunlar sonucu süre aşımı ortaya çıkıyorsa, dava reddediliyor. Bir sürenin başlangıcına ilişkin kanundaki düzenlemeler, sürenin bitişini belirlemek içindir. Dolayısıyla süre aşımı probleminde ilk bakılması gereken yer, sürenin ne zaman başladığıdır.

8.2. Tebligat ve Cevap Verme

Tebligat ve cevap verme başlıklı İYUK madde 16 gereği tarafların 30 günlük cevap süresi vardır:

1. Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur.

2. Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez. Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.

3. Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez.

4. Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.

5. Davalara ilişkin işlem dosyalarının aslı veya onaylı örneği idarenin savunması ile birlikte, Danıştay veya ilgili mahkeme başkanlığına gönderilir.

6. Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.

Dava açma süresi 60 gün; Cevap verme süresi ise 30 gündür. 6. maddenin 1. fıkrasında şöyle denilmektedir; "Dava dilekçelerinin ve eklerinin birer örneği davalıya, davalının vereceği savunma davacıya tebliğ olunur." 2. fıkranın ilk iki cümlesi ise şu şekilde: "Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının vereceği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap veremez." Buradaki usul; davacı dava dilekçesini verdikten sonra karşı tarafa gönderilir, davalı cevap verir; davalının cevabı da davacıya gönderilir, davacı bu cevaba cevap verir. Dolayısıyla davacının dava dilekçesi ve davalının savunmasına cevabı olur. Davacının cevabı da davalıya gönderilir, o da cevap verir. Davacının dava dilekçesi, davalının cevabı, davacının cevabı, davalının cevabı. Nihayetinde ikişer dilekçeyle dosya tekemmül edecek. Bu son ikişer dilekçe de taraflara gönderilir. Yani davalının ikinci cevabı da gönderilir; fakat buna cevap verilmez. 2. fıkranın devamında bir istisnasından bahsediyor: "Ancak, davalının ikinci savunmasında, davacının cevaplandırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir." Yani son dilekçede dile getirilmiş ve davacının da bir dilekçe daha verme imkanı olmadığı için cevapsız, karşılıksız kalmış olan bir husus varsa, mahkeme buna cevap vermesi için davacıya süre vererek cevap verme imkanı sunuyor.

3. fıkrada ise şöyle bir düzenleme mevcut: "Taraflar, yapılacak tebliğlere karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde cevap verebilirler. Bu süre, ancak haklı sebeplerin bulunması halinde, taraflardan birinin isteği üzerine görevli mahkeme kararı ile otuz günü geçmemek ve bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. Sürenin geçmesinden sonra yapılan uzatma talepleri kabul edilmez." Buradaki temel mantık da şu; mahkemeler, 30 günlük cevap süresini zorunlu ise haklı gerekçelerle bir defaya mahsus uzatabilir; ama uzatma talebi 30 gün bitmeden istenmelidir. Yani süre uzatımını, süre bitmeden istemesi halinde bir kereye mahsus olarak kabul ediliyor.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargılama usulündeki dilekçeler üzerinde yapılan ilk inceleme usulü, ilk inceleme konuları ve ilk inceleme üzerine verilecek kararlar üzerinde durulmuştur. Ayrıca ilk inceleme sonucunda dilekçelerin kabul edilmesi üzerine davalı idareye dilekçenin tebliği ve karşılıklı dilekçe haklarına ilişkin hususlar ele alınmıştır.

Klasik Sorular:

1.

İdari yargıdaki ilk inceleme konularını kısaca açıklayınız.

2.

İdari yargıda ilk inceleme üzerine hangi tür kararlar verilebilir?

3.

İlk inceleme üzerine verilen kararlara karşı hangi kanun yollarına başvurulabilir?

4.

İlk inceleme usulünü kısaca açıklayınız.

5.

Dilekçe red kararının anlam ve sonuçlarını kısaca açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi ilk inceleme konuları arasında yer almaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Dava türü

(B) Görev

(C) Yetki

(D) Süre

Husumet

Cevap-1 :

Dava türü


Soru-2 :

İlk inceleme usulü hakkında aşağıdakiler ifadelerden hangisi doğrudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Mahkeme başkanı yapmalıdır

(B) Başkan veya görevlendireceği bir üye yapar

(C) Kalem memurları yapar

(D) Zabıt katibi yapar

Bölge idare mahkemesi yapar

Cevap-2 :

Başkan veya görevlendireceği bir üye yapar


Soru-3 :

Dava konucu açık olmayan bir dilekçede ilk inceleme üzerine hangi karar verilmelidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Davanın reddi

(B) Düzeltme kararı

(C) Dilekçenin reddi

(D) Dilekçenin yok sayılması

Dilekçenin kabulü

Cevap-3 :

Dilekçenin reddi


Soru-4 :

Adli yargının görev alanına giren bir dava konusu hakkında mahkeme ilk incelemede hangi kararı vermelidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Davanın reddi ve gönderme

(B) Dilekçenin reddi

(C) Görevli mahkemeye gönderme

(D) Dilekçenin düzeltilmesi

(E) Davanın reddi

Cevap-4 :

Davanın reddi


Soru-5 :

İlk incelemede mahkeme kendisini yetkili görmezse aşağıdakilerden hangisini yapmalıdır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Davanın reddi

(B) Dilekçenin reddi

(C) Dilekçenin kabulü

(D) Davanın reddi ve yetkili mahkemeye gönderilmesi

Dilekçenin düzeltilmesi

Cevap-5 :

Davanın reddi ve yetkili mahkemeye gönderilmesi


9. Yürütmenin Durdurulması




Kazanımlar

İdari yargılama usulünde yürütmenin durdurulmasını tanıma

Yürütmenin durdurulmasının şartlarını ve işlevini tanıma

Yürütmenin durdurulmasının sonuçlarını tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari yargılama usulünde idari işlemlere karşı açılan iptal davaları idare tarafından idari işlemin yürürlüğünü kendiliğinden durdurmayacağından, iptal davasını gören mahkemeden işlemin yürütülmesinin durdurulmasına yönelik taleple bulunulmasını konu alan yürütmenin durdurulması müessesesi üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama yürütmenin durdurulması müessesesinin işlevi nedir?

2) Yürütmenin durdurulmasının şartları nelerdir?

3) Yürütmenin durdurulması sürecini kısaca anlatınız.

4) Yürütmenin durdurulması kararlarına karşı başvuru yollarını kısaca açıklayınız.

5) Yürütmenin durdurulması kararlarının sonuçları nelerdir? Açıklayınız.

Anahtar Kavramlar

• Yürütmenin durdurulması

• İtiraz

• Açık hukuka aykırılık

• Telafisi güç veya imkansız zarar

• Savunma

Giriş

Türkiye’de idari işlemlere karşı açılan iptal davaları ile işlemin icrası/yürürlüğü kendiliğinden durmamakta olup, iptal davasını gören mahkemeden işlemin yürürlüğünün durdurulması için davacı tarafından talepte bulunulması ve mahkemenin de bu talebi değerlendirilerek yürütmenin durdurulması için kanunda aranan şartların gerçekleştiğine yönelik bir kanaate varması durumunda işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermesi söz konusu olabilmektedir. Mahkeme tarafından verilen yürütmenin durdurulması kararları idare tarafından idari işlemin iptaline karar verilmiş gibi bir etki doğurmakta olup, işlem hiç yapılmamış gibi hukuk aleminden tüm sonuçlarıyla mahkemenin işlem hakkındaki nihai kararını verene kadar kaldırılması gerekmektedir.

9.1. Yürütmenin Durdurulması Müessesesi

Yürütmenin durdurulması müessesesi İYUK madde 27’de düzenlenmiştir:

1. Danıştayda veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz.

2. Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz.Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. Sadece ilgili kanun hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez.

3. Dava dilekçesi ve eklerinden yürütmenin durdurulması isteminin yerinde olmadığı anlaşılırsa, davalı idarenin savunması alınmaksızın istem reddedilebilir.

4. Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, 26 ncı maddenin 3 üncü fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar,tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir.

5. Yürütmenin durdurulması istemli davalarda 16 ncı maddede yazılı süreler kısaltılabileceği gibi, tebliğin memur eliyle yapılmasına da karar verilebilir.

6. Yürütmenin durdurulması kararları teminat karşılığında verilir; ancak, durumun gereklerine göre teminat aranmayabilir. Taraflar arasında teminata ilişkin olarak çıkan anlaşmazlıklar, yürütmenin durdurulması hakkında karar veren daire, mahkeme veya hakim tarafından çözümlenir. İdareden ve adli yardımdan faydalanan kimselerden teminat alınmaz.

7. Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar; Danıştay dava dairelerince verilmişse konusuna göre İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarına, bölge idare mahkemesi kararlarına karşı en yakın bölge idare mahkemesine, idare ve vergi mahkemeleri ile tek hakim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine, çalışmaya ara verme süresi içinde ise idare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararlara en yakın nöbetçi mahkemeye veya kararı veren hakimin katılmadığı nöbetçi mahkemeye, kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.

Bir de yürütmenin durdurulması başlığını taşımasına rağmen işlevi çok farklı olan ve İYUK madde 52’de düzenlenen bir müessese var. Madde 52’deki düzenleme kanun yollarında yürütmenin durdurulmasını konu aldığından bu başlık altında değil de kanun yollarını anlattığımız bölümde bu müesseseyi detaylı olarak inceleyeceğiz.

Bir idari işlem yapıldıktan sonra, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren uygulanabilir bir işlem olarak hukuk alemine çıkıyor. Yani idari işlemler hakkında dava açılmadan önce de uygulanabilir bir işlemdir. Örneğin, yıkım kararında idare, 1 hafta sonra yıkacağım dediğinde, tebligatın ulaştığı tarihten itibaren 1 haftalık yıkım süresi başlıyor. Bu işleme karşı dava açılıp yürütmeyi durdurma kararı alınmazsa bir hafta sonra yıkım işleminin uygulanaması gerçekleştirilebiliyor. Dolayısıyla işlem, İdare tarafından yapıldığı andan itibaren icraî, tek yanlı işlem, kamu gücüne dayanan bir tasarruftur.

İdari işleme karşı iptal davanın açılması işlemi kendiliğinden durmuyor, işlem uygulanmaya devam ediyor. Dolayısıyla yürütmeyi durdurma müessesesi ile, yapıldığı anda icraî olan, dava açılmakla durmayan işlem, şartları varsa, yargılama sonuna kadar durmaktadır. Yürütmeyi durdurma ile işlemin hukuk alemindeki uygulanabilirliğini askıya alınıyor. Çünkü mahkeme kararının uygulanabilirliğinin güvence altına alınabilmesi için işlemin bir yerde askıya alması lazımdır. Dava sonucunda işlemin hukuka uygun olduğuna karar verilirse işlem yine uygulanacaktır. Hukuka aykırı olduğuna karar verilirse de zaten zarar vermeden askıya alınmış olan işlem hukuk aleminden kaldırılacaktır. Dolayısıyla yürütmeyi durdurma müessesesinin mantığı dava açılmasına rağmen uygulanabilir işlemlerin uygulanabilirliğini durdurmaktır. Dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulması doğrudan dava açmakla değil de ancak talep etmekle ve mahkemenin bu talep doğrultusundaki bir kararı ile gerçekleşebilmektedir. Bizim sistemimizde idareye öncelik ve üstünlük tanındığı için yürütmenin durdurulması müessesesine ihtiyaç var.

9.2. Yürütmenin Durdurulmasının Şartları

Idari yargıda yürütmenin durdurulması ayrı bir dava türü olmayıp, ancak iptal davası içerisinde söz konusu olabilecek bir talebe dayanmaktadır. Yani yürütmeyi durdurma münhasır bir dava gibi talep edilemeyeceği gibi iptal davası içinde de davacının mahkemeden işlemin yürürlüğünün durdurulması yönünde bir talebi yoksa mahkeme re’sen işlemin yürürlüğünü durduramaz.

Kural olarak yürütmeyi durdurma kararları “davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek” verilebilir.

İdari yargı mercilerinin yürütmeyi durdurma kararı verebilmeleri için bu şartlara ek olarak kanun koyucu İYUK madde 27 iki maddi şart da öngörmektedir: "idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda".

Şimdi bu şartları biraz detaylı olarak ele alalım.

9.2.1. İdari İşlemin Uygulanması Halinde Telafisi Güç veya İmkansız Zararların Doğması

İYUK madde 27/2’de yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesi için iki maddi şarttan bahsediliyor. Bunlardan birincisi, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğacak olmasıdır. Yani işlemin yürütülmesi durdurulmazsa, telafisi güç veya imkansız zararlar doğması durumu. Bu zararlar dava sonunda, işlem iptal edilse bile telafisi mümkün olmayacak zararlardır. Örneğin, yıkım kararı var ise buna karşı açılan davada yürütme durdurulmazsa yıkım işlemi icra edilecek ve bina yıkılacak, dava sonunda yıkım kararı iptal edilse bile yıkılmış bina için artık tazminat dışında bir çare yoktur; binanın geri gelmesi mümkün değildir. Bu şarta göre idari işlemin uygulanmaya devam etmesi durumunda telafisi neredeyse mümkün olmayacak veya çok zor telafi edilebilecek bir durumun gerçekleşecek olması söz konusudur. Dolayısıyla yürütmenin durdurulması müessesesi için işlemin şimdi zarar veriyor olması değil, uygulandığı takdirde telafisi imkansız zarar verecek olması önemlidir.

9.2.2. Açık Hukuka Aykırılık

İdari işlemin yürürlüğünün durdurulabilmesi için gerekli olan ikinci maddi şart, "açık hukuka aykırılık bulunması"dır. Bu şartın lafzen anlaşılamsı kolay olmakla birlikte içeriğini düşündüğümüzde anlaşılması oldukça güçtür. Bu şattaki güçlük, yürütmeyi durdurmanın ancak iptal davası açınca talep edilebilmesi ve daha henüz başlamışken işlemdeki açık hukuka aykırılık sebebiyle verilebiliyor olması ile dava konusu işlemde hukuka aykırılık olup olmadığı da dava sonunda anlaşılabilmesi durumunun çelişmesindedir. Dolayısıyla bu baştaki hukuka aykırılık çok bariz bir biçimde, görünüşte hukuka aykırılığı şeklinde anlayıp, işlemin ayrıntılı olarak incelenmesi ile tespit edilebilen bir hukuka aykırılık olmadığı şeklinde anlayarak bu çelişkiyi çözebiliyoruz.

9.2.3. İdarenin Savunmasının Alınması

Bu şart ancak kanundaki bu düzenlemeyi doğuran sürecin anlaşılması ile net olarak anlaşılabilir. Kanunda bu düzenleme yer almadan önce mahkeme dilekçeyi aldığı anda yürütmeyi durdurma kararı verebiliyordu, idarenin savunmasını beklemeye normalde gerek yoktu. Ancak idarenin savunması alınmadan işlemdeki açık hukuka aykırılık durumun tek tarafın yanıltıcı beyanları üzerine kurulmasının doğurduğu sakıncalar yaşanmaya başlandı. Bunun üzerine yürütmeyi durdurma kararı verilmeden önce idarenin de savunması alınmasının gerekliliği düşünülmeye başlandı. Daha sonra mahkemeler savunma alınıncaya kadar beklemek işlemin uygulanmasından doğacak zararların giderilmesini imkansız hale getirebilir endişesini bertaraf etmek için yürütmenin durdurulması kararı verinceye kadar yürütmenin durdurulması kararı verilmesi gibi bir ara müessese icat etti. Yani mahkemeler kanunda henüz böyle bir ara müesese yokken bunu ihdas etti.

Bunun üzerine kanun koyucu mahkemelerce icat edilen bu ara müessese hakkında madde 27/2’de, "...uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir" şeklindeki düzenleme yapıldı. Yani bu düzenleme ile kanun koyucu mahkemelerin bulduğu usulü kanunlaştırdı. Fakat kanun koyucu müesseseyi kanunlaştırırken içerik olarak da daralttı. Kanun koyucu mahkemelerin ihdas ettiği müesseseyi kısıtlamak için, kendi takdiri dışında mahkemelerin böyle kurallar ihdas etmemesi için bunu kontrollü bir biçimde daralttı. Yani savunma alınmadan da yürütmenin durdurulması verilebilmesini meşrulaştırdı. Ama pratikte, bunu tüm idari işlemlere değil de sadece etkisi tükenecek işlemlere inhisar etti. Dolayısıyla etkisi tükenmeyecek işlemlerde savunma alınıncaya kadar yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesinin önünü kapattı. Ancak kanun koyucu daha sonra madde 27/2’ye "Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz." hükmünü ekledi. Böylece kamu görevlileri hakkında yapılan idari işlemlerde savunma alınıncaya kadar yürütmeyi durdurma kararı verilmesinin önüne geçilmiş oldu. Maddi olarak etkisi tükenmekte olan bir işlem hakkında kanun koyucu "bu işlemler, etkisi tükenir işlem sayılamaz" demek suretiyle etkisi tükenir nitelikte saymamakla savunma alınıncaya kadar yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesine engel oldu.

Sonuç olarak idare yargı mercileri yürütmeyi durdurma talepleri hakkında kural idarenin savunmasını almadan karar veremezler. Ancak uygulanmakla etkisi tükenecek işlemlerin yürütmesinin durdurulması talep edilmişse idareden cevap istemeden, hemen dava dilekçesini alınır alınmaz yürütmeyi durdurma kararı verilebilir. Fakat kamu personeli hakkında tesis edilen atama ve görevlendirme işlemlerinde yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesi için uygulanmakla etkisi tükenir mi, tükenmez mi incelemesi yapılmaksızın mutlaka davalı idarenin savunmasının alınması zorunludur.

9.2.4. Yürütmeyi Durdurma Kararlarında Gerekçe

İYUK madde 27/2’de yürütmeyi durdurmayı güçleştiren önemli bir şart da gerekçe şartıdır:

“Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur.”

Bu şarta göre mahkemelerin yürütmeyi durdurmaya yönelik verdiği kararları gerekçelendirmesi zorunludur. Yani mahkemelerin yürütmeyi durdurma taleplerini reddederken herhangi bir gerekçe yazma mecburiyeti yokken, yürütmeyi durdurma kararı verecekler zaman mutlaka gerekçe yazmaları gerekmektedir. Uygulamada yürütmeyi durdurma kararı verilmesinin önündeki en büyük engel bu şartın bulunmasıdır. Çünkü telafisi güç zararı, açık hukuka aykırılığı gerekçelendirmek kolay değildir.

2. fıkranın son cümlesi ise "Sadece ilgili kanun hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez." şeklindeki düzenlemesi ile bu durumda yürütmeyi durdurma kararı verilmesini yasaklıyor.

9.2.5. Yürütmenin Durdurulmasında Diğer Durumlar

27/5’e göre, “Yürütmenin durdurulması istemli davalarda 16 ncı maddede yazılı süreler kısaltılabileceği gibi, tebliğin memur eliyle yapılmasına da karar verilebilir.” Bu hüküm ile kanun koyucu mahkemeye süreci hızlandırma imkanı vermektedir.

Yürütmenin durdurulmasında teminat alınmasına ilişkin düzenlemeyi içeren 27/6, neredeyse hiç uygulanmayan bir fıkradır.

Maddenin 4. fıkrasında "Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur” şeklinde bir hüküm var. Yani vergi davalarında dava açılmakla tarh edilen yükümlülüklerin tahsili kendiliğinden duruyor. Çünkü bir vergi uyuşmazlığında davacı dava açmışsa, verginin tahsil edilmesinin durmasının herhangi bir zararı yok. Dolayısıyla dava sonucunda vergi iptal edilirse kişinin bir zararı yok, İdarenin tazminat verme yükümlülüğü yok. Eğer vergi hukuka uygun bulunur veya kısmen iptal / kısmen red olursa, o zaman da faizle tahsil imkanı var.

9.2.6. Yürütmenin Durdurulması Kararına İtiraz

27/7’de yürütmenin durdurulmasına itiraz müessesesi düzenlemektedir:

“7. Yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlar; Danıştay dava dairelerince verilmişse konusuna göre İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarına, bölge idare mahkemesi kararlarına karşı en yakın bölge idare mahkemesine, idare ve vergi mahkemeleri ile tek hakim tarafından verilen kararlara karşı bölge idare mahkemesine, çalışmaya ara verme süresi içinde ise idare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararlara en yakın nöbetçi mahkemeye veya kararı veren hakimin katılmadığı nöbetçi mahkemeye, kararın tebliğini izleyen günden itibaren yedi gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere itiraz edilebilir. İtiraz edilen merciler, dosyanın kendisine gelişinden itibaren yedi gün içinde karar vermek zorundadır. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.”

Bu düzenleme ile bir mahkemenin dosyadan henüz elini çekmediği bir davadaki ara kararına karşı başka bir mahkemeye itiraz imkanı getirilmiştir. Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermiş veya yürütmeyi durdurma talebini reddetmiş olması durumlarında, henüz daha dava devamederken, yürütmenin durdurulması talebi hakkındaki verilen karara karşı 7 gün içinde itiraz imkanı bulunmaktadır. İtiraz edildiği zaman, başka bir heyet, başka bir mahkeme yürütmeyi durdurma talebini tekrar değerlendiriyor ve 7 gün içinde karar vererek kararını en geç 15 gün içinde yazıyor. Yani 7+7+15 gün, toplam 29 günde bu süreç tamamlanıyor.

9.2.7. Örnek Danıştay Kararları

1) Bu karar Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğe ilişkindir. Savcıların emirlerini adli kolluk görevlilerinin amirlerine bildirmesi gerekir mi, gerekmez mi tartışması üzerine çıkan bu yönetmelik, adli kolluk görevi yerine getirilirken Vali ve Emniyet Müdürlerini de işin içine katan bir düzenleme yapıyor[1]. Danıştay'a gitmiş. Danıştay 10. Dairesinin konuya ilişkin yaptığı değerlendirmelerden biri şu şekilde: "...Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 157 nci maddesine göre gizli tutulması gereken soruşturma işlemlerini yürüten adli kolluk görevlilerinin hak, yetki ve yükümlülüklerinin yargılama alanına ilişkin olduğu ve yasayla düzenlendiği anlaşılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununda adli kolluk görevi ve görevlileriyle ilgili eksikliliği tespit edilecek konuların yasama organı tarafından yasal düzenleme yapılarak giderilebileceği de doğaldır. Dolayısıyla adli görevi olmayan üstlerinden adli görevleriyle ilgili olarak talimat almayan adli kolluk görevlilerinin adli olaylarla ilgili konuları sıralı amirlerine; Cumhuriyet savcılarının da Cumhuriyet başsavcılıklarına bilgi verme yükümlülüğünün, yargılama alanına ilişkin bir konu olması nedeniyle yönetmelikle düzenlenmesine olanak bulunmamaktadır.” Kararda esas numarası ve tarih var; karar numarası yok. Bu, sadece yürütmeyi durdurma hakkındaki karar. Henüz dava konusunda nihai karar verilmiş değil. Sonuçta diyor ki, "Sonuç olarak adli kolluk görevlilerini, kolluk amirlerini, Cumhuriyet savcılarını, sıralı amirlerine ve Cumhuriyet Başsavcılığına adli olayları bildirmekle yükümlü tutan dava konusu yönetmelik hükümleri; kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı biçimde, ceza soruşturma sürecine ilişkin usul kuralları içermekte; adli makamların görev ve yetki alanlarına ilişkin düzenleme getirmektedir. Aynı zamanda Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 157 nci maddesinde yer alan soruşturmanın gizliliği kuralını da zedeleyecek nitelikteki anılan hükümler, idari düzenleme yetkisinin aşılması nedeniyle yetki yönünden açıkça hukuka aykırı bulunmaktadır.» Burada esasında nasıl karar vereceğine dair ipucu var. Kuvvetler ayrılığına değinilmiş. CMK 157. maddesine girmiş, yetki bakımından değerlendirmiş ve diyor ki, "Yetki yönünden açıkça hukuka aykırı bulunan dava konusu yönetmelik hükümlerinin; anılan düzenlemenin uygulanmasıyla adli makamların görev ve yetki alanının olumsuz etkileneceği, telafisi güç veya imkansız zararlara yol açabileceği sonucuna varılması nedeniyle 2577 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca yürütülmesinin durdurulması gerekmektedir." Kararın sonunda gerekçelendirmiş ve açık hukuka aykırılık ve telafisi güç zarar var yönünde karar verilmiş.

Kararın sonuç kısmında ise; "2577 sayılı İYUK'un 27. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleştiği anlaşıldığından yürütmenin durdurulması isteminin kabulü ile ... fıkralarının davalı idarelerin savunmaları alındıktan ve yasal cevap verme süresi geçtikten sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar yürütülmenin durdurulmasına oy çokluğuyla karar verildi." deniyor. Yönetmeliğin bir fıkrası için; İdarenin savunması alındıktan sonra yürütmenin durdurulması kararı verilinceye kadar yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş. Bir karşı oy söz konusu. Karşı oyda da İdarenin savunması alınmadan yürütmeyi durdurma vermemeliydi değerlendirmesi özelinde değiniyor. "...Buna göre, davalı idarenin savunması alınmadan yürütmenin durdurulması kararı verilmesi mümkün değildir. Davalı idarenin savunması alınmadan yürütmenin durdurulması kararı verilebilecek istisnaî durumlar, anılan düzenlemenin devamında, "Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir." şeklinde belirtilmiş olup, dava konusu düzenleyici işlemin, "yıkım", "sınır dışı etme" gibi uygulanmakla etkisi tükenecek işlemlerden olmadığı da açıktır. Açıklanan nedenle, yürütmenin durdurulması talebinin davalı idarelerin savunmaları alındıktan sonra ve işin esasına girilmek suretiyle incelenmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan davalı idarelerin savunmaları alınmaksızın verilen, yürütmenin durdurulması talebinin savunma alınıncaya kadar kabulü yolundaki çoğunluk kararına katılmıyorum. » Tamamen usulî bir tartışmayla bir karşı oy var. İdare, bir genel düzenleyici işlem yapmış ve adlî kolluk faaliyetleri yapılırken cumhuriyet savcıları yanında valilere de bildirme yükümlülüğü getirmiş. Bu, mahkeme önüne gitmiş. Mahkeme, İdarenin savunması dahi alınmadan yürütmeyi durdurma kararı verilir mi, verilmez mi hususunu görüşmüş. Normalde her davada önce buna bakıyor. Eğer davada İdarenin savunması alındıktan sonra karar verilmesi gereği duyarsa böyle bir karar veriyor ve yargılamaya devam ediyor. Eğer şimdi olduğu gibi yürütmeyi durdurma talebinin içeriğine girmeyi gerekli görürse de içeriğine giriyor. Ayrışık oyun, İdarenin savunmasını almamız lazım şeklinde bir görüşü var. İdarenin gerekçesi de şöyle; burada kuvvetler ayrılığını zedeleyen bir düzenleme var. Bu, Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu'na tabi bir soruşturmadır. Dolayısıyla İdare buna ilişkin bir düzenleme yapamaz. Mahkeme de yürütmeyi durdurmaya kabul kararı veriyor. Burada esası tartışılabilir, hiç kuşku yok.

Önce usul bakımdan değerlendirelim. Usul bakımından, telafisi güç veya imkansız zarar görme ve açık hukuka aykırılığı gerekçelendirme ihtiyacı var. Mahkeme burada açık hukuka aykırılığı şu şekilde gerekçelendirmiş: “Yetki yönünden açıkça hukuka aykırı bulunan dava konusu yönetmelik hükümlerinin… ». Telafisi güç veya imkansız zarara ilişkin gerekçe sadece bir kaç satır olmuş ve “...anılan düzenlemenin uygulanmasıyla adli makamların görev ve yetki alanının olumsuz etkileneceği, telafisi güç veya imkansız zararlara yol açabileceği sonucuna varılması nedeniyle » denmiş. İkisini de az veya çok, yeterli veya yetersiz gerekçelendirmiş. Öyleyse Kanunun etkisi burada gözüküyor, mutlaka gerekçelendirmesi lazım. İki unsurun gerçekleştiğini söylemiş. Şimdi diğer noktaya, tartışılan noktaya gelelim. Karşı oyda, önce İdarenin savunmasını alman lazımdı deniyor. Niçin bu karşı oyu söylüyor? Çünkü açık hukuka aykırılık olup olmadığı İdarenin savunması da alınarak değerlendirilmeli yaklaşımı var. Çelişmeli yargılamanın gerektirdiği bir çelişmenin dava dilekçesi ve savunma dilekçesiyle ortaya çıkmasından sonra bu konuda oturup düşünmeniz lazım diyor. Dolayısıyla burada dikkat çeken en önemli problem, en fazla tartışılan nokta açık hukuka aykırılık noktası.

Açık hukuka aykırılık ne anlama geliyor? Olay bazında düşünmeden bu konudaki düşüncelerimi değerlendirmenize sunayım. Açık hukuka aykırılık, davanın davacı lehine veya İdare lehine bitmesi konusunda mahkemenin ihsas-ı rey yapacağı bir hukuka aykırılık değildir. Siz, işlemin içeriğine girer ve işlemin esasında hukuka aykırı olduğuna dair bir gerekçe yazarsanız, davanın devamının anlamı kalmaz çünkü siz esasında kanaatinizi söylüyorsunuz. Burada davanın nasıl sonuçlanacağı belli mi? Esasında belli. Çünkü mahkeme diyor ki; "Kuvvetler ayrılığını ihlal etmişsin, yasamanın alanına girmişsin. Dolayısıyla açık hukuka aykırılık var". Açık hukuka aykırılığın teorik olarak şöyle bir şey olması lazım; burada savcılığın yaptığı soruşturmanın gizliliğini, etkinliğini etkileyebilecek, kullandığı kolluk personeli üzerindeki otoritesini ve onların sevk ve idaresini etkileyebilecek bir husus olma ihtimali bulunduğu için açık hukuka aykırılık var. Böylelikle, burada gerçekte bir hukuka aykırılık var mı yok mu tartışmasına girmiyorsunuz. Bu neden önemli? Çünkü girdiğiniz zaman çelişmeli yargılamanın dışına çıkıyorsunuz. İdarenin savunmasını bile almadan, konu hakkındaki farklı görüşleri derlemeden, üzerinde yeterli çalışma yapmadan "Kuvvetler ayrılığını ihlal eder, hukuka aykırılık vardır" demişseniz, o zaman açık hukuka aykırılık değil, hukuka aykırılığa yargılamanın daha başında karar veriyorsunuz demektir. Bu eleştiriyi olaydan bağımsız olarak yaptığımı tekrar değerlendirmenize sunayım. Gerekçe yazma biçimi, gerekçede kullandığı argümanlar davanın sonunda işlemi iptal ederken kullanılacak argümanlar olmamalı. Niçin? O zaman davanın başında, karşı tarafın savunmasını almadan, çelişmeli yargılamayı sürdürmeden bir kanaate vardığını gösteriyorsun. Bu kanaate varmak da reyini ortaya koymak ve sakin bir biçimde değil bir kanaatle davrandığını ortaya koyuyor. Öyleyse açık hukuka aykırılığın gerekçelendirilmesinde, bir hukuka aykırılık olma ihtimalinin kuvvetli emarelerini yazmak lazım. Hukuka aykırıdır veya değildir demeden açık hukuka aykırılığa değinmek lazım. Oysa burada mahkeme, davanın sonucunu etkileyecek bir değerlendirmede bulunduğu için karşı oyda bulunan hakim de haklı olarak diyor ki, "Karşı tarafın görüşünü alıp değerlendirseydik. Kaçınılmaz bir biçimde işin haklılığı noktasına gireceğiz. Hiç değilse karşı tarafın savunmasını alalım." Benim eleştirilerim, esasında ikisinin de isabetli olmadığı şeklinde. Niçin? İster şimdi karar ver, ister sonra karar ver; davayı bitirecek nitelikte bir hukuka aykırılık yazmaman lazım. Davayı bitirecek şekilde bir hukuka aykırılık tanımlaması yapıyorsan, davanın ondan sonraki aşamalarını anlamsız hale getiriyorsun. Dolayısıyla burada açık hukuka aykırılıktan kasıt, hukuka aykırılık olma ihtimalinin yüksek olmasına ilişkin bir gerekçe olması lazım. Bu olayda da hukuka aykırılık ihtimali yüksek. Niçin? Çünkü savcılığın sevk ve idaresinde olan adlî kolluk içine İdarenin düzenlemesi dolayısıyla usuller giriyor. Dolayısıyla burada hukuka aykırılık ihtimali kuvvetli. Daha doğrusu, burada hukuka aykırılık olma ihtimali açık. Kelimelerin Kanundaki seçim tarzı işi içinden çıkılamaz hale getiriyor. Açık hukuka aykırılık deyince, sanki sadece hukuka aykırılık yetmez. Çok açık, bağıran bir hukuka aykırılık olmalıymış gibi anlaşılıyor. Halbuki burada, kuvvetli emare olduğunu düşündürecek ve bu yoruma imkan verecek bir kelimeye ihtiyaç var. Yani, "Hukuka aykırılığın pek muhtemel olması halinde.." gibi bir ifadeye ihtiyaç var ki; mahkeme hukuka aykırılık konusunda pozisyon almadan böyle bir ihtimalin kuvvetle olmasından yola çıkarak şartlardan birinin gerçekleştiğini söylesin.

2) Başka bir Danıştay kararına değinelim. Ortaöğretime Geçiş Sınavı'nın yabancı dil bölümü ile bu bölüme ilişkin cevap anahtarının iptali istemiyle dava açılmış[2]. Olayı özetleyeyim. Eskiden Almanca, İngilizce, Fransızca yabancı dil sınavlarında soruların cevapları aynıymış. Yani İngilizce sınavındaki 1. sorunun cevabı E ise, Fransızca ve Almanca sınavındaki 1. sorunun cevabı da E imiş. Böylelikle bir kaç dili biraz bilenler, İngilizcedeki soruyu çözemiyorlarsa Fransızcasına bakıp Fransızca sınavındakini çözüyor ve doğru şıkkı işaretliyormuş. Buna ilişkin bir düzenleme olmasa da sınav hep böyle yapılıyormuş. Fakat 2010 yılındaki sınavda cevap anahtarı o şekilde hazırlanmamış. Yani her bölümün cevap anahtarı başka. Dava açmışlar. Ortaöğretime geçişte de bir soru bile çok fark ediyor, hangi kuruma gireceğini belirliyor. İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca dillerine ait olmak üzere 15'er sorudan oluşan 4 farklı cevap anahtarı yapılmış. İşlemde açık hukuka aykırılık görür müsünüz, görmez misiniz? Düzenlemede tanınmış böyle bir güvence, hak yok. Fakat İdarenin uygulamasında böyle bir uygulama beklentisi var. Kişinin buna güveni korunur mu korunmaz mı? Hakkaniyet duygunuz, adalet anlayışınız kişinin bu noktada haklı olabilmesine ihtimal verir mi? Yoksa "İdarenin takdir yetkisi var, zaten mevzuatta da böyle bir şey yok" mu diyeceksiniz? Biraz ihsas-ı reyde bulundum. Hukuk fakültesinde okuyan öğrencilerin çoğu, garip bir biçimde kamuya çok hak veren bir biçimde yetişiyor. Bir İdare hukukçusu olarak, kamunun sorumluluğunu her zaman kamu için faydalı gördüğümden ters bakıyorum. İdareye her zaman haklı demek, İdareye yapılabilecek en büyük kötülük. Esasında İdarenin tutum ve davranışlarında istikrarlı olması İdareciler için de bir güvence. Yani haksız olduğu durumda, insanları ezdiği durumda bile İdareden yana olmak, esasında İdarenin de ezileceği anlamına gelir. İdarenin hassas yürüyüşü, dikkatli davranışı bizzat kendi personeli için de önemlidir. Bakış açım şöyle, madem İdare diğer sınavlarda böyle bir davranışta bulunmuş, insanlarda haklı bir beklenti oluşturmuş. Bunu duyurmadan yapmaması lazım.

Davayı reddedecek olsanız bile, bu davada yürütmeyi durdurma kararı için açık hukuka aykırılık vardır der misiniz? Derseniz nasıl gerekçelendirirsiniz? Problem bu. Bunları düşünerek davayı nasıl olsa reddedeceğim diye yürütmeyi durdurmayı da açık hukuka aykırılık yoktur diye reddetmek meşru ve müessesenin gereği olan bir düşünüş tarzı mı? Yoksa bu esasa girmeden, başka bir düşünüş tarzıyla mı yürütmeyi durdurmayı değerlendirmek lazım. Böyle düşünüp karar veriyor isek karşı tarafın dilekçelerine bakmadan kendi hakkaniyet anlayışımıza göre "Haklı beklentisi yoktur, İdarenin böyle bir düzenlemesi yoktur, mevzuat gereği de yoktur, fırsat eşitliği bakımından böyle bir çifte standart imkanından yararlanılması da meşru değildir. Dolayısıyla burada davacıya hak verilebilecek, kazanabileceği bir dava yoktur" diye reddedip davaya da esasında formalite olarak mı devam edeceksiniz yoksa bu ilk düşüncelerinizin değişebilmesine müsait bir hakim olarak tarafların ne söyleyeceğine, getireceği malzemelere bakıp, zamanı geldiğinde değerlendirip bir karar mı vereceksiniz? Öyle bir yöntem bulmak lazım ki; bunu düşünmüyor olmanız, başka bir şekilde yola çıkarak karar vermeniz lazım. Bu konuda haklı olup olmadığını bütün malzemeler ortaya konulduktan sonra değerlendiriyor olmanız lazım. Belki taraflar mütalaalar ortaya koyacaklar, kimisi eğiticilerden, kimisi hukukçulardan mütalaa alacak. Hukukçular belki haklı beklenti diyecek, diğerleri haklı beklenti değil diyecek. Belki davalı ve davacı yanında müdahiller olacak. Onlar dilekçeler verecekler. Buna renksiz bir biçimde ama davanın esasından, uyuşmazlıktan da bağlantısız olmayan bir şekilde yürütmeyi durdurma için bakmamız lazım. Yani yürütmeyi durdurma için bakarken, farklı bir gözle bakmamız lazım. Şunu söylüyorum, buradaki yürütmeyi durdurma için bakma yöntemi şöyle olmalı; bu davada ilgilinin haklı olması halinde daha sonra yargı kararının uygulanmasını imkansızlaştıracak bir durum var mı ve hukuka aykırılık intibaını haklı kılan, hukuka aykırılık hissi veren bir tartışma alanı var mı? Bu, haklılıktan daha başka bir tartışma. Nasıl farklı? Sınav sonuçları belirlenirse 200 kişi alınacak yere 200 kişiyi alacaklar, ancak sınav sonuçları bakımından değişiklik yapabilecek bir karar verilse uygulanma imkanı kalmayacak. Dolayısıyla belki de burada durdurmak lazım. Burada hukuka aykırılık tartışmasına hak verecek bir açıklık var mı? İşte burada kritik bir nokta var. Açık bir hukuka aykırılık hissi doğuruyor mu? Hukuka aykırılık konusunda tartışma olabileceği açıklığı doğuruyor mu?

Bir grup hukukçu ve çoğu hakim şöyle anlıyor; ben hukuka aykırıyım diye bağıran bir şey varsa açık hukuka aykırılık budur. İlk bakışta görünen bir hukuka aykırılık. Böyle bakarsak burada öyle bir şey yok. Zaten 100 kişinin fikrini alsak, 70'i hukuka aykırı değil, 30'u hukuka aykırı diyecek. Dolayısıyla buradaki hukuka aykırılık açık değil. Açık hukuka aykırılık nasıl olur? Adeta 100 kişinin 90'ına birden, "Böyle şey olur mu" dedirten bir olay varsa ben o zaman yürütmeyi durdurma veririm diyor. Bunu isabetli görmüyorum. Bu açık hukuka aykırılık, dava sonucu bakımından kanaat veren bir açık hukuka aykırılık. Burada esasen tartışılması gereken şey, hukuka aykırı olmanın kuvvetle muhtemel olması. İkisi arasındaki fark ne? Dediğim tarzda bakarsanız, daha çok ve daha kolay yürütmeyi durdurma kararı verirsiniz. Diğer tarzda bakarsanız, çok daha az ve çok daha zor yürütmeyi durdurma kararı verirsiniz. Çünkü açık, bağıran hukuka aykırılık çok az olayda olur. İdare kabaca hukuka aykırılık çok yapmaz. Genellikle yanılarak, takdir yetkisini yanlış kullanarak hatta kötü niyetli olsa bile kılıfına uydurmaya çalışarak hukuka aykırılık yapar. Üstelik kötü niyetli hukuka aykırılık daha az bağırır. Niye? Çünkü uydurmaya çalışmıştır. Dolayısıyla hiç hukuka aykırılık olmaz. O yüzden yürütmeyi durdurma kararı verme ihtimali düşmüştür.

Karara baktığımızda, Danıştay dairesi kendine göre sağlam bir gerekçelendirme yapmış. Olayları, 2008, 2009, 2010 yıllarını tartışmış. Diyor ki; “Davacı geçmiş yıllarda yabancı dil cevap anahtarının tek olduğunu, bu yıl cevap anahtarlarının her dil için ayrı olacağı yolunda uyarı yapılmadığını iddia etmekte ise de; 2008 ve 2009 yıllarına ilişkin sınav kılavuzlarında da cevap anahtarları ile ilgili bir açıklama ve uyarı olmadığı gibi dava konusu 2010 yılına ilişkin e-Başvuru Kılavuzu ile 2010 yılı Ortaöğretim Kurumlarına Geçiş Sistemi Seviye Belirleme Sınavının uygulanmasına ilişkin 02.06.2010 tarih ve 2010/34 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Genelgesinde, yabancı dil sınavının "aynı cevap anahtarı" uygulamasıyla yapılacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşıldığından davalı idarenin önceki yıllarda uyarıda bulunduğu halde bu sınavda uyarıda bulunmadığından söz edilemeyeceği gibi idarenin böyle bir yükümlülüğü de bulunmamaktadır. » Devamında da diyor ki; "2010 Ortaöğretim Kurumlarına Geçiş Sistemi Seviye Belirleme Sınavı, tüm ülke çapında yapılan ve özel okul ile devlet okullarının öğrencilerinin seviyelerini anayasal eşitlik çatısı altında eşit uygulamayla ölçmeyi amaçlayan bir sınav olduğuna göre bir zorunlu ve bir seçmeli dil okuyan öğrenciye aynı cevap anahtarı uygulaması yaparak dilediği soruda dilediği anahtarı kullanmak ayrıcalığını tanımak eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. » Tersinden eşitliğe bakıyor. Ama biz genel olarak bu kararın içeriğine ilişkin eleştirinin dışında bir eleştiri yapıyoruz. İsterseniz içeriğine ilişkin değerlendirme yapalım. Değerlendirme ne? Çelişmeli yargılama gereği, davadaki yargılama usulü tamamlandıktan sonra mahkeme, nihai karar olarak verilebilecek bir kararı, davanın başında, taraflar çelişmeli süreci sürdürmeden önce vermiş oluyor. En temel eleştiri bu. Karar doğru, yanlış, isabetli isabetsiz değerlendirmesi değil. Mahkeme kanaatini ortaya koymuş oluyor. Halbuki böyle bir şey olmaması lazım. Böyle olursa, sonraki yargılama süreci bakımından bir gariplik var. Reddediyor olsan bile, başka gerekçelerle reddetmen lazım. Temel eleştiri bu. Bu eleştiriyi de karara en fazla hak vereceğiniz bir olay üzerinden dile getirdim. Dikkat edin, esasında bu karara yüzde yüz hak veriyor olabilirsiniz. Kararın içeriğine hakkaniyet bakımından hak verseniz bile yargılama usulü bakımından bu gerekçenin haklı olmadığı konusundaki eleştiriye de hak verilmeli.

Burada başka bir gerekçe ileri sürmesi lazımdı, açık hukuka aykırılık yok demesi lazımdı, şu gerekçelerle telafisi güç zarar yok demesi lazımdı. Dolayısıyla yargıcın öyle bir yöntem bulması lazım ki, yürütmeyi durdurma verirken de reddederken de davanın sonuna ilişkin bir belirleme yapmaması lazım. O yüzden de İYUK gereği yürütmeyi durdurma verilmiş davalarda, iptal kararı verme zorunluluğu yok. Ama mahkeme, bu gerekçeyi yazdıktan sonra nasıl iptal kararı verebilir? Bu gerekçe artık iptal kararı vermeyi gerektiren bir gerekçe. Halbuki böyle bir zorunluluk yok. Yürütmeyi durdurma verip davanın sonunda reddedebilir veya yürütmeyi durdurma vermez, davanın sonunda iptal edebilir. Ama böyle bakan bir mahkeme yürütmeyi durdurmayı reddetmişse, dava sonunda da reddedecektir. Vermişse, dava sonunda da iptal edecektir. Niye? Çünkü işin esasına yönelik haklılığı, hukuka aykırılığı değerlendiriyor. Problem burada. İşin esasına ilişkin noktaya girmemesi lazım.

"Bedahat" diye Osmanlıca bir kavram var. Hukukçular olarak, esas başarımız bedahati, açıklığı sağlamakla ilgili olabilir. Hukukçunun bulacağı ve kıymetli olabilecek şey; açıklığı sağlamaktır. Mesela bu davada hakkaniyetin sağlanması bakımından açıklığın sağlanması önemli. Karmaşık bir olay. Baktığınızda farklı ağırlıkları olabilir, hakkaniyet yer değiştiriyor olabilir. Samimi olarak baktığınızda hakkaniyeti ölçmekte bir problem var. Bunu ölçebilecek bir ağırlık birimi yok, bir terazi yok. Bu nasıl çözülebilecek? Siz hukukçu olarak kullandığınız yöntemle, kavramlarla, formülasyonla, olaya ilişkin yaptığınız özetlemeyle, olaya ilişkin öne çıkarttıklarınızla açıklığı, bedahati sağlarsanız kıymetli bir iş yapmış olacaksınız. Davada bir hakkaniyeti ortaya koyacaksınız. Mesela kabaca gidersek, bu olaydaki bedahat nasıl sağlanmaz? İdare böyle bir düzenleme yaptı mı? Yapmadı. Mevzuatta böyle bir mecburiyet var mı? Yok. Öyleyse boşver. Bu ne demek? Çok kaba bir pozitif hukukçuluk demek. İdare düzenlemişse düzenlemiştir, düzenlememişse düzenlememiştir. Böyle yaklaşılırsa hukuk düşüncesi gelişmez. İdarenin kimi zaman görmeyen gözüyle ortaya çıkarttığı haksızlıklarla mücadele etme imkanı ortadan kalkar. Burada tartışılması gereken, niye İngilizce ile Fransızcanın cevap anahtarının aynı olduğu değil. Olayda bunu belirlerseniz bedahati sağlayacak bir adım atmış olursunuz. Bu olayda tartışılan; İdarenin, mevzuat gereği olmasa bile sürdürdüğü bir tutumu değiştirirken ikaz etme mecburiyeti olup olmadığı. Tartışmayı buna döndürürseniz, eşitlikten kurtulursunuz. Tartışmayı buna döndürürseniz, olaydaki subjektif değerlendirmeden kurtulursunuz ve başka davalarda da geçerli olabilecek hukukî istikrar ilkesinin İdareye böyle bir yükümlülük getirip getirmediği kavrayışı üzerinden irdeleyerek bu davayı reddetseniz bile hukukî istikrarı ön plana çıkartmış, hukukî istikrarın gereklerini tartışmış, başka davalarda başka somut örneklerle bunu geliştirmiş ve İdareye bir davranış modelindeki davranmadan veya davranmamadan kaynaklanan sorumluluğu getirirsiniz. O zaman belki; "İdarenin böyle bir zorunluluğu var fakat bu zorunluluğa uymaması ilgilinin sınavının iptali talebini haklı kılmaz. İlgili İdarenin yetkililerinin disiplin sorumluluğunu gerektirir" dersiniz. Kabul edip etmemek dışında başka bir açılım getirirsiniz. İlgili buradan yola çıkarak bir hak iddia edemez. Ama İdarenin istikrarı ilkesi gereği, mevzuatın kendisine yüklediği bir mecburiyet olmasa bile, belli bir davranış biçiminden vazgeçerken bu davranış biçimi konusunda beklentiye girenleri ikaz etme mecburiyeti vardır. İyi hukukçuysanız buna ilişkin örnekler de koyarsınız. Mesela çeşitli yönetmelikler getirirsiniz. İdarenin daha önce fiilen yaptığı şeyi değiştiren hükümler olduğunu ortaya koyarsanız. İdarenin daha önce yaptığı şeyi destekleyen hükümler olduğunu koyarsınız ve dersiniz ki; " İdare düzenlemelerde daha önceki davranışlarından yola çıkarak bunları açıkça değiştiren veya bunları mevzuat gereği yapılan işler haline getiren düzenlemeler yapıyordur. Dolayısıyla İdare, esasında daha önceki davranışları gereği de oluşmuş bir davranış biçimini mecburiyet olmasa bile değiştirirken, mutlaka su üstüne çıkarması lazım. İnsanların hukukî istikrar ve belirginlik ihtiyacı İdarenin ne zaman tavır değiştirdiğini anlayabilmeyi gerektirir." Bunu gerekçelendirirsiniz ama davanın iptali için yeterli görmeyebilirsiniz. Sonuçta ne yaptık, bedahati davanın tartışılacak noktasını ayıklayarak gerçekleştirdik. Bedahati davadan bağımsız olarak, hukukî istikrar ve haklı beklenti noktasında gerekçeler yazarak getirdik.

Mesela yargının bunu yaparak bir karar verdiğini düşünün. Davayı reddetse bile hukuk düşüncesine katkıda bulunuyor. Nasıl bulunuyor? Hukukî istikrarı tartışıyor. Olay bazında gerçekleşip gerçekleşmediğini tartışırken esasında hukukî istikrar fikrini ön plana çıkartıp buna katkıda bulunuyor. Somut örnekler bakımından hangi durumda kabul edilir, hangi durumda kabul edilmez değerlendirmesi yapıyor. O alandaki bilgi birikimine katkıda bulunuyor. Üzerinde tartıştığı noktayı ayrıştırıyor, açıklık sağlıyor. Bu hukukçunun kendi alanındaki bir netleştirmesidir. Bir açıklık sağlamasıdır, fikir geliştirmesidir. Hakkaniyet duygusu bakımından anlayışı geliştirmesidir. Ülkedeki hukuk birikimi, adalet anlayışı, hakkaniyet uygulaması bakımından katkıdır. Bazen tıptaki bir buluş kadar sosyal bakımdan katkı sağlayabilecek bir husustur. Yani hukukçular olarak biz, işi daha içinden çıkılmaz duruma getirmek, daha yanlış mecralarda tartışılır hale getirmek yerine açıklığı, bedahati sağlayarak, gerçek bir tartışma alanına çekerek, teknik bir tartışma alanında üretilen verilerle birlikte bunu sosyal hayatın kullanımına sunmakla büyük katkıda bulunuruz. Oysa hukukçular genellikle işi daha karmaşık hale getiriyor. Böyle özdeyişler çıkıyor, bir soruna hukukçu müdahale ederse iki sorun haline getirir diye. Böyle yapmamak için bir teknik getirmek lazım. Hukukçular, tartışan tarafların anlaşabilme ihtimalini ortadan kaldıran bir profil çiziyor. Kavga edenlerden daha fazla kavga eder hale geliyor. Dolayısıyla değil bir açıklığı sağlamak, insanların anlaşabileceği zemin oluşturmak; aksine ortalığı perişan ediyor. Bazen de iki tarafın avukatlığını yapıyor. Önce bir tarafın avukatlığını yapıyor, sonra diğer tarafın avukatlığını yapıyor. O taraftan öyle görünüyordu, bu taraftan böyle görünüyor diyor. Bunu yapmamak için esasında insanın düşüncesini sisteme bağlaması lazım. Dikkat edin, tornadan geçirmesi değil. Sadece sıcaklığa kapılmayan, kavramlaştırılmış bir düşünce biçimi geliştirmeye ihtiyaç var. Bunu yaptığında açıklığı sağlıyor. Bu açıklığı, böyle davalar bazında değil de ülkenin veya dünyanın gündeminde olan bir hukukî konuda yaptığını düşünün, o zaman oldukça önemli bir iş yapmış olur. Bu, ancak kamu hukuku dallarında mümkün. Çünkü kamu hukuku dalları bütün dünyayı ilgilendiriyor. Paris'te yeni biten iklimle ilgili zirvede hukukî bir anlamlandırma, bir zemine oturtma problemi üzerine devletler anlaşmaya çalışıyorlar. Netleştirmek, bu konuların hukukî boyutunu açıklığa kavuşturmak, bütün devletlerin uyabileceği bir açıklık ve teknik bir çerçeve içinde konunun müzakeresini ve anlaşmasını temin etmek ciddi şeyler. Yoksa kanunda yazanları vs. takip etmek, bir hukukçuluk değil, teknisyenlik. Bunun üzerinde bakabilmek lazım.

3) Diğer bir karara gelelim. Giderilmesi güç zararla ilgili bir şey. Burada da çokça tartışılan bir problem var. Bu konuda çok dava açıldı. Tıpta uzmanlık dışında bir de yan dal uzmanlığı denen bir şey var. Burada da bir açıklık problemi var. Açıklık ve kapsam ortaya konulamadığı için dengesini yitiriyor. Onların durumu ortaya konulamadığı için. Açıklık bir çok konuda önemli. İnsanların zihninde açıklık olmadığı zaman sorumluyu bile tespit edemiyorlar. Olayı bile anlamlandıramıyorlar. Burada da çocuk ontolojisini ve çocuk hematolojisini birleştirmişler ve sadece çocuk hastalıkları uzmanlarına açık hale getirmişler. Kararda[3] da ifade edildiği üzere: “Dava konusu edilen Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliğinin Ek-3 sayılı çizelgesinin 11. satırında; daha önceki idari düzenlemelerde ayrı yan dallar olarak belirlenen Çocuk Hematolojisi ile Çocuk Onkolojisi disiplinleri, "Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi" adı altında, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ana dalına bağlı 3 yıllık eğitim süresi olan bir yan dal olarak düzenlenmiştir. » Danıştay da şöyle diyor: “... bu iddiaları destekleyen ve düzenlemenin yapılmasına temel teşkil eden bir bilimsel çalışmanın ya da raporun bulunmadığı; ülkemizde ‘Çocuk Hematolojisi’ ile ‘Çocuk Onkolojisi’ yan dallarının birleştirilmesini gerektirecek bir ihtiyacın, akademik gerekliliğin varlığını ortaya koyan verilerin veya bu yöndeki akademik çevrelerden alınmış bilimsel görüşlerin dikkate alınarak düzenleme yapıldığını gösterecek bilgi ve belgelerin sunulamadığı görülmektedir." Bu konuda yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Verirken de asıl olarak telafisi güç zararlar meselesini dile getiriyor. Bunu da şöyle dile getirmiş; “Hukuka aykırı olarak ihdas edilmiş bir yandal alanında öğrenci almaya başlanacak olması, bu düzenlemenin eğitim kurumlarında uygulamaya konulacağı ve bu alanda uzmanlık belgesi düzenleneceği dikkate alındığında, giderilmesi güç veya olanaksız zararlar doğuracağı açıktır." Yani öğrenci alınacak, öğrenci alındıktan sonra geri gönderemezsin. Yukarıda açık hukuka aykırılığı tartıştık, şimdi ise telafisi güç zarar konusuna ağırlık verilmiş. Kastı da şu, çocuk onkolojisini ve çocuk hematolojisini birleştirirsek ve buna ilişkin düzenlemenin yürütmesini durdurmazsak buraya öğrenci alınacak. Alınırsa da telafisi güç zarar doğacak. Acaba, öğrenci alınmazsa asıl telafisi güç zarar yok mu denilebilir mi? Bunun yürütmesi durdurulursa ve bu nedenle buna yan dal uzmanı alınmazsa ne olacak? Yan dal uzmanı yetişmeyecek. Birleştirilmesi yanlıştır diye bakılıyor ama çare olarak da yürütmesi durduruluyor. Bu sefer eğitim duracak. Bu bir çelişki değil mi? Burada telafisi güç zarar, esasında yürütmeyi durdurursan doğacak. Danıştay, yürütmenin durdurulması kararı veririm ve İdare yeni düzenleme yapar diye bakıyor. Ama İdare yeni düzenleme yapmıyor, yargılama sonucunu bekliyor. Yeni düzenleme yapsa, dava sonunda da iptal talebini reddetse iki çelişkili düzenleme aynı anda yürürlükte olacak. Dolayısıyla İdare de buna askıya alınmış diye bakıyor. Dava sonuna kadar askıya alıyor. Bir netlik problemi var. Sakatlık var ama sakatlık ile yürütmeyi durdurma arasında bir duvar var. Sakatlık nedeniyle dava sonucunda iptal edilerek yeni bir düzenleme gelecek. Halbuki burada yaptığı yan dal uzmanlığına yeni öğrenci alınmasını durdurmak.

Açıklığı sağlamak adına sizin değerlendirmenize tersine çevirerek sunduk. Hukuka aykırılık var ama açık hukuka aykırılık var mı diye tersine çevirdik. Danıştay uygulamasını eleştirdik. Telafisi güç zarar vardır dediğinde de yargı merciinin kararında telafisi güç zarar var diye tersine çevirdik. Böylelikle olayları netleştirip, olayların sıcaklığından, koyduğu gündemden ayrı, yürütmeyi durdurma bakımından sağlam zeminde değerlendirmediğini ortaya koymaya çalıştık. Yani yürütmeyi durdurma için karar verilirken, dava sonunda karar verdiğinden başka bir gündemle bakmak lazım. Bunu göstermeye çalışıyoruz. Ama yargı uygulaması böyle değil.

4) Şimdi huzurevi meselesine ilişkin yukarıda da değinilen bir karar var. Özel Huzurevleri ve Yaşlı Bakımevleri Yönetmeliği yapılmış ve akıl hastaları alınamaz diye bir karar alınmış. Böyle birinin bakımevinden çıkarılması için de Ankara Valiliği yazı yazmış. Bu kararda da kişiyi bakımevinden çıkartmaya kalkmışlar. Mahkeme değerlendirmiş ve çok enteresan bir ayrım yapmış. Yönetmelik maddesinin yürütmesinin durdurulmasını reddetmiş, ilgili kişinin çıkartılmasına ilişkin işlem kısmına yürütmeyi durdurma vermiş. Yani yönetmelikte belki sakatlık yok. Normalde yaşlılarla akıl sağlığı yerinde olmayan yaşlıları bir arada tutarsanız, akıl sağlığı yerinde olanları da girdaba çeker. Onları ayrı bir yerde koruma ihtiyacı var. Dolayısıyla yönetmelikte ilk bakışta sakatlık görmemiş ve bunda acil yürütmeyi durdurma da gerekli görmemiş. Ama akıl sağlığı yerinde değil diye huzurevinde çıkarma işleminin yürütmesini durdurmuş. Niye? O zaten şimdiye kadar buradaydı. Çıkartırsan bir problem var. Hukuki durum belirginleştiğinde; çıkarılır mı, başka bir yere mi alınır bunu tartışırsın. Dolayısıyla dava sonunda verilebilecek kararın uygulanabilme imkanı bakımından yönetmeliğe aykırı durumu olsa bile çıkartma işleminde açık hukuka aykırılık ve telafisi güç zararı görüyor. Fakat bunu düzenleyen işlemde açık hukuka aykırılık ve telafisi güç zarar görmüyor. Burada önemli bir birbirinden ayırma yaklaşımı var. Çok isabetli bir karar, hakkaniyeti sağlamış. Ayırmış, bakalım dava sonunda ne olacak? Yönetmeliğin getirdiği hükümlerin uygulanabilmesi bakımından belki akıl sağlığı yerinde olmayanlar için yeni huzurevi kurulmasına kadar beklemek lazım. Belki yönetmeliğin sonunda geçiş hükmü olmaması nedeniyle eksik düzenleme diyecek. Dolayısıyla bu, iyi bir nitelendirme.

 

[1] DANIŞTAY 10. DAİRE E. 2013/8108 T. 27.12.2013. “Dava, 21.12.2013 tarih ve 28858 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Adli Kolluk Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 2. maddesiyle Yönetmeliğin 5. maddesine eklenen " c ) En üst dereceli kolluk amiri adlî olayları, suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumakla ve bu konuda gerekli tedbirleri almakla görevli ve yetkili olan mülki idare amirine derhal bildirir." bendinin; 3. maddesiyle değiştirilen 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan " ...ve en üst dereceli kolluk amirine..." ibaresinin ve aynı maddeye eklenen "Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suçlar nedeniyle yapılan soruşturmaların aşamaları hakkında Cumhuriyet savcısı tarafından doğrudan veya varsa ilgili Cumhuriyet başsavcı vekili aracılığıyla Cumhuriyet başsavcısına yazılı olarak bilgi verilmesi zorunludur. Bu bildirim yazıları görüldü şerhinden sonra soruşturma dosyasında muhafaza edilir." fıkrasının iptali ve yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle açılmıştır. »

[2] DANIŞTAY 8. DAİRE E. 2010/5051 T. 25.6.2010.

[3] DANIŞTAY 8. DAİRE E. 2010/106 T. 18.5.2010.


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargılama usulündeki yürütmenin durdurulması müessesinin şatları, sonuçları ve bu yöndeki kararlara karşı hangi başvuru yollarının bulunduğu üzerinde durulmuştur.

Klasik Sorular:

1.

İdari yargılama usulündeki yürütmenin durdurulması müessesenin şartları nelerdir?

2.

Açık hukuka aykırılık kavramını kısaca açıklayınız.

3.

Telafisi güç veya imkansız zarar kavramını açıklayınız.

4.

Yürütmenin durdurulması kararına itiraz müessesesini açıklayınız.

5.

Uygulanmakla ektisi tükenecek işlem kavramını açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi iptal davasının özellikleri arasında yer almaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Dava konusu işlemin yürürlüğünü kendiliğinden durdurur

(B) Objektif etki gösterir

(C) İdari işlemlere karşı açılır

(D) Menfaati ihlal edilenler tarafından açılır

60 günlük dava süresine tabidir

Cevap-1 :

Dava konusu işlemin yürürlüğünü kendiliğinden durdurur


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi yürütmenin durdurulmasının şartlarından biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Ancak talep halinde söz konusudur

(B) Mahkeme re’sen karar verebilir

(C) Açık hukuka aykırılık

(D) Telafisi güç veya imkansız zarar

İdarenin savunmasının alınması

Cevap-2 :

Mahkeme re’sen karar verebilir


Soru-3 :

Yürütmenin durdurulmasına itiraz süresi aşağıdakilerden hangisidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) 60 gün

(B) 30 gün

(C) 7 gün

(D) 15 gün

45 gün

Cevap-3 :

7 gün


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yürütmenin durdurulması tüm davalarda talep edilebilir

(B) Yürütmenin durdurulması ink inceleme bitinceye kadar talep edilebilir

(C) Savunma alınmadan ürütmenin durdurulması kararının verilmesi mümkün değildir

(D) Yürütmenin durdurulması kararları kesindir

(E) Gerekçe gösterilmeden yürütmenin durdurulması kararı verilemez

Cevap-4 :

Gerekçe gösterilmeden yürütmenin durdurulması kararı verilemez


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İdari yargıda yürütmenin durdurulması ancak talep üzerine mümkündür

(B) Yürütmenin durdurulması yargılamanın her aşamasından yapılabilir

(C) Dava açılması işlemin yürürlüğünü kendiliğinden durdurmaz

(D) Ancak dava dilekçesinde talep edibilebilir

Mahkeme talep olmadan yürtmenin durdurulması kararı veremez

Cevap-5 :

Ancak dava dilekçesinde talep edibilebilir


10. Bilirkişilik, Duruşma ve Karar Verme




Kazanımlar

İdari yargılama usulünde duruşma müessesesini tanıma

Bilirkişilik müessesesini tanıma

Açıklama ve yanlışlıkların düzeltilmesi müesseselerini tanıma

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari yargılama usulünde bilirkişilik, duruşma, mahkemenin karar verme usulü, kararlar hakkında açıklama ve yanlışlıkların düzeltilmesi konuları üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama usulünde duruşmanın gerekliliğini tartışınız.

2) Bilirkişilik müessesesinin idari yargılama usulündeki önemini kısaca açıklayınız.

3) Bir mahkeme kararında bulunması gereken hususlar nelerdir?

4) Açıklama ve yanlışlıkların düzeltilmesi kavramlarından ne anladığınızı kısaca açıklayınız.

5) İdari yargıda duruşma yapılabilmesinin şartları nelerdir?

Anahtar Kavramlar

• Bilirkişilik,

• Duruşma

• Açıklama

• Yanlışlıkların düzeltilmesi

• İlam

Giriş

İdari Yargılama Usulü Kanunu bazı yargılama müesseselerini açıkça düzenlememiş ve Hukuk Muhakemeleri Kanununa atıf yapmakla yetinmiştir. Bu müesseselerden biri de bilirkişilik müessesesidir. Bilirkişilik müessesesi mahkemeye somut vakıadaki hukuki gerçekliğin tespitinde yardımcı olmaktadır, hakimler bakımından bilirkişilerin tespit ve değerlendirmeleri bağlayıcı değildir.

İdari yargılama usulünde duruşma istisnai olarak başvurulan bir müessesedir, çoğunlukla davacı veya davalı bakımından talep edilmesi durumlarında uygulanmaktadır.

10.1. Bilirkişilik

İdari yargılama usulünde bilirkişilik müessesesi, İYUK madde 31’de HMK'ya atıfta bulunulan hallerde biri olarak düzenlenmektedir. Burada “Bilirkişiler, bilirkişilik bölge kurulları tarafından hazırlanan listelerden seçilir ve bilirkişiler hakkında Bilirkişilik Kanunu ve 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri uygulanır" şeklindeki düzenleme ile bilirkişilik seçimi dışında, adlî yargılama usulündeki ve Bilirkişilik Kanunundaki hükümlerin uygulanması tercih edilmiştir.

Bilirkişi incelemesi Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 4. Kısım 5. Bölümünde, düzenlenmiştir. Bu kapsamda HMK’da; görevlendirme, görevin kapsamı, bilirkişi görevini kabule yükümlü olanlar, bilirkişiye yemin verdirilmesi, bilirkişinin görevini yapmaktan yasaklı olması veya reddi, bilirkişinin görev alanının belirlenmesi, görev süresi, haber verme yükümlülüğü, görevi bizzat yerine getirme yükümlülüğü, sır saklama yükümlülüğü, yetkileri, açıklamalarının tespiti ve rapor, raporun verilmesi, bilirkişi raporuna itiraz, bilirkişinin oy ve görüşünün değerlendirilmesi, ceza hukuku bakımından durum, gider ve ücretleri, hukukî sorumluluğu şeklinde devam eden konu başlıklarıyla oldukça uzun bir düzenleme var. Bu düzenlemeyi, idarî yargılama kendi içinde ayrıca yapmak yerine tamamen atıfta bulunmakla yetinmektedir.

Bilirkişilik, mahkeme önündeki dava konusunun aydınlatılması gereken noktalarına ilişkin uzman görüşünün alınması ihtiyacı ile ortaya çıkan bir müessesedir. Dolayısıyla bilirkişilikte bütün yargılamayı mahkeme adına yapacak, dosya konusunu bilen bir kişi aranmayıp dosya konusunun belli unsurları bakımından teknik aydınlatmayı yapacak kimse aranmaktadır.

HMK madde 279/4’te açıkça "Bilirkişi, raporunda ve sözlü açıklamaları sırasında, hukuki değerlendirmelerde bulunamaz." şeklinde belirtilmekle hukuki konularda bilirkişilik müessesesine başvurulması yasaklanmıştır. Bilirkişilik konusunda yaygın bir yanlış uygulamanın varlığı kanun koyucuyu böyle bir düzenleme yapmaya sevketmektedir. Özellikle adlî yargıda hakimler iş yükü nedeniyle, bilirkişilerden dava konusu uyuşmazlık hakkındaki genel değerlendirmelerini ve dava konusunu özetlemesini istiyor. Çünkü bilirkişiler, davacı ve davalının ne dediğini, olaydaki hukuki verileri yoğun olarak özetlemekte ve yorumlamaktadır. Yani davanın esasını bilirkişilik müessesesi çözümlüyor. Halbuki Kanunun öngördüğü bilirkişilik müessesesi bu değildir. Uygulamadaki bu durumu kanun koyucu bildiği için açıkça buna engel olacak düzenlemeler yapmış ama uygulamacılar müesseseyi bu şekilde kullandığı için Kanun değişikliğine rağmen işleyiş devam ediyor. Dolayısıyla günümüzde bilirkişilik, teknik bazı noktaları açıklayarak hüküm verecek kimseye malzeme sağlamak yerine işin esasını değerlendiren bir işlev kazanmış durumdadır.

Danıştay bir kararında[1], mahkeme kararında rapora yer verilerek neden itibar edilmediğinin ortaya konulması gerekliliğini tartışmış ve şöyle karar vermiştir; “İdare Mahkemesince 28.12.2001 günlü, E:2001/1314 sayılı kararla, konunun uzmanlık gerektirdiği kanaatine varılarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görüldüğü, uyuşmazlık konusu taşınmazda yapılanların 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca yapı ruhsatı alınması gereken yapılardan olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması amacıyla 8.3.2002 tarihinde yerinde keşif yapıldığı ve bilirkişinin yerinde yapılanların anılan çerçevede inceleyerek hazırladığı raporun 4.6.2002 tarihinde mahkeme kaleminde kayda geçtiği ancak bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporun kararda yer almadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, Mahkemece itibar edilmese dahi kararda bilirkişi raporuna yer verilerek neden itibar edilmediğinin ortaya konulması gerekirken bu husus gözönünde bulundurulmaksızın karar verilmesinde yasal isabet görülmemiştir. » Burada, esasında bir usul sakatlığına değiniyor. Madem yargılama sırasında bilirkişi incelemesi yaptırdın, hiç yokmuş gibi davranamazsın, raporda yer vermen lazım. İkinci aşama da şöyle; bu rapora itibar etmiyorsan bile bilirkişi raporuna kararda yer ver; ama niçin itibar etmediğini de yaz, ondan sonra hükme git diyor. Yani adeta mahkemeye; bilirkişi raporuna kararda yer ver derken, bilirkişi raporuna yüzde yüz uymak zorundasın demiyorum, bilirkişi raporuna mutlaka kararda yer ver, katılmıyorsan, aydınlatıcı bulmuyorsan, niçin ikinci bir bilirkişi incelemesine gitmediğini yaz diyor.

Bu müesseseyi değerlendirirken de; olması gerekenle olan arasındaki farkı, olan lehine düşünmemek lazım. Her zaman olması gerekenin peşinde koşmak lazım. Yüksek değerlere sahip olarak davranmak lazım. Avukat da olsa, hakim de olsa, insanın kendi menfaati lehine de olsa, aleyhine de olsa her zaman olması gereken şekilde davranması lazım. Çünkü yüksek değerler çerçevesinde, bir mesleği sürdürmemeye katkıda bulunan herkes manevi açıdan intihar ediyor, mesleğinden kopuyor.

Bilirkişi sayısının belirlenmesine ilişkin HMK madde 267’de bir düzenleme var: "Mahkeme, bilirkişi olarak, yalnızca bir kişiyi görevlendirebilir. Ancak, gerekçesi açıkça gösterilmek suretiyle, tek sayıda, birden fazla kişiden oluşacak bir kurulun bilirkişi olarak görevlendirilmesi de mümkündür." Burada yasa koyucu bilirkişiliğin meslek haline döndüğünün, kendi aralarında paylaşarak dosya yapma adetinin bilincinde olduğunu gösteriyor.

10.2. Duruşma

İdarî yargıda yargılama kural olarak duruşmalarla devam etmiyor. İdari yargı yazılı yargılama usulü diye tarif edilen bir yargılama usulüne tabidir. Yazılı yargılama usulünden kastedilen, dosya üzerinden işleyen bir yargılamanın bulunmasıdır. Yani taraflar karşı karşıya gelerek mahkeme önünde taleplerini dile getirip birbirlerinin söylediklerine cevap veriyor değiller. İdari yargıda duruşmaya gerek görülmemişse ve talep edilmemişse duruşma yapılamıyor. Günümüzde kanun koyucunun takdiri dikkate alındığında bir idari uyuşmazlığın adil çözümü için duruşma müesesesi zorunlu bir müesese değildir. Yani idari yargıda duruşma yapılmadan da maddî ve hukukî gerçek ortaya çıkabilir. İdari yargıda kural olarak duruşma;

­

Gereksiz ve geciktirici olabilir,

­

Kişiler bakımından külfete sebep olur,

­

Tecrübe ve uzmanlık gerektirdiği için kişilerin kendi davalarını sürdürmeleri bakımından emniyet hissini yok eder,

­

Sürekli bir avukata başvurma zorunluluğunu gerektirir

­

Usul ekonomisine aykırıdır,

denilebilir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi idari davalarda duruşma yapılmadı diye adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine a priori karar vermiyor. AİHM'in siyasi kararlar verdiğine dair kimi eleştiriler varsa bile, özellikle yargılama usullerindeki kararları ve birçok kararında çok ciddi bir hukuk düşüncesinin izi var. Dolayısıyla ciddiye alıp değerlendirmek lazım.

Duruşma, davacının iddialarını hakim önünde dile getirmek ve hakimin iddialar konusundaki tutumundan yola çıkarak yeni argümanlar, ikna edici hususlar ortaya koyabilmek, delillerin anlamı konusunda açıklama yapabilmek gibi bir sözlü imkana sahip olma imkanını ifade ediyor. Bunu karşı taraf olmadan, hakimin odasında yapmak adil yargılamaya aykırı bir şey olur. Bunun mutlaka olayın özelliğinden kaynaklanan ve sözlü olarak dile getirilmesini gerektiren boyutu olabilir. Dolayısıyla davacı her durumda değil; ama kimi durumlarda duruşma ihtiyacı içinde olabilir ve kendisine duruşma imkanının tanınmamasını adil yargılama hakkının ihlali sayabilir. Davacının bu ihtiyacını dikkate alarak kanun koyucu iptal davasında davacı kendisini ancak duruşma ile anlatabileceğini düşünerek duruşma istemiş ise, mahkemenin takdirine bırakılmadan duruşma yapılmasını zorunlu kılmış. Yani davacının ihtiyacını karşılayan bir düzenleme yapmış. Tam yargı davasında da bir miktar şartı koymuş, o miktarın altındaki davalarda hakim duruşma yapılıp yapılmamasını takdir edebilecek, o miktarın üstündekilerde ise yine davacının talebiyle duruşma yapılabiliyor.

İYUK madde 17, 18, 19 duruşmayla ilgili hükümler düzenliyor. Ayrıca madde 31’de (HMK'ya atıfta bulunan madde), "...duruşma sırasında tarafların mahkemenin sukünunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemler..." şeklinde duruşmanın inzibatına ilişkin HMK’ya atıfta bulunulmuştur. Yani kanunda idarî yargılama usulünün özelliklerinin gerektirdiği düşünülen noktalarında ise İYUK'ta düzenleme yapılmış, genel geçer olan hususlar bakımından ise ortak kanun olan HMK’ya atıfta bulunmuştur.

“Duruşma

Madde 17 – 1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

2. Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.

3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.

4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.

5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”

“Duruşmalara ilişkin esaslar:

Madde 18 – 1. Duruşmalar açık olarak yapılır. Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin gerekli kıldığı hallerde, görevli daire veya mahkemenin kararı ile, duruşmanın bir kısmı veya tamamı gizli olarak yapılır.

2. Duruşmaları başkan yönetir.

3. Duruşmalarda taraflara ikişer defa söz verilir. Taraflardan yalnız biri gelirse onun açıklamaları dinlenir; hiç biri gelmezse duruşma açılmaz, inceleme evrak üzerinde yapılır.

4. Danıştayda görülen davaların duruşmalarında savcının bulunması şarttır. Taraflar dinlendikten sonra savcı yazılı düşüncesini açıklar. Bundan sonra taraflara son olarak ne diyecekleri sorulur ve duruşmaya son verilir.

5. Duruşmalı işlerde savcılar, keşif, bilirkişi incelemesi veya delil tespiti yapılmasını yahut işlem dosyasının getirtilmesini istedikleri takdirde, bu istekleri görevli daire veya kurul tarafından kabul edilmezse, işin esası hakkında ayrıca yazılı olarak düşünce bildirirler.”

“Duruşmalı işlerde karar verilmesi:

Madde 19 –Duruşma yapıldıktan sonra en geç onbeş gün içinde karar verilir. Ara kararı verilen hallerde, bu kararın yerine getirilmesi üzerine, dosyalar öncelikle incelenir.”

Bu maddelerden duruşmalara ilişkin çıkan temel hususları şu şekilde sıralayabiliriz:

­

İptal davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

­

Tam yargı davasında, uyuşmazlık miktarı kırkdörtbin lirayı aşan davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

­

Vergi davalarında zam ve cezalarla birlikte toplam miktar kırkdörtbin lirayı aşan davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

Dolayısıyla İYUK madde 17/1’deki bu düzenleme hakime takdir hakkı vermiyor. Oysa madde 17/2’de kanun yolları olan " Temyiz ve istinaflarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır." Denilerek, duruşma yapılabilmesini tarafların istemine ve kanun yolu merciinin takdirine bağlamıştır.

Madde 17/3 fıkrası "Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir" diyerek, duruşmanı her zaman yapılamayacağını, yani dava tekemmül ettikten sonra yapılamayacağını, ancak dava başlarken veya devam ederken karşılıklı dilekçelerde talep edilmesi durumunda duruşmanın yapıbaleceğini düzenlemiştir. Duruşma hem davacı tarafından hem de davalı tarafından istenebilir; davacı bakımından dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçesi duruşma istenebilecek aşamalar; idare bakımından ise duruşma talebi ancak savunma dilekçeleri ile yapılabilir.

Dava tekemmül ettikten sonra tarafların duruşma talep etmesi durumunda, mahkeme bu talebi kabul etmek zorunda değil. 17/4 fıkrası mahkemelerin davanın her aşamasında re’sen duruşma yapabilmesine imkan veriyor. Mahkemenin davanın esasını incelerken aydınlatılması gereken hususlar görüyorsa, duruşma yapılmasını gerekli görüyorsa, ara kararla giderilemeyecek nitelikte hususlar görüyorsa duruşma yapmaya herhangi bir talep olmasa bile karar verebilir.

Duruşmalara ilişkin esaslar başlıklı 18.maddede, duruşmanın bir gereği olarak; "Duruşmalar açık olarak yapılır" ana ilkesi var. Bu ilkenin istisnasını ise şöyle getiriyor; " Genel ahlakın veya kamu güvenliğinin gerekli kıldığı hallerde, görevli daire veya mahkemenin kararı ile, duruşmanın bir kısmı veya tamamı gizli olarak yapılır." 18. maddenin 2. fıkrası; "Duruşmaları başkan yönetir." diyor. Bunun anlamı, sorulacak soruları, duruşmaya ilişkin taleplerin hepsini başkana yöneltmek gerekir. Yani filmlerde olduğu gibi doğrudan taraflar birbirine soru soramaz. Başkana "karşı tarafa şu sorulsun" diye söylenir, o da soruyu gerekli görürse karşı tarafa sorar. Duruşmanın tüm sorularını başkan formüle eder. Buna ilişkin uyuşmazlıklar da çıkabilir; "Benim sorduğumu tam olarak yansıtmadınız, (zaptın tutulduğu hallerde) zapta tam olarak geçirmediniz" şeklinde önemli ithamlar olabilir. Çünkü sesli ve görüntülü kayıt yapılmayan davalarda katibe yazdırmak başkana ait bir şeydir. Sizin söylediğinizi o yazdırır. Daha sonra kanun yolları aşamasında bu önem kazandığı için bu önemli bir tartışmadır.

Duruşmalı işlerde karar verilmesi başlıklı 19. madde önemli bir madde ve şu şekilde düzenlenmiş: "Duruşma yapıldıktan sonra en geç onbeş gün içinde karar verilir. Ara kararı verilen hallerde, bu kararın yerine getirilmesi üzerine, dosyalar öncelikle incelenir." Burada kasıt şu; duruşma yapıldıktan sonra yeniden bir keşif veya bilirkişi incelemesi ihtiyacı yoksa ya da duruşmada söylenenler için yeniden bir belge istenmesi gerekmiyorsa kural, on beş gün içinde karar verilmesidir. On beş günde karar vermek demek; karar vermek için bütün veriler toplanmış, konu incelenmiş anlamına geliyor.

10.3. Mahkemelerin Karar Vermesi

İdari yargıda mahkemeler idari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı veremez. İYUK’da 2. maddenin 2. fıkrası da bunu ortaya koyuyor. İdari dava türleri ve idari yargının sınırı başlıklı 2. Maddenin 2. fıkrasına göre;

İdari yargı yetkisi idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimiyle sınırlıdır. İdari mahkemeler yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.”

Bu maddedeki temel amaç, mahkemenin idarenin yerine geçerek, idarenin takdir yetkisini kendisi kullanıyormuş gibi, bunu kaldıracak biçimde idari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verememesidir. Buna göre idari yargı denetiminin kapsamını şöyle sıralayabiliriz:

-

Hukuka uygunluk denetimi yapmak,

-

Yerindelik denetimi yasağı,

-

Yürütme görevinin kanunlarda ve cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak biçimde yargı kararı verilmesi yasağı,

-

İdare eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verilmesi yasağı,

-

İdarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilmesi yasağı.

Yargı yetkisi sadece idarenin yaptığı tasarrufların hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yargının yaptığı bu hukuka uygunluk denetimi sonucunda verdiği karar üzerine ne yapılacağını, bunun nasıl uygulanacağını idare takdir edecektir. Bazen de idareye yol gösteriyor. Örneğin, idarenin pasaport vermesi gerekirken vergi borcu nedeniyle pasaport vermemesi hukuka aykırı olduğundan iptaline karar veriyor. Böylelikle idare eğer pasaport vermemeyi haklı ve gerekli kılan başka bir sebep yoksa o zaman sırf vergi borcu nedeniyle pasaport vermeme durumu hukuka aykırı olduğu için, artık pasaportu çıkartıp 30 gün içinde vermek zorundadır. Sonuç olarak idari yargıdaki iptal davasında davacının mahkemeden talebi, bir şeyin hukuka aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesidir; yoksa idarenin bir şeyi yapmasına karar vermesi değil.

Fransa'da idareler, mahkeme kararını gerekçeyi dikkate alarak uygulamaması durumlarını dikkate alınarak, mahkemeleri idarenin yapması gerekeni yapması için emir verme (injonction) denilen bir yetki ile donatıldı. Yargısal emir diye Türkçeye çevrilebilen bu yetkiye göre mahkemenin kararların nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin emirlerini idare yapmamakta direnirse diye emirlerin yapılması için mahkeme tarafından birisini görevlendirilebiliyor.

İdari yargıda mahkemelerin karar verme usulü ve mahkeme kararlarında bulunacak hususlar İYUK madde 22, 23 ve 24’de düzenlenmektedir:

Davaların karara bağlanması:

Madde 22 – 1. Konular aydınlandığında meseleler sırasıyla oya konulur ve karara bağlanır.

2. 15 nci maddede sayılan sebeplerden biri ile veya yargılama usullerine ilişkin meselelerde azınlıkta kalanlar işin esası hakkında da oylarını kullanırlar. Azınlıkta kalanların görüşleri, kararların altına yazılır.

Tutanaklar:

Madde 23 – Her dava dosyası için görüşmelere katılan başkan ve üyelerin, Danıştayda düşünce veren savcının, tetkik hakiminin ve tarafların ad ve soyadlarını, incelenen dosya numarasını, kısaca dava konusunu ve verilen kararın neticesini, çoğunlukta ve azınlıkta bulunanları gösteren bir tutanak düzenlenir. Bu tutanaklar görüşmelere katılanlar tarafından aynı toplantıda imzalanır ve dosyalarında saklanır.

Kararlarda bulunacak hususlar:

Madde 24 – Kararlarda:

a) Tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları yahut unvanları ve adresleri,

b) Davacının ileri sürdüğü olayların ve dayandığı hukuki sebeplerin özeti istem sonucu ile davalının savunmasının özeti,

c) Danıştayda görülen davalarda tetkik hakimi ve savcının ad ve soyadları ile düşünceleri,

d) Duruşmalı davalarda duruşma yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise hazır bulunan taraflar ve vekil veya temsilcilerinin ad ve soyadları,

e) Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi ve hüküm:tazminat davalarında hükmedilen tazminatın miktarı,

f) Yargılama giderleri ve hangi tarafa yükletildiği,

g) Kararın tarihi ve oybirliği ile mi, oyçokluğu ile mi verildiği,

h) Kararı veren mahkeme başkan ve üyelerinin veya hakiminin ad ve soyadları ve imzaları ve varsa karşı oyları,

ı) Kararı veren dairenin veya mahkemenin adı ve dosyanın esas ve karar numarası,

Belirtilir.

10.4. Açıklama ve Yanlışlıkların Düzeltilmesi

Bu konu kapsamında açıklama ve yanlışlıkların düzeltilmesi konularına değineceğiz. Bu konular İYUK madde 29 ve 30’da düzenlenmektedir:

“Açıklamalar

Madde 29 – 1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar yeterince açık değilse, yahut birbirine aykırı hüküm fıkralarını taşıyorsa, taraflardan her biri kararın açıklanmasını veya aykırılığın giderilmesini isteyebilir.

2. Açıklama dilekçeleri karşı taraf sayısından bir nüsha fazla verilir.

3. Kararı vermiş olan daire veya mahkeme işi inceler ve gerek görürse dilekçenin bir örneğini, zelirleyeceği süre içinde cevap vermek üzere, karşı tarafa tebliğ eder, cevap iki nüsha olarak verilir. Bunlardan biri, açıklama veya aykırılığın kaldırılmasını isteyen tarafa gönderilir.

4. Görevli daire veya mahkemenin bu husustaki kararı, taraflara tebliğ olunur.

5. Açıklama veya aykırılığın kaldırılması, kararın yerine getirilmesine kadar istenebilir.

Yanlışlıkların Düzeltilmesi

Madde 30 – 1. İki tarafın adı ve soyadı ile sıfatı ve iddiaları sonucuna ilişkin yanlışlıklar ile hüküm fıkrasındaki hesap yanlışlıklarının düzeltilmesi de istenebilir.

2. 29 uncu maddenin son fıkrası dışında kalan hükümleri, bu istekler hakkında da uygulanır.

3. Yanlışlıkların düzeltilmesine karar verilirse, düzeltme ilamın altına yazılır.”

10.4.1. Açıklama

Açıklama; bir karar verildikten sonra karara ilişkin açıklanması gereken hususlara, kullanılan kelimeler nedeniyle tereddüde düşülen durumlara, daha anlaşılır olabilmesi için açılması gereken hususlara çözüm getiren bir yargılama müessesesidir. Söz konusu olan bir mahkeme kararı olduğu için, buradaki ihtiyaç mahkeme kararını yorumlayarak farklı bir biçimde uygulamak değildir. Var olan mahkeme kararına bir şey katmadan ne demek istediğini anlamak problemi ile karşılaşıldığında ne yapılacak? Problem bu. İlk akla gelen istinaf olabilir. Fakat insanın kendi lehine olan bir durum için de istinafa gitmesi bir çelişki oluşturur. Ayrıca önce mahkemenin kararını anlamak gerekir ki kanun yollarına başvurulup başvurulamayacağı bilinsin. Yani yanında kanun yollarına da imkan vermeyen bir kapalılık olabilir. Bu kapalılığı açmak konusunda İYUK’da bir usule ihtiyaç duyulmuştur; lehine olan kanun yollarına başvurmak zorunda kalmasın, açık olduğu zaman kanun yoluna gidilemeyecek bir karar tekrar tartışılmasın, dava uzamasın ve ne demek istediği ortaya çıksın. Bunun önemi ve farklılığı yargılama usulü bakımından şu; bir mahkeme davadan elini çektikten sonra normalde bir daha karara elini süremez. Sonradan yanlış olduğunu düşünse ve pişman olsa bile kararını değiştiremez. Bu dava dosyasında el çekme meselesi neredeyse hiç istisnası olmayan önemli bir husustur. Özellikle adli yargıda taraflara tefhim ettikten sonra, idari yargıda tebliğ ettikten sonra o kararın değiştirilmesinin mümkün olmaması gerekir. İşte açıklama, bu iki arada kalan ihtiyacı gideriyor. Bu müessese mahkeme kararını değiştirme niteliğinde olmayacak; fakat kapalı, anlaşılmaz bir karar olmaktan da kurtaracaktır.

Dolayısıyla öyle bir müessese getirilmiş ki; mahkeme, kararı verdikten sonra kararın anlaşılmadığı gerekçesiyle kendisine müracaat halinde kararın ne demek istediğine ilişkin bir karar verebiliyor. Ne demek istediğine ilişkin bu karar; hem el çektiği davaya ilişkin kararı tekrar ele almasına imkan veriyor, hem de o ilkeye aykırılık getirmemek için açıklama niteliğinde olmayan, bir nokta veya virgül bile koyulamaz anlamındaki içtihatlarla da bitmiş davanın tekrar tartışılmasına engel olmaya çalışıyor. Dolayısıyla bitmiş davayı tartışamaz, bitmiş davanın sonucunu, hükümlerini değiştiremez ama bitmiş davanın hükümlerinin ne demek istediğini açıklayabilir.

Uygulamada, kararlarda da görüleceği üzere, açıklama taleplerinin neredeyse hepsi reddedilmiş. Reddedilirken de "Bu temyizin bakacağı bir husustur, hükmü değiştiren bir husustur, açıklama ile istenemez." gerekçesi kullanılmaktadır. Mahkemeler kararlarının açıklamaya muhtaç olduğu intibaını da vermemek için kararların açıklanması gerektiğini görmesine rağmen yine de, "Kararımızda şöyle dediğimiz açık olduğundan açıklama talebinin reddine..." diyerek kararını açıklıyor ve açıklarken açıklama talebini reddediyor. Dolayısıyla şu durumlarla karşı karşıya kalınıyor. Birisi açıklama kapsamını aşan talepleri reddetmek, diğeri açıklama talebini haklı görmeyerek reddetmek veya haklı görerek kabul etmek.

Maddenin düzenlemesi şöyle; önce mahkemeleri saymış: "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar..." Yani bu ilk derece mahkemesi kararı da olabilir, istinaf da, temyiz de olabilir. Her merciin verdiği karar için açıklama söz konusu. Madde devamında yer alan "yeterince açık değilse, yahut birbirine aykırı hüküm fıkralarını taşıyorsa" şeklindeki ifade kritik ve önemli bir ifadedir. Çünkü birbirine aykırı hüküm fıkraları taşıması, esasında bir yanlışlık değil; bir karışıklıktır. Bu durum özellikle bilgisayar kullanımından sonra gündeme geldi. Kes – yapıştır gibi pratikler olduğu için bazen kararın bir kısmı dava iptal edilecekmiş gibi gidiyor, ikinci kısmı dava reddedilecekmiş gibi gidiyor. Sonundaki hüküm fıkrasında da kabul ediliyor veya reddediliyor. Yani hangi paragraf hüküm için geçerli? İptal gerekçesi doğru da red kararında mı bir yanlışlık oldu? Yoksa diğer hüküm fıkrası mı geçerliydi? Bu tip hususlar var ve bunlar açıklamanın sınırlarını zorlayan hususlar. Aslında birbirine aykırı hüküm fıkralarının bulunması demek, kanun yollarında incelenmesi gereken bir yargı kararı verilmesi demektir. Bu, hüküm fıkrasında bir kapalılık var demek değildir; çelişki var demektir. Çelişki de açıklama yoluyla giderilemez. Onu açıklama yoluyla gideriyor olmak, yeni bir hüküm tesis ediyor olmak demektir. Dolayısıyla maddenin düzenlenmesinde Danıştay'ın içtihatlarıyla içi doldurulmadığı takdirde yanlış kanaat verecek bir husus var: "Birbirine aykırı hüküm fıkralarını taşıyorsa, taraflardan her biri … aykırılığın giderilmesini isteyebilir." kısmı.

Maddenin ikinci fıkrasında; "Açıklama dilekçeleri karşı taraf sayısından bir nüsha fazla verilir." diyor. Bu, karşı tarafın da durumdan haberdar olabilmesi, söyleyeceği hususlar varsa söylemesine imkan vermek için öngörülmüş. 3. fıkra şu şekilde: "Kararı vermiş olan daire veya mahkeme işi inceler ve gerek görürse dilekçenin bir örneğini, belirleyeceği süre içinde cevap vermek üzere, karşı tarafa tebliğ eder." Karşı taraftan mutlaka cevap alması gerekmiyor. Açıklama isteğine konu olan karar, mahkeme için de açık değilse karşı taraftan bilgi isteyecek. Buna ilişkin Kanunda ayrıca genel bir süre düzenlemesi olmadığı için de süreyi kendisi belirleyecek. Dikkat ederseniz mahkeme ne kadar süre içerisinde cevap verilmesi gerektiğini kendisi belirliyor.

5. fıkra; "Açıklama veya aykırılığın kaldırılması, kararın yerine getirilmesine kadar istenebilir." Buradaki temel mantık şu; karar yerine getirilmişse yeni bir işlem yapıldığı için bu işlem karara aykırı mı değil mi, gibi durumlar yeni bir dava konusu yapılabilecektir. Dolayısıyla karar yerine getirilinceye kadar, kararı veren mahkemenin açıklama verebilmesi mümkün iken karar yerine getirildikten sonra, karardaki açıklanması gereken hususlar nedeniyle tarafın yanlış anladığı ve yanlış uyguladığı şeklinde bir iddia varsa da bu, başka bir dava konusu olabilecek bir husustur. Artık karar yerine getirilmekle yeni bir işlem yapılmıştır, kararı veren mahkemenin işi değildir. Dolayısıyla bu işlemin yapılması üzerine yeni bir dava konusu olabilir deniyor.

10.4.2. Yanlışlıkların Düzeltilmesi

Yanlışlıkların düzeltilmesi müessesesinin açıklamadan farkı, mahkeme kararında bir yanlışlık durumunun bulunmasıdır. Madde metninde yanlışlıklar da sayılmaktadır: "İki tarafın adı ve soyadı..." Örneğin, Aydın yerine Aydan yazılmış ve bunun yanlışlıkların düzeltilmesi yoluyla giderilmesi mümkündür. Hesap yanlışlıkları olabilir; örneğin kararda 2+2=5 denmiş olabilir. Bu da yanlışlıkların düzeltilmesi çerçevesinde giderilebilir. Dolayısıyla İYUK madde 30’da yanlışlık olduğu çok bariz olan hususların giderilmesinde söz konusudur; hukuki yanlışlıklar değil, hesap hataları ve yazım hataları gibi. Bazen açık bir biçimde olumlu-olumsuz eki problemi oluyor. Hata, anlamı tamamen değiştiriyor ama bütün cümlenin, paragrafın gelişi açık bir yazım yanlışı olduğunu gösterdiği zaman bu maddeye başvurulacağını ifade ediyor.

Açıklamada olmayan bir husus olarak 3. bentte "Düzeltme ilamın altına yazılır" ifadesi geçmektedir. Diğer maddede yazılmamasına rağmen, eğer açıklama kısa olacaksa kimi zaman kararın altına yazılıyor ama çoğunlukla ayrı bir karar olarak veriliyor. Halbuki yanlışlıkların düzeltilmesi ayrı bir karar olarak değil, düzeltme olarak kararın altına yazılıyor. Dolayısıyla yanlışlıkların düzeltilmesi, açıklamada olduğu gibi ikinci bir karar şeklinde çıkmıyor. O kararın altında tamamlayıcı bir unsur olarak gündeme geliyor.

 

[1] DANIŞTAY 6. DAİRE E. 2003/1419 K. 2004/5089 T. 20.10.2004.


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargılama usulündeki uygulama biçimi ile bilirkişilik, duruşma, mahkemelerin karar verme usulü, açıklamalar ve yanlışlıkların düzeltilmesi müesseseleri üzerinde durulmuştur.

Klasik Sorular:

1.

İdari yargıda duruşma yapılabilmesinin şartları nelerdir?

2.

Bilirkişilik müessesesinin yargılama hukukundaki işlevi nedir?

3.

İdari yargılama usulünde duruşmanın olumsuzlukları nelerdir?

4.

İdari yargıda hangi durumlarda duruşma yapılabileceğini kısaca açıklayınız.

5.

İdari yargıda yargı denetiminin kapsamını kısaca açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Bilirkişilikle ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Mahkemeler bakımından bilirkişi raporları bağlayıcıdır

(B) Bazı durumlarda bilirkişiye başvurmak gerekir

(C) Bilirkişiler ancak uzmanlık alanlarında görüş bildirebilir

(D) Bilirkişilerin hukuki değerlendirme yapması yasaktır

Bilirkişi bir kişi olabileceği gibi daha çok kişiden de oluşabilir

Cevap-1 :

Mahkemeler bakımından bilirkişi raporları bağlayıcıdır


Soru-2 :

Aşağıdakilerden duruşmanın idari yargıdaki özelliklerinden biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Gereksiz ve geciktirici

(B) Bazı davalarda zorunludur

(C) Davacı bakımından külfete sebep olur

(D) Usul ekonomisine aykırıdır

Avukatla takibe yol açar

Cevap-2 :

Bazı davalarda zorunludur


Soru-3 :

Aşağıdaki durumlardan hangisinde duruşma yapılması zorunludur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Tüm iptal davalarında

(B) Tüm tam yargı davalarında

(C) Tarafların talebi halinde tüm iptal davalarında

(D) Kanun yolları aşamasında

İdari yargıda hiçbir durumda duruşma yapılması zorunlu değildir

Cevap-3 :

Tarafların talebi halinde tüm iptal davalarında


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargı denetiminin kapsamında yer alır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yerindelik denetimi

(B) İdarenin takdir yetkisini kaldırmak

(C) Bazı durumlarda idareye ne yönde hareket etmesi gerektiğini söylemek

(D) Bazı durumlarda idare yerine kararlar almak

(E) Sadece hukuka uygunluk denetimi yapmak

Cevap-4 :

Sadece hukuka uygunluk denetimi yapmak


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Mahkeme kararındaki bazı önemsiz eksiklikler sonradan giderilebilir

(B) Mahkemeler talep olmasa da duruşma yapabilir

(C) Duruşma talepleri ancak dilekçe teatisinde yapılabilir

(D) İdari yargıda bilirkişiye müracaat edilemez

Hukuki konularda bilirkişiye başvurulamaz

Cevap-5 :

İdari yargıda bilirkişiye müracaat edilemez


11. Feragat, İspat ve Deliller




Kazanımlar

İdari yargıda feragat müessesesini tanıma

İdari yargılama hukukunda ispat müessesesini tanıma

İdari yargıda delilleri tanıma

Anahtar Kavramlar

• Feragat

• İspat

• Delil

• İspat külfeti

• Karar verilmesine yer olmadığı kararı

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde feragat, ispat ve deliller üzerinde durulacaktır. Özellikle bu müesseselerin idari yargılama usulü bakımından özel durumları ve hukuk mahakemelerinden farklılıklarından bahsedilecektir.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukunda feragat müessesesinin özellikleri nelerdir?

2) Yargılamanın hangi aşamasında davadan feragatin mümkün olduğunu açaklayınız.

3) İdari yargıdaki ispat araçlarının temel özellikleri nelerdir?

4) İspat külfeti kavramını açıklayınız.

5) İdari yargıdaki feragat müessesesinin hukuk muhakemesindeki feragat müessesesinden farkları nelerdir?

Giriş

Genel olarak idari yargıda feragat müessesesi Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na atıfla düzenlenmektedir. Ancak hukuk muhakemelerindeki feragat müessesesinin olduğu gibi idari yargıda da uygulanması uygulamada müessesenin kötüye kullanılmasına sebep olabilmektedir. Bu sebeple Danıştay, davadan feragat hakkında idari yargılama hukukunun temel özelliklerine göre hukuk muhakemelerinden farklı içtihatlar geliştirmektedir.

İdari yargıda ispat ve deliller özellikler ispat araçları ve ispat külfeti bakımından kendine özgülükler barındırmaktadır.

Bu ders kapsamında feragat, ispat ve delil müesseseleri üzerinde duracağız. İspat ve deliller konusunda idarî yargının gösterdiği en önemli özellik; özellikle İdarenin yaptırım uyguladığı işlemlerde, ispatın dava açan (müddei) üzerinde kalmasından ziyade öncelikle İdarenin yaptığı işlemi ispatlayıp ispatlamadığının incelenmesine ihtiyaç var. Yani önce İdarenin yaptığı işi ispat etmesi lazım. Dolayısıyla dava açmış olmakla, davacının iddiasını ispat konusundaki genel kuraldan (müddei iddiasını ispata mecburdur kuralı) farklı bir kural idarî yargının bünyesi gereği ortaya çıkıyor. Çünkü işlemi yapan İdare, işlem dosyası İdarede, işlemi sürdüren İdare, bulgulara dayanarak yorum yapan İdare, mevzuatı uygulayan İdare, ithamda bulunan İdare, bir şeyi kabul veya reddederken takdir eden İdare, öyleyse bunun tersini ispat, iddia edene değil; öncelikle dava açıldığı zaman, işlemin unsurlarının hukuka uygun olduğunu ispat İdareye düşen bir husus. Yani karşı taraf işlemin sakatlığını ispatlayamadığı için davanın doğal olarak reddi mantığı ile İdarenin yaptığı işlemin sebeplerini, gereklerini ortaya koymadığı için davanın iptalle sonuçlanması arasında çok fark var ve bu ceza hukuku ile medenî yargılama hukukundaki bakış açısından çok farklı. Diğer hukuk dallarında genel kuralın uygulanması mümkün ve taraflar eşit hukuki durumdadır. Dolayısıyla bir iddia; bir alacak olduğu zaman, herhangi bir evlilik birliğinin şiddetli geçimsizlikle zedelendiğini birisi iddia ettiği zaman o iddiasını elbette ispat külfeti ile karşı karşıyadır ama burada davalı konumda olan İdare, çoğu zaman hem davalı hem ispat eden konumundadır.

11.1. Feragat

Feragat İYUK madde 31’de HMK'ya atıfta bulunulan müesseselerden biridir ve İYUK’da, feragate dair hiç bir hüküm yer almamaktadır. Feragat müessesesi HMK’da şu şekilde düzenlenmektedir:

Davadan feragat

MADDE 307- (1) Feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.

Feragat ve kabulün şekli

MADDE 309- (1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.

(2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.

(3) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.

(4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.

Feragat ve kabulün zamanı

MADDE 310- (1) Feragat ve kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.

Feragat ve kabulün sonuçları

MADDE 311- (1) Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.

Feragat ve kabul hâlinde yargılama giderleri

MADDE 312- (1) Feragat veya kabul beyanında bulunan taraf, davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilir. Feragat ve kabul, talep sonucunun sadece bir kısmına ilişkin ise yargılama giderlerine mahkûmiyet, ona göre belirlenir.

(2) Davalı, davanın açılmasına kendi hâl ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilmez.”

Bu düzenlemelere göre medeni yargılamada feragat müessesesi nasıl gerçekleşiyorsa idari yargıda da öyle gerçekleşecek. Ama özel hukuk yargılamasında bir özellik var: Kişiler kendi hakları için davalar açıyorlar, kendi haklarından feragat ettiklerinde de davanın devamına gerek kalmıyor. İster dava dışı anlaşmış olsunlar, ister davacı hakkından vazgeçmiş olsun. Çünkü bazen davaya devam etmek insanın gündemini çok meşgul eden bir şey. Bazen bir davayı devam ettirmenin maliyeti, feragat etmenin maliyetinden daha fazla olabilir.

Feragatin en önemli sonuçlarından biri kesin hüküm doğurmasıdır. Feragatin mahkeme nezdinde yapılması gerekiyor ve feragat üzerine Karar Verilmesine Yer Olmadığı Kararı (KVYO Kararı) veriliyor.

Buradaki en kritik durum şu; İdarenin kimi işlemlerine karşı herkes dava açmaya cesaret edemiyor. Mesela bir bölgede alışveriş merkezi yapılıyor. Oradaki ufak esnaf da bundan rahatsız olacak ama ufak esnafın bir çoğunun da iş yeri açma izni yok. Bir dava açsalar, İdare gelse ve bir denetim yapsa onların işyerleri kapanacak veya lokanta açanın bacasını en geç 6 ayda bir temizlemesi lazımken temizlememiş. Kendinin de açığı olduğundan cesaret edemiyor. Dolayısıyla bir dava açsa ve İdare ona kötülük yapmasa, sadece işini yapsa perişan olur, dolayısıyla dava açmıyor. Bir derneğin veya meslek kuruluşunun açmasını tercih ediyor. Çünkü derneğin, mensuplarından ayrı bir kişiliği var, anonimleşiyor. Peki dava tam kazanılacakken feragat ederse ne olacak? O zaman zorunlu kaldığında belki tek başına dava açabilecek olan hem dava açma süresini kaçırmış oluyor hem de dava açan feragat ettiği için işlem hukuka aykırı olsa bile yargı denetiminden kurtulmuş oluyor, sorun bu. Feragati geçerli sayarsak, açılmış olan davalar nedeniyle ayrıca dava açmaya gerek duymamış olanlar veya kamuyu ilgilendiren sonuçları olan davalarda feragat sonucu ne olacak? Bazen de bir kişi açıyor, diğerleri ayrıca dava açmıyor, davacı yanında katılıyor. O kişi davadan feragat ederse, onun yanında davaya katılanların ayrıca davaya devam etmeye hakkı yok. Hepsiyle birlikte dava düşüyor. Hatta acı bir şey var; bazı büyük projelerde, proje sahipleri bir dernek kurdurup kendi projelerine dava açtırtıyorlar. Ne kadar garip diyeceksiniz. Dava açıldığı basında çıkıyor. Sonra virtüel dernek davadan feragat ediyor. Dolayısıyla o büyük projeye karşı dava açma gazını projenin sahipleri almış oluyor ve dava kendi kontrollerinde gidiyor. Davanın bir aşamasından sonra (dava açma süreleri geçtikten sonra) davadan feragat ediyorlar.

Esasında bu tip şeyler, idarî yargının önemini göstermesi bakımından önemli. Gerekirse davayı da bu sahte dernek açtığı için feragati de sağladığında orada diğer davaların açılmasını bir anlamda engellemiş oluyor. Oysa idealist hukukçulara bütün dünyanın ihtiyacı var. Bunları, yapmak için değil kanmamak için öğrenmek lazım. Dolayısıyla feragat idarî yargıda ciddi bir problem. Şu anda 6. Daire biraz dayanıyor. Danıştay bir müddet dayandı, sonra vazgeçti. Danıştay'ın bu işten haberdar olması, feragatin kötüye kullanıldığını ve bir çeşit hukukî şantaj olarak kullanıldığını anlaması şöyle oldu; çevre korumak amacıyla kurulmuş olan bir dernek, esasında o semtte yapılan inşaatlardan para almak için dava açarak şantaj yapmak amacıyla avukatlar tarafından kurulmuş bir dernekmiş. Çevreyi korumayı istemiyor. Mesela yeşil alanken imara açılan bir yer var, ruhsat verilmiş. Ona dava açıyor. Bilirkişi incelemesi devam ederken ruhsatı alan kimseyle pazarlık yapıyor. Sonra da para veya daire alarak davadan feragat ediyor. Fakat pazarlık uzamış, bir olayda açtıkları davayı kazanmışlar. Fakat anlaşmaya da varmışlar. Onun üzerine temyiz edip, "Biz davadan feragat edecektik, kararı bozun." demişler. Danıştay'ın durumu garip bulması üzerine mekanizma çözülmüş. Bu dernek, çevre koruma ve yeşillendirme için değil; hukuk, dava ve feragat yöntemini kullanarak para almak amacıyla kurulmuş. Dolayısıyla hukuka aykırı olabilecek işlemlere karşı dava açıp, o işlemden menfaati olanlarla (arsanın sahibi, müteahhidi vs.) bir çeşit pazarlık yapıyor.

Danıştay bunu anlar anlamaz, Kanunda ne yazarsa yazsın idarî yargıda feragati kabul etmiyorum demeye başladı. "Feragat, idarî yargının bünyesine uygun olduğu oranda uygulanabilir. Her ne kadar kanunda feragate atıf varsa da bu feragati, uysa da uymasa da kabul etmiyorum" dedi. Sonra Kanundaki bu durumu yorumlayamadığından bir ayrıma başladı. Bu ayrımda şöyle dedi; "Kişisel menfaati ilgilendiren hususlarda feragati kabul ederim, kamu yararını ilgilendiren hususlarda feragati kabul etmem." Bu sefer kamu yararı nedir, kişisel menfaat nedir problemi ortaya çıktı. Mesela birisi İstanbul'dan Sinop'a atanıyor ve bu atama işlemine karşı dava açıyor, Sonra yürütmeyi durdurma alamadığı için Sinop'a gittiğinde bu şehirde kalmaktan memnun kalıyor ve geri dönmek istemediği için davasından vazgeçmek istiyor. Danıştay bu durumda atama işlemi yalnızca o kişiyi ve ailesini ilgilendirdiğinden feragati kabul ediyor, KVYO kararı veriyor. "Ama örneğin; plan değişikliğine karşı, yeşil alanın imara açılmasına ilişkin dava açmışsan, bir yerde yapılacak tesis için ÇED raporuna karşı, bir yönetmeliğe karşı dava açmışsan; bu artık sadece seni ilgilendirmiyor, davanın sonuçları herkese yönelik. Burada feragat edemezsin" dedi. Buradan da diğer bir aşamaya geçti. Diğer aşamada Danıştay'ın daireleri arasında ayrılık baş gösterdi. Önce bütün daireler şöyle dedi; "Davanın sonucuna ilişkin bir emare çıkıncaya kadar feragat edebilirsin, emare çıktığında feragat edemezsin. Mesela mahkeme bir yürütmeyi durdurma kararı vermişse davayı iptal edecek değil ama davayı iptal edebileceğine ilişkin bir fikir veriyor. O aşamadan sonra feragat edemezsin ama o aşamaya kadar, henüz dilekçe teatisinde, keşif ve bilirkişi raporu çıkmamış, yürütmeyi durdurma kararı verilmemişken feragat edebilirsin." dedi . Son gelinen noktada da 6. Daire dışındaki daireler feragati kabul ediyor , 6. Daire (imarla ilgili daire) bir emare çıktıktan sonra feragati kabul etmiyor. Yani yürütmeyi durdurma ve bilirkişi raporu aşamasından sonra kabul etmiyor.

Ayrışık oylarda ve gerekçelerde feragate ilişkin çok değişik açıklamalar var. İsterseniz birkaçınızın feragat müessesesi hakkında görüşünüzü, bu alanın size ne çağrıştırdığını alıp sonra devam edelim. (Öğrenci : Kanunda eleştirilmesi gereken bir nokta var, idarî yargının özüne uygun bir düzenleme yapılmamış. Bundan dolayı daireler arasında bu kadar ihtilaf ve gecikme var.) Burada bir şey söyleyeyim. Bakın arkadaşınızın söylediği bambaşka bir noktaya getiriyor. Özellikle, yargılama hukukunda bu şekildeki bakış açısı önemli. Biraz önce söylediğimiz tarzda gitsek hep Kanunun istisna getirip getirmediğini, Kanun çerçevesinde nasıl uygulanması gerektiğini tartışacağız. Fakat bizim bir adım geriye çekilerek düşünmemiz lazım. Acaba Kanun idarî yargının bünyesine göre feragatin yapılabileceği veya yapılamayacağı aşama diye bir düzenleme yapmalı mıydı? Dolayısıyla şimdiki mevzuat çerçevesinde düşünürsek varacağımız sonuç başka, müesseseyi olması gereken hukuk bakımından düşünürsek değerlendirmemiz başka. Müessese açısından düşünürsek; "HMK'ya atıfta bulunuyor, orada feragat konusunda bir sınır yok. Feragatte sadece şekli şartlar var. Bu şartlar dışındaki her mahkeme kararı, Kanunun belirlediği zeminin dışına taşan niteliktedir. Doğru mu yanlış mı beni ilgilendirmez, ben uygulamacıyım. Kanun böyle diyorsa böyledir." diye bakılabilir. Acaba öyle mi bakmak lazım?

Birisi dava açmış. Baktığınızda herkesi ilgilendiren bir dava. Ama imar planları çok uzun sürede yapıldığından diğerleri; İdare %0,1 fazla alsa ne olacak, bu davadan vazgeç diyorlar. Belediye razı, vatandaşlar razı, davacı pişman olmuş durumda. İptal daha büyük bir karışıklık. Bu durumda feragat edemezsin derseniz bir problem. Bence, problemi bir önceye çekmek lazım. Gerçekten idarî yargıda feragate ilişkin özel bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç var. Kanunda şöyle bir düzenleme olsa; kamu yararını ilgilendiren konularda feragat gündeme gelemez. O zaman böyle bir olayda feragat gündeme gelemeyecek. Bu hüküm bu duruma uymadığı için de, Kanun maddesini uygulamamak gibi daha az hukuki bir yol seçeceğiz. Ama şu en azından açık bir düzenleme olmadığı gerekçesiyle fikir üretebiliyoruz. Ama problem şurada, herkes kamu yararını çok kimsenin yararı olarak algılıyor. Halbuki bir kimsenin hakkının ihlalinde bile kamu yararı var. Kamu yararı, toplum yararı ya da çok kişinin yararı demek değil. Hakkın korunmasında da kamu yararı var. Dolayısıyla bir kişiyi de ilgilendiren işlem hukuka aykırı ise iptal edilmesinde kamu yararı var. Bin kişiyi ilgilendiren işlem hukuka aykırı ise de kamu yararı var. O yüzden, kamu yararı bunu açıklamıyor. Sadece şunu değerlendirmenize sunayım; hakimin hukuku geliştirmesinde şöyle bir teori var. Bir kanunun anlamı ve kapsamı, uygulanması hakkaniyeti çok zedeliyor ise bir noktaya kadar hukuk sistemi ve mahkemeler buna tahammül ediyor. Tahammül edilemezlik sınırına geldikten sonra, Kanun ne derse desin, ben böyle bir içtihat geliştirdim şeklinde bir yaklaşıma giriliyor. Mesela Anayasa Mahkemesi; "Kanun ne olursa olsun ben iptal edinceye kadar bir sürü olumsuz sonuçları olacağı için yürürlüğün durdurulması diye idarî yargıdaki bir müesseseyi Anayasa yargısı bakımından da getiriyorum" dedi ve şimdi bu alanda da 6. Daire öyle diyor. "Ben imar işleriyle uğraşıyorum, imar işleri çok şantaja tabi uyuşmazlıklar, rant dağıtımı ile ilgili bir konu. Bu konuda açılmış davalarda, ister tekil ister kamusal özelliği olsun, bu davanın sonucuna ilişkin mahkemenin bir aşamasında bir karar çıktığında ben artık feragati kabul etmem, davaya devam ederim" diyor. Fakat tersine kararlar var; İDDK'nın feragati kabul etmediği için ilgili dairenin kararını bozduğu kararlar var. Feragati kabul etmeyerek dava hakkında karar veren dairenin kararının temyiz edilmesi üzerine, "Feragat iradesi varsa bunu dikkate alarak KVYO kararı vermen gerekirken, devam edip işin esası hakkında karar vermen hukuka aykırıdır" diyor ve temyiz aşamasında bozuyor. Dolayısıyla 6. Daire dışında, tepede de farklı oluşmuş bir fikir var. Bu alanda da giderek feragatin şartsız, her halükarda geçerli olduğuna ilişkin bir yaklaşım var. Buradaki kritik şey; mutlaka bir düzenleme olması gerekliliği. Yani yargı, feragatin uygulamalarına tahammül edemiyor. Bazı özelleştirmelerde işçiler lehine dava açanlar oldu, davadan feragat ettirmek için ne istediyse verdiler ve Türkiye'nin en zengin insanı hale geldi. Ufkunun ve düşünebileceğinin daha üzerinde para aldı. Dolayısıyla yargı bunları gördükçe tahammül edemiyor. Bu yüzden de yargı bu alanın doktrin tarafından eleştirilmesini, yasama tarafından da yeni bir düzenlemeye tâbi tutulmasını ve 31. madde çerçevesinde atıfta bulunmak yerine idarî yargıya özgü düzenlenmesini istiyor. Fakat bu işi düzenlemek de çok zor. Çünkü, kamu yararı kavramı kesin sonuç verecek bir kavram değil. Bir yandan da feragat etmek isteyen birisini davaya nasıl devam ettireceksiniz? Sonuçta iradesi o yönde değil. O yüzden de bu gibi durumlarda bence feragat etmek isteyen kimseyi taraf olmaktan düşürüp, o davayla ilgili olarak kayyım atamak gibi şeyler düşünülebilir. Öbür türlü feragat etmek isteyen kimse için zorlayıcı bir şeyin anlamı olmayabilir.

11.2. İspat ve Deliller

İYUK 'ta dava sürecine ilişkin 20. madde dosyaların incelenmesini konu almaktadır. Bu maddeye göre:

"1.Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.

2. Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde, bu durumun verilecek karar üzerindeki etkisi mahkemece önceden takdir edilir ve ara kararında bu husus ayrıca belirtilir.

3.Ancak, istenen bilgi ve belgeler Devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Cumhurbaşkanı ya da ilgili Cumhurbaşkanı Yardımcısı veya bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez."

Bizi ilgilendiren hükümler bunlar. İdarî yargılama usulünde re'sen araştırma ilkesi dediğimiz bir ilke geçerli. Re'sen araştırma ilkesi ispat sürecinde delillerin elde edilmesi aşamasında da önemli bir ilke. Madde kapsamında, re'sen araştırma yetkisi ve aynı zamanda yükümlülüğü, mahkemeye maddî ve hukukî gerçekliğin ortaya çıkması için her türlü araştırmayı yapma yükümlülüğü getirmektedir. Dolayısıyla da adlî yargıda geçerli olan, davanın taraflarca sürülmesi prensibinin aksine, burada tarafların yanında adeta ceza hukukuna benzer bir şekilde idarî yargıç ve idare mahkemesi süreçte aktif olarak rol alıyor ve delillerin elde edilmesi, maddî ve hukukî gerçekliğin ispatına ilişkin her türlü bilgi ve belgeyi toplamak için aktif bir şekilde rol üstlenmesini öngörüyor. Bu bir yetki. Neden? Çünkü mahkeme her türlü bilgi ve belgeyi isteyebilir, toplayabilir. Aynı zamanda bir yükümlülük. Çünkü bunu yapmadığı zaman usule aykırı davranmış olur. Mesela, re'sen araştırma yetkisi çerçevesinde getirtmesi gereken bir belgeyi getirtmezse, usule aykırı davranmış olur. O yüzden bu, sadece bir yetki değil, mahkemeler tarafından uyulması gereken usulî bir yükümlülük. Bu kurala uyulmaması durumunda bu bir bozma sebebi teşkil ediyor. İdarî yargılama usulünde, mahkeme ilgili yerlerden her türlü bilgi ve belgeyi isteyebilir. Bunun mutlaka taraflarda olmasına gerek yoktur. Çoğunlukla idarî yargılama usulünde taraflar arasında bir eşitsizlik var. Bir tarafta İdare, diğer tarafta bireyler var. İşlemi tesis eden veya idarî eylemde bulunan İdare olduğu için ona ilişkin bilgi ve belgeler ve diğer deliller çoğunlukla İdarenin elinde bulunur. Bu nedenle, İdare elinde bulunan bilgi ve belgelere davacı gerçek kişilerin ulaşma ihtimali olmayabilir.

Gerçi artık, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu var. Bu Kanun çerçevesinde dava açmadan önce ilgili yerlerden bilgi ve belge isteyebilirsiniz. Maalesef bu Kanun, artık ilk zamanlardaki hassasiyetle uygulanmıyor. Daha önce istenen her türlü bilgi ve belge Kanunda öngörülen 15 günlük süre içerisinde hemen gönderiliyordu. Dolayısıyla böyle bir hassasiyet olsa, bilgi ve belgelere ulaşma konusunda bir rahatlık olsa belki bu madde biraz daha az işlevsel olacaktı. Ama böyle bir eşitsizlik var ve usul hukukunda silahların eşitliği dediğimiz ilkenin sağlanması lazım. Bunu sağlamanın en etkili aracı da bu re'sen araştırma ilkesi ve yetkisi. Taraflar, ulaşmak istedikleri ve ulaşamadıkları bilgi ve belgelerin mahkeme tarafından dosyaya celbini isteyebilirler. Zaten iptal davaları açıldığında ve dava İdareye tebliğ edildiğinde, işlem dosyasının da mutlaka cevapla birlikte dosyaya gönderilmesi gerekiyor. İdare kimi zaman gönderiyor, kimi zaman göndermiyor veya dosyadaki belirli belgeleri çıkartarak gönderiyor. Bazen de kararın esasını etkileyen belge ve bilgiler veya sizin iddianızı güçlendirecek veya ispata yarayacak bilgi ve belgeler üçüncü kişilerin elinde olabiliyor. Bu gibi durumlarda üçüncü kişilerin de az önce gördüğümüz gibi müdahil olarak bu bilgi ve belgeleri mahkemeye sunma imkanı olduğu gibi, hiç müdahil olmadan doğrudan o kişilerden sadece bilgi ve belgelerin getirtilmesini de isteyebilirsiniz. Mesela şöyle dolaylı bir örnek vereyim. Rekabete ilişkin bir davada Rekabet Kurumu sizin rekabeti ihlal ettiğinizi iddia ediyor. Sizse faaliyette bulunduğunuz sektörde (diyelim ki telekomünikasyon sektörü) aslında tek güçlü oyuncu olmadığınızı, orada BTK'nın yapmış olduğu analizlere göre sizinle aynı düzeyde başka güçlü oyuncular olduğunu iddia ediyorsunuz. Bu analizleri nereden isteyebileceksiniz? Ancak BTK'dan. Halbuki siz davanızı kime karşı açacaksınız? Rekabet Kurumu'na karşı. Çünkü rekabeti ihlal ettiğinize karar veren kurum orası. O nedenle başka İdarenin elinde olan bilgi ve belgelere de dayanmak ve onları oradan istetmek mümkün.

Burada bilgi ve belge konusunda bir sınırlama var, devlet sırrı dediğimiz, gizli nitelikteki bilgi ve belgelere ilişkin. Bizde henüz Devlet Sırları Kanunu çıkmadı. Buna ilişkin bir tasarı var. Bildiğim kadarıyla da görüşe gönderilen bir tasarı. Yani epey olgunlaşmış ve kanunlaşma sürecine girmiş bir tasarı. Ama henüz yürürlükte değil. Devlet Sırları Kanunu olmadığından, Kanun devlet sırrı niteliğinde olan bilgi ve belgelerin Cumhurbaşkanı ya da ilgili Cumhurbaşkanı yardımcısı veya ilgili bakanlığın gerek duyması halinde verilmeyebileceğini öngörüyor. Ama "Bu bilgi ve belgeler gizlidir. Dolayısıyla dosyaya sunmuyorum. Benim falanca kişiyi kamu görevinden çıkartmak için elimde istihbarat bilgileri var. Ama bunlar gizli." dediğiniz durumda, adil yargılanma ilkesine uygun bir yargılama yapılabilmesi için bu bilgi ve belgelerden davanın taraflarının haberdar olması lazım. Ama niteliği itibariyle devlet sırrı olduğundan taraflara bunu gönderemiyorsunuz. Bu nedenden dolayı, 1994'te Kanuna eklenen bir cümleyle, Verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak ileri sürülen savunmaya göre karar verilemez." hükmü getirilerek; "Bilgi ve belge vermeyebilirsin. Bu bir istihbarî bilgi olabilir veya başka gizli belgeler olabilir. Açıklandığında devletin zarar göreceği bilgi ve belgeler olabilir. Bu durumda vermiyor olman o işlemi hukuka uygun hale getirmez. Dosyanın diğer içeriğine, mevcut durumuna bakarım. Ona göre karar veririm" anlamına gelen bir ekleme yapıldı. Aksi halde adil yargılanma hakkının ihlali oluyordu. Bu düzenleme ile bu ihtimal bertaraf edildi.

Gizli bilgi ve belgelere ilişkin uygulamada diğer bir problem de şu; esasen devletin güvenliği gibi gerekçelerle yüksek gizlilik derecesi olan bilgi ve belgeler değil; ama kurumların kendi faaliyetleri bakımından gizlilik taşıyan bilgi ve belgelerde durum ne olacak? Mesela askerî bir tatbikatın nerede, kaç kişiyle yapılacağı, kimlerin ne görev üstleneceğine ilişkin bilgi ve belgeler bir askerî faaliyet kapsamında gizli tutulması gereken bilgi ve belgeler olabilir. Ama bu tatbikata ilişkin bir uyuşmazlık çıktığında acaba bu bilgi ve belgeler de dosyaya sunulur mu? Kimi zaman İdareler pratikte şunu yapıyorlar. Gizlilik kaydı koyarak gönderiyorlar. Bu durumda acaba yine buna göre karar verilebilir mi? Burada da bir sürü problem var. Acaba mahkeme, İdarenin bilgilerin açıklanmaması gerektiğine yönelik tek taraflı tespitiyle yetinebilir mi? Yoksa mahkeme ayrıca bu bilgilerin gizli nitelikte olup olmadığına ilişkin bir değerlendirme yapabilir mi? Gizli olduğuna karar verdiğinde bunu taraflara tebliğ edecek mi? Etmese adil yargılanma hakkı ve silahların eşitliği bakımından bir ihlal ortaya çıkmayacak mı? Elbette ki çıkacak. Bu nedenle bence, burada 20. madde ile getirilen istisna; sadece devletin güvenliğini ilgilendiren bilgi ve belgelerdir. İYUK' ta, diğer kurumsal faaliyetler kapsamında (Mesela bir ihale dosyası içinde yer alan yaklaşık maliyetin de ihale sonuçlanıncaya gizli tutulması gerekir.) gizli kalması gereken bilgi ve belgelerin dosyaya sunulmaması veya sunulsa da taraflara gönderilmemesi gibi bir imkan yok. Aksi yöndeki uygulamalar ve mahkeme kararları, kaanatimizce Kanunun 20. maddesine aykırı. Çünkü 20. maddenin mahkemeye sunulmamasına imkan tanıdığı bilgi ve belgeler, ancak ilgili Bakanlık veya Cumhurbaşkanı ya da ilgili Cumhurbaşkanı Yardımcısı tarafından açıklanması halinde devletin güvenliği veya yabancı devletlerin menfaati aleyhine olabilecek davalardaki belgelerdir. Diyelim ki; komşu devlette yürütülen bir davaya ilişkin istihbarî bilginiz var. Bu devlette darbe yapılacağına dair elinizde bilgiler var. Bütün devletlerin ve istihbarat birimlerinin bu tür çalışmaları oluyor. Bunu açıkladığınızda, Bulgaristan'ın içişlerine müdahale etmiş olursunuz, uluslararası ilişkiler bakımından kriz çıkar, o ülkenin iç siyaseti bakımından problemler ortaya çıkar. O nedenle bu tür bilgi ve belgeler açıklanmaz. Bunlar devletin güvenliğini ve yabancı devletlerin menfaatlerini olumsuz etkileyecek şeyler olduğundan, gizlilik kaydı ile de dosyaya sunulmaz. Sunulmadığı için de buna göre değerlendirme yapılmaz. Dosyada ne varsa mahkeme ona göre karar verir. "Bu bilgiler gizlidir ve İdare burada haklıdır" demez. Diyelim ki bir memur hakkında yasadışı örgüt üyesi olduğuna dair bilgiler geldi. Ama bunlar gizli olduğu için mahkemeye sunulmuyor. Mahkeme böyle bir şeyi gerekçe olarak kabul edemez. Eğer o kişinin kamu görevinde kalmasını engelleyecek başka somut bilgi ve belgeler varsa ona göre bir karar verir. Yoksa, dosya ne diyorsa ona göre karar vermek durumunda.

İdarî yargılama usulünde ispat yükü meselesinde ise, kural olarak; her iddia sahibi iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Yani siz; bir işlemin hukuka aykırı olduğunu iddia ediyorsanız, hukuka aykırılığını da gerekçeleriyle birlikte siz ortaya koymak durumundasınız. İdare de bunun hukuka uygun olduğunu ortaya koymak durumunda. Yahut bir tam yargı davasında bir zarar varsa, bu zararın gerçekleştiğini ve zararın miktarını ispatlamak durumundasınız. Karşı taraf da zararın olmadığını veya zararın tazmini koşullarının gerçekleşmediğini ispatlamak zorunda. İspat yükümlüğünün önemsizliği re'sen araştırma ilkesi ile karşımıza çıkıyor. Mahkeme zaten kendisi de hukuki ve maddi gerçekliği ortaya çıkarmakla yükümlüğü ve yetkili olduğu için burada bunu yapmaması beklenemez. O yüzden ispat yükünün kime ait olduğu sorusunun cevabı, az önce bahsettiğim genel prensipler haricinde, çok büyük bir önem taşımaz. Ama neden önemlidir? Siz elinizdeki bir belgeyi mahkemeye sunmuyorsunuz. Mahkemenin zaten sizde böyle bir belge olduğunu bilmesini beklemek çok mümkün olmayabilir. Bilmesine ve bunu sizden istemesine rağmen sunmuyorsanız, artık siz o delili sunma hakkınızdan vazgeçmiş sayılırsınız. O nedenle idarî yargılamada ispat yükü meselesinin orijinalliği olmadığını düşünüyorum. Çünkü re'sen araştırma ilkesi var. İdari yargılama usulünde delil serbestliği var. Yani her türlü bilgi ve belge delil olarak kullanılabilir.

Her türlü bilgi ve belgenin delil olarak kullanılabilmesinin sınırı; tanık dinlenmesi. Bu da yıllardır tartışılan bir mesele. İdari yargılama usulünde tanık dinlenir mi, dinlenmez mi, dinlenmesi faydalı mıdır diye. Yazılılık ilkesinin faydası şu; dava sürecini uzatmadan hızlı bir şekilde sonlandırıyorsunuz. Duruşma yapılıyor ama bir defa yapılıyor. Hakimler arasında yapılan bir ankette tanık dinlenmesinin ve duruşma yapılmasının gereksiz olduğu sonucuna ulaşılıyor. Neden? Çünkü genellikle avukat meslektaşlarımız, duruşmalarda dava dilekçelerinde veya savunmalarında ifade etmiş oldukları hususları aynen tekrarlıyorlar. Bunun pratik bir faydası yok. Söyleyecekleriniz zaten dilekçenizde yazıyor ve mahkeme de bu duruma vâkıf. Tanık beyanının niteliğinden kaynaklanan bir takım tereddütler var. Medenî usul hukukunda da; tanık beyanı takdirî bir delil. Kesin delil niteliği yok. Dolayısıyla tanık beyanının sübjektifliği, tanığın tarafsız olamayacağı, etki altında kalabileceği, olayları yorumlama kabiliyetine sahip olamayabileceği, bulunduğu yer itibariyle gördüğü şeyi yorumlamasında farklılıklar olabileceği gibi bir sürü eleştiriler var. Bunlar, tanık beyanına ilişkin temel eleştiriler, sadece idari yargılama usulüne ilişkin değil.

İdarî yargılama usulünde şahit beyanı gerekli midir? Faydası olabilir mi? Öyle bazı durumlar vardır ki; bunu siz ancak tanıkla değerlendirebilirsiniz. Başımdan geçen bir hadiseyi anlatayım. Bir sınav gözetmenliği esnasında asistan arkadaşlarımız, bir arkadaşımızın kağıdını alıp yerini değiştirmek istediler. Arkadaşımız yerini değiştirmek istemedi. Biz de hem sınav düzeni hem de arkadaşın morali daha fazla bozulmasın diye oturduğu yerde kalmasına müsaade ettik. Sonra kağıdını teslim ederken, yerini değiştirmesini rica eden asistan arkadaşımıza hakaret etti. Üslubunca ona neden böyle yapıldığını, bunu hak edecek bir şey yapmadığını söyleyebilirdi. Bu anlayışla karşılanır, bazen bizden kaynaklanan sorunlar olabilir. Alenen ettiği hakareti duyduk ve tutanağa geçirdik. Karşı taraf, disiplin soruşturması esnasında bir tanık dinletiyor ve tanığı da arkadaşının böyle bir şey söylemediğini söylüyor. Siz de söylediğini iddia ediyorsunuz. Böyle bir durumda mahkeme dedi ki; "Davacının tanığı da hakaret edilmediğini söylüyor. Yeterli delil yok." Bu durumda nasıl ispatlayacaksınız? Elinizde başka bir ispat aracı yok. Başka bir örnek; artık kamu görevlileri arasında mobbing dediğimiz uygulamalar var. Genç arkadaşlarımıza sabah akşam öyle mobbing uygulanabilir ki 1 hafta tahammül edemezler. Görüntüde sırf mesleki şeyler istenerek de mobbing uygulanabilir. Bunların hiç bir ispat aracı da yoktur. Nasıl ispatlanır? Kimi zaman tanık bile bulmakta zorlanırsınız. Ama en fazla başvuracağınız araç, tanık beyanıdır. Dolayısıyla bazı davalar bakımından tanık dinlenmesi, bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor. Ama tanıklık, medeni yargılama usulündeki gibi kabul edilirse bu da yine idari yargılamanın özgünlüğünü bozar. Mesela duruşmalara tanık gelmediği zaman, aylarca yeni duruşmalar bekleniyor veya tanıklar mazeret bildirip gelmediğinden sürekli yinelenen duruşma talepleri olduğunda bunlar süreci uzatır. O nedenle, bütün idarî davalar bakımından değil ama bazı davalar bakımından tanıklık müessesine imkan verecek bir düzenleme yapılmalı.

İkincisi; tanığın yine idarî yargılama usulüne özgün yöntemlerle dinlenmesi pratiği de geliştirilebilir. Nasıl? Mesela mutlaka duruşma yapılmasına gerek yok. Tanık, mahkeme heyetine giderek, heyet ve dava taraflarının bulunduğu bir ortamda beyanını sunabilir, yazılı olarak sunmasına izin verilebilir. Ayrıca tanık dinlenmesinin gerekip gerekmediğine de mahkemenin kendiliğinden karar verme yetkisi olmalı. Yani buna bir hak olarak bakmaktan ziyade, gerçekten bu uyuşmazlıkta tanık dinlenmesine gerek olup olmadığı sorgulanmalı. Az önceki örnekte, rekabet ihlali dosya üzerinde incelenerek karar verilebilecek bir mesele. Öğrenci sınav kağıdına ilişkin değerlendirme, sınav kağıdı üzerinden inceleme yapılarak karar verilebilir. Bu tür davalarda tanık dinlenmesine gerek yok. Ama özellikle idari eylemlerden doğan tam yargı davalarında çoğunlukla tanıkla ispat yükümlülüğü getirilebilir. Tanıkla ispat imkanını ortadan kaldırmanın en önemli araçlarından biri de (aslında bu yapılırsa bütün bu problemlerin büyük ölçüde kalkacağını düşünüyorum) İdarî Usul Yasası getirilmesi. Eğer bir İdarî Usul Yasası getirilirse ve idari işlemin tesisi sürecinde zaten tanık dinlenirse, dava aşamasında o tanıkların dinlenmesine zaten gerek kalmaz. O nedenle disiplin soruşturmalarında tanık dinletebiliyorsunuz. Tabii problem yine bitmiyor. Yeni tanıklar ortaya çıkabilir vs. Bu nedenle günümüzde artık genel yaklaşım tanık dinlenebileceği yönünde. Ama bunun da medeni yargılama usulünde olduğu gibi onlarca duruşma yapılarak, her davada mutlaka dinlenmek suretiyle tanık getirilerek değil; yine idarî yargının bünyesine uygun bir takım kural ve kısıtlamalarla tanık dinlenmeye imkan verilmesi gerekiyor. Çünkü, bazı uyuşmazlıkların artık tanık dışında bir araçla ispatı neredeyse imkansız.

Delil serbestliği olduğunu söyledik. Acaba yemin idari yargılama usulünde bir delil olabilir mi? İkrar kabul edilebilir mi? İkrar, belli bir hukukî veya maddi olgunun var olduğunun kabulüdür. Hukuka uygun davranan bir İdarenin, bir şeyi ikrar etmemesi beklenemez zaten. Hukuka uygun davranan İdarenin, maddi gerçekliği gizlemek gibi bir amacının olmaması lazım. Çünkü hukuk uygun davranma yükümlülüğü olan İdarenin maddi gerçeği gizlemek gibi bir lüksü olabilir mi? O nedenle İdare veya İdare adına beyanda bulunan kişilerin zaten ikrarda bulunmaları için Kanunda hüküm olmasına bile gerek yok. Yani mahkeme "Bu binayı siz mi yıktınız?" diye sorduğunda, "Hayır, biz yıkmadık" mı diyecek? Tazminat koşullarının oluşmadığı ya da kusuru olmadığını iddia etmesi ayrı mesele. Ama "Binayı yıkma işlemini biz yapmadık. Karşı taraf bizim yaptığımızı ispatlasın" demek, İdare Hukukunun ve İdarenin varlığı ile çok bağdaşmaz. Yemin mümkün olabilir mi? Deniyor ki; yemin, idarî yargının bünyesine çok uygun değil. Yemin müessesesi olmaz. Neden olmasın? Mesela az önce bahsettiğimiz mobbing davasında, davacı mobbing yapıldığını iddia ettiğinde karşı taraf en azından yemin edebilir. Burada tabii ki davayı İdare aleyhine açıyorsunuz. Soyut nitelikteki İdare mi yemin edecek? Ama HMK' da tüzel kişiler adına temsilcilerinin yemin edebileceği belirtiliyor. Burada da yemin tevcihinin işlemi tesis eden ya da mesela mobbing uyguladığı iddia edilen kimseye edilmesine imkan sağlanabilir. Çünkü neticede bu manevi bir şeydir ve insanlar bir etkisi olacağını varsayabilir. Dolayısıyla kategorik olarak reddetmek yerine, idarî yargının işlevine uygun yöntemlerle buna imkan sağlamanın daha sağlıklı bir yaklaşım olduğunu söylemek herhalde daha doğru olabilir.

Hukuka aykırı delillerin idarî yargıda değerlendirilip değerlendirilemeyeceği meselesi var. Danıştay'ın bu konuda bizim gözlemleyebildiğimiz mutlak bir yaklaşımı yok. Ama özellikle disipline ilişkin bazı kararlarında, delil hukuka aykırı olsa bile bunun değerlendirilebileceğini söylüyor. Çünkü ceza yargılaması usulü ile idarî yargılama usulünün amaç ve işlevleri birbirinden farklıdır şeklinde bir yorum yapıyor. İdari yargılama usulünde, delil hukuka aykırı olsa bile incelenebilir diyor. Hakikaten bunu haklı kılan şeyler de var. Mesela bir kamu görevlisi ilkokul çocuğuna tacizde bulunuyor. Bunu kanıtlayan yasa dışı görüntüler var. Görüntüler yasa dışı diye bu fiile göz mü yumulacak? Öğretmenliğe devam etmesine müsaade mi edilecek? Elbette kamu düzeni bakımından edilmemesi gerekiyor. Ama başka kararlar da var. Mesela, kamu düzenini doğrudan ilgilendirmeyen vergi davalarında ise usulüne uygun yöntemlerle elde edilmemiş belgelere göre vergi tarh edilemez diyor. Kamu düzenini ilgilendiren bir tarafı yok. Bir de hukuka aykırı işlemlerin önü açılırsa, İdarenin bu hakkı kötüye kullanmasına fırsat verilmiş olur. Çünkü İdarenin yasa dışı delil elde etme imkanı yüksek. Odamızın anahtarı İdarenin elinde. Biri girse ve oraya bir dinleme cihazı yerleştirse ki bunu yapma gücü, imkanı var. Siz bütün yasa dışı delillerin her halükarda kullanılması, dikkate alınması gerekir derseniz adeta İdare ve kamu görevlilerinin yasa dışı delil toplama konusunda teşvik etmiş olursunuz. O nedenle yasa dışı delil meselesinin de hassasiyetle üzerinde durulması gereken bir problem olduğunu düşünüyorum.

İvedi yargılama usulüne ilişkin ispat problemini gündeminize getireyim. İvedi yargılama usulünde, dosya tarafların beyanlarını vermesiyle tekemmül etmiş sayılıyor. Halbuki; karşı tarafın ikinci bir dilekçe verme, dolayısıyla karşı tarafın iddialarını çürütecek bilgi ve belgeleri dosyaya sunma imkanını zayıflatmış oluyorsunuz. İdare çoğunlukla işlemleri gerekçesiz olarak tesis eder. Bir İdari Usul Yasası olmadığı için de belli bir idari usul uygulayarak işlem tesis etmez. Bu nedenle İdarenin hangi işlemi hangi gerekçeyle yaptığını çoğunlukla dava dosyasına verdiği dilekçe ile öğrenirsiniz. Eğer buna karşı cevap verme imkanınız olmazsa, siz savunma hakkınızı gereği gibi kullanmamış olursunuz. O iddiaları çürütecek bilgi ve belgeleri dosyaya sunma imkanından mahrum kalmış olursunuz veya bu imkanınız sınırlandırılmış olur. İdarî usul kuralları uygulanan dava ve işlemlerde bu ihtimal daha zayıftır. Yine rekabetten örnek verelim, Rekabet Kurulu bir soruşturma yürüttüğü zaman, zaten ilgililere tebligatta bulunuyor ve onlara haklarında bir şikayet olduğunu ve bununla ilgili soruşturma yürüteceğini, bilgi ve belgelerini vermesi gerektiğini bildiriyor. Kişi bu bilgi ve belgeleri veriyor, ne ile itham edildiğini biliyor. Karşı taraf bilgi ve belgeler veriyor. Nihayetinde böyle süren bir usul neticesinde Rekabet Kurulu bir karar veriyor ve siz dava açtığınız zaman İdarenin elinde hangi belgeler olduğunu, hangi hukuki argümanları kullandığını, hangi gerekçelere dayandığını bilerek dava açıyorsunuz. O zaman da gerçekten iddialarınızı tamamen karşılayan bir dilekçe verme imkanınız oluyor. Ama mesela ben odama gittiğimde Rektörlükten gelen şöyle bir yazıyla karşılaşabilirim; "2547 sayılı Kanunun 13/b uyarınca Su Ürünleri Fakültesi'nde görevlendirilmiş bulunmaktasınız." Ben bunun iptali için dava açtığımda ne diyeceğim? Soyut bir takım gerekçeler ileri süreceğim. İdarenin gerekçelerini ne zaman öğrenebilirim? Ancak dava dosyasına gerekçelerini ibraz ettiğinde öğrenebilirim. Eğer bu, ivedi yargılama usulüne tabi olsaydı benim savunma hakkım kısıtlanmış olmayacak mıydı? Çünkü ikinci dilekçe verme imkanım olmayacaktı. Bu nedenle ispat bakımından böyle bir problemi var.

Biliyorsunuz Danıştay aşamasında savcı var. AİHM, savcı görüşünün dosyaya sunulmamasının adil yargılanma hakkı bakımından bir ihlal saydı. Çünkü eskiden savcı, dosyaya ilişkin görüşünü sadece mahkeme heyetine sunuyordu. Taraflara tebliğ edilmiyordu. Bu nedenle tarafların Danıştay Savcısının görüşünü ancak kararla beraber öğrenme imkanı oluyordu. Dolayısıyla savcının beyanına karşı herhangi bir beyanda bulunma imkanınız olmuyordu. AİHM, "Savcının görüşü, kararın esasını etkileyen niteliktedir. Bu nedenle tarafları ve mahkemeyi etkileyen bir boyutu vardır. Mutlaka bu görüşe karşı tarafların beyanının alınması lazım" dedi. O nedenle Kanunda yapılan değişiklikle taraflara savcı görüşüne karşı beyanda bulunma imkanı getirildi. Şimdi taraflara tebliğ ediliyor ve belirtilen süre içerisinde taraflar itiraz ve açıklamalarını mahkemeye sunabiliyorlar. Ama AİHM, tetkik hakimi bakımından aynı yaklaşımı kabul etmedi. Tetkik hakimlerinin görüşlerinin mahkeme bakımından bağlayıcı olmadığı, mahkemeye yardımcı oldukları gibi gerekçelerle uygun görmedi. Bence o da doğru bir yaklaşım değil. Çünkü bizde tetkik hakimi "Şu şekilde karar verilmesi gerekir" şeklinde görüşünü açıklıyor, bir irade ortaya koyuyor ve bu görüşü karar verilmeden önce mahkemeye sunuyor. Yani sadece dosyayı toparlayan, derleyen ve mahkemeye sunan bir kişi değil. Aynı zamanda bir görüş ortaya koyduğuna göre -bu görüşün mahkeme üzerinde az veya çok etkisi olup olmaması veya tetkik hakiminin işleyişteki fonksiyonunun büyüklüğü küçüklüğü ayrı mesele-. Ama Kanuna göre tetkik hakimleri sadece bir raportör değil. Aynı zamanda uyuşmazlığa ilişkin kanaat de açıkladıklarından, AİHM'den de öteye giderek onların da görüşlerinin mutlaka taraflara bildirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Raportörlük, "Davacı ve davalı bunu demiş, konuya ilişkin daha önce verilmiş yargı kararları bunlar, bu uyuşmazlıkta da buna benzer bir durum var..." gibi ifadelerle takdirin mahkeme heyetine bırakıldığı bir durum. Halbuki tetkik hakimliği bir görüş izhar ediyor. Diyor ki; "Ben dosyayı inceledim. İçeriğinde bunlar var ve bence burada davacı veya davalı haklı" diye bir görüş ortaya koyduğuna göre esasında savcıdan çok da farklı bir misyon üstlenmiyor. Kanunkoyucu tetkik hakimi dosyayı inceleyecek ve kendi görüşüyle birlikte mahkemeye arz edecek. Mahkeme heyeti bunun üzerine görüşüp bir karar verecek diyor. Tetkik hakimliğinin varlığının gerekliliği veya görüş bildirmesi tartışması farklı şeyler. Ama mevcut pozitif düzenlemeler, bir görüş açıklama imkanı getiriyor. Danıştay üyeleri, bazı kıdemli ve görüşlerine önem verdikleri hariç, tetkik hakimlerinin görüşlerinin kendilerini çok bağlamadığını, etki etmediğini söylüyor. Eğer öyleyse, o zaman onu bir raportör konumuna dönüştürmek lazım. Böylece bir görüş açıklamasın. Önemli bir şey çünkü. Diyelim ki 6. Dairenin imara ilişkin verdiği kararlar arasında bir çelişki olmaması lazım. Dairenin adeta bir hafızasının olması lazım. Daha önce şöyle kararlar vermiştik şeklinde adeta davanın ön hazırlığını yapacak, kararlarda bütünlüğü, devamlılığı sağlayacak, dosyanın incelenmesini kolaylaştıracak bir misyonu olabilir. O zaman tetkik hakiminin raporunu taraflara tebliğ etmek zorunluluğu olmamasında bir sakınca olmaz.

Re'sen araştırma ilkesini düzenleyen 20. maddeyi inceledik. 21. madde ise sonradan ibraz edilen bilgi ve belgeleri düzenliyor. Bence tuhaf bir madde bu. "Dilekçeler ve savunmalarla birlikte verilmeyen belgeler, bunların vaktinde ibraz edilmelerine imkan bulunmadığına mahkemece kanaat getirilirse, kabul ve diğer tarafa tebliğ edilir. Bu belgeler duruşmada ibraz edilir ve diğer taraf cevabını hemen verebileceğini beyan eder veya cevap vermeye lüzum görmezse, ayrıca tebliğ edilmez." Diyelim ki elinizde bilgi ve belgeler var ve dilekçenizle birlikte vermediniz. Daha sonra verdiniz. Kanun, bunun zamanında ibraz edilmemesini gerektirecek haklı bir neden varsa kabul edileceğini söylüyor. Halbuki 20. madde, mahkemenin her türlü araştırma ve incelemeyi kendiliğinden yapacağını söylemişti. Dolayısıyla 20. madde ile birlikte yorumlandığında anlamsız bir madde. Çelişkili bir madde. Zaten uygulamada da böyle anlaşılmıyor. İstediğiniz her aşamada, dosyaya bilgi ve belge ibraz edebilirsiniz. Çünkü mahkemenin re'sen araştırma yükümlülüğü var. Bu bir ilke. Temyiz aşamasında da her türlü bilgi ve belge sunulabilir. Bu konuda bir sınırlama yok. O nedenle 21. maddeyi bu şekilde anlamak gerekiyor. Burada bir hakkın kötüye kullanılmaması bakımından belki şu şekilde bir yorum yapılabilir; mahkeme sizden bir belge istiyor ve siz elinizde olduğu halde vermiyorsunuz ve adeta bir hakkınızı kötüye kullanıyorsunuz. Ondan sonra aradan zaman geçince belgeyi sunuyorsunuz. Acaba burada belgeyi kabul etmemek doğru olur mu? Bence burada yine de belge kabul etmeli ama para cezası gibi başka bir yaptırım olabilir. Yoksa belgeyi kabul etmemek, idarî yargılamanın özgünlüğü ile bağdaşmaz, 20. madde ile açık bir çelişki oluşturur. O nedenle 21. maddeyi bu şekilde anlamak gerektiğini düşünüyorum.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargıda feragat, ispat ve deliller üzerinde durulmuştur. Konu ele alınırken özellikle diğer yargı kolları ile benzeşen ve farklılaşan özellikleri üzerinde durulmuştur.

Konuya İlişkin Soru Örnekleri

Klasik Sorular:

1.

İdari yargıda feragatin şartlarını açıklayınız.

2.

Feragat usulünü kısaca açıklayınız.

3.

Feragatin sonuçları nelerdir?

4.

İdari yargıdaki ispat külfetinin özelliklerini açıklayınız.

5.

İdari yargıdaki ispat araçları nelerdir?

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Feragat ile ilgili olarakAşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Birden fazla davacının bulunduğu durumlarda feragatin birlikte yapılması gerekir.

(B) Feragat, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.

(C) Feragat, tasarruf ilkesinin bir sonucudur.

(D) Feragat, hak arama hürriyetinin bir gereğidir.

Feragat için herhangi bir sebep gösterilmesine gerek yoktur.

Cevap-1 :

Birden fazla davacının bulunduğu durumlarda feragatin birlikte yapılması gerekir.


Soru-2 :

Feragat usulü bakımından aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Feragat, karşı tarafın muvafakatine bağlıdır.

(B) Hüküm kesinleşinceye kadar davadan feragat edilmesi mümkündür.

(C) Davadan zımnen feragat edilmesi mümkündür.

(D) Davadan feragat, bir şarta bağlanabilir.

Feragat, kural olarak mahkemenin kabulüne bağlıdır.

Cevap-2 :

Hüküm kesinleşinceye kadar davadan feragat edilmesi mümkündür.


Soru-3 :

Aşağıdakilerden hangisinin feragat ehliyeti bulunmamaktadır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Vekilin bulunduğu durumlarda asil

(B) Davacı velisi

(C) Müdahil

(D) Özel olarak yetkilendirildiği durumlarda vekil

Tüzel kişilerin yetkilileri

Cevap-3 :

Müdahil


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi feragatin sonuçları arasında yer almaz?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Feragat, kesin hüküm gibi sonuç doğurur.

(B) Feragatten geri dönülemez.

(C) Feragat halinde uyuşmazlık hakkında kanun yoluna başvurulamaz.

(D) Feragat eden taraf, yargılama giderlerini ödemeye mahkum edilir.

(E) Feragat eden taraf, karşı tarafın rızası ile yeniden dava açabilir.

Cevap-4 :

Feragat eden taraf, karşı tarafın rızası ile yeniden dava açabilir.


Soru-5 :

Aşağıdaki cümlelerden hangisi/hangileri doğrudur?

I.İddia sahibi, iddiasını ispatla yükümlüdür.

II.İspatın konusu maddi vakıalardır.

III.İspat yükünün kanunla belirlenmesi mümkündür.

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yalnız I

(B) Yalnız II

(C) II ve III

(D) I, II ve III

I ve III

Cevap-5 :

I, II ve III


12. Kararların Uygulanması




Kazanımlar

İdari yargı kararlarının sonuçlarını tanıma

İdari yargı kararlarının uygulanması müessesesini tanıma

Anahtar Kavramlar

• Yargı kararlarının uygulanması

• Geriye yürüme

• Nihai karar

• Yürütmenin durdurulması

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümde idari yargılama usulünde yargı kararlarının uygulanması zorunluluğu, yargı kararlarının sonuçları ve idarenin yargı kararlarını uygulamamasının sonuçları üzerinde durulacaktır.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukun uygulanmak zorunda olan yargı kararları nelerdir?

2) İptal kararlarının sonuçları nelerdir?

3) İdarenin yargı kararlarını süresinde uygulamamasının sonuçları nelerdir?

4) Yargı kararlarının uygulanmamasına karşı herhangi bir başvuru yolu var mıdır?

5) Yargı tarafından verilen hangi kararların uygulanması gerekmez.

Giriş

Türkiye’de yargı kararlarının uygulanmasında benimsenen sistem, ilk derece mahkemesi ile Bölge İdare Mahkemesinin ve Danıştay’ın nihai kararlarının uygulanmak zorunluluğunun bulunmasına dayanmaktadır. Buna göre kural olarak kanun yolu sonucu verilen kararların değil, görevli ve yetkili mahkemenin nihai kararının uygulanması gerekir. Kural olarak yargı kararlarının uygulanmasında derhal uygulama esası vardır; ancak kanun koyucu idarenin bu durumu suistimal etmemesi için en geç 30 gün içinde uygulama zorunluluğunu getirmiştir.

Yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin en temel problem şudur: idarî yargı kararlarının uygulanması, adliye mahkemelerinin kararlarının uygulanmasından daha farklı özellikler içermektedir. Özel hukuk kararlarının uygulanmasında kamu gücü, icra daireleri devreye giriyor. Ödemeyenden mallarını zorla alıp, satıp alacaklının alacağını veriyor, üstünü borçluya veriyor ya da diğer taraf çocuğunu göstermediğinde, icra vasıtasıyla çocuğunu görme hakkını elde ediyor. Dolayısıyla icra her türlü kararı yerine getiriyor. Aynen ifayı da yerine getiriyor. Özel hukuk kurallarının yerine getirilmesinde zaten İdare devreye giriyor.

Fakat idarî yargı kararları kamu gücüne karşı verilmiş kararlar. Dolayısıyla kamunun yerine getirmesi gereken kararı, kamu yerine getirmezse getirmesi nasıl sağlanacak? Problem bu. Bu problemi çözüme kavuşturmak için birçok yöntem var. Bu yöntemlerin hepsi bir yana, temelinde hukuk devleti anlayışı ve yargı kurallarına saygı duyma problemi var. Çünkü bir yargı kararı ne kadar yanlış olursa olsun, o yargı kararını tartışmak; yerine getirme aşamasında yapılacak bir şey değil, kanun yolları aşamasında yapılacak bir şey. Dolayısıyla yargı kararı bağıran bir yanlışlık da içerse, İdarenin yerine getirme mecburiyetini kabul etmek, o yargı kararlarının icrası bakımından hayatî önemi haiz. Fakat konu bu kadar basit değil. Yargı kararlarının uygulanması bütün dünyanın gündeminde olan bir şey. Bunu da bir özdeyişle ifade ediyorlar; "Yargılamak aynı zamanda yönetmektir." Dolayısıyla idari yargıda yargı kararını vermek, adeta yönetme gücüne ortak çıkmak anlamına geliyor. Yönetmek de hiç bir zaman ortak kabul etmek istemeyen bir şey olduğundan yargı kararları ile sürekli çatışma haline gelebiliyor. Bu durum, bireysel işlemlerde çok büyük problemler doğurmuyor ama kritik, büyük projeler ve basında, sosyal hayatta dikkat çeken hususlarda yargı kararlarının verilmesi ve yerine getirilmesi önemli tartışmalara yol açıyor. Dolayısıyla bunun olay bazında değil, daha öncesinde bir hale yola bağlanması için önemli bir hukuk gündemi var. Yargılama usulünün önemli uğraş konularından birisi de verilecek yargı kararlarının nasıl yerine getirileceği problemi. Bir öncesi de adil yargı kararları verebilmek. Çünkü bunlar birbirleriyle bağlantılı. Yani her zaman yönetimlerin sorunu ve hukuka aykırı davranmaları ile ilgili değil. Kimi zaman da yargı, bir yönetim fikri ile karar verdiği zaman infial doğuruyor. Dolayısıyla hem kararın adil olması ve yargı sınırları içinde kalması, hem yönetimin hukuka saygılı olması ve yargı kararını yerine getirmesi çok bileşeni olan bir sorun. Bir sorun olduğuna hiç kuşku yok fakat bütün sosyal sorunlar gibi de çözümü şudur diyerek karar verilip çözülecek bir husus değil. Birçok boyutu var. O çok boyutluluğu dikkate alınmadığı zaman, getirilen reform ve çözüm önerileri sonuç vermiyor.

Yargı kararını yerine getirmekle ilgili olarak Kanunumuzda doğrudan bir madde var. Kararların sonuçları başlığını taşıyan, İYUK 28. Madde:

Kararların sonuçları:

Madde 28 – 1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (…) ancak disiplin hükümleri saklıdır.

2. Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

4. Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.

5. Vergi uyuşmazlıklarına ilişkin mahkeme kararlarının idareye tebliğinden sonra bu kararlara göre tespit edilecek vergi, resim, harçlar ve benzeri mali yükümler ile zam ve cezaların miktarı ilgili idarece mükellefe bildirilir.

6. Tazminat ve vergi davalarında idarece, mahkeme kararının tebliğ tarihi ile ödeme tarihi arasındaki süreye 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanacak faiz ödenir. Ancak mahkeme kararının davacıya tebliği ile banka hesap numarasının idareye bildirildiği tarih arasında geçecek süre için faiz işlemez.”

Son dönemlerde yapılmış eklemeler ve bu eklemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarıyla iptal edilmiş hali var. Biraz uzunca bir madde. İlk cümlesinden yola çıkarak değerlendirelim. Mahkeme idarî yargı türlerini sayıyor. Biz de yoğunluğumuzu bunlara vermeyelim diye, "idarî yargı mercileri" diyelim. İdari yargı mercilerinin “… esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." En önemli kısım bu. Burada yanlış anlaşılan bir husus var. İdare, yargı kararını yerine getirmek için 30 günlük süresi varmış gibi algılıyor. Hayır, dikkat ederseniz derhal yerine getirmek zorunda. 30 gün çerçeve süre. Yani 29 gün bekleyip 30. gün yerine getirir diye bir şey yok. Ama bazı işlemler uzun sürebilir. O işlemlerin 30 günü geçemeyeceğini söylüyor. Çünkü derhal yerine getirmeye kalkışır fakat İdare şu muameleler var diyerek 1-2 sene işi geciktirirse yargı kararları yine ruhen yerine getirilmiş olmaz. Dolayısıyla derhal yerine getirilir ilkesini koymuş ve buna 30 günlük bir çerçeve süre getirmiş. Derhal yerine getirmeyi de şöyle ifade etmiş; "...gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur." Gecikme, olayın niteliğine göre değerlendirilecek bir şey. Bir imar planı iptal edildiğinde yerine yeni imar planını hemen yapmakla, bir atama işlemi iptal edildiğinde eski görevine atamak arasında fark var. İmar planını yeniden yapmak belli bir teknik çalışmayı gerektiriyor, belediye meclisinin toplanmasını gerektiriyor. Halbuki atama işlemi iptal edildiğinde, davalı İdare o yargı kararına göre yeni bir işlem yapacak. İkisinin gecikme problemleri farklı. Birisinin zaman alması gecikme değil; diğerinin bir kaç gün zaman alması bile gecikme olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla Kanun burada belirli bir gün sayısı vermemekle esasen bu süre içinde konunun niteliğine bağlı oynar bir değerlendirme imkanı getirmiş.

Bir de "icaplar" kelimesi önemli. Yargı kararları bir tek işlem gerektirir diye bir husus yok. İcabı değişebilir. Yargı kararının icabının ne olduğunu değerlendirmek gerekir. Bazen yargı kararının icabı, yapmamaktır. Mesela yıkma işlemi iptal edildiği zaman, o kararın icabı yıkmamaktır. Atamama kararı iptal edildiği zaman, icabı belki atamaktır. Bir talebi red kararı iptal edildiğinde, icabı o talebi vermek olabilir. Dolayısıyla icabın ne olduğunun, kararın gerekçelerinden yola çıkarak değerlendirilmesi gerekir. Bazen bir kaç işlem yapılması gerekir. Bazen yargı kararı İdarenin hareketsiz kalmasını gerektirir ve hiç işlem yapılmaz. Öyleyse Kanunumuzda yargı kararının icabını tespit etmek, gecikmeksizin yerine getirmek ve bunun hiç bir şekilde 30 günü geçmemesi gibi bir değerlendirme eşiği var.

Dikkat edilmesi gereken bir başka husus daha var. Anayasada (madde 125/4) ve İYUK’ta "Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez." şeklinde yazan hususlara baktığımızda, icapları İdarenin değerlendireceğini dikkate aldığımızda hükümler birbirini tamamlıyor. Buna göre; yargı karar verirken bir değerlendirme yapacak, İdare kararı yerine getirirken bir değerlendirme yapacak. Yani yargı, şunu yap diyemeyecek. İdare karar gereği ne yapması gerektiğini düşünecek. Bunun olması beklenen formülü şöyle; diyelim ki İdare kıyıdaki bir yeri yat limanı olması için kamulaştıracak. Burada bir kaç taşınmaz var ve idare o taşınmazlardan önünde kayalıklar olanını kamulaştırmış. Yargı yeri olarak inceleme yaptınız ve burayı yat limanı olmaya uygun görmediniz. Bakış açısı şöyle; yargının "Şurası daha müsait, şurayı kamulaştırman gerekirken burayı kamulaştırman doğru değil" demesi beklenmiyor. O yasaklarla böyle dememesi sağlanmaya çalışılıyor. Bilirkişi incelemesinden de yararlanarak kamulaştırılmak istenen taşınmazın yat limanına uygun olmadığını tespit ediyor ve bu yüzden hukuka aykırı diyor. Böylelikle İdarenin yapması gereken, buradaki kamulaştırma işlemini hukuk aleminden kaldırmak. Ama burayı mı seçecek, şurayı mı seçecek, başka bir koyda mı yapacak? Bu tamamen İdarenin takdir yetkisinde olacak. Hukuken engellenmeye çalışılan şey; "Şurayı yapman gerekirken, burayı kamulaştırman hukuka aykırıdır" denmesi. Yargı kararı diyor ki; "A'nın arsasını kamulaştırman lazımdı. Sen C'ninkini kamulaştırmışsın, yargı kararının icabına göre git A'nın arazisini kamulaştır." Ama bu bir yat limanı yapımı meselesi. Buna yargı kararı veya bilirkişi neden karar versin? Sadece yapılacak işlemin teknik ve hukukî bakımdan uygun olup olmadığına baksın. Nereye yapılacağına İdare karar versin. Burayı kamulaştırmaya kalktığında da belki bilirkişi incelemesi yapıldığında, deniz bakımından liman yapımına müsait olduğu ama arkada yar olduğu için araçların limana geleceği yolun yapımına müsait olmadığı anlaşılacak ve başka bir hukuka aykırılık ortaya çıkacak.

İkinci bir problem, bilirkişi incelemesinde ortaya çıkıyor. Bunlar yargı kararlarının uygulanmaması temayülünü kuvvetlendiren noktalar. Basında tartışılan biçimiyle bakmak doğru değil. Her İdare bakımından yargıya bir tepki var ama bu tepkiyi artıran noktalardan birisi şu; mesela gökdelen yapımına ilişkin bir davada bir üniversitenin Şehircilik Bölümünden bilirkişi seçtiğinizde bir ekole göre değerlendirme yaparak diyor ki; "Yüksek yapılı binalar, bütün şehrin imar planı düşünülmeden kararlaştırılamaz. Dolayısıyla başka bir şeyi incelemeye gerek kalmadan, gökdelen niteliğinde bir imar değişikliği varsa bu, şehircilik ilkelerine aykırıdır." Başka bir ekol doğrultusunda değerlendirme yapan bir bilirkişi seçtiğiniz zaman, imar değişikliği ile gökdelen yapımını mümkün görüyor. Sadece bu gökdelenin ortaya çıkardığı ek yeşil alan, sosyal donatı alanı gibi ek şehircilik gereklerinin planda düşünülüp, karşılanıp karşılanmadığına bakıyor. Eğer oradaki insan nüfusuna göre yeşil alan ve sosyal donatı alanı ayrılmışsa, şehircilik bakımından hukuka aykırılık görmüyor. O zaman, bu noktada bilirkişiye bağlı olarak ortaya çıkan sorun, İdarelerin yargı kararını uygulamama şeklindeki temayülünü ortaya çıkartıyor. İdare nasıl yargı kararını uygulamıyor? Uygulamıyor gibi gözükmeyerek uygulamıyor. Yani buradaki imar planı iptal edilmeye yakın, yeni bir imar planı yapıyor. Dolayısıyla buradaki iptal bir sonuç doğurmuyor. Zaten İdare kaldırmış oluyor. Yeni imar planına karşı dava açıldığında onun da bilirkişi incelemesi 6-7 ay alıyor. O bitinceye kadar inşaat bitmiş, iskan almış ve hukuken kazanılmış hak niteliği almış oluyor. Dolayısıyla neredeyse bütün gökdelenler, bütün hukuki temelleri iptal edilmesine rağmen yapılmış ve meşrulaşmış oluyor. Mesela Gökkafes yapıldığı yıllarda, Gökkafes'in yapılabilmesi için yapılmış bütün imar planları iptal edildi. Onun ayakta kalmasına izin veren imar planı kalmadı. Ama imar planları birbirinin peşi sıra geldiği için iptal edilen imar planlarını İdare peşi sıra hukuk aleminden kaldırsa bile yeni imar planları ile bitişe ulaştığı ve son iptalden önce de iskan aldığı için kazanılmış hak olarak ortaya çıktı. Böylelikle ne dava açmanın ne de iptal etmenin bir anlamı kalıyor. Kaybederken kazanıyor. Pek çok gökdelen imar planları iptal edilmesine rağmen, sonraki imar planlarıyla hayatiyet bulup devam ettiler. İdare şöyle görüyor; "Ben 2 milyara sattım. Bunun imar planı iptal edilirse adeta alıcıyı yanıltan bir İdare gibi olurum. Mahkeme iptal de etse alıcının talebi üzerine yeni imar planı yaparım. Mahkeme de yürütmeyi durdurma verinceye kadar geçen sürelerde yapı hızlıca yapılarak bitirilir." O yüzden şehrin bazı noktalarından geçerken, inşaat tekniklerinin gelişmesiyle de 3 ay önce var olmayan bir gökdelenin bitmiş olduğunu görürsünüz. Bu noktada yargı kararları şeklen uygulanıyor ama ruhen uygulanmıyor. Çünkü meşruluk anlayışı değişmiş durumda. Burada "Yargı, İdare yerine karar veriyor. Yargının şehrin gelişmesi bakımından bütüncül değerlendirme yapmadan karar vermesi İdarenin yerine değerlendirmektir. Yargı havaalanını mı, köprüyü mü, tüp geçidi mi değerlendirecek?" deniyor.

12 Eylül askeri müdahalesinin gerekçelerinden biri de yargı kararlarıydı ve Anayasada yürütmeyi durdurmayı kısıtlayan hükümler de onun bir sonucu idi. Dolayısıyla bu noktalarda her İdarede yargı kararlarına karşı büyük bir direnç ve alerji oluşuyor. Giderek de yargı kararlarını bertaraf etme yöntemini geliştiriyorlar. Bu, "Bizde yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin hiç öyle bir sorun yoktur" diyen Fransa'da da var. Muhtemelen bizdeki bir çok hastalık Fransız sistemini almamızdan kaynaklanıyor. Ama Fransa'da yargısal emir denen bir yöntem geldi. Yargı, yasa koyucunun da kendisine hak vermesi nedeniyle, kendi kararını uygulamak için birini atayıp, sadece o kararı uygulama için adam atama yetkisine sahip oldu. Yani yargı, İdare uygulamayınca kararını kendisi uygulatıyor. İdare orada bir işlem yapma inisiyatifine sahip olmuyor ki yargı kararını uygulamamazlık yapabilsin. Tam anlamıyla İdarenin yetkisini elinden alıyor ve yapıyor. Yani İdarenin yerine geçerek işlem yapabilme eşiği aşıldı. Eşiği aşma gerekçesi biraz hakimlerin niteliğinden ve kalitesinden de kaynaklanıyor. Elinde mühürle siyaset yapmaya kalkan hakim örneği olmazsa yargı kararına saygı daha fazla oluyor. Bizde şöyle yargı kararları var; "Üniversiteye girişte katsayı şu kadar olmasın da şu kadar olsun." Yargı belirlemeye kalkınca da İdare hiç dinlemiyor Dolayısıyla kararları siyasi ya da hukuki kararlar şeklinde, dinlemek zorunda olunan ve olunmayan kararlar diyerek ayıramıyorsunuz ve bu müthiş bir kaos doğurmuş durumda. İdarenin hangisine uyup uymayacağı problemi var.

Yargı kararlarının uygulanmamasının başka boyutları da söz konusu. Yargı kararını uygulamamak nedeniyle bir hapis tehdidi var . Bir ilin eski valisi bu nedenle 6 ay hapis yattı. Baktığınızda da; en hapis yatılmaması gereken yargı kararını uygulamama biçimiydi. Olay şöyleydi; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'ndaki bir görevlinin, yardım almaya gelen kadınlara tacizde bulunduğu iddia edilmiş. Bu iddia üzerine vali, görevliyi görevden almış. O da dava açmış ve somut delil olmadığından davayı kazanmış. Fakat hakkında böyle bir iddia olduğu için vali onu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'na değil, valilikteki insanlarla yüz yüze gelemeyeceği başka bir göreve atamış. Yargı kararını uygulamadığı için hem 6 ay hapis cezası aldı. Ben olsam herhalde ben de yargı kararını vali gibi uygulardım, tekrar aynı yere atamazdım. Adamın suçlu olmama ihtimaline yönelik olarak şerefini temin edecek bir şeyler yapılır, hakkındaki iddia kaldırılır ama ne olur ne olmaz diye iddianın aslı olmasa bile hakkında böyle bir yaklaşım olduğundan kendisi de saldırıya maruz kalabilir. Yargı kararı, dava konusu olan karardan önce yere atamayı gerektirdiği için bu, yargı kararını uygulamamak olarak algılandı.

Dolayısıyla kararların uygulanmasına ilişkin olarak yargının elinde ve İdarenin elinde yapabilecekleri var. İdarenin elindeki en büyük güç, Bakan veya Cumhurbaşkanı düzeyinde uygulanmazsa dokunulmazlık var ve dolayısıyla ceza davası söz konusu olmuyor. O yüzden de bir siyasi iktidar, (Amerika'da da böyledir, topal ördek dedikleri bir durum var.) zayıfladığı zaman seçim yaklaştığında bürokratlar artık onun söylediklerini dinlemezler. Çünkü siyasi iktidar gidecek ve onun yerine kendileri yargı kararlarını uygulamamak dolayısıyla ceza tehdidi altında kalacaklar. Çok gelişmiş yargı kararları uygulamama örnekleri var. Mesela, Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan Yardımcısı bir yargı kararını uygulamamak için kendisi sorumlu olmamak adına Bakana imzalatmış. O da ceza aldı ama ertelendi. Yargı diyor ki; imzası olmasa bile bürokrasinin en üst derecedeki yöneticisi olduğu için, bakan imzalamış olsa bile müsteşar da bu yargı kararının uygulanmamasından sorumludur. Yani uygulamamaya yönelik işlemde imzası olmasa bile kendisini aşarak başkasına yaptırmış olsa bile yine sorumludur. O yüzden de bazen yöneticiler, en kritik yargı kararı uygulamama ihtimali olabilecek durumlarda, yerlerine vekilleri imzalasın ve sorumlu da onlar olsun diye hep izin alırlar. Onlar kabul etmek istemezler, bir bahane ile geciktirirler. Ama yargı şimdi bunu da görerek imzası olmayanı bile sorumlu tutuyor. O kadar önem veriyor ki; mesela Cumhurbaşkanı’nın alması gereken bir yargı kararı uygulamasına ilişkin kararı sadece bir bakan almış olsa bile; "Bu, yargı kararını uygulamaya yöneliktir. Yetkide sakatlık yoktur." diyor. Yani yargı kararını uygulamak için yetkisiz bir makam karar alsa bile yetkide paralellik ilkesine aykırılık nedeniyle bunda sakatlık olmaz şeklinde karar veriyor .

Dolayısıyla önemli bir sorun var ve bu soruna ilişkin taraflar var. İnsanlar genellikle sloganlarla konuşuyor ve hangi durum lehine ise ona ilişkin argümanlarla konuşuyor. Tek boyutlu olarak çözülebilecek bir iş olmaktan çıkmış durumda. Çok taraflı, çok boyutlu, bütüncül ele alınarak çözülmesi gereken ve ülkedeki hukuka saygıyı belirleyecek olan bir alan bu. Hem yargı kararının verilme biçimi hem yargı kararın tartışılmadan uygulanması. İkisi de birbirini tamamlıyor. Aksi takdirde "Bu yargı kararıdır, mutlaka uygulanması gereklidir" diyenler bile öyle yargı kararlarıyla karşılaşıyorlar ki; bu kadarı da nasıl olur diyorlar. O yüzden sürekli olarak bu alandaki zemin sallanıyor. Yani sadece basit bir ilke koyarak bunu tamamlayamıyorsunuz. Daha iyi gösterebilmek için de kararlara bakalım. Sonra tekrar maddeye dönelim.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargı kararlarının sonuçları ve yargı kararlarının uygulanması ile yargı kararlarını uygulamamanın sonuçları üzerinde durulmuştur.

Klasik Sorular:

1.

İdari yargı kararlarının sonuçlarını tam yargı davaları ile iptal davaları bakımından karşılaştırınız.

2.

İdari yargı kararlarının uygulanmasında azami süre var mıdır? Açaklayınız.

3.

Yargı kararlarının uygulanmasının engelleri nelerdir?

4.

Uygulanması gereken yargı kararları nelerdir?

5.

İdarenin yargı kararlarını uygulama görevini sona erdiren haller nelerdir?

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

İdarelerinverilen yargı kararlarını uygulama süresine ilişkin olarak aşağıdaki seçeneklerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin 30 günlük süre, ilgililerin kararın uygulanması için idareye başvurusundan itibaren başlamaktadır.

(B) Her halükarda idarenin yargı kararının uygulanması bakımından 30 günlük süresi bulunmaktadır.

(C) Yargı kararının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur.

(D) İdareye yargı kararının uygulanması bakımından tanınan 30 günlük süre bir hak değildir, yargı kararı şartların elverdiği ölçüde hemen uygulanmalıdır.

İlgililerin yargı kararının uygulanması için idareye başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır.

Cevap-1 :

Yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin 30 günlük süre, ilgililerin kararın uygulanması için idareye başvurusundan itibaren başlamaktadır.


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi/hangileri idari yargı kararlarının uygulanmaması hallerinden değildir?

I. Yargı kararının geriye yürür şekilde uygulanmaması

II. Yargı kararının şeklen/biçimsel uygulanması

III. Yargı kararın gereği gibi uygulanmayarak değiştirilerek uygulanması

IV. Yargı kararının 30 günlük süre bittikten sonra uygulanarak geç uygulanmış olması

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yalnız I

(B) Hiçbiri

(C) Yalnız IV

(D) I, III, IV

I ve III

Cevap-2 :

Hiçbiri


Soru-3 :

Aşağıdakilerden hangisi/hangileri yargı kararlarını uygulamamanın mazur görüleceği hallerden değildir?

I. Hukuki imkansızlık

II. Fiili imkansızlık

III.Davacının yargı kararının uygulanmasından feragat etmesi

IV. Yargı kararlarını uygulamama amacıyla “prensip (ilke) kararlarının” alınması

(Çoktan Seçmeli)

(A) I, II, III

(B) III ve IV

(C) Yalnız IV

(D) I ve II

Hiçbiri

Cevap-3 :

Yalnız IV


Soru-4 :

Aşağıdakilerden hangisi/hangileri yanlıştır?

I. Hukuki veya fiili imkansızlık halinde mahkemeler uyuşmazlığa ilişkin karar vermekten kaçınabilirler

II. Hukuki veya fiili imkansızlık halinde, davacının tazminat talep etme hakkı da ortadan kalkmaktadır

III. Uygulanması gereken yargı kararları içerisinde yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar da yer almaktadır

IV. Yargı kararının uygulanmaması bakımından feragatin mazur görülebilmesi için açık veya zımni şekilde yapılmış olması yeterlidir

(Çoktan Seçmeli)

(A) I ve III

(B) III ve IV.

(C) Hiçbiri

(D) I, II ve IV

(E) I ve II

Cevap-4 :

I ve II


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi/ hangilerinin gerçekleşmesi halinde idarenin yargı kararını uygulama yükümlülüğü sona erer?

I. İdarenin, idari yargı kararına karşı kanun yollarına başvurması

II. İdarenin tazminat ödemesi

III. Yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkum olması

IV. Yargı kararının uygulanması için öngörülen otuz günlük sürenin dolması

(Çoktan Seçmeli)

(A) I.

(B) II

(C) III

(D) Hiçbiri

IV

Cevap-5 :

Hiçbiri


13. Kanun Yolları




Kazanımlar

İstinaf kavramını tanıma

Temyiz kavramını tanıma

Kanun yollarını tanıma

Anahtar Kavramlar

• Kanun yolları

• İstinaf

• Temyiz

• Kanun yararına temyiz

• Yargılanmanın yenilenmesi

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu nihai kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi mekanizması olan kanun yolları üzerinde durulacaktır. Bu kapsamda olağan ve olağanüstü kanun yolları ele alınacak ve olağan kanun yolu olarak istinaf ve temyiz; olağanüstü kanun yolları olarak da kanun yararına temyiz ile yargılanmanın yenilenmesi inceleneçektir.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukundaki kanun yolları nelerdir?

2) İstinaf kanun yolunu kısaca açıklayınız.

3) Kanun yararına temyizin sonuçları nelerdir?

4) Yargılanmanın yenilenmesi kanun yolunun sebeplerini açıklayınız.

5) Temyiz ile istinaf arasındaki farklar nelerdir?

Giriş

Türkiye’de idare ve vergi mahkemeleri ile Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar neticesinde verdikleri nihai kararlara karşı kanun yollarına müracaat edilebilir. İdare ve vergi mahkemelerinin kanunlarda sayılan istisnaları dışında tüm kararlarına karşı bölge idare mahkemesinde istinaf kanun yoluna başvurulabilir. İstinaf neticesinde bölge idare mahkemesinin hukuka uygunluk denetimi yaparak vermiş olduğu nihai kararlardan İYUK’da sayılanlara karşı Danıştay’da temyiz kanun yoluna başvurulabilir.

Kural olarak kesinleşen mahkeme kararlarına karşı kanun yollarına başvurulamaz. Ancak temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşen mahkeme kararlarına karşı ise şartları oluşunca kanun yararı temyiz yoluna başvurulabilir. Yine kesinleşen mahkeme kararlarından kanunda açıkça sayılan durumların varlığı halinde yargılanmanın yenilenmesi yoluna başvurulabilir.

İYUK'ta, Kararlara Karşı Başvuru Yolları başlığını taşıyan 45. maddeden başlayan bir bölüm ve kendi içinde düzenlediği maddeler var. İstinaf ile başlıyor. Daha sonra 50. maddeye kadar temyize ilişkin maddeler var. Sonra kanun yararına bozma, temyiz ve istinaf yollarında istendiğinde yürütmenin durdurulması diye bir madde, yargılanmanın yenilenmesi diye ayrı bir kanun yolu var.

Öncelikle kanun yollarının varlığına duyulan ihtiyaç üzerinde durmak lazım. Kanun yolu, ilk derece mahkemesi tarafından verilmiş olan kararın, bir başka heyet tarafından incelenmesi anlamına geliyor. Genel ilke, bunun tekrar bir yargılama olmaması. Fakat istisnaları var. Esas kanun yolunun bakış açısı, verilen kararın sakatlık içerip içermediği, mevzuata ve usule aykırılık içerip içermediği yönünde. Dolayısıyla hepsi için geçerli olmasa da esas kanun yolunun mantığı; bir uyuşmazlığı tekrar yargılamaktan ziyade, verilmiş olan kararda kanuna ve usule bir aykırılık olup olmadığını incelemek. Yani bir anlamda şöyle bir şey var; yasamanın hata yapmasına, usul ve kurallara aykırı işlev görmesine ilişkin Anayasa Mahkemesi güvencesi var. Yürütmenin bunu yapmasına ilişkin idari yargı ve kimi zaman adli yargı var. Peki yargının hata yapmasına ilişkin nasıl bir denetim imkanı olacak? Bunun da çözümü, yargının hatasına karşı yine yargı olarak düşünülmüş ve kanun yolu bir anlamda yargının işlevi sırasında, ortaya çıkan yanlışlıkların giderilebilmesi için bir güvence olarak öngörülmüş. Dolayısıyla kanun yolu, bütüncül baktığımızda yargının hukuka aykırılıklarını gidermek için var. Bir uyuşmazlığı çözmek için değil, bir uyuşmazlığı çözen yargının kararının kontrolü için var. Kanun yollarının esas işleyiş mantığında; bir hata bulduğu takdirde bu hata nedeniyle bozması, kararın ilk derece mahkemesine geri dönmesi, ilk derece mahkemesinin tekrar bakması, ısrar etmesi veya hatasını düzeltmesi şeklinde bir bakış var. Ana eksende yaklaşım bu. Bu esasında, yargının da bilerek veya bilmeyerek hata yapabileceğinin, kanun maddelerini yanlış yorumlayabileceğinin, usul kurallarına uymadan karar verebileceğinin doğal olarak kabulü.

Kanun yollarına başvurulabilmenin, Anayasada yer alsın veya almasın işin ruhunda olup olmadığı tartışılmış. Kimileri diyorlar ki Anayasa’da Danıştay'ı temyiz mercii olarak da gösterdiği için esasında temyiz, Anayasal bir zorunluluktur. Yani kanun yoluna başvurmak Anayasal bir güvencedir. Kimi yaklaşımlar ise Anayasada bu kanun yollarına ilişkin açık bir düzenleme olmadığı, sadece Danıştay'ın görevlerinden bahsederken değindiği için her kararın temyiz edilmesine ilişkin Anayasal bir zorunluluk olmadığı yönünde.

Bu bir yargı kararında tartışılmış. Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Kanun'daki "Koruma ve ihtiyar meclislerinin itiraz olunmıyan kararları ile sulh hâkimlerinin itiraz üzerine verecekleri kararlar kat'î olup bunlar aleyhine hiç bir kanun yoluna başvurulamaz." şeklindeki 26. madde tartışma konusu olmuş. Bu maddeye ilişkin Anayasanın 36 ve 125. maddelerine aykırılık iddiası ciddi görülmüş. 36. madde hak arama hürriyetini, 125. madde idari işlem ve eylemlerin yargı denetimine tabi olduğunu düzenliyor. Mahkeme bunu tartışmış ve şöyle diyor; "Anayasa'da tüm mahkeme kararlarının temyiz edileceğine ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Öğretide de bu yönde bir zorunluluk olduğu kabul edilmemiştir. Anayasa Mahkemesi'nin konuya ilişkin kararları da, kamu yararı gerektirdiğinde ve hukuk devleti kavramı ile bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olasılığının bulunmadığı durumlarda kimi kararlar için kanun yollarına başvurmanın önlenebileceği yönündedir. İtiraz konusu hükmün de yer aldığı 4081 sayılı Yasa'nın 26. maddesi ile yasa koyucu, çiftçi mallarında meydana getirilen ve miktarı 50 lirayı geçmeyen zararların tazminini karara bağlama yetkisini koruma ve ihtiyar meclislerine vermiş, ancak kişilerin haklarını korumak amacıyla bu kararlara karşı sulh hakimlerine itiraz yolunu açmıştır. Koruma ve ihtiyar meclislerince verilen kararlara itiraz edildiğinde sulh hakimliklerince uyuşmazlık incelenmekte ve idarenin vermiş olduğu karar bir yargı faaliyeti sonucunda kesinlik kazanmaktadır. Yasama organının bu tür dâvâların görülmesinde ve sonuçlandırılmasında basit fakat hızlı bir usûl öngörerek genel hükümlerden ayrılmakta kamu yararı gördüğü anlaşılmaktadır. İtiraz konusu kuralla verilebilecek tazminat miktarı da gözetildiğinde, koruma ve ihtiyar meclislerinin itiraz edilmeyen kararları ile bunlara itiraz üzerine sulh hakimliklerinin vermiş oldukları kararlara karşı, dâvâların hızlandırılması ve mahkemelerin iş yükünün azaltılması için kamu yararı amacıyla temyiz yoluna gidilmesine ilişkin sınırlamanın adalet duygusunu rencide ettiğinden ve hak arama özgürlüğünü kısıtladığından söz edilemez. Bununla birlikte, kişilerin kendi iradeleri ile koruma ve ihtiyar meclisleri tarafından verilen karara itiraz etmemeleri de kanun yolunun kapalı olduğu anlamına gelmez.”

Burada Anayasa Mahkemesi gayet tartışılabilecek kriterler kullanıyor. İlk başta kullandığı kriter; kamu yararının gerektirmesi ve hukuk devleti kavramıyla bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olasılığı. Özellikle bu ikincisi enteresan. Hukuk devleti kavramı ile bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olasılığı. Yani önemsiz işlemlere karşı kanun yolu öngörülmeyebilir. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olmayan uyuşmazlıklara ilişkin kanun yolu öngörülmeyebilir. Çünkü burada ancak mali bir kaybın tazmini söz konusudur. Bu, temel hak ve özgürlüğü ilgilendirmez diye bakıyor. Fakat çok çürütülebilir bir yaklaşım bu. Çünkü temel hak ve özgürlüklere bir şekilde bağlanabilir. Mali kayıp, mülkiyet hakkıyla bağlanabilir. Hak arama hürriyeti de adaletsizliğe uğramışlık duygusunun aşamalarının olmaması bakımından bir eşitlik problemi gündeme getirebilir. Dikkat edilirse bu da yargı yolunun kapanması değil; kanun yolunun kapanmasından bahsediyoruz. Hiç yargı yolu olmasa her halükarda hukuk devleti standardına uymaz. Ama yargı yolu var, bu verilen karar kesin. Kanun yoluna gidilemiyor. Burada acaba bir hukuka aykırılıktan bahsedilebilir mi? İlk derece mahkemesi kararlarına karşı kanun yolunun kapatılması hukuka aykırılık teşkil eder mi? Bu tartışılıyor. Mahkeme ikinci gerekçe olarak iş yükünü gösteriyor. Adalet duygusunu rencide etmeyeceğini, hak arama özgürlüğünü kısıtlamayacağını söylüyor. Davaları hızlandırmak, iş yükünü azaltmak için de faydası var diyor. Değişik cümlelerle 6 tane kriter kullanmış. Yani adeta şöyle diyor; bunlardan hiç birisi beni de tatmin etmiyor ama bu 6 taneden hangisini beğenirsen onu al: 1) Kamu yararının gerektirmesi, 2) Hukuk devleti kavramıyla bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olasılığının bulunup bulunmaması, 3) Adalet duygusunu rencide edip etmemesi (bu, ikinci ile aynı gibi.), 4) Hak arama özgürlüğünü kısıtlayıp kısıtlamaması, 5)Davaların hızlandırılması, 6) Mahkemelerin iş yükünün azaltılması. Bütün bu gerekçeleri kullanmış. Adeta hepsi tek başına yetmez ama hepsi birleştiğinde kanun yolunu kapatmayı meşrulaştırabilir diye bakıyor. Klasik söylemimiz hemen şöyle olmalı; hayır hukuk devleti gereği kanun yolu kapatılamaz. Bu, böyle şeylerde çok söylenebilir bir şey. Farklı gerekçelerle veya bunları çürüterek daha nüanslı ve incelikli cevaplar vermek mümkün mü? Medeni yargılamada dava konusu belli bir miktara kadar olan kararlar verildiği an kesinleşiyor ya da bazı kararlar sadece istinafa gönderilebiliyor. Yahut çok yüksek miktarda konusu olan kararlarda Yargıtay'a gidilebiliyor. Yani özellikle medeni usulde dava konusunun değeri bakımından bir ayrım yapılmış. İdari yargıda da bu şekilde bir kıstas bulunmak kaydıyla ancak bu kanun yolları kapatılabilir ya da kapatılamaz ayrımına gidilebilir.) Peki medeni usuldeki miktara ilişkin kriter doğru olabilir mi? Mesela kişi, sembolik olarak 1 liralık tazminat davası açmış olabilir. Önemli olan tazminatın miktarı değil, kendisine karşı yapılan hakaretin mahkum olmasıdır. Yani miktar davanın önemini gösterir mi?

Anayasa Mahkemesi kararı sonuç bakımından doğru olsa bile gerekçeler bakımından tatmin edici olmadığı açık. Çünkü davanın hızlandırılması, mahkemenin iş yükü ile alakalı değil. Mahkeme sadece ilk derece veya temyiz mahkemesi değil ki. Kamu yararı her zaman tutmaz. Hak arama özgürlüğü şu açıdan kısıtlanmış olabilir; başkalarına da kapatıyorsan belki bu hak arama özgürlüğü bakımından değerlendirilebilir ama başka davalara açıp buna kısıtladığı zaman eşitlik ilkesi bakımından değerlendirmeyi gereken bir husus var. Dolayısıyla bütüncül değerlendirildiğinde bunun niçin kapatıldığının haklı sebebi olmaması da hakkaniyete aykırılık olabilir. Yani iyi gerekçelendirememiş ama belki sezgi ile ortaya koydu; neden her dava mutlaka kanun yoluna gitsin? Gitmesin ama hangi gerekçe ile gitmesin? Bunun kanuni bir formülü yok. Yargısal ifade biçimi de tam oturtulamamış. Ama mevcut durumu da gösteriyor. Mevcut durum, istisnai hallerde kapatmaya ve bunu da meşru görmeye yönelik. Ama bunun kriterini getirebilmiş değil. Medeni muhakeme hukukundaki gibi miktarla getirilmiş kıstas, burada zımni bir anlaşma ile koyuluyor; önemsiz görülen davalar deniyor. Yani o davanın miktarı, doğurduğu etki, malvarlığına etkisi bakımından önemsiz görüyor. Fakat bu kriter de her zaman tutmuyor. Mesela 100 TL para cezasını önemsiz görüyor ve ona kapatıyor diyelim. Ama 1000 tane aynı fiili yapanda ceza 100.000 TL oluyor, miktar yukarı çıkıyor. Mesela faturasız mal satmayı önemsiz görüyor diyelim. Ama 1000 tane faturasız mal satmışsa ceza miktarı yükseldiği için buradaki bir yargı problemi.

Her türlü yasama faaliyetini hukuka, Anayasaya aykırılık olabileceği düşüncesiyle yargı denetimine tabi tutan bir hukuk devleti anlayışı var. İdarenin her türlü eylem ve işlemini hukuk devleti adına yargı denetimine tabi tutan bir anlayış var. Peki hukuk devletinin sahibi yargıç mı? Yargıcın hatası olmaz mı? Hakimin hatalarını, yine hakimlerden de oluşsa başka bir heyetin gözünden geçirmek niçin hukuk devletinin bir gereği sayılmasın? Onlar hata yapabildiğine göre mahkeme heyeti veya hakim niye hata yapamıyor olsun? Böyle bir kabulün anlamı yok. Dolayısıyla başka gözden geçmesinin, denge-denetleme denen yaklaşım bakımından yargının yargı tarafından denetlenmesinin esasen tıpkı idari eylem ve işlemlerin yargı denetimine tabi olması gibi hukuk devletinin bir gereği sayılması lazım. İdari işlemleri nasıl önemli-önemsiz diye ayırmadan yargı denetimine tabi tutuyorsan, herhangi bir yargı denetimine açık olmayan idari işlemi hukuk devletinin kriterleri bakımından problemli görüyorsan, yargının da aynı şekilde başka bir gözün denetiminden geçmesi lazım. Buradaki problem, kamusal güç kullananların kasten veya yanlışlıkla bu gücü isabetli, hukuka uygun kullanmaması, hukuka aykırı kullanması. Buna karşı bir emniyet supabının geliştirilmesi gerekiyor. O yüzden de emniyet supabı olmayan yargısal süreçlerde patlamalar meydana geliyor. Mesela, Anayasa Mahkemesi karar verdiği zaman onun üstünde bir emniyet supabı yok, "yanlış yaptı, siyasi davrandı" tartışmaları gündeme geliyor. Anayasa Mahkemesinin de kararları açısından baktığınızda, kendi alanındaki ilk ve son derece mahkemesi. Oradaki tartışmaları dikkate aldığımızda, kaçınılmaz olarak sürecin devam etmemesi bakımından yargı alanında aynı yaklaşımın gösterilmediğini görüyoruz ama yargı, primus inter pares (eşitler arasında önde gelen) de olsa yargı da mutlaka denetlenmeyi gerektiriyor. Denetlenmeyi de yine bağımsız ve tarafsız bir organın yapması gerektiği için yargının denetimini de yine yargı yapacak. Kimi zaman da içindeki başka bir heyet yapacak. İlk derece mahkemesi olarak Danıştay'da açılmış bir davada temyize yine Danıştay bakacak ama aynı hakimler değil, başka hakimlerden oluşmuş başka bir heyet. Böylelikle usule, hukuka, kanuna aykırılık meselesine bir mehaz bulunması söz konusu. Ama biraz önce söylediğimiz gibi genel bir kabul var. Formüle edilememiş bir kabul. Yargının her zaman iki dereceli olabilmesini mümkün görmek, hem uyuşmazlığı tartışılabilir kılmak bakımından isabetli görülmüyor. Hem de bazı "önemsiz" görülen davalar veya çok önemli olup da Anayasa Mahkemesi tarafından bakılan davalarda bu problem tekrar gündeme geliyor.

13.1. İstinaf ve Temyiz

Görevli ve yetkili olan mahkeme bir yargılamayı yaptıktan sonra başvuru üzerine nihai karar istinafa geldiğinde artık ilk derece mahkemesine tekrar dönmeden istinaf mercii olana bölge idare mahkemesi son kararı verecek. Veri yeterliyse istinaf merci olan bölge idare mahkemesi karar verecek, veri yetersizse tamamlayıp yine karar verecektir. Dolayısıyla bozma, geri gönderme, tekrar karar verme, ısrar etme, tekrar istinafla önüne gelmesi aşamaları bulunmamaktadır. İstinaf ile geri dönüşü olmayan ve bir sonraki mercide sonuca bağlanan bir yaklaşım vardır. İstinaf İYUK madde 45’de düzenlenmektedir:

Madde 45 – (Değişik: 18/6/2014-6545/19 md.) 1. İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu öngörülmüş olsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin olup, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz. (2) 2. İstinaf, temyizin şekil ve usullerine tabidir. İstinaf başvurusuna konu olacak kararlara karşı yapılan kanun yolu başvurularında dilekçelerdeki hitap ve istekle bağlı kalınmaksızın dosyalar bölge idare mahkemesine gönderilir.

3. Bölge idare mahkemesi, yaptığı inceleme sonunda ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa istinaf başvurusunun reddine karar verir. Karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise gerekli düzeltmeyi yaparak aynı kararı verir.

4. Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir. İnceleme sırasında ihtiyaç duyulması hâlinde kararı veren mahkeme veya başka bir yer idare ya da vergi mahkemesi istinabe olunabilir. İstinabe olunan mahkeme gerekli işlemleri öncelikle ve ivedilikle yerine getirir.

5. Bölge idare mahkemesi, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından bakılmış olması hâllerinde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye gönderir. Bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararları kesindir.

6. Bölge idare mahkemelerinin 46 ncı maddeye göre temyize açık olmayan kararları kesindir. (Ek cümle: 20/7/2017-7035/6 md.) Bu kararlar, dosyayla birlikte kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilir ve bu mahkemelerce yedi gün içinde tebliğe çıkarılır.

7. İstinaf başvurusuna konu edilen kararı veren ya da karara katılan hâkim, aynı davanın istinaf yoluyla bölge idare mahkemesince incelenmesinde bulunamaz.

8. İvedi yargılama usulüne tabi olan davalarda istinaf yoluna başvurulamaz.”

İstinafın varlık sebepleri arasındaki önemli bir özelliği de tıpkı yargılamanın yenilenmesi gibi yargılamanın yeniden yapılmasıdır. Ama İYUK’daki düzenlemede istinafın bu özelliğine dikkat edilmemiş ve daha çok mahkeme kararının incelenmesi olarak gelmiş. Esasında istinaf bütün yargılamanın gözden geçirilmesine ilişkin bir aşama. Temyiz kanun yolu aşamasının istinaftan farklılaşan temel özelliği, sadece yargı kararına bakmak. Yargı kararı odaklı bakmak, yargı kararında bir sakatlık var mı yok mu diye bakmak. Yargılamayı tekrar yapmak değil. Dolayısıyla yargının kararının sağlamasını yapmak şeklindedir.

İstinaf genel bir kanun yolu olarak öngörülmüş. 45. madde şöyle diyor; "İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir.” Bu bir cümlede 4-5 şeyi düzenlemeye çalışıyor. Süreyi düzenliyor, mercii düzenliyor, başvurunun ismini düzenliyor ve bununla ilgili olarak başka kanunlarda hüküm bulunsa dahi diyerek bir genel hüküm haline getirdiğini gösteriyor. Dolayısıyla bu, önceki kanunlardaki hükümleri değiştiren ve istinaf kanun yolunu ana kanun yolu olarak ortaya çıkartan bir yaklaşım. 30 günü öngörmüş ve Danıştay'ı değil de bölge idare mahkemesini öngörmüş. Bölge idare mahkemesi şimdi de var fakat ismini koruyarak farklılaşacak ve ufak birer Danıştay gibi olacak. Altında Danıştay gibi uzmanlık daireleri olan, o dairelerde kararlara bakan bir hale gelecek.

İkinci cümle; "Ancak, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin olup, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz." İşte önceki dersimizde konuştuğumuz önemli-önemsiz dava ayrımı yapmış. 5.000 TL'ye kadar istinafa bile başvurulmaz, ilk derece mahkemesi ne karar vermişse kesindir: Yani bir derecede sonuçlanır, bu mahkemenin kararı başka bir kanun yoluna gitmez. Burada esasında garip bir durum var. Hiç bir zaman konusu 5.000 TL olan bir iptal davası olmaz. İptal davasının konusu olan işlemin konusu 5.000 TL olabilir. İptal davasında konu, idari işlemdir. İdari işlemin miktarı 5.000 TL, 10.000 TL, 100.000 TL... olabilir. Bu, davanın konusu değildir. Dolayısıyla bir ifade zaafı var ama herkes ne demek istediğini anladığı için üzerinde durulmaz diye bakılıyor ama iptal davasının konusunu parasal bir konu gibi algıladığınız takdirde tam yargı davası ile farkı ortaya konulamamış olur. İptal davasının sonucu belki çok yüksek miktara ya da çok düşük bir miktara tekabül edebilir ama o, sonucun ikinci derecedeki bir noktasıdır. Esas konusu işlemdir. İşlemin konusu parasal bir yaptırım olabilir. Bazen hiç parayla alakası olmayan bir şey olur. Bir şirketin kapatılması işleminin konusu para olmayan unsurları da olduğu için bu işlemin konusu 5.000 TL dediğiniz zaman acaba onun etkilerine bakmak lazım mı diye bir tereddüt doğurabilir. Hayır, buradaki yaklaşım yaptırımlar söz konusu olduğunda yaptırımın miktarını esas alması.

Bu da, bazı davalara karşı kanun yolunun kapatılmasına ilişkin temel tartışmayı tetikliyor. Fakat bunun teorik temelini oturtamasa bile herkes böyle bir ayrım yapmanın meşruluğuna inanıyor. Yani Anayasa Mahkemesi, doktrin ve kanun koyucu teorik temelini oturtamıyor. Üstelik tam yargı davasını ele alırsak aynı ihlalden ötürü birisine 4.000 TL, birisine 5.000.000 TL para cezası verilmiş. Birisinde hukuka aykırılık istinaf veya temyiz yolunda ortaya çıkacak. Diğeri ilk derece mahkemesinde kaldığı için o aşamada kesinleşecek. Bu, garip bir eşitsizlik. Aynı ihtilaf ama her ikisinde farklı sonuçlanacak. Bunu sonra çeşitli kanun yollarıyla gidermeyi düşünüyor belki ama çelişkili bir durum. Fakat işte işin garipliği orada. Hukuk bazen böyle durumları anlamlandırmak için var. Buna sağlam bir mantık bulmak lazım. Yani bazı davaların iki dereceli olmaması, tek derecede bitmesine ilişkin sağlam bir açıklama bulmak lazım. Dediğim gibi tuhaflık şurada, bu ayrımı herkes kabul ediyor, hiç bu konuda bir tereddüt yok. Sadece resmi söylemde, ders anlatırken veya işin içeriğine girmemiş, taşın altına elini koymamış kimseler değerlendirirken bu şöyle aykırıdır, böyle aykırıdır diyor. Sonra mahkemelerin nelerle uğraştığını, nasıl atı alanın Üsküdar'ı geçtiğini filan görünce "Hiç olmazsa bunlar azalsın, Yargıtay sayısı 1.000.000'a ulaşmış dosyanın altında nasıl kalkacak, Danıştay nasıl kalkacak? Bunlar hiç olmazsa böyle bitsin, uzamasın. Hatta mahkemeye bile gelmesin. Arabulucukla, uzlaşmayla, kamu denetçiliği ile bitsin" diyor. Japon adalet sisteminin mantığını anlatmaya yönelik ilginç bir hikaye anlatırlar. Birisi 4 yen düşürmüş ve onu bulan bir başkası da götürüp vermeye çalışmış. Parayı düşüren de ufak bir miktar olduğu ve bulan da ahlaki bir gösteri yaptığı için parayı almak istememiş. Sonunda da al paranı tartışmasıyla davalık olmuşlar. Dava sonucunda mahkeme şöyle bir karar vermiş, paranın sahibine kendisine getirilmesine rağmen kabul etmeyip böyle bir ihtilaf çıkarttığı için 1 yen kesilip 3 yen verilmesine, parayı bulup da ihtilaf çıkartan için de kendisine böyle bir şey ikram edildiği halde kabul etmeyip ihtilaf çıkarttığı için 3 yen ve toplam 6 yen verilmesine karar vermiş. İki yene de böyle bir uyuşmazlığı kendi aralarında çözme kültürü veremediği için devleti mahkum etmiş. Yani bu işten bir ihtilaf çıkartıyorsanız hepinize bir ceza kesmek lazım. Bunu kabul etmeyene de ısrar edene de dava açacaklara da ve bunlara bu terbiyeyi vermeyen devlete de. Yani bakış açısı biraz da böyle. Evet bazı şeyler ilkesel, önemli olabilir ama inanılmaz şeyler oluyor. Toplumsal olarak bazı şeylerde bir cinnet hali var ve bu cinnet halinde irtibatı koparmamak, devamlılığı sağlamak için yargının bulduğu politikalar var (bunlardan birisi de her işe girmemek, her işi çözmeye çalışmamak). O yüzden idari yargı çok sıcak toplumsal meselelerde bilerek ve isteyerek hızlı karar vermiyor. Çünkü toplumsal meselenin tarafları, konuyu kendi aralarında konuşarak çözmek yerine ateşten topu yargının eline atıyor. Yargı da "Bak yargı bize hak verdi, yargı siyasallaştı, yargı da zaten sendendi.." gibi tartışmalara girmek istemiyor. Hukukilik değerlendirmesinin imkanının kalmadığı, insanların merkezkaçla savrulduğu durumlarda bilerek ve isteyerek sıcak konuları soğutuyor. 5.000 TL meselesi de böyle. Artık bu kadar çetrefilleşmiş, karmaşıklaşmış, yoğunlaşmış, altından kalkılamamış hale gelmiş olsa da benim üzerimden al, bu davalarla uğraşmayayım. Dolayısıyla bu da maddeye girmiş durumda.

İkinci fıkrada; "İstinaf, temyizin şekil ve usullerine tabidir." diyor. Yani burada ayrıca istinaf dilekçesinde bulunması gereken unsurları tartışmaya gerek yok. Aynı unsurlar olacak şeklinde genel bir atıf var. "İstinaf başvurusuna konu olacak kararlara karşı yapılan kanun yolu başvurularında dilekçelerdeki hitap ve istekle bağlı kalınmaksızın dosyalar bölge idare mahkemesine gönderilir. " Bu da geçiş dönemi kargaşasını giderecek bir şey. Yani temyiz ve Danıştay Başkanlığına da yazsan, istinaf ve Danıştay Başkanlığına da yazsan hitabın, nitelemen ne olursa olsun bu istinaf başvurusuna ilişkin bir şeyse ben bölge idare mahkemesine istinaf diye gönderirim. Yani senin nitelemenden bağımsız olarak bu kanun yoluna girip girmediğine bakarak bu işi devam ettiririm diyor, hızlandırmaya yönelik bir bakış bu. Yani "Dilekçeyi reddederim, tekrar yaz" veya "Hakkın kayboldu, istinafa başvurman gerekirken temyize başvurdun, bölge idare mahkemesine hitap etmen gerekirken Danıştay Başkanlığı demişsin" gibi şeylere yol açmamak için nitelemeyi ilgili mercinin kendisinin yapmasını öngörmüş. Bu da gelişmiş bir şey, daha önce de idari yargıda bu karmaşıklığın hak kaybına yol açmaması için hasım düzeltme denilen bir karar var. Yanlış hasım göstermişseniz, hasmı düzeltiyor. Gönderme kararı denilen bir husus var. İdari yargıdaki başka bir mahkemede açılması gereken davayı, yanlış bir mahkemede açmışsan, görevsizlikle birlikte gönderme veriyor. Sana tekrar bildirmeden ilgili mahkemeye gönderiyor. Dolayısıyla idari yargı; karmaşıklığının, bilinmezliğinin, karıştırılabilirliğinin sakıncalarını gidermeye yönelik bu şekilde bir yargılama usulü getiriyor. Yani kendisini re'sen düzeltiyor. Bu hallerde sıkıntılar da olabilir, nasıl olabilir? Gerçekte temyize gitmesi gerektiğini düşünüyorsunuz ama ilgili merci istinaf yazmış. O zaman bir itiraz usulü vs. öngörülmemişse ancak yargılama sonunda verilen bir kararla durum tartışılabiliyor.

Üçüncü fıkra; "Bölge idare mahkemesi, yaptığı inceleme sonunda ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa istinaf başvurusunun reddine karar verir." Bu zaten doğal bir şey. Fakat "kararın onanmasına" demiyor da "istinaf başvurusunun reddine" demiş. Fıkranın devamı şu şekilde; "Karardaki maddi yanlışlıkların düzeltilmesi mümkün ise gerekli düzeltmeyi yaparak aynı kararı verir." Bu cümle, ilk derece mahkemesi kararının, istinaf mercii olan bölge idare mahkemesince de uygun bulunması haline ilişkin. İki ihtimali düşünmüş; kararda bir sakatlık yok istinaf başvurusunu reddedecek veya maddi yanlışlıklar var ve onları düzeltecek. Maddi yanlışlıklar eskiden daha fazla olurdu. Yargı harcı, posta pulu harcı gibi hususların hesaplanması gerekirdi. Şimdi UYAP otomatik olarak hesaplıyor. Dolayısıyla maddi yanlışlık ancak rakam girmekte vs. hata olursa oluyor.

Dördüncü fıkraya gelelim; "Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir." Buradan itibaren istinafın özelliğine bakmak lazım. Sanki ilk önce başvuruya bakıyor ve kaldırıyor. Bundan sonra kendisi görüp bitiriyor. Bu şekilde bir kurgu yapılmış. Dolayısıyla önce hukuka uygun olup olmadığına bakacak. Kaldırılmasına karar verecek. Kaldırılmasına karar verdikten sonra da dosyadaki verilere bakacak veya yeni veriler isteyecek. Ondan sonra karar verecek. Kurgu öyle. Fıkranın devamı şu şekilde; “Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir.” Dolayısıyla formülü muhtemelen şöyle olacak, örneğin; kaldırılmasına, şu gerekçelerle hukuka uyarlık bulunduğundan reddine diye bir karar verecek. “İnceleme sırasında ihtiyaç duyulması hâlinde kararı veren mahkeme veya başka bir yer idare ya da vergi mahkemesi istinabe olunabilir.” Yani oradan evrak isteyebilir vs. Bu da darboğaz oluşturan unsurlardan birisi. “İstinabe olunan mahkeme gerekli işlemleri öncelikle ve ivedilikle yerine getirir.” Bu, idare ve vergi mahkemesi hakimlerince pek hoşlanılmayan ifadelerden birisi. Çok da haklılar. Sebebi şöyle; hakimler bunlara uymadıkları takdirde müfettiş değerlendirmesinde eleştiri alıyorlar ve terfileri güçleşiyor. Bu şöyle bir iş akışı demek. Çeşitli, dalgalı bir iş alanı var. Bu dalgalı iş alanında ilk önce hakimler başkanlar kurulu kararı gereği gelen davaların bazılarına öncelik veriyorlar, bazıları arkadan geliyor. Buradaki en önemli şey hızlı gitmesi için bütün safhalardan hızlıca geçip karar noktasına gelmesi. Ama bu seyirde aynı anda işin içine katılan davalar olursa bir yerde tıkanıyor. Bu öncelikle görülür meselesi de bu akışkanlığı tıkayanlardan. Kendine göre bir iş programıyla giderken öncelikle bu davalar görülür dediği zaman her şeyi durduracak onu alacak. Dolayısıyla devam eden bir akışkanlığı durduracak, geriden geleni öne alacak. Önce onu geçirecek, onu geçirmediği takdirde kanun hükmünü dinlememiş ve usuli bir hata yapmış olacak. O da terfiisi bakımından bir sorun. Dinlediği takdirde de işler sürekli dur-kalk şeklinde gidiyor. Niçin buna öncelik vermiş? Üstten bakarsanız da şöyle bir şey var; öncelikle ve ivedilikle bakması gereken alt mahkemenin başka bir sürü iş yükü olabilir ama önce bunu versin. Yani öndeki, kanun yolu aşamasında kendi önündeki tıkanmayı aşmak için idare veya vergi mahkemesine dönüp burada öncelik istiyor. Dolayısıyla kanun yolunda mı, ilk derece mahkemesinde mi tıkansın veya iki yerde birden mi tıkansın problemi var. Bunu çözemiyorlar. Bunu belki başka bir kanala iletmek ihtimali düşünülebilir.

Beşinci fıkra şu şekilde: “Bölge idare mahkemesi, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hâkim tarafından bakılmış olması hâllerinde, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye gönderir.” Sadece bu hallerde mahkemeye geri gönderme var. Bu da mantıklı. Nasıl? Davaya görevsiz ve yetkisiz mahkeme bakmışsa yani Konya İdare Mahkemesi bakacağına İstanbul İdare Mahkemesi bakmışsa geri gönderiyor. Yahut reddedilmiş, yasaklanmış bir hakim bakıyor. Dolayısıyla davanın o zamana kadarki dosyası meşruluğunu yitirdiği için geri dönüşü lazım. Ama yargılamada bir eksiklik olsa, bir hukuki hata ya da usul hatası olsa istinaf mercii ben gidereceğim diyor. Ama bakan mahkeme, bakması gereken mahkeme değilse o zaman geri göndereceğim. Bakan hakim, bakmaması gereken bir hakimse geri göndereceğim. Yani iki halde temyiz gibi geri gönderme var. Onun dışında kendisinin bakıp sonuçlandırması var. Geriye gidiş yok. Buna bozma demiyor, kaldırma diyor. Kaldırsa bile, ilk derece mahkemesi kararını isabetli görmese, hukuka aykırı görse bile geri göndermeyip kendisi karar verecek. Temel mantığı bu.

Esasında yargılamayı kendisi tekrar yapacak ama burada yargılamayı tekrar yapması şeklinde öngörmemiş, karar yönünde öngörmüş. Niçin? İlk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulursa şöyle yapar, hukuka aykırı bulursa şöyle yapar. Yani bir kararı hukuka uygun-aykırı bulma meselesine dönüştürmüş. Yani adeta bunu da melez hale getirmiş. Bir dilekçe teatisi safhası getirmemiş. Sadece bir istinaf başvurusu ve ona cevap usulü öngörmüş. Dolayısıyla dosyadaki mevcut dilekçe ve cevaplarla oluşmuş durumu değerlendirerek bir karar verecek. Eksiklik görüyorsa kendisi tamamlayacak. Eksiklik bir araştırmayı gerektiriyorsa keşif, bilirkişi incelemesini gerektiriyorsa istinabe yoluyla tamamlayacak, yine geri göndermeyecek ve dosya hakkında kendisi karar verecek. Böylelikle bu dalgalı sistemde dar boğaza sokmadan tekrar aynı yolun kaldığı yerden devam etmesini sağlayacak. Böylelikle yapmaya çalıştığı, yeni gelen dosyaların oluşturduğu yığına eski dosyaları tekrar geri atmamak. Eski dosyalar geldiği noktada dursun, sakatlıkları giderilerek geldiği noktadan devam etsin. Yeni dosyalar da yavaş yavaş ilerlemeye devam etsin. Dolayısıyla geri dönüşe engel olma yaklaşımı var. En büyük problemlerden birisi buydu. Diyelim ki bir mahkeme önünde 3 yeni dava varsa, 2000 tane de temyizden döndüğünde mahkeme tıkanıyor. 500 tane dönerse tıkanmıyor. Bir mahkemenin kararlarının Danıştay tarafından onanıp onanmaması önemli. Çünkü aşağı yukarı her mahkemede UYAP'la aynı sayıda dava açılıyor. Birbirlerine dengeli dağıtılıyor. Ama mahkemenin geçmişten geleni önemli. Ne kadarı bozuldu, ne kadarı bozulmadı o belirliyor.

Beşinci fıkranın son cümlesi: "Bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararları kesindir." Yani buna başka bir kanun yolu öngörmemiş. Eğer görevsiz mahkeme dolayısıyla veya hakimin durumu nedeniyle gönderilmesine karar verdiyse, bu kararın kesin olmasını öngörmüş.

Altıncı fıkra: "Bölge idare mahkemelerinin 46 ncı maddeye göre temyize açık olmayan kararları kesindir." Bu da mantıklı ama dolaylı olarak şunu söylüyor; istinaf kanun yoluna geçenlerden bazıları temyize gider. Yani şunu göstermeye çalışıyor. Esasında eskiden olduğu gibi ya itiraz ya temyiz değil; istinaf + temyiz var. Bazıları ilk derece mahkemesinde kesinleşiyor. Bazıları istinaf sonrasında kesinleşiyor. Bazıları temyize gidiyor. Böylelikle ne yapmış durumda, ilk derece mahkemesi 1. aşama, istinaf ikinci aşama ve temyiz 3. aşama. Dolayısıyla yan yana değil birbirinin peşi sıra. Arada temyiz edilebilecek, istinaf edilebilecek diye hükümler getirmiş. Arada da eleye eleye üçlü bir basamak öngörmüş. Dolayısıyla istinaf, istinaftan sonra temyiz. İstisnai hallerde kanunlarımızda istinafa uğramadan temyiz usulü de var; ama genel usul böyle. Önce istinaf başvurusu olacak, istinaftan sonra temyiz başvurusu olacak. Ama ikisinde de elemeler var. İstinaf başvurusuna konu olamayan 5.000 TL'den düşük olanlar var, istinaf sonunda verilen kararda da temyize başvurulamayan kararlar var. Böylelikle ikisinde de eleye eleye mümkün olduğu kadar az kararın çıkmasını öngörmüş.

Yedinci fıkra: "İstinaf başvurusuna konu edilen kararı veren ya da karara katılan hâkim, aynı davanın istinaf yoluyla bölge idare mahkemesince incelenmesinde bulunamaz.” Doğal bir şey olarak, iki derecede de aynı hakim karar veremez. Yani hakim terfii etmişse, başka bir yere atanmışsa ilk derece mahkemesinde hakim olarak baktığı bir davaya istinafta da hakim olarak bakamaz. Bu, temyizde de var. Doğası gereği hakimler farklı olmak zorunda. Daha önce dosyaya bakan hakim, bir sonraki aşamada dosya önüne geldiğinde çekilmesi lazım. Bu da işin doğal bir gereği ama yine de tereddüt olmasın diye yazmış.

Sekizinci fıkra: "İvedi yargılama usulüne tabi olan davalarda istinaf yoluna başvurulamaz." Bunu da ivedi yargılama usulüne ilişkin hükmü incelerken görmüştük. İvedi yargılama usulü hızlı bitsin diye ilk derece yargılamasından sonra doğrudan temyize giden bir kanun yolu öngörmüş, istinafı atlamış. Hızlı bitsin, hukuki kesinlik oluştursun diye. Buna da dikkat ederseniz, o günkü konuya ilişkin açıklamalarımızı destekleyen bir unsur olarak dikkat çekebiliriz. Sanıldığının aksine ivedi yargılama usulü, hızdan ziyade hukuki kesinlik istiyor. Hukuki kesinlik istediği için son kanun yolu aşamasını atlatıyor. Yani bütün kanun yolları bir an önce tükensin ve kesinlik sağlansın. Dolayısıyla sadece hız değil, hukuki kesinlik. O yüzden de istinafı atlıyor.

5. fıkradaki görev ve yetkiden dolayı iade etmesinde, yetkili ve görevli mahkemeyi kendisi mi tespit ediyor yoksa ilk gören mahkemeye mi gönderiyor? Şu düşünülebilir; kendisinin tespit etmesi değil, görev ve yetkiye itiraz usullerinin de gerçekleşebilmesi için ilgili mahkemeye gönderip görevsizlik kararı vermesini isteyecek. O görevsizlik verecek, görevsizlik verdiği zaman da adli yargıyla ilgiliyse Uyuşmazlık Mahkemesine gidebilecek, idari yargıyla ilgiliyse başka mahkemelere gidecek. Yani doğru olanı burada görevsizlik halinde yapılması gerekene karar vermesi için ilgili mahkemeye göndermesi. Bunu nasıl yapacak? Mesela İstanbul'un değil de Trabzon'un yetkili olduğunu düşünüyorsa Trabzon'a mı gönderecek, yoksa İstanbul'a gönderip "Sen yetkili değilsin, Trabzon yetkili. Yetkisizlik kararı ver, Trabzon'a gönder" mi diyecek. Sanki bu ikincisi söz konusu olacak. Trabzon, "Hayır ben yetkili değilim, İstanbul yetkilidir" diyorsa yetki problemini Danıştay çözecek. Başka bir ihtimal olarak asliye hukuk mahkemesi görevlidir dendiğinde, idare mahkemesi görevsizlik kararı verecek, davacı asliye hukuk mahkemesine gidecek. O da görevsizlik kararı verirse Uyuşmazlık Mahkemesine gidecek. Dolayısıyla kimin görevli olduğuna dair karar gerekçesi olmakla birlikte bölge idare mahkemesinin göndereceği yer görevli ve yetkili olduğuna karar verdiği mahkeme olmayacak. Göndereceği yer kararı veren mahkeme olacak. Madde metninde kararı veren mahkeme demiyor, ilgili mahkeme diyor, bu nedenle her şeye açık. Burada da bölge idare mahkemesinin sadece gönderme kararı kesin. Yoksa o mahkeme kendisini yetkili görmüyorsa farklı bir karar verebilir. Onu çözen ayrı usul kuralları var.

Problem şurada. Görevsizlik ve yetkisizlikte iki ihtimal var. Birisi adli yargı veya askeri yargının görevli olması problemi. Diğerinde de Danıştay, bir başka idare ve vergi mahkemesinin görevli olması. Üçüncü ihtimalde de bir başka idare veya vergi mahkemesinin yetkili olması. Şimdi bu konuları çözecek başka merciiler var. İstanbul BİM, İstanbul İdare Mahkemesi mi İstanbul Vergi Mahkemesi mi o konuda belirleme yetkisine sahip ama Trabzon İdare Mahkemesi mi İstanbul İdare Mahkemesi mi yetkili, bunu İstanbul BİM belirleyemez. Mesela; İstanbul İdare Mahkemesi karar verdi, istinaf başvurusunda bulunuldu. İstanbul BİM, "Buna sen değil, taşınmazın bulunduğu yer idare mahkemesi olan Trabzon bakmalıydı" dedi. Yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğine hükmetti. Dosyayı ne yapacak? Trabzon'a göndermeyecek. İstanbul'a gönderecek. İstanbul İdare Mahkemesi kesin olduğu için buna uyacak, Trabzon’a gönderecek. Trabzon da kendisine geldiği zaman İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nin Trabzon yetkilidir demesiyle bağlı olmadan kendisinin yetkili olup olmadığını değerlendirecek. Çünkü kendisini yetkili görmüyorsa yetkili mahkemenin hangisi olduğuna karar verecek olan Danıştay. Aynı Bölge idare mahkemesi yargı çevresinde olmayan iki idari yargı mercii arasında yetki problemi çıkarsa Danıştay kimin yetkili olduğuna karar verir. Dolayısıyla o zaman da Danıştay bir karar verecek. Tekrar döndüğünde İstanbul'a dönebilir. O zaman da bölge idare mahkemesi buna uymak zorunda kalabilir. Nasıl olacağı uygulamada ortaya çıkacak. Ama kural olarak kendi yargı çevresinde olmayan mahkemeyi bağlayacak karar veremez. Görevsizlik-yetkisizlikte de şimdiye kadarki olan uygulamada (istinaf değil temyiz uygulamasında) kararı veren mahkemeye gönderir. Kararı veren mahkeme bunda da ısrar edebilir. Israr ederse kurula gider. Şimdiki uygulama böyle. Burada sadece ısrar olmasın diye "Bu karar kesindir." demiş.

Temyize ilişkin kısma gelelim. Temyize ilişkin kısım da bunun 3. aşaması. Dolayısıyla dikkat çekilmesi gereken ilk durum; birbirinin alternatifi olan, ikiye ayrılan, birbirini takip eden oklar haline geldiği. Artık temyiz, istisnaları dışında kural olarak istinaftan sonraki bir yol. Esasında bu geciktirici bir şey mi diye düşünülebilir ama bunun sebebini düşünmek lazım. Kanaatim şöyle; bu biraz hukuk fakültesi eğitiminden başlayan bir şey olabilir ama esas avukatlık probleminden kaynaklanıyor. Dosyalar iyi hazırlanmadığı için dosyalar olgunlaşarak Danıştay'ın önüne gelsin. Danıştay sadece olgunlaşmış bir dosyada hukuki probleme baksın isteği var. İlk derece mahkemesi yargılamasından geçecek, ilk derece mahkemesi zaten toplayacak. Doğru veya yanlış bir hukuki değerlendirmede bulunacak. Delilleri tartışacak. İlgili mevzuatı tartışacak. Böyle belki de klasörler dolusu bir davayı bir karara indirgeyecek. Sonra istinaf bu kararın isabetini değerlendirecek. Kararda eksiklik olup olmadığına bakacak. Karardaki hukuka aykırılık hususlarını değerlendirecek, mevzuatında bir eksiklik olup olmadığını değerlendirecek. İkinci elekten de geçecek. Üçüncü elekte artık tamamen pişmiş, kemale ermiş, olgunlaşmış, bütün verileri toplanmış, üzerinde iki kere tartışılmış, hukuki boyutları ortaya çıkmış, hangi alternatifler arasında bir seçim olacağı noktasına indirgenmiş, hukuki özü netleşmiş, ihtilaf belli noktalarda toplanmış bir şeyde karar verecek. Böylelikle avukatın ne dediği anlaşılmaz talepleri, dosyadaki eksiklikler, belge eksiklikleri, karardaki yazım hataları vs. gibi şeyleri azaltmak öngörülüyor. Adeta dosya iyice toplansın, pişsin, öyle Danıştay'a gelsin. Danıştay anlamak için günlerini harcamak yerine, zaten hukuki ihtilafın belirlenmiş olduğu hususta değerlendirme yapsın.

Diyelim ki bir öğrenci 4. sınıfta okurken 1. sınıfa yeni ders konulursa, öğrenci mezun olabilmek için o dersi de görmek zorunda mı değil mi? Hukuki ihtilaf bu. Bir kaç kere tartışılmış olarak farklı fikirlerle birlikte Danıştay'ın önüne gelsin. Acaba 4. sınıfa geçmiş olmak müesses durum oluşturup öğrenci 1. sınıfa konulan derse tabii olmaz mı? Öğrencinin acaba 1. sınıftan da kalmış dersi varsa 1. sınıfa konulan ders, o öğrencinin yükümlülüğü kapsamına girer mi? Mesele anlaşılmış, hukuki nokta belirlenmiş; kolay çözülebilecek bir şey değil belki ama bunun hakkında bir yaklaşımla bir gerekçelendirme yapacak. Diyecek ki; "Bir öğrenci 1. sınıftan dersi olsa bile 4. sınıfı okumaya hak kazanmış ise 1. sınıfa konulan dersten sorumlu olmaz. Çünkü kazanılmış hak diplomayla gerçekleşmiş olsa bile her sınıfı sene olarak okumakla birlikte o sınıfın sorumluluğu belirginleşmiştir. Alttan dersleri olsa bile yeni konulan dersler sorumluluğa dahil olmaz." Veya tersini söyleyecek. "Hayır, bu bir eğitim bütünlüğü meselesidir. O ders bu mesleğin yerine getirilebilmesi için artık gerekli olduğu tespit edilen ve temel derslerden birisi olarak 1. sınıfa konulmuş ise bunu 4. sınıfa gelmiş bir öğrencinin okumaması ve bu dersin eğitiminden eksik olarak diplomayı alması dersin konulma amacına aykırıdır. Dolayısıyla eğitim için gerekli olduğu tespit edilen ders statüden çıkmayan herkes için bir yükümlülüktür." Hangisinin hukuki gerekçesi daha geçerli?

Zaten doğrudan temyize gelebilecek şeyi niye bir de istinafa tâbi tuttunuz? Diye sorulacak olursa, Danıştay diyor ki; ilk derece mahkemesi, ondan sonra istinaf, ondan sonra temyiz aşamasının sebebi şu; istinafta iş yükü oluşuncaya kadar bir kaç sene rahatlamak. Ama bu mantıklı bir şey değil. Sonra daha büyük bir yük olarak gelecek. Şimdi istinaf geldiği için bir sene Danıştay'a hiç dava gelmeyecek. Çünkü davalar önce istinafa gidecek. Ama sonuçta gecikecek. Danıştay buna şuandaki acil yükünü azaltan bir usul olarak bakıyor.

Halbuki bu kanaatimizce daha enteresan bir yaklaşımın sonucu. Yapanlar da bunun farkında mı bilmiyorum ama şöyle bir imkan getiriyor; şu darboğaz meselesinde sürekli bir yerde sıkışmalar var akmama problemi var. Buna ikinci bir yol açarak, yeni bir akış sağlıyor. Esasında akışı sağlamak için. Yani yoğunlaşmış ve enine gelişmiş bir şeyi biraz uzatarak akışkanlığı sağlamak. Böylelikle 3 aşamaya çıkartarak hızlandırmayı ümit etmeleri lazım. Yani bu üç aşama Danıştay'ın yükünü azaltmak için değil, davaları hızlandırmak için. Niçin davalar hızlanacak? Çünkü davalar her aşamada süzgeçten geçe geçe safralarını atacak, birer cümlelik bir hukuki uyuşmazlık özüne sahip olacak, karar verecek mercii de 1-2 dakika içinde karar verebilecek bir kolaylığa ulaşacak. Diğerinde inceleme ile araştırma ile vakit geçecek. Dolayısıyla bu usul, hazırlamak için. Bir dosyanın eksik gelip de sizin hazırlamaya çalışmanız nerede? Bir dosyanın bütün unsurları tamamlanmış olarak gelip sadece sizin kararınıza kalması nerede? Bir çok olayda zaten temel problem budur diye bakılıyor. Adli yargıda İstanbul’da 5 ay sonraya duruşma günü veriliyor. Diyelim ki dosya geliyor, duruşma günü geldiğinde tapudan yazı gelmemiş. 5 ay sonraya erteleniyor. Ertesi 5 ay geldiğinde tapudan yine yazı gelmemiş bir 5 ay daha bekleniyor. 10 ay böyle geçmesi yerine başka bir yerden tapudan yazılar toplansın, nüfustan yazılar toplansın. Geldiği zaman o celsede doğru mu yanlış mı, iyi mi kötü mü bir karar verilsin. Dolayısıyla bu esasında, mesafeyi uzatarak hızlandırmak. Sıkışık ve kısa bir mesafeyi ferah ve uzun bir mesafeye döndürerek hızlandırmak.

Danıştay'a iş nasıl geliyor? Temel yaklaşım; istinaftan geçmeden gelmemesi kuralı var. İstisnası ivedi yargılama gibi hususlar. Burada da yoğun bir dökülme getirmiş. Dökülmeyi şöyle getirmiş; "Her karar istinaf edilebilir ancak şunlar istisna..." diyerek istinaf öngörmüş. Temyizde de şu öngörülmüş; "Her istinaf kararı kesindir ancak şunlar temyiz edilebilir..." Yani temyizi genel bir hale getirmemiş. Konularını belirterek o konularda istinafın kararlarının temyiz edilebileceğini belirtmiş. İstinafta tersine. Yani birisinde genel kural, istinafa gitmesi. Özel kural bazı durumlarda istinafın kapalı olması. Temyizde ise genel kural istinafta bitmesi ancak bazı istisnalarda temyize gitmesi şeklinde. Ama o temyize gidecekleri çoğaltmış. Yani istisna sayılabilecek, temyiz edilebilecek kararları çoğaltmış. Nasıl çoğaltmış?

46. maddede düzenlendiği üzere; "Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar..." Burada iki istisna getiriyor. Danıştay ilk derece mahkemesi olarak bir davaya bakıyor ise dairenin kararı doğrudan temyiz edilebilir. İdare mahkemesi ivedi yargılama ile bakıyorsa temyiz edilebilir, istinafa uğramaz. Bir kere bu istisna başta var. Danıştay'ın ilk derece mahkemesi olarak baktığı dava istinafa gitmez, bölge idare mahkemesine gitmez; temyize gider. Bu ikisini esas olarak almış. Bunun dışında şöyle demiş; "Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir." Dolayısıyla Danıştay'da temyiz edilebilecek kararlar diye bir liste var. Bu liste de önem verilen davalar listesi. Nasıl 5.000 TL lik davalara önem verilmeyen davalar dediysek, bu listeye de önem verilen davalar diyebiliriz. Niye? Çünkü diğerleri istinafta biterken bunlar 3. aşamaya geçiyorlar. Demek ki bunlara önem veriyor. Burada 1. bakma yetmiyor, 2. bakma yetmiyor, 3. bakma olsun diyor. Neler?

a) Düzenleyici işlemlere karşı açılan iptal davaları. Düzenleyici işlem-birel işlem ayrımının önemi burada ortaya çıkıyor. Düzenleyici işlem gayrişahsî olduğu, birden çok kişiyi ilgilendirdiği için önemli dava kabul edilmiş. İstinaf kararı yetmiyor, temyiz edilebilir.

b) Konusu yüz bin Türk lirasını aşan vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler hakkında açılan davalar. Buradan 100.000 TL’yi büyük gördüğü anlaşılıyor. Bu da ilginç; idari işlemlerin konusu 100.000 TL meselesi dediğimiz gibi izafi bir şey. Mesela bir dükkan kapatmanın ortaya çıkarttığı zarar bir kaç yüz bin lira bile olabilir. Baktığınızda parasal karşılığı yok; sadece dükkan kapatma. Bazen de diyelim ki; 5.000 TL'nin altındaki işlem itibarı bozar. Mesela bir kasaba tek tırnaklı eti satıyor diye 4.000 TL ceza verilse cezanın 4.000 TL olmasından çok kasabın böyle bir şeyi satıp satmadığını belirginleştirdiği için önemli. Bütün mesleki hayatını etkileyebilir. Bir daha müşterileri ona gelmez. Haksız bir değerlendirme ise ne olacak? Dolayısıyla bunun parayla ilgisinin olmaması lazım.

c) Belli bir meslekten, kamu görevinden veya öğrencilik statüsünden çıkarılma sonucunu doğuran işlemlere karşı açılan iptal davaları. Her iptal davası da değil. Öğrencilik statüsünden çıkaran davaları önemli sayıyor. Gerçekten de önemli hususlar ama öğrencilik statüsünden çıkarılma sonucu kadar ağır, öğrencilik statüsü içerisinde başka yaptırımlar var. Nisbî olarak bunları daha önemli görmüş. Sonuçta diğeri mezuniyeti geciktirse bile statüyle bağlantısını kopartmıyor, statüyle bağlantı kopartan şeyi bir hukuki ölüm olarak görmüş ve bunu temyize konu yapmış.

d) Belli bir ticari faaliyetin icrasını süresiz veya otuz gün yahut daha uzun süreyle engelleyen işlemlere karşı açılan iptal davaları. Bunu da önemli görmüş. Demek ki 30 güne kadar kapatmayı önemli görmüyor. 30 gün ve üstünü önemli görüyor. Bu biraz da kanun koyucuyu eleştirmek için değil, milletin sesi olarak neye önem verdiğini görmek, neyi önemli dava saydığını anlamak için.

e) Müşterek kararnameyle yapılan atama, naklen atama ve görevden alma işlemleri ile daire başkanı ve daha üst düzey kamu görevlilerinin atama, naklen atama ve görevden alma işlemleri hakkında açılan iptal davaları. Yani diğer memurlar için değil müşterek kararname ile atananlar. Onlar yüksek dereceli memurlar.

f) İmar planları, parselasyon işlemlerinden kaynaklanan davalar. Zaten bunu dediğiniz zaman temyize binlerce dava gelecek demektir. İmar davaları, parselasyon önemli ama zaten esas yük bunlardan ötürü oluşuyor. Burada da neyi ümit ediyor? İmar dosyaları gerçekten çetrefil, uzun dosyalar, bilirkişi incelemeleri vs. var. Hazır pişmiş olarak önüme gelsin yaklaşımı var. Yani "Bunlara bakayım, Danıştay olarak benim iş yüküme dahil olsun ama öyle gelsin ki iki aşamada olgunlaşarak artık bana sadece o hukuki uyuşmazlık hakkında stratejik karar vermek kalsın" diye bakıyor.

g) Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunca itiraz üzerine verilen kararlar ile Boğaziçi Kanununun uygulanmasından doğan davalar. Buna da önem vermiş, Boğaziçi'ni korumak için mi dersiniz?

h) Maden, taşocakları, orman, jeotermal kaynaklar ve doğal mineralli sular ile ilgili mevzuatın uygulanmasına ilişkin işlemlere karşı açılan davalar. Madenin önemi bütün dünyada dikkat çekmeye başladı. Çünkü madenler sadece çıkartma masrafı ile elde edilen katma değerler. Bir ülkenin zenginliği için önemli. Yani altın bulan, işleyen ülke durduğu yerde zenginleşiyor, dünya finans hacmine kıymetli maden katıyor. Dolayısıyla bunlar önemli. Her ülke bakımından da önemli. Burada da yavaş yavaş önemi ortaya çıkmaya başlamış durumda. Kamuoyunda tartışılıyor ama mevzuatta da bu önemi öyle veriyor ki mesela madenle hangi kamu yararı karşılaşsa madenin daha üstün kamu yararı olduğunu kabul eden bir mevzuatımız var. Madenle orman karşılaştığında maden çıkartma önemli bulunuyor. Madenle kıyı karşılaştığında yine maden. Niçin? Çünkü madeni bulunduğu yer dışında çıkartmak mümkün değil ama ormanı başka yerde de yaparsın; madeni çıkartmak lazım diye bakılıyor. Taş ocakları biraz tuhaf çünkü tabiatın doğal yapısını bozuyor: Üstün görüldüğü için değil, taş ocaklarının açılmasına ilişkin hukuki mücadeleye üstünlük verildiği için belki buraya yazmış. Yani taş her yerden çıkabilir. Taşıma masrafı az olsun diye inşaatın, yolun yapıldığı yerde taşı çıkartmaya kalkıyorlar. O zaman da tabiatın güzellikleri bir daha yerine gelmeyecek şekilde yıpranıyor. Halbuki taş ocağının yoğun olarak yapıldığı yerlerden taşıma masrafını dikkate alarak taşı çıkartıp getirmek mümkün. Daha masraflı olmaktan kaçınmak doğru değil. Çevreyi korumak daha öncelikli. Taş ocağı maden gibi değil. Zaten ilk uygulama orada yapıldı, taş ocakları madenler içinden çıkarıldı. Yani taş ocağı madenin kıymetini düşürdüğü ve maden korumasından yararlandığı için zaten yasa koyucu onu ayırmıştı. Şimdi de madenle birlikte bunun burada yer alması, taş ocağına karşı hukuki mücadeleye koruma sağlamak için diye yorumlamak gerekir.

ı) Ülke çapında uygulanan öğrenim ya da bir meslek veya sanatın icrası veyahut kamu hizmetine giriş amacıyla yapılan sınavlar hakkında açılan davalar. Hakimlik savcılık, KPSS, TEOG gibi sınavlar buna girer. Zaten onların özel bir yargılama usulü vardı.

i) Liman, kruvaziyer limanı, yat limanı, marina, iskele, rıhtım, akaryakıt ve sıvılaştırılmış petrol gazı boru hattı gibi kıyı tesislerine işletme izni verilmesine ilişkin mevzuatın uygulanmasından doğan davalar. Bunlar da çok tartışmalı. Kruvaziyer limanı, diğer limandan farklı olarak yolcu gemilerine hizmet vermek için kıyıda yapılan limanlar. Burada alışveriş merkezleri oluyor. Kuşadası'na, Turgutreis'e giderseniz kıyı kamu malı olmasına rağmen bir sürü lokanta, alışveriş yeri vs. görüyorsunuz. Kıyıda bunların yapılması nasıl mümkün olur? Kruvaziyer liman ile. Yani gezmek için büyük otel gemilerle gelenlerin limana indiklerinde hemen alışveriş yapabilmeleri ve ihtiyaçlarını giderebilmeleri için her türlü tesisin bulunmasını meşrulaştırıyor. Dolayısıyla kıyıda böyle bir çok şey yapmaya imkan veriyor. Buna da öncelik, önem vermiş. Bunun kötüye kullanımına engel olmak için mi yoksa buna engel olanlara engel olmak için mi onu ayrıca değerlendirmek lazım.

Maddenin devamı şu şekilde: j) 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun uygulanmasından ve 16/7/1997 tarihli ve 4283 sayılı Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan davalar.

k) 6/6/1985 tarihli ve 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun uygulanmasından doğan davalar.

l) 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun uygulanmasından doğan davalar.

m) Düzenleyici ve denetleyici kurullar tarafından görevli oldukları piyasa veya sektörle ilgili olarak alınan kararlara karşı açılan davalar.

Yap-İşlet-Devret, Enerji Tesisleri, Serbest Bölgeler, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı mevzuatlarının ve bağımsız idari otoritelerin düzenlediği işlemlere ilişkin hükümler var. Yani bu istisna gibi gözüken madde (Çünkü maddenin metni nasıl? Davalar istinafta bitiyor, istisna olarak bu konulardaki davalar temyize gidecek.) zaten belli başlı her şeyi alıyor, bunlar dışında çok fazla bir şey kalmıyor. Yani istisna gibi göstermiş ama çok geniş tutmuş. Dolayısıyla istinaf kararlarının büyük kısmı da temyize konu oluyor. Burada temyizi esas olarak istinaf üzerine başvurulan bir yol haline çekme var. İstisnai hallerde de doğrudan temyiz var. Temyizin özelliği; bazı hallerde temyiz ve Danıştay 2. derecede yani ilk derece mahkemesinin kararı üzerine doğrudan temyize gidiliyor. Bir çok durumda da 3. derecede yani istinaf yoluna başvurulduktan sonra temyize gidiliyor. Hangi hallerde 2. derecede, hangi hallerde 3. derecede? Danıştay'ın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda 2. derecede, ivedi yargılamada 2. derecede, bunun dışındaki hallerde 3. derecede gündeme gelen bir kanun yolu.

Temyiz dilekçesi İYUK madde 48’de düzenlenmektedir:

“1. Temyiz istemleri Danıştay Başkanlığına hitaben yazılmış dilekçeler ile yapılır. Gereksiz bir ibare ama yazmış.

2. Temyiz dilekçelerinin 3 üncü madde esaslarına göre düzenlenmesi gereklidir, düzenlenmemiş ise eksikliklerin onbeş gün içinde tamamlatılması hususu, kararı veren Danıştay veya bölge idare mahkemesince ilgiliye tebliğ olunur. Bu sürede eksiklikler tamamlanmazsa temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına Danıştay veya bölge idare mahkemesince karar verilir. Burada dava dilekçesinde eksiklik varsa; dava red yerine dilekçe red kararı veriliyor, tamamladığında devam ediyor. Davaların açılmasında eksikliklerin tamamlanmadığında davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği gibi aynı usulü temyiz bakımından öngörmüş. Eğer eksiklik tamamlanmazsa temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına karar veriyor.

3. Temyiz dilekçeleri, ilgisine göre kararı veren bölge idare mahkemesine, Danıştaya veya 4 üncü maddede belirtilen mercilere verilir ve kararı veren bölge idare mahkemesi veya Danıştayca karşı tarafa tebliğ edilir. Karşı taraf tebliğ tarihini izleyen otuz gün içinde cevap verebilir. Cevap veren, kararı süresinde temyiz etmemiş olsa bile düzenleyeceği dilekçesinde, temyiz isteminde bulunabilir. Bu takdirde bu dilekçeler temyiz dilekçesi yerine geçer. Burada sanki ivedi yargılamadaki idare mahkemesini yazmayı unutmuş. Normalde temyiz dilekçesinin buna da veriliyor olması lazım. Burada sanki idare mahkemeleri kararları doğrudan hiç temyiz edilmiyormuş gibi yazıyor. Ya Danıştay ilk derece mahkemesi olarak bakıyorsa doğrudan temyiz edilir. Dolayısıyla Danıştay'a vereceksin. Ya da bölge idare mahkemesi istinaf olarak bakmıştır, onu temyiz ediyorsundur. O zaman bölge idare mahkemesine verirsin. Ya da 4. maddedeki görevli mahkemeye gönderilmek üzere verilebilecek yerler; idare-vergi mahkemeleri, asliye hukuk hakimlikleri, yurtdışında ise konsolosluklar şeklindeki düzenlemeyi yazmış ama ivedi yargılama usulü kapsamında davaya bakan idare mahkemesini yazmamış. Muhtemelen unuttu. Yazmadı diye oraya vermeyecek mi? Verecek. Bunu yazmak yerine temyize konu kararı veren mahkemeye verilir deseydi bu kadar ihtimalleri saymazdı, unutma - eksik kalma meselesi de olmazdı. Esasında uzun uzun anlattığı şey o; temyiz dilekçesini temyize konu kararı veren mahkemeye veya ona gönderilmek üzere kanunda gösterilen yerlere verir. Kastı bu. Buradaki sistem de şöyle; hemen Danıştay'a göndermeyecek. Karşı tarafa tebliğe çıkartıp cevabını alacak. Dosyayı tekemmül ettirecek, öyle gönderecek. Yani kararı veren mahkeme, temyiz talebinde, istinaf talebinde bulunulunca hemen dosyayı ilgili yargı merciine göndermiyor. Önce bu talebi karşı tarafa iletiyor. Karşı tarafa gelen cevabı veya ek temyiz dilekçesini aldığı zaman da dosyayı olgunlaştırıp veriyor. Cevabı veren de 30 gün için de cevap verebilir. İsterse temyiz edebilir, bunu öngörmüş.

4. Kararı veren Danıştay veya bölge idare mahkemesi, cevap dilekçesi verildikten veya cevap süresi geçtikten sonra dosyayı dizi listesine bağlı olarak, Danıştaya veya Kurula gönderir. Dizi listesi nedir? Dosyadaki evrakların kimliklerinin sıralandığı bir şey. Böylelikle dosyadan bir evrak çekilip çekilmediğini anlamak. Dosyanın içinde ne var onu bilmek. Çok düzenli olan avukat yazıhanelerinde çalışırsanız bütün o dizi listesi yanında dizi listesi numaralarına bağlı olarak dosyada istediğiniz evraka hemen bakabilmeyi sağlamak için renkli kulaklar yapıştırıldığını görürsünüz.

5. fıkrada yürütmeyi durdurma meselesini tartışıyor. Yürütmeyi durdurma meselesi daha sonraki maddede düzenlenmiş ama burada yürütmenin durdurulması istenirse ne yapılacağını düzenliyor. Dosyanın tebligatını, kararı veren mahkemenin yapmasının istisnası, yürütmenin durdurulması istenmesi. Eğer yürütmenin durdurulması istenmişse, mahkeme yürütmeyi durdurma talepli temyiz veya istinaf başvurusu üzerine dosyayı derhal bölge idare mahkemesi ve Danıştay'a gönderiyor. Onlar yürütmeyi durdurma hakkında bir karar veriyor. Kararı verdikten sonra tebligata çıkartıyor ve esas kararı o tebligat geldikten sonra alıyor. Dolayısıyla yürütmeyi durdurma talebi, aşamayı hızlandırıyor. Atlanmasını sağlıyor, karşılıklı dilekçe cevabını bekleme aşaması erteleniyor ve Danıştay veya bölge idare mahkemesine bırakılıyor. Bu madde hem istinaf hem temyiz için geçerli. İstinaf dilekçesi, istinaf başvurusunda bulunduysanız veya temyiz başvurusunda bulunduysanız başvurduğunuz kararı veren makam, istinafa bakacak veya temyize bakacak makama göndermeden önce dilekçe teatisini sağlayacak ve dosyayı öyle gönderecek. İstisnası; yürütmeyi durdurma talebinde bulunulması. O zaman yürütmeyi durdurma talebinde gecikmeksizin karar verebilsin diye tebligatı tamamlamadan dosyayı bölge idare mahkemesine veya Danıştay'a gönderecek. Bölge idare mahkemesi veya Danıştay önce yürütmeyi durdurma hakkında karar verecek. Ondan sonra temyiz veya istinaf başvurusunu karşı tarafa tebliğ edip onun cevabını alacak. Ondan sonra da nihai kararını verecek. Buradaki düzenleme böyle. Eskiden de böyleydi. Yürütmeyi durdurma hakkındaki kararın gecikmemesi mantığı devam ediyor. Ama bir problem var; karşı taraf yürütmenin durdurulması istendiğini ve önce bunun hakkında karar verileceğini bilmiyor. O yüzden esasında bunu takip edip, yürütmeyi durdurma talebinin niçin geçerli olmadığına dair diğer tarafın bir açıklama yapması önemli. Ama hız ihtiyacı nedeniyle buna bir önceden bildirme ve cevap verme süresi öngörülmemiş.

6. fıkrada harç meselesini öngörmüş . Harcı uzun uzun düzenlemiş. Harç eksik olursa ne olur, nasıl istenir, bir süre verilir ve süre sonunda yatırılmamışsa ne olur? Temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilir diyor. Buna ilişkin kararlara da 7 gün için bir temyiz yolu getiriyor. Temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin kararın temyizi. İlginç bir şey. Örneğin; İstanbul 2. İdare Mahkemesisiniz, bir karar verdiniz. Kararınıza karşı istinaf başvurusunda bulunuldu. Bunun üzerine siz inceliyorsunuz, karşı tarafa tebliğe çıkartacaksınız. Karşı taraftan cevap gelecek ve siz onu istinaf mercii olan bölge idare mahkemesine göndereceksiniz. Yahut ivedi yargılama ile baktığınız bir davada temyiz talebinde bulunuldu. Bakacaksınız ve Danıştay'a göndereceksiniz. 2. İdare Mahkemesi olarak verdiğiniz kararda temyiz talebi var, ilgilinin dilekçesinde harç yatırılmamış. Süre vereceksiniz, süre içerisinde harcı yatırmazsa siz harç eksik diye "Temyiz isteminden vazgeçmiş." diye bir karar vereceksiniz ama dikkat edin; Danıştay'a göndermeden karar vereceksiniz. Yani temyiz talebine bakacak Danıştay'a gitmeden siz temyiz isteminde bulunmaktan vazgeçilmiş sayarak temyiz isteminin reddine karar vereceksiniz. İşte sizin bu temyiz isteminin reddi kararınıza karşı 7 gün içinde temyiz talebi var. Temyiz isteminin reddi kararının temyizi. Yani önce bir temyiz istemi var, sonra Danıştay'a göndermeden onu 2. İdare Mahkemesi olarak reddetmeniz var, sonra onun 7 gün için temyizi var. 30 gün içinde bir normal temyiz var; bir de harçta eksiklik nedeniyle 7 gün içinde temyiz talebi hakkında verilen kararın temyizi var.

7. fıkrada da şu şekildeki düzenleme yer almakta: " Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin ödenmemiş olduğu, dilekçenin 3 üncü madde esaslarına göre düzenlenmediği, temyizin kanuni süre içinde yapılmadığı veya kesin bir karar hakkında olduğunun anlaşıldığı hâllerde, 2 ve 6 ncı fıkralarda sözü edilen kararlar, dosyanın gönderildiği Danıştayın ilgili dairesi ve kurulunca, kesin olarak verilir.”

13.2. Kanun yolunda yürütmenin durdurulması

52. maddede düzenlenmiştir:

“Temyiz veya istinaf istemlerinde yürütmenin durdurulması:

Madde 52 – 1. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/21 madde ) Temyiz veya istinaf yoluna başvurulmuş olması, hakim, mahkeme veya Danıştay kararlarının yürütülmesini durdurmaz. Ancak, bu kararların teminat karşılığında yürütülmesinin durdurulmasına temyiz istemini incelemeye yetkili Danıştay dava dairesi, kurulu veya istinaf başvurusunu incelemeye yetkili bölge idare mahkemesince karar verilebilir. (Ek Cümle: 10/6/1994 - 4001/22 madde ) Davanın reddine ilişkin kararlara karşı temyiz ya da istinaf yoluna başvurulması halinde, dava konusu işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi 27 nci maddede öngörülen koşulun varlığına bağlıdır.

2. İptal davalarında teminat istenmeyebilir.

3. İdareden ve adli yardımdan yararlaranlardan teminat alınmaz.

4. Kararın bozulması, kararın yürütülmesini kendiliğinden durdurur.”

27. maddedeki yürütmeyi durdurmaya benzer ve farklı yönleri var. Bunun 2 tipi var. Çok gereksiz yere karışık. Kanun yollarında yürütmeyi durdurma iki tip yürütmeyi durdurma içeriyor. Eğer mahkeme dava konusu işlemi iptal etmişse, siz İdare olarak 52. madde gereği yürütmenin durdurulmasına başvuruyorsunuz. Mahkemeden kararının yürütmesinin durdurulmasını istiyorsunuz. Dikkat edin, burada açık hukuka aykırılık ve telafisi güç zarar şartları yok. Mahkemenin iptal kararının yürütmesinin durdurulmasını istiyorsunuz. Nasıl olacak? Mahkeme pasaport vermeme işleminizi iptal etmiş, hemen pasaport vermeniz lazım. Siz de İdare olarak bir kere pasaport verirseniz şüphelinin yurt dışına kaçacağını, esasında verilmemesi gereken bir insan olduğunu düşünüyorsunuz. Temyiz ederken, mahkeme kararının da yürütmesinin durdurulmasını istiyorsunuz. Yani sizin idari işleminizi iptal eden mahkeme kararının askıya alınması, böylelikle işleminizin tekrar yürürlükte olmasını istiyorsunuz. Bunun hiçbir şartı yok. İkincisi yine aynı maddede düzenlenmiş ama "ikincisi" demeyi gerektiriyor. Siz, işleme karşı davayı açtınız. İşlemde açık hukuka aykırılık ve telafisi güç zarar var diyorsunuz. Mahkeme yürütmeyi durdurma talebinizi reddetti, bölge idare mahkemesine itiraz ettiniz o da reddetti. Mahkeme de davanızı reddetti. Örneğin; binanızın yıkılmasına dair işlemin önünde hiçbir hukuki engel yok. Temyiz ediyorsunuz, temyizde bir kez daha yürütmeyi durdurma isteyebilirsiniz. Buradaki yürütmeyi durdurma talebiniz, mahkeme kararının yürütmesinin durdurulması değil. Buradaki, ilk işleme karşı istediğiniz yürütmeyi durdurma gibi bir yürütmeyi durdurma. Yani madde 52, madde 27'ye gönderiyor. "Açık hukuka aykırılık, telafisi güç zarar var. İlk derece mahkemesinden istedim yürütmeyi durdurmadılar, itiraz ettim durdurmadılar. Mahkeme işlemi iptal etmedi. Temyiz mercii olarak şimdi senden istiyorum, bu işlemin yürütmesini durdur" diyorsunuz. Hangi işlem? Temyiz edilen karara konu olan işlem. Temyiz edilen karar ne? İptal talebinin reddi. İşlem hala yürürlükte. Hukuka uygunluk karinesinden yararlanıyor. Şimdiye kadar İdare yıkmamış ama her an yıkabilir. Temyizde yürütme durdurma verirse, temyiz sonuna kadar işlemin yürütmesi durdurulmuş olacak.

Demek ki mahkemenin iptal kararı verdiği durumlarda madde 52'deki yürütmeyi durdurma, mahkeme kararının yürütmesinin durdurulması oluyor, mahkemenin iptal talebini reddettiği davalarda temyizde yürütmesinin durdurulması, esasında işlemin yürütmesinin durdurulması oluyor. Dolayısıyla ikinci halde iki şart var. O iki şart da, 27. maddedeki açık hukuka aykırılık ve telafisi güç zarar. Şöyle diyebilirsiniz, İYUK 52. maddesine göre temyizde yürütmeyi durdurma istediğinizde mahkemenin red kararı söz konusu ise; 52'nin göndermesi ile 27. maddedeki şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir. İlkinde hiç şart yok, ikincisinde o gönderme ile iki şart var. Her ikisinde de yürütmenin durdurulması kararına itiraz yok. Temyizde yürütmeyi durdurmayı kabul ediyor veya reddediyor. Fakat maddede yazmayan bir ayrımı yapıyoruz. Maddede bir ayrım yapmıyor. Yani mahkeme kararı şöyleyse böyle demiyor ama kendi içindeki göndermelerle bu sonuç ortaya çıkıyor.

İkinci istediğimiz yürütmeyi durdurmada yani temyizde işleme karşı yürütmeyi durdurma istediğimizde, illa ki ilk derece mahkemesinde yürütmeyi durdurma istenmiş ve reddedilmiş olması gerekmiyor. Daha sonradan güncellenebilir, aciliyet ortaya çıkabilir. Mesela İdare, yapmadığı bir şeyi sonradan yapmaya başlayabilir. Siz kamulaştırmaya veya yıkım kararına karşı dava açmışsınızdır. İlk önce İdarenin bunu icra etmeye ilişkin uzun bir süre verdiğini düşünüyorsunuz, yapmıyor. Sonra ortaya çıkan yeni veriler olabiliyor. Zaten yürütmeyi durdurma talebini dava ile isteme gibi bir şart da yok. Yani yürütmeyi durdurma talebinin dava dilekçesinde olması gerekmez. Dava başladıktan bitinceye kadar her zaman istenebilir. Temyizde de aynı şekilde. Hatta Fransa'da çok daha gelişmiş bir yürütmenin durdurulması yaklaşımı var. İsmi tam olarak yürütmeyi durdurma değil, "sursis à execution" denen bir terim var. Bunun dışında bir de "référé" diye ama yürütmeyi durdurma sonucunu doğuran tedbirler bütünü var. O tedbirler bütününde dava açılmadan da delil tespiti ve bazı şeylerin durdurulmasını istemeye yönelik araçlar var. Muhtemelen bize de böyle bir yaklaşım geliyor. Nasıl ki medeni muhakeme hukukunda var, tedbire başvurduktan 10 gün içinde dava açarsanız o tedbir devam ediyorsa burada da benzer bir şey gelir. Hemen dava açmadan önce yürütmeyi durdurma isteyebileceğiniz bir şey gelebilir.

13.3.Kanun Yararına Temyiz

İYUK madde 51’de düzenlenmektedir:

“Kanun yararına temyiz:

Madde 51 – 1. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/20 madde ) İdare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerinin kesin olarak verdiği kararlar ile istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenler, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabilir.

2. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/20 madde ) Temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde karar, kanun yararına bozulur. Bu bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan merci kararının hukuki sonuçlarını kaldırmaz.

3. Bozma kararının bir örneği ilgili bakanlığa gönderilir ve Resmi Gazete'de yayımlanır.”

Temyizden geçmemiş kararlarda içtihada aykırılık olmasın diye Adalet Bakanlığı'nın veya ilgili başsavcılığın müracaatı üzerine kararın kanun yararına temyiz olunma ihtimali var. Burada temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde, kanun yararına bozuluyor karar. Daha önce kesinleşmiş olan kararın hukuki sonuçlarını kaldırmaz diyor. Bunun ne anlama geldiğini çok anlamıyorum ama kanun böyle yazıyor. (Öğrenci: Kararın tarafları hakkında yeni bir sonuç ortaya çıkmıyor.) O zaman neden başvursun? Taraflar arasındaki problemi çözmek gerekir. Çünkü kanun yararına bozmayı başsavcının kendiliğinden işletmeye başlaması yanında ilgililer de talep edebiliyor. Esasında tarafları da etkiliyor fakat nedense kanunda hala böyle yazıyor. Mesela en son İş Bankası kanun yararına bozmadan yararlandı. Çok yüksek bir para cezasına karşı temyizden geçmeden kesinleşmiş bir karar kanun yararına bozuldu. Gitti, mahkemede iptal ettirdi ve parasını geri aldı. Nasıl tarafları etkilemez? Zaten kanun yararına bozmanın amacı tarafın imkan elde etmesi. Bunun ancak Adalet Bakanlığı tarafından taraflar istemese bile yapılan bir tarzı olduğunda gündeme gelebilir. Kaldı ki, tarafları etkilemez demenin mantığı ne olabilir? Temyizde bozulmuşsa, tarafa hem hak verecek hem de sonuçlarından etkilemeyeceksiniz. Yani diyelim ki; büyük bir yaptırıma maruz bırakılmış, hem bunun hukuka aykırı olduğu kanun yararına bozma ile tespit edilecek hem sonuçları tarafları etkilemeyecek. O anlamda bunun ne anlama geldiğini anlamıyorum. Bunun hukuken de mümkün olmaması lazım, koruduğu bir şey de yok. Bu, özel hukukta şu anlama gelebilir. Kişiler arasındaki uyuşmazlıkta karar kesinleştikten sonra hukuki istikrarı sağlamak bakımından dava lehine sonuçlanmış kişinin hukuki durumunu kötüleştirmemekle ilgili bir şey olabilir ama idari yargıda İdare her zaman haksız olduğu şeyi geri vermek zorunda. Bu etkilemese bile kanun yararına bozma ile bu hukuka aykırılığı tespit edilmiş bir işlem üzerine ben hukuk devleti ilkesi gereği dilekçe ile başvursam, "İdarenin işleminden kaynaklanan bir hatası ortaya çıkmış ve İdare sebepsiz zenginleşmiştir, bana vermelidir..." vs. desem vermesi gerektiğini düşünürüm. Bu da medeni yargılama hukuku mantığıyla olağanüstü sayılabilir. Çünkü kendiliğinden ortaya çıkmıyor, şartları gerçekleştiğinde istisnai olarak ortaya çıkıyor. Bu usulde temyiz merciine değil, kanun yararına bozma usulüne başvuracaklara başvurabiliyorsunuz. Yani Adalet Bakanlığına ve başsavcılığa.

Kanun yararına bozma istisnai hallerde söz konusu olur. Şöyle bir örnek verelim; Türk Telekom ile Türkcell cep telefonu ile sabit numaranın haberleşmesine ilişkin bir sözleşme yapmış. Yani cep telefonundan ev, iş telefonunu aradığınızda ortaya çıkacak para taraflar arasında nasıl paylaşılacak? %35'i Türk Telekom'a, %65'i Türkcell'e diye anlaşmışlar. Fakat Tüketici Derneği eşit oran olması lazım diyerek dava açmış, bu madde iptal edilsin demiş. Davalı Türk Telekom, davacı Tüketiciler Derneği. Davalının sözleşme gereği %35'ini alması lazım. Dava dışında olan Turkcell'in de %65'ini alması lazım. Türk Telekom davayı kaybetmiş ve artık %35'ini değil %50'sini alacağı için kararı temyiz etmemiş. Bunun yürürlükte olan hükümlere aykırılığını düşünen Türkcell'in başka hiç bir hukuki yolu yok, tek başına temyiz edecek durumda değil. Davayı kaybeden zaten kaybetmekten memnun. Davayı kazanan niye temyiz etsin? Ama sonuçta sözleşmede, asimetrik yapılanmanın gereği, cep telefonu paylaşımının farklılıkları, bunun için yapılan masraflar, müşteri potansiyeli vs. hesaplama tarzlarına göre burada eşitlik değil, böyle bir uygulama gerekiyor. Burada Adalet Bakanlığı kanun yararına bozmaya giderse ancak temyize öyle gidecek. Kimi zaman adli yargıda da böyle şeyler oluyor, danışıklı temyiz etmemeler vs. gibi hususlarda hukukun işleyişini gözetmekle yükümlü başsavcılar, Adalet Bakanlığı hukuka aykırı emsal kararlar kalmasın diye kanun yararına bozmaya gidebiliyor.

13.4. Yargılamanın Yenilenmesi

İYUK madde 53’de düzenlenmektedir:

“Yargılamanın yenilenmesi:

Madde 53 – 1. (Değişik birinci cümle: 5/4/1990 - 3622/22 madde ) Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinden verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla yargılamanın yenilenmesi istenebilir.

a) Zorlayıcı sebepler dolayısıyla veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması,

b) Karara esas olarak alınan belgenin, sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da, yargılamanın yenilenmesini isteyen kimsenin karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması,

c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün, kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması,

d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun mahkeme kararıyla belirlenmesi,

e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması,

f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması,

g) Çekinmeye mecbur olan başkan, üye veya hakimin katılmasıyla karar verilmiş olması,

h) (Değişik: 10/6/1994 - 4001/23 madde ) Tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir kararın verilmesine neden olabilecek kanuni bir dayanak yokken, aynı mahkeme yahut başka bir mahkeme tarafından önceki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması.

ı) (Ek: 15/7/2003-4928/6 madde ) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.

2. Yargılamanın yenilenmesi istekleri esas kararı vermiş olan mahkemece karara bağlanır.

3. (Değişik birinci cümle: 15/7/2003-4928/6 madde )Yargılamanın yenilenmesi süresi, (1) numaralı fıkranın (h) bendinde yazılı sebep için on yıl, (1) numaralı fıkranın (ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl ve diğer sebepler için altmış gündür. Bu süreler, dayanılan sebebin istemde bulunan yönünden gerçekleştiği tarihi izleyen günden başlatılarak hesaplanır.

Yargılamanın yenilenmesi özel hukukta da var. Yapılan bitmiş bir yargılamanın baştan başlamasını doğurabilecek aksaklıklar çıkmasına bağlı. Yani yeni bir belge çıkması, bilirkişinin sahte bilirkişilikten mahkum olması vs. gibi bir sürü husus var. Bizim hukukumuzda en sık işleyeni de, iç hukuk yolları tükendikten sonra başvurulan AİHM'in, o dava dolayısıyla ihlal kararı vermesi. Hele adil yargılama hakkının ihlaline ilişkin bir karar verirse bu, evleviyetle. Adeta neredeyse sadece bu hususta olması gerekir; ama diğer alanlardaki ihlal kararlarının da yargıya bağlanan unsurları varsa bu noktada öngörülmüş. Bakın şöyle demiş; "Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması." Başka sebepler de burada sayılmış. Mesela,

"e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması." İyi bir yargılama sistemi gelişse, İdarenin bazen böyle yaptığı durumlar ispat edilebilse yargılama hukukunda müthiş bir devrim olur. Çünkü dava açıldığı zaman bütün işlem dosyası İdarede. Orada bir hata varsa İdare o hatayı düzeltebilecek şekilde bütün dosyaya hakim. Bir eksiklik varsa giderebilecek bir imkana sahip. Ciddi bir İdare bunu yapmaz ama kötü bir İdare, kasıtlı kamu görevlileri işlem dosyası ile oynayabilir. İdare de belge üretebilir, hile yapabilir. Özellikle çürümüş İdarelerde bu çok muhtemeldir. Dolayısıyla yeni sistemlere ihtiyaç var. Yani dava açılmadan önce İdaredeki belgelere el koyacak, onun tasarrufunu ortadan kaldıracak sisteme ihtiyaç var.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari yargılama usulünde ilk derece mahkemelerinin verdikleri nihai kararlara karşı kanun yolları incelenmiş ve bu kapsamda olağan kanun yolu olarak istinaf ve temyiz üzerinde, olağanüstü kanun yolu olarak da kanun yararına temyiz ve yargılamanın yenilenmesi üzerinde durulmuştur.

Konuya İlişkin Soru Örnekleri

Klasik Sorular:

1.

İdari yargıda geçerli olan kanun yollarını kısaca tasnif ediniz.

2.

İdari yargıdaki istinafın özellikleri nelerdir?

3.

Danıştay’ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalardaki nihai kararlarına karşı hangi kanun yolunun mümkün olduğunu kısaca açıklayınız.

4.

Bölge İdare Mahkemesinin görevleri nelerdir?

5.

Kanun yararına temyiz yolunu kısaca açıklayınız.

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi idari yargıda olağan veya olağanüstü kanun yollarından bir tanesi değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İtiraz

(B) Temyiz

(C) İstinaf

(D) Yargılamanın Yenilenmesi

Kanun Yararına Temyiz

Cevap-1 :

İtiraz


Soru-2 :

Aşağıdakilerden hangisi İstinaf kanun yolunda başvuru merciidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Danıştay

(B) Bölge İdare Mahkemesi

(C) Yargıtay

(D) Uyuşmazlık Mahkemesi

Bölge Adliye Mahkemesi

Cevap-2 :

Bölge İdare Mahkemesi


Soru-3 :

Aşağıdakilerden hangisi Temyiz kanun yolunda başvuru merciidir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Yargıtay

(B) Bölge İdare Mahkemesi

(C) Danıştay

(D) Bölge Adliye Mahkemesi

Uyuşmazlık Mahkemesi

Cevap-3 :

Danıştay


Soru-4 :

Kanun Yararına Temyiz ile ilgili aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Olağanüstü kanun yoludur.

(B) Kanun Yararına Temyiz neticesinde verilen bozma kararı, daha önce kesinleşmiş olan merci kararının hukuki sonucunu ortadan kaldırmaz.

(C) Bozma kararı Resmi Gazete’de yayınlanır.

(D) Bozma kararının bir örneği ilgili bakanlığa gönderilir.

(E) Kanun Yararına Temyiz başvurusu kesinleşmemiş mahkeme kararlarına karşı yapılabilir.

Cevap-4 :

Kanun Yararına Temyiz başvurusu kesinleşmemiş mahkeme kararlarına karşı yapılabilir.


Soru-5 :

Aşağıdakilerden hangisi Yargılamanın Yenilenmesi sebeplerinden bir tanesi değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun mahkeme kararıyla belirlenmesi.

(B) İmar planları, parselasyon işlemlerinden kaynaklanan davalar.

(C) Çekinmeye mecbur olan başkan, üye ve hakimin katılmasıyla karar verilmiş olması.

Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün, kesinleşen bir mahkeme kararıyla bozularak ortadan kalkması.

(E) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması.

Cevap-5 :

İmar planları, parselasyon işlemlerinden kaynaklanan davalar.


14. Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları




Kazanımlar

İdari uyuşmazlıkların yargı dışı çözüm yollarını tanıma

Tahkim usulünü tanıma

Kamu denetçiliğini tanıma

Anahtar Kavramlar

• Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları,

• Yargı dışı çözüm yolları,

• Tahkim,

• Sulh,

• Kamu denetçiliği,

• İnsan hakları ve eşitlik kurumu,

• Zoru idari müracatlar.

 

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

Bu bölümünde idari uyuşmazlıklar hakkında yargı mercileri dışındaki çözüm yolları, usul ve mercileri üzerinde durulacaktır. Bu kapsamda tahkim ve sulh müesseseleri, kamu denetçisine başvuru, insan hakları ve eşitlik kurumuna başvuru, zorunlu idari başvuru yollarının tüketilmesi yargı dışı çözüm yolu olarak incelenecektir.

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İdari yargılama hukukunda yargı alternatif uyuşmazlık çözüm yolları kavramından ne anlıyorsunuz?

2) İdari uyuşmazlıklar hakkındaki yargı dışı çözüm yolları nelerdir?

3) Tahkim müessesesinin türleri ve temel özellikleri nelerdir?

4) Sulh müessesesini kısaca açıklayınız.

5) Zorunlu idari mürecatlara örnekler veriniz.

Giriş

Türkiye’de kural olarak idari uyuşmazlıkların yargı mercilerince çözümlenmesi esası vardır. Ancak bazı idari uyuşmazlıklar tahkim komisyonlarına başvuru ile, ilgili idare ile sulh yaparak, kamu denetçiliği kurumuna başvuru ile, insan hakları ve eşitlik kurumu tarafından veya kanunda öngörülen zorunlu idari başvurular aracılığı ile ilgili idareler tarafından çözümlenebilmekte ve hukuka aykırılık giderilebilmektedir.

14.1. Tahkim

isabetliliği tartışılabilecek bir ibare. Çünkü bunlar alternatif değil. Yani idarî yargıyı dışlamıyor ama idarî yargıya gitmeden önce o uyuşmazlığı çözmeye çalışıyor. Alternatif dediğiniz zaman, ya o ya diğeri anlamına gelir. Böyle gerçek anlamda alternatif olarak bir tek tahkimden bahsedilebilir. Onun dışındakiler "yargı dışı uyuşmazlık çözüm yolları"dır.

Gerçek tek alternatif olan çözüm yolu tahkimdir. Tahkim, İdare Hukukuna Anayasa değişikliği ile gelmiş bir yöntem. Özellikle yabancı sermayenin gelmesi için bu değişiklikler yapıldı. Yabancı sermaye, ülkenin yargısının kendi devletini kayıracağını düşündüğünden tahkim getirildi. Tahkimi getirmesinin sebebini İdare Hukuku derslerinde biraz anlattık, yatırım için uluslar arası sermayenin gelmesini sağlamak. Yabancılık unsuru taşıyan sermaye, geldiği ülkelerde uyuşmazlık çıktığında tahkimin çözmesini istiyor, yerel mahkemelerin çözmesini istemiyor. Bunu bir hukuki güvence olarak görüyor. Tahkimde dünya çapında örgütlenmiş iki büyük tahkim organizasyonu var. Birisi Paris'te örgütlenmiş ICC dedikleri organizasyon, diğeri New York'ta örgütlenen ICSID. Bu tahkim şartının gelmesi için uygun hukuki ortamın sağlanması gerekiyordu ve bu Anayasa değişikliği ile gündeme geldi. Anayasa değişikliği ile gündeme gelmesi 1999 yılında oldu. İki güvenceli şekilde getirilmeye çalışıldı. Birincisi, tahkimi getirmek için 47. maddede özel hukuk sözleşmelerinin yapılmasına imkan getirildi. Özel hukuk sözleşmesinde de tahkim mümkün olduğu için "Kamu hizmetleri özel hukuk sözleşmeleri ile görülebilir, özel hukuk sözleşmeleri ile görülebildiği için de tahkim mümkündür" mantığı ile geldi. Anayasa 47. maddeye eklenen cümle şu şekilde; "Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırabileceği veya devredebileceği kanunla belirlenir. " Böylelikle özel hukuk sözleşmesi yapılabilmesine imkan geldi ve buradan da tahkime yol açıldı. Buna ilişkin bir diğer düzenleme de Anayasa madde 125'te getirildi, ilk fıkraya eklenen cümleye göre: “Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.” Ayrıca Anayasa’nın 155. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan inceleme yetkisi; “Danıştay … kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek …” şeklinde değiştirilmiştir. Dolayısıyla, Danıştay’ın imtiyaz sözleşmelerine ilişkin yetkisine ilişkin 155. madde, idari sözleşmelerde tahkime imkan veren 125. madde ve kamu hizmetlerinde özel hukuk sözleşmeleri yapılabilmesine imkan veren 47. maddedeki değişikliklerle tam anlamıyla tahkime hukuki bir alt yapı oluşturuldu. Bir yandan idari sözleşmelerde yabancılık unsuru varsa tahkim şartı getirilebiliyor, kamu hizmetleri sadece idari sözleşmelerle görülmek zorunda değil, özel hukuk sözleşmelerine tabi olabiliyor. Diğer yandan da Danıştay'ın imtiyaz sözleşmeleri hakkındaki görüş bildirme yükümlülüğü azaltılıyor, farklılaştırılıyor.

Bu suretle tahkimin hukuki altyapısı oluştuktan sonra tahkime ilişkin çok kısa bir kanun çıktı. Kanunun ismi: “Kamu Hizmetleri ile İlgili İmtiyaz Şartlaşma ve Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda Tahkim Yoluna Başvurulması Halinde Uyulması Gereken İlkelere Dair Kanun" ve 1. maddesinde de; "… kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi..." ifadeleri var. Bu iki cümle tam anlamıyla klasik bir idari uyuşmazlık ifadesi. Dolayısıyla bu Kanun tam olarak idari sözleşmeler için tahkimin getirilmesi şartını koyuyor. Kanun başlığı ilkelere dair olduğunu söylüyor ama içeriğinde nerede ilke yazdığının farkına varamadım, daha çok tahkim yapılabilen durumları belirliyor . Amaç maddesinde; "...tahkim yoluyla çözülmesinin öngörülmesi durumunda taraflarca sözleşme yapılırken uyulması gereken ilke ve esasları belirlemektir." diyor. Yani taraflar, aralarında çıkan uyuşmazlığın çözümünü aralarındaki sözleşmede öngörebilirler diyor. Böylelikle ne oluyor? İdari yargının görevi bertaraf ediliyor, uyuşmazlık tahkimle çözülebilir hale geliyor. İşte bu tek anlamıyla alternatif uyuşmazlık çözüm yolu. Ya idari yargı ya tahkim. Dolayısıyla idari yargıyı bertaraf eden bir yol olarak gözüken nokta bu. Bunun da şartı ne? Tahkim yolu, milletlerarası tahkim anlaşması, tahkim anlaşmasının dayanağını oluşturan asıl sözleşmeye taraf olan şirket ortaklarından en az birinin yabancı sermayeyi teşvik mevzuatına göre yabancı menşeili olmasını ifade ediyor. Söz konusu kanunun uygulanmasında, dolayısıyla milletlerarası tahkim yoluna gidilmesinde yabancılık unsuru şartı var. Belirttiğimiz gibi esasında kanunda bir ilke yok. Sadece yapılabilecekler anlatılıyor. 4. maddede diyor ki; "Tahkim yolunun öngörülmesi halinde tahkim anlaşması, sözleşmeye konulan tahkim şartı veya ayrı bir tahkim sözleşmesi şeklinde yapılabilir." Bu bir ilke değil, nasıl yapılacağını gösteriyor. Ya sözleşmede bir madde olacak ya da ayrı bir sözleşme yapılacak.

Maddenin devamında; "Tahkim sözleşmesi, sözleşmenin yürürlüğe konulmasındaki usule tabi olur." Bu da sözleşme hangi hukuka göre yapıldıysa tahkimin geçerliliğini ona bağlıyor.

Tahkim yoluna ilişkin ilkeler başlıklı 4. maddenin 2. fıkrası şu şekilde: "Tahkim şartı veya tahkim sözleşmesinde; tahkim yoluyla çözülecek uyuşmazlıklar, uygulanması istenilen tahkim kuralları, tahkim yeri, hakem ya da hakem kurulunun seçimi ve sayısı, nitelikleri, hakem kurulunun yetkisi hakem kurulunun yargılama usulü, yargılamada kullanılacak dil, uyuşmazlığın esasına uygulanacak maddi hukukun seçimi, tarafların delil ikamesi, bilirkişilerin seçimi, uyuşmazlığın diğer tarafa ne şekilde bildirileceği, bildirim süresi, tahkim süresi, hakem kurulunun delil toplama yetkisi ve usulü, hakem ücreti, yargılama giderleri, vekalet ücreti ve benzeri konular ayrıntılı biçimde düzenlenir. " Bu bir ilke mi? (Öğrenci: Serbestlik ilkesi olabilir mi?) Belki öyle denilebilir ama serbestlik ilkesi diye yazmıyor. O zaman bu kadar yazacağına tahkim sözleşmesinin her aşamasında serbestlik ilkesi geçerlidir diye serbestlik ilkesi demesi lazımdı. Burada sözleşmede yer alması gereken unsurları belirtiyor. Başka ilke yok. "İlke" de demiyor, "ilkeler" diyor. Serbestlik ilkesi desek, "ilke" demesi lazım. Bu yetersiz bir kanuni düzenleme ama buradaki kastı, bütün bu hususlarda idari yargılamaya ilişkin kanunlar dışında çözümler öngörebilirsiniz. Yani hangi hukuka tabi olacağını belirleyebilirsiniz. Delil meselesini, hakem seçimi meselesini, hangi dilde yazılacağını belirleyebilirsiniz. Dolayısıyla bunların hepsinde yapılabilirliği gösteriyor. Yani istisnaları gösteriyor. Bunları yazmasa şöyle bir tartışma çıkabilir; kamu düzenindendir, tamamlayıcı hukuk kuralları değildir, kamu hukuku kurallarıdır, adlî yargıda olduğu gibi tarafların aksini kararlaştırabileceği hususlar değildir, yargı yeri-bakılacak mahkeme-uygulanacak hukuk-kanun hükmü-tâbi olduğu yargılama usulü-süre... hiçbiri esasında kamu hukuku kuralları çerçevesinde seçimlik değildir. Bunu, tahkime konu olabilenlerde seçimlik hale getirdiğini dolaylı olarak söylüyor. "Taraflar bunları belirleyebilir" dediğine göre bunlar, kanunlarda yazan dışında belirlenebilecek hususlardır. Dolayısıyla bunlara ilişkin farklı düzenleme yapmayı meşrulaştırmış. Kanunla meşrulaştırmış. Kanunu ne ile meşrulaştırmış? Anayasa'da buna ilişkin düzenleme yaparak meşrulaştırmış. Dolayısıyla Anayasa'yı hafif bırakmış, kanunla düzenlenebilir bir nokta ile hukuki altyapıyı yapmış, kanunla da istisnaları öngörmüş.

Hüküm bulunmayan hallerde de HMK ile milletlerarası özel hukuk hükümlerine atıfta bulunuyor. Bir de geçici madde söz konusu. Bu madde de dikkat ederseniz, daha önce başlamış olanlar aynı esaslara göre gider fakat bu projelerde hüküm bulunmaması halinde 1 ay içinde başvuru ile bu Kanun hükümlerinin geçerli olmasına ilişkin bir hüküm getiriyor . Bütün GSM şirketlerinin bu kanundan önce olmasına rağmen tahkime geçmesine imkan veren bir geçici madde var. Yani geçici maddenin varlık sebebi; 1 ay içinde ben de tahkime tâbi olmak istiyorum diyen imtiyazlı şirketlerin geçişine imkan vermek. Başta tahkime izin vermeyen bir mevzuatla kamu hizmetine girdikleri için şimdi kamu hizmetinde tahkime imkan veren bir düzenleme getirildi.

Tahkimde uygulanan genel kural şöyle; şimdi biraz değişmeye başladı. ICC tahkimini kabul ediyorlar. İsviçre Cenevre tahkim yeri olarak öngörülüyor. Taraflar birer hakem seçiyor. Hakemler bir ortak baş hakem seçiyorlar. Hakemler anlaşamazsa, ICC bir baş hakem atıyor. Dolayısıyla üç kişilik bir heyetle kuruluyor. Tarafların seçtiği hakemler de taraflarla bağlantılı olmadıklarını beyan etmek zorundalar. Yani tarafların seçtiği hakemler tarafın adamı oldukları için değil taraf kendilerine değer verdiği için seçilmiş hakem görünümündeler. Bunun özelliği de, idari yargıdan farklı olarak hızlı bitmesi. Kullanılacak hukuk bakımından da bir güvence oluşturması. Ama sanıldığından çok daha pahalı bir usul. Mesela 10 milyon dolarlık bir uyuşmazlık için bazen 26 milyon dolar masraf çıkıyor. Dolayısıyla bu bir yandan yabancı sermayenin gelmesi için tercih edilen bir yol. Bir yandan da İstanbul Tahkim Mahkemesi'ni kurarak, tahkim dili Türkçe olsun, tahkim yeri Türkiye olsun diye sözleşmelerde çeşitli hükümler koyarak masraf azaltılmaya çalışılıyor. Bu kadar masraflı bir çözüm yolundan idare biraz pişman olmuş gibi. Bu noktada Türkiye'nin kazandığı ve kaybettiği tahkim davaları var. İl Han Özay'ın Günışığında Yönetim kitabına bakarsanız, onun da uzman bilirkişi olarak katıldığı bir tahkim prosedürüne ilişkin bir kısım yer alıyor. Tahkim uyuşmazlıkları aynı zamanda gizli olduğu için tahkim belgelerine erişebilmek herkes bakımından mümkün olmuyor. Nasıl işlediği ve değerlendirildiğini görmek açısından İl han Özay'ın kitabı iyi bir ipucu olabilir.

Tahkim şeklinde uyuşmazlık çözümünü bir tür alternatif uyuşmazlık çözümü olarak belirledik. Tek tür olabildiğini söyledik. Diğerleri alternatif uyuşmazlık çözümü değil, yargı dışı uyuşmazlık çözüm usulleri, yargı öncesi uyuşmazlık çözüm usulleri. Bu, yargının alternatifi. Bir çeşit yargılama yöntemi. Masraflı olması, dengeleme yapması, yerel hukuk dışındaki hukukları kullanması ve rutinin oluşması bunun öncelikleri.

Çeşitli uluslararası hukuk firmalarının varlık sebebi de biraz bu tip uyuşmazlıklar. Türkiye'de de bunların önemli kolları var. Bunlar, şirketlerin her yerdeki faaliyetlerinde aynı tahkimle oluşmuş hukuka hafızasında sahip olarak avukatlık hizmetleri verebilen kuruluşlar olduğu için günümüzde büyük meblağlı dava ve uyuşmazlıkların hatta tahkime gitmeden çözülebilmesi bakımından, uluslar arası hale gelmiş şirketlerin uluslar arası yatırımlarını uluslar arası hukukçuların çözümü şeklindeki bir çözüm boyutu getiriyor. Diyelim ki büyük bir uluslar arası şirket, bir çok ülkede yatırımı var, bir çok ülkedeki yatırım nedeniyle tahkim uyuşmazlıkları söz konusu olmuş ve her ülkede de aynı büyük hukuk firmasının dalları bu uyuşmazlıkları çözmüş, dolayısıyla büyük bir tahkim birikimi olmuş. Bu konudaki püf noktalarını, hukuki gerekleri biliyor. Sözleşmelerde tahkim uyuşmazlıklarının çıkma türlerine göre gerekli tedbirleri almış, karşılaştığı uyuşmazlık türlerine ilişkin gerekli tecrübelere sahip bir halde gündeme geliyor. Böylelikle şirketler kendi hukukçularının tecrübeli olduğu hukuk sistemini de yatırım yapacağı yerlerde istiyorlar. Dolayısıyla hukukçusuyla, hakemiyle birlikte geliyor. Tahkim heyeti tecrübesiyle birlikte geliyor. Dolayısıyla devletler bunu ilk önce çok cazip görüyorlar. Biliyorsunuz devletler her zaman haklı değiller ama devlet olmanın verdiği güvenle tek taraflı iş yapmanın mümkün olmadığını gördükçe tahkim heyetlerinden mahkumiyetler, tazminat miktarları ortaya çıktıkça, kaybetmeye başladıkça bu noktalarda sarsılıyorlar. Ya sistemi değiştiriyorlar ya da aynı şekilde hukukçu tutuyorlar. Türkiye mesela bir çok tahkim heyetinde artık uluslar arası hukukçuları tutuyor. Buna ilişkin hukuki mücadelesini böyle yapıyor. En son olarak geçtiğimiz haftalarda Uzanların tahkiminde kazandık diye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı açıklama yaptı. Mesela orada Türkiye'nin avukatları yabancı hukuk şirketleri. Dolayısıyla tahkim başlı başına bir dünya ve hakem heyetinde yer alanlar daha çok milletlerarası özel hukuk alanındaki kimseler.

Fakat idari uyuşmazlıklardaki tahkim konusunda da zaman içinde ayrı bir uzmanlık gelişiyor. Çünkü idari uyuşmazlıkların tahkimi bakımından farklılıklar var. Bunu şöyle özetleyebilirim; İdare Hukuku konusu nedeniyle ele aldığı her özel hukuk müessesesini başkalaştırıyor. Yani sözleşmeyi, İdare Hukuku konularında sözleşme uygulandığı zaman idarî sözleşmeye döndürüyor. Sorumluluğu, İdare Hukuku alanlarında söz konusu olduğu zaman idarî sorumluluğa döndürüyor. Hukukî muameleyi, İdare Hukuku konuları gündeme geldiği zaman idarî işleme döndürüyor. Tahkimi de İdare Hukuku konuları da artık tahkimle çözülmeye başlandıktan sonra idarî tahkim denilebilecek ayrı bir şeye dönüştürüyor. Tahkim heyetlerinin konunun idarî uyuşmazlık olması nedeniyle alışılagelmiş kararları dışında bir çok kararı var.

Mesela Telekomünikasyon Hizmetlerine İlişkin İmtiyaz Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda Tahkim başlıklı bir doktora tezi var. Tezde yer verilen telekomünikasyon alanında 4 tahkim uyuşmazlığında görevsizlik kararı verilmiş. Bu, tahkime ilişkin kolay rastlanacak kararlardan birisi değil. Şöyle bakmış, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bir işlem yapmış. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın bu işlemi üzerine GSM operatörleri tahkim heyetine başvurmuşlar. İdarenin savunması karşısında tahkim heyeti şöyle karar vermiş. "Bu sözleşmeyi Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile GSM operatörü yapmış ama Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın buradaki işlemi, sözleşmenin tarafı olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı adına değil, ülkenin düzenleyici kurumu olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı sıfatıyla yapılmış bir işlemdir. Dolayısıyla Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın yaptığı bu işlemden ötürü idarî yargıya gidilebilir, tahkime gidilemez. Tahkim, sözleşmenin ancak âkit tarafların birbirlerini etkileyen işlemlerine ve uyuşmazlıklarına bakabilir. Âkit taraf da Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ama bunu bir sözleşmenin tarafı olarak değil, ülkedeki telekomünikasyon alanını düzenleyen bir makam olarak yapmıştır. Dolayısıyla bu, sözleşmeden kaynaklanan bir uyuşmazlık değildir." Bu, tahkim için çok alışılmadık bir şey. İsabetli ama tahkimin farklılık kazanmasını getiriyor. Niçin farklılık kazanıyor? Çünkü şirketler arasında bir tahkim söz konusu olsa, şirketin sözleşen taraf olarak değil başka bir sıfatla yaptığı işlem diye bir şey söz konusu olamaz. Bu ancak İdarede söz konusu olur. Çünkü İdarenin bir yandan alana ilişkin düzenleme yetkisi var, bir yandan da bir tarafta bulunan, sözleşen taraf. Dolayısıyla onun ayrımına girerek ayrı bir içtihat türü, karar türü çıkartıyor. Demek ki bu da gelişecek.

İdari yargı ve İdare Hukuku uzmanı olarak tahkim avukatı veya hakemi olmaya aday olsanız büyük bir boşluğu giderebilirsiniz. Bu alanda bir müddet sonra boşluk çıkacak, İdare Hukuku alanlarını bilen hakemler aranacak. Çünkü rastlanmayan bu türü cevaplandırmak lazım. Hangi hallerde Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı düzenleme yetkisini kullanıyor, hangi hallerde sözleşmenin tarafı olarak bir işlem yapmış oluyor? Böyle bir ayrım mümkün mü değil mi? Bunun kriterleri ne? Bu, tahkime konu olur mu olmaz mı? Bunların hepsini değerlendirmeye yönelik teoriler geliştirmek ve buna ilişkin uyarlanmak lazım. Yani tahkim kendisini uyarlıyor. Uyarlarken de uyarlayabilecek insana ihtiyacı var.

Tahkimin idari yargıya seçilmesinin teknik olan ve olmayan bir kaç gerekçesinden bahsettik. Teknik olmayan gerekçesi, yerel mahkemelerin İdareyi her zaman haklı göreceğine ilişkin bir kanaat ve objektiflik arayışı. Dolayısıyla başka bir uyuşmazlık çözüm mercii isteniyor. Çünkü burada devletin, taraf olduğu bir şeyde kendisi hakkında karar vermesi adil olmaz diye bakılıyor. Sermayeyi getirenler, muhatap olduğu kamu tüzel kişisi ile kendi yargı organlarında uyuşmazlık çözümünü sağlıklı bulmuyor. Yaklaşımlardan birisi bu. Esas yaklaşım, çabuk bitmesi. Kural olarak 6 ayda bitmesi lazım. İstisnai olarak bir defa daha 6 ay uzuyor. Bu tip uyuşmazlıklarda 10 yıldır süren idari davalar var. Bu da şöyle bir problem doğuruyor; diyelim uyuşmazlık konusu 10 milyon dolar. 10 milyon dolarlık bir uyuşmazlık varsa davanın tarafı şirketin her zaman pasifinde 10 milyon dolar karşılık ayırması lazım. Dolayısıyla dava 2010'da başlasa, 2010'da da 10 milyon dolar ayıracak, 2011'de de yeniden değerlendirip ayıracak, 2012, 2013'te de.. Sürekli kârını düşürecek. Dolayısıyla sürekli pasifte kalmış bir 10 milyon dolar yerine, bu meblağ kaybedilecekse kaybedilsin, 2010 yılında 10 milyon dolar zararı yazayım, 2011'e sirayet etmesin diye bakılıyor. Yani bir an önce kazanmak veya bir an önce kaybetmekten yana. Kazanacak olsa bile bir kaç sene durması, o bir kaç sene boyunca hem şirketin zararhanesini artmış gösterecek, şirketin hisselerini etkileyecek hem kendi gelirini etkileyecek. Dolayısıyla kanaatimce en büyük yaklaşım, bir önce bitmesi ihtiyacı. Yani bir an önce bitmesi şu anlamı içeriyor; kaybedilse de bir an önce bitsin. Kazanılma ihtimali var diye sürüncemede kalmasın. Kaybedilecekse kaybedilsin, kazanılacaksa kazanılsın. Bu yaklaşım, tahkimi çok cazip hale getiriyor. İdari yargıda açılan dava ne kadar erken sonuçlandırılsa da temyiz vs. ile tahkimden daha uzun sürüyor. Bu da, zararı katlayarak götürdüğü için tahkimi özellikle uluslar arası yatırımlarda büyük meblağlarda tercih edilir hale getiriyor.

Tahkimde katlanan ve büyüyen avukatlık ücretleri ve dava masrafları var. Tahkimin de şu anda en büyük problemi bu. Avukatlık ücreti ve hakem masraflarının kıyaslanmayacak kadar yüksek olması. Bir yerde 300-500 lira mahkeme parası, 1250 lira avukatlık ücreti gibi bir yargılama masrafı var. Diğer yerde müddeabihe göre değişen 10 milyonlarca lira olabilen bir dava masrafı var. Bu da en büyük sakıncası olarak ortaya çıkıyor.

14.2. Sulh

659 sayılı KHK sulhü düzenleyen bir kanununun yerine geldi. Daha önce Muhakemat Umum Müdürlüğü Görevleri Hakkında Kanun vardı. Bu kanun yargı içi ve yargı dışı dava öncesi ve dava sonrası uyuşmazlık imkanlarını da getiriyordu. Bu da benzer imkanlar getiriyor. Bir de uzlaşmayı denemeyi getiriyor. İdareye karşı açılacak para talepli davalarda uzlaşmayı esas kılan ve öncelikle sulh yoluyla hallini gündeme getiren bir düzenlemesi var. Bunu da alternatif uyuşmazlık çözüm yolları arasında anlatıyorlar. Dikkat ederseniz bu, idarî yargıyı bertaraf etmiyor. Sadece insanların yargıya başvurmadan önce sulh yoluna, uzlaşma yoluna gidebilmesine imkan tanıyan bir hüküm. Eski kanunda da buna ilişkin bir hüküm vardı. Fazla kullanılmıyordu ama böyle bir yaklaşım vardı. Buna ilişkin bir mekanizma söz konusu. Yani hem (sulh kapsamında yapılan ödemeler nedeniyle) Sayıştay probleminden kurtulmak hem de İdarenin menfaatine olmayan bir uzlaşma olmaması için bir yaklaşım vardı. Danıştay'ın 100. yılı dolayısıyla Yüzyıl Boyunca Danıştay ismiyle çıkmış bir dergi var. Orada buna ilişkin Recep Başpınar'a ait enteresan bir makale var. Onu okumanızı tavsiye ederim.

Buradaki kriter hukuken haklı olmak veya olmamak değil; İdarenin menfaati. İdare menfaati varsa uzlaşacak veya sulh yapacak. Yani ben davada haksızım, kaybedersem daha fazla para vereceğim diyorsanız, davada haksız olduğunuz için değil; kaybederseniz daha fazla para verme riski nedeniyle sulh yapıyorsunuz. Belirttiğim makalede yazarın topladığı çok güzel eski kararlar var. İdare hukuken haklı veya haksız olmaya değil, dava sonunu veya davaya intikal etmesini beklemeden uzlaşmasının kendisi için bir menfaati olması halinde çeşitli prosedürlerden geçtikten sonra sulhle bitiriyor. Menfaat ne? Parasal bir menfaat. İdarenin bir çıkarının olması. Bir indirim yapılıyor olması. Nitekim böyle uzlaşmalar bu KHK'dan sonra da oldu. Özellikle elektrik uyuşmazlıklarında yüksek meblağlı davalarda kişiler İdareden o kadar para almanın kendi akıbetleri bakımından sıkıntılı olabileceklerini düşündükleri için %10- %20 gibi indirimler yaparak İdarelerle uzlaştı. Böylelikle İdare ne sağlamış oldu? Davaya bıraksa daha yüksek bir tazminat verebilecekken sulh yoluyla, uzlaşma yoluyla bitirerek daha düşük bir meblağ verdi. Dolayısıyla burada İdare hem %100 haksız çıkacağına dair bir emare istiyor hem de kendi menfaatinin olmasını bekliyor. Kendisinin kendi elemanları tarafından dolandırılmaması için, yani uzlaştım diye İdareyi temsil edenlerin başkalarının haksız davalarına sulh sağlamaması için İdarenin böyle gelişmiş bir yöntemi var. Bunun usulleri var. Sulh olarak belirtilmiş.

659 sayılı KHK’nın ilgili maddesine göre ; sulh işlemine ilişkin başvuru dava açma süresini durdurur veya başvuru sonuçlanmadan dava açılamaz, 60 gün içinde sonuçlandırılması zorunludur, yani iş sürüncemede kalmasın diye. Belli bir konuyu veya somut bir talebi içermiyorsa idari makam tarafından reddedilir. Buna ilişkin çok ilginç sulh başvuruları söz konusu. Mesela doktorasını bitiremediği için atılmış bir kimse ve bursu kesilmiş, bursu da tazminatlı olarak geri alınmış fakat hakkında işlem tesis edilen kişi bütün dava açma sürelerini geçirmiş ama şöyle bir iddiada bulunuyor; doktora öğrencisi olduğu üniversite kendi alanında danışman hoca bulamadığı için buna danışman atayamamış. Danışman atayamadığı için de danışmanı olmadan belli bir süre geçtiği için doktorada mesafe katetmediği ve süreleri tamamladığı için doktora kaydı silinmiş. Kaydı silinince doktora bursu veren kurum, bursu geri istemiş. Şimdi bütün olarak diyor ki; "Benim bursumun kesilmesi, doktor olamamam... Bunların hepsi üniversitenin beni kaydetmiş olmasına rağmen alanımda danışman hoca atayamamasından ötürü. Bu danışman hocayı ben bulmak zorunda değilim, üniversite bulmak zorunda idi." vs. diye bir uyuşmazlık olarak gündeme getirmiş ve İdareden bir rakam istiyor. Şimdi İdare hatasını kabul edecek mi? Dava açma süresi geçmiş mi diyecek? Bir idari dava konusu mu olacak? Buna ilişkin önemli bir uzlaşmazlık hali.

Şimdilerde bu tip bütüncül yaklaşımlar var. Yani bir noktadan başlamış, domino etkisi göstererek birçok zarar vermiş. Sonuçta kendine geldiğinde de kişi bunların müsebbibi olarak İdareyi gördüğünde İdareden bir tazminat istiyor. İdare de bu konularda genellikle uzlaşmıyor. Önce haklılığını kanıtla diyor. Kişi açısından bakılırsa geçirdiği dönemler vs. nedeniyle dava açma süresini kaçırmış olması, o zamanlar dava açmaması, hukuki yardımdan yararlanmaması, sonuçta bir haklılığı varsa dava açma süreleri dışında tazminat olarak gündeme getirebilmesinin mümkün olup olmaması tartışmasını getiriyor. Bu nedenle çok ilginç uyuşmazlık türleri var. Gerçekten zaman içinde gündeme gelmiş zararlar var ve bu zararların ipucunu bulmakta zorluklar var. Daha önce de bahsetmiştim, bir zarar türü var, anlamak mümkün değil. Erzurum'da bir organize sanayi bölgesi kurmuşlar. Organize sanayi bölgesi için Milli Emlak Genel Müdürlüğü, Valiliğe kamu arazilerinden bedava arsa vermiş. OSB de araziyi parsellemiş ve fabrika yapmak üzere çeşitli şirketlere tahsis etmek için çıkartmış, İstanbul'dan bir şirket gelmiş, bir parsel alıp üzerine fabrika kurmuş. Çalışmaya başlamış ama başka şirketler OSB'ye gelmemişler ve OSB bir türlü yerleşmemiş ve oluşmamış. Onun üzerine Valilik OSB'yi feshetmiş. Feshedince de Maliye arsasını geri istiyor ve şirketten de çıkmasını istiyor. Şirket kendisine verilen bir araziye fabrika kuruyor. Fakat Milli Emlak artık arazi ve üzerindeki fabrika da benim diyerek şirketi tahliye etmek istiyor. Bunun hakkaniyet bakımından fesih sonrası, OSB arsası haline geldikten sonra orada yapılaşmışların haklarının tazmin edilebilmesi hususunun davalar dışında bir sulhle sonuçlanması lazım. Çünkü zararı nasıl ispat edeceksiniz? Maddi zararın hepsini belgeye bağlamanız mümkün değil, ileride menfi zarar dışında müspet zarara bakmanız gereken bir boyutu var. Bunun için idarî yargı müsait değil. İşte bunun için sulh gibi müesseseler var. Ama bu sulh gibi müesseselerin çözülebilmesi için de bir anlamda hakkaniyeti dikkate alarak risk alabilecek İdareyi temsil edebilecek kimselere ihtiyaç var. Onun için de idare personelinin sorumluluğu olmasın diye usuller düzenlemiş.

14.3. Kamu Denetçiliği

Yargı dışı uyuşmazlık çözüm yollarından birisi olarak da "ombudsmanlık" söz konusu. Türkçesi Kamu Denetçiliği. Fakat kamu denetçiliği bile daha yaygın bilinen bir terim olduğu için ombudsmanlığı kullanıyor. Kendi sitesinde de ombudsmanlık diyor. Bu, İdarenin içerisinde bir tüzel kişilik. Bağımsız ve İdareye yönelik talepler hakkında değerlendirme yapıyor. Bunun özelliği, yargı kararı gibi uyulması gereken kesin kararlar verememesi, tavsiye kararları vermesi ve ayrıca yargı kararlarından da üstünlüğü; hakkaniyet bakımından, İdarenin tutum ve davranışı bakımından da değerlendirme yapması. Fakat mesela eleştirilebilecek şöyle bir kararı vardı; Kayseri'deki bir astsubay lokali değiştirilmiş ve subay lokali haline getirilmiş. Astsubay ailesi misafirleriyle birlikte gittiğinde de subay lokali haline getirildiği için içeri alınmamış, kapıdan çevrilmişler. Onlar da kamu denetçiliğine başvurmuş. Burada kamu denetçiliği olaya şöyle bakmış; astsubay lokali, subay lokali haline getirilebilir mi? Getirilmiş mi? Önceden duyurulmuş mu? Getirilmesinde bir dava açılmış ve hukuka aykırı bulunmamış çünkü başka bir yerde astsubay lokali ayrıca açılmış. Dolayısıyla burada bir zarar yoktur düşüncesiyle yaklaşıyor. Halbuki, kamu denetçiliğinin varlık nedeni burada sadece hukuka uygunluk ve aykırılığı tespit etmek değil, İdarenin tutum ve davranışı bakımından değerlendirmek. İdarenin bir mensubunu misafirleriyle birlikte kapıdan çevirmesi; ne kadar onur kırıcı, rahatsız edici, insanın kamu denetçiliğine başvurmasını gerektirecek şekilde aşağılayıcı bir tutum. Her ne kadar burada bir hukuka aykırılık olmasa bile, bu değişikliği bilmeyen bir kimsenin bir seferlik davet edilerek bir dahaki sefere olamayacağını bildirmesi, misafirlerinin yanında rencide etmemesi, özür dilemesi, belki astsubay lokaline toplu taşıma aracıyla gelmişse kendisinin geri götürmesi gibi İdareden beklenen iyi İdare davranışlarını göstermesi bakımından eleştirebilirdi. Yani varlık sebebi esasında sadece hukuka uygunluğu, aykırılığı denetlemek değil. İdarenin iyi İdare tutumunu sergileyip sergilememesi. Bu karar, bunu göz ardı ediyordu. Buna yönelik eleştiriler sonrasında şimdi her kararında bunu da değerlendiriyor. Hukuka uygunluk bakımından, hakkaniyet bakımından, İdarenin tutum ve davranışları bakımından ayrı başlıklar altında inceleme yapıyor. Dolayısıyla kamu denetçiliğinin yargı yerlerinin yapamayacağı bir bakış açısı, bir kapsamı var.

Ama yargı yerlerinin sahip olduğu "kararına uydurma gücüne" de sahip değil. Tavsiyede bulunuyor, tavsiyede bulunduğunda İdarenin uyma mecburiyeti yok. Ama kamu denetçiliğinin manevi bir gücü olsun diye, atananlar idare konusunda, kamu görevinde tecrübe kazanmış, ağırlığı olan kimseler. Onların eleştirilerini, yıllık raporlarını, kararlarını göz ardı etmenin de yerine getirmeyen İdare mensupları açısından itibar kırıcı olması gerektiği düşünülmüş. Yani İdare, İdare üzerinde güç kullanmasın ama İdare, İdare üzerinde manevi otorite kullansın, ağabeylik, ablalık yapsın diye düşünülmüş bir yöntem. Yumuşak bir geçiş sağlamak. İdare, kişiyle sulh yoluyla anlaşamayabilir, uyuşmazlıkları kişiyle gideremeyebilir. Ama kişi İdarenin ağabeyine, ablasına başvurduğunda onun "Evet, bu kişi haklı." demesi üzerine anlaşması, uyuşması bakımından yargıya intikal etmeden uyuşmazlığın çözümü ihtimallerinden birisi. Üstelik uyuşmazlığın çözümü de sadece hukuka aykırı işlem yaptı diye değil; rencide etti, hatalı davrandı, iyi İdare standartları göstermedi diye de olabilir.

Kamu denetçiliği çok da büyük başarılar elde etti. Mesela SSK uyuşmazlıklarında, binlerce karar olmasına rağmen SSK, SSK'lılara kanunla getirilmiş bir hakkı yargı kararı olmadan tanımıyordu. Böylelikle her SSK'lı o mali imkanı elde etmek için dava açmak ve kazanmak zorundaydı. Artık otomatikleşmiş, bütün davalar aynı şekilde sonuçlanıyor. Ama kimseye Sayıştay denetimi endişesiyle dava açmadan o hak verilemiyor. Kamu denetçiliğine bu geldiğinde, kamu denetçiliğinin uygulamanın hatalı olduğunu söyleyip, bu şekilde yapılması gerektiğine dair bir tavsiye kararında bulunması üzerine SSK dışarıdan da destek aldığı için, yani Sayıştay'ın daha sonra kendisine zimmet çıkartma ihtimali de ortadan kalktığı için bu karar üzerine derhal dava açmadan herkese hak tanıdı. Dolayısıyla böyle topluca rahatlamalara yol açan kararları var. Tamamen elektronik ortamda başvurmak mümkün. Hiçbir masrafı yok ve İdare bakımından dava açma süresini durduran bir husus. En geç 6 ay içinde bitmesi gerekiyor. Baktığınızda dava açmadan önce idari bir başvuru yolu gibi gözüküyor.

Kamu denetçiliğinin başvuranlar açısından bir avantajı da şu; İdare kamu denetçiliğinin kararına uymasa bile, daha sonra açılacak bir davada kamu denetçisinin başvurucuya hak vermiş olması, davayı kazanmak bakımından da iyi tekemmül etmiş bir dosya olmasını sağlıyor. İdarenin başka bir kanadı da kişiye hak vermiş oluyor. Dolayısıyla dava açıldığında mahkeme, gayet olgunlaşmış, kamu denetçisi önünde gerçekleşmiş süreçle birlikte lehe veya aleyhe çok kolay karar verebilecek. Çünkü her şey hukuki bakımdan tebarüz etmiş, mahkemenin hukuki değerlendirmesine göre karar verip gerekçelendirebileceği bir olgunluğa geliyor. Kamu denetçiliği kamuoyunda çok fazla tanınmamış, fakat iyi sonuçlar verebilecek bir usul. Özellikle de hukuka uygunluğu, aykırılığı aşan örnekleri nedeniyle önem taşıyor. Yani astsubay ailesi niye kamu denetçiliğine başvurmak zorunda kalmış? Demek ki çok onurları kırılmış. Bunu bir dava ile telafi edebilmek mümkün değil. Burada bir hukuka aykırılık yok, oradaki nöbetçi subay görevini yapıyor. Belki de değişikliğe ilişkin duyuru yaptılar ama başvurucu olan astsubay duymadı. Ne olursa olsun, sonuçta hukuka aykırılık olmasa bile İdarenin tutum ve davranışı bakımından aykırılığı yargı yeri belirleyemez. Dolayısıyla böyle İdareyi hukuka uygunluk dışında değerlendirecek, İdarenin mantığını bilen İdare içindeki bir organın değerlendirecek olması uyuşmazlıkları sona erdirmek bakımından çok ideal bir yol olabilir. Hem İdareyi rahatlatır, sorumluluğunu azaltır hem de İdareye yol gösterir.

Buradaki temel şartlardan birisi, kamu denetçilerinin çok saygı duyulan kimseler olmasıdır. O yüzden dünyada bu daha çok, başarılı görevler yapmış kimselerin emeklilikteki son bir hizmet yeridir. Bu, ilginç buluşlardan bir tanesi. Bu buluşta da herkesin kabul ettiği bir şey var; ombudsmanlık Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkmış. Daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu dolayısıyla ortaya çıkmış bir kurum. İsveç Kralı Demirbaş Şarl, Rusya ile savaştıktan sonra kaybetmiş ve ordusu ile ülkesi arasını Ruslar kesince kendi ülkesine dönememiş, Osmanlı'ya sığınmış. Osmanlı da onu Ruslara geri vermemiş. Fakat ülkesinde de hükümranlığını sürdürebilmesi için fiilen orada değil. Ombudsmanlık da İsveççe'den gelen bir şey. Orada bir vekili görevi kendi adına yürütmüş. Dolayısıyla ombudsmanlığı Demirbaş Şarl'ın kendisinin dışarıdan denetlediği, kendi adına ülkesinin yönetildiği bir döneme ilişkin gösteriyorlar. Bugünkü müessesenin tarihi kökleri ona bağlanıyor ve bu müessese bir çok ülkeye gidiyor. Mesela; Fransızlarda médiateur vardı, şimdi défenseur des droits yani haklar savunucusu adı altında var. Bu, artık çeşitli biçimlerde ortaya çıkıyor. İdare için de İdareye karşı bir şeyi savunmak için görevlendirilen kimseler olarak çıkıyor. Kamu denetçisi artık tek değil. Fransa'da da değişti, dört tane ayrı müesseseyi birleştiren bir hale geldi. Yani kamu denetçisini ve diğer 3 müesseseyi birleştirdiler, défenseur des droits (haklar savunucusu) diye bir müessese oluşturdular. Şimdi bizde de çeşitli kanunlarla sürekli belli konularda İdareye karşı İdare içinden davranabilecek ve vatandaşın hakkını savunacak unsurlar çıkıyor. Yani idari yargının uzaması ve etkinliğine yönelik şüpheler, tereddütler, gözlemler idari yargıya gitmeden önce İdarenin uyuşmazlıkları kendi içinde, kendi elemanlarıyla kendisine karşı savunacak ve çözecek mekanizmalar geliştirmesine yol açıyor. Dikkat ederseniz, bu bir uzlaşma değil. İdareyi, İdareye şikayet etmek. İdareyle ilgili sorunu İdare içerisinde halletmesini sağlayacak yollar bulmak. Bunun için de İdare içinden çıkmış ama İdare gibi hareket etmeyen, İdareye karşı vatandaş adına İdareyi inceleyebilen, İdare nezdinde manevi otoritesi olan, çözüm imkanları olan müesseseler çıkarmak. Kamu denetçiliği bunlardan en kurumsallaşmışı. Bir kamu baş denetçisi var, kamu denetçileri ve uzmanları var. Bir müessese halinde, adeta bir yargı yeri gibi yarı yargısal usuller kullanarak tarafların iddialarını ve cevapları alarak, üzerinde rapor yazarak, üzerinde müzakere yaparak, karar yazarak çözen bir kurum. İnternet sitesinden örnek kararlarına bakmanızı tavsiye ederim.

14.4. İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu

Diğer bir kurum; İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu. Kanunu Resmi Gazete’de Nisan 2016'da ilan edilmiş. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu . Bu tip kanunlar çıktığı zaman, bir problem var ve bu tip problemleri çözmek için mi çıkıyor diye bakmak lazım. Burada da acaba vurgulamak için mi yoksa var olan bir problemi gidermek için mi diye değerlendirmek lazım. Kanunun 1. maddesinde amacını belirtmiş, "... insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi ..."

Bu tip şeyler ülkede daha çok Avrupa Birliği'ne hazırlanmak üzere çıkıyor. 3. maddesinde de; "...cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır." denmiş. Bunlar zaten klasik olarak uluslar arası belgelerde söylenen şeylerin daha çeşitlendirilerek, eklemeler yapılarak gündeme gelmiş hali.

Maddenin devamında, "Ayrımcılık yasağının ihlali hâlinde, konuya ilişkin görev ve yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ihlalin sona erdirilmesi, sonuçlarının giderilmesi, tekrarlanmasının önlenmesi, adli ve idari yoldan takibinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür." Yani İdarenin her birimine bu konuda yetki veriyor. Kapsama girmiş. Spor, konaklama, kamuya açık alanlar vs. diye. Sporu getirmesinin nedeni de bazı spor takımlarına dışarıdan hiç kimsenin alınmamasına ilişkin. Böyle alınmayınca spor kulüplerinin yönetimleri de değişmez. Bu ayrımcılık yasağı da, İdarenin sanki biraz müdahale ediyormuş gibi gözüküp, dernek niteliğindeki kuruluşlara da müdahale edebilmesi için konulmuş. Dernek istediğini alıyor, istemediğini almıyor. Kendine göre bir ayrımcılık yapıyor. Bu ayrımcılığa İdarenin nasıl müdahale etmesi lazım? Yani İdareyi sınırlamak için yapılan her şey İdareyi daha kuvvetli hale getiriyor. Bu, İdareyi daha kuvvetli hale getirmiş durumda. İdare adeta üye profilini değiştirme sonucunu ortaya çıkarabilecek. Çünkü derneklerin bir kere yönetimini ele geçirenler, kendi adamlarını üye olarak yazıp, başka isteyenleri yazmayarak %100 hep kendinin seçilebilmesini güvence altına alıyor. Mesela diyelim ki derneğin 1000 üyesi var. 1000 üye arasında siz seçildiniz. Sonra 1500 üye aldınız. 2500 üye oldunuz, 1500 üyenin hepsi sizi seçecek kimseler, hemşehrileriniz vs. Ondan sonra başvuranları da çeşitli sebeplerle almıyorsunuz. Ondan sonra her seçimde biraz zorlandığınız zaman istifa ediyorsunuz, sonra sizi tekrar seçiyorlar, bizi ancak sen kurtarabilirsin diye. Çünkü 1500 kişi size oy veriyor. Böylelikle özellikle malvarlığı olan dernekler, mafyaların eline geçiyor. Bu da bir çeşit ayrımcılık oluşturuyor. Niçin o derneğin yönetimi değişmiyor, ben de giremiyorum? Şimdiye kadar, beğenmiyorsan sen de bir dernek kur deniliyordu. Ama bu, dernekler bakımından gündeme gelen önemli bir sosyal eleştiri. İşte İdare, esasında ayrımcılığı gidermek adına bu tip derneklerin ayrımcılık içeren üyelik şartları bakımından çeşitli imkanlar getiriyor.

Ayrımcılıkla ilgili yapılabileceklerle ilgili bir kurum kuruyor. Bu kurum, Kanununda düzenlendiği üzere; “İnsan hakları ihlallerini resen incelemek, (en önemli noktalardan birisi bu, başkasının başvurmasına gerek kalmıyor, başvuru üzerine de değerlendirme imkanı var.) araştırmak, karara bağlamak ve sonuçlarını takip etmek. Ayrımcılık yasağı ihlallerini resen veya başvuru üzerine incelemek, araştırmak, karara bağlamak ve sonuçlarını takip etmek. Ayrımcılık yasağı ihlalleri nedeniyle mağdur olduğu iddiasıyla Kuruma başvuranlara mağduriyetlerinin giderilmesi için kullanabilecekleri idari ve hukuki süreçler konusunda yol göstermek ve başvurularını takip etmelerini sağlamak amacıyla yardımcı olmak.” yetkilerine sahip. Dolayısıyla bu da İdarenin önemli noktalarından birisi. Ayrıca idari yaptırımlara karar verme imkanı var. Bu da önemli bir yeni kurum olarak incelenmeyi gerektirir.

14.5. Zorunlu İdarî Müracaatlar

Zorunlu İdarî Müracaatlar hususuna gelelim. Bu konuya ilişkin Burak Öztürk'ün de çıkmış bir doçentlik tezi var. İdarenin bir işleminin hukuka aykırı olduğunu düşünenler için, dava açmadan önce mutlaka İdareye başvurmak zorunluluğu getiren maddeler söz konusu. İdareye müracaat zorunluluğu getirmek de yargı öncesi bir uyuşmazlık giderme yöntemi olarak düşünülebilir. Nedeni, İdarenin bir makam üstüne işlemin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirmesine imkan veriyor. Dolayısıyla siz hemen mahkemeye götüremiyorsunuz, mutlaka İdareye müracaat yapacaksınız. İdarî müracaat reddedilirse dava açacaksınız, dolayısıyla bu zorunlu idarî müracaata, İdarenin işlemini bir kez daha gözden geçirmesi imkanını vermek diye bakılabilir. Eylemden kaynaklanan tam yargı davalarında böyle bir usul var, ihalelere ilişkin başvuruda böyle bir usul var, Avukatlık Kanunu'nda avukatların disiplin cezalarına ilişkin böyle bir usul var; dava açmadan önce TBB'ye, sonra Adalet Bakanlığı'na başvurmak gibi. Çeşitli kanunlarda getirilmiş zorunlu idarî müracaatlar var. En son HSYK'ya getirilen bir zorunlu idarî müracaat var.

Zorunlu idarî müracaat, dava hakkını kullanmayı geciktiriyor ama bu geciktirmesi idarî yoldan çözülebilme imkanını getirmek için. Ama sonuç veriyor mu diye sorulacak olursa çok az sonuç veriyor. Yani idarî müracaat üzerine İdarenin işleminden vazgeçmesi, geri alması, değiştirmesi çok sık rastlanan örnekler değil. Fakat tabloyu tekrar değerlendirmenize sunalım. İdari yargının tek alternatifi var; tahkim. Onun dışında idarî yargının öncesinde idarî yargıya gelmemesi için getirilmiş usuller var; kamu denetçiliği, sulh, şimdi idarî yargı bakımından arabuluculuk getirilebilir, zorunlu idarî müracaat, İnsan Hakları Kurumu'na başvurma gibi. Böylelikle uyuşmazlıkların yargıya intikal etmeden sonuçlanmasını sağlamaya çalışmak istiyor. Bu, idarî strateji bakımından isabetlidir. Siz de göreceksiniz, dava açmak, olması gereken en son şey. Çünkü dava açmak bir sürece girmek demek. Bu süreç, uyuşmazlıkta çözümlenebilecek her türlü sonuçtan daha zarar verici bir süreç. Kazanan bile bir şeyler kaybetmiş oluyor. Ya süreden kaybetmiş oluyor ya siniri bozulmuş oluyor ya bir hasım elde etmiş oluyor. İdareye karşı açılan davalarda insanlar hep bu ihtimali düşünüyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde İdare tarafından getirilmiş çok sayıda kural olduğu görülüyor. Çok sayıda kural getirilmesinin hikmeti şu; çok sayıda kurala hiç kimse uyamaz. Ama uyulmamasına karşı bir müeyyide uygulanmaz. Ama birisi yaramaz çocukluk yaparsa "niye bu kurallara uymadın?" diye ona yaptırım uygulanabilir. Dolayısıyla çok sayıda kuralın olduğu yerde insan, haklı olduğu durumda bile uyamadığı diğer kuralların varlığını dikkate alarak haklılığını tartışamıyor. Özellikle gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde bunu görürsünüz. Dolayısıyla kuralların çok olduğu, çetrefil olduğu, kazuistik olduğu durumlarda insanlar hukuki mücadeleyi yapmaktan haklı olarak çekinebilirler. Çekinmedikleri zaman başlarına hak etmedikleri sonuçlar geliyor. Nasıl hak etmedikleri? Başkalarına uygulanmayan kurallar neticesinde. Dolayısıyla gerçekten ihlal ettiğiniz bir şeylerin olduğu durumda, ihlal edilen haklarınıza ilişkin hukuki mücadele olamaz. İşte o tip idarî ortamları gevşetmek için böyle yargı dışı çözüm yolları getirilir. İdarenin bunu kendi içerisinden veya diyalogla çözmesi.

Hukukçular sadece ilkeler bazında değil, kurallara uymak şeklinde teknisyen niteliğindeki hukukçular ise sürekli her şeyi düzenleyerek çözmeye çalışıyorlar. Benim gözlemim de, gelişmekte olan ülkeler. Yani biraz baskıcı, totaliter, hatta demokratik de gözükse otoriter ülkeler. Baktığınızda İngiltere'de, Amerika'da da böyle. Bir sürü kuralı var, istediğini uyguluyor, istediğini uygulamıyor. Bir anda sizi mahvedebiliyor. Dolayısıyla bir çok ülkede bunu gözlemliyorsunuz, bunları çok uzun boylu konuşmak lazım.

Kimi hallerde de uyulamayacak kurallar konmuş olabilir, kurallara uymayı esas aldığınız anda aksaklık çıkıyor. Hukukçuların vazifelerinden birisi bunu değiştirmek. Mesela geçen hafta gazetede bir haber vardı. Edirne'de çeşitli caddelere hız radarı konmuş ve 1 haftada 10.000 kişiye para cezası kesilmiş. Edirne'nin 3 şeritli, dümdüz giriş yolu var. Orada hız sınırı 50. Fakat bu kuralda bir problem olduğunu göstermek lazım. Kurala aykırılık var ama orası 50 ile gidilecek bir yol değil. Bu ve benzeri her yerde yapıldığı zaman bunu kamu denetçisi giderebilir. Kamu denetçisine diyebilirsiniz ki; "Tamam ben 50 ile gidilen yerde 60 ile gittim ama bakın kaç kişiye ceza kesilmiş, kaç kişi aynı hızla geçmiş, oranın gerçek hızı ne kadar olabilir? Orası zaten anayol niteliğinde. Hız sınırı 80 olmalı. Zaten yaya geçidi yok. Dolayısıyla burada esas hız sınırı yanlış, radar bir tuzak. Hukuka uyulup uyulmadığını denetlemek için değil, İdareye para kazandırmak için bir tuzak. İdarenin tutum ve davranışı bakımından kural yanlış. Kurala uymamak değil, kural yanlış." En zor şey, kuralın yanlışlığını ortaya koymak. İdarî yargı esas olarak bunları çözemeyeceği için bu kurum var. Buna ilişkin olarak 5. Dairenin tek bir örnek kararı var. Müthiş bir örnek. 5. Daire memurlarla ilgili daireydi, Nuri Alan bu örneği dile getirmişti . Sağlık Bakanlığı bir atama yönetmeliği hazırlamış. Bu atama yönetmeliğine göre belli bir dönemde atama talep etmek mümkün değil. Fakat o atama yönetmeliğine rağmen bir çok kimse atanmış. Dava açan kişinin ise atanma talebini yönetmeliğe göre mümkün olmadığı gerekçesi ile reddetmiş. Bu ilgili kişi dava açınca 5. Daire bakmış ve gerçekten yönetmeliğe uygun olmadığını görmüş ama ilgilinin iddiasını da dikkate alarak müthiş bir karar vermiş ve demiş ki; "Tamam yönetmeliğe göre bu atanamaz ama sen başka bir sürü atamayı bu yönetmelik hükmüne rağmen yaptığına göre zımnen yönetmelik hükmünü kaldırmış sayılırsın. Bu kişiyi de yönetmeliği gerekçe göstererek reddetmen hukuka aykırıdır." Dolayısıyla böyle ender bakışlar ancak İdarenin mantığını, yaklaşımını, davranış bozukluklarını bilenler çözebilir. O yüzden kamu denetçisi, İnsan Hakları Kurumu vs. kurumlara atanan kimseler İdare içinde tecrübeli ve adil kimselerse İdarenin bakış açısını da düşünüp, orada gerçekten haklı ve haksızı ayırabilecek bir yaklaşımı gösterebilir. Aksi takdirde iş sadece görünürdeki hukukla olmaz.

 


Bölüm Özeti

Bu haftaki dersimizde, idari uyuşmazlıkların yargı dışı ve yargıya alternatif çözüm yolları üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda tahkim, sulh, kamu denetçiliği kurumu, insan hakları ve eşitlik kurumu ve zorunlu idari başvurular incelenmiştir.

Konuya İlişkin Soru Örnekleri

Klasik Sorular:

1.

İdari uyuşmazlıklar hakkında hangi çözüm yollarına müracat edilebilir? Açaklayınız.

2.

Tahkim yolunun özellikleri nelerdir?

3.

Sulh müessesesini kısaca açıklayınız.

4.

Kamu denetçiliği kurumuna müracaatın sonuçlarını kısaca açıklayınız.

5.

Zorunlu idari başvuru yolu tüketilmeden dava açma imkanı var mıdır?

 

 


Ünite Soruları


Soru-1 :

Aşağıdakilerden hangisi alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biri değildir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) İhtiyari idarî başvurular

(B) Tahkim

(C) Sulh

(D) Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna başvuru

Cevap-1 :

İhtiyari idarî başvurular


Soru-2 :

Tahkim yoluyla ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Tahkim yolu, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar için öngörülebilir.

(B) Tahkim anlaşması, ancak sözleşmeye konulan bir tahkim şartı ile yapılabilir.

(C) Yabancılık unsuru taşımayan uyuşmazlıklar bakımından milletlerarası tahkime gidilemez.

(D) Uyuşmazlığa uygulanacak maddi hukukun seçimi de tahkim anlaşmasında belirlenebilir.

Tahkim, anayasal temele sahip bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemidir.

Cevap-2 :

Tahkim anlaşması, ancak sözleşmeye konulan bir tahkim şartı ile yapılabilir.


Soru-3 :

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından hangisi bir yargı yöntemi olması itibarıyla diğerlerinden ayrılır?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Sulh

(B) Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

(C) Tahkim

(D) İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna başvuru

Zorunlu idarî müracaat

Cevap-3 :

Tahkim


Soru-4 :

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından aşağıda yer alan hangi ikisi sonucu verilen kararlar bağlayıcı niteliktedir?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Tahkim. Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

(B) Zorunlu idarî müracaat - Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

(C) Tahkim - Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

(D) Sulh - Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

(E) Tahkim - sulh

Cevap-4 :

Tahkim - sulh


Soru-5 :

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından aşağıda yer alan hangi ikisinin olumlu sonuçlandırılmış olması dava yoluna gitmeyi engeller?

(Çoktan Seçmeli)

(A) Tahkim-Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru

(B) Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru - İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna başvuru

(C) Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru-sulh

(D) Sulh - zorunlu idarî müracaat

Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru - zorunlu idarî müracaat

Cevap-5 :

Sulh - zorunlu idarî müracaat

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hukuk Dili

5235 ADLÎ YARGI İLK DERECE MAHKEMELERİ İLE BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA KANUN

6216 ANAYASA MAHKEMESİNİN KURULUŞU VE YARGILAMA USULLERİ HAKKINDA KANUN