Hukuk Dili

Hukuk Dili Kavramı 

GİRİŞ 

Toplumsal bir düzen vazeden hukuk, bu görevini, kurallar ve  yaptırımlar ile gerçekleştirir. 

Bu kural ve yaptırımların sınırlarının çizilmesi yolunda en önemli araç ise kanun lafzı yani dildir. 

Hukuk dili, söz dağarcığı ve dizilimi açısından ağdalı, sınırlayıcı ve karışıktır.

Hukuk dili çok eski bir geleneğe sahip olup, değişimi zordur. Bu dil, zaman içinde dilde meydana gelen değişikliklerden etkilenmez. 

Kurallarını diğer devletlerin kanunlarından alan ve geleneksel terminolojiyi devam ettiren Türk hukukunda, ödünç kavramlar yoğunluklu olarak görülmekte,  günlük dilden farklılık taşımaktadır. 

Bu farklık, toplumun hukuk kurallarını anlamasını engellerse, adaleti  zedeler. Adaletin geç tecellisi bizi amacımızdan uzaklaştırıp, adaletin yokluğuna götürür.

Her meslek dalının kendine özgü terminolojisi bulunur. Hukuk dilinin ne yalnızca uzmanların anlayabileceği bir dil olması ne de günlük dille eş olması düşünülemez. 

Hukuk dilinin, hem sade, uzman/hukukçu olmayan kişiler tarafından da anlaşılır olması hem de konuyu tam anlamıyla kuşatacak şekilde ayrıntılı ve teknik olması  beklenir. 

Elbette, teknik hukuk terimlerinin yabancı dillerden geçmesi, osmanlıca hukuk terimlerinin yerleşmesi ve kendine özgü kavramlara ihtiyaç duymasından dolayı, hukuk dili, günlük dilden uzaklaşır. 

HUKUK DİLİ KAVRAMI 

Toplumsal yaşam, pek çok ilişki ve çıkar uyuşmazlıklarını içerir. 

Bireyler, kendi çıkarlarını elde edip korurken diğer bireylerin çıkarlarını gözetmelidirler. 

Bu nedenle toplumsal yaşamı düzenleyen kurallar konur. 

Toplumu hukuk, ahlak, din, görgü,örf ve âdet kuralları düzenlemekte olup bu kuralların her birinin kendilerine özgü yaptırımları bulunmaktadır. 

Bu kuralların en önemlisi ise hukuktur. Hukuk kuralları diğer toplumsal düzen kuralları ile ilişkili olmakla beraber onlardan önemli bir yönü ile ayrılır. 

Hukuk kuralları, diğer kurallardan farklı olarak ihlal edilmeleri durumunda yaptırımlara bağlanmıştır. 

Bu nedenle hukuk, adaleti hedeflemiş toplumsal yaşama düzeni olarak tanımlanmaktadır. Hukuku yaratanın dil olması sebebiyle, hukuk ile dil toplumsal yaşamı düzenlemekte zaruri bir ilişki içerisindedir. 

Hukuk dili, kanunların uygulanması sırasında her somut olayda; 

dava dilekçelerinde, 

adli makamların resmî yazılarında ve 

mahkeme kararlarında

kullanılan dil olup günlük hayatımızda kullandığımız dilden farklılık arz eder. 

Hukuk dili kanun dilini kapsadığı gibi, doktrinde yazılan eserleri, mahkeme kararlarını da içerecek şekilde uygulamada kullanılan dili kapsar. 

Kanun dili tek başına bu kavramı karşılamamakla beraber, hukuk dilinin temelini oluşturur. 

Terimlerin temeli, kanun metinlerinde kaynağını bulduğu gibi terimlerin şeklini de kanunlar belirlemektedir. 

Hukukun uygulanmasında, metinden herkesin aynı anlamı çıkarması için, kullanılan terim ve kavramların ne anlama geldiği açık seçik biçimde ifade edilmelidir. 

Bu sebeple hukukçuların aynı anlamı çıkaracağı bir hukuk dili şart olup bu dil, hukukçu olmayanların haklarının korunmasını engelleme amacını gütmez. 

Hukuk dilini oluşturan terimlerin ve kavramların varlığı, kanun uygulayıcılarının farklı anlamlar çıkarmadan herkese somut olayın özelliğine uygun ve eşit davranılmasını hedefler. 

Günümüzde bazı mahkeme kararlarıının eski kelimelerle, karmaşık şekillerde yazıldığını görmekteyiz.

Mahkeme kararlarının anlaşılamaması veya yanlış anlaşılması büyük bir problemdir. 

Kanunların toplum tarafından bilinebilir olması, demokratik bir toplumun gereğidir.

Kanunların ileriye dönük, açık ve net biçimde kaleme alınmış olması gerekir. 

Hukukun makul ve adil uygulanmasının hukuk dili ile bağlantısı vardır. 

Son dönemde kanun metinlerinin günümüz Türkçesine uyarlanması yönündeki görüş ve akımlar vardır.  hukuki ifade ve terimler sadeleştirilerek, kullanılmaktadır. 

Hukukçuların, meslekleri gereği kullanılan terminolojiye hâkim olmaları ve kullanılan terimlerden aynı anlamı çıkmaları önem arz etmektedir. 

Farklı hukuk alanlarının farklı terminolojileri olduğu düşünüldüğünde,  kavramların ne anlama geldiğini nitelendiren “tanım” maddelerinin bulunması, anlaşılırlığı temin etme bakımından önemlidir. 

Örneğin “temyiz”, usul hukukunda bir kanun yolunu ifade ederken medeni hukuk açısından “ayırt etme” gücü için kullanılan bir terimdir. 

Bazı kavramların anlamları bakımından karışıklık yaşanmasının engellenmesi için, temel kavramların “tanım” başlıklı maddede açıklanması önemlidir. 

KANUN DİLİ 

Hukukçular, yasa maddelerine açıklık getirmek ve her ayrıntıyı kapsamak amacıyla açıklamaların kaçınılmaz olduğunu savunmaktadırlar. 

Kanunların anlaşılır olması, bireylerin haklarını bilmesi ve savunabilmeleri açısından son derece önemlidir. 

Kanunların temel işlevi insanları yönlendirmek ve davranışlarını sınırlandırmaktır. 

Kanun maddelerinin uzun ve kapsamlı oluşu, ayrıntılı ve açıklayıcı olmalarına dayanır. 

Kanun dilinin diğer dil kategorilerinden farkı, diğer yazılı metinlerde metni yaratan ve yazanın aynı kişi olmasına karşın kanunları yapan milletvekilleri ile kanunları kaleme alan ve taslak görüşmelerinde hiç bulunmayan yazarın farklı kişiler olmasıdır. 

Diğer metinlerde hedef kitle ve yorumlayanlar aynı insanlar iken kanunlarda hedef kitle sıradan insanlar, yorumlayanlar ise hukukçulardır. 

Bu durum, kanun yazarını, parlamentonun isteklerini ile halka yönelik söylem  geliştirmek arasında ikilem içinde bırakır. 

Kanun dilinin vazgeçilmez özellikleri; açıklık, sadelik, bilimsel tutarlılık ve terim birliği, kesinlik ve belirginliktir. 

Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik; Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, bağlı, ilgili, ilişkili kurum ve kuruluşlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından hazırlanacak kanun, yönetmelik, kararnameler ve diğer düzenleyici işlemlerin taslak metinlerinin hazırlanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir (MHUEY 1. m). 

Bu Yönetmeliğin 23. maddesinde “taslaklarda kullanılacak dil” hususu hükme bağlanmıştır. Böylece; 

Madde 23 - 

(1) Taslaklarda, yaşayan Türkçe kullanılır. Türkçede karşılığı bulunan yabancı kelimelere yer verilmez. Türkçede karşılığı bulunmayan teknik terimlere yer verilmesinin zorunlu olması durumunda, bu terimler aslına uygun olarak yazılır. 

(2) Terim birliğinin sağlanması amacıyla taslakların başlığında ve madde metninde “yasa” kelimesi yerine “kanun” kelimesi kullanılır. 

(3) Taslaklarda, varsa tanım maddesinde belirtilenler dışında kısaltmalara yer verilmez. Kısaltmalar yerine kısaltmanın temsil ettiği kelimeler açıkça yazılır. Kanunların dilinin günümüz Türkçesini içermesi, ağır ve eski kavramlardan oluşan bir dille yazılmamış olması gerekir. 

Hukuk dilinde öz bir dile geçme yolunda karşılaşılan en önemli sorun, eski hukuk kavram ve terimlerinin sadeleşmesi olmaktadır. 1923’ten sonra çıkarılan kanunların elden geçirilmesi suretiyle yasa dili önemli ölçüde yalınlaşmış ve anlaşılabilir sözcüklerden oluşturulmaya başlanmıştır.

 01.01.2002 yürürlük tarihli Türk Medeni Kanunu, bu açıdan önemli bir örnektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kanunlaştırma hareketlerinin meyvesi olan kanunların o döneme ait dile göre kaleme alınması, o dönemde kanunları hazırlayan  kabul eden milletvekillerinin Arapça ve Farsça dillerine hâkim kişiler olmasından kaynaklanmaktadır. 

Arapça,Farsça ya da Batı dillerinden alınmış sözcüklerin kullanımında sıklıkla yanlışlık yapılmakta, bu kullanımlar hukuk dilinin anlaşılır olmasını engellemektedir. 

Hukuk düzeninin onaylamadığı bir hukuk işleminin hüküm doğurmayacağını ifade eden “butlan” kavramı ve borçlunun ifaya zorlandığı “cebri icra” kavramı böyledir. 

Ayrıca örneğin: “sözleşmeden doğan şufa, iştira ve vefa haklarının bulunduğu hallerde de sözleşme yapma hürriyeti, önceden yapılan bir hukuk işlemi ile kısıtlanmaktadır”. 

Bu örneğe göre şufa; ön alım hakkını, iştira; alım hakkını, vefa ise geri alım hakkını ifade eden ancak toplumun genelince bilinmeyen, eski kavramlardır. 

HUKUK DİLİNİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ 

Hukuk dili olarak Türkçe incelenirken anayasa, yasa metinleri, mahkeme kararları, iddianameler, genelge ve kararnameler ile idari yazışmaları kapsayan değişik türdeki metinler gözden geçirilmelidir. 

Hukuk dilinde ağırlıklı olarak fiillerin değil, isimlerin ve isimleştirmelerin kullanılması, beraberinde soyutluğu getirmektedir. Hukuk dilinin diğer bir özelliği, birinci ve ikinci tekil kişilerin seyrek olarak kullanılması ve bu kişisel olmayan yazım tarzı nedeniyle pasif ve edilgen cümle yapısının tercih edilmesidir.(“gereği düşünüldü” ifadesinde olduğu gibi). 

Hukuk dilinde zarfların ya da zarf-fiil cümlelerinin de az kullanıldığı görülmektedir. Kanunların yalnızca belirli kişilere değil herkese yönelik olması sebebiyle, kişisiz sözcük kullanımı hukuk ve kanun dilinin bir diğer özelliğidir. 

Bu nedenle kanun hükümlerinde “herkes”, “hiç kimse”, “bir kimse” gibi sözcükler sıklıkla kullanılır (1982 Anayasası’nın 19. maddesinde yer bulan “herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir” cümlesinde olduğu gibi)

Günlük dilde belli bir anlam ile kullanılan sözcükler, hukuk dilinde farklı anlamlar ifade edebilmektedir. Bu durum, hukuk dilinin sözcük düzeyinde diğer bir farkıdır. 

Örneğin “kaza” kelimesi, yaygın anlamı ile istem dışı veya umulmayan bir olay dolayısıyla bir kimsenin, bir nesnenin veya bir aracın zarara uğraması (TDK Sözlük) anlamında kullanılırken, özellikle eski kanun dilinde yaygın olarak kullanıldığı üzere hukuk dilinde “yargı” anlamını taşır. (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 44. maddesinde yer alan “birlikte hareket edenler herhalde davaya bakan mahkemenin, dairei kazası dâhilinde müşterek bir ikametgâh göstermeğe mecburdurlar” cümlesinde olduğu gibi). 

Hukuk dilinin en belirgin özelliği ise çok sağlam ve oturmuş bir terminolojisinin olmasıdır. Türk hukuk terminolojisine bakıldığında, yabancı kökenli hukuk terimlerine sıklıkla rastlanmaktadır. “Velayet”, “veli”, “fiil”, “fail”, “ihlal” gibi Arapça ve Farsçadan kopyalanan terimler hâlen kullanılmaktadır.

 Günümüzde bu kopyalama faaliyeti yerine artık yeni terimler türetilmekte, böylece eskisine göre oldukça fazla Türkçe terim ortaya çıkmaktadır (“davacı”, “davalı”, “savunma”, “yargılama”, “sanık”, “kovuşturma”, “soruşturma” gibi). 

Batı kökenli terimlere karşı ise bir direnç olmakla beraber “avukat”, “ekspertiz”, “rapor”, “otopsi” gibi bazı terimler Türkçeye yerleşmiş olduğundan, yaygın olarak kullanılmaktadır. 

2011 yılında yürürlükten kaldırılan 1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “müddeabih, birden ziyade ise miktar ve kıymetlerinin mecmuu esas ittihaz olunur. Müddeabih bir tarafın birini ifa veya istifada muhayyer olduğu iki veya daha ziyade şeylerden biri ise bunlardan hangisinin kıymeti ziyade ise yalnız o nazarı dikkate alınır” biçimindeki düzenlemenin yürürlükteki Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndaki karşılığı 2. maddede yer almakta olup şu şekildedir: “dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir”. 

Ödünç sözcüklerin yanında, ödünç sözdizimi yapılarına da hukuk dilinde sıklıkla rastlanmaktadır. Farsçadan alınan iyelik yapısı, bu durumun en belirgin örneğidir (Memaliki ecnebiye (yabancı ülkeler), adabı umumiye (genel ahlak), mukabelei bilmisil (karşı işlem) terimlerinde olduğu gibi). 

örnekler: Mesela; def’i hakları, karşı haklar demektir. “Karşı haklarda denilen def’i hakları, sahibine kendisine karşı yöneltilen bir hakkı belli oranda etkisiz kılma ya da sonuçlarını tamamen ya da kısmen engelleme, sınırlandırma veya ortadan kaldırma yetkisi verir. 

Def’i hakkı, borçlu tarafından ileri sürülür. Borçlu def’i hakkını ileri sürmekle, alacaklının kendisine yönelttiği talebi tamamen ya da kısmen, geçici veya sürekli olarak etkisiz hale getirir” (Akıncı, Ş. [2006]. Borçlar Hukuku Bilgisi, Genel Hükümler, Damla Ofset, Konya, s. 41). 

Bunun gibi halefiyet kavramı, başkasına ait borcu ödeyen kişinin, bir kanun hükmüne dayanarak alacaklının yerine geçmesini ifade etmek üzere kullanılır (Akıncı, 2006, s. 255). Hiffet (hafiflik) kavramı da, emeğine kıymet vermemek, yaptığı işin sonuçlarını düşünmemek anlamına gelir. Fakat zarar görenin genel olarak bu durumda olması şart değildir. Somut olayda öyle davranması yeterlidir (Akıncı, 2006, 118). Cebri icra ise prensip itibariyle eda ilanlarının devletin bu husustaki teşkilatı tarafından zorla yerine getirilmesi anlamına gelip, icra hukukunun konusunu teşkil etmektedir 

Geçerli dil kurallarına uyulmak suretiyle türetilen ve yapaylıktan uzak kelimeler de mevcuttur. Bu kelimelerin kabul görmeleri, daha kolay olmuştur. Örneğin zaman aşımı (müruruzaman), Yüce Divan (Divan-ı Ali), sıkıyönetim (idare-i örfi), bilirkişi (ehlivukuf) kavramları daha kolay şekilde dilde yerini almış ve kabul görmüştür.

Kanunların dilini incelediğimizde, pek çok açıdan kuralcı bir dil olan hukuk dilinde devrik cümlelere pek rastlamayız. Özne ve nesne bildirim perspektifine göre belli durumlarda yer değiştirse de yüklem yerinde kalır. Örneğin “karar mahkemece verildi” cümlesi, “mahkemece karar verildi” şeklinde kurulabilir. Bu şekilde vurgulanmak istenen kelimeye dikkat çekilerek hüküm netleştirilir. 

Ayrıca kanun dilinde genelleşmiş olaylar, değişmez gerçekler, bilimsel gerçeklikler için kullanılan geniş zaman tercih edilir. Bu kullanım, kanunların doğruluğunu, gerçekliğini, değişmezliğini ve tartışılmaz oluşunu ve ayrıca herkese ve tüm zamanlara yönelik olduğunu göstermektedir. 

Hukuk dilinin tipik özelliklerinden bir diğeri ise uzun cümlelerin kullanımının yaygın olmasıdır. 

Hukuk metinlerinde sık başvurulan bir yöntem olarak isimleştirme ile böyle cümlelerin oluşumu sağlanmaktadır. Yanlış anlaşılmayı engellemek ve ayrıntılı şekilde hüküm vazetmek için kaçınılmaz olan cümlelerin, dil bilgisi açısından bu niteliği, betimleyici eklemelerle zenginleşen temel cümle ve buna farklı şekillerde bağlı yan cümleciklerin yer almasından kaynaklanır. 

(Tapu Kanunu’nun 35/1. maddesinde yer alan “kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişiler, Türkiye’de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler” ifadesinde olduğu gibi. 

Ya da Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 57/2. maddesinde yer alan “hakkında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınır. Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılar, yakalamayı yapan kolluk birimince geri gönderme merkezlerine kırk sekiz saat içinde götürülür” biçimindeki düzenlemede olduğu gibi. 

Örneğin Ticaret Kanunu’nda ancak ticaret adamları ve hukukçuların anlayabileceği özel terim ve sözcükler bulunur. Nitekim Türk Ticaret Kanunu’nun 897. maddesi böyledir. Düzenlemeye göre “gönderen, verdiği zarar sebebiyle taşıyıcıya karşı sadece 864. maddenin ikinci fıkrasından farklı olarak, taşıma sözleşmesinin ifası için gerekli olan yükleme hacminin metreküpü başına 1.500 Özel Çekme Hakkı tutarında tazminatla yükümlüdür.”

YASAMA VE NORM YAPIM SÜRECİ 

Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’te Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, bağlı, ilgili, ilişkili kurum ve kuruluşlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından hazırlanacak olan kanun, yönetmelik ve kararnameler ile diğer düzenleyici işlemlerin taslak metinlerinin hazırlanması ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir. 

Taslaklar Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 4. maddesinde taslak hazırlamada uyulacak ilkeler hüküm altına alınmıştır. 

Buna göre taslaklar; 

• Üst hukuk normlarına aykırı olamaz. 

• Düzenleme amacına uygun olarak hazırlanır. 

• Yargı kararları göz önünde bulundurularak hazırlanır. 

• Hazırlanırken düzenlenen alanlara ilişkin mevzuatın tamamı gözden geçirildikten sonra, gerekirse mevcut hükümlerde değişiklik yapılır veya anılan hükümlerden ihtiyaç duyulanlar taslağa alınarak ihtiyaç görülmeyenler yürürlükten kaldırılır. 

• Çerçeve taslaklarda, ilgili mevzuata işlenemeyecek ve onun dışında kalarak tek metin özelliğini bozacak hükümler bulunmamalıdır. 

• Kapsam maddeleri, tereddüde yer vermeyecek açıklıkta düzenlenmelidir. Ancak taslağın kapsamı konusunda tereddüt yok ise kapsam hükmüne yer verilmez. 

• Taslak madde metinleri kısa ve anlaşılır olarak düzenlenecektir. Ayraç içinde açıklayıcı hükümlere yer verilmez. 

Taslaklarda taslak adının, maddelerin ve genel gerekçenin bulunması zorunludur. Taslağın yürütme maddesinden sonra, varsa taslak eklerine yer verilecektir. 

Maddeler hâlinde yazılmayan taslaklarda, atıf yapılırken  gerekli bölünmeler yapılmalıdır. 

Kanun taslaklarında  madde gerekçeleri ve düzenleyici etki analizi bulunur. Taslaklara ad konulmalı, koyu ve büyük harfle yazılmalı ve altı çizilmemelidir. 

Çerçeve taslaklarda mevzuatın adına taslağın da adında yer verilir. Eğer birden fazla kanun ve kararnamede değişiklik öngörülmekte ise “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” benzeri adlar yerine, yapılan değişikliklerin amacını belirleyecek bir ad kullanılmalıdır (MHUEHY 11. m.) 

Taslaklar sırasıyla maddeler, fıkralar, bentler ve alt bentlerden oluşmaktadır. 

Taslak metninde yer alan bentler Türk alfabesindeki harfler kullanılarak sıralanır. Madde, ek madde ve geçici maddelere içeriğine uygun başlıklar konulur. 

Çerçeve maddelere başlık konulmaz. 

Madde hükmünün değişmesi durumunda, maddenin başlık ve içeriği arasındaki uyum bozuluyorsa, madde başlığı içeriğe uygun olarak değiştirilecektir (MHUEHY 13. m, 14.m). 

Genel gerekçede ise taslağın hazırlanmasını gerektiren nedenler açıkça belirtilerek, maddenin düzenlenme sebepleri açıklanır. Madde gerekçeleri her madde için ayrı ayrı düzenlenir ve madde metninin tekrarı şeklinde hazırlanamaz. Ayrıca, kanun taslakları için hazırlanacak düzenleyici etki analizinin, yürürlüğe konulması hâlinde yıllık muhtemel toplam etkisi otuz milyon Türk Lirasının altında kalan kanun taslakları için kısmi düzenleyici etki analizi, yıllık muhtemel toplam etkisi otuz milyon Türk Lirasını aşan kanun taslakları için tam düzenleyici etki analizi şeklinde düzenlenmesi gerekir. Bu miktar, gerekli görülen hallerde Cumhurbaşkanı tarafından yeniden belirlenebilir (MHUEHY 24. m).

Düzenleyici etki analizi; düzenlemenin hazırlanmasını gerekli kılan sebepleri, alternatif çözüm önerilerinin değerlendirilmesini, muhtemel fayda ve içeriğin analizini, bütçeye getirdiği ek mali külfeti, sosyal, ekonomik ve ticari hayata, çevreye ve ilgili kesimlere etkilerini, yıllık muhtemel toplam etkisini, kırtasiyeciliğin ve bürokratik formalitelerin azaltılmasına katkısını, izlenen danışma ve görüş alma süreçlerini içerir. Daha önce değinildiği üzere Yönetmeliğin 23. maddesi, taslaklarda kullanılacak dili düzenlemektedir.

Cumhurbaşkanı, taslaklarda şekil yönünden re’sen düzenleme yapabilir. Anayasaya, kanunlara ve diğer ilgili mevzuata aykırılığı tespit edilen veya bu Yönetmeliğe uygun olarak hazırlanmayan taslaklar, noksanlıkların giderilmesi veya uygunluğun sağlanması amacıyla yeniden değerlendirilmek üzere iade edilir.

Yönetmelik’te belirtilen hususlara riayet edilmesi, tüm mevzuatın şekli açıdan yeknesak olmasını sağlayacaktır. Kanun Yapım Süreci Hukuk dilinin en temel kaynağını kanunlar oluşturmaktadır. Kanun dilinin oluşumunda, TBMM dışında, yazar ve teklif yetkisine milletvekilleri gibi sahip olan Cumhurbaşkanı da büyük ölçüde etkilidir. Bu etkinin daha iyi anlaşılabilmesi için kanun yapım sürecinin incelenmesi gerekmektedir. 


özet: Şekli anlamda kanun, TBMM tarafından usulüne uygun olarak kabul edilen yasama işlemidir. Maddi anlamda kanun ise genel, nesnel, kişilik dışı hukuk kurallarının bütünü olarak ifade edilmektedir. Geçici kanun, belirli süre uygulandıktan sonra yürürlükten kalkan ve etkisi sona eren kanundur.


• Kanun yapım süreci temel olarak şu aşamalardan oluşur: 

• Kanun teklifinin TBMM Başkanlığına sunulması, 

• Teklifin komisyonlara havalesi ve komisyonlarda görüşülmesi, • Komisyon raporunun Genel Kurulda görüşülmesi, 

• Kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması ve yürürlüğe girmesi. 

Kanunları çeşitli açılardan sınıflandırmak mümkündür. 

Kod veya çerçeve kanun, geçici veya sürekli kanun bu sınıflandırmalardandır. 

Kod kanunlar, belirli bir alanı yeni baştan düzenleyen kanunlardır. Çerçeve kanun ise kod kanunlarda değişiklik yapan kanundur. Örneğin Hukuk Muhakemeleri Kanunu bir kod kanun iken bu Kanun’un hükümlerinin bir ya da birkaçını değiştiren kanun çerçeve kanundur. Esas olan kanunların sürekliliği, dolayısıyla sürekli kanun olmakla birlikte, yeni durum ile eski durumun uyumunu sağlamak veya af çıkarmak (örneğin öğrenci affı) gibi sebeplerle geçici kanun çıkarılabilir. Belirli süreler geçtikten ya da bazı işler yapıldıktan sonra madde uygulaması sona eriyor ve sürekli kanunun maddeleri yürürlüğe girebiliyorsa geçici kanun söz konusudur. Geçici maddeler genellikle “bu kanunun yayımı tarihine kadar” veya “…tarihine kadar” gibi o düzenlemenin geçici olduğunu ifade eden ibareler içerir. Ayrıca, kod kanunlarda değişiklik yapılmak istendiğinde bu değişikliğin mevcut maddelerden birinde yapılmasının mümkün olmadığı durumlarda “ek madde” uygulaması tercih edilir. 

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan bir geçici madde örneği vermek gerekir ise düzenleme şu şekildedir; “GEÇİCİ MADDE 1- (1) Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz”. Yine Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan bir örnek verecek olursak; Parasal sınırların artırılması EK MADDE 1- (Ek: 24/11/2016-6763/44 m.) (1) 200 üncü, 201 inci, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırlar her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların; o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması suretiyle uygulanır. Bu şekilde belirlenen sınırların on Türk lirasını aşmayan kısımları dikkate alınmaz. Kanun önermeye, Cumhurbaşkanı ve milletvekilleri yetkilidir. Milletvekillerinin verdiği kanun önerisi kanun teklifi olarak adlandırılır. Cumhurbaşkanı ise bütçe kanunu teklifi ve kesin hesap kanunu teklifi verebilir. TBMM İç Tüzüğü kanun tekliflerinin hazırlanmasına ilişkin ilk olarak “imza” şartını öngörmektedir. Bütçe ve kesin hesap kanun teklifinde Cumhurbaşkanının, diğer kanun tekliflerinde ise en az bir milletvekilinin imzasının bulunması gereklidir. İkinci olarak kanun tekliflerinin “gerekçe” ile beraber sunulması gerekir. Genel gerekçe ve madde gerekçeleri bulunmalıdır. “Teklif metni” gerekçeden sonra yer alacak şekilde maddelerden oluşan ve kabulü hâlinde kanun metnini teşkil edecek olan bölümdür. Ek olarak kanun tekliflerinin kaba ve yaralayıcı ifadeler içermemesi gerekir. Genel Kurul tarafından reddedilmiş olan kanun teklifleri, ret tarihinden itibaren tam 1 yıl geçmedikçe aynı yasama dönemi içerisinde yeniden verilemez. Kanun teklifleri hazırlanırken gereken ön araştırma ve inceleme, yasama komisyonları aracıyla yapılmaktadır. Kanun tekliflerini inceleyen komisyonlar, nihai kararı veren esas komisyon ve esas komisyonagörüş bildiren tali komisyon olarak iki gruba ayrılmaktadır. Kanun tekliflerinin hangi komisyonlarda görüşüleceği Meclis Başkanlığı tarafından belirlenir. Komisyon toplantısı komisyon üyelerinin yanı sıra tüm milletvekillerine, Cumhurbaşkanı yardımcılarına, bakanlara ve yürütmenin temsilcilerine açıktır. Komisyon gündemine alınan bir kanun teklifinin, önce tümünün görüşülmesinin ardından maddelere geçilmesi oylanır. Maddelere geçilmesi kabul edilmeyen teklifler ise reddedilmiş olur. Maddelere geçilmesi kabul edilen işlerin her maddesinin ayrı ayrı görüşülmesine başlanır ve sonra o madde oylanır. Kabul edilmeyen maddeler, metinden çıkarılır. Bu madde görüşme ve oylamaların sonrasında tüm iş oylanır. Komisyonlar, teklifleri aynen veya değiştirerek kabul edebilir veya reddedebilir. Aşağıda yer alan 1.1 sayılı şekilde kanun teklifine ve kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifine ilişkin örnek şablon yer almaktadır.

ADLİ YAZI DİLİ Adalet örgütünü harekete geçiren dilekçeler, mahkemenin aldığı kararlar, adalet dairelerinin yazışmaları, tebligat gibi adalet hizmetlerine ilişkin bütün yazı ve yazışmalar “adli yazı” başlığı altında toplanmaktadır. Adli yazının taşıması gereken üç unsur bulunmaktadır. Bunlar; adli yazının tam olması, kısa, açık ve doğru olması ile uygun bir dille yazılmasıdır. Bu unsurların genel özelliklerini açıklayacak olursak: • Yazının tam olması gerekir. Yazının eksik olması, örneğin eksik bir dilekçe, tebligat veya ilan, başvurulan makam veya muhatap kişinin dileği eksik yerine getirmesine neden olur. Böyle bir yazışma yanıtlanmayacağı ya da yanlış yanıtlanabileceği için tekrarlanması gerekecek, bu ise gider ve zaman kaybına sebep olacaktır. • Kısa, açık ve doğru olmalıdır. Belgede yer verilecek lüzumsuz ayrıntılar, işin özünün dikkate alınmasını engeller. Yazı ilgilileri içermeli, ilgisizleri dışlamalıdır. Örneğin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1 (e) maddesi gereğince vakıaların “açık özetlerinin” dava dilekçesinde bulunması gerektiği, aynı Kanun’un 129/1 (d) maddesinde cevap dilekçesinde de vakıanın açık özetlerine yer verilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Bir yazıda bulunması gereken açıklık ve kesinlik, özellikle kararlar bakımından önem arz eder. Adalete duyulan güven açısından açık ve doğru gerekçelendirme önem taşır. Tam ve doğru gerekçelendirilmiş bir karar, bu niteliği ile kanun yoluna başvuruyu engeller.

Uygun bir dille yazılmalıdır. Uygunsuz ifadelerle kaleme alınan yazı, ilgili makamın veya kişinin tepkisine yol açabilir ve dikkate alınmayabilir. Nitekim adli makamlara başvuru için verilecek dilekçe ve evraklara dair olarak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 32/2 maddesi uyarınca “okunamayan veya uygunsuz ya da ilgisiz olan dilekçenin yeniden düzenlenmesi için uygun bir süre verilir ve bu dilekçe dosyada kalır. Verilen süre içinde yeni bir dilekçe düzenlenmezse, tekrar süre verilemez”. Yargıtay, savunma dokunulmazlığının sınırı olarak “dava ile korunan çıkarın haklı gösterdiğinden öteye gitmeyen, bir taşkınlık teşkil etmeyen, hakkın korunması için gerekli bulunan ve yersiz biçimde saldırgan olmayan, objektif bir üslupla yapılan savunmanın” hukuka aykırı olmayacağını kabul etmektedir. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi T: 02.05.1975, 1160/5782) Mahkeme kararlarında ve yazışmalarda ise Yargıtay, meslek geleneklerine ve ilgili kişilere, yerlere karşı saygı esasına aykırı yazılar yazılamayacağını kabul etmektedir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, T: 06.03.1963, 2-5/17, Ankara Barosu Dergisi, 1963/2, s. 211-213). Adli yazının bu öğeleri içerir şekilde düzenlenebilmesi için yazılacak olan hususun tam ve doğru olarak anlaşılması, araştırılması, elde edilen malzemenin düzenlenmesi, yazının düzeltilmesi ve yazılanın doğruluğunun kontrol edilmesi aşamalarının tamamlanması gerekmektedir.

dikkat: Mahkeme kararlarının gerekçeli olması Anayasal bir zorunluluktur (Anayasa 141/3. m).

Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hüküm olarak adlandırılmaktadır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi gereğince hükmün kapsamında, maddede sayılan diğer unsurların yanında, tarafların iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakıalar ve deliller ile bunlardan alınan sonuçlar hukuki sebepleri ile tam şekilde kararda yer almalıdır. Aleyhine karar verilen tarafın ikna olması için bu hususların yanında, hangi sebeplerle aksi karar verildiği konusunda bilgilendirilmesi, mahkeme kararına olan güvenin tesisi için gereklidir. Yazı metninin uzun olması hâlinde konunun paragraflara bölünmesi, olayları ve düşünceleri, farklı görüşleri planlamaya ve bunların gelişme sürecini kavramaya destek olacağından, okuyan için anlaşılır ve açık olmayı temin eder. Yazılarda, netliği temin için soyut kavramlar, somuta indirgenmelidir. İfade yalın ve özlü olmalı, çeşitli anlamlara gelebilecek kelimeler ve karmaşık bir dil kullanılmamalıdır. Hüküm yeterince açık değil veya icrasında tereddüt yaratacak nitelikte ise taraflardan her biri, taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar sınırlandırılmamak, genişletilmemek ve değiştirilmemek üzere hükmün açıklanmasını (tavzihini) isteyebilecektir (HMK 305/1. m ve 306. m). Mahkeme, tavzih talebini yerinde görür ise düzeltilen hususlarla ilgili karar, mahkemede bulunan nüshalar ile verilmiş suretlerin altına veya bunlara eklenecek ayrı bir kâğıda yazılarak, imzalanıp mühürlenir. (HMK 304. m ve 306. m). Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232/6. maddesinde ise hüküm fıkrasında yer alması gereken zorunlu unsurlar arasında, kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağı ile süre ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açık olarak gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

5235 ADLÎ YARGI İLK DERECE MAHKEMELERİ İLE BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA KANUN

6216 ANAYASA MAHKEMESİNİN KURULUŞU VE YARGILAMA USULLERİ HAKKINDA KANUN