Ceza Hukuku Genel Hükümler auzef ders kitabı - çalışma özeti
1.1. Ceza Hukununun Tanımı
ceza, suç karşılığında verilen yaptırımdir. suçu incelemekte olup konusu
suçtur.
Ceza hukuku ise, bir davranışın hangi koşulda suç oluşturacağı ve ne
ceza veya güvenlik yaptırımı uygulanacağını düzenler.
Geniş anlamda ceza hukuku, maddi ceza hukuku, ceza muhakemesi hukuku ve
ceza infaz hukukunu kapsamakta olup bunun yanı sıra
kriminoloji, viktimoloji, penoloji, kriminalistik ve adli tıp gibi birçok
alanla ilgili olan sui generis kendine özgü bir hukuk alanıdır.
Ceza hukuku uyuşmazlığında, devletin cezalandırma yetkisi kapsamında,
kamusal bir görevin yerine getirilmesi söz konusudur.
Örneğin, bir alacak davasında, alacaklı alacağından vazgeçtiğini beyan ettiğinde dava sona erer. Buna karşılık, bir kasten insan öldürme suçuyla ilgili davada ölenin yakınları, sanığın cezalandırılmasını istemese dahi, yargılama yapılır ve sanık suçlu bulunursa cezalandırılır.
kural olarak, soruşturma makamları bir suç işlendiğini bir şekilde öğrendiklerinde kendiliğinden (re’sen) harekete geçerek o suçu soruşturur ve yeterli delil bulduklarında dava açarak kovuştururlar.
Bunun istisnası şikâyete tabi suçlardır. Bu tür suçlarda şikâyet hakkına sahip kişinin şikâyet etmesi üzerine soruşturma ve kovuşturma yapılacaktır.
1.2. Maddi Ceza Hukuku ve Yakın Bilim Dallarıyla İlişkisi
Maddi ceza hukuku, suçun yapısal unsurları, özel görünüş biçimleri ve ceza hukuku yaptırımlarını ele almakta olup ceza muhakemesi hukuku, ceza infaz hukuku ve kriminoloji ile yakın irtibatı bulunmaktadır.
1.2.1. Ceza Muhakemesi Hukukuyla İlişkisi
Ceza muhakemesi hukuku, işlenen suçların aydınlatılmasına, soruşturulması ve kovuşturulmasına ilişkin kuralları kapsamaktadır.
Ceza muhakemesi hukuku bir suçun işlenip işlenmeğini, işlendiyse kimin tarafından işlendiği konusunda yapılan soruşturma ve kovuşturmayı; maddi ceza hukuku ise, bir davranışın hangi koşullarda suç oluşturduğunu, suçun yapısal unsurlarını ele alır.
İşte bu açıdan ceza hukuku maddi ceza hukuku ve şekli ceza hukuku olarak da adlandırılmakta olup aralında yakın bir ilişki vardır.
1.2.2. Ceza İnfaz Hukukuyla İlişkisi
Ceza infaz hukuku, ceza yargılaması sonunda verilen ve kesinleşmiş bir hükümde yer alan ceza veya güvenlik tedbirlerine ilişkin yaptırımların uygulanmasına, bu kapsamda infazın başlamasına, yerine getirilmesine, gözetim ve denetimine dair kuralları kapsamaktadır.
Ceza infaz hukukunun asıl kaynağını, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun teşkil etmekte, bunun yanında İnfaz Hâkimliği Kanunu, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu, Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu gibi temel kanunlar, diğer kanunlardaki münferit infaz düzenlemeleri ile çeşitli tüzük ve yönetmelikler konuyla ilgili mevzuatı oluşturmaktadır. Bundan başka kesinleşmiş ceza ve güvenlik tedbirlerine mahkûmiyete ilişkin bilgilerin merkezi bir sicilde kaydını, tasnifini, değerlendirilmesini ve gerektiğinde paylaşımını düzenleyen Adli Sicil Kanunu ile buna ilişkin yönetmelikte ceza infaz hukuku kapsamında yer almaktadır. Maddi ceza hukuku, suç ve buna ilişkin yaptırımları konu alırken; ceza infaz hukuku, bu yaptırımların ne şekilde yerine getirileceğini ilişkindir. 1.2.3. Kriminolojiyle İlişkisi Ceza hukukunun, kriminoloji yani suç bilimiyle yakın bir irtibatı vardır. Kriminoloji bilimi suçun sebeplerini ampirik metotlarla araştırmakta, suçluluğa etkileri bakımından, çevresel faktörlerin yanı sıra sosyolojik, biyolojik ve psikolojik nedenleri incelemektedir[3]. Ceza hukuku, suçu hukuki bir perspektiften ele alırken; kriminoloji toplumda meydana gelen bir olay olarak incelemektedir. Suçluluğun nedenlerinin incelenmesi sonucunda elde edilen bilimsel veriler, kanun koyucunun suçların işlenmesini önleyici tedbirleri alması veya suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerde göz önünde tutulur. 1.3. Ceza Hukukunun Hukuki Değerleri Koruma Görevi Ceza hukuku bakımından suç, kanun koyucu tarafından ceza hukuku yaptırımına bağlanan fiil olarak tanımlanabilir. Ancak bu biçimsel tarif ile bir davranışın hangi tarzda oluşup da devletin onu cezalandırmasının haklı olacağı sorunu açıklığa kavuşmamaktadır. Suç tanımı yapma, anayasanın kanun koyucuya tanıdığı bir yetkidir. Ancak bu yetkinin varlığı, kanun koyucuya dilediği gibi herhangi bir davranışı suç haline getirmesi hakkını tanımamaktadır. Örneğin, “sakal bırakan kamu görevlisi hakkında altı ay hapis cezasına hükmolunur” şeklindeki suç düzenlemesinin kanunla yapıldı diye meşru sayılmaması gerekir. Bu nedenle, kanun koyucunun bir davranışı suç olarak tanımlaması ve ceza hukuku yaptırımlarına bağlamasını haklı kılacak bazı ilke ve ölçütlere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ilke ve ölçütler kanun koyucuya, hangi davranışı cezalandıracağı hangi davranışı cezasız bırakacağı bakımından yol gösterici olacaktır. Söz konusu ilke ve ölçütlerin neler olduğu ise, çoğulcu demokratik bir hukuk toplumunda ceza hukukunun görevinden hareketle ortaya konabilir. Günümüzde ceza hukukunun görevi, kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye almak suretiyle vatandaşların özgürlük ve barış içinde birlikte yaşamalarını sağlamaktır. Bu görevi kısaca “hukuki değerlerin korunması” olarak belirtebiliriz. TCK’nın 1. maddesinde de ceza kanunun temel amacı “Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.” şeklinde ifade edilmiştir. Belirtmemiz gerekir ki hukuki değerlerin korunması, sosyal düzenin ve barışın sağlanması sadece ceza hukukunun değil, diğer hukuk dallarının da görevidir. Hukuki değerlerin kaynağı, esas itibarıyla anayasadır. Ancak bu anayasanın, hukuk devleti ve onun özünü oluşturan insan haysiyeti değeri ile kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye alan bir nitelikte olması gerekir. Hukuki değerler ise, bireylerin özgürlük içinde gelişimi ve haklarını gerçekleştirme esaslarına dayanan bir devlet sisteminin işlemesi için gerekli olan, tüm olgular veya güdülen amaçlardır. Örneğin; hayat, vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlık, özel hayatın dokunulmazlığı, şeref ve mülkiyet hakkı vb. Ancak sadece bu tür bireysel hukuki değerler değil, etkin bir adli sistem, dürüst bir kamu idaresi, kamu barışı, güvenilir bir para, çevre gibi kamusal hukuki değerlerinde, bir toplumun barış içinde yaşamasını güvenceye almak için korunmaları gerekmektedir. Bu gayeyle yalan tanıklık, parada sahtecilik, rüşvet, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik (nefret suçları), çevreye karşı suçlar oluşturulmuştur. Kişinin özgürlük içinde gelişme hakkı ve sosyal düzenin kişi hak ve özgürlüklerine dayalı biçimde işlev görmesine hizmet etmeyen suçlar oluşturulmamalıdır. Bu nedenle, keyfi cezalandırmaya yönelik suçların oluşturulması, hukuki değerleri koruma görevi ile bağdaşmaz. Sadece ideolojik amaçları gerçekleştirmeye yönelik ceza hukuku düzenlemeleri ile de hukuki değerler oluşturulamaz[4]. Barış içinde bir arada yaşamayı zedelemeyen veya bir zarar meydana getirmeyen bir davranışın, kanun koyucu tarafından başka bir amaçla suç haline getirilmesi suretiyle, ceza hukukunun koruması gereken bir hukuki değer oluşturulamamalıdır. Örneğin bazı ülkelerde, herhangi bir tehlike doğurmasa ve aşağılama içermese dahi, tarihteki bazı olayların “soykırım olmadığını” ifade etmenin suç haline getirilerek, düşünceyi açıklama hakkı ihlaline yol açan düzenlemeler yapılması doğru değildir. Sadece moral değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle suç düzenlemelerine gidilmemelidir. Bu nedenle kişilerin karşılıklı rızası ile özel yaşam alanında gerçekleşen davranışlar suç olarak öngörülmemektedir. Yine ahlaki açıdan olumsuz görülebilmesine karşılık bazı davranışlar, başkalarının hakları ihlal etmediği için cezalandırılmamalıdır.
Bu nedenle, çocukların yer almadığı, şiddet içermeyen müstehcen yayınların yetişkinlere okunması, izlenmesi, satılması suç olmaktan çıkarılmıştır (TCK md. 226).
Aynı şekilde soyut yalan ahlaka aykırı bir davranış olmakla birlikte, ceza hukukunun müdahalesini gerektiren bir davranış değildir. Ancak yalanın başkasının haklarını ihlal etmesi veya belli biçimlerde söylenmesi durumlarında, yalan tanıklık, iftira dolandırıcılık gibi suçlar oluşabilecektir. Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, ceza ve güvenlik tedbirleri hukuki değerleri koruma işlevini görmekte; ancak, başkasının haklarını ihlal etmeyen bazı ahlaka aykırı davranışlara, ceza hukuku yaptırım uygulamamaktadır.
intihar insan haysiyeti değerini zedeleyici bir davranış olarak değerlendirilse dahi intihara teşebbüs eden kişi cezalandırılmamaktadır.
Bu nedenle suç işlemeye tahrik, mensup olunan din, ırk v.s dolayısıyla aşağılanma, hakaret gibi fiiller gibi suç olarak düzenlenmiştir.
Ceza Hukukunun Son Araç Oluşu (Ultima Ratio)
Ceza hukuku yaptırımları kişinin hak ve özgürlüklerine diğer hukuki yaptırımlara (medeni hukuk, idare hukuku vs.) oranla daha ağır müdahalelerde bulunmaktadır. Bu nedenle, ceza hukuku yaptırımlarına, diğer hukuk dallarının yetersiz kaldığı durumlarda, son çare olarak başvurulur. Eğer bir hukuki değer, o hukuki değeri ihlal eden bir davranışa karşı örneğin, tazminat yaptırımıyla korunabiliyorsa, o davranışın ceza hukuku yaptırımına bağlanması gerekmez. Bu husus ceza hukukunun “ son araç oluşu” (ultima ratio) şeklinde ifade edilir.
Ceza hukukuna zorunlu hallerde başvurulması, bu hukuk dalının görevinin hukuki değerlerin korunması yönünden yardımcı bir nitelikte olmasıyla sonuçlanmakta ve “ceza hukukunun yardımcılık niteliği” olarak adlandırılmaktadır.
Suç; maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurları kanunda öngörülmüş bir davranıştır. unsurların gerçekleşmesi durumunda suç oluşmakta, ancak ceza yaptırımının uygulanması bakımından suçu işleyen kişinin kusurlu olması gerekir. Diğer bir deyişle, suçun oluşması için kişinin kusurlu olması şart değildir. Şayet suçu işleyen söz gelimi akıl hastasıysa bu durumda kusurlu sayılmadığı için ceza yaptırımı uygulanmayacak, ancak işlediği suç dolayısıyla hakkında güvenlik tedbiri uygulanacaktır. Buna karşılık suçu işleyen kişinin kusurlu olduğu hallerde hem ceza hem güvenlik tedbir yaptırımı uygulanacaktır.
Dolayısıyla kusur suçun bir unsuru
değil, işlenen suç dolayısıyla suçu işleyenle ilgili olarak yapılan bir kınama
yargısıdır. Suçlarda özel hukukta tazminatı gerektiren haksız fiiller gibi bir
haksızlıktır. Ancak haksız fillerle suçlar arasında çeşitli açılardan
farklılıklar bulunmaktadır. Her suç için ayrı bir kanuni düzenleme yapılması
zorunlu olmasına karşılık, haksız filler için genel bir tanım yapılmıştır. Ceza
hukukunda şahsilik ve sübjektif sorumluluk ilkesi geçerli olmasına karşın; özel
hukukta başkasının fiilinden dolayı objektif sorumluluk mümkündür. Suçlara
ilişkin yaptırımlar ile haksız fiillere ilişkin yaptırımlar arasında nitelik ve
yerine getirme bakımından da farklılıklar bulunmaktadır. Kabahatler ise
suçlardan niteliksel olmaktan ziyade niceliksek olarak farklılık gösteren
haksızlıklardır. Kabahatler, Türk Ceza Hukuku Reformu öncesinde ceza kanununda
yer almakta ve suçlar ağırlıklarına göre cürüm ve kabahat olarak tasnif
edilmekteydi[5]. Ancak 1 Haziran 2005 yılında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
yürürlüğe girdikten sonra, bu ayrıma son verilmiş ve günümüz ceza hukukundaki
gelişmelere uygun olarak kabahatler suç olmaktan çıkarılmıştır. Kabahatler
bakımından ise, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu yapılmıştır. Kabahatler
Kanunu’nun 2. maddesinde “kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını
öngördüğü haksızlık” şeklinde yaptırımdan yola çıkılarak kabahat tanımlanmıştır.
Kabahatlere uygulanan idari yaptırımlar, idari para cezası ve idari
tedbirlerdir. Kabahatler Kanununda tüm kabahatler bakımından uygulanacak genel
hükümler ile bazı kabahat fillerine yer verilmiştir. Buna karşılık, idari para
cezası ve idari tedbirlerin öngörüldüğü kabahatler ise, Karayolları Trafik
Kanunu, Gümrük Kanunu, Çevre Kanunu gibi kanunlarda yer almaktadır. Bu
kanunlarda yer alan kabahat bakımından Kabahatler Kanunun genel hükümlerindeki
kurallar uygulanacaktır. Türk Ceza Hukukunda iki yaptırım türü bulunmaktadır.
Bu yaptırımlardan ilki cezadır. Ceza, suç teşkil eden bir haksızlığı işleyen ve
kusurlu olan bir kimseye kusurunun ağırlığına göre uygulanan bir yaptırımdır.
Türk Ceza Kanundaki cezalar ise, hapis cezası ve adli para cezasıdır. Ceza hukukumuzda
ikinci yaptırım türü ise, güvenlik tedbirlerdir. Güvenlik tedbirlerinin
müsadere, hak yoksunlukları, belirli bir kurumda gözetim altında tutulma gibi
pek çok türü vardır. Ceza yaptırımından farklı olarak, güvenlik tedbirine
hükmedilmesi için kişinin kusurlu olması gerekli değildir. Örneğin, 12 yaşından
küçük çocukların işledikleri suçlar dolayısıyla kusurlu sayılmadıklarından,
ceza sorumluğu bulunmamaktadır. Ancak bu çocuklar bakımından, Çocuk Koruma
Kanunundaki tedbirlere başvurulacaktır. Uygulamalar 1. Ultima Ratio kavramını
araştırınız. Uygulama Soruları 1. Ceza hukukunun ilişkili olduğu bilim
dallarını yazınız ve bunlarla olan bağlantılarını ortaya koyunuz. 2. Ceza
hukukunun görevini açıklayınız. Bölüm Özeti Bu bölümde, ceza hukukunun
kavramının ne olduğu ve ceza hukukunun tanımı ortaya konulmuştur. Ardından ceza
hukukunun yakın bilim dallarıyla ilişkisi çerçevesinde ceza muhakemesi hukuku,
kriminoloji ve ceza infaz hukukuna değinilmiştir. Nihayetinde ceza hukukunun
asli görevinin hukuki değerleri korumak olduğu belirtilerek ceza hukukunun son
araç oluşu (ultima ratio) ilkesinden bahsedilmiştir. Bununla birlikte, yaptırım
teorisi konusu altında detaylarını göreceğimiz ceza ve güvenlik tedbiri
kavramlarına genel bakış açısıyla bakılmıştır. Suçtan nicelik yönünden ayrılan
kabahat kavramı ortaya konulmuştur. Ünite Soruları Soru-1 : Kanunun 2.
maddesinde “kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü
haksızlık” şeklinde yaptırımdan yola çıkılarak tanımlanmıştır. Bu bilgi
aşağıdakilerden hangisine aittir? (A)
Kabahat (B) Suç (C) Ceza (D) İdari Yaptırım (E) Vergi Cezai Cevap-1 : Kabahat
Soru-2 : Ceza hukuku yaptırımları kişinin hak ve özgürlüklerine diğer hukuki
yaptırımlara (medeni hukuk, idare hukuku vs.) oranla çok daha ağır
müdahalelerde bulunmaktadır. Bu nedenle, ceza hukuku yaptırımlarına, diğer
hukuk dallarının yetersiz kaldığı durumlarda, en son çare olarak başvurulur. Bu
bilgi aşağıdaki latince terimlerden hangisine aittir? (A) sine qua non (B) ne bis in idem (C) veni
vidi vici (D) ultima ratio (E) pact sunt servanda Cevap-2 : ultima ratio Soru-3
: Ceza hukukunun birçok alanla ilgisi olan sui generis yani kendine özgür bir
hukuk dalıdır. Aşağıdakilerden hangisi ceza hukukunun yakın bir ilişkisinin olmadığı
bir hukuk dalıdır? (A) Viktimoloji (B)
Penoloji (C) Ceza Muhakemesi Hukuku (D) Biyoçoğrafya (E) Anayasa Hukuku Cevap-3
: Biyoçoğrafya Soru-4 : Aşağıdakilerden hangisi ceza hukukunun yaptırımlarından
biri değildir? (A) Müsadere Güvenlik
Tedbiri (B) Hapis Cezası (C) Adli Para Cezası (D) Kınama (E) Hak Yoksunluğu
Güvenlik Tedbiri Cevap-4 : Kınama Soru-5 : Günümüzde ceza hukukunun görevi,
kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye almak suretiyle vatandaşların özgürlük ve
barış içinde birlikte yaşamalarını sağlamaktır. Bu görevi kısaca “………….”
korumak olarak belirtebiliriz. Boşlukla bırakılan yer aşağıdakilerden
hangisiyle tamamlanmalıdır? (A) Suç (B)
Ceza (C) Hukuki Değer (D) Güvenlik Tedbiri (E) İdarenin Hakkı Cevap-5 : Hukuki
Değer Soru-6 : Ceza hukunun görevi nedir? Cevap: Günümüzde ceza hukukunun
görevi, kişi hak ve özgürlüklerini güvenceye almak suretiyle vatandaşların
özgürlük ve barış içinde birlikte yaşamalarını sağlamaktır. Bu görevi kısaca
hukuki değerleri korumak olarak belirtebiliriz. (Klasik) Soru-7 : Ceza
hukununun yaptırımlarını sayınız. Cevap: Hapis Cezası, Adli Para Cezası,
Güvenlik Tedbirleri (Klasik) Soru-8 : Maddi ceza hukukunun ilişkili olduğu
bilim dallarından üç adet örnek veriniz. Cevap: Kriminoloji, Ceza İnfa Hukuku,
Ceza Muhakemesi Hukuku (Klasik) Soru-9 : Ceza hukukunu tanımlamak geçmişte
kullanılan diğer ifadeleri sayınız. Cevap: Suç hukuku ve ceza ve güvenlik
tedbirleri hukuku (Klasik) Soru-10 : Ceza infaz hukunun kaynaklarından iki adet
örnek veriniz. Cevap: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun,
Denetimli Serbestlik Kanunu (Klasik)
2. CEZA TEORİLERİ
Ceza hukukunun iki tane yaptırımı var. biri ceza ; diğeri güvenlik
tedbiridir.
Ceza teorilerini; adaletçi ceza teorileri ve faydacı ceza teorileri
şeklinde ikiye ayıralım.
2.1. Adaletçi Teoriler (Mutlak Teoriler) Adaletçi teoriler,
"suçu işleyen kişi bir kötülük yaptı, ona bir kötülük yükletilerek,
yaptığının bedelini ödesin" der.
"Göze göz dişe diş" anlayışının gereği olarak, suçluya
verilen ceza ile işlediği haksızlığın kefaretini çekecektir. Bu nedenle cezanın
faydalı olup olmadığına bakılmaz, cezanın kendisi bir amaçtır.
Adaletçi teorilerin savunucularından ünlü felsefeci Hegel’ e göre, suçun
işlenmesi hukukun inkârı olup hukukunda bu inkârı inkâr ederek cevaplandırması
gerekir. Ancak bu şekilde hukuk düzeni ayakta kalacaktır.
Felsefenin en önemli isimlerinden biri olan Kant, cezanın "aklın kesin
emri" olduğunu ifade etmiştir. Suçluyu cezalandırmalıyız, çünkü bu aklın
kesin emri olan adaletin bir gereğidir diyen Kant, bu görüşünü gerekçelendirmek
üzere verdiği "ada" örneği şöyledir: Bir adada yaşayan bir halk, bir
daha adaya geri dönmemek üzere adayı terk ederek dünyanın farklı yerlerine
gitmeye karar verir. Adayı terk etmeden önce adadaki cezaevinde bulunun ölüm
cezası mahkumunun cezasının infaz edilmesi gerekir. Ada halkı dağıldığına göre
hiçbir fayda sağlamayacak olsa da, ceza adaletin bir gereği olarak infaz
edilmelidir.
Adaletçi teorilere getirilen eleştiriler şöyledir: Suçların önemli bir
bölümü aydınlatılamamaktadır. Suç işleyenlerin tümü yakalanamamakta dolayısıyla
işlenen tüm suçlar aydınlatılamamaktadır. Bu durumda adaletin mutlak bir
şekilde sağlanması mümkün değildir.
Faydacı Teoriler (Nispi Teoriler) Cezalandırmanın amacını cezadan
sağlanacak fayda ile izah etmektedirler. Ancak bu faydanın niteliği bakımından
biri özel önleme, diğeri genel önleme olmak üzere iki görüş ortaya atılmıştır.
Genel Önleme Teorisi: ceza ile caydırma düşüncesine dayanmaktadır. Bu
teoriye göre, cezanın kanunda var olması, suçların işlenmesi durumunda infaz
edileceğinin bilinmesi, insanlar üzerinde psikolojik bir zorlama etkisi
gösterecek, suç işleyecek kişileri suç işlemekten caydıracaktır.
Buna negatif genel önleme de denmektedir.
Suç işleyeni cezalandırırken asıl amaç suç işlemeyen kişileri korkutmak ve
caydırmak olduğundan, cezaların korkutucu, ağır olması gerekmektedir.
Filozof Kant bu durumu eleştirerek, insanının başkalarını caydırma amacı
için araç haline getirilerek bir obje konumuna indirgenmesinin, insan onuruna
aykırı olduğunu söylemiştir.
Diğer bir görüşe göre kişileri suç karşılığı verilen cezanın ağırlığından
ziyade yakalanma korkusu etkiler. Bu nedenle suçların süratle aydınlatılması,
adil bir biçimde yargılanıp cezanın infazı hem suç işlemekten caydıracak hem de
toplumun hukuka duyduğu güveni pekiştirecektir.
Özel Önleme Teorisi: cezadan sağlanacak faydayı; cezanın infazı ile suç
işleyenin işlediği suçtan dolayı pişmanlık duymasının sağlanıp, ıslah edilerek
topluma yeniden kazandırılmasında görmektedir. Bir yandan cezanın infaz
sürecinde, toplum tehlikeden korunmuş olacakken; infaz sonrasında ise, ıslah
edilerek yeniden sosyalleştirilmiş kişinin tekrar suç işlenmesinin önüne
geçilmiş olacaktır. Bu teoriye getirilen temel eleştiri, cezanın amacının ıslah
olması durumunda, cezanın miktarının ölçütü bakımından suç ve kusurun
ağırlığından ziyade failin kişiliği esas alınacak olması ve cezanın süresinin
ıslaha kadar devem etmesi gibi bir belirsizliğin ortaya çıkmasıdır. Hafif bir
suç işleyen kişi ıslahı güç diye, daha ağır suç işleyen ancak ıslahı kolay bir
kişiye göre daha uzun bir ceza infazına maruz kalabilecektir. 2.3. Uzlaştırıcı
Teori Uzlaştırıcı teoriler; adaletçi, özel önleme ve genel önleme görüşlerinin
bir sentezi olarak ortaya çıkmıştır. Etkili, yeniden topluma kazandırıcı ve
aynı zamanda caydırıcı ceza, adil ölçülü bir cezadır. Bu nedenle, suçların
mümkün olabildiğince uzun zaman geçmeden aydınlatılması, adil bir yargılama
sonucunda fail ve şeriklerin kusurlarıyla orantılı bir şekilde cezalandırılması
ve bunun etkin biçimde infaz edilmesi, hem suçlunun işlediği suçtan pişmanlık
duyup yeniden hukuk toplumuna dönmesine yol açacak, hem de "suç işleyenin
yanına kâr kalmıyor" düşüncesinin toplumda hakim olmasıyla genel önlemeyi
sağlayacaktır. 2.4. Cezanın Amaçları Bağlamında Türk Ceza Hukukundaki Düzenlemeler
Türk Ceza Kanunu hem adaletçi hem genel önleme hem özel önleme dediğimiz
faydacı teorilerin uzlaştıran düzenlemeleri içermektedir. Örneğin, kusurla
orantılı ceza bakımından Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesine göre alt ve üst
sınırlar arasında ceza belirlenirken failin kast veya taksirine dayalı kusurun
ağırlığı dikkate alınmalıdır. Kusurla orantılı ceza ölçütü adaletçi teorinin
bir yansımasıdır. Yine, Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesine göre hâkim, “failin
geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki
davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar
göz önünde bulundurarak ceza miktarını indirebilecektir.” Örneğin, bir
üniversiteli genç ilk kez suç işliyor ve işlendikten sonra da pişmanlık
gösteren davranışları göstermiş olsun. Hâkim bu hususları dikkate alıp cezada
indirim yaparak öğrencinin eğitim ve öğretimini tamamlayıp topluma
kazandırılması amacına yönelik bir karar verebilecektir. Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu'nun "infazda temel amaç"
başlıklı üçüncü maddesinin birinci fıkrasında Türk Ceza Adalet Sisteminde ceza
yaptırımlarıyla güdülen amaç veciz bir şekilde ifade edilmiştir: "Ceza ve
güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle
genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini
engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün;
yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve
toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu
kolaylaştırmaktır." Uygulamalar 1. Cezanın amaçları bağlamında Türk Ceza
Hukukundaki düzenlemeleri araştırınız.
Ünite Soruları
Soru-1 : Türk Ceza Hukukunda benimsenen teori aşağıdakilerden
hangisidir?
(A) Adaletçi Teori (B) Mutlak Teori (C) Genel Önleme Teorisi (D) Özel
Önleme Teorisi (E) Uzlaştırıcı Teori
Cevap-1 : Uzlaştırıcı Teori
Soru-2 : Adaletçi Teorinin savunucusu düşünürler kimdir? (A) Hegel – Kant
(B) Sokrates – Cicero (C) Cicero – Herakles (D) Eflatun – Farabi (E) Becceria -
Bentham
Cevap-2 : Hegel – Kant
Soru-3 : Bu teori, suçu işleyen kişinin bir kötülük yaptığı ve bu kötülüğe
karşı ona bir kötülük yükletilerek, yaptığının bedelini ödemesi gerektiğini
ileri sürer. Soruda bahsedilen teori aşağıdakilerden hangisidir? (A) Karma
Teori (B) Ceza Teorisi (C) Uzlaştırıcı Teori (D) Faydacı Teori (E) Adaletçi
Teori
Cevap-3 : Adaletçi Teori
Soru-4 : Meşhur ada örneğinin sahibi olan düşünür kimdir? (A) Hegel (B) Becceria (C) Kant (D) Bentham (E) Montesquie Cevap-4 : Kant Soru-5 : Bir adada yaşayan bir halk, bir daha adaya geri dönmemek üzere adayı terk ederek dünyanın farklı yerlerine gitmeye karar verir. Birlikte yaşamaktan vazgeçen halkın adayı terk etmeden önce adadaki cezaevinde bulunun ölüm cezası mahkumunun cezasının infaz edilmesi gerekir. Ada halkı dağıldığına göre hiçbir fayda sağlamayacak olsa da, ceza adaletin bir gereği olarak infaz edilmelidir. Yukarıda fikirlerine yer verilen düşünür aşağıdakilerden hangisidir? (A) Hegel (B) Sokrates (C) Kant (D) Cicero (E) Jescheck Cevap-5 : Kant Soru-6 : Bu teoriye göre, cezanın kanunda var olması, suçların işlenmesi durumunda infaz edileceğinin bilinmesi, insanlar üzerinde psikolojik bir zorlama etkisi göstererek, suç işleyecek kişileri suç işlemekten caydırmaktadır. Burada bahsedilen teori aşağıdakiler hangisidir? (A) Genel Önleme Teorisi (B) Mutlak Teori (C) Adaletçi Teori (D) Özel Önleme Teorisi (E) Uzlaştırıcı Teori Cevap-6 : Genel Önleme Teorisi Soru-7 : Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesine göre hâkim, “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurarak ceza miktarını indirebilecektir.” Ceza kanunumuzda yer alan bu düzenleme aşağıdakilerden hangisinin yansımasıdır? (A) Faydacı Teori (B) Nispi Teori (C) Genel Önleme Teorisi (D) Adaletçi Teori (E) Özel Önleme Teorisi Cevap-7 : Özel Önleme Teorisi Soru-8 : Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesine göre alt ve üst sınırlar arasında ceza belirlenirken failin kast veya taksirine dayalı kusurun ağırlığı dikkate alınmalıdır. Kusurla orantılı ceza ölçütü “………..” teorisinin bir yansımasıdır. Soruda verilen bilgiye göre boşlukla bırakılan kısmı doldurunuz. Cevap: Adaletçi Teori (Klasik) Soru-9 : Bu teori; adaletçi, özel önleme ve genel önleme görüşlerinin bir sentezi olarak ortaya çıkmıştır. Bahsedilen teorinin ismini yazınız. Cevap: Uzlaştırıcı Teori (Klasik) Soru-10 : Günümüzde Avrupa ülkelerinde cezalar çok ağır olmamasına rağmen, ölüm cezasının uygulandığı ABD' ye oranla suç işleme oranı daha düşüktür. Bu eleştiriler dolayısıyla “…………………..” olarak adlandırılan ikinci bir görüş ortaya çıkmıştır. Buna göre, bilimsel araştırmalar kişileri suç karşılığı verilen cezanın ağırlığından ziyade yakalanma korkusu olduğunu ortaya koymaktadır. Soruda yer verilen bilgiye göre boşluğa gelmesi gereken teorinin ismini yazınız. Cevap: Genel Önleme Teorisi (Klasik) 3. SUÇ POLİTİKASININ TEMEL İLKELERİ Giriş Devletin hukuki değerlerin korunması için alacağı tedbirler bakımından ceza hukukunda izleyeceği yol bakımından bir suç politikası olmalıdır. Demokratik, çoğulcu hukuk devletlerinde, suç politikası evrensel insan haklarında ve bu haklar paralelinde anayasanızda da kabul edilen değerlerden kaynaklanan ilkelere dayanmalıdır. Kanun koyucu suç ve ceza yaptırımlarıyla ilgili düzenlemelerinde suç politikasının bu ana ilkelerine uymak zorundadır. Günümüz demokratik hukuk devletlerinde suç politikasının temel ilkeleri; hukuk devleti, kusur ve insanilik (hümanizm) olarak adlandırılmakta ve bu ilkeler Anayasamız ile Türk Ceza Hukukunda da kabul edilmişti. 3.1. Hukuk Devleti İlkesi Hukuk devleti ilkesi, şekli ve maddi olmak üzere iki şekilde anlamlandırılmaktadır. Maddi anlamda hukuk devleti ilkesi, anayasal değerler sisteminin temel norm olarak insan haysiyetinin korunmasına dayanmakta ve ceza hukukunun içeriğinin oluşturulmasında dikkate alınması gereken ölçütleri ortaya koymaktadır. Bu ilkenin gereği olarak, ceza hukuku düzenleme ve uygulamalarında eşitlik ve orantılılığa uyulması, ceza hukuku yaptırımlarına toplumun barış içinde bir arada yaşamasını güvenceye almak bakımından ancak zorunlu olduğu anlarda başvurulması gerekmektedir. Bunların yanı sıra, ceza hukuku yaptırımlarının ve bunların infazının, zalimane veya aşağılayıcı nitelikte olmaması, bir davranışın cezalandırılabilirliğinin belirlenmesinde, önyargılar gibi duygusal gerekçelerden hareket edilmemesi; hâkimlerin kararlarında şahsi değer yargılarına değil, kanun koyucunun ortaya koyduğu ölçülere, objektif gerekçelere ve genel geçer bilgilere dayanılması sayılabilir. Şekli anlamda hukuk devleti ilkesi ise, kişi hak ve özgürlüklerine sınırlama getiren düzenlemelerin ancak biçimsel anlamdaki kanunlarla yapılabileceğini ifade etmektedir. Bu husus, temel hak ve özgürlüklere müdahale eden ceza muhakemesi işlem ve tedbirleri için de aynı şekilde geçerlidir. Hukuk devleti ilkesinin şekli garantileri en güçlü biçimde ceza hukuku alanında geçerli olmalıdır. Maddi ceza hukuku bakımından kanunilik ilkesinin tarihsel gelişim sürecinde, bu ilkeye bağlı olarak dört temel yasağın ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar; örf ve adet hukuku yasağı, geçmişe uygulama yasağı, kıyas yasağı ve belirsiz ceza kanunları koyma yasağıdır. Kanunilik ilkesi aynı zamanda diğer hukuk dalları açısından da önem taşır. Anayasamız da hukuk devleti bakımında çeşitli düzenlemeler öngörülmüş olup, ikinci maddesinde hukuk devleti Türkiye Cumhuriyetinin devletinin temel bir niteliği olarak kabul edilmiş ve beşinci maddede devletin temel amaç ve görevleri şöyle belirtilmiştir: Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır". 3.1.1. Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesi Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, suç sayılan fiillerin ve bunlarla ilgili yaptırımların önceden kanun tarafından açıkça belirlenmesi anlamına gelmektedir. Bu ilkenin dayandığı temel düşünce, cezalandırmanın suç soruşturma makamları ve mahkemelerin keyfiliğine bağlı olmaması ve ceza hukuku yaptırımlarının demokratik meşruiyeti olan kanun koyucu tarafından belirlenmesi gereğidir. TCK’nın 2/1 maddesinde, “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.” şeklindeki düzenleme ile suç ve cezaların ancak kanunla öngörülebileceği kabul edilmiştir. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesiyle ilgili olarak, belirli kural ve yasaklar vardır Bunlar; belirlilik kuralı, örf ve adete dayalı cezalandırma yasağı, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza yaptırımı koyma yasağı, kıyas yasağı ve geçmişe uygulama yasağıdır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi Anayasamızın 38. maddesinde düzenlenmiştir: "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur." 3.1.2. Örf ve Adete Dayalı Cezalandırma Yasağı Bu kurala göre, kişi salt örf ve adet hukukuna dayalı olarak cezalandırılamayacağı gibi kanunda öngörülenden daha ağır biçimde de cezalandırılamayacaktır. Bu kuralın gerekçesi, suçların ve ceza hukuku yaptırımlarının sadece demokratik meşruiyeti olan kanun koyucu tarafından belirlenmesi gerekliliğidir. Örf ve adet hukuku, ceza hukuku alanında sadece dolaylı kaynak olarak sınırlı bir uygulanma alanına sahiptir. TCK’nın 2/1 maddesinde de suçun ve ceza hukuku yaptırımlarının kanunda açıkça öngörülmüş olması gerektiği ifade edilmiş olduğundan örf ve adet hukuku esas alınarak kişi hakkında ceza hukuku yaptırımlarının uygulanması mümkün değildir. 3.1.3. Belirlilik İlkesi Kanunilik ilkesinin ortaya çıkardığı önemli temel bir kural, belirlilik ilkesi olarak adlandırılmakta olup bu ilke belirsiz ceza kanunları yapma yasağını ortaya çıkarmaktadır. Buna göre suç tanımları ve hukuki sonuçlarının, çok genişletilebilir kavramlardan kaçınılarak mümkün olabildiğince net bir biçimde yapılması ve ceza miktarlarına ilişkin alt ve üst sınırlar arasındaki aralığın aşırı biçimde açık olmaması gerekir[7]. Belirlilik kuralı ile halkın temsilcisi olan kanun koyucunun iradesinin kanun metinlerinde açık bir biçimde ifadesini bulması ve bu suretle hâkimin sübjektif-keyfi kararlarının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Belirsiz kanunların varlığı halinde, devletin cezalandırma yetkisi güvenceli bir şekilde sınırlanmış olmayacaktır. Bu durumda ise vatandaşlar, keyfiliğe karşı korumasız kalacak ve ceza hukukunun güvence fonksiyonu etkin bir şekilde işlev görmeyecektir. Hâkime çok geniş-sübjektif bir yorum alanının oluşturulması, aynı zamanda yasama alanına bir müdahale etkisi doğuracağından kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırı bir durum ortaya çıkmış olacaktır. Bu nedenle ceza hâkiminin kararlarının kanuna uygunluğunun etkin bir biçimde denetlenebilir olması gerekmekte olup böyle bir denetim, ancak belirlilik kuralına uygun kanunlarla iyi bir biçimde yapılabilecektir[8]. Suçlara ilişkin kanun hükümlerinin açık ve seçik nitelik göstermesi, çok genişletilebilen ve farklı anlamlara gelen kavramlar kullanılmaması gereğini karşılaması bakımından TCK’nın 2/1 maddesinde, “açıkça” terimine yer verilmiştir. 3.1.4. Kıyas Yasağı Kıyas yasağı, suç ve ceza hukuku yaptırımı içeren düzenlemelerin yorumunda söz konusudur. Kıyas, bir olaya ilişkin hukuk kuralının kanun tarafından düzenlenmemiş benzer bir olaya uyarlanması, diğer bir deyişle “yeni bir hukuk kuralının yaratılması” anlamına gelmektedir. Kıyas yasağı ile suç ve ceza yaptırımı içeren düzenlemelerdeki boşlukların yorum yoluyla doldurulmasının önlenmesi amaçlanmaktadır. Çünkü herhangi bir boşluğun söz konusu olması halinde, kanunilik ilkesi gereğince bunu ancak kanun koyucunun gidermesi gerekir[9]. 765 sayılı mülga TCK’da kıyas yasağı, kanunda açıkça öngörülmemekle birlikte kanunilik ilkesiyle ilgili hükümlerin bir sonucu olarak kabul edilmekteydi. Ancak kıyas yasağının kapsamının kanunen belirlenmemesi dolayısıyla, mahkemeler genişletici yorum adı altında kıyasa varan uygulamalar yapmaktaydılar. Bu uygulamalarla kıyas yasağı dolanılmaktaydı. İşte bu nedenledir ki, yeni Türk Ceza Kanunu’nun 2/3. maddesinde, hem kıyas yasağı ilkesi, “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz.” şeklinde öngörülmüş; hem de “Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” hükmüyle kıyas yasağının kapsamı belirlenmiştir. Böylece kanunilik ilkesinin güvence fonksiyonunun etkin bir biçimde gerçekleşmesi amaçlanmıştır. 3.1.5. Geçmişe Yürüme Yasağı İşlendiği zaman ceza hukuku yaptırımı gerektirmeyen bir fiil, yeni çıkarılan bir kanunla geçmişe yürürlü olarak ceza yaptırımı altına alınamaz. Aynı şekilde işlendiği zamanın kanununda ceza yaptırımı gerektiren bir fiil hakkında önceki kanunda öngörülen yaptırımdan daha ağır bir yaptım öngören kanun, geçmişe yürürlü olarak uygulanamaz. Kanunilik ilkesinin bu gerekleri Türk Ceza Kanunu’nda, “İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.” şeklinde öngörülmüştür (TCK md. 7/1). Geçmişe yürüme yasağının kişinin aleyhine sonuç doğurması halinde, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” (TCK md. 7/2) hükmünün uygulanması söz konusu olup bu hükümle birlikte lehe durum doğuran kanunlar geçmişe etkili olarak uygulanabilecektir. İnfaz rejimine ilişkin kanunlar bakımından ise derhal uygulama ilkesi kabul edilmiş olup bu tür düzenlemeler, yürürlüğe girdiği andan itibaren sadece ileriye doğru uygulanacaktır. Örneğin; yeni bir kanunla cezaevlerinde izin sürelerinin kısaltılması halinde bu kanun derhal uygulanacaktır. Ancak hürriyeti bağlayıcı ceza niteliği gösteren yaptırımlar ile bu tür cezaların süresine ilişkin düzenlemeler, tedbir veya infaz hükmü niteliğinde olsalar dahi geçmişe yürüme yasağı ve lehe uygulama ilkesine tabidirler: “Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.” (TCK md. 7/3). Mülga Türk Ceza Kanunu döneminde, geçici ve süreli kanunlara ilişkin zaman bakımından uygulama konusunda çeşitli tartışmalar bulunmaktaydı. Bu konuda mülga Kanun’da açık kanuni bir düzenlemenin olmaması, hukuk güvenliği bakımından ciddi bir sorun teşkil etmekteydi. Geçici kanun sürecinde suç işleyen kişi, daha sonra kanun ortadan kaldırılınca, kanunun uygulanamayacağını iddia etmekteydi. Bu sorun, yeni Kanun’da bir düzenleme yapılmak suretiyle çözüme kavuşturulmuştur. Bu düzenlemeye göre, bir suçun geçici veya süreli bir kanunun yürürlükte olduğu esnada işlenmesi halinde bu suç hakkında o suçla ilgili geçici veya süreli kanunun uygulanmasına devam edilecektir (TCK md. 7/4). 3.1.6. İdarenin Düzenleyici İşlemleriyle Suç ve Ceza Koyma Yasağı Kanunilik ilkesine aykırılık bakımdan Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen hayati önemli bir yenilik de “İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.” (TCK. md. 2/2) şeklindeki düzenlemedir. Buna göre suç ve ceza, ancak TBMM’nin yasama tasarrufuyla konulabilecektir. Bu yetki hiçbir şekilde idareye devredilemez. Bu maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, “beyaz hüküm[10]”, “açık ceza normu”, “çerçeve kanun” olarak adlandırılan düzenlemelerle bilhassa suç tanımlarının yapılmasının önüne geçilmek istenmiştir. Sonuç olarak, yürütme organı tarafından çıkarılan, cumhurbaşkanlığı kararnamesi, tüzük, yönetmelik, genelge gibi idarenin düzenleyici işlemleriyle suç düzenlenemez ceza veya güvenlik tedbiri koyulamaz. 3.2. Kusur İlkesi Kusur ilkesi, ilk olarak işlenen bir suç nedeniyle kişinin ancak kusurlu olması halinde cezalandırılabileceğini ifade eder. Bu anlamda kusur ilkesinin cezayı temellendiren bir işlevi vardır. Kişinin işlediği suçla bağlantılı olarak kusurlu olmaması halinde kişi hakkında yalnızca güvenlik tedbirlerine başvurulabilir. İlkenin ikinci işlevi ise, kişinin kusuruyla orantılı olarak cezalandırılabilmesidir. Bu açıdan kusur ilkesi, cezayı sınırlandıran bir ölçüt olup adil cezalandırmanın sağlanmasına hizmet eder. Özellikle kişilerin suç işlemekten caydırılmaları, genel önlemenin sağlanması gibi gerekçelerle, toplumda cezaların aşırı biçimde artırılması talepleri ortaya çıkabilmektedir. Ancak kanun koyucunun kusur ilkesini bu noktada dikkate alarak, kişinin kusuruyla orantısız cezalandırmaya yönelik düzenlemeler yapmaması gerekir. TCK’da somut cezanın tayininde kusurun ağırlığı, temel ölçülerden biri olarak kabul edilmiştir. Somut cezanın belirlenmesinde hâkim, TCK’nın 61/1 maddesinde belirtilen nedenleri göz önünde bulundurmak suretiyle işlenen suç tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirlerken “failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını” dikkate alacaktır. Kusur ilkesi, Anayasamızda cezaların şahsiliği (AY md. 38/7) ilkesi kapsamında kabul edilmekte ve aynı zamanda kişinin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağını da ifade etmektedir. Bunun bir gereği olarak TCK’da tüzel kişilerin ceza sorumlulukları kabul edilmemiştir. Kusurlu davranma ancak gerçek kişiler bakımından söz konusudur. Bu durum Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesinde "Ceza sorumluluğu şahsîdir, Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz." Belirtmemiz gerekir ki, tüzel kişiler bakımında ceza şeklideki yaptırımların uygulanamamasına karşılık, tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar nedeniyle belli koşullarda tüzel kişiye yönelik yaptırım olarak yalnızca kanunda öngörülen güvenlik tedbirleri uygulanabileceği düzenlenmiştir (TCK md. 20/2). Diğer yandan, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki kusursuz sorumluluk hallerine ilişkin düzenlemeler kusursuz ceza olmaz ilkesinin bir gereği olarak yeni Türk Ceza Kanunu’nda yer verilmemiştir. Örneğin, Türk Ceza Kanunu’nun “neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesinde ise, “bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.” denilmektedir. Bir kanunda kusur ilkesinin en temel göstergelerinden biri, o kanunda haksızlık hatasına yer verilip verilmediğidir. TCK’nın 30. maddesine 4. fıkra olarak eklenen “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.” hükmü ile kusur ilkesinin bu önemli gereği yerine getirilmiştir. 3.3. Hümanizm İlkesi Hümanizm ilkesi, cezaya hükmedilirken ve bu cezanın infazı sırasında mahkûmun durumunun gözetilmesini, suç işleyen kişinin yeniden sosyalleştirilip topluma kazandırılmasını amaçlar (CGİK md.3). Bu ilke uyarınca kimse, insan haysiyetiyle bağdaşmayan cezaya ya da muameleye tabi tutulamaz (AY md.17), ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz (CGİK md.2/2). İşkenceye, ölüm cezasına, süresiz hak yoksunluklarına veya hadım ya da el ayak kesmek gibi bedeni cezalara yer verilmemesi, hümanizm ilkesinin bir gereğidir. Türk Ceza Hukuku Reformu kapsamındaki kanunlarda "işkenceye sıfır tolerans" anlayışıyla çeşitli düzenlemeler yapılmış ve geçmiş dönemlerde özellikle delil toplamak amacıyla uygulanan sistematik işkence uygulamalarının önüne geçilmiştir. Bu durum, Anayasamızın 17. maddesinde hümanizm ilkesi "Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz." şeklinde ifade edilmişken; 38. maddede ise, ölüm cezasının verilemeyeceği öngörülmüştür. Uygulamalar 1. Suç Politikasının Temel İlkelerine İlişkin Pozitif Mevzuatta Yer Alan Örnekleri Açıklayınız. Uygulama Soruları 1. Suç Politikasının Temel İlkeleri Nelerdir Açıklayınız. Bölüm Özeti Suç politikasının anlamı ve bu bağlamda Anayasamız ile Türk Ceza Kanununda öngörülen Hukuk devleti ilkesinin sonucu olan suçta ve cezada kanunilik ilesi bu ilkeye bağlı olarak ortaya çıkan kural ve yasaklar açıklanmış, kusur ve hümanizm ilklerinin anlamı ve bu ilkelere ilişin kanuni düzenlemeler izah edilmiştir. Ünite Soruları Soru-1 : Hukuk devletine ilişkin aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? (A) Hukuk devleti ilkesi, şekli ve maddi olmak üzere iki şekilde anlamlandırılmaktadır. (B) Maddi anlamda hukuk devleti ilkesi, anayasal değerler sisteminin temel norm olarak insan haysiyetinin korunmasına dayanmakta ve ceza hukukunun içeriğinin oluşturulmasında dikkate alınması gereken ölçütleri ortaya koymaktadır. (C) Şekli anlamda hukuk devleti ilkesi ise kişi hak ve özgürlüklerine sınırlama getiren düzenlemelerin ancak biçimsel anlamdaki kanunlarla yapılabileceğini ifade etmektedir. (D) Maddi ceza hukuku bakımından kanunilik ilkesinin tarihsel gelişim sürecinde, bu ilkeye bağlı olarak dört temel yasağın ortaya çıktığı görülmektedir. (E) Kanunilik ilkesi sadece ceza hukuku bakımından geçerlidir. Cevap-1 : Kanunilik ilkesi sadece ceza hukuku bakımından geçerlidir. Soru-2 : Aşağıdakilerden hangisi kanunilik ilkesinin sonuçlarından biri değildir? (A) Belirlilik Kuralı (B) İnsan Onuruna Aykırı Cezalandırmama (C) İdarenin Düzenleyici İşlemleriyle Suç ve Ceza Yaptırımı Koyma Yasağı (D) Kıyas Yasağı (E) Geçmişe Uygulama Yasağı Cevap-2 : İnsan Onuruna Aykırı Cezalandırmama Soru-3 : Kıyas yasağına ilişkin aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? (A) Kıyas yasağı, suç ve ceza hukuku yaptırımı içeren düzenlemelerin yorumunda söz konusudur. (B) Kıyas, bir olaya ilişkin hukuk kuralının kanun tarafından düzenlenmemiş benzer bir olaya uyarlanması, diğer bir deyişle “yeni bir hukuk kuralının yaratılması” anlamına gelmektedir. (C) Kıyas yasağı ile suç ve ceza yaptırımı içeren düzenlemelerdeki boşlukların yorum yoluyla doldurulmasının önlenmesi amaçlanmaktadır. (D) Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanabilir. (E) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulamasında kıyas yapılamaz. Cevap-3 : Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanabilir. Soru-4 : Aşağıdakilerden hangisi suç politikasının ana ilkerine ilişkin bir kavram değildir? (A) Kıyas (B) Belirlilik (C) Kanunilik İlkesi (D) Hukuk Devleti (E) Ne bis in idem Cevap-4 : Ne bis in idem Soru-5 : Hümanizm ilkesine ilişkin aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? (A) Bu ilke uyarınca kimse, insan haysiyetiyle bağdaşmayan cezaya ya da muameleye tabi tutulamaz. (B) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimhane uygulamalarda bulunulamaz. (C) Aşağılıyıcı ve onur kırıcı davranışlar humanizm ilkesiyle bağdaşmaz. (D) İşkenceye, ölüm cezasına, süresiz hak yoksunluklarına veya hadım ya da el ayak kesmek gibi bedeni cezalara yer verilmemesi, hümanizm ilkesinin bir gereğidir. (E) Hümanizm ilkesinin gereği olarak ikrara elde etmek için işkence altında ifade alınabilir. Cevap-5 : Hümanizm ilkesinin gereği olarak ikrara elde etmek için işkence altında ifade alınabilir. Soru-6 : Aşağıdakilerden hangisi suç politikası ilkelerinden birisidir? (A) Kusur ilkesi (B) Nemo tenatur ilkesi (C) Çifte değerlendirme yasağı (D) Non bis in idem ilkesi (E) Resen araştırma ilkesi Cevap-6 : Kusur ilkesi Soru-7 : Hümanizm ilkesiyle aşağıdakilerden hangisi çelişir? (A) Ölüm yasağının kanunda yer alması (B) İşkencenin yasaklanması (C) Hadım cezası verilememesi (D) Süresiz hak yoksunluğunun kaldırılması (E) Zalimane davranışların suç olarak düzenlenmesi Cevap-7 : Ölüm yasağının kanunda yer alması Soru-8 : Aşağıdakilerden hangisi kanunilik ilkesinin sonuçlarından biri değildir? (A) Örf-adetle suç koyma yasağı (B) Kıyas yasağı (C) Geçmişe yürüme yasağı (D) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ihdas etme yasağı (E) Aleyhe bozma yasağı Cevap-8 : Aleyhe bozma yasağı Soru-9 : Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz’’ ifadesi aşağıdaki ilkelerden hangisiyle daha yakın ilişki içindedir? (A) Kusur ilkesi (B) Hümanizm ilkesi (C) Hukuk devlet ilkesi (D) Kıyas yasağı ilkesi (E) Ultima ratio ilkesi Cevap-9 : Hümanizm ilkesi Soru-10 : Aşağıdakilerden hangisi ceza verilmesinin ve cezanın orantılı olmasının temel sebebidir? (A) İntikam Alma (B) Hakkaniyet (C) Caydırıcılık (D) Kusurluluk (E) İnsanilik Cevap-10 : Kusurluluk 4. CEZA HUKUKUNUN KAYNAKLARI Giriş Ceza hukukunun kaynakları doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki başlık altında toplanmaktadır. Bu tasnif kaynakların doğrudan olaya uygulanabilirliğine bağlı olarak yapılmaktadır. Doğrudan kaynaklar bağlayıcılığı olan ve olaylara doğrudan uygulanabilir kaynak olarak nitelendirilirken; dolaylı kaynaklar ise, doğrudan uygulanan kaynakların içeriğinin anlaşılmasında kullanılan ve bağlayıcılığı olmayan yardımcı kaynaklar olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda anayasa, kanun ve milletlerarası sözleşmeler doğrudan kaynak olarak; mahkeme içtihatları ve doktrin ise, dolaylı kaynak olarak kabul edilmektedir[11]. 4.1. Doğrudan Kaynaklar Doğrudan kaynaklar; anayasa, kanunlar, milletlerarası sözleşmeler olarak 3 başlığa ayrılmaktadır. 4.1.1. Anayasa Yürürlükte olan 7 Kasım 1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ceza hukukunun kaynaklarının başında gelmektedir. Ceza hukuku ile ilgili önemli esaslar olarak kabul edilen; suçta ve cezada kanunilik ilkesi, masumiyet karinesi, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ve hukuka aykırı elde edilen delile dayanma yasağı gibi ilkeler Anayasada yer bulmuştur. Bunların dışında ceza kanunlarının zaman bakımından uygulanması, genel müsadere yasağı, ölüm cezasının kaldırılması gibi temel prensipler Anayasada yer verilmiştir[12]. Kişinin kendisinin veya yakınlarının aleyhine olarak açıklama yapmaya ve delil göstermeye zorlanamayacağı, kişiye işkence ve eziyet edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkı gibi temel kurallara Anayasa’da yer verilmiştir[13]. Normlar hiyerarşisinde en üstte bulunan Anayasa’da bulunan bu temel esaslar ceza hukuku alanına doğrudan uygulanabilmekle birlikte ceza hukukuna ilişkin herhangi bir düzenlemenin de sınırlarını ve güvencelerini oluşturmaktadır. 4.1.2. Kanunlar Ceza hukukunun suç ve ceza yaptırımlarına ilişkin temel kaynağı Türk Ceza Kanunudur. Türk Ceza Kanunu genel hükümler ve özel hükümler olmak üzere iki ana bölüme ayrılmaktadır. Bu ana bölümlerden ilki "birinci kitap" başlığını taşımakta ve bu başlık altında "genel hükümler" yer almaktadır. "İkinci Kitap" başlığı altında ise kasten öldürme kasten yaralama, cinsel saldırı, hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet, çeşitli suçların düzenlendiği "özel hükümler" öngörülmüştür. Belirtmemiz gerekir ki, suçların tümü ceza kanunda öngörülmemiştir. Orman kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, Bankacılık Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu gibi pek çok kanunda suç düzenlemeleri vardır[14]. Bunlar "özel ceza kanunları" veya "yan ceza kanunları" olarak adlandırılmaktadır. Bu noktada önemli bir kural, Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümlerinin bu yan ceza kanunlarındaki suç düzenlemeleri bakımından da uygulanacağıdır[15]. Bu husus "Özel Kanunlarla İlişki" başlığı altında Türk Ceza Kanunun 5. maddesinde şöyle düzenlenmiştir: "Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır." Ceza Muhakemesi Kanunu suçlarla ilgili muhakeme bakımından, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu ceza hukuku yaptırımlarının infazı bakımından temel kanun 'dur. Bu temel kanunlar dışından ceza hukukuyla doğrudan ilgili pek çok kanun vardır. Örneğin; 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, 5230 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu. 4.1.3. Milletlerarası Sözleşmeler Usulüne uygun olarak yürürlüğü konan Milletlerarası sözleşmeler de Türk Ceza Hukukunun doğrudan kaynaklarından birini oluşturmaktadır[16]. Bu doğrultuda TBMM’nin onayladığı sözleşmeler, Cumhurbaşkanının onaylamasıyla birlikte yürürlüğe girip bağlayıcılık kazanır. Bu husus Anayasanın 90/5. maddesinde açıkça ifade edilmektedir: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Türkiye Cumhuriyeti birçok milletlerarası sözleşmeye taraftır. Bu sözleşmelerin bazılarını uygulayabilmek adına ayrı bir kanuni düzenleme gerekirken bazıları herhangi bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmaksızın Anlayasının 90. maddesi uyarınca doğrudan uygulanabilir niteliktedir. Ceza hukukunun doğrudan kaynakları olarak adlandırılan bazı önemli Milletlerarası sözleşmeler şöyledir[17]; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi Medeni ve Siyasi Hakları Sözleşmesi Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi Avrupa Konseyi İnsan Ticaretine Karşı Eylem Sözleşmesi Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Sözleşmesi ve Ek Protokolleri Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi Ceza hukuku uygulaması bağlamında özellikle işaret edilmesi gereken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve yetkili mahkemesi olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olması hasebiyle sözleşmece korunan hakları ihlal edilen vatandaşlar; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurabilir. Mahkeme’nin vereceği karar Türkiye hakkında bağlayıcı olacaktır. Ancak Mahkeme’ye başvurabilmek için öncelikle iç hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir. 2012 itibariyle bu iç hukuk yollarının içerisine Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Yolu da eklenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa tarafından korunan hakların ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru yapılmaksızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat edilemez. 4.2. Dolaylı Kaynaklar Yukarıda anlatılan doğrudan kaynaklar somut olaylara direkt uygulanabilir niteliktedir. Dolaylı kaynaklar ise soyut olan kanun hükmünün somut olaya uygulanmasında kullanılan yardımcı araçlar olarak nitelendirilebilir. Doğrudan kaynakların bağlayıcılığı söz konusu iken, dolaylı kaynaklar bağlayıcı olmayıp, hâkimin karar verme aşamasında göz önünde bulundurması gereken kaynaklardır[18]. 4.2.1. Yargı Kararları Yargı kararları sadece ilişkili olduğu olaylarla ilgili sonuç doğurmaktadır. Bundan dolayı aynı nitelikte olsa bile başka bir olaya ilişkin gerçekleşen yargılamada bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Yargıtay içtihatları, kanun hükümlerinin belirli bir olay ışığında değerlendirilmesini noktasında önem taşımaktadır. Bundan dolayı mahkeme karar verirken bu değerlendirmeyi göz önünde bulundurabilir lakin bu değerlendirmenin herhangi bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bunun bir istisnası Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından benzer hukuki konuların tek bir karar altında birleştirilmesi noktasında verilen içtihadı birleştirme kararlarıdır. Bu kararların mahkemeleri bağlayıcı özelliği bulunmaktadır[19]. Bu kararlar Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından değiştirilebilir veya kaldırılabilir. Bunun yanında karara konu olan durumla ilgili bir kanuni düzenleme yapıldığı nokta da işlevsiz de kalabilir[20]. 4.2.2. Doktrin Ceza hukukunun yardımcı kaynaklarından bir diğeri ise ceza hukuku ile ilgili bilimsel çalışmalardır. Bu bilimsel çalışmaların tümünü ceza hukuku doktrini olarak adlandırmaktayız. Doktrin bir yandan kanunların uygulanmasındaki sorunları bilimsel yöntemlere uygun olarak analiz ederek kanun yapma sürecinde kanun koyucuya bilimsel veriler sağlamakta, diğer yandan kanunların temelinde yatan teorik esasları ortaya koyarak uygulamacının kanunları yorumlamasında yol gösterici olmaktadır. Uygulamalar 1. Türk Ceza Hukukunda doktrinin uygulamadaki yerini araştırınız. Uygulama Soruları 1. Doğrudan ve dolaylı kaynakları nitelikleri bakımından karşılaştırınız. Bölüm Özeti Türk Ceza Hukukunun kaynakları hakkında bilgi verildi. Bu kapsamda doğrudan ve dolaylı kaynaklar açıklandı. Bu kaynaklara örnekler verilerek karşılaştırıldı. Ünite Soruları Soru-1 : Türk Ceza Hukukunun doğrudan kaynaklarından biri olan Milletlerarası sözleşmelerin direk uygulanabilirlik niteliği hangi kaynaktan sağlanmaktadır ? (A) 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu (B) Anayasa (C) 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu (D) 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu (E) 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Cevap-1 : Anayasa Soru-2 : Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu kaç yılında açılmıştır ? (A) 2010 (B) 2011 (C) 2012 (D) 2013 (E) 2014 Cevap-2 : 2012 Soru-3 : Türk Ceza Kanununun özel kanunlarla olan ilişlki Türk Ceza Kanununun hangi maddesi kapsamında düzenlenmiştir? (A) 5. Madde (B) 7. Madde (C) 81. Madde (D) 83. Madde (E) 103. Madde Cevap-3 : 5. Madde Soru-4 : Bilimsel çalışmalar Türk Ceza Hukukunun dolaylı kaynaklarından hangisi kapsamında değerlendirilmektedir? (A) İçtihat (B) Yargı Kararları (C) Kanunlar (D) Doktrin (E) İçtihadı Birleştirme Kararları Cevap-4 : Doktrin Soru-5 : Benzer hukuki konuların tek bir karar altında birleştirilmesiyle oluşan Türk Ceza Hukukunun dolaylı kaynaklarından biri olan kavram aşağıdakilerden hangisidir? (A) İçtihat (B) Yargı Kararları (C) Kanunlar (D) Doktrin (E) İçtihadı Birleştirme Kararları Cevap-5 : İçtihadı Birleştirme Kararları Soru-6 : Türk Ceza Hukukunun doğrudan kaynaklarını belirtiniz. Cevap: Doğrudan kaynaklar; anayasa, kanunlar, milletlerarası sözleşmeler olarak belirtilmektedir. (Klasik) Soru-7 : Türk Ceza Hukukunun dolaylı kaynaklarını belirtiniz. Cevap: Yargı kararları ve doktrin Türk Ceza hukukunun dolaylı kaynaklarını oluşturmaktadır. (Klasik) Soru-8 : Ceza hukukunun doğrudan kaynakları olarak adlandırılan önemli Milletlerarası sözleşmelerden 3 tanesini belirtiniz. Cevap: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasi Hakları Sözleşmesi önemli milletlerarası sözleşmelerden bazılarını oluşturmaktadır. (Klasik) Soru-9 : Anayasada yer alan ve ceza hukukuyla doğrudan ilişkili olan ilkelerden 3 tanesini belirtiniz. Cevap: Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, masumiyet karinesi, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi Anayasada düzenlenen ve Ceza hukukuyla alakalı temel ilkelerdendir. (Klasik) Soru-10 : Ceza hukukunun dolaylı kaynaklarından biri olan doktrinin işlevini belirtiniz. Cevap: Doktrin bir yandan kanunların uygulanmasındaki sorunları bilimsel yöntemlere uygun olarak analiz ederek kanun yapma sürecinde kanun koyucuya bilimsel veriler sağlamakta, diğer yandan kanunların temelinde yatan teorik esasları ortaya koyarak uygulamacının kanunları yorumlamasında yol gösterici olmaktadır. (Klasik) 5. TÜRK CEZA HUKUKU REFORMU Giriş Türkiye, özellikle Avrupa Birliğine üye olmak amacıyla başta Anayasa olmak üzere tüm mevzuatında köklü değişikliklere gitmiştir. Bu değişiklerden en kapsamlısı ceza hukuku alanında yapılmış olup, bu yenileşme ve değişim süreci Türk Ceza Hukuku Reformunu oluşturmaktadır. Söz konusu reformun değerlendirilmesinin önceki derslerimizde anlattığımız suç politikasının ana ilkeleri bakımımdan yapılması gerekmektedir. Böyle bir değerlendirme bakımından ise, öncelikle Türkiye’deki ceza hukuku değişim ve uygulamalarının tarihsel gelişiminin de göz önünde tutulması zorunludur. Ülkemizde modern anlamda ceza hukuku alanında kanunlaştırma hareketlerinin Tanzimat Dönemi ile başladığı kabul edildiğinden, biz de, tarihsel gelişime ilişkin açıklamalarımızı bu dönemden itibaren başlayarak yapacak akabinde, 1 Haziran 2005 Reformu olarak da adlandırılan Türk Ceza Hukuku Reformunu ve reformun neler getirdiğini ele alacağız. 5.1. Tanzimat ve 1876 Anayasası Dönemi Türkiye’de modern anlamda kanunlaştırma hareketleri ile diğer ülkelerden kanunların iktibas edilmesi, ceza hukuku bakımından da, Tanzimat dönemi ile başlamıştır. Bu dönemin en önemli belgeleri ise 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve 1851 Islahat Fermanıdır. Bu fermanlarda kanun önünde eşitlik ilkesi, hayat hakkı, mülkiyet hakkı ile “ırz ve namus” güvenliği, kanunilik ilkesi, adil ve aleni yargılama ilkesi, cezalara yalnızca kanunla kurulmuş mahkemeler tarafından hükmedilebileceği gibi temel haklara ve ceza hukukuna ilişkin temel ilkelere yer verilmişti. Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nda, çıkarılacak kanunlara aykırı davrananların cezalarının tespit edilmesi amacıyla ayrıca bir ceza kanununun çıkarılacağı açıklanmıştır. Fermandaki bu talimatın gereği olarak ilk başta 3 Mayıs 1840 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu ve daha sonra bu kanundaki eksiklikleri gidermek üzere de 14 Temmuz 1851 Tarihli yeni bir ceza kanunu yapılmıştır. 9 Ağustos 1858 tarihli, “Ceza Kanunname-i Hümayunu” ise, Islahat Fermanında yer alan talimat gereği çıkarılmış olup büyük ölçüde 1810 Fransız Ceza Kanunu’ndan iktibas edilerek yürürlüğe konulmuştur. Cumhuriyetin kurulması ve 1926 Türk Ceza Kanunu’nun kabul edilmesine kadar yürürlükte kalan 1858 Ceza Kanunu, önceki iki kanundan farklı olarak genel ve özel hükümler bölümlerini içermesi nedeniyle, modern ceza hukuku kurumlarının oluşturulması ve uygulanmasında önemli bir dönüm noktası sayılmaktadır[21]. Ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerin yer aldığı ilk Anayasa ise, klasik bireysel hakların Tanzimat Fermanlarına göre daha kapsamlı biçimde yer verildiği 1876 Kanun-i Esasi’dir. Kişi özgürlüğü, kişi dokunulmazlığı, kimsenin kanunun gösterdiği koşullar dışında cezalandırılamayacağı ve konut dokunulmazlığı gibi hakların öngörüldüğü, her türlü eziyet, işkence, müsadere ve angaryanın yasaklandığı[22] 1876 Anayasasında, özellikle bağımsız yargılamayı sağlamaya yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Nitekim hâkimlerin özlük işlemlerinin kanunla düzenlenmesi ve bir suçtan mahkûm olmadıkça azledilememeleri, mahkemelerin her türlü müdahaleden korunmaları, yargıçların atanmasının yürütmenin takdirinden çıkartılması ve kanunlara tabi kılınması, savcılık kurumunun anayasallaştırılması, tabii hâkim ilkesinin gereği olarak kimsenin kanunla belirlenen mahkemeden başka mahkeme önünde yargılanamaması, var olan mahkemeler dışında olağanüstü mahkemeler ya da yargı yetkisine sahip özel komisyonların kurulamaması gibi hususlar, 1876 Anayasasında açıkça öngörülmüştü. Bu dönemde (1879) 1808 tarihli Fransız Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan iktibas edilen Ceza Muhakemesi Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Adli teşkilattaki yenilikler çerçevesinde Şer’iyye mahkemelerinin yanı sıra ilk derece ve istinaf yargılaması nizamiye mahkemeleri, temyiz mahkemesi olarak da Divanı Ahkam-ı Adliye kurulmuştur. 1876 Anayasası, 1908 yılına kadar fiilen uygulanmamıştır. 1908 yılında başlayan ikinci meşrutiyet döneminde, 1876 Anayasasında, özellikle 1909 yılında temel hakları güçlendiren bazı değişiklikler yapılmıştır. Nitekim bu değişikliklerle birlikte toplanma ve dernek kurma hakları öngörülmüş, keyfi tutuklama ve cezalandırmalara karşı yeni güvenceler getirilmiş, posta gönderilerine ancak hâkim kararıyla el konulabileceği kabul edilmiştir. Ancak Balkan savaşları ve ardından I. Dünya savaşı ortamında, bu reformların hayata geçirilmesi mümkün olmamıştır. 5.2. Cumhuriyetin Kuruluşu Dönemi ve Tek Partili Dönem Cumhuriyet Dönemindeki temel hakları düzenleyen ilk anayasa olan 1924 Anayasasında, klasik temel hakların tümüne yer verilmiştir. Nitekim, “Kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz, yayım, seyahat, sözleşme, çalışma, mülkiyet, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma” gibi hak ve özgürlüklerin doğal haklardan (md. 70) olduğu vurgulanmıştır. 1924 Anayasasında ayrıca kanunun belirttiği haller dışında yakalanmama ve tutuklanmama, işkence, eziyet, müsadere ve angarya yasağı, kanuni sebepler dışında konuta girememe ve burada arama yapamama, hâkim veya mahkeme kararı olmaksızın, haberleşmenin gizliliğine müdahale edilemeyeceği, doğal hâkim ilkesi, hakimlerin bağımsızlığı, aleni yargılama hakkı, savunma hakkı gibi[23] kişi güvenliği ve adil yargılanma hakkını ilgilendiren haklara da geniş ölçüde yer verilmiştir. Kanunlaştırma ve iktibas hareketleri,765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 1889 İtalyan Zanerdelli Kanunu’ndan, 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun ise Alman Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan iktibas edilmesi suretiyle Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Tek parti rejiminin hâkim olduğu 1925-1946 dönemi, yürütme gücünün egemenliği altında geçmiştir. Devlet ve tek partinin özdeşleştiği bu dönemde, 1924 Anayasasındaki temel haklara, ceza hukuku ve adil yargılanma ilkelerine aykırı pek çok kanun ve uygulama söz konusu olmuştur[24]. Bu uygulamaların gerçekleştirilmesi için iki yol izlenmiştir. Bu yollardan ilki, özgürlükçü bir anlayışı yansıtan Zanerdelli Kanunu’ndan iktibas edilen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilmesidir. Bu değişikliklerde, İtalya’da Mussolini döneminde yapılan yeni İtalyan Ceza Kanunu’ndan (1931) esinlenilerek 765 sayılı TCK, otoriter bir kimliğe büründürülmüş[25], örneğin sosyalist veya dini düşüncelerin açıklanması ya da bu düşünceler kapsamında örgütlenilmesi suç olarak öngörülmüştür[26]. Bu dönemdeki ceza hukuku ilkelerine aykırı düzenleme ve uygulamaların gerçekleştirilmesindeki diğer yol ise, Anayasadaki temel haklara aykırı bazı özel kanunlarla olağanüstü özel mahkemeler kurulmasıdır. Doğal hakim, bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleri bakımından tartışmalı bu mahkemelerde yapılan yargılamalarda, başta savunma hakkı olmak üzere adil yargılanma hakları etkin şekilde kullandırılmamış, verilen kararlara karşı itiraz, temyiz gibi kanun yolları tanınmamış ve kişiler ölüm cezası başta olmak üzere ağır cezalara çarptırılmıştır[27].Bu dönem değerlendirilirken, birinci dünya savaşından yenilerek çıkan Osmanlı İmparatorluğunun Sevr Anlaşması imzalamak zorunda kalarak başşehri İstanbul dahil ülkenin önemli kesiminin işgal edilmesi, İstanbul ve Anadolu işgaline karşı başlatılan Kurtuluş savaşı ve akabinde millet egemenliğine dayalı Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile Cumhuriyetin kuruluş sonrası yıllarında karşılaşılan zorluklar ve daha sonra ikinci dünya savaşının Türkiye'ye yansımaları gibi çok yüksek önemdeki tarihi ve siyasi olaylar ile bunların doğurduğu koşulları dikkate almak gerekir. Bu dönemde 1926 yılında yürürlüğe giren mülga 765 sayılı Tük Ceza Kanunun yürürlüğe girmesinden 16 yıl sonra, yeni bir ceza Kanunu hazırlanması için bir çalışma başlatılmış ve bunun sonucunda 416 maddelik 1940 Türk Ceza Kanunu tasarısı hazırlanmıştır. Söz konusu Tasarı 1930 İtalyan Rocco Kanunu esas alınarak meydana getirilmişti. Tasarıda, cezalar yanında güvenlik tedbirlerinin düzenlenmesi, Ölüm Cezasının infazındaki aleniyetin kaldırılması, ağır hapis cezasını farkının kaldırılarak tek bir hapis cezasının öngörülmesi, ceza kanunları dışındaki kanunlar bakımından düşülen hatanın varlığının cezasızlığı gerektirmesi gibi bazı yenilikler getirmekle birlikte, birçok yönüyle eleştiriye tabi tutulmuş ve kanunlaşmamıştır. 5.3. Çok Partili Dönem ve 27 Mayıs Rejimi 1945 yılında çok partili hayata geçilmiş ve 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmiştir. Demokrat Parti dönemiyle birlikte Türkiye’de kişi hak ve özgürlükleri alanında olumlu gelişmeler yaşanmaya başlanmıştır[28]. Özellikle basın özgürlüğü alanında ileri adımlar atılmış ve bu kapsamda 5680 sayılı Basın Kanunu çıkarılmıştır. Ceza hukuku bakımından bu dönemde de yeni bir ceza kanunu için çalışmalar yapılarak 1958 tasarısı hazırlanmıştır. Bu tasarının hazırlanış gerekçesi şöyle açıklanmıştır. "765 sayılı Türk Ceza Kanunu ... otuz seneyi tecavüz eden bir zamandan beri tatbik edilmektedir. Cemiyetin bünyesinde husule gelen devamlı tahavvüller ve ilerlemeler sebebiyle muhtelif tarihlerde bu kanun müteaddit değişikliklere maruz kalmış ve bugüne kadar tadilatın sayısı yirmiye, değişikliğe uğrayan maddelerin sayısı da üç yüz seksene kadar yükselmiştir. Kanunun bazı maddeleri ise bir kaç defa tadilat geçirmiştir. Bu suretle maddelerinin yarıdan fazlası ihtiyaç ve zaruretlerin sevki ile zaman zaman değişikliğe uğramış olan Türk Ceza Kanunu umumi ahenk ve insicamını kaybetmiş bir hale gelmiştir. Ceza tatbikatiyle meşgul bulunanlar mütemadi tadiller sebebiyle ortaya çıkan çeşitli zorluklara maruzdurlar. Bugünkü haliyle kanunun vatandaşlar tarafindan layıkı veçhile bilinmesi ve anlaşılması güçleşmiştir". Ancak bu tasarı da kanunlaşmamıştır. 1960 yılına gelindiğinde ülkemizde, sadece ceza hukuku gelişmelerini değil hukuki ve siyasi alanda başta olmak üzere tüm alanları derinden etkileyen bir askeri darbe gerçekleşmiştir. Demokrat parti iktidarının son dönemlerinde meclis çoğunluğuna dayanarak demokrasi ve özgürlükler açısından sorunlu kanun uygulamalar yapılmış, siyasi ve toplumsal hayatta gerginlikler ve düşmanca kamplaşmalar ortaya çıkmıştır.[29] Ülkedeki sorunları bahane gösteren bir grup subay, 27 Mayıs 1960 tarihinde iktidara zorla el koymuştur. Böylece Türkiye'de askeri darbe ve müdahalelerin tekrarlandığı bir süreçte başlamıştır. Darbeden sonra Demokrat Parti kapatılarak cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar ve parti mensuplarına yönelik olarak Yassıada’ da “Yüksek Adalet Divanı”[30] olarak adlandırılan adı görünüşte mahkeme ve yargılama yapılmıştır. Bunun sonucunda başbakan ve iki bakan idam edilmek suretiyle öldürülmüş, birçok kişi uzun süre özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır. Yargıtay, Danıştay ve yerel mahkemelerde görev yapan yüzlerce hâkim ve savcı tasfiye edilmiştir[31], 147 öğretim üyesi üniversiteden atılmıştır. Daha sonra Yargıtay, darbeyi meşrulaştırıcı kararlar vermiş[32], hukukçu akademisyenler, darbecilerin oluşturduğu Yassıada soruşturma komisyonlarında görev almıştır. Bu komisyon, 65 yaşının üzerindeki kişilerin idam cezasının infazını yasaklayan 765 sayılı TCK’nın 56. maddesini yürürlükten kaldıran ve “Bayar Kanunu” olarak adlandırılan kanundaki bu değişikliğin aleyhe olarak geçmişe etkili biçimde uygulanması için görüş bildirmiştir[33]. 1960 Darbesini gerçekleştirenler ile darbeyi destekleyen kesimler, kapatılan Demokrat Parti taraftarlarını dışlayarak 1961 Anayasasını yapmışlardır. 1961 Anayasasının dayandığı temel düşüncenin seçilmişlerin iktidarını sınırlamak olduğu ve bunu sağlamak için Milli Güvenlik Kurulu gibi çeşitli mekanizmalar öngörüldüğü [34] ve bu nedenle 1961 Anayasası ile bir “vesayet rejimi” oluşturulduğu ileri sürülmektedir. [35]. Belirtmek gerekir ki 1961 Anayasasında, klasik bütün temel hak ve özgürlükler ile ceza hukuku ilkelerine yer verilmiştir. Temel hak ve özgürlükler bakımından etkin güvence sağlanması için bir Anayasa Mahkemesi dahi kurulmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesi, darbe döneminde Yassıada’da görev yapan “Yüksek Adalet Divanı”nın bitirmediği bazı “davalara” bakmakla görevlendirilmiştir[36]. Anayasa Mahkemesi, birçok kararında kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili olarak özgürlükleri genişleten değil, sınırlayan içtihatlarda bulunmuştur. Nitekim 27 Mayıs 1960 darbesi ve o dönemdeki uygulamaları olumsuzlayan görüşlerin ifade edilmesi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren suç olarak öngörülmüştür[37]. Böylece hiçbir hukuki değeri ihlal etmeyen düşünce açıklamaları, darbecilerin siyasi amaçlarını gerçekleştirmek üzere suç haline getirilmiştir. Söz konusu keyfi cezalandırma ise, “düşünce sadece insan kafasının içinde kaldığı sürece sınırsızdır” gibi gerekçelerle Anayasa’ya uygun bulunmuştur[38]. Yine şiddet içermese dahi bazı görüşlerin, örneğin “komünizm” propagandası veya bu düşünceler kapsamındaki örgütlenmenin suç olarak öngörüldüğü mülga TCK’ nın 141 ve 142. maddeleri, Anayasa’ya aykırı görülmemiştir[39]. Mahkeme, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç konulmasına[40], kusursuz cezalandırmaya[41], disiplin amacıyla askeri komutanların hâkim kararı olmadan “katıksız hapis” cezası verebilmesine[42] ve fuhuş yapan kadına yönelik cinsel saldırı suçu işlendiğinde daha az cezaya hükmedilmesine[43] ilişkin düzenlemeleri de Anayasa’ya uygun bulmuştur. Görüldüğü üzere eşitlik, suçta ve cezada kanunilik ve kusur gibi ilkeler, Anayasa Mahkemesi’nce adeta içi boşaltılarak yorumlanmıştır. Bu eleştirilere rağmen Anayasa Mahkemesini kurulmasının, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması özellikle ceza hukuku güvencelerini hayata geçmesi bakımından ileri bir adım olarak görmek gerekir. 1961 Anayasasında demokratik rejimin güvencesi için oluşturan çeşitli mekanizmalara rağmen “zinde güçler”, örneğin “sakıncalı” siyasi partilerin iktidara gelmesi gibi siyasi gelişmeler ortaya çıktığında, darbe girişimlerinde ve tehditlerinde bulunmuş[44], muhtıralar verilmek suretiyle hükümetler düşürülmüş ve “ara rejimler” oluşturulmuştur. Bu dönemlerde de, temel haklara ve ceza hukuku ilkelerine aykırı kanun ve uygulamalar söz konusu olmuştur[45]. 5.4. 12 Eylül Rejimi Dönemi 1970’li yıllardaki siyasi istikrarsızlık ve politik gruplar arasında binlerce kişinin ölümüne yol açan çatışmalar, yeni bir askeri darbeye zemin hazırlamıştır. Nitekim 12 Eylül 1980 tarihinde Silahlı Kuvvetler, “kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır[46]”. Darbe gerekçe ve amaçları, 1982 Anayasası’nın tüm düzenlemelerinde etkili olmuş, darbe rejimi tasarruflarına anayasal bağışıklık getirilmiştir[47]. Anayasası’nın giriş bölümünde insan hakları, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerden ziyade ideolojik kavramlara vurgu yapılmış ve “Hiçbir düşüncenin!” bu ideoloji karşısında korunmayacağı ifade edilmiş[48], otoriter anlayış özellikle Anayasanın temel hak ve özgürlükler rejimine ilişkin kurallarına yansımıştır[49]. Bu otoriter rejimi etkin kılmak için ceza hukuku araçları özellikle ifade, örgütlenme ve siyasi özgürlükler alanındaki sınırlamalarda ölçüsüz biçimde kullanılmıştır[50]. Düşünceleri açıklama özgürlüğünün ancak yasaklanmamış dillerle mümkün olduğu belirtilerek yasaklı diller gibi bir kategori oluşturulmuş, ifade özgürlüğünü sınırlayan suçlara ilişkin düzenlemeler olabildiğince geniş yorumlanmış, bu düzenlemeler aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular ise reddedilmiştir[51]. 1982 Anayasası ile kişi güvenliği ve adil yargılanma hakkı bakımından da olağan dışı sınırlamalar getirilmiştir. Gözaltı süresinin azami sınırının 15 gün olarak belirlenmesi, bu sürenin olağanüstü hal ve sıkıyönetim durumunda uzatılabilmesi, Anayasa’nın 143. maddesinde düzenlenen Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde (DGM) askeri bir üyenin görev yapması ve bu mahkemelere ilişkin kanunun soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin düzenlemelerinde savunma hakkı başta olmak üzere adil yargılama haklarını sınırlayan hükümleri, buna örnek olarak verebiliriz. DGM’lerde askeri bir üyenin görev yapmasının bağımsız ve tarafsız hâkim ilkesini ve dolayısıyla adil yargılanma hakkını ihlal ettiği, bu Mahkemelerde yapılan yargılamalara ilişkin olarak AİHM’ e yapılan tüm başvurularda kabul edilmiş ve Türkiye defalarca mahkûm edilmiştir[52]. Zaten ciddi ölçüde sınırlanmış kişi hak ve özgürlüklerinin, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde “kullanılmasının durdurulması” öngörülmüştür. Bu Anayasal düzenleme (md.15) ve buna ilişkin sıkıyönetim ve olağanüstü hal kanunlarının uygulanması, hukuk güvenliğini ortadan kaldırmıştır. Türkiye’de bazı illerde sıkıyönetimin 1987 yılına kadar, olağanüstü halin ise 2002 yılına kadar devam etmesi hususu düşünüldüğünde, bu düzenlemelerin kişi hak ve özgürlükleri bakımından ne ölçüde sakıncalı olduğu daha iyi anlaşılacaktır.[53]. Türkiye’de her zaman bir soruşturma yöntemi olarak uygulanan işkence, 1980 darbesinden sonra daha sistematik ve yaygın hale gelmiştir[54]. Yine bu dönemde güvenlik güçlerine tanınan ölçüsüz silah kullanma yetkisi sonucu çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir[55]. 5.5. Türk Ceza Hukuku Reformu Türkiye’nin AİHM’e bireysel başvuru hakkını kabul etmesi ve 1999 yılında AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesi ile birlikte başta Anayasa olmak üzere ceza hukuku mevzuatında köklü değişikliklere gidilmiştir. Anayasada 19 kez değişikliğe gidilerek temel hak ve özgürlükleri genişleten, özellikle ceza hukukuyla ilgili konularda etkin güvenceler getiren düzenlemeler yapılmıştır. adil yargılama, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik hükümler getirilmiştir. Bu değişim sürecindeki en önemli adımlardan 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren temel ceza kanunlarıdır Bunlardan ilki 5237 sayılı Türk Ceza Kanun olup 26/09/2004 tarihinde kabul edilmiş ve 12/10/2004 tarihli 25611Resmi Gazete’ de yayımlanmıştır. İkinci temel kanun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu olup bu kanun 4/12/2004 tarihinde kabul edilmiş ve 17/12/2004 tarih ve 25673 sayıl Resmî Gazete’ de yayımlanmıştır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ise 13/12/2004 tarihinde kabul edilmiş olup 25685 sayılı Resmî Gazete’ de 29/12/2004 tarihinde yayımlanmıştır. Türk Ceza Kanunu modern suç politikası ilkelerini esas alan bireyin hak ve özgürlüklerini koruyan bir felsefeye dayanmaktadır. Nitekim Kanunun birinci maddesinde ceza kanununun amacının kişi hak ve özgürlüklerini korumak olarak belirtilmiştir. Böylece daha başlangıçta Kanunun özgürlükçü karakteri vurgulanmıştır. Bunun yanında bireyin bir hukuk toplumunda yaşama hakkının gereği olarak, kamu düzeni ve güvenliğinin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi, ceza kanunun diğer temel amaçları arasında sayılmıştır. Yine adalet ve eşitlik ilkesine ilişkin düzenlemede ceza hukuku yaptırımlarının işlenen haksızlıkla orantılı olması gereği kanunen öngörülmüştür. Bunun yanında ceza kanunlarının düzenlenmesinde ve uygulanmasında bireyler arasında herhangi bir sebeple ayırım yapılmamasının ifade edilerek, hukuk devletinin özünü oluşturan insan onurunun korunmasının ceza kanununda da temel değer olarak benimsenmesi amaçlanmıştır. (md.3) Türk Ceza Kanunu’nda hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak suçta ve cezada kanunilik ilkesi ayrıntılı biçimde öngörülmüştür. Yine suç politikasının temel ilkelerinden olan kusur ve hümanizm ilkesinin tüm gereklerinin yerine getirildiği düzenlemeler yapılmıştır. Türk Ceza Kanun unda, hukuki değerler, bireyin dokunulmazlığı anlayışına uygun olarak belirlenmiştir: Vücut dokunulmazlığına, cinsel dokunulmazlığa, özel hayatın dokunulmazlığa karşı suçlar gibi. İfade özgürlüğü bakımından sorun yaratan TCK’ nın 216. maddesindeki gibi suçlar düşünce özgürlüğü dikkate alınarak yeniden kaleme alınmıştır. Bu suçların en azından somut tehlike suçu olarak düzenlenmesi amaçlanmıştır[56]. Yaptırım sistemi de köklü bir reforma tabi tutulmuş, yeni yaptırım sisteminde cezalar ve güvenlik tedbirleri net bir biçimde birbirinden ayrılmıştır. Cezalar bakımından kusur ilkesi, güvenlik tedbirleri bakımından ise tehlike ölçütü esas alınmıştır. Para cezaları bakımından kişinin ekonomik durumunun dikkate alındığı, gün para cezası sistemine geçilmiştir. Hümanizm ilkesi gereği olarak ölüm cezası istisnasız olarak kaldırılmıştır. Yeni ceza ve güvenlik tedbirlerini infazı hakkında kanunda ise, infazda kişinin “zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı” muameleye maruz bırakılmaması temel ilke olarak kabul edilmiştir. Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu ile Türkiye’de reform öncesi olmayan denetimli serbestlik gibi yeni kurumlar oluşturulmuştur. Çocuk koruma kanunda ise, suça sürüklenen çocuklarla ilgili olarak çok sayıda eğitici ve koruyucu tedbir öngörülmüştür. Ceza Muhakemesi Kanununda uluslararası insan hakları belgelerinde ve AİHM içtihatları ile çerçevesi çizilen adil yargılanma haklarına ilişkin ilkeler esas alınmıştır. Geçmiş yıllarda Türkiye’de suç soruşturmasında bir delil elde etme yöntemi olarak kullanılan işkencenin önüne geçilebilmesi için müdafiden faydalanma hakkının kapsamı azami ölçüde genişletilmiştir. Diğer bir genişletilme ise, zorunlu müdafilikten yararlanma bakımından gerçekleştirilmiştir. Kolluk aşamasında müdafi olmadan alınan ifadenin ancak mahkeme huzurunda da teyit edilmesi durumunda delil olarak kullanılabileceği düzenlemesine yer verilmiş, yakalama, gözaltı, gözaltı süresinin uzatılması ve gözaltı sırasında bir yerden bir yere nakil durumunda şüphelinin sağlık kontrolünden geçirilmesi zorunluluğu getirilmiş, özellikle tutuklama, telekomünikasyonun denetlenmesi, teknik araçla izleme, bilgisayarlar kütüklerinde arama ve el koyma hükümleri ilk defa ayrıntılı biçimde düzenlenmiş, tutuklamaya alternatif olarak yeni bir koruma tedbiri olan adli kontrol koruma tedbirine yer verilmiş, tutuklamanın koşulları ayrıntıları ile düzenlenmiştir. Yine iddianamenin iadesi kurumu ilk kez Ceza Muhakemesi Kanunda yer almış, adil yargılanma hakkının bir parçası olan denetim muhakemesine başvurmak hakkının kapsamı genişletilmiş ve istinaf kanun yolu düzenlenmiştir. Silahların eşitliği ilkesini temin etmek amacıyla savcılık makamı ile savunma makamının delillere ulaşabilme ve delilleri denetleme imkanları karşılıklı olarak düzenlenmiş, doğrudan soru soruma yetkisi ilk kez açıkça öngörülmüştür. Türk hukuku bakımından anayasal bir ilke olan hukuka aykırı olarak elde edilen delilleri kullanma yasağı, CMK’ da daha ayrıntılı hale getirilmiş ve suçun ancak hukuka uygun şekilde elde edilen delille ispat edilebileceği kabul edilmiştir[57]. Bütün bunların yanı sıra, Türk Hukukunda ilk kez, uzlaşma, kamu davasının açılmasının ertelenmesi ve hükmün açılmasının ertelenmesi gibi yeni alternatif kurumlar getirilmiştir[58]. Bu temel kanunların yanı sıra Kabahatler Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Tanık Koruma Kanunu, gibi yeni kanunlar yapılmış, suç ve ceza yaptırımı veya ceza muhakemesiyle ilgili düzenlemem içeren başta Türk Medeni Kanunu, PVSK olmak üzere tüm kanunlarda değişiklik yapılmıştır. Başlatılan ve halen devam eden bu reform gerek yöntem ve amaç gerekse dayandığı ilkeler bakımından Tanzimat dönemi ve Cumhuriyetin kuruluşundaki hukuk değişimlerinden farklılık arz etmektedir. Tanzimat döneminde yapılan reformun amacı, devletin istikrara kavuşturulması ve imparatorluğun dağılmasını önlemek olup Cumhuriyetin başlangıcındaki reformun amacı ise, yeni kurulan cumhuriyet rejiminin anlayışını topluma hâkim kılmaktı. Her iki reformda da yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşen bir yöntem izlenmiştir. Buna karşılık 2004’te başlayan Türk Ceza Hukuku reformunun amacı, birey özgürlüklerini güçlendirmek ve güvenceye almaktır. 2005 Türk Ceza Hukuku Reformu kapsamındaki tüm temel kanunlar, parlamento tarafından ve muhalefet ile uzlaşılarak kabul edilmiştir. Bu kadar kapsamlı bir kanunlaştırma hareketinin, demokratik seçimlerle oluşmuş bir meclis tarafından gerçekleştirilmesi ülkemiz tarihinde bir ilktir. Diğer yandan bu sürece, başta kadın örgütleri olmak üzere sivil toplum kuruluşları ile Üniversitelerin ve ilgili diğer paydaşların dahil olması nedeniyle Türk Ceza Hukuku Reformu’nun demokratik bir yöntemle “aşağıdan yukarıya” oluştuğunu göstermektedir. Gelinen nokta itibariyle başta yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun olmak üzere Türk Ceza Hukuku Reformunu kapsamında çıkarılan kanunların, insan hakları, ceza hukuku ilkeleri ile kişi hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından yüksek standartlara sahip olduğu şüphesidir. Nitekim Türkiye'nin diğer alanların yanı sıra özellikle ceza hukuku alanındaki bu ileri reform sonucunda 2004 yılında kurucu üyelerinden biri olduğu Avrupa Konseyi tarafından Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin denetimi altında olan ülkeler statüsünden çıkarılmıştır. Uygulamalar 1. Suç politikasının temel ilkelerini göz önünde bulundurarak Tanzimat Fermanını değerlendiriniz. Uygulama Soruları 1. Türk Ceza Hukuku Reformunun dayandığı ilkeleri göz önünde bulundurarak bu reformun diğer hukuk reformlarından farklarını açıklayınız. Bölüm Özeti Bu bölümde reform sürecine giden tarihsel geçmiş ortaya konularak Türk Ceza Hukuku Reformu anlatılmaktadır. Türk Ceza Hukuku Reformunun kendine has özellikleri daha önceki resepsiyon hareketlerinden farkları anlatılarak ortaya koyulmaktadır. Ünite Soruları Soru-1 : Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat ve 1876 Anayası dönemi belgelerinden değildir? (A) Kanuni-i Esasi (B) Gülhane Hatt-ı Hümayu (C) Islahat Fermanı (D) 1982 Anayası (E) Ceza Kanunname-i Hümayunu Cevap-1 : 1982 Anayası Soru-2 : Aşağıdakilerden hangisi Cumhuriyet öncesi dönemin belgelerinden değildir? (A) 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu (B) Gülhane Hatt-ı Hümayu (C) Islahat Fermanı (D) Kanun-i Esasi (E) 1924 Anayası Cevap-2 : 1924 Anayası Soru-3 : Aşağıdakilerden hangisi Islahat ve Tanzimat Fermanlarından geçen haklardan biri değildir? (A) Irz ve Namus Güvenliği (B) Adil ve Aleni Yargılama İlkesi (C) Dördüncü Kuşak Haklar (D) Kanun Önünde Eşitlik (E) Kanunilik İlkesi Cevap-3 : Dördüncü Kuşak Haklar Soru-4 : Ağustos 1858 tarihli, “Ceza Kanunname-i Hümayunu” ise, Islahat Fermanında yer alan talimat gereği çıkarılmış olup büyük ölçüde “…………….” Ceza Kanunu’ndan iktibas edilerek yürürlüğe konulmuştur. Boşlukla bırakılan kısma aşağıdakilerden hangisi gelecektir? (A) Fransız (B) İtalyan (C) Alman (D) İngiliz (E) Rusya Cevap-4 : Fransız Soru-5 : Ağustos 1858 tarihli, “Ceza Kanunname-i Hümayunu” ise, Islahat Fermanında yer alan talimat gereği çıkarılmış olup büyük ölçüde 1810 Fransız Ceza Kanunu’ndan iktibas edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu kanunun önceki ceza kanunlarından ayrılan en önemli nedir? (A) Cumhuriyet öncesi dönemde kabul edilmiş olması (B) Islahat fermanı gereği çıkarılmış olması (C) Fransa’dan iktibas edilmiş olması (D) Önceki iki kanundan farklı olarak genel ve özel hükümler bölümlerini içermesi (E) İlk ceza kanunu olması Cevap-5 : Önceki iki kanundan farklı olarak genel ve özel hükümler bölümlerini içermesi Soru-6 : Kanunlaştırma ve iktibas hareketleri,765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 1889 Zanerdelli Kanunu’ndan, 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun ise Alman Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan iktibas edilmesi suretiyle Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Yukarıda bilgileri yer verilen Zanerdelli Kanunu hangi ülkeye aittir? (A) İspanya (B) İtalya (C) Rusya (D) Fransa (E) Almanya Cevap-6 : İtalya Soru-7 : 765 sayılı Tük Ceza Kanunun yürürlüğe girmesinden 16 yıl sonra, yeni bir ceza Kanunu hazırlanması için bir çalışma başlatılmış ve bunun sonucunda 416 maddelik 1940 Türk Ceza Kanunu tasarısı hazırlanmıştır. Söz konusu Tasarı “………………...” esas alınarak meydana getirilmişti. Soruda boşlukla bırakılan yeri doldurunuz. Cevap: 1930 İtalyan Rocco Kanunu (Klasik) Soru-8 : Türk Ceza Hukuku reformuna hakim olan ilkeleri sayınız. Cevap: Hukuk Devleti İlkesi, Kusur İlkesi ve Humanizm İlkesi (Klasik) Soru-9 : Türk Ceza Hukuku reformunda tavandan tabana doğru bir yöntem izlenmiştir. Söz konusu bilgi doğru mudur yoksa yanlış mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-9 : Yanlış Soru-10 : Türk Ceza Hukuku reformunun en önemli özelliklerini yazınız. Cevap: Reformlar büyük bir uzlaşıcı içinde sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir, hukuki değerler bireyin dokunulmazlığı anlayışına uygun olarak belirlenmiştir, reformlarda aşağıdan yukarıya doğru yöntem izlenmiştir, kanunlar iktibas edilmeden özgün nitelikli olup ülkemize has olarak düzenlenmiştir. (Klasik) 6. CEZA HUKUKUNDA SUÇUN UNSURLARI Giriş Ceza Hukuku Genel Hükümler dersinin temel konusu suçtur. Bu derste suç sistematik ve didaktik bir şekilde belli unsurlara ayrılarak incelenmektedir. Bu hafta suçun unsurlarının neler olduğunu "suç treni" örneği üzerinden anlatılacaktır[59]. 6.1. Suçu Neden Unsurlarına Ayırarak İnceliyoruz? Suç, kriminoloji, sosyoloji ve psikoloji gibi çeşitli bilim alanlarının da inceleme konusu olup bu incelemede farklı yöntemlere kullanılmaktadır. Ceza hukukunda ise suç, aslından bütüncül nitelik taşımasına rağmen bu bütünlük bilimsel esaslara göre çeşitli unsurlara ayrılarak hukuki açıdan sistematik bir incelemeye tabi tutulmaktadır. Suçu unsurlara ayırarak belli ilkelere dayalı bir suç sistem kapsamında incelemenin temel gayesi; ceza muhakemesinde bir davranışın suç oluşturup oluşturmadığı tartışılırken ve bu konuda karar verilirken tartışma ve karar süreçlerinin, duygusallıktan, ön yargılardan ve keyfilikten uzak biçim gerçekleşmesini sağlamaktır. Buna göre, hâkim, savcı veya avukat gibi ceza hukukuyla ilgili olayları çözümleyen kişiler, o olayda suç oluşmuş mu oluşmamış mı sorusuna cevap ararken bunu belli bir sisteme göre yapmaları gerekmektedir. Bilimsel esasa dayanan sistematik içinde hareket edildiğinde hem verilen kararın hangi nedenle verildiği tüm taraflar açıdan anlaşılacak ve bu şekilde verilen gerekçeli bir kararın hukuki denetiminin de gerçek manada yapılabilmesi sağlanacaktır. Böyle soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde suçun oluşup oluşmadığı ile ilgili unsurlara dayalı sistematik inceleme, adil yargılamanın en önemli güvencelerinden biridir. 6.2. Suçun Unsurlarını İnceleme Suçun unsurlarının öğretiminde kolaylık sağlaması bakımından geliştirdiğimiz bu modelde, nasıl ki trenler birbirine bağlı vagonlar ve onları çeken bir lokomotiften oluşuyorsa suç treni de aynı şekilde birbiriyle bağlantılı unsurlar vagonlardan ve suç politikasının ana ilkelerini lokomotiften oluşmaktadır. Suçta tıpkı bir tren gibi unsurlarına ayrılabilen bütüncül bir kavramdır. Nasıl ki tren; yolcu veya yükünü alıp hareket ediyorsa suçun unsurları da gerçekleşince, suç tamamlanıp yaptırım istasyonuna doğru hareket etmektedir. Elbette suç treninin yolcuğunda da bazı ara duraklar veya makas değiştirmeler söz konusudur. Biz bunlara suçun özel görünüş biçimleri demekteyiz. Suç treninin vagonları üç tanedir. Birincisi maddi unsur vagonu; ikincisi manevi unsur vagonu ve üçüncüsü hukuka aykırılık vagonudur. İşte her suç tartışmasında bu vagonlarda bulunması gerekenler var mı sorusunu, diğer bir deyişle suçun unsurlarının oluşup oluşmadığını incelemekteyiz. Yine belirtmek isteriz ki nasıl ki trenlerin farklı modelleri varsa, suç inceleme bakımından da farklı model veya sistemler vardır. Biz burada en geniş kabul gören ve suçu maddi manevi ve hukuka aykırılık unsuru olarak üç unsura göre açıklayan suç sistemini esas alacağız. 6.3. Suç Treninin Lokomotifi: Suç Politikasının Ana İlkeleri Suç treninin lokomotifini önceki derslerimizde detaylı olarak anlattığımız hukuk devleti ilkesi, kusur ilkesi ve hümanizm (insanilik) ilkesi oluşturmaktadır. 6.4. Suç Treninin Birinci Vagonu: Maddi Unsurlar Suç Treni Modeline göre bakılması gereken ilk vagon, suçun maddi unsurları vagonudur. Şayet maddi unsur vagonunda olması gerekenler yoksa diğer bir deyişle, maddi unsur oluşmamış ise kural olarak diğer unsurların incelenmesine gerek yoktur. Maddi unsurlar arasında ilk incelenmesi gereken husus, olayda gündeme gelen suçun failinin belli bir niteliğe sahip olmasının gerekip gerekmediğidir. Örneğin, görevi kötüye kullanma suçunda fail ancak kamu görevlisi olabilir. Özgü suç olarak isimlendirilen bu suçlarda kişi, kanunda öngörülen fail niteliğine sahip değilse o suçun faili olamaz; koşulları varsa yardım eden olur. Her suçta suçun üzerinde işlendiği bir eşya veya varlık söz konusu olup buna suçun konusu demekteyiz.
Örneğin hırsızlık suçunda, suçun konusu çalınan
cep telefonu veya otomobil gibi taşınabilir bir maldır. Suçun konusu da yine
maddi unsurları arasında incelenmesi gereken diğer bir husustur. Maddi unsur
bağlamından en önemli unsur fiil; yani hareketin varlığıdır. Bu noktada
belirtmek isteriz ki, biz bu derslerimizde hareket ve fiil kavramlarını aynı
anlamda kullanmaktayız. Fiil icrai, yani aktif biçimde, olabileceği gibi
ihmali, yani yapmama, şeklinde de olabilir. Belirtmek gerekir ki, bazı suçların
oluşması bakımından hareketin yapılması yeterli olup ayrıca bir neticenin
meydana gelmesi aranmaz. Bunlara sırf hareket suçları denilmektedir. Buna
karşılık şayet suçun kanuni tanımında o suçun oluşması için hareketin yanı sıra
ayrıca bir neticenin oluşması gerekiyorsa maddi unsur bakımından bu neticenin
de meydana gelmesi gerekir. Örneğin, kasten insan öldürme suçu bakımından
öldürmeye yönelik hareketin sonucu olarak ölüm neticesinin de meydana gelmesi
şarttır. Neticeli suçlar olarak adlandırdığımız bu suçlarda ise, yine maddi
unsurlar bakımından failin fiili ile netice arasında bir nedensellik bağının
bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Şayet nedensellik bağının varlığı da tespit
edilirse akabinde neticenin faile objektif olarak isnat edilip edilemeyeceği,
yani objektif isnadiyetin bulunup bulunmadığı araştırılacaktır. O halde suçun
maddi unsurları vagonunda bulunması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz. 1. Fail
2. Suçun Konusu 2. Fiil/Hareket 3. Kanuni tanımda öngörülüyorsa, netice. 5.
Neticeli suçlarda Nedensellik Bağı + Objektif İsnadiyet 6.5. Suç Treninin
İkinci Vagonu: Manevi Unsurlar Maddi unsurlar vagonun dolmasının akabinde sıra
manevi unsurlar vagonuna gelecektir. Manevi unsur bakımından suçlar kasten ve
taksirle işlenen suçlar olmak üzere iki büyük başlıkta işlenmektedir. Örneğin,
kasten öldürme, kasten mala zarar verme, hırsızlık gibi suçlar kasten
işlenebilirken; her gün duyduğumuz trafik kazalarında meydana gelen öldürme
veya yaralamalar ya da iş yeri kazası olarak değerlendirilen olayların büyük
çoğunluğu ise taksirle işlenmektedir. Kast, doğrudan ve olası kast şeklinde
ayrılırken; taksir ise bilinçsiz (adi) taksir ve bilinçli taksir şeklinde ikiye
ayrılmaktadır. Kasten işlenen bazı suçlarda ise manevi unsurlar bakımından
kastın yanı sıra belirli bir amaç veya saikin varlığı gerekmektedir. Örneğin,
hırsızlık suçunda kastın yanı sıra faydalanma amacı, suç işleme amacıyla örgüt
kurma suçunda suç işlemek amacı olmalıdır. 6.6. Suç Treninin Üçüncü Vagonu:
Hukuka Aykırılık Suçun manevi unsurlar vagonu da dolduktan sonra artık sıra
üçüncü vagon olan hukuka aykırılık vagonuna gelmektedir. Bu vagonda incelenen
husus, kişinin davranışının hukuk düzeniyle çelişki içinde olup olmadığı
meselesidir. Buna göre kişinin işlediği fiil, yaptığı davranış, hukuk düzeniyle
bir çelişki halinde ise, hukuka aykırılık vagonu dolmuş demektir. Fakat bazı
durumlarda bu çelişkiyi/çatışmayı ortadan kaldıran hukuka uygunluk sebepleri
bulunmaktadır. Bir davranış suçun kanuni tanımına uygun olmasına rağmen meşru
savunma, ilgilinin rızası veya hakkın kullanılması gibi sebepleri dolayısıyla
hukuka uygun hale gelmektedir. Eğer bu tür hukuka uygunluk nedeni de yoksa
hukuka aykırılık vagonuda dolmuş olacak ve suç oluştuğundan artık tren hareket
edecektir. Peki trenin varış istasyonları neler olacaktır? Bu soruya aşağıda
yanıt vereceğiz. 6.7. Suçun Oluşması ve Suç Treninin Varış Noktaları Yukarıda
saydığımız vagonları dolan suç trenin varış yerleri neler olacaktır sorusunu
ortaya attık. Suç trenin varış yerleri, suça ilişkin ceza veya güvenlik
tedbirleri şeklindeki yaptırım istasyonlarıdır. Ancak bu noktada özellikle
vurgulamak gerekir ki; her suç treni her iki yaptırım istasyonuna gitmez. Suç
treni bazen hem ceza hem de güvenlik tedbirleri istasyonuna bazen de sadece
güvenlik tedbirleri istasyonuna gider. Bunu belirlemek için suç politikasının
temel ilkelerinden olan kusursuz ceza olmaz ilkesinden hareket ediyoruz. Bu
bağlamda kişi kusurlu mu değil mi sorusu sorulacaktır. Şayet kişi kusurluysa
suç treni hem ceza yaptırımı istasyonuna (hapis ve adli para cezası) hem de
(hak yoksunlukları veya müsadere gibi) güvenlik tedbiri yaptırımı istasyona
gidecektir. Buna karşılık suç işleyen kişi, örneğin suç işlediği sırada akıl
hastası olması nedeniyle, kusurlu sayılamıyorsa suç treni kesinlikle ceza
yaptırımı istasyonuna gitmeyecek, akıl hastası suçlu hakkında başta tedavi
olmak üzere kanunda öngörülen güvenlik tedbiri yaptırımları uygulanacaktır.
6.8. Suçun Özel Görünüş Biçimleri Suç treni örneğinde değindiğimiz üzere suçun
vagonları, yani unsurlar, bakımından bazı özel durumlar meydana gelebilir.
Vagonlar dolmadan hareket edebilir veya yaptırım istasyonlarına başka yoldan ya
da yeni vagonlar eklenerek gidebilir. Suçun özel görünüş halleri olarak
adlandırdığımız bu hallerden ilki suça teşebbüstür. Örneğin fail öldürmek için
mağdura ateş etmiş, maddi unsurlar bağlamından fiil unsuru gerçekleşmiş ama
mağdur ağır yaralanmasına rağmen yapılan tıbbi müdahale sonucu hayata
kalmıştır. Bu durumda ölüm neticesi şeklindeki maddi unsur gerçekleşmediğinden
kişi, tamamlanmış öldürme suçundan değil, teşebbüs aşamasında kalmış öldürmeden
dolayı sorumlu tutulacaktır. Diğer taraftan, suç tanımlarında kural olarak
suçların bir kişi tarafından işlenmesi şeklinde suç tarifi yapılmıştır. Ancak
suçlar sık sık birden fazla kişi tarafından işlenmektedir. Bu durumda, suçun
işlenmesine katılan kişilerin sorumluluklarının belirlenmesine ilişkin
kurallar, suça iştirak konusunda ele alınmaktadır. Ceza hukukunda her fiil bir
suç oluşturmakta ve bunun karşılığında o suça ilişkin yaptırım uygulanmaktadır.
Birden çok suç işlenmesi halinde her suç bakımından ayrı ayrı yaptırımlara
hükmedilmektedir. Ancak bazı hallerde, birden çok suç işlenmesine rağmen tek
ceza verilmekte ve bu ceza arttırılmaktadır. Bu konular ise, suçların içtimaı
başlığı altında incelenmektedir. Özetle; suçun özel görünüş şekilleri,
teşebbüs, iştirak ve içtima olarak üç başlık altında ele alınmaktadır. Bunlar,
ilerleyen derslerimizde anlatılacaktır. Uygulamalar 1. Bir suç tipi
belirleyerek bu suç tipi üzerinden suçun unsurlarını araştırınız. Uygulama
Soruları 1. Suçun unsurlara ayrılarak incelenmesinin faydası nelerdir? 2. Ceza
hukukunda suçun unsurlarını suç treni modeli çerçevesinde anlatınız. Bölüm
Özeti Ceza Genel Hükümler dersinin konusunu oluşturan suçun unsurları ile
ilgili suç treni modeli kapsamında genel bir çerçeve çizilmiştir. Ünite
Soruları Soru-1 : Ceza hukukunda suçun unsurlara ayrılarak incelenmesinin en
önemli yararı nedir? (A) Mahkeme
kararlarında belli bir bilimsel metod takip edilerek yeknesaklık sağlanmakta
olup hukuka uygun kararlar verilebilmektedir. (B) Kanunilik ilkesinin
sağlanılması (C) Manevi unsurların daha iyi kavranması (D) Maddi unsurların
daha iyi kavranması (E) Hukuka aykırılık unsurun daha iyi kavranması Cevap-1 :
Mahkeme kararlarında belli bir bilimsel metod takip edilerek yeknesaklık
sağlanmakta olup hukuka uygun kararlar verilebilmektedir. Soru-2 : Suçun
unsurlarının öğrenimi için derslerimizde kullandığımız modelin ismi nedir? (A) Orantılılık Metodu (B) Suç Treni Modeli
(C) Kanunilik Metodu (D) Suçun Özel Görünüş Biçimleri (E) Eşitlik Metodu
Cevap-2 : Suç Treni Modeli Soru-3 : Aşağıdakilerden hangisi suçun maddi
unsurlarından biri değildir? (A) Fiil
(B) Netice (C) Kast (D) Nedensellik Bağı (E) Objektif İsnadiyet Cevap-3 : Kast
Soru-4 : Aşağıdakilerden hangisi suçun manevi unsurlarına ilişkin bir kavram
değildir? (A) Doğrudan Kast (B) Muhtemel
Kast (C) Teşebbüs (D) Bilinçli Taksir (E) Adi Taksir Cevap-4 : Teşebbüs Soru-5
: Aşağıdakilerden hangisi maddi ve manevi unsurlara ilişkin bir kavram
değildir? (A) Hukuka Aykırılık (B) Kast
(C) Netice (D) Fiil (E) Taksir Cevap-5 : Hukuka Aykırılık Soru-6 : Kastın alt
başlıklarını nelerdir. Cevap: Doğrudan ve Olası Kast (Klasik) Soru-7 : Taksirin
türleri nelerdir. Cevap: Adi ve Bilinçli Taksir (Klasik) Soru-8 : Suçun
unsurlarının tamamlanmasıyla birlikte, daha açık bir ifadeyle suçun
oluşmasıyla, suç treninin gidebileceği iki önemli durağı bulunmaktadır. Bunlar
nedir? Cevap: Ceza ve/veya Güvenlik Tedbirleri (Klasik) Soru-9 : Suçun özel
görünüş biçimlerini sayınız. Cevap: Teşebbüs, İştirak, İçtima (Klasik) Soru-10
: Şayet kişi kusursuzsa suç treni hem ceza yaptırımı istasyonuna (hapis ve adli
para cezası) hem de (hak yoksunlukları veya müsadere gibi) güvenlik tedbiri
yaptırımı istasyona gidecektir. Soruda verilen ifade doğru mudur yoksa yanlış
mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-10 :
Yanlış 7. FİİL Giriş Suçun maddi unsurlar kapsamına vagonunda bulunması gereken
diğer bir husus fiil ya da harekettir. Bir suçun oluşabilmesinin en önemli
şartı hareketin mevcut olmasıdır. Günümüzdeki ceza hukuku fiil ceza hukukudur.
Bu sebeple dış dünyaya yansımayan düşünceler veya insanın kişiliği ceza
sorumluluğunu gerektirmez. Ceza hukukunda fiilin sınırlama, sınıflandırma ve
bağlama fonksiyonları mevcuttur. Fiilin sınıflama fonksiyonu, fiil vasfını
taşıyan bütün hareketlerin (icrai, ihmali, kastlı, taksirli) fiilin kapsaması
gerektiğini ifade etmektedir. Fiilin sınırlama fonksiyonu, fiil niteliği
taşımayan davranışların ceza hukukunun dışında kalmasını ifade etmektedir.
Fiilin bağlayıcılık fonksiyonu, fiilin hukuka aykırılık, tipiklik gibi
kendisine bağlanabilecek nitelikte maddi bir içeriğe sahip olmasını ifade etmektedir[60].
7.1. Fiil Teorileri Ceza hukukunda hareketi izah etmek üzere çeşitli teoriler
ortaya atılmıştır. Bu teoriler, doğal (nedensel) hareket teorisi, final (gai,
amaçcı) hareket teorisi, sosyal hareket teorisi ve kişisel hareket teorisidir.
Doğal (Nedensel) hareket teorisine göre, iradi davranışın bulunması yeterlidir.
Yani dar anlamda düşünülmesi gerekmekte olup hareket ve onun dış dünyada
meydana getirdiği değişiklik dikkate alınmalıdır[61]. Ancak bu teori özellikle
ihmali hareketi tutarlı biçimde izah edememektedir. Final hareket teorisine
göre, hareket insanın belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirdiği
faaliyettir. Bu teori ise özellikle taksirli suçların izahında yetersiz
kalmaktadır. Örneğin, bir hemşire hastaya yanlış bir ilacı içeren iğne
yaptığında öldürmek gibi bir amacı yoktur. Sosyal hareket teorisine göre
hareket, sosyal bakımdan önem taşıyan davranışlardır. Ancak bu görüşte, hangi
hareketlerin sosyal bakımdan önem taşıdığına ilişkin net bir ölçüt ortaya
koyamadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Kişisel hareket teorisine göre ise
hareket, kişinin manevi, ruhsal dünyasının bir ifadesi, dışa vurumudur. Bu
anlamda, icrai veya ihmali hareket kasıtlı veya taksirli davranışlar insan
kişiliğinin dışa vurumudur. Bu görüş, ceza hukukunda hareket kavramına yüklenen
her üç işlevi tutarlı bir biçimde izah etmektedir[62]. 7.2. Fiilin Sınırlayıcı
Fonksiyonu Bu başlık altında öncelikle incelenen fiilin ceza hukukunda
değerlendirme konusu olabilecek bir fiil olup olmadığı irdelenecektir. Örneğin
A, kaldırımda yürüyen B’ yi iter, itme nedeniyle B, C’ye çarparak yaralanmasına
neden olur. B’nin ceza hukuku anlamında bir fiili olmadığı için, yaralama
suçunun maddi unsuru gerçekleşmemiştir. Olayda bu durumu tespit ettikten sonra,
B bakımından suçun manevi, hukuka aykırılık unsurlarının irdelenmesine gerek
yoktur. Hareket yeteneği: Kişinin ceza hukuku anlamında hareket etme yeteneği
bulunmalıdır. Hareket yeteneği kusur yeteneğinden farklı bir kavramdır. Örneğin
mutlak kuvvet etkisi altında kişinin hareket yeteneği olmadığından böyle bir
durumdaki davranış ceza hukuku anlamında hareket sayılmaz. İnsanın mekanik bir
araç gibi kullanıldığı mutlak kuvvet (vis absoluta) durumu, epilepsi nöbeti
esnasındaki davranışlarda olduğu gibi tümüyle bilinçdışı davrandığı hallerde,
hareket yeteneği bulunmamaktadır. Buna karşılık, kusur yeteneği olmayan akıl
hastaları veya çocukların hareket yeteneği vardır. Hareket yeteneğine gerçek
kişiler sahip olup, tüzel kişilerin ceza hukuku anlamında hareket yeteneği
yoktur. Bu nedenle tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanmaz, güvenlik
tedbiri uygulanır (TCK m. 20/2). a) Refleks davranışları bazen iradi bir
şekilde ortaya çıktıklarında ceza hukukunda hareket olarak sayılırlar. Örneğin
araç kullanırken yüzüne konan arı konan sürücü, refleks olarak arıyı
uzaklaştırmak isterken, direksiyonu bırakıp aracın kontrolünü kaybedip, bir
yayaya çarptığı yaraladığı olayda, taksirle yaralamadan sorumlu olur. Buna
karşılık salt sinir sisteminin mekanik bir tepkisi olarak ortaya çıktıklarında
hareket olarak sayılmazlar. Örneğin vücuda elektrik verilmesi sonucu gösterilen
refleks fiil olarak sayılmaz. b) Otomatik hareketler kişinin belirli bir süre
uygulaması nedeniyle öğrendiği fakat yaparken bilinçli bir şekilde düşünmediği
davranışlardır. Örneğin, otomobil sürerken frene veya gaz pedalına basmak gibi.
Bu tür hareketler yapılırken özel olarak üzerinde düşünülmemekle birlikte
kişiliğin bir dışa vurumu olarak kabul edilip, ceza hukuku anlamında hareket
sayılır. c) Öfke gibi hallerde gerçekleştirilen fiiller ceza hukuku anlamında
hareket sayılır. Örneğin büyük bir kızgınlıkla aniden başka bir kişinin
öldürülmesi. Bu durumlarda hareket yeteneği değil, kusur azalması açısından
değerlendirme yapılabilir. d) Sarhoşluk durumundaki davranışlar da hareket sayılır.
e) Tehdit altında işlenen fiiller kişiliğin dışa vurumu sayılır
(viscompulsiva). Bu durumlarda hareket iradi olmakla birlikte bu irade
zorlanmış bir irade olduğundan sorun kusur alanında çözümlenir. Örneğin kişinin
ölümle tehdit edilerek başkasının evinin yaktırılması. Failin hareketinin ceza
hukuku anlamında fiil olduğu açıktır, ancak bu fiilden ötürü kınanamayacağından
kusursuz sayılacaktır. f) Uyku hallerinde kişinin yaptığı hareketler de önem
arz etmektedir. Bu haldeki davranışlar hareket sayılmaz, ancak bazı durumlarda
uyku öncesi davranışlar değerlendirilerek ceza sorumluluğuna gidilebilir.
Örneğin küçük çocuğu ile uyuyan annenin uyku sırasında çocuğun üzerine dönüp,
onun havasız kalarak ölümüne sebep olması. Örnekteki uyku durumunda ceza hukuku
anlamında hareket yoktur. Ancak annenin uykuya geçmeden önceki dikkatsiz
davranışı nedeniyle ceza sorumluluğu gündeme gelecektir. Yalnızca insan
davranışlarının fiil niteliğini sahip olabilmesinin bir sonucu da hayvanların
davranışlarının fiil niteliği taşımamasıdır. Ancak kişilerin hayvanlara vermiş
olduğu komutlardan veya hayvanlar üzerindeki gözetim yükümlülüğünü ihlal
etmesinden dolayı cezai sorumluklarının doğması mümkündür. Bu hususlarda
kişilerin ceza sorumluluğu esasen insan davranışlarından kaynaklanmaktadır.
Uygulamalar 1. Fiil teorilerine yönelik yapılan eleştirileri araştırınız. 2.
Fiilin sınırlayıcı fonksiyonunu açıklayınız. Uygulama Soruları 1. Fiilin
sınırlayıcı fonksiyonunu açıklayınız. 2. Fiil teorilerinin neler olduğunu
yazarak bu teorileri açıklayınız. Bölüm Özeti Ceza Hukukunun konusu insanın suç
oluşturan fiilleridir, bu nedenle Türk Ceza Hukukunda “fiil ceza hukuku” ilkesi
esas alınmıştır, buna karşılık insanı kişiliği veya hayat tarzı bakımından
sorumlu tutan “fail ceza hukuku” anlayışı kabul edilmemiştir. Bu nedenle ceza
hukukunda fiilin yani hareketin işlev ve anlamı önem taşımaktadır. Bu bağlamda
bu bölümde fiil teorilerine yer verilerek ceza hukuku bakımından önem taşıyan
bu konuyu izah eden teorileri açıklığa kavuşturulmaktadır. Ünite Soruları
Soru-1 : Ceza hukukunda hareketi izah etmek üzere çeşitli teoriler ortaya
atılmıştır. Bu teorilerinden biri değildir? (A) Doğal (Nedensel) Hareket Teorisi (B) Final
(Gai, Amaçcı) Hareket Teorisi (C) Sosyal Hareket Teorisi (D) Kişisel Hareket
Teorisi (E) Orantılı Hareket Teorisi Cevap-1 : Orantılı Hareket Teorisi Soru-2
: Aşağıdakilerden hangisi ceza hukukunda hareketi açıklayan teorilerden biri
değildir? (A) Nedensel Hareket Teorisi
(B) Kişisel Hareket Teorisi (C) Sosyal Hareket Teorisi (D) Kanuni Hareket
Teorisi (E) Final Hareket Teorisi Cevap-2 : Kanuni Hareket Teorisi Soru-3 : Bu
teoriye göre, iradi davranışın bulunması yeterlidir. Yani bu iradi davranışın
amacının ne olduğunun pek önemi yoktur. Hareket dış dünyada meydana getirilen
değişikliktir. Ancak bu teori özellikle ihmali hareketi tutarlı biçimde izah
edememektedir. Bilgileri verilen teori hangisidir? (A) Final Hareket Teorisi (B) Kişisel Hareket
Teorisi (C) Sosyal Hareket Teorisi (D) Doğal Hareket Teorisi (E) Kanuni Hareket
Teorisi Cevap-3 : Doğal Hareket Teorisi Soru-4 : Bu teoriye göre, hareket
insanın belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirdiği faaliyettir. Bu teori
ise özellikle taksirli suçların izahında yetersiz kalmaktadır. Örneğin, bir
hemşire hastaya yanlış bir ilacı içeren iğne yaptığında öldürmek gibi bir amacı
yoktur. Bilgileri verilen teoriyi hangisidir? (A) Kanuni Hareket Teorisi (B) Kişisel Hareket
Teorisi (C) Sosyal Hareket Teorisi (D) Doğal Hareket Teorisi (E) Final Hareket
Teorisi Cevap-4 : Final Hareket Teorisi Soru-5 : Bu teoriye göre hareket,
sosyal bakımdan önem taşıyan davranışlardır. Ancak bu görüşte, hangi
hareketlerin sosyal bakımdan önem taşıdığına ilişkin net bir ölçüt ortaya
koyamadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Bilgileri verilen teori hangisidir? (A) Kanuni Hareket Teorisi (B) Kişisel Hareket
Teorisi (C) Sosyal Hareket Teorisi (D) Doğal Hareket Teorisi (E) Final Hareket
Teorisi Cevap-5 : Sosyal Hareket Teorisi Soru-6 : Bu teoriye göre ise hareket,
kişinin manevi, ruhsal dünyasının bir ifadesi, dışa vurumudur. Bu anlamda,
icrai veya ihmali hareket kasıtlı veya taksirli davranışlar insan kişiliğinin
dışa vurumudur. Bu görüş, ceza hukukunda hareket kavramına yüklenen her üç
işlevi tutarlı bir biçimde izah etmektedir. Bilgileri verilen teoriyi yazınız. (A) Kanuni Hareket Teorisi (B) Kişisel Hareket
Teorisi (C) Doğal Hareket Teorisi (D) Sosyal Hareket Teorisi (E) Final Hareket
Teorisi Cevap-6 : Kişisel Hareket Teorisi Soru-7 : İnsanın mekanik bir araç
gibi kullanıldığı “………………….” durumu, epilepsi nöbeti esnasındaki davranışlarda
olduğu gibi tümüyle bilinçdışı davrandığı hallerde, hareket yeteneği
bulunmamaktadır. Soruda boşlukla verilen bölümü doldurunuz. Cevap: Mutlak
kuvvet (vis absoluta) (Klasik) Soru-8 : Refleks davranışları bazen iradi bir
şekilde ortaya çıktıklarında ceza hukukunda hareket olarak sayılırlar. Örneğin
araç kullanırken yüzüne konan arı konan sürücü, refleks olarak arıyı
uzaklaştırmak isterken, direksiyonu bırakıp aracın kontrolünü kaybedip, bir
yayaya çarptığı yaraladığı olayda, taksirle yaralamadan sorumlu olur. Yukarıda
bilgisi verilen önerme doğru mudur yoksa yanlış mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-8 : Doğru Soru-9 :
Öfke gibi hallerde gerçekleştirilen fiiller ceza hukuku anlamında hareket
sayılır. Örneğin büyük bir kızgınlıkla aniden başka bir kişinin öldürülmesi. Bu
durumlarda hareket yeteneği değil, kusur açısından değerlendirme yapılabilir.
Yukarıda bilgisi verilen önerme doğru mudur yoksa yanlış mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-9 : Doğru Soru-10 :
Şuurun tamamen kaybolduğu sırada gerçekleştirilen davranışlar fiil niteliğini
taşırlar. Hipnotik telkin, sara nöbeti, kramp, uyku gibi durumlar bu kapsamda örnek
verilebilir. Yukarıda bilgisi verilen önerme doğru mudur yoksa yanlış mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-10 : Yanlış 8.
HAREKET BAĞLAMINDA SUÇ TÜRLERİ Giriş Ceza hukukunda hareket sayısı, ortaya
çıkış biçimi ve sürekliliği gibi çeşitli açılardan sınıflandırılmaktadır.
Hareket bağlamında suç türleri başlığı altıda yapılan bu tasnif sadece teorik
değil pratik sonuçları da vardır[63]. 8.1. Tek Hareketli Suçlar Tek hareketli
suçlarda suçun oluşabilmesi için yapılması gereken hareket tektir. Kasten
öldürme (TCK md.81) suçunu bu bakımdan örnek vermek mümkündür. Ancak bu tür
suçlarda aranan teklik hukuki anlamda hareketin tekliğidir[64]. Bu bakımdan
kişinin elli bıçak darbesiyle hasmını öldürmesi durumunda hukuki anlamda tek
hareket mevcuttur. 8. 2. Çok Hareketli Suçlar Çok hareketli suçlarda suçun
gerçekleşmesi için birden fazla hareketin yapılması gerekmektedir[65]. Örneğin
TCK’nın 207. maddesindeki özel belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için
sahte özel bir belgenin düzenlenmesi ve düzenlenen özel belgenin kullanılması
gerekmektedir. 8.3. İcrai Hareketli Suçlar ve İhmali Harekli Suçlar Fiil unsuru
içerisinde ihmali suç-icrai suç ayrımına da değinilmelidir. Ceza kanununda yer
alan suçlar, esas itibarıyla icrai yani aktif bir hareketle gerçekleştirilebilir.
Buna karşılık, belli bir davranışta bulunmama şeklindeki ihmali ve taksirli
suçlar istisnai niteliktedir. İcrai ve ihmali suç arasındaki ayrım yasaklayıcı
ve emredici hukuk normlarından hareketle ortaya koyulmaktadır: Yasaklayıcı
normların, belli bir hareketi yasakladığı hallerde, o hareketin yapılması
durumunda icrai suç; buna karşılık, belli bir şekilde hareket etmeyi emreden,
emredici normlara aykırı davranarak, emredilen hareketin yapılmaması durumunda
ise ihmali suç söz konusudur. Bu nedenle tüm ihmali suçlar, emredici normlara
aykırılıklardan meydana gelmektedir. Ceza hukuku esas olarak yasaklayıcı
normlardan oluşmaktadır. Çünkü tehlikeye düşen hukuki değerlerin kişisel
girişimler yoluyla korunması, ceza hukuku yaptırımlarının asli görevi
değildir[66].Ancak bu durum gerek temel ceza kanununda gerekse yan ceza
kanunlarında ihmali suçların düzenlenmesine engel değildir. Önemli olan, ceza
hukukunun temel ilkelerine uygun düzenlemelerin yapılmasıdır. Doktrinde ihmali
suçlar, gerçek ve gerçek olmayan (görünüşte) ihmali suçlar şeklinde ele
alınmaktadır[67]. Bunlar, kasten veya taksirle işlenebilir. Şayet belli bir suç
tipinde icrai davranışta bulunma yükümlülüğünün salt yerine getirilmemesi
öngörülmüşse, bu durumda “gerçek ihmali suçlar” söz konusudur[68]. Gerçek
ihmali suçların öngörüldüğü özel suç tiplerinde, suçun unsurları ve o suç için
hangi yaptırımın uygulanacağı kanunen tarif edilmektedir. Örneğin, kamu adına
soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı
olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunulmaması veya bu hususta
gecikme gösterilmesi (TCK md. 279/1), denetim görevinin ihmali suçunda (TCK md
251) zimmet veya irtikâp suçunun işlenmesine kasten göz yuman kamu
görevlisinin, işlenen suçun müşterek faili olarak sorumlu tutulacağı hüküm
altına alınmıştır. Bu durumda, kamu görevlisi, zimmet veya irtikâp suçunun
işlendiğinden haberdardır ve buna rağmen denetim görevini kasten ihmal
etmektedir. Gerçek ihmali suçlara, yaşı veya hastalığı dolayısıyla kendini
idare edemeyecek durumda olan ve bu nedenle koruma ve gözetim yükümlülüğü
altında bulunan bir kimseyi kendi haline terk edilmesi (TCK md. 97/1), yaşı,
hastalığı veya yaralanması dolayısıyla ya da başka bir nedenle kendisini idare
edemeyecek durumda olan kimseye yardım edilmemesi veya durumu derhal ilgili
makamlara bildirilmemesi (TCK md 98/1), kaybedilmiş olması nedeniyle malikinin
zilyedliğinden çıkmış olan ya da hata sonucu ele geçirilen eşyanın, iade
edilmemesi veya yetkili mercileri durumdan haberdar edilmemesi (TCK md. 160),
bir hukuki ilişkiye dayalı olarak elde edilen eşyanın, esasında suç işlemek
suretiyle veya suç işlemek dolayısıyla elde edildiğini öğrenilmesine rağmen,
suçu takibe yetkili makamlara vakit geçirmeksizin bildirimde bulunulmaması (TCK
md. 166), akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün, başkalarının
hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde ihmal
edilmesi (TCK md. 175), inşaat veya yıkım faaliyeti sırasında, insan hayatı
veya beden bütünlüğü açısından gerekli olan tedbirlerin alınmaması (TCK
md.176), gözetimi altında bulunan hayvanı başkalarının hayatı veya sağlığı
bakımından tehlikeli olabilecek şekilde serbest bırakan veya bunların kontrol
altına alınmasında ihmal gösterilmesi (TCK md. 177), herkesin gelip geçtiği
yerlerde yapılmakta olan işlerden veya bırakılan eşyadan doğan tehlikeyi
önlemek için gerekli işaret veya engellerin koyulmaması (TCK md.178), denetim
görevini ihmal ederek zimmet veya irtikap suçunun işlenmesine imkân sağlanması
(TCK md. 251/2), işlenmekte olan veya işlenmiş olmakla birlikte sebebiyet
verdiği neticelerin sınırlandırılması halen mümkün bulunan bir suçun yetkili
makamlara bildirilmemesi (TCK md. 278/1, 2)[69]. Bu tür suçların gerçek ihmali
suç olarak adlandırılmasın nedeni, ilgili suç tipinde hangi ihmalin o suçu
oluşturacağı ve ne gibi bir yaptırımla karşılaşılacağının öngörülmüş olması ve
son olarak bu tür ihmali suçların karşıtı niteliğinde bir icrai suçun
bulunmamasıdır. Gerçek olmayan ihmali suçlarda ise, kanunda icrai olarak
işleneceği öngörülen bir suç bulunmakta, ancak bu suç ihmali bir davranışla
işlenmektedir[70]. Örneğin, kasten insan öldürme suçu icrai bir suç olmasına
rağmen ancak annenin çocuğunu aç bırakarak öldürmesi olayında olduğu gibi, ihmali
bir davranışla da işlenebilir. Aynı örneği kasten yaralama suçu için de
verebiliriz. TCK’nın “Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” başlıklı
83. maddesinde, “Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı
gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu
tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin
icrai davranışa eşdeğer olması gerekir[71]. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer
kabul edilebilmesi için, kişinin; a) Belli bir icrai davranışta bulunmak
hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir
yükümlülüğünün bulunması, b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının
hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması, gerekir. Belli bir
yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar,
müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hâllerde ise
on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada
indirim de yapılmayabilir.” şeklinde bir hükme yer verilerek eşdeğerlilik ve
garantörlüğün koşulları öngörülmüştür. Söz konusu koşullar madde gerekçesinde
şöyle açıklanmıştır: “Madde metninde kasten öldürme suçunun ihlâli davranışla
işlenmesi düzenlenmiştir. İhmal, kişiye belli bir icraî davranışta bulunma
yükümlülüğünün yüklendiği hâllerde, bu yükümlülüğe uygun davranılmamasıdır.
Belli bir icraî davranışta bulunma yükümlülüğüne aykırı olarak bu davranışın
gerçekleştirilmemesi sonucunda, bir insan ölmüş olabilir. Örneğin, bir sağlık
kuruluşunda görev yapan tabip, durumu acil olan bir hastaya müdahale etmez ve
sonuçta hasta ölür. İhmali davranışla sebebiyet verilen ölüm neticesinden
dolayı sorumlu tutulabilmek için, neticeyi önlemek hususunda soyut bir ahlâkî
yükümlülüğün varlığı yeterli değildir; bu hususta hukukî bir yükümlülüğün
varlığı gereklidir. Neticeyi önleme yükümlülüğü, bazı durumlarda koruma ve
gözetim yükümlülüğüne dayanmaktadır. Bu yükümlülüğün kaynağı önce kanundur.
Kişilere belli durumlarda belli bir yönde icraî davranışta bulunma konusunda
kanunla yükümlülük yüklenmektedir. Örneğin velayet ilişkisinin gereği olarak
ana ve babanın çocukları üzerinde koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunmaktadır.
(22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, madde 335 vd.). Bu
yükümlülüğün yerine getirilmemesi, başlı başına bir haksızlık ifade etmektedir.
Koruma ve gözetim yükümlülüğünün iradî biçimde üstlenilmesi, neticeyi önleme
yükümlülüğünün ikinci bir kaynağını oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle, koruma
ve gözetim yükümlülüğü, bir sözleşme ilişkisinden kaynaklanabilir. Bu konudaki
üçüncü grubu, öngelen tehlikeli fiilden kaynaklanan neticeyi önleme yükümlülüğü
oluşturmaktadır. Örneğin, taksirle bir trafik kazasına neden olan kişi, kaza
sonucunda yaralanan kişilerin bir an önce tedavi edilmelerini sağlama konusunda
bir yükümlülük altına girmektedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi
sonucunda yaralı kişinin ölmesi hâlinde, bu neticeden dolayı kazaya sebebiyet
veren kişiyi de sorumlu tutmak gerekir. Kasten öldürme suçu gibi, kanunî
tanımında belli bir fiilin icrasının yanı sıra bir neticeye de unsur olarak yer
verilmiş olan suçlarda, söz konusu netice, ihmali bir davranışla da
gerçekleştirilebilir. Bu itibarla, bir sağlık kuruluşunda görev yapan tabibin,
durumu acil olan bir hastaya müdahale etmemesi sonucunda hastanın ölmesi
hâlinde; ihmalî davranışla öldürme suçunun işlendiğini kabul etmek gerekir.
Ancak, ihmalî davranışla öldürme suçu, kasten işlenebileceği gibi taksirle de
işlenebilir. Belli bir yönde icraî davranışta bulunma yükümlülüğü altında
bulunan kişi, bu yükümlülüğün gereği olan icraî davranışta bulunmaması
sonucunda bir insanın ölebileceğini öngörmüş ise, olası kastla işlenmiş olan
öldürme suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Buna karşılık, belli bir yönde
icraî davranışta bulunma yükümlülüğü altında bulunan kişi, bu yükümlülüğe
aykırı davrandığının bilincinde olduğu hâlde, bunun sonucunda bir insanın
ölebileceğini objektif özen yükümlülüğüne aykırı olarak öngörmemiş ise;
taksirle işlenmiş öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulmak gerekir. Maddenin
ikinci fıkrasında, kasten öldürme suçunun ihmali davranışla işlenmesi hâlinde,
suçun icrai davranışla işlenmesine nazaran temel cezada indirim yapılmasına
ilişkin olarak mahkemeye takdir yetkisi tanınmıştır.” TCK’nın 83. maddesinde
öngörülen eşdeğerlilik ve garantörlük koşullarına ilişkin hükümler, kasten
yaralama (TCK md. 88/2) ve işkence suçu bakımından da (TCK md. 94/5) geçerli
olacaktır. Söz konusu düzenlemelerin Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümlerinde yer
alması nedeniyle, iki soru ortaya atılmıştır. Bunlardan birincisi, taksirli
suçlarda ihmal suretiyle icrai davranışın nasıl değerlendirileceği, ikincisi
ise ihmal suretiyle icranın sadece belirtilen suçlarla sınırlı olarak uygulanıp
uygulanmayacağıdır. Birinci soru, aslında taksir tanımının yapılmadığı kanunlar
bakımından ortaya atılabilir. Buna karşılık Türk Ceza Kanunu’nda taksirle
işlenebilmesi öngörülen taksirle öldürme (TCK md. 85), taksirle yaralama (TCK
md. 89), taksirli tehlikeye neden olma (TCK md. 171, 180) gibi suçlar
bakımından TCK’nın genel hükümlerindeki taksir tanımı geçerlidir. Dikkat ve
özen yükümlülüğüne aykırılık unsurunu içeren bu tanım ise taksirli suçlarda
gerek icrai, gerekse ihmali davranışları kapsar niteliktedir[72]. TCK’daki
düzenlemeyle ilgili olarak ortaya atılan ikinci soru ise, garantörlük ve
eşdeğerlilik koşullarının öngörüldüğü suç tipleriyle sınırlı olarak uygulanıp
uygulanamayacağıdır. İhmali davranışla işlenebilen icrai suçlarda, ihmal ve icranın
eşdeğerlilik şartı ile neticeyi önleme yükümlülüğüne (garantörlük) ilişkin
olarak 83. maddenin birinci fıkrası, sadece kasten öldürme, yaralama ve işkence
bakımından geçerlidir. Bu nedenle bu suçlar dışındaki icrai suçlarda, yorum
yoluyla neticeyi engelleme yükümlülüğünden bahisle bu suçların gerçek olmayan
ihmali suç olarak kabul edilmesi, kanunilik ilkesine aykırılık oluşturur[73].
Örneğin hırsızlık ve dolandırıcılık gibi kasten işlenen suçlarda eşdeğerlilik
şartı ve neticeyi önleme yükümlülüğü (garantörlük) söz konusu değildir.
Kuşkusuz ki bu tür suçların bir kısmı, örneğin dolandırıcılık, bazı hile
şekillerinde ihmali bir davranışla da işlenebilir veya ihmali davranışla bu
suçlara iştirak edilebilir. Ancak bunun dışındaki kişilerin, icrai olarak gerçekleştirilen
bir dolandırıcılık suçunun neticesinin önlenmesi yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Bu durumlarda yukarıda örneğini verdiğimiz suçu bildirmeme gibi gerçek ihmali
suç niteliğinde başka suçlar oluşabilecektir. Bu durumun ise dogmatik açıdan
bir sakıncası bulunmamaktadır. Kanun Koyucunun izlediği suç politikası
gereğince, eşdeğerlilik koşulu ve neticeyi önleme yükümlülüğünü (garantörlük)
kasten öldürme, kasten yaralama ve işkence suçu bakımından öngörülerek bir
sınırlandırmaya gidilmiş olup bunun dışındaki hallerde, sadece gerçek ihmali
suçların düzenlenmesi tercih edilmiştir. 8.4. Serbest Hareketli Suçlar Serbest
hareketli suçlarda kanuni tanımda o suçun nasıl işleneceğine ilişkin herhangi
bir düzenleme bulunmamaktadır. Örneğin kasten öldürme suçunda (TCK md.81)
öldürmenin her türlü hareketle yapılabilmesi mümkündür. 8.5. Bağlı Hareketli
Suçlar Kanunda hangi tarz hareketle işleneceğine dair düzenlemenin bulunduğu
suçlar bağlı hareketli suçlar olarak adlandırılmaktadır[74]. Seçimlik hareketli
suçların genellikle bağlı hareketli suçlar olduğunu söylemek mümkündür. Örnek
olarak irtikap suçu verilebilir. İrtikap suçunun meydana gelmesi için kamu
görevlisinin kamu görevinin kendine sağladığı nüfuzu kullanarak kendisi için
veya bir başkası için menfaat temin etmesi gerekir. Buradaki bağlı hareketli
suç, kamu görevlisinin kamu görevinin kendine sağladığı nüfuzu kullanmasıdır.
8.6. Seçimlik Hareketli Suçlar Suç tanımında birden çok hareketin seçenek
olarak gösterildiği ve bunlardan herhangi birinin yapılmasının suçun oluşması
için yeterli olduğu suçlardır. Kanun koyucu suçun meydana gelmesi için birden
fazla seçenek hareket öngörmüş olup bunlardan herhangi birinin ya da
birilerinin yapılmasıyla suç gerçekleşir[75]. Örneğin, uyuşturucu madde
ticareti suçunda izinsiz olarak uyuşturucu maddenin imal edilmesi, ithal
edilmesi, ihraç edilmesi veya satılması gibi pek çok hareket sayılmıştır. İşte
bu hareketlerden herhangi birinin yapılması bile suçun meydana gelmesi için
yeterlidir. Seçimlik hareketlerden birden fazlası icra edildiğinde ise tek bir
suçtan ceza verilecektir ancak hâkim tarafından TCK m.61 kapsamında cezanın
belirlenmesinde üst sınıra yaklaşılacaktır. Diğer bir seçimlik hareketli suça
örnek olarak güveni kötüye kullanma suçu verilebilir[76]. Güveni kötüye kullanma
suçun bir malvarlığı değeri emanet edilmekte ve bu mal varlığı üzerinde belli
bir şekilde tasarruf edilmesi veya saklanması istenmektedir. Burada zilyetliğin
devrinin amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunu inkâr
edecek şekilde davranılması seçimlik hareketlerinden herhangi birisinin
yapılmasıyla suç meydana gelecektir. 8.7. Ani Suçlar Tipik hareketin
yapılmasıyla tamamlanan ve icrası devam etmeyen suçlar ani suçlar olarak
adlandırılmaktadır. Bu suçlara kasten öldürme (TCK 81), hırsızlık (TCK 141)
suçlarını örnek vermek mümkündür. 8.8. Kesintisiz/Mütemadi Suçlar Kanunda
öngörülen hareketin yapılmasıyla tamamlanan ancak icrası devam ederken suçun
işlendiği suçlar mütemadi suçlar olarak adlandırılmaktadır. Bu suçlara kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma (TCK md.109) ve suç işlemek için örgüt kurma suçu
(TCK md.220) örnek verilebilir. Bu suçlar bakımından suçun tamamlanma anı ve
bitme anı gibi iki farklı zaman söz konusudur. Diğer suçlarda suçun
tamamlanmasıyla ceza hukuku bakımından sonuçları doğmaktadır. Ancak kesintisiz
suçlarda suçun tamamlandıktan sonra bitme anına kadar işlenmeye devam
ettiğinde, bu durum gerek maddi gerekse ceza muhakemesi bakımından çeşitli
sonuçlar doğurmaktadır. Örneğin mağdurun bir odaya kapatılmasıyla kişiyi hürriyetinden
yoksun bırakma suçu tamamlanmakta ancak kişi odada kapalı tutulduğu sürece
suçun icrası devam etmekte ve kişi kurtulduğu anda suç bitmektedir. İşte
tamamlanma ve bitme arasındaki süreçte suç işlendiği için aşamada suça iştirak
mümkün olmakta, yine suç işlenmeye devam ettiği için ortada halen yapılmakta
olan bir saldırı olduğundan bu saldırıya karşı meşru savunma mümkün olmaktadır
Buna karşılık diğer suçlarda söz gelimi kasten öldürme suçunda öldürme neticesi
ile suç tamamlanır. Bu aşamadan sonra fail bir arkadaşına gidip suçta
kullandığı aletleri saklamasını ise, bu halde suça iştirak değil, başka bir suç
olacaktır. Yine söz gelimi bir yaralama suçuna maruz kalan mağdur yarala
suçunun gerçekleştiği anda değil suç tamamlandıktan sonra yaralama suçunun
failine yönelik bir yaralama suçu işlese bu surumda meşru savunma olmayacaktır.
Çünkü saldırı bitmiştir. Zaman bakımından uygulamada mütemadi suçlar temadinin
kesildiği andaki kanun hükümlerine tabidir. Uygulamalar 1. Bir suç tipi
belirleyerek bu suç tipi üzerinden hareket bağlamında suç türlerini
araştırınız. Uygulama Soruları 1. Ani suç ve mütemadi suçu örneklerle
açıklayınız. 2. Serbest, Bağlı ve Seçimlik hareketli suçları örneklerle
açıklayınız. Bölüm Özeti Bu bölümde, suçun maddi unsurlarından biri olan
hareket konusu suç türleri bağlamında ele alınmaktadır. Ceza hukukunda hareket
bağlamında suç türleri; tek hareketli, çok hareketli, serbest hareketli, bağlı
hareketli, seçimlik hareketli, icrai hareketli ve ihmali hareketli suçlar ile
kesintisiz/mütemadi suçlar olarak alt başlıklara ayrılmakta olup bu bölümde söz
konusu suç türleri örneklerle açıklanmaktadır. Ünite Soruları Soru-1 : Hareket
bağlamında suç türlerinden biri değildir? (A) Tek Hareketli Suçlar (B) Çok Hareketli
Suçlar (C) Serbest Hareketli Suçlar (D) Kesintisiz Suçlar (E) Birleşik Suçlar
Cevap-1 : Birleşik Suçlar Soru-2 : Aşağıdakilerden hangisi hareket bağlamında
suç türlerinden biri değildir? (A)
Kesintisiz Suçlar (B) Çok Failli Suçlar (C) Bağlı Hareketli Suçlar (D) Ani
Suçlar (E) Seçimlik Hareketli Suçlar Cevap-2 : Çok Failli Suçlar Soru-3 : Bu
tip suçlarda, suçun oluşabilmesi için yapılması gereken hareket tektir. Kasten
öldürme (TCK md.81) suçunu bu bakımdan örnek vermek mümkündür. Ancak bu tür
suçlarda aranan teklik hukuki anlamda hareketin tekliğidir. Bilgisi verilen
suç, hareket bağlamında suç türlerinden hangisine aittir? (A) Tek Hareketli Suçlar (B) Çok Hareketli
Suçlar (C) Seçimlik Hareketli Suçlar (D) Kesintisiz Suçlar (E) Ani Suçlar
Cevap-3 : Tek Hareketli Suçlar Soru-4 : Bu tip suçlarda, suçun gerçekleşmesi
için birden fazla hareketin yapılması gerekmektedir. Örneğin TCK’nın 207.
maddesindeki özel belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için sahte özel bir
belgenin düzenlenmesi ve düzenlenen özel belgenin kullanılması gerekmektedir.
Bilgisi verilen suç, hareket bağlamında suç türlerinden hangisine aittir? (A) İcrai Hareketli Suçlar (B) İhmali
Hareketli Suçlar (C) Serbest Hareketli Suçlar (D) Çok Hareketli Suçlar (E)
Mütemadi Suçlar Cevap-4 : Çok Hareketli Suçlar Soru-5 : Fiil unsuru içerisinde
ihmali suç-icrai suç ayrımına da değinilmelidir. Ceza kanununda yer alan
suçlar, esas itibarıyla icrai yani aktif bir hareketle ve kasten
gerçekleştirilirler. Bilgisi verilen suç, hareket bağlamında suç türlerinden
hangisine aittir? (A) Seçimlik Hareketli
Suçlar (B) Bağlı Hareketli Suçlar (C) İhmali Suçlar (D) Serbest Hareketli
Suçlar (E) İcrai Suçlar Cevap-5 : İcrai Suçlar Soru-6 : Doktrinde ihmali
suçlar, gerçek ve gerçek olmayan (görünüşte) ihmali suçlar şeklinde ele
alınmaktadır. Bunlar, kasten veya taksirle işlenebilir. Şayet belli bir suç
tipinde icrai davranışta bulunma yükümlülüğünün salt yerine getirilmemesi
öngörülmüşse, bu durumda “…………..” söz konusudur. Boşlukla bırakılan yeri
aşağıdakilerden hangisi gelmelidir? (A)
Ani Suçlar (B) Bağlı Hareketli Suçlar (C) İhmali Suçlar (D) İcrai Suçlar (E)
Çok Hareketli Suçlar Cevap-6 : İhmali Suçlar Soru-7 : Bu tür hareketli suçlarda
kanuni tanımda o suçun nasıl işleneceğine ilişkin herhangi bir düzenleme
bulunmamaktadır. Örneğin kasten öldürme suçunda (TCK md.81) öldürmenin her
türlü hareketle yapılabilmesi mümkündür. Bilgisi verilen suç, hareket
bağlamında suç türlerinden hangisine aittir? Cevap: Serbest Hareketli Suçlar
(Klasik) Soru-8 : Tipik hareketin yapılmasıyla tamamlanan ve icrası devam
etmeyen suçlara denilmektedir. Bu suçlara kasten öldürme (TCK 81), hırsızlık
(TCK 141) suçlarını örnek vermek mümkündür. Bilgisi verilen suç, hareket bağlamında
suç türlerinden hangisine aittir? Cevap: Ani Suç (Klasik) Soru-9 : Tipik
hareketin yapılmasıyla tamamlanan ve icrası devam eden suçlara denilmektedir.
Bu suçlara kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (TCK md.109) ve suç işlemek için
örgüt kurma suçu (TCK md.220) örnek verilebilir. Bu suçlar sırf hareket
suçlarıdır. Hareketin yapılmasıyla birlikte esasen suç oluşmaktadır. Bilgisi
verilen hareket türü ve suç türü hangisidir? Cevap: Mütemadi Suçlar (Klasik)
Soru-10 : Suç tanımında birden çok hareketin seçenek olarak gösterildiği ve
bunlardan herhangi birinin yapılmasının suçun oluşması için yeterli olduğu
suçlardır. Kanun koyucu suçun meydana gelmesi için birden fazla seçenek hareket
öngörmüş olup bunlardan herhangi birinin ya da birilerinin yapılmasıyla suç
gerçekleşir. Bilgisi verilen suç, hareket bağlamında suç türlerinden hangisine
aittir? Cevap: Seçimlik Hareketli Suçlar (Klasik) 9. FAİL, MAĞDUR, SUÇTAN ZARAR
GÖREN KAVRAMLARI VE TEHLİKE VE ZARAR SUÇLARI Giriş Hareketin suçun konusu
üzerindeki etkisine göre suçlar ayrıma tabi tutulmaktadır. Buna göre bir suçun
işlenmesiyle hareketin konusu ya zarara uğratılır ya da tehlikeye maruz
bırakılır. İşte bu bakımından hareketin suçun üzerindeki gösterdiği etkiye göre
suçlar, zarar ve tehlike suçları olmak üzere ikiye ayrılmakta, tehlike suçları
ise somut ve so9yut tehlike suçları şeklinde ele alınmaktadır[77]. 9.1. Fail
Ceza hukukunda suçlar, kural olarak herkes tarafından işlenebilmektedir. Ancak
bazı suçlar, yalnızca özel faillik niteliğine sahip kişiler tarafından
işlenebilir. Bu suçlara “özgü suç” adı verilir[78]. Örneğin; zimmet suçu (TCK
md.247), irtikâp suçu yalnızca kamu görevlileri tarafından işlenebilir.
Dolayısıyla zimmet ve irtikâp suçları özgü suçlardır. Failin ancak özgü suçta
belirlenen niteliklere sahip kişi olabileceği bu suçlarda, bu niteliklere sahip
olmayan kişiler fail olarak değil, azmettiren veya yardım eden şeklinde şerik
olabilecektir. 9.2. Mağdur Suçun mağduru, haksızlığa uğrayan insanı, yani gadre
uğrayan kişiyi, ifade etmektedir. Suçun mağduru yaşayan bir kişi olmalıdır.
Suçun mağduru ve suçun konusu kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir.
Mücevherlerin çalınması olayında işlenen hırsızlık suçunun konusu çalınan
mücevherler, suçun mağduru ise mücevherlerin sahibidir. Bir otomobilin yakılması
olayında, gerçekleşen mala zara verme suçunun konusu yakılan otomobil, suçun
mağduru ise otomobilin sahibidir. Suçun konusuyla mağduru nadiren örtüşebilir.
Örneğin kasten öldürme suçunda öldürülen insan hem suçun konusu hem de
mağdurudur. Bazı suçlarda ise mağdur, belirli bir birey olmayıp toplumu
oluşturan tüm kişilerdir (geniş anlamda mağdur). Örneğin; resmî belgede
sahtecilik suçu açısından mağdur, toplumdaki tüm bireylerdir[79]. Suçtan zarar
gören, işlenmiş suç dolayıyla açılan ceza davasına katılma hakkı olan kişiyi
ifade etmekte olup bir ceza muhakemesi kavramıdır. Suçun mağduru ile suçtan
zarar gören kavramları birbirinden farklı olup, her zaman aynı kişiler
değildirler. Nitekim Kasten İnsan/Adam Öldürme suçunun mağduru, hayatını
kaybeden kişi olmasına karşılık suçtan zarar gören, ölen kişinin eşi, çocukları
gibi yakınlarıdır. Buna karşılık, mala zarar verme suçunda, malın sahibi hem
suçun mağduru hem de suçtan zarar görendir. 9.3. Suçun Konusu Suçun unsurlarını
anlatırken önceki derslerimizde suç treni modeline yer vermiş ve bu trenin
maddi unsurlar, manevi unsurlar ve hukuka aykırılık vagonlarından meydana
geldiğini söylemiştik. İşte suçun konusu, suç trenin maddi unsurlar vagonunun
içinde yer alan bir kavramdır. En basit ifadeyle, hareketin yöneldiği kişi veya
şey şeklinde tanımlanmaktadır. Örneğin adam öldürme suçunda yaşayan insan;
yaralama suçunda insanın vücudu, hırsızlık suçunda çalınan eşya suçun konusunu
oluşturmaktadır. Fiilin suçun konusunun üzerindeki etkisine göre suçlar,
tehlike ve zarar suçları olmak üzere iki ayrılmaktadır[80]. 9.4. Zarar Suçları
Suçun oluşması için suçun konusunun üzerinde bir zararın meydana gelmesinin
arandığı suçlara zarar suçları denilmektedir. Buna göre yapılan tipe uygun
hareket ile suçun konusu üzerinde bir zarar meydana gelmektedir. Mala zarar
verme (TCK md.151), hırsızlık (TCK md.141), kasten öldürme (TCK md.81)
suçlarını zarar suçları olarak örnek vermek mümkündür. Söz konusu olan zarardan
kastedilen sadece ekonomik zarar değildir. Suçun konusu üzerindeki bu zarar,
mala zarar verme ya da hırsızlık suçunda mağdurun mal varlığında azalma yaratan
ekonomik zarar şeklinde olabileceği gibi; kasten öldürme ya da yaralama suçları
gibi suçlarda ise, yaşamın kaybedilmesi ya da vücut bütünlüğünün zarar görmesi
şeklinde ortaya çıkabilmektedir. 9.5. Tehlike Suçları Suçun oluşumu bakımından
bir zararın meydana gelmesinin aranmadığı, sadece zarar tehlikesinin
oluşmasıyla yetinilen suçlara ise, tehlike suçları denilmektedir. Tehlike
suçlarının ne olduğunun anlaşılması için öncelikle tehlike kavramının anlamının
ortaya konulması gerekmektedir. En sade anlatımla tehlikeyi, bir zararın
meydana gelme ihtimali olarak ifade edebiliriz. Tehlike suçları başlığı altında
bunlar yaptırıma bağlamıştır. Tehlike suçları somut tehlike ve soyut tehlike
suçları olarak ikiye ayrılmaktadır. 9.5.1. Somut Tehlike Suçu Somut tehlike
suçunda hareketin gerçekleşmesi sonucunda suçun konusu üzerinde bir tehlikenin
somut olarak ortaya çıkması gerekmektedir. Böyle bir zarar tehlikesi meydana
gelmemiş ise, somut tehlike suçundan bahsedilemez. Örneğin TCK’nın 173.
maddesinde yer alan atom enerjisi ile patlatmaya sebebiyet verme suçunda “Atom
enerjisini serbest bırakarak bir patlamaya ve bu suretle bir başkasının hayatı,
sağlığı veya malvarlığı hakkında önemli ölçüde tehlikeye sebebiyet veren kişi…”
şeklindeki düzenleme somut tehlike suçuna örnek olarak gösterilebilir. Buna
göre atom enerjisini serbest bırakarak bir patlamaya ve bu suretle suçun konusu
üzerinde (bir başkasının hayatı, sağlığı veya malvarlığı) tehlikeye sebebiyet
verilmesi durumunda kişi cezalandırılacaktır. Somut tehlike suçları bakımından
özellikle halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu çokça tartışılmıştır. 765 sayılı
mülga Türk Ceza Kanunu zamanında bu suç 312. maddede düzenlenmişti. Söz konusu
düzenleme nedeniyle birçok mahkûmiyet kararı verilmekte ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi de bu sebeplerle sık sık ihlal kararı vermekteydi. Türk Ceza Hukuku
Reformu’nun mihenk taşı olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinde
bu suç somut tehlike suçu olarak düzenlenmiştir. Buna göre, “Halkın sosyal
sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir
kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse,
bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması
halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Halkın bir
kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına
dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen
aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı
aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Diğer bir ifadeyle, 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu dönemiyle artık sadece kin ve düşmanlığa tahrik
niteliğindeki davranışların olması suçun oluşumu için yeterli olmayıp bunun
sonucunda mutlaka kamu güvenliği bakımından somut bir tehlikenin doğması
gerekir. Böyle bir düzenlemenin yapılmasının sebebi ise ifade özgürlüğünün
özellikle eleştiri hakkının genişletilmesidir. Somut tehlike suçunun en yaygın
örneklerine trafikte rastlamaktayız Örneğin, trafikte makas atmak. Eğer
trafikte makas atmış ve bu esnada başka bir sürücünün hayatı sağlığı ve malvarlığı
bakımından somut bir tehlike doğmuşsa bu durumda trafik güvenliğini ihlal etme
suçu meydana gelecektir. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu yalnızca kara
trafiğinde olan bir suç değildir. Deniz yolu ulaşımında veya demiryolu
ulaşımında hatta hava trafiğinde söz konusu olabilecek bir suçtur. Trafik
kuralları ihlal edilse bile somut bir tehlike doğmuyorsa bu suç oluşmayacaktır.
Örneğin bir kişi hız sınırının çok üzerinde bir süratle seyrediyor ancak bundan
somut bir tehlike doğmuyorsa, bu halde TCK md. 179/2’deki trafik güvenliğini
tehlike sokma suçu oluşmayacaktır[81]. Ancak, bu tür kural ihlallerinde trafik
güvenliğini tehlikeye sokma suçu oluşmasa bile mutlaka idari para cezası
olacaktır. Somut tehlike suçlarının özelliği hâkim kanunda belirtilen hareketin
sonucunda somut bir tehlikenin doğup doğmadığını mutlaka tespit etmelidir.
9.5.2. Soyut Tehlike Suçu Tehlike suçlarının ikinci türü soyut tehlike
suçlarıdır. Bu gibi suçlarda suçun konusu bakımından somut bir tehlikenin
meydana gelmesine gerek yoktur kanun koyucu belli bir durumu ya da davranışı
bizzat tehlikeli olarak kabul etmekte, bunun dışında somut tehlike suçlarında
olduğu gibi hayat, malvarlığı ya da sağlık bakımından bir somut tehlikenin
doğup doğmayacağını aramamaktadır. Örneğin TCK’nın 179.maddesinin 3.fıkrası
“Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir
şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan
kişi…” şeklindeki düzenleme soyut tehlike suçunun en tipik örneğidir. Buna
göre; alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli
bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan
kişi, cezalandırılacaktır. Yani bu suçta somut bir tehlikeye neden olmadan
sadece alkol veya uyuşturucu madde etkisi ya da başka bir nedenle güvenli bir
şekilde araç kullanamayacak halde olunmasına rağmen trafiğe çıkılması fiili
oluşumu bakımından yeterlidir. Görüldüğü üzere, somut tehlike suçlarında hâkim
kanunda belirtilen hareketin sonucunda somut bir tehlikenin doğup doğmadığını
mutlaka tespit etmesi gerekirken soyut tehlike suçunda kanunda yasaklanan
davranışın yapılması yeterli görülmekte hâkimin bu davranış sonucunda bir
tehlike doğup doğmadığını tespit etmesine gerek bulunmamaktadır[82].
Uygulamalar 1. Somut ve soyut tehlike suçlarına ilişkin 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nda yer alan suçları araştırınız. Uygulama Soruları 1. Bir suç tipi
üzerinden zarar suçunu anlatınız. 2. Zarar ve tehlike suçlarının hangi unsur
altında incelendiğini ve bu iki suç tipi arasındaki ayrımın neye göre
belirlendiğini açıklayınız. Bölüm Özeti Fail, mağdur, suçtan zarar gören ve
suçun konusu kavramları anlatıldı. Tehlike ve zarar suçlarının hareketin suçun
konusu üzerinde yarattığı etkiye ilişkin bir kavram olduğuna değinildi. Devamında
zarar suçlarının ve tehlike suçlarının ne olduğu, tehlike suçunun iki ayrı türü
olan somut ve soyut tehlike suçlarının ne olduğu suç tipleri üzerinden
örneklendirmeler yapılarak anlatıldı. Ünite Soruları Soru-1 : Ceza hukukunda
suçlar, kural olarak herkes tarafından işlenebilmektedir. Ancak bazı suçlar,
yalnızca özel faillik niteliğine sahip kişiler tarafından işlenebilir. Tanımı
yapılan suç türü aşağıdakilerden hangisidir? (A) Tehlike Suçu (B) Özgü Suç (C) Genel Suç
(D) İcrai Suç (E) Ani Suç Cevap-1 : Özgü Suç Soru-2 : Türk Ceza Kanununda yer
alan zimmet ve irtikap suçu niteliği bakımından ne tür suçlara örnek olarak
verilebilir. (A) İcrai Suç (B) Tek
Hareketli Suç (C) Özgü Suç (D) İhmali Suç (E) Serbest Hareketli Suç Cevap-2 :
Özgü Suç Soru-3 : Bu kavram haksızlığa uğrayan yani, gadre uğrayan kişiyi,
ifade etmektedir. Tanımı yer verilen kavram hangisidir? (A) Suçun Konusu (B) Suçun Mağduru (C) Fail
(D) Tehlike Suçu (E) Zarar Suçu Cevap-3 : Suçun Mağduru Soru-4 : Bu kavram
işlenmiş suç dolayıyla açılan ceza davasına katılma hakkı olan kişiyi ifade
etmekte olup bir ceza muhakemesi kavramıdır. Suçun mağduru ile bu kavram
birbirinden farklı olup, her zaman aynı kişiler değildirler. Soruda bahsedilen
kavram hangisidir? (A) Suçun Konusu (B)
Özgü Suç (C) Fiil (D) Suçtan Zarar Gören (E) Objektif İsnadiyet Cevap-4 :
Suçtan Zarar Gören Soru-5 : Kasten insan öldürme suçunun konusu nedir? (A) Yaşayan İnsan (B) Çalınan Mal (C) İnsan
Vücudu (D) Senet (E) Öldürülen kişinin yakınları Cevap-5 : Yaşayan İnsan Soru-6
: Hareketin suçun konusu üzerindeki etkisine göre suçlar kaça ayrılmaktadır? (A) 1 (B) 2 (C) 3 (D) 4 (E) 5 Cevap-6 : 2
Soru-7 : Suçun oluşması için suçun konusunun üzerinde bir zararın meydana
gelmesinin arandığı suçlara denilmektedir. Buna göre yapılan tipe uygun hareket
ile suçun konusu üzerinde bir zarar meydana gelmektedir. Mala zarar verme (TCK
md.151), hırsızlık (TCK md.141), kasten öldürme (TCK md.81) suçlarını bu suç
tipine örnek vermek mümkündür. Soruda bilgileri verilen suçlar, hareketin suçun
konusu üzerindeki etkisi bağlamında hangi suç türüyle ilgilidir? Cevap: Zarar
Suçları (Klasik) Soru-8 : Tehlike suçlarının türleri nelerdir? Cevap: Somut ve
Soyut Tehlike Suçu (Klasik) Soru-9 : TCK’nın 173. maddesinde yer alan atom
enerjisi ile patlatmaya sebebiyet verme suçunda “Atom enerjisini serbest
bırakarak bir patlamaya ve bu suretle bir başkasının hayatı, sağlığı veya
malvarlığı hakkında önemli ölçüde tehlikeye sebebiyet veren kişi…” şeklindeki
düzenleme “…………….” örnek olarak gösterilebilir. Soruda boş bırakılan yeri
doldurunuz. Cevap: Somut Tehlike Suçu (Klasik) Soru-10 : Bu gibi suçlarda suçun
konusu bakımından somut bir tehlikenin meydana gelmesine gerek yoktur kanun
koyucu belli bir durumu ya da davranışı bizzat tehlikeli olarak kabul
etmektedir. Bilgileri verilen suç tipini yazınız. Cevap: Soyut Tehlike Suçu
(Klasik) 10. NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET Giriş Nedensellik bağı
neticeli suçlarda incelenmesi gereken bir unsurdur. Fiil ile netice arasında
fizik kuralları çerçevesinde ifade edilebilecek bir bağlantının bulunması
durumunda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Sorumluluk bakımından fiil
ile netice arasında nedenselliğin tespiti tek başına yeterli değildir.
Nedensellik bağının tek başına uygulanması neticesinde sorumluluk çok
genişleyebileceği için nedensellik bağından hemen sonra objektif isnadiyet
unsuru incelenecektir. Buna göre, suçun kanunî tanımındaki netice, failin
meydana getirdiği tehlike alanında meydana gelmelidir. Bu durumda netice, faile
objektif olarak isnad edilebilir. Objektif isnadiyeti kaldıran hâllerden biri
söz konusuysa bu durumda fail neticeden sorumlu tutulamaz. 10.1. Nedensellik
Bağı Kişi kendisinin sebep olmadığı, kendi hareketinin sonucu olmayan bir
neticeden sorumlu olmaz. Failin bir neticeden sorumlu tutulabilmesinin fizik
âlemdeki temel şartı fiili ile meydana gelen netice arasında bir sebep-sonuç
ilişkisinin bulunmasıdır. Ceza hukukunda bu sebep sonuç ilişkisi nedensellik
bağı olarak ifade edilmektedir. Nedensellik bağı sadece neticeli suçlarda söz
konusu olabilen bir unsurdur. Sırf hareket suçlarında hareketin yapılmasıyla
suç tamamlanır. Dolayısıyla fiilden bağımsız bir netice olmadığı için bu
ikisinin arsında da bir bağ söz konusu olamayacaktır. Günümüzde nedensellik
bağı bakımından kabul edilen teori şartların eşitliği teorisidir. Bu kapsamda
nedensellik bağı tamamen doğal bir olgu olarak kabul edilmektedir. Bir netice
birden fazla şarttan meydana geliyorsa, bu şartların tamamı neticenin meydana
gelmesi bakımından eşit öneme sahiptir. Bu şartlardan bir tanesi bile olmasa
netice meydana gelmeyecektir. Bu sebeple de neticeyi meydana getiren tüm
şartlar eş değerdedir. Bu açıklamalar ışığında belirtilmelidir ki nedensellik
bağının belirlenmesinde olmazsa olmazdı (conditio sine qua non) formülü
kullanılır. Olmazsa olmazdı formülüne göre, bir hareketi yok saydığımızda
netice yine de meydana gelecekse nedensellik bağının varlığından bahsedilemez.
Ancak varsayımsal nedensellik ve alternatif nedenselliğin söz konusu olduğu
durumlarda olmazsa olmazdı formülü elverişliliğini yitirmektedir. Zira,
neticeyi meydana getiren failin hareketi olmasaydı dahi, neticenin başka bir
nedenden dolayı meydana geleceğinin varsayıldığı varsayımsal nedensellikte ve
farklı faillerin birbirinden bağımsız olarak yaptıkları hareketlerden her
birinin tek başlarına neticeye sebep olmaya yeteceği alternatif nedensellikte
failin fiili olmasaydı da neticenin meydana geleceği veya gelebileceği kabul
edilmektedir. Bu durumlarda olmazsa olmazdı formülü uygulanırsa gerçeğe uygun
olmayan neticelerin ortaya çıkması söz konusu olacaktır. İşte olmazsa olmazdı
formülünün uygulanmasının sebebiyet verdiği eksiklik ve yanlışlıkların söz
konusu olması; şartların eşdeğerliliği teorisinin, kanunî şart formülüyle
uygulanması eğilimine sebebiyet vermiştir. Kanunî şart formülünün
uygulanmasıyla, failin hareketinden sonraki süreçte, hareket ile dış dünyada
meydana gelen değişiklikler arasında doğa kanunların gereği bağlantı olması ve
neticenin bu bağlantı içinde meydana gelmesi durumunda nedensellik bağının
mevcut olduğu kabul edilir. Örneğin (A)’nın (B)’yi bıçaklaması sonrasında
(B)’nin hastanede yapılan yanlış tedavi sonucu ölmesinde, (A) bıçaklamasaydı
(B) hastaneye gidip tedavi olmayacağı için (A)’nın hareketi ve meydana gelen
netice arasında nedensellik bağı vardır. 10.2. Objektif İsnadiyet Nedensellik
bağının varlığının tespitinden sonra neticenin faile objektif isnat edilmesi
gerekir. Bu bakımdan isnat edilebilme için ölçüt, suçun konusu bakımından izin
verilen riski aşan bir tehlike doğması ve bu doğan tehlikenin tipe uygun netice
olarak gerçekleşmesidir. Ancak meydana gelen neticenin tesadüf veya üçüncü
kişinin eseri değil, bizzat failin eseri olması gerekir. Çeşitli hallerde
objektif isnadiyet kalkmaktadır. Bunlar; riski azaltıcı haller, tehlikenin
hukuken önem taşımayacak ölçüde artırıldığı haller, izin verilen risk halleri,
tehlikenin netice olarak gerçekleşmediği haller, normun koruma alanına girmeyen
haller, hukuka uygun alternatif davranışlardır. 10.2.1. Tehlikenin Hukuken Önem
Taşımayacak Ölçüde Arttığı Haller Failin davranışları hukuken önem taşımayacak
ölçüde tehlike artırıyorsa gerçekleşen netice faile objektif olarak isnat
edilemez. (A)’nın (B)’yi yürüyüş yapmaya tavsiye etmesi sonrasında (B) yürüyüşe
çıkmaya karar vermiştir. Yürüyüş esnasında (B)’nin üstüne yıldırım düşüp ölmesi
durumunda, (B)’nin ölümünde (A)’nın nedensellik bağı bulunsa da neticenin
(A)’ya objektif olarak isnat edilebilmesi mümkün değildir. Ya da (C)’nin eşi
(D)’ye tatile gitmesi için uçak bileti alması durumunda, şayet (D)’nin bindiği
uçak düşer ve (D) ölürse, burada da ölüm neticesi (C)’ye objektif olarak isnat
edilemez. 10.2.2. İzin Verilen Risk Halleri Failin hukuken önem taşıyan risk
meydana getirdiği bazı hâllerde izin verilen risk kapsamında netice faile
objektif olarak isnat edilemez. Bir risk doğurmalarına rağmen, toplumsal
yaşamın devamı için gerekli kabul edilen ve sosyal bakımdan uygun görülüp izin
verilen davranışlar bu kapsamda kabul edilir. Tüm trafik kurallarına uyulmasına
rağmen, trafikte belli bir tehlike veya zarar meydana gelmesi mümkündür. Aynı
şekilde endüstri, spor gibi faaliyetler bakımından da aynı ifadeleri kullanmak
mümkündür. Söz gelimi bir boks müsabakasının gereği olarak yapılan olağan
hareketler sonucunda gerçekleşen yaralamalar bu kapsamda değerlendirilebilir.
Hukukun sınırlarının içerisinde gerçekleştirilen bu faaliyetler esnasında bir
zarar veya tehlike meydana gelmesi durumunda meydana gelen netice izin verilen
risk kapsamında faile objektif olarak isnat edilemez. 10.2.3. Riski Azaltıcı
Haller Riskin meydana gelmesini erteleyen veya ortaya çıkma ihtimali olan riski
azaltan, yani kişiye daha az bir zarar vererek daha büyük zarardan koruyan
hareketler sonucunda ortaya çıkan netice, faile objektif olarak isnat edilemez.
Gerçekten de son sürat hızla gelen arabanın (A)’ya çarpacağını fark eden
(B)’nin A’yı kurtarmak amacıyla itmesi; ancak A’nın yaralanmasına sebep olduğu
bir olayda, neticenin A’ya objektif olarak isnadı mümkün değildir. 10.2.4.
Tehlikenin Netice Olarak Gerçekleşmediği Haller Tehlikenin netice olarak
gerçekleşmediği hallerde, netice failin sebebiyet verdiği tehlikeden dolayı
değil, failin dışında bir olaydan dolayı yaratılan tehlikeden gerçekleşmektedir.
Bu gibi durumlarda tipik netice failin yarattığı tehlikeden dolayı
kaynaklanmadığından, faile objektif olarak isnat edilemeyecektir. Örneğin
failin tabanca ile ateş etmesi sonucu yaralanan ve hastanede tedavi olan mağdur
A’ nın şifaen taburcu olduktan iki ay sonra, hastanede tedavisi sırasında
verilen hepatit virüslü kan dolayısıyla akut hepatitten ölmesi halinde, ölüm
neticesi faile isnat edilemeyecektir. 10.2.5. Normun Koruma Alanına Girmeyen
Haller Normun koruma alanına girmeyen hallerde netice faile objektif olarak
isnat edilemez. Kişinin kendisini kasten tehlikeye atması durumunda meydana
gelen neticenin faile objektif olarak isnadı söz konusu değildir. Örneğin (A)’
nın (B)’ye AIDS taşıyıcı olmasını söylemesine rağmen, (B)’ nin bu durumu bilerek
ilişkiye girmesi sonucunda AIDS olması hali normun koruma alanına girmeyen bir
durumdur. Zira (B) kendi isteğiyle kendisini kasten tehlikeye atmıştır. 10.2.6.
Hukuka Uygun Alternatif Davranışlar Meydana gelen netice failin hukuka uygun
davransa idi yine de gerçekleşecektiyse, faile objektif olarak isnat edilemez.
İşçilerin dezenfekte etmeden deri temizlemesi sonucunda bir bakteri işçilerin
hastalanmasına sebep olduğu; ancak hiçbir dezenfekte maddesinin bakteriye etki
etmeyeceği, yani hiçbir tedbirin bu durumu önleyemeyeceğinin anlaşıldığı bir
olayda, neticenin faile objektif olarak isnadı gerçekleşmeyecektir. Uygulamalar
1. Yargıtay’ın nedensellik bağı ve objektif isnadiyete ilişkin vermiş olduğu
kararları inceleyiniz. Uygulama Soruları 1. Nedensellik bağı neyi ifade
etmektedir? 2. Objektif isnadiyet kavramını ve objektif isnadiyeti ortadan
kaldıran halleri açıklayınız. Bölüm Özeti Öldürme, yaralama gibi neticeli
suçlarda, kişiyi kanunda öngörülen neticeden sorumlu tutabilmek için, kişinin
fiili ile netice arasında nedensellik (illiyet) bağının bulunması gerekir.
Ancak bu bağın varlığı demek otomatik olarak kişi bakımından ceza
sorumluluğunun doğduğu anlamına gelmemektedir. Bu bakımdan, nedensellik bağının
tespitinden sonra, meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilip
edilemeyeceği gibi başka sorularında cevaplandırılması gerekmektedir. Bu
bölümde, nedensellik bağı ve objektif isnadiyet konuları ele alınmıştır. Ünite
Soruları Soru-1 : Objektif isnadiyeti kısaca tanımlayınız. Cevap: Failin izin
verilen riski aşan bir tehlike meydana getirmesi ve neticenin bu tehlike
alanında meydana gelmesi durumunda netice faile objektif olarak isnad
edilebilir. (Klasik) Soru-2 : Nedensellik bağını kısaca açıklayınız. Cevap:
Failin fiili ile meydana gelen netice arasında bulunan sebep-sonuç ilişkisine
nedensellik bağı denir. (Klasik) Soru-3 : Objektif isnadiyeti kaldıran halleri
yazınız. Cevap: Tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde arttığı haller, izin
verilen risk halleri, riski azaltıcı haller, tehlikenin netice olarak
gerçekleşmediği haller, normun koruma alanına girmeyen haller, hukuka uygun
alternatif davranışlar. (Klasik) Soru-4 : Olmazsa olmazdı formülünün
açıklamasını yazınız. Cevap: Bir hareketi yok saydığımızda netice yine de
meydana gelecekse nedensellik bağının varlığından bahsedilemez. (Klasik) Soru-5
: Nedensellik bağı ve objektif isnadiyet “suç treni”nin hangi vagonunda yer
alır? Cevap: Maddi unsur (Klasik) Soru-6 : “(A)’nın (B)’yi bıçaklaması
sonrasında (B)’nin tedavisi mümkün olmasına rağmen tedaviyi reddetmesi üzerine
ölmesi durumunda netice (A)’ya objektif olarak isnat edilemeyecektir.”
Yukarıdaki olayda objektif isnadiyeti kaldıran hangi hâl söz konusudur? (A) Normun koruma alanına girmeyen haller (B)
Hukuka uygun alternatif davranışlar (C) İzin verilen risk halleri (D)
Tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde arttığı haller (E) Riski azaltıcı
haller Cevap-6 : Normun koruma alanına girmeyen haller Soru-7 : “Meydana gelen
netice failin hukuka uygun davransa idi yine de gerçekleşecektiyse faile
objektif olarak isnat edilemez.” şeklinde tanımlanan objektif isnadiyeti
kaldıran hâl aşağıdakilerden hangisidir? (A) İzin verilen risk halleri (B) Normun
koruma alanına girmeyen haller (C) Hukuka uygun alternatif davranışlar (D)
Tehlikenin netice olarak gerçekleşmediği haller (E) Riski azaltıcı haller
Cevap-7 : Hukuka uygun alternatif davranışlar Soru-8 : “(A)’ya çarpacağını fark
eden (B)’nin A’yı kurtarmak amacıyla itmesi; ancak A’nın yaralanmasına sebep
olduğu bir olayda neticenin A’ya objektif olarak isnadı …” Yukarıdaki cümle
aşağıdakilerden hangisiyle tamamlanırsa doğru olur? (A) mümkündür. (B) mümkün olması için A’yı
kurtarmanın başka yolu olmaması gerekir. (C) mümkün değildir. Hukuka uygun
alternatif davranış söz konusudur. (D) mümkün değildir. Riski azaltıcı hâl söz
konusudur. (E) mümkün değildir. İzin verilen risk hali söz konusudur. Cevap-8 :
mümkün değildir. Riski azaltıcı hâl söz konusudur. Soru-9 : Neticenin başka bir
nedenden dolayı meydana geleceğinin varsayıldığı nedensellik bağı
aşağıdakilerden hangisinde doğru belirtilmiştir. (A) Varyasımsal nedensellik (B) Tahmini
nedensellik (C) Öngelen nedensellik (D) Tedrici nedensellik (E) Nizami
nedensellik Cevap-9 : Varyasımsal nedensellik Soru-10 : (A)’nın (B)’yi yürüyüşe
davet etmesi sonrasında (B)’nin üstüne yıldırım düşüp ölmesi durumunda objektif
isnadiyeti kaldıran hangi hâl söz konusudur? (A) Riski azaltıcı haller (B) İzin verilen
risk halleri (C) Hukuka uygun alternatif davranışlar (D) Normun koruma alanına
girmeyen haller (E) Tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde arttığı haller
Cevap-10 : Tehlikenin hukuken önem taşımayacak ölçüde arttığı haller 11. KAST
VE TAKSİR Giriş Manevi unsur, faille fiil arasındaki psikolojik bağ olarak
ifade etmektedir. Kast, kişinin davranışlarını belli bir amaca yönelik olarak
gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Ceza hukukunda kural olarak suçlar
kasten işlenir. Zira, kanuni tanımda yer almasa dahi kast, genel hükümlerde yer
aldığı için suçların oluşması için aranan zorunlu bir unsurdur. Nitekim kastı
düzenleyen TCK m. 21’de de belirtildiği üzere “Suçun oluşması kastın varlığına
bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek
gerçekleştirilmesidir”. Taksir ise, kişinin kendisinden beklenen özeni
göstermemesi nedeniyle neticenin gerçekleşmesi halidir. Ceza hukukunda taksirle
işlenen fiillerin ancak kanunda açıkça belirtilmesi halinde cezalandırılır.
11.1. Kast ve Kastın Unsurları Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinde kast, “suçun
kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir”
şeklinde tanımlanmaktadır. Suçun kanuni tanımındaki unsurlardan kastedilen,
tipikliği oluşturan tüm unsurlardır[83]. Bu bağlamda kastın suçun kanuni tarifinde
yer alan yani tipikliği oluşturan tüm unsurları içermesi gerekmektedir. Zira
Türk Ceza Kanunu’nun 30. maddesi gereğince, “fiilin icrası sırasında kanuni
tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse kasten hareket etmiş olmaz.”
Diğer bir ifadeyle, ilgili suç türünün tipikliğini oluşturan tüm unsurların
fail tarafından bilinmesi lazımdır[84]. Bu unsurları; fiil, şayet suçun kanuni
tanımında unsur olarak öngörülmüşse netice, neticeli bir suç varsa nedensellik
bağı, suçun konusu, mağdurun veya failin niteliği, nitelikli unsurlar ve hukuka
uygunluk sebeplerinin maddi koşulları olarak ifade edebiliriz. Buna karşın, her
ne kadar suçun kanuni tanımında yer alsa dahi fiilin haksızlık muhtevasında
etkili olmayan hususlar kast kapsamında değildir. Bunlar; objektif
cezalandırılabilme şartları, şahsi cezasızlık sebepleri veya cezayı kaldıran ya
da azaltan şahsi sebeplerdir[85]. Kastın bilme unsurunun yanında isteme unsuru
da yer almaktadır. İsteme unsuru, suçun maddi unsurlarının gerçekleştirilmesine
yönelik iradeyi ifade etmektedir. Konu bağlamında değinilmesi gereken diğer bir
önemli husus kastın aranacağı zamandır. Failin kastı, suçun icra hareketlerini
gerçekleştirdiği sırada bulunmalıdır. Suçun sadece icrasına başlamadan önce var
olan veya fiilin gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan kastın varlığı önemli
değildir[86]. Kast, failin işlediği suçun maddi unsurları hakkındaki bilgisinin
yoğunluğuna bağlı olarak doğrudan ve olası kast şeklinde ikiye ayrılmaktadır.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin birinci fıkrasında “suçun kanuni
tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” şeklinde
doğrudan kast; aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, “kişinin, suçun kanuni
tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen fiili işlemesi”
şeklinde olası kast tanımlanmıştır. 11.1.1. Doğrudan Kast Kastın bu türünde
kişi suçun maddi unsurlarını mümkün olabildiğince kesin olarak bilmekte ve
suçun unsurlarının gerçekleşmesini istemektedir. Belirli bir neticenin
gerçekleştirilmesine yönelik olarak işlenen fiilin, amaçlanan neticenin yanı
sıra diğer bazı neticeleri de meydana getireceği olağan hayat tecrübelerine
göre muhakkak ise, fail bu neticeler yönünden de doğrudan kast ile hareket
etmiştir. Örneğin; bir araca belli bir kişiyi öldürmek için güçlü bir bomba
yerleştiren fail, suçun maddi unsurlarını mümkün olabildiğince bilmektedir.
Ancak bombanın patlamasıyla sadece hedef aldığı kişiyi değil onun yanında
bulunan kişileri de kesine yakın bir ölçüde öldüreceğini bilmesinden dolayı
sadece hedef aldığı kişinin değil diğer kişilerinde ölmesini istediği kabul
edilir. Bir diğer örnek olarak ise, bir uçağa B’yi öldürmek üzere bomba
yerleştirilmesi olayında, bombanın patlaması sonucunda uçaktaki diğer kişilerin
öleceğini muhakkaka yakın bir şekilde tasavvur edilmekte olduğundan, doğrudan
kast vardır. Yine sahibi olduğu gemiyi okyanusta seyrederken bomba patlatarak
batırıp sigorta parasını almak isteyen kişinin amacı gemideki kişilerin ölmesi
olmamasına, hatta bunu arzulamasa dahi, olayda insanların hayatını kaybetmesi kesin
diyebileceğimiz şekildeyse, doğrudan kast söz konusudur[87]. Burada son olarak
değinilmesi gereken husus, bir suçun kanuni tarifinde açık bir biçimde
“bilerek, bildiği halde, bilmesine rağmen” gibi ifadelerin yer alması durumunda
söz konusu suçun yalnızca doğrudan kast ile işlenebilecektir[88]. Örneğin Türk
Ceza Kanunu’nun 267. maddesinde yer alan iftira suçu; “Yetkili makamlara ihbar
veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği
halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir
yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat
eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Bununla
birlikte, bazı suç tiplerinin kanuni tarifinde amaç ve saike yer verilmiş
olabilir. Amaç, failin suç tipinde yer alan eylemin yapılmasındaki hedeftir.
Örneğin Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesinde yer alan hırsızlık suçu:
“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya
başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir
yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” Buna göre hırsızlık suçunun
failinin taşınır malı yarar sağlamak amacıyla alması gereklidir. Saik ise,
faili suç teşkil eden fiili yapmaya iten iç etkendir. Örneğin, kişi babasını
öldüren kişiyi töresi gereği öldürme saikiyle öldürürse kasten öldürmenin
nitelikli halinden sorumlu olacaktır. Her ne kadar kural olarak amaç ve saik
suçun zorunlu bir unsur olmasa da, kanun koyucu bazı suçlarda amaç ve saike
suçun temel şeklinde veya nitelikli hallerinde yer verebilmektedir. İşte kanuni
tarifte amaç ve saike yer verilen bu suçların olası kastla işlenemeyeceği kabul
edilmektedir. 11.1.2. Olası Kast Doğrudan kast ile olası kastın farkı esas
itibarıyla, isteme unsurunda ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, maddi
unsurları gerçekleşmesine yönelik irade, doğrudan kastta olan ölçüde değildir.
Türk Ceza Kanunu’nun uygulanması bakımından kast düzenlemeleri ile bilinçli
taksir düzenlemesi sistematik bir şekilde ele alınıp olası kast düzenlemesi
gerekçesiyle birlikte yorumlandığında kabullenme ölçütü dikkate alınmalıdır.
Nitekim kanunun gerekçesinde de; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında
yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine
rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana
gelmesini kabullenmektedir” şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Bu nedenlerle
olası kast, suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda
gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen bu unsurların meydana gelmesinin
kabullenilmesi şeklinde tanımlanmalıdır. Örnek olarak düğünlerde havaya açılan
ateş sonucu gerçekleşen yaralama veya ölüm neticeleri verilebilir. Burada fail,
her ne kadar neticenin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen bu durumu
kabullenerek fiiline devam etmektedir. Bu bakımdan fail gerçekleşen neticeden
olası kastla sorumlu olacaktır. Nitekim bir Yargıtay kararında da; “Sanığın
kalabalık düğün ortamında hedef gözetmeksizin iki el tabancayla ateş ettiği
sırada çevrede bulunan kişi ya da kişilerin isabet alıp yaralanabileceğini ya
da ölebileceğini öngörmesine rağmen atışlarına devam ederek, bitişikteki evin
damında bulunan maktüleyi baş bölgesinde tek isabetle vurup öldürmesi olayında,
sanığın olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir…” denilmiştir[89].
Nihai olarak, Türk Ceza Kanunu’nun m.21/2 uyarınca, failin olası kastla hareket
etmesi halinde temel cezasında indirime gidilecektir. “Bu halde,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis
cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla
kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden
yarısına kadar indirilir.” 11.2. Taksir Kavramı ve Taksirin Unsurları Yukarıda
bahsettiğimiz üzere kural suçların kasten işlenmesidir. Ancak, Ceza hukukunda
taksirle işlenen fiillerde kanunda açıkça belirtilmişse cezalandırılmaktadır.
Taksir, kişinin kendisinden beklenen dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı
davranmak suretiyle istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi
gerçekleştirmesi hali olarak ifade edilebilir[90]. Nitekim Türk Ceza Kanunun
22. maddesinde yer alan kanuni tanıma göre de, taksir “dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında
belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” anlamına gelmektedir.
Gerekçe de taksirli suçların belirgin özelliğinin “icrai veya ihmali şekilde
olabilen iradi hareketin varlığı ve kanunî tanımda yer alan unsurlardan birinin
öngörülmemiş olmasıdır.” olduğu ifade edilmiştir. Devamında; “Fakat bu
öngörmemenin, “gerekli dikkat ve özen” yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla
ortaya çıkması gerekir. Çünkü gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için
kanunda tanımlanmış olan neticenin gerçekleşeceği öngörülmemiştir.” 11.2.1.
Dikkat ve Özen Yükümlülüğünün İhlali Gerekçede de kendisine yer bulduğu üzere,
taksirli suçlar denildiğinde, özen yükümlülüğünün ihlaliyle işlenen suçlar
anlaşılmalıdır. Bir başka deyişle taksir, kişinin kendisinden beklenen ve
göstermek zorunda olduğu özeni göstermemesi sebebiyle neticenin gerçekleşmesi
hâli olarak da ifade edilmektedir[91]. Şu halde taksirin esasını, objektif özen
yükümlülüğünün ihlali oluşturmaktadır. Gerekçe de ifade edildiği üzere, “Bu
dikkat ve özen yükümlülüğünün belirlenmesinde, failin kişisel yetenekleri göz
önünde bulundurulmaksızın, objektif esastan hareket edilir.” Zira toplum
halinde yaşamın gereği olarak çeşitli alanlarda dikkat ve özene ilişkin
kurallar bulunmaktadır. Bu kurallar, yazılı hale getirilmiş olabileceği gibi ortak
hayat tecrübeleri ile de oluşturulmuş olabilir. Örneğin, inşaat faaliyeti,
sağlık hizmetleri ve trafik faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin kurallar.
İşte taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri,
bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak var olan
dikkat, özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda
olmalıdır. Bütün bu yeteneklere sahip olmasına rağmen bu yükümlülüğe aykırı
davranan kişi, suç tanımında belirlenen neticenin gerçekleşmesine neden olması
durumunda, taksirli suçtan dolayı kusurlu sayılarak sorumlu tutulacaktır.
Bununla birlikte taksirli suçlarda failin kusurluluk değerlendirmesini yapacak
olan hakimdir. Kusurluluğun değerlendirilmesinde hâkim somut olaydaki dikkat ve
özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğini bilirkişi incelemesi yaptırarak
tespit ettirebilir. Ancak bilirkişi bu incelemesinde sadece olayın teknik
boyutuyla ilgilenecektir. Bunun dışında, bilirkişi kusurluluk konusunda
herhangi bir değerlendirme yapamaz. Zira bu yetki münhasıran hâkime aittir.
Sonuç olarak hakim, kusurluluğu göz önünde bulundurarak hakim failin cezasında
belli indirime gidebilir. 11.2.2. Taksirin Türleri Bir fiilin işlenmesi
dolayısıyla ortaya çıkabilecek öngörülebilir bir neticenin fail tarafından
dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir biçimde öngörülmemesi durumunda basit
(adi) taksir gündeme gelecektir. Söz konusu neticenin öngörülmesi ve fakat
istenmemesi durumunda ise bilinçli taksirden bahsedilecektir. Maddenin üçüncü
fıkrasında, bilinçli taksirin tanımı verilmiştir. Buna göre, “kişinin öngördüğü
neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir
vardır.” Bu bağlamda, bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin
neticesinin failce fiilen öngörülmüş ve fakat istenmemiş olmasıdır. Örneğin,
bir annenin bebeğini emzirirken uyuyakalması ve bebeğinin üzerine yatarak onun
boğulmasına neden olması halinde, anne dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı
davranmıştır, annenin bu davranışı taksirlidir, adi (basit) taksir söz konusu
iken; sadece yüzme alanı olarak tahsis edilen alana jet-ski ile giren ve
yüzmekte olan mağdurun ölümüne neden olan kişinin davranışında bilinçli taksir
söz konusudur. Bilinçli taksirde de olası kast durumunda olduğu gibi netice öngörülmekte,
ancak failin bu defa olursa olsun gibi bir anlayışla hareket etmesi, bir diğer
deyişle kabullenmesi değil; yükümlülüklerine aykırı olarak neticenin meydana
gelmeyeceğine güvenmesi gündeme gelmektedir. Kanundaki ifadesiyle netice
istenmemektedir[92]. Örneğin, ana yol üzerinde bulunan bir binanın yıktırılması
işini üzerine alan müteahhit, yıkma işine başlarken yoldan geçenlerin zarara
uğramaları ihtimaline karşı binanın yol üzerindeki cephesine tahta perde
kurması gerekirken bunu yapmaması üzerine inşaattan yola düşen kalaslardan
birinin yoldan geçen A’nın başına isabet ederek yaralanmasına neden olması
durumunda taksirden söz edilecektir. Ancak bu örneği, kalasın A’nın aracına
isabet etmesi ve aracın camının kırılmasına neden olması şeklinde değiştirdiğimiz
takdirde ise taksirli sorumluluk gündeme gelecekmiş gibi düşünülse de esasen bu
söz konusu olmayacaktır. Zira taksir, yalnızca kanunda açıkça düzenlendiği
takdirde gündeme gelebilecektir. Bu ihtimalde ise mala zarar verme suçunun
taksirle işlenebileceği kanunda düzenlenmediğinden bu suç oluşmayacaktır. Ancak
duruma örneğin genel güvenliğin tehlikeye sokulması suçu gibi ilgili bir başka
suçun oluştuğundan söz edilebilecektir[93]. 11.3. Olası Kast/Bilinçli Taksir
Ayrımı Ceza hukukunda olası kast bilinçli taksir ayrımının ortaya konulması
kolay değildir. Olası kastla bilinçli taksir arasındaki ortak nokta şudur:
ikisinde de fail hareketi yaparken, somut olayda bu hareketine bağlı olarak suç
teşkil eden belirli bir neticenin meydana gelebileceğini öngörüyor. Ama
bilinçli taksirde bunun oluşmayacağına güveniyor. Yani bilinçli taksirde fail
her şeyin yolunda gideceğine inanıyor. Olası kastta ise fail hareketi yaptığı
takdirde belirli bir neticenin oluşabileceğini öngörmektedir. Bu neticenin
gerçekleşme ihtimalini kabullenerek, “olursa olsun” diye düşünerek, suç teşkil
eden netice gerçekleşse de ben bu hareketi yapacağım der. Yani olası kastı
bilinçli taksirden ayırt edebilmek için her somut olay bakımından failin
neticeyi kabullenmiş sayılıp sayılamayacağı yönünde bir değerlendirme yapmak
zorunludur. Eğer “fail bu neticenin gerçekleşeceğini bilseydi yine de hareketi
yapardı” diyebiliyorsak olası kast; “neticenin gerçekleşeceğini bilseydi, bu
hareketi yapmazdı” diyebiliyorsak bilinçli taksirden söz edilir[94]. 11.4.
Taksirli Hareketlerin Birleşmesi İlk olarak belirtmek gerekir ki, TCK’da
düzenlenen iştirak hükümlerinin taksirli suçlar bakımından uygulanması mümkün
değildir. Zira failin taksirli bir hareketi mevcut olduğunda, bunun bir
başkasının taksirli hareketiyle birleşmesi hâlinde herkes kendi taksirli
fiilinden dolayı ve kusuru oranında sorumlu tutulacaktır. Ayrıca failin
gerçekleştirmiş olduğu taksirli harekete mağdurun kendi taksirli hareketinin
eklenmiş olması da mümkündür. Bu durumda mağdur taksirle hareket etmiş olsa
dahi fail yine de kendi taksirli hareketinden dolayı kusuruna göre sorumlu
tutulacaktır. Bu gibi durumlarda taksirler arasında takas gibi bir durumdan söz
edilemeyecektir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki
sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu
açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden
bağımsız olarak belirlenmelidir. 11.5. Taksirli Suç Dolayısıyla Failinde Mağdur
Olması Burada son olarak belirtilmesi gereken husus, TCK m. 22/6 hükmünde
düzenlenen durumdur. Buna göre taksirli fiil sonucu neden olunan netice,
münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından artık bir cezaya
hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına neden olmuşsa faile
ceza verilmeyecek; bilinçli taksir hâlinde de verilecek ceza yarıdan altıda
bire kadar indirilebilecektir. Bu hüküm ile taksirli suçlar bakımından bir
şahsi cezasızlık sebebi ya da cezada indirim yapılmasını gerektiren bir şahsi
sebep ihdas edilmiştir. Gerekçede de; “Örneğin ülkemizde özellikle kırsal
bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice
itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete
uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve
hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük
çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların
yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Bu gibi hâllerde ananın taksirli
suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan
dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle
kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden
olmaktadır.” denilerek bu durum ortaya konulmuştur. 11.6. Kastı Kaldıran Hata
Kastı kaldıran hata, maddi unsurlarda hata (TCK md. 30/1), nitelikli unsurlarda
hata (TCK md. 30/2), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi koşullarında hata (TCK
md. 30/1) ve hukuka uygunluk nedenlerinin sınırında hata olmak üzere dört
farklı grupta irdelenmektedir. 11.6.1. Maddi Unsurlarda Hata TCK m. 30/1’de
maddî unsurlarda hata halinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer
verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve
özen gösterilmiş̧ olsaydı böyle bir netice ile karşılaşılmazdı şeklinde bir
yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu
durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak
tanımlanmış̧ olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının
çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda
hırsızlık suçunun ancak yararlanma kastıyla islenebileceği belirtildiği için;
böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av
hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan
kişinin bu hatasında taksiri varsa, öldürme suçu kanunda taksirle işlenen bir
suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle öldürme
suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır[95]. Fail, suçun kanuni tanımında yer alan
bir unsurun maddi içeriğini biliyor, fakat onun ceza hukukundaki niteliği
konusunda hataya düşüyorsa hukuki yorum hatası söz konusudur ve bu durumda
hukuka aykırılık bilinci eksik ise yasak hatası vardır. 11.6.2. Nitelikli
Unsurlarda Hata Failin işlediği suçta cezayı ağırlaştıran nitelikli hal
bulunmasına rağmen, fail bunları bilmiyorsa bu nitelikli hallerden etkilenmez,
yani cezası arttırılmaz. Örneğin TCK m. 82/1- (f) hükmüne göre kasten öldürme
suçunun gebe olduğu bilinen kadına karşı işlenmesi cezayı arttıran nitelikli
haldir. Fail, öldürdüğü kadının gebe olduğunu bilmiyorsa, bu durumda sadece
kasten öldürme suçunun temel şeklinden dolayı (TCK m. 81)
cezalandırılacaktır[96]. Fail işlediği suçta nitelikli hal bulunmamasına
rağmen, fail bulunduğunu zannediyorsa fail hatasından yararlanır ve nitelikli
hal faile yükletilmez. Örneğin kasten öldürme suçunun üstsoy veya altsoydan
birine ya da eşe veya kardeşe karşı işlenmesi cezayı arttıran nitelikli haldir.
Babasını öldürmek isterken yanılgı sonucu başkasını öldüren kişi bu hatasından
yararlanır ve sadece kasten öldürme suçunun temel şeklinden dolayı (TCK m. 81)
cezalandırılır. Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hal
bulunmamasına rağmen, fail bunların bulunduğunu zannederek fiili işlerse bu
nitelikli halden yararlanır. Örneğin bir kimsenin paydaş olarak malik olduğunu
zannettiği bir eşyayı almak isterken, yanlışlıkla mülkiyeti tamamen başkasına
ait bir eşyayı alması halinde fail hakkında 144. maddeye göre cezada indirime
gidilebilecektir. Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hal
bulunmasına karşın, fail bu durumu bilmiyorsa bu nitelikli halden yararlanır.
Örneğin değerli bir kolyeyi çalmak isterken taklidini çalan fail, 145. maddede
yer alan “Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı
nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve
özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”
şeklindeki hüküm gereğince indirimden yararlanır[97]. 11.6.3. Hukuka Uygunluk
Nedenlerinin Maddi Koşullarında Hata Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi
koşullarında hata hallerinde fail, işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiği
bilincine sahiptir ve fakat ortada hukuka uygunluk sebeplerinden birinin maddi
şartlarının mevcut olduğunu zannederek fiili işlemektedir. Örneğin karanlıkta
yolda yürüyen bir kişi, arkasından hızla kendisine doğru gelmekte olan şahsın
kendisine saldıracağını sanarak savunmada bulunmaktadır. Böyle bir durumda fail
olayda meşru savunmanın şartlarından haksız bir saldırının varlığında hataya
düşmektedir. Failin tasavvuru gerçekleşmiş̧ olsaydı, fiil hukuka uygun
olacaktı. Hukuka uygunluk sebebinin maddi şartları hakkındaki bilgi kasta
dahildir. Bu nedenle hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata,
“Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir
kimse, kasten hareket etmiş̧ olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk
hali saklıdır.” şeklindeki TCK md. 30/1’e göre ele alınmalıdır. Bu bağlamda
failin fiili bakımından taksir değerlendirmesinin yapılması gerekir.
Uygulamalar 1. Yargıtay’ın bilinçli/bilinçsiz taksir yönünde verdiği kararları
araştırınız. Uygulama Soruları 1. Taksirde “objektif özen yükümlülüğüne
aykırılık” kavramını açıklayınız. 2. Olası kast/bilinçli taksir ayrımını örnek
üzerinden açıklayınız. 3. Failin suçun maddi unsurlarında hataya düşmesinin
sonuçları nelerdir? Bölüm Özeti Bu bölümde kastın tanımı yapılmıştır. Failin
cezai sorumluluğuna gidebilmek için kastın suç yolunda hangi aşamada bulunması
gerektiğine yer verilmiştir. Son olarak kastın türleri olan doğrudan kast ve
olası kastın tanımları yapılmış ve ölçütleri belirtilmiştir. Ardından, taksirin
unsurları ve gerçekleşme şekline yer verilerek, taksirin türleri olan bilinçli
taksir ve bilinçsiz taksir örneklerle anlatılmıştır. Taksirli hareketin
birleşmesi ve taksirli suç dolayısıyla failin de mağdur olması durumları
açıklanmıştır. Nihai olarak, kastı kaldıran hata halleri sayılarak
açıklanmıştır. Ünite Soruları Soru-1 : Suç tipinde “bilerek, bildiği halde,
bilmesine rağmen” ifadelerinin bulunması halinde suçta hangi manevi unsurun
bulunması gerekir? Unsurlarıyla birlikte açıklayınız. Cevap: Bir suçun kanuni
tarifinde açık bir biçimde “bilerek, bildiği halde, bilmesine rağmen” gibi
ifadelerin yer alması durumunda söz konusu suçun yalnızca doğrudan kast ile
işlenebileceği kabul edilir. Kastın bilme unsuru bilişsel, entelektüel alana
dahil olmasına karşılık, isteme unsuru suçun maddi unsurlarının gerçekleştirilmesine
yönelik iradeyi ifade etmektedir. (Klasik) Soru-2 : Çok hareketli suçlar ile
neticeli suçlarda kastın bulunması gereken zamanı açıklayınız. Cevap: Neticeli
suçlarda kast, fail tarafından netice için gerekli olarak görülen fiili
bitirinceye kadar mevcut olmalıdır. Çok hareketli suçlarda kast, ilk hareketin
yapılması sırasında ikinci hareketin yapılmasına da yönelmelidir. (Klasik)
Soru-3 : Aşağıdakilerden hangisi kastın bilme unsuru kapsamında değildir? (A) Fiil (B) Hukuka Uygunluk Sebeplerinin
Manevi Unsurunda Hata (C) Nedensellik Bağı (D) Failin Niteliği (E) Netice
Cevap-3 : Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Manevi Unsurunda Hata Soru-4 : 14
yaşındaki A’nın, gebe olduğunu bilmediği B’nin yemeğine tuz koyduğunu düşünerek
yemeğine öldürücü etkisi bulunan bir temizlik maddesi koyması ve bunun
neticesinde B’nin ölümüne yol açması olayında aşağıdakilerden hangisi
söylenebilir? (A) A 14 yaşında olması
sebebiyle kasten hareket edemez. (B) A, B’nin gebe olduğunu bilmese de cezayı
ağırlaştıran nitelikli haller kastın kapsamı dışında kaldığı için nitelikli
halden sorumlu olacaktır. (C) A, B’nin gebe olduğunu bilmediği için kasten
öldürme suçu bakımından cezai sorumluluğu yoktur. (D) A, yemeğe döktüğü
öldürücü etkisi bulunan temizlik maddesini kontrol etmeksizin yemeğe koyduğu
için B’ye karşı olası kastla öldürme suçunu işlemiştir. (E) A yemeğe temizlik
maddesi koyduğunun farkında değildir. Dolayısıyla kastın kapsamı açısından
bilme unsuru gerçekleşmediğinden kast yoktur. Cevap-4 : A yemeğe temizlik
maddesi koyduğunun farkında değildir. Dolayısıyla kastın kapsamı açısından
bilme unsuru gerçekleşmediğinden kast yoktur. Soru-5 : Aşağıdakilerden hangisi
bir olası kastın terminolojik karşılıklarından biri değildir? (A) Muhtemel Kast (B) Dolaylı Kast (C) Gayri
Muayyen Kast (D) İhtimal Kastı (E) Dolus Eventualis Cevap-5 : İhtimal Kastı
Soru-6 : Aşağıdakilerden hangisi veya hangileri doğrudur? I. Ceza Hukukunda
asıl sorumluluk kasttır. II. Kanunda taksirle ilgili özel düzenleme yoksa kimse
taksirinden cezai açıdan sorumlu tutulamaz. III. Failin suç teşkil eden
neticeyi bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi bilinçli taksirdir. IV. Failin,
suç teşkil eden neticeyi öngörse bile istememiş olması bilinçsiz taksirdir. V.
Taksir 5237 sayılı TCK’nın 22. maddesinde düzenlenmiştir. (A) II-IV (B) I-III-V (C) I-II (D) I-II-V (E)
Yalnız I Cevap-6 : I-II-V Soru-7 : Türk Ceza Kanunu’na göre, taksirle ilgili
aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? (A) Taksirli fiiller, yalnızca kanunda açıkça
belirtildiğinde cezalandırılır. (B) Taksirli suçlarda taksirin bilinçli
(öngörülü) olması cezayı ağırlaştıran bir nedendir. (C) Taksirle işlenen
suçlara teşebbüs mümkündür. (D) Taksirle işlenen fiillerde, objektif dikkat ve
özen yükümlülüğüne aykırılık söz konusudur. (E) Bilinçsiz (basit) taksir,
neticenin öngörülememesi söz konusudur. Cevap-7 : Taksirle işlenen suçlara
teşebbüs mümkündür. Soru-8 : Yeni doğan bebeğe kızamık aşısı yerine, kızamık
aşısının sulandırıcı ile hazırlanmış verem aşısı yapılan olayda bebek hayatını
kaybeder. Aşıyı yapan hemşire H, aslında kızamık ve verim aşısının ayırt
edilebilir olduğunu ancak yorgunluktan dolayı durumu öngöremediğini polise
söyler. H’nın sorumluluğu ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? (A) Basit taksirle sorumludur. (B) Bilinçli
taksirle sorumludur. (C) Olası kastla sorumludur. (D) Doğrudan kastla
sorumludur. (E) Kişinin sorumluluğu yoktur. Cevap-8 : Basit taksirle
sorumludur. Soru-9 : Bilinçli taksirinin formülü aşağıdakilerden hangisidir? (A) Bilme + İsteme (B) Öngörme + Kabullenme
(C) Öngörme + İstememe (D) Bilme + Öngörme (E) Kabullenme + İsteme Cevap-9 :
Öngörme + İstememe Soru-10 : Yanık tedavisi için hastaneye yatan 18 aylık bebeğe
dikkatsizlik sonucu hemşire tarafından AIDS’ li hastanın kanı verilir. Hemşire
A, acil servisin bebeğin geldiği sırada çok yoğun olduğunu, bu nedenle de kanın
tahlile gönderilmesi gerekirken gerekli tetkikler yapılmadan hastaya
verildiğini, ancak kanın AIDS’li çıkma ihtimali düşük olduğundan durumun
kendisi tarafından öngörülmediğini söyler. A’nın sorumluluğu ile ilgili
aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? (A)
Basit taksirle sorumludur. (B) Bilinçli taksirle sorumludur. (C) Olası kastla
sorumludur. (D) Doğrudan kastla sorumludur. (E) Kişinin sorumluluğu yoktur.
Cevap-10 : Basit taksirle sorumludur. 12. HUKUKA AYKIRILIK Giriş Hukuka
aykırılık kanuna aykırı tipik bir fiilin gerçeklemesi anlamına gelmektedir.
Başka bir deyişle, tipiklik hukuka aykırılılığın bir karinesidir. Ancak olayda
bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması durumunda tipik fiilin hukuka
aykırılığı ortadan kalkmakta ve hukuka uygun hale gelmektedir. İşte bir fiili
hukuka uygun hale getiren bu nedenlere ise, “hukuka uygunluk nedenleri” adı
verilmektedir. Bu nedenler, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda; hakkın
kullanılması, kanun hükmünü yerine getirme, meşru savunma ve ilgilinin rızası
olmak üzere dört başlık altında düzenlenmiştir. 12.1. Hukuka Aykırılık Kavramı
Hukuka aykırılık; tipe uygun fiilin hukuk düzeniyle çelişmesini, hukuk
düzeninin söz konusu davranışa izin vermemesini ifade etmektedir. Hukuka
aykırılık bütüncül bir kavramdır. Bir diğer deyişle bir fiil, ceza hukuku
bakımından hukuka uygun iken söz gelimi borçlar hukuku veya idare hukuku
bakımından hukuka aykırı sayılamayacaktır[98]. Hukuka aykırılık, ağır-hafif,
büyük-küçük gibi bir derecelendirmeye de tabi tutulamayacaktır[99]. Hukuka
aykırılık ile haksızlık ise farklı kavramlardır. Haksızlık, hukuk düzeniyle çelişen
fillin adı; hukuka aykırılık ise fiilin vasfıdır. Hukuka aykırılığın aksine
haksızlık, ağır–hafif gibi nicelik itibariyle bir derecelendirmeye tabi
tutulabilmektedir. Suçun kanuni tanımına uygun tipik olan fiilin, hukuka aykırı
olduğu varsayılır. Diğer bir deyişle tipiklik hukuka aykırılığın bir
karinesidir[100]. Meğerki olayda bir hukuka uygunluk nedeni bulunmasın. Bu
nedenle olayda tipe uygun fiili tespit ettikten sonra, bu fiilin hukuka
aykırılığı özel olarak incelenmesi değil, tipik fiili hukuka uygun hale getiren
bir hukuka uygunluk nedeninin bulunup bulunmadığı araştırılır. Şayet olayda
meşru savunma, hakkın kullanılması gibi, fiili hukuka uygun hale getiren bir
hukuka uygunluk nedeni varsa, hukuka aykırılık karinesi ortadan kalkar ve fiil
hukuka uygun sayılır. Bu durumda fiil sadece ceza hukuku bakımından değil,
hukukun medeni hukuk, idare hukuku gibi diğer tüm alanları bakımından hukuka
uygun olur. Bir fiili hukuka uygun hale getiren nedenlere “hukuka uygunluk
nedenleri” adı verilir[101]. Dolayısıyla hukuka aykırılık unsuru bağlamında
inceleme yapılırken, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunup bulunmadığı
incelenmesi gerekir. 12.2. Hukuka Uygunluk Nedenleri Tipik bir fiilin suç
olabilmesi için hukuka uygunluk nedeninin bulunmaması gerekir. O halde hukuka
aykırılık unsuru başlığı altında herhangi bir hukuka uygunluk nedeninin bulunup
bulunmadığı irdelenmelidir. Hukuka uygunluk nedenleri, kanun hükmünün yerine
getirilmesi, amirin hukuka uygun emrinin yerine getirilmesi, meşru savunma,
hakkın kullanılması ve ilgilinin rızasıdır. 12.2.1. Hakkın Kullanılması Türk
Ceza Kanunu’nun 26/1 hükmüne göre, “hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.”
Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması,
kişi bu hakkı doğrudan doğruya kullanabilir olması, kişinin bu hakkını tanınma
sebebinin sınırları içinde kullanması gerekmektedir. Hakkın kullanılması genel
bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Ancak bazı hallerde ceza
kanunun özel hükümler kitabında suç tipleriyle bağlantılı olarak ayrıca
düzenlenmiştir[102]. Örneğin “iddia ve savunma dokunulmazlığı” başlıklı TCK md.
128/1 hükmü; “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya
sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda
ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak,
bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve
uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir,” bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
12.2.2. Kanunun Hükmünü Yerine Getirme TCK m. 24/1 hükmü gereğince kanun
hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez. Kanun hükmünden anlaşılması
gereken, hukuk düzeninde bulunan kanun, tüzük, yönetmelik gibi tüm hukuk
normlarıdır. Yani pozitif hukuk metinleri, yazılı hukuk kurallarıdır[103]. O
halde herhangi bir hukuk normuna göre davranan kişinin bu davranışı, ceza
hukuku bakımından tipik olsa dahi hukuka uygunluk nedeninin bulunması nedeniyle
suç oluşturmayacak ve cezaya maruz kalmayacaktır. Kanun hükmünün yerine getirilmesi
hukuka uygunluk nedeninin bulunması için, 1) Kişiye kanun tarafında yetki
verilmelidir. Buradaki kanun ibaresi sadece şekli anlamda kanun olmayıp yazılı
hukuk kuralı olarak anlaşılmalıdır. 2) Kişiye verilen bu yetki aynı zamanda o
kişinin görevini oluşturmalıdır. Sadece kanunun belli bir şekilde hareket etme
görevi yüklediği kişiler bakımından hukuka uygunluk sebebi geçerli olur.
Örneğin Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16’ncı maddesinde düzenlenen hüküm
gereğince kolluk görevlilerinden polis, zor ve silah kullanmaya yetkili
kılınmıştır. Bir polisin, bu hükümde yer verilen şartlara uygun olması kaydıyla
silah kullanması durumunda kanun hükmünü yerine getirme hukuka uygunluk nedeni
olacaktır. 12.2.2.1. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi Bu kapsamda kolluğun silah
kullanma yetkisinin irdelenmesi gerekir. Bu irdeleme PVSK m. 16 hükmü dikkate
alınarak yapılacaktır. Bu hükme göre polis; meşru savunma hakkının kullanılması
kapsamında veya bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği
direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde ya da
hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri
verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak
amacıyla ve sağlayacak ölçüde, silah kullanmaya yetkilidir. Fakat bu yetkinin
kullanılabilmesi için polis, silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde
"dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam
etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen
kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması hâlinde
ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş
edilebilir. Bu şartların aşamalı bir şekilde irdelenmesi gerekir. O halde
herhangi bir olayda polisin silah kullanması halinin bulunması durumunda
öncelikle polisin, silah kullanmadan evvel dur çağrısında bulunup bulunmadığı
irdelenmelidir. Daha sonra kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi
halinde uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Kişi, hala kaçmaya devam
etmekteyse bu durumda ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin
yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Örneğin olayda aracıyla kaçmakta olan bir kimseye ataş eden polisin işlediği
fiilin değerlendirilmesi durumunda “ele geçirilmesinin mümkün olmaması” şartı
üzerinde durulacak ve plakası bilinen bir aracın sahibinin bulunmasının
imkânsızlığından söz edilemeyecektir. Ayrıca ele geçirilmesinin mümkün olmaması
halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde
silahla ateş edilebilmesinin hukuka uygun olmasının önkoşulu, daha evvel de
belirttiğimiz üzere, PVSK m. 16/c gereği ilgili kişi hakkında tutuklama,
gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olması ya da
suçüstü halinde bulunmasıdır[104]. 12.2.2.2. Amirin Hukuka Uygun Emrini İfa TCK
24/2 hükmü gereğince yetkili merciden verilmiş olup da yerine getirilmesi görev
gereği zorunlu olan emri uygulayan sorumlu olmaz. Bu bağlamda amirin hukuka
uygun emrini yerine getiren kişinin fiili bakımından da bir hukuka uygunluk
nedeni söz konusudur. Amirin emri hukuka uygunluk nedeninin bulunması için şu
şartların varlığı gerekir: Bir emir bulunmalıdır. Emri verenin bu konuda
yetkisi olmalıdır. Emri alanın bunu yerine getirmeye görevli ve yetkisi olması
gerekir. Emir, kanunun aradığı şekil şartlarını taşımalıdır. Emir hukuka aykırı
olmamalıdır. Emir hukuka aykırı ise bunu yerine getiren kişi için kusuru
etkileyen bir neden teşkil eder. Konusu suç olan emir ise hiçbir surette yerine
getirilemez. 12.2.5. Meşru Savunma TCK 25/1 hükmünde düzenlenen meşru savunma
hükümlerine göre, “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,
gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o
anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu
ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Buradan anlaşılacağı üzere,
meşru savunmanın saldırıya ve savunmaya ilişkin olmak üzere bazı koşulları
bulunmaktadır. Saldırıya ilişkin koşullar; bir saldırının varlığı, saldırının
mevcut olması ve saldırının kişilere ait herhangi bir hakka yönelik olması
iken; savunmaya ilişkin koşullar bir savunmanın gerekli olması ve
orantılılıktır. 12.2.5.1. Saldırıya İlişkin Koşullar i. Bir Saldırın Varlığı
Meşru savunmadan söz edebilmek için insandan kaynaklanan ve kişinin hukuken
korunan değerlerine zarar veren veya zarar verme tehlikesi içeren haksız bir
saldırının varlığı gereklidir. Saldırı teşkil eden fiilin ayrıca suç teşkil etmesi
gerekmez. Saldırının haksız olup olmadığı yazılı olan ve olmayan tüm hukuk
düzenine ilişkin kurallar göz önünde tutularak değerlendirilir. Fiilin haksız
saldırı olarak kabul edilebilmesi için hukuka aykırı olması yeterlidir. Şahsi
cezasızlık sebebi ya da cezayı ortadan kaldıran şahsi sebeplerin bulunması
nedeniyle cezalandırılamaması haksız olduğu sonucunu değiştirmez. Bir kişi
kendi hareketi ile saldırıyı tahrik etse de meşru savunmadan
yararlanabilir[105]. ii. Saldırının Mevcut Olması Meşru savunmadan söz
edebilmek için gerçekleşen veya gerçekleşmesi ya da tekrarı kesin olan bir
saldırının varlığı gerekmektedir. Saldırı başlamadan ya da bittikten sonra
meşru savunma olmaz. iii. Saldırının Kişilere Ait Herhangi Bir Hakka Yönelik
Olması Meşru savunma, kişinin gerek kendisinin gerekse başkasının hakkına
yönelmiş saldırılara karşı yapılabilir. Kişilere ait tüm haklar bakımından
meşru savunma söz konusu olabilir. 12.2.5.2. Savunmaya İlişkin Koşullar i.
Savunmanın Gerekli Olması Somut olayın o anki koşullarına göre yapılacak
değerlendirmeye göre savunma olmadan da saldırıyı uzaklaştırma imkânı varsa
meşru savunmanın bulunmadığı kabul edilir. Savunma hareketi saldırıyı derhal
sona erdirecek nitelikte olmalıdır. Kaçma imkânı olmasına rağmen, kaçmayıp
savunmada bulunan kişinin hareketi meşru savunma olarak değerlendirilir. ii.
Saldırı ile Savunma Arasında Orantının Bulunması Savunmanın hukuka uygun kabul
edilebilmesi için savunma hareketinin, maruz kalınan saldırıyı defedecek ölçüde
olması gerekir, aksi takdirde savunmada sınır aşılmış olur. Saldırı ve
savunmada kullanılan araçlar, saldırı ve savunmanın yöneldiği hukuki değerler
dikkate alınarak o andaki hal ve koşullara göre değerlendirme yapılır. 12.2.6.
İlgilinin Rızası TCK’nın m. 26/2 hükmüne göre kişinin üzerinde mutlak surette
tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası
çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez. Şartları şu
şekildedir: i. Kişinin Üzerinde Mutlak Surette Tasarrufta Bulunabilecek Bir
Hakkının Varlığı İlgilinin rızası mutlak surette tasarrufta bulunabileceği
haklar bakımından söz konusu olduğundan sadece kişiye ait hukuksal değerleri
koruyan suç tipleri için rıza geçerli olabilir. Bu bağlamda örneğin kişinin
hayatına, vücut bütünlüğüne yönelik saldırılara yönelik olarak kişinin geçerli
bir rızasından söz edilemez[106]. ii. Rızaya Ehliyet Kişinin rıza yeteneğine
sahip olması gerekir. Bu durum, somut olayda söz konusu olan suç tipi
bakımından ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Kişi verdiği rızanın, vazgeçtiği
hakkın, anlam, kapsam ve önemini kavrayacak durumda olmalıdır. Bu nedenle rıza
yeteneği için belli bir yaş söz konusu değildir. Ancak kanun bazı durumlarda
mağdurun yaşından özel olarak söz etmişse bu yaştan küçük olanların rızasına
geçerlik tanınmaz[107]. iii. Rızanın Beyan Edilmesi Rıza beyanı açık veya
örtülü, yazılı veya sözlü olabilir. Ancak rıza mutlaka suçtan önce veya suçun
icra hareketlerinin yapılması sırasında verilmelidir ve fiilin işlenmesi
sırasında da mevcut olmalıdır. Kanun rıza beyanını belli bir şekle tabi
tutuyorsa rıza bu şekle uygun olmalıdır[108]. 12.2.7. Tıbbi Müdahelelerin
Hukuka Uygunluğu Rıza konusu altında tıbbi müdahalelere de ayrıca değinilmesi
gerekir. Nitekim bir hastaya yapılan her tıbbi müdahale, esasında kasten
yaralama suçu (TCK m. 87) bakımından tipik olsa da hastanın geçerli rızası
nedeniyle hekim, yaptığı tıbbi müdahale bakımından yetkili hale gelmekte ve
gerçekleştirdiği müdahale hukuka uygun hale gelmektedir. Ancak hekimin
gerçekleştirdiği tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için bazı şartların
bulunması gerekir. Tıbbi müdahalede hukuka uygunluk şartlarını; bir tıbbi
müdahalenin varlığı, tıbbi müdahaleyi yapacak kişinin tabiplik mesleğinin
kanunen icra etmeye yetkili biri olması, hastanın rızasının bulunması olarak
alt başlıklara ayırabiliriz. Ancak belirtmemiz gerekir ki, varsayılan rıza
hallerinde[109] veya genel sağlığın söz konusu olduğu hallerde[110] rıza
aranmamaktadır[111]. 12.3. Hukuka Uygunluk Nedenlerinde Sınırın Aşılması “Ceza
sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde,
fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda
yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.” Türk
Ceza Kanunu’nun md. 27/1 hükmünde ifade edildiği üzere, hukuka uygunluk
nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle
işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, fail bu taksirli suçtan dolayı sorumlu
tutulacaktır. Ancak bu halde cezaya altıda birinden üçte birine kadarı
indirilerek hükmolunacaktır. Buna karşın, hukuka uygunluk nedenlerinin
sınırının kasten aşılması durumunda ise fail kasten işlediği suçtan dolayı
sorumlu olur ve söz konusu maddedeki herhangi bir ceza indiriminden
yararlanamaz. Zira bu maddede sadece sınırın taksirle aşılması öngörülmüştür.
Diğer bir deyişle, “gerekli dikkat ve özenin gösterilmiş olsaydı halinde sınır
aşılmayacaktı” denilebilecek hallerde bu düzenleme uygulanabilecektir. Meşru
savunmada sınırın heyecan, korku veya telaş nedeniyle aşılması ise Yeni Türk
Ceza Kanunu’nda önceki kanunda olmayan yeni bir hüküm ile getirilen bir
düzenlemedir. Kanunun md. 27/2 hükmü uyarınca, “meşru savunmada sınırın
aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise
faile ceza verilmez.” Bu maddeyle, eski kanun döneminde de kanunda
düzenlenmemiş olmasına rağmen meşru savunmanın sınırının korku heyecan veya
telaştan dolayı sınırın aşılması halinde, kişinin meşru savunmadan
yararlanacağına ilişkin Yargıtay tarafından verilen kararlarla gelişen uygulama
kanuni bir dayanağa kavuşmuştur. Burada kişi meşru savunma halinin içindedir.
Ancak yaşadığı korku, heyecan ve telaş nedeniyle, davranışlarını yönlendirme
yeteneği ortadan kalkmakta ve sınırın aşılması söz konusu olmaktadır. Bu madde
gereğince, sınırın aşılması mazur görülmekte ve fail hareketinden dolayı
cezalandırılmamaktadır. Uygulamalar 1. İncelediğimiz her bir hukuka uygunluk
nedenine ilişkin Yargıtay tarafından verilmiş kararları araştırınız. Uygulama
Soruları 1. İncelediğimiz her bir hukuka uygunluk nedenine ilişkin Yargıtay
tarafından verilmiş kararları araştırınız. 2. Meşru savunmanın şartlarını
açıklayınız. Bölüm Özeti Suçun kanuni tanımına uygun tipik olan fiilin, hukuka
aykırı olduğu varsayılır. Diğer bir deyişle tipiklik hukuka aykırılığın bir
karinesidir. Meğerki olayda bir hukuka uygunluk nedeni bulunmasın. Bu bölümde
hukuka aykırılık kavramına yer verilerek bu aykırılığın ortadan kalkmasına
neden olan hukuka uygunluk nedenleri açıklanmaktadır. Ünite Soruları Soru-1 :
Kanun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilemez. Söz konusu önerme doğru
mudur yoksa yanlış mıdır? (A) Doğru (B)
Yanlış Cevap-1 : Doğru Soru-2 : Aşağıdakilerden hangisi meşru savunmaya ilişkin
koşullardan biri değildir? (A) Bir
saldırının varlığı (B) Saldırının mevcut olması (C) Saldırının gerçekleşmesinin
muhakkak olması (D) Saldırınının herhangi bir hakka yönelmesi (E) Başkasını
meşru savunma haline düşürmek Cevap-2 : Başkasını meşru savunma haline düşürmek
Soru-3 : Aşağıdakilerden hangisi meşru savunmanın şartlarından biri değildir? (A) Bir saldırının varlığı (B) Saldırının
mevcut olması (C) Saldırının herhangi bir hakka yönelmesi (D) Savunmanın
gerekli olması (E) Savunmaya orantısız karşılık verilmesi Cevap-3 : Savunmaya
orantısız karşılık verilmesi Soru-4 : Hakkın kullanılması bir hukuka uygunluk
nedeni değildir? Söz konusu önerme doğru mudur yoksa yanlış mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-4 : Yanlış Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi amirin hukuka uygun emrini ifanın şartlarından biri
değildir? (A) Emri verenin bu konuda
yetkisi olmalıdır. (B) Emri alanın bunu yerine getirmeye görevli ve yetkisi
olması gerekir. (C) Emir veren ile emir alan arasında ast-üst ilişkisinin
olmasına gerek yoktur. (D) Emir, kanunun aradığı şekil şartlarını taşımalıdır.
(E) Emir hukuka aykırı olmamalıdır. Cevap-5 : Emir veren ile emir alan arasında
ast-üst ilişkisinin olmasına gerek yoktur. Soru-6 : Mazeret nedenleri birer
Hukuka uygunluk nedenidir önermesi doğru mudur yanlış mıdır? (A) Doğru (B) Yanlış Cevap-6 : Yanlış Soru-7 :
Kolluğun silah kullanma yetkisi hangi kanunda düzenlenmektedir? (A) Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu (B)
Ceza İnfaz Kanunu (C) Türk Ceza Kanunu (D) Çocuk Koruma Kanunu (E) Denetimli
Serbestlik Kanunu Cevap-7 : Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu Soru-8 :
Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil
taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, fail bu suçun “…………..“dolayı
sorumlu tutulacaktır. Soruda boş bırakılan yeri doldurunuz. Cevap: Şayet suçun
taksirli hali düzenleniyorsa taksirli sorumluluk (Klasik) Soru-9 : TCK’nın m.
26/2 hükmüne göre kişinin üzerinde “………….” tasarruf edebileceği bir hakkına
ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı
kimseye ceza verilmez. Boşlukla bırakılan yeri doldurunuz. Cevap: Mutlak
Suretle (Klasik) Soru-10 : Hukuka uygunluk nedenlerini sayınız. Cevap: Hakkın
Kullanılması, Kanun Hükmünü Yerine Getirme, Amirin Hukuka Uygun Emrini İfa,
Meşru Savunma, İlgilinin Rızası (Klasik) 13. SUÇUN ÖZEL GÖRÜNÜŞ BİÇİMLERİ Giriş
Suçun özel görünüş biçimleri olan teşebbüs, iştirak, içtima hükümleri bu
haftaki ders kapsamında ele alınmıştır. Teşebbüs hükümleri tamamlanmış suçun
düzenlenmiş olduğu norm ile uygulanabilir. İştirak hükümleri ise bir suça
birden fazla kişinin nedensel katkı sunması durumunda ne şekilde hareket
edileceği ile ilgili hükümlerdir. İçtima ise birden fazla suçun söz konusu
olması durumunda ne şekilde cezalandırmanın gerçekleşeceği ile ilgilidir. 13.1.
Teşebbüs[112] Teşebbüs, failin gerçekleştirmek istediği suçun icra
hareketlerine başlayıp elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaması ya da
neticenin gerçekleşmemesidir. Teşebbüs aşamasında kalmış olan suç, tamamlanmış
suç ile karşılaştırıldığında, suçun maddi unsuru eksiktir. Bu nedenle failin
hareketi, kanunda yer alan suç bakımından tipik değildir. 13.1.1. Suça
Teşebbüsün Unsurları Suça teşebbüsün söz konusu olabilmesi için failin suç
işleme kastının olması, gerçekleştirdiği hareketin elverişli olması, icra
hareketine başlaması, elinde olmayan nedenlerle icra hareketini tamamlayamaması
ya da neticenin gerçekleşmemesi gerekmektedir. 13.1.1.1. Kastın Bulunması Suça
teşebbüsün söz konusu olabilmesi için kasıtlı hareket edilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle taksirli suçlara teşebbüs mümkün değildir. Bu nedenle kast unsuru
bakımından tamamlanmış suç ile teşebbüs aşamasında kalmış suç arasında herhangi
bir fark yoktur. Zira belirli suç işlemeye teşebbüs eden failin kastı, söz
konusu suçun tamamlanmasına yöneliktir[113]. Bu sebeple suçun tamamlanmasına
ilişkin kast, teşebbüste farklı bir anlama gelmemektedir. Olası kastla işlenen
suçlara teşebbüsün söz konusu olup olmayacağı ise tartışmalıdır. Birinci görüşe
göre olası kastta sorumluluk neticeye göre belirlenir. Bu kabulden hareketle
olası kastla işlenen suçlarda, failin ancak neticenin gerçekleşmesi halinde
sorumlu tutulabileceği kabul edilmektedir. Bu görüşe göre, olası kastla işlenen
suçlarda neticenin gerçekleşmemesi halinde kişinin teşebbüsten dolayı sorumlu
tutulması sorumluluk alanını gereğinden fazla genişletecektir. Ayrıca, kişinin
belirli bir neticeye yönelik kastı bulunmadığından olası kastla işlenen
suçlarda teşebbüsün mümkün olmadığı da bu kapsamda ileri sürülmektedir. Bizim de
katıldığımız ikinci görüşe göre ise, kanun koyucu “kast” ifadesini kullanırken
doğrudan kast ya da olası kast şeklinde bir ayrım yapmamıştır. Dolayısıyla
olası kastla işlenen suçlar hakkında da teşebbüs hükümleri
uygulanabilecektir[114]. 13.1.1.2. İcra Hareketine Başlanması Suç işlemeye
yönelik bir fikir veya karar herhangi bir eyleme dönüşmeden
cezalandırılmamaktadır. Zira kişi, bu durumda bu düşünce veya karardan her an
dönebilir. Bu nedenle yalnızca suç işlemeye yönelik düşünce veya kararın eyleme
geçilmeden cezalandırılması kişi hak ve hürriyetlerini ihlal eder nitelikte
olacaktır. Teşebbüsün cezalandırılabilmesi için icra hareketlerine başlanması
gerektiğinden icra hareketlerinden önce yapılan hazırlık hareketleri kanunda
ayrıca suç olarak tanımlanmamışsa cezalandırılmayacaktır[115]. Nitekim Türk
Ceza Kanunu’nda da, “doğrudan doğruya icraya başlayıp” ifadesi kullanılmıştır.
Doğrudan doğruya icraya başlama maddi objektif teorinin benimsediği bir
ölçüttür. TCK m. 35 gerekçesinde de doğrudan doğruya icraya başlama “işlenmek
istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin
yapılması” olarak ifade edilmiştir. 13.1.1.3. Elverişlilik Suça teşebbüste
kullanılan araç suçun kanuni tanımında öngörülen fiili meydana getirmeye
elverişli olmalıdır. Ancak elverişlilik sadece kullanılan araç bakımından
değil, suçun konusu da dahil olmak üzere bütün fiil yönünden bulunmalıdır.
13.1.1.4. Suçun Tamamlanamaması Teşebbüsün söz konusu olabilmesi için suçun
tamamlanamaması gerekir. Suçlar kanuni tanımlarına göre icra hareketlerinin
gerçekleşmesi ya da neticenin gerçekleşmesi ile tamamlanırlar. Şayet işlenen
suç sırf hareket suçuysa icra hareketlerinin gerçekleşmesiyle suç
tamamlanacaktır. Örneğin hakaret suçunda hakaret niteliğindeki sözlerin
söylenmesiyle suç tamamlanacaktır. Neticeli suçlarda ise suçun tamamlanması
neticenin gerçekleşmesiyle söz konusu olacaktır. Bu suçlar bakımından teşebbüs
iki şekilde gündeme gelecektir. İlk olarak fail elverişli hareketlerle fiilin
icrasına başlamış ancak elinde olmayan sebeplerle bu suçu tamamlayamamış
olabilir. İkinci durumda ise icra hareketlerini tamamlamış ancak kanunda
belirtilen netice gerçekleşmemiş olabilir. 13.1.2. Teşebbüsün Sonuçları Türk
Ceza Kanunu’nun 35. Maddesinin ikinci fıkrası uyarınca teşebbüs halinde kalmış
suç halinde fail, “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar,
müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne
kadarı indirilir.” Kanunda teşebbüs durumunda failin meydana gelen zarar veya
tehlikenin ağırlığına göre cezalandırılacağı düzenlenmiştir. 13.2. Gönüllü
Vazgeçme 13.2.1. Hukuki Niteliği Elde olmayan sebeplerle icra hareketlerinin
tamamlanamaması veya neticenin gerçekleşmemesi teşebbüsün kurucu unsurudur. Bu
nedenle elde olan sebeplerle icranın tamamlanamaması veya neticenin
gerçekleşmemesi durumunda teşebbüsten bahsedilemeyecektir. Bu durum TCK m. 36’da
düzenlenmiştir. Buna göre; “fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer
veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini
önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir
suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır.” Örneğin,
öldürme için silahıyla ateş ederek bir kimsenin yaralanmasına neden olup
öldürmekten vazgeçilerek kişinin hastaneye kaldırılması ve ölümünün
engellenmesi durumunda gönüllü vazgeçme söz konusu olacaktır. Yani ölüm
neticesi gerçekleşmediğinde fail, öldürmeye teşebbüsten cezalandırılması
gerekirken gönüllü vazgeçme nedeniyle öldürmeye teşebbüsten
cezalandırılmayacaktır. Ancak tamam olan kısmın ayrıca bir suç oluşturması
durumunda kişinin tamam olan bu suçtan dolayı cezalandırılacak olması
nedeniyle fail, kişinin yaralanmasından dolayı sorumlu olacaktır. Gönüllü
vazgeçme kişinin kendi iradesiyle hareketlerini tamamlamaması veya bu
hareketleri tamamladıktan sonra iradi etkin davranışlarıyla kanuni tarifteki
neticenin meydana gelmesini önlemesi olarak tanımlanabilir. Gönüllü vazgeçme
hukuki niteliği itibariyle cezayı kaldıran şahsi bir sebeptir[116]. Gönüllü
vazgeçmenin şartları yargısal kararlarda ise şu şekilde ifade edilmektedir: i.
Öncelikle kasıtlı bir suçun işlenmesine yönelik olarak icra hareketlerine
başlanmalı ii. Suç tamamlanmadan önce vazgeçme gerçekleşmeli[117] iii.
Vazgeçmenin konusu; icra hareketinin devamına, suçun tamamlanmasına ya da
sonucun gerçekleşmesine yönelik bulunmalı yani sanık ya suçun icra
hareketlerinden vazgeçmeli ya da kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya
sonucun gerçekleşmesini önlemeli iv. Vazgeçme gönüllü olmalı yani fail suçun
icra hareketlerini isteyerek terk etmeli ya da suçun tamamlanmasını veya
sonucun gerçekleşmesini isteyerek önlemeli v. Suçun tamamlanmasının önlenmesi
veya sonucun gerçekleşmesinin engellenmesi, failin çabalarıyla meydana
gelmelidir. Sonuç başka bir nedenle önlenmiş ise kural olarak gönüllü vazgeçme
oluşmayacak ve fail 5237 sayılı TCK’ nın 36. maddesinden
yararlanamayacaktır[118].” 13.2.2. İştirak Halinde İşlenen Suçlarda Gönüllü
Vazgeçme İştirak halinde işlenen suçlardan gönüllü vazgeçme TCK m. 41’de
düzenlenmiştir. Buna göre; “(1) İştirak halinde işlenen suçlarda, sadece
gönüllü vazgeçen suç ortağı, gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanır. (2)
Suçun; a) Gönüllü vazgeçenin gösterdiği gayreti dışında başka bir sebeple
işlenmemiş olması, b) Gönüllü vazgeçenin bütün gayretine rağmen işlenmiş
olması, Hallerinde de gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanır.” 13.3. İştirak
13.3.1. Suça İştirakın Hukuki Esası Suça iştirakin esasını birden fazla kişinin
suç teşkil eden fiilin icrasına iştirak etmeleri durumunda sorumluluk
statülerinin belirlenmesi teşkil etmektedir. Suçlar tanımlanırken bir fiilin
bir şahıs tarafından gerçekleştirilmesi esas alınsa da bu fiiller çoğu zaman
birden fazla kişinin müşterek katılımı sonucu gerçekleştirilmelidir. Bu durumda
suçun işlenmesine nedensel katkıları söz konusu olan bu kişilerin sorumlulukları
söz konusu olmaktadır. İştirak şekilleri faillik ve şeriklik olarak ikiye
ayrılmaktadır. 13.3.2. Faillik 13.3.2.1. Çok Failli Suçlar Kanunda tanımlanan
bazı suçlar zorunlu olarak birden fazla kişinin katılımı ile gerçekleşir. Çok
failli suçlar kendi arasında yakınsama ve karşılaşma suçları olarak ikiye
ayrılır. Yakınsama suçlarında zorunlu olarak suçun işlenişine iştirak eden
kişiler aynı yönde hareket etmekte ve aynı amacın gerçekleşmesini
hedeflemektedirler. Örneğin TCK m.220’de düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt
kurmak suçu bu neviden bir suçtur. Karşılaşma suçlarında ise zorunlu olarak
suçun işlenişine iştirak eden kişiler aynı amacın gerçekleşmesini
istemektedirler ancak farklı yönlerde hareket etmektedirler. TCK m. 252’de
düzenlenen rüşvet suçu bu mahiyette bir suçtur[119]. 13.3.2.2. Müşterek Faillik
TCK m. 37’e göre, “suçun kanuni tarifinde yer alan fiili birlikte
gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.” Müşterek
failliğin iki koşulu vardır. Bunlardan ilki suçun işlenişi üzerinde müşterek
hakimiyet ikincisi birlikte suç işleme kararıdır. 13.3.2.2.1. Suçun İşlenişi
Üzerinde Müşterek Hakimiyet Müşterek faillik durumunda birlikte suç işleme
kararına bağlı alarak suçun icrası bakımından işbölümü esasına dayalı katılım
sonucunda bu icra üzerinde kurulan müşterek hakimiyet söz konusudur. Her bir
müşterek fail suçun icrasına fonksiyonel bir katkı sunmaktadır. Bu katkı suç
planının başarıya ulaşması bakımından önem arz etmektedir. İşlenen fiil
üzerinde ortak hakimiyet kuran müşterek faillerin sorumlu tutulabilmesi için
bağlılık kuralına gerek yoktur. Müşterek faillerin suçun işlenmesi üzerinde
fiili hakimiyetlerinin olup olmadığı; suçun icrasındaki rol dağılımları ve
suçun işlenişine yapılan katkılarının arz ettiği önem gibi hususlar dikkate
alınarak tespit edilir. Fiilin icrası veya akim kalması müşterek faillerden her
birinin elinde bulunmalıdır[120]. 13.3.2.2.2. Birlikte Suç İşleme Kararı
Müşterek failliğin söz konusu olabilmesi için bir diğer şart birlikte suç
işleme kararının olmasıdır. Bu karar belirli bir hareketin icrasına veya
neticenin gerçekleşmesine yönelik olmalıdır. Müşterek failler arasında fiili
müştereken işlediklerine dair bir iradenin olması gerekir. Suçun işlenmesi
sırasında oluşan birlikte suç işleme kararı da müşterek faillik için
yeteridir[121]. Suç tanımında kastın yanı sıra ayrıca bir amaç unsurunu da yer
verilmişse bütün müşterek faillerin bu amaçla hareket etmesi gerekir. Suç
işleme kararı olmaksızın birden fazla kişinin aynı konu üzerinde aynı suçu
işlemesi durumunda bu kişiler yan yana müstakil fail olarak sorumlu
olacaklardır[122]. 13.3.2.3. Dolaylı Faillik Dolaylı faillik m. 37/2’de
düzenlenmiştir. Buna göre “suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak
kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun
işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar
artırılır”. Suçun kanuni tarifinde belirtilen haksızlık kimi durumlarda başka
bir kişinin vasıta olarak kullanılması suretiyle gerçekleşebilir. Bu durumda
arka taraftaki kişi tipik fiili gerçekleştiren kişi üzerinde üstün hakimiyet
kurmaktadır. Dolaylı failliği azmettirmeden ayıran nokta da fiili hakimiyet
prensibidir. Arkadaki kişi fiilin icrası sırasında üstün konumdaysa, yani
hadiseleri başından sonuna kadar kontrolünde bulundurmaktaysa dolaylı faildir.
Azmettiren ise suçun işlenişi esnasında olayların seyrine hakim olamamaktadır.
Dolaylı failliğin zorlamaya yoluyla iradeye hakimiyet, aracının hareketinin
tipik olmadığı durumlarda iradeye hakimiyet, hatadan yararlanmak suretiyle
iradeye hakimiyet, aracının hukuka uygun hareketinden yararlanıldığı haller,
organize suç örgütlerinin gücünden yararlanmak yoluyla iradeye hakimiyet, kusur
yeteneğinin yokluğundan yararlanma yoluyla iradeye hakimiyet şeklinde çeşitli
görünüm şekilleri olabilir [123] . 13.3.2.4. Şeriklik Suçun icrasına iştirak
etmesine rağmen suçun işlenişine sundukları katkı suçun kanuni tarifine uygun
olmayan diğer suç ortakları şerik olarak adlandırılmaktadır. Kanunun şeriklik
ile ilgili düzenlemeleri sorumluluk alanını genişleten nitelikte
düzenlemelerdir. Azmettiren ve yardım eden olarak adlandırılan suç ortaklarının
cezalandırılması ancak bağlılık kuralı sayesinde söz konusu olacaktır.
13.3.2.4.1. Azmettirme Azmettirme, TCK md. 38/1’de, ‘Başkasını suç işlemeye
azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır’ şeklinde
düzenlenmiştir. Azmettirme, suç işleme düşüncesi olmayan bir kişide
suç işleme düşüncesi oluşturmaktır. Dolayısıyla ancak kasten işlenen
suçlarda azmettirme mümkündür. TCK md. 38/2’de; “Üstsoy ve altsoy ilişkisinden
doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezası
üçte birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi halinde,
bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin
varlığı aranmaz.” denilmektedir. Buna göre, üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan
nüfuz kullanılması suretiyle suça azmettirme halinde, azmettirenin cezasının
belli bir oranda artırılacağı öngörülmüştür. Ancak çocukların azmettirilmesi
durumunda, üst soy ve alt soy ilişkisinin varlığı aranmayacaktır. Bu durumlarda
azmettireninin cezasında artırım öngörülmesinin hukuki dayanağı, ayrıca,
azmettirme olgusunun tek başına bir haksızlık teşkil etmesidir. Son olarak, TCK
md. 37/3’e göre, “Azmettirenin belli olmaması halinde, kim olduğunun ortaya
çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası
yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilir. Diğer
hallerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim yapılabilir.” 13.3.2.4.2.
Yardım Etme Şerikliğin diğer şekli yardım etmektir. Suçun işlenmesine yardım
niteliğindeki fiillerle katılanlar bu katkıları nedeniyle yardım eden olarak
sorumlu tutulacaklardır. Yardım eden fiile sunduğu katkıyla failin suç tipini
gerçekleştirmesini teşvik etmekte ve kolaylaştırmaktadır. Yardım etme, yardım
edenin işlenen tipik fiil üzerinde hakimiyet kurmaması noktasında faillikten
ayrılmaktadır. Kişinin suç tipinin gerçekleşmesine sunduğu katkının yardım etme
olarak nitelendirilebilmesi için bu katkının neticenin gerçekleşmesinde
nedensel olması gerekmektedir. Kanun koyucu yardım şekillerini TCK m. 39/2’de
göstermiştir. Buna göre; “Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını
kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat
etmek”, “suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin
işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak”, “suçun işlenmesinden önce veya
işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak”. Yardım etme
fiili kasten gerçekleştirilmelidir. Yardım edenin kastı hem bizzat kendi
fiiline yönelik hem de asıl fiile yönelik olmalıdır. 13.3.2.5. Bağlılık Kuralı
Türk Ceza Kanunun 40. Maddesinde üç fıkra halinde düzenlenmektedir. Buna göre;
“(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı
yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin
cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi
kusurlu fiiline göre cezalandırılır. (2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik
niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden
diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur. (3) Suça
iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs
aşamasına varmış olması gerekir.” Gerekçe de bağlılık kuralı; “Bağlılık kuralı,
suç ortaklarından bazılarında faillik için aranan şartların bulunmaması
hâlinde, bu kişilerin işlenen suçtan sorumluluğunu sağlamaktadır. Böylece;
suçun işlenişinde hâkimiyet kuramadığı veya özel faillik niteliğini taşımadığı
için fail olarak sorumlu tutulamayan bir suç ortağı, bağlılık kuralı sayesinde,
gerçekleşen suçtan sorumlu tutulabilmektedir. Bağlılık kuralının gereği olarak,
diğer suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilmesi
için, failin işlediği fiilin kasten işlenmesi ve hukuka aykırı olması gerekir
ve yeterlidir. Failin bu fiil nedeniyle ayrıca kusurlu olmasına gerek yoktur.
Yine, cezayı hafifleten veya ortadan kaldıran kişisel nedenler, ancak ilgili
suç ortağı açısından hukukî sonuç doğururlar. Özel faillik niteliğinin arandığı
suçlarda, ancak bu niteliğe sahip olan kişiler fail olabilir. Örneğin zimmet
suçunun faili ancak kamu görevlisi olabilir. Özel faillik niteliğini taşımayan
kişiler, özgü suça iştirak etmeleri hâlinde, ancak azmettiren veya yardım eden
olarak sorumlu olur. Sadece özel faillik niteliğine sahip olmak, özgü suçun
faili olarak sorumluluk için yeterli olmayabilir. Bunun için, özel faillik
niteliğinin yanı sıra, ayrıca fiil üzerinde hâkimiyet kurulması gerekir.
Örneğin resmî belgede sahtecilik suçunun işlenişine iştirak eden kamu görevlisi
kişilerin, bu suçun nitelikli şekli açısından müşterek fail olarak sorumlu
tutulabilmeleri için, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, ayrıca belgede
sahtecilik fiili üzerinde ortak hâkimiyet kurmaları gerekir. Azmettiren veya
yardım eden olarak sorumluluk için, suçun tamamlanmış veya en azından teşebbüs
aşamasına varmış olması gerekir. Bu sonuç, bağlılık kuralının niceliksel
etkisinden çıkarılmaktadır” denilmektedir. 13.4. İçtima Ceza hukukunda kaç tane
fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır kuralı
geçerlidir. Birden çok suç işlenmiş olmasına rağmen faile tek suçtan dolayı
ceza verilen hallerde suçların içtima söz konusu olacaktır. TCK’da suçların
içtima ile ilgili hükümlerde kişinin birden fazla suç işlemesine rağmen çeşitli
sebeplerle tek ceza ile cezalandırılması gerektiği düzenlenmiştir. TCK’da
suçların içtimaı başlığı altında bileşik suç, zincirleme suç ve fikri içtima
konuları düzenlenmiştir. Esasen bileşik suç suçların içtima şekillerinden biri
değildir. Zira bu halde ortada birden çok suç olmayıp tek suç vardır. İçtima
konusunda öncelikle görünüşte içtima halinin olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekmektedir. Sonrasında ise gerçek içtima ve istisnaları olan zincirleme suç,
aynı neviden fikri içtima ve farklı neviden fikri içtima hallerinin olup
olmadığına bakılması gerekmektedir. 13.4.1. Görünüşte İçtima Görünüşte içtima
halinde ceza normlarının ve suçların çokluğu görünüştedir. Aslında faile
uygulanabilecek tek bir ceza normu vardır. Görünüşte içtima halleri üçe
ayrılabilir. Bunlar; özel norm genel norm ilişkisi, tüketen tüketilen norm
ilişkisi ve asli norm tali norm ilişkisidir. 13.4.1.1 Özel Norm Genel Norm
İlişkisi Aynı fiil bakımından uygulama alanı bulan birden fazla normdan biri
diğerine göre bazı ek unsur ve özellikler taşıyorsa özel-genel norm ilişkisi
söz konusudur. Bu durumda, özel normun önceliği ilkesi gereği özel norm, genel
normun uygulanmasını engelleyecektir. 13.4.1.2 Tükenen – Tüketilen Norm
İlişkisi Birden fazla normdan biri diğer normların koruduğu hukuksal değeri de
koruyorsa, hukuksal değerleri ortak olarak koruyan normun tek başına
uygulanmasıyla yetinilecektir. Zira bu norm diğer normlar ile korunan hukuksal
değer bakımından ortak koruma sağlayarak bu normların uygulanmasını
engellemiştir. Bu tür durumlarda ortak koruma sağlayan norm, diğer normların içerdiği
suçları genellikle unsur veya ağırlatıcı neden şeklinde içerisinde alır.
Kimi durumlarda ise bir eylemin icra edilmesiyle meydana gelen hukuka
aykırılık, sonraki eylemleri de kapsadığı için, önceki eylemleri içeren
normun uygulanması yeterli olur. Dolayısıyla bu norm cezalandırılmayan sonraki
eylemlerle ilgili normları tüketmiş olur. Bu duruma en iyi örnek birleşik
suçtur. Kanunda ayrı bir suç olarak tanımlanan fiil, bir başka suçun temel
şekline veya daha ağır şekline ilişkin bir unsur olabilir. bu durumda bir başka
suçun unsurunu oluşturan suçtan dolayı cezaya hükmedilmez. Örneğin; tehdit
uygulanarak gerçekleştirilen yağma suçundan dolayı kişi yalnızca yağmadan
dolayı cezalandırılacaktır. Tehdit suçu ise yağma suçunun unsuru olmasından
dolayı tehditten ayrıca cezalandırılmayacaktır. 13.4.1.3. Asli Norm – Tali Norm
İlişkisi Açıkça veya örtülü olarak, diğer bir normun uygulanabilmesi için
onun gerisinde kalan norma yardımcı norm denilmektedir. Yardımcı normlar
genellikle kanunda bulunması olası boşluk ve eksiklikleri tamamlama görevini
üstlenen normlardır. 13.4.2. Gerçek İçtimanın İstisnaları 13.4.2.1. Zincirleme
Suç[124] Zincirlenme suç durumunda aynı suçun birden fazla kez işlenmesi söz
konusudur. Ancak bu suçlar aynı suç işleme kararı kapsamında işlendiğinden
aralarında sübjektif bir bağ vardır. Zincirleme suç için aynı suçun birden
fazla kez aynı kişiye karşı işlenmesi gerekmektedir. Suçların mağdurunun aynı
kişi olması gerekmektedir. Örneğin her gün aynı kişiye hakaret edilmesi gibi. Ancak
bu suçlar arasında söz konusu olan manevi bağ sebebiyle zincirleme suçun
varlığı kabul edilmektedir. Toplumu oluşturan herkesin mağdur olduğu suçlarda
da zincirleme uygulama alanı bulur. Burada önemli olan aynı suç işleme kararı
kapsamında icra edilen fiillerdir. Zincirleme suçun söz konusu olduğu hallerde
tek ceza verilip bu ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar arttırılır. TCK m.
43/2’e göre aynı kişiye karşı işlenen kasten öldürme, kasten yaralama, işkence,
cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı ve yağma suçlarındazincirleme suç
hükümleri uygulanmaz. 13.4.2.2. Fikri İçtima 13.4.2.2.1. Fiil Tekliği – Fiil
Çokluğu İçtima hükümlerinin söz konusu olabilmesi için öncelikle tek bir fiilin
söz konusu olması gerekmektedir. Hareketin tek olup olmadığı doğal anlamda
hareket tekliği ve hukuki anlamda hareket tekliği olmak üzere ikiye ayrılarak
incelenmelidir. Doğal anlamda hareket tekliği: Bu görüş, verilen iradi
kararın sonucu olarak gerçekleştirilen bedeni davranışların sayısını esas
alarak hareketin tekliğini belirlemektedir.Doğal anlamda hareket tekse, bunun
sebebiyet verdiği tipik neticelerin sayısı önemli değildir.Örneğin, bir
mermiyle birden çok kişinin öldürülmesi veya tek bir sözle çok sayıda
kişiye hakaret edilmesi halinde yalnızca bir hareket vardır. Tipik hareket
tekliği: Tipik fiil, eğer kavramsal olarak (soyut) veya fiilen ya da tip
itibariyle birbirinden farklı hareketleri gerektiriyorsa tektir.Tipik hareket
tekliğini, bir suçun kanuni tanımında birden fazla hareketin tek hareket
olarak birbiriyle bağlanmış olması şeklinde ifade etmek de
mümkündür.Örneğin, özel belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için
failin hem sahte bir özel belge düzenlemesi veya gerçek bir belgeyi
başkalarını aldatacak şekilde değiştirmesi, hem de bu şekilde
değiştirilen veya düzenlenen belgeyi kullanması gerekmektedir. Düzenleme ve
kullanma hareketleri, özel belgede sahtecilik suçları bakımından tek
harekettir. 13.4.2.2.2. Aynı Neviden Fikri İçtima Fikri içtima failin tek
fiille farklı suçları veya aynı suçu birden fazla kez işlemesidir. Dolayısıyla
fikri içtimanın iki şartı olduğu söylenebilir. Bunların ilki tek fiilin olması
diğeri ise birden çok suçun işlenmesidir. Bir fiille birden fazla kişiye
hakaret edilmesi, bir fiille birden fazla kişinin tehdit edilmesi bir fiille
birden fazla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma aynı neviden fikri içtimaya
örnek oluşturmaktadır. Aynı neviden fikri içtima halinde bir suç vardır ve fail
hakkında bir cezaya hükmolunur. Fakat bu ceza arttırılarak uygulanır.
Zincirleme suç ile aynı neviden fikri içtima hali bakımından ortak nokta
yalnızca cezada yapılacak arttırıma ilişkindir. TCK 43/3’te aynı neviden fikri
içtima için de geçerli olan istisna hükmüne yer verilmiştir. Bir fiille birden
fazla kişiye karşı kasten öldürme, kasten yaralama, yağma ve işkence suçunun
işlenmesi durumunda kişi gerçek içtima hükümlerine göre cezalandırılacaktır.
Birden fazla kişinin iştirak halinde ya da müşterek fail oldukları otomobilin
çalınması durumunda bir hırsızlık suçu işlenmiş olacaktır. Zira suçun konusu
aynıdır. Burada birden fazla mağdur olması birden fazla suçun olduğunu anlamına
gelmeyecektir. Bu bakımdan belirtilmelidir ki TCK 43/2’nin uygulanabilmesi için
suçun konusunun da farklı olması gerekmektedir[125]. 13.4.2.2.3. Farklı Neviden
Fikri İçtima Farklı neviden fikri içtima halinde bir fiille kanunda tanımlanan
birden fazla farklı suç işlenmektedir. Bir suçun temel ve nitelikli şekli
dışındaki suçlar, fikri içtima uygulamasında farklı suç olarak kabul
edilmektedir. Farklı neviden fikri içtima halinde kişi işlemiş olduğu her bir
suç için cezalandırılmayıp, bunlardan en ağır cezası olan suçtan dolayı
cezalandırılacaktır. Örneğin aracı yakılarak bir kişinin öldürülmesi durumunda
hem genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu hem de kasten öldürme suçu
işlenmiş olmaktadır. Burada fail yalnızca kasten öldürmeden sorumlu olacaktır.
TCK m. 43/3’te belirtilen istisnaların m. 44 için de geçerli olup olmayacağı
tartışmalıdır. Doktrinde Özgenç bu gibi durumlarda çelişkinin olmaması adına
gerçek içtima uygulanması gerektiğini savunmaktadır. 5237 sayılı Kanun
döneminde hedeften sapma hali ile ilgili ayrı bir düzenleme söz konusu
değildir. Bu nedenle hedefte sapma halinde aynı veya farklı neviden fikri içtima
hükümleri uygulama alanı bulur[126]. 13.4.3. Suç ve Kabahatin İçtimaı 5326
sayılı Kabahatler Kanunu m. 15’e göre; “Bir fiil ile birden fazla kabahatin
işlenmesi halinde bu kabahatlere ilişkin tanımlarda sadece idarî para cezası
öngörülmüşse, en ağır idarî para cezası verilir. Bu kabahatlerle ilgili olarak
kanunda idarî para cezasından başka idarî yaptırımlar da öngörülmüş ise, bu
yaptırımların her birinin uygulanmasına karar verilir. Aynı kabahatin birden
fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrıayrıidarî para
cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idarî
yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır. Bir fiil hem kabahat hem de
suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabilir. Ancak,
suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde kabahat dolayısıyla yaptırım
uygulanır.” Uygulamalar 1. Teşebbüs, İştirak ve İçtima konusunda Yargıtay’ın
vermiş olduğu kararları araştırınız. Uygulama Soruları 1. Olası kasta
teşebbüsün olup olmayacağı ile ilgili doktrinde yer alan görüşleri ve bu
görüşlerin gerekçelerini belirtiniz. Bölüm Özeti Suçun özel görünüş biçimleri
olan teşebbüs, iştirak, içtima ile ilgili bilgi verildi. Bu kapsamda teşebbüsün
sübjektif ve objektif unsurları açıklandı. Suça iştirakin hukuki esası ve
iştirakin söz konusu olabilmesi için gereken şartlar belirtildi. Son olarak
içtima başlığında gerçek içtima ve görünüşte içtima ve bunun istisnaları olan
zincirleme suç, aynı neviden fikri içtima ve farklı neviden fikri içtima açıklandı.
Ünite Soruları Soru-1 : Aşağıdakilerden hangisi teşebbüsün unsurlarından bir
değildir? (A) Kastın Bulunması (B) İcra
Hareketlerine Başlanması (C) Elverişlilik (D) Suçun Tamamlanamaması (E)
Taksirin Varlığı Cevap-1 : Taksirin Varlığı Soru-2 : Gönüllü vazgeçmenin hukuki
niteliği nedir? İştirak halinde işlenen suçlarda gönüllü vazgeçme hükümlerinin
uygulanabilmesi için gereken koşullar nelerdir? Cevap: Gönüllü vazgeçme cezayı
kaldıran şahsi bir sebeptir. İştirak halinde işlenen suçlarda, sadece gönüllü
vazgeçen suç ortağı, gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanır. Suçun;
gönüllü vazgeçenin gösterdiği
gayreti dışında başka bir sebeple işlenmemiş olması veya gönüllü vazgeçenin
bütün gayretine rağmen işlenmiş olması, hallerinde de gönüllü vazgeçme
hükümleri uygulanır. (Klasik) Soru-3 : Yakınsama suçu ve karşılaşma suçu
kavramlarını birer örnek vererek kısaca açıklayınız. Cevap: Kanunda tanımlanan
bazı suçlar zorunlu olarak birden fazla kişinin katılımı ile gerçekleşir. Çok
failli suçlar kendi arasında yakınsama ve karşılaşma suçları olarak ikiye
ayrılır. Yakınsama suçlarında zorunlu olarak suçun işlenişine iştirak eden
kişiler aynı yönde hareket etmekte ve aynı amacın gerçekleşmesini
hedeflemektedirler. Örneğin TCK m.220’de düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt
kurmak suçu bu neviden bir suçtur. Karşılaşma suçlarında ise zorunlu olarak
suçun işlenişine iştirak eden kişiler aynı amacın gerçekleşmesini
istemektedirler ancak farklı yönlerde hareket etmektedirler. TCK m. 252’de
düzenlenen rüşvet suçu bu mahiyette bir suçtur. (Klasik) Soru-4 : Dolaylı
faillikle azmettirme arasındaki fark nedir kısaca açıklayınız. Cevap: Dolaylı
failliği azmettirmeden ayıran nokta da fiili hakimiyet prensibidir. Arkadaki
kişi fiilin icrası sırasında üstün konumdaysa, yani hadiseleri başından sonuna
kadar kontrolünde bulundurmaktaysa dolaylı faildir. Azmettiren ise suçun
işlenişi esnasında olayların seyrine hakim olamamaktadır. (Klasik) Soru-5 :
Bağlılık kuralı nedir kısaca açıklayınız. Cevap: Bağlılık kuralı, fail
tarafından gerçekleştirilen fiile bağlı olarak şeriklerin cezalandırılmasını
sağladığı için, işlenen fiille neyin kastedildiğinin, bağlılığın
ölçüsünün ne olduğunun tespit edilmesi gerekir. Bağlılığın ölçüsü,
kanun koyucunun düzenlemesine bağlıdır. Bu ölçü, TCK’da “Suça iştirak
için, kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir.”
şeklinde belirtilmiştir. Dolayısıyla suça katkıları faillik niteliğinde
olmayan kişilerin (azmettiren veya yardım edenin) sorumlulukları için kasten
ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığını aranmaktadır. Suça iştirakten
ve suça katılanların sorumluluğundan söz edilebilmesi için failin kasıtlı ve
hukuka aykırı bir fiilinin varlığını aradığından unsurların dışında kalan kusurluluğa,
failin sahip olması gerekmemektedir. Bağlılık kuralında, suça katılan her kişi
kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılacaktır. Kusurluluğu etkileyen veya
ortadan kaldıran nedenler kimde varsa o bundan yararlanacak, suça katılan
diğer kişileri etkilemeyecektir. Ayrıca suçun işlenişine iştirak edenlerin
cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler, bu neden kendisinde bulunan kişi
açısından sonuç doğuracak, diğer katılanları etkilemeyecektir. Bağlılık
kuralı gereğince şeriklerin cezalandırılabilmesi için söz konusu fiilin en
azından teşebbüs aşamasında olması gerekmektedir. (Klasik) Soru-6 : I. Sırf
hareket suçlarında suçun tamamlanması için neticenin meydana gelmesi
gerekmektedir. II. Neticeli suçlarda suçun tamamlanması neticenin gerçekleşmesiyle
olur. III. Neticeli suçlarda suçun tamamlanamaması icra hareketlerinin
tamamlanamaması veya neticenin gerçekleşmemesi şeklinde olur. IV. Sırf hareket
suçlarında hareketin tamamlanmasıyla suç tamamlanır. Yukarıdaki ifadelerden
hangileri doğrudur? (A) Yalnızca I (B)
II, III, IV (C) II, III (D) I, II (E) III, IV Cevap-6 : II, III, IV Soru-7 : A,
B’ye ateş eder. B ağır bir şekilde yaralanır. A daha sonra yaptığından pişman
olur ve B’yi hastaneye götürür. B hastanede ölür. Olayla ilgili aşağıdakilerden
hangisi söylenebilir? (A) Olayda etkin
pişmanlık söz konusudur. (B) A kasten öldürme suçundan sorumludur. (C) A kasten
yaralamadan sorumludur. (D) A bakımından gönüllü vazgeçme hükümleri
uygulanabilir. (E) A kasten öldürmeye teşebbüsten sorumludur. Cevap-7 : A
kasten öldürme suçundan sorumludur. Soru-8 : A, B’ye hayatının çok sıkıcı
olduğunu ve hayatına biraz heyecan katması gerektiğini söyler. B bunun üzerine
C’nin evine gece yarısı girerek hırsızlık yapmanın heyecanlı olacağını düşünür
ve C’nin evine girerek C’nin bilgisayarını çalar. Olay bakımından
aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? (A)
A yardım edendir. (B) A azmettirendir. (C) A dolaylı faildir. (D) A müşterek
faildir. (E) A’nın bu olay bakımından herhangi bir iştirak statüsü yoktur.
Cevap-8 : A’nın bu olay bakımından herhangi bir iştirak statüsü yoktur. Soru-9
: Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? (A)
Bir fiil ile birden fazla kabahatin işlenmesi halinde bu kabahatlere ilişkin
tanımlarda sadece idarî para cezası öngörülmüşse, en ağır idarî para cezası
verilir. (B) Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle
ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezası verilir. (C) Bir fiil hem kabahat hem
de suç olarak tanımlanmış ise, sadece suçtan dolayı yaptırım uygulanabilir. (D)
Suçtan dolayı yaptırım uygulanamıyorsa kabahat dolayısıyla da yaptırım
uygulanamaz. (E) Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idarî
yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır. Cevap-9 : Suçtan dolayı
yaptırım uygulanamıyorsa kabahat dolayısıyla da yaptırım uygulanamaz. Soru-10 :
A, B’nin evine girerek B’nin mücevherlerini alır. Geri dönerken C’nin evinde de
değerli eşyaların olabileceğini düşünür ve C’nin evine girer. Buradan da televizyon
çalar. Olay bakımından aşağıdakilerden hangisi doğrudur? (A) Olay bakımından gerçek içtima uygulanır.
(B) Olay bakımından zincirleme suç hükümleri uygulanır. (C) Olay bakımından
aynı neviden fikri içtima hükümleri uygulanır. (D) Olay bakımından farklı
neviden fikri içtima hükümleri uygulanır. (E) Olay bakımından görünüşte içtima
söz konusudur. Cevap-10 : Olay bakımından gerçek içtima uygulanır. 14.
KUSURLULUK VE YAPTIRIM TEORİSİ Giriş Kusur yeteneği ve haksızlık bilinci,
kusurun kurucu unsurları olup kusur yeteneğinin bulunmaması veya kaçınılmaz
yasak hatası kusuru kaldıran bir neden olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda
kusuru etkileyen nedenler, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik,
geçici nedenler ve alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma, haksız tahriktir
ve mazeret nedenleridir. Yaptırım teorisinin konusunu suç teşkil eden
haksızlığa bağlanan sonuçlar ve bu sonuçların özellikleri oluşturmaktadır. Türk
Ceza Kanunu’nun yaptırımın sistemi cezalar ve güvenlik tedbirleri olmak üzere
iki izli bir yapıyla oluşturulduğu görülmektedir. Suç teşkil eden haksızlıklar
bakımından kusur aranmaksızın güvenlik tedbirlerine hükmedilebilirken, failin
suç teşkil eden kusurlu fiiline karşılık cezaya ve güvenlik tedbirlerine hükmedilebilir.
14.1. Kusurluluk Kusur yeteneği ve haksızlık bilinci, kusurun kurucu unsurları
olup kusur yeteneğinin bulunmaması veya kaçınılmaz yasak hatası kusuru kaldıran
bir neden olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda kusuru etkileyen nedenler,
yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsizlik, geçici nedenler ve alkol
veya uyuşturucu madde etkisinde olma, haksız tahriktir ve mazeret nedenleridir.
14.2. Kusurluluğu Etkileyen Haller 14.2.1. Yaş Küçüklüğü Yaş küçüklüğünün
kişinin kusuruna etkisi, kişinin yaşına göre değişmektedir. TCK‟da yaş
küçüklüğü bakımından üç farklı grup oluşturulmuştur. Buna göre; 1. Birinci yaş
grubu, 0-12 yaş grubu: Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan
çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması
yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir. 2. İkinci
yaş grubu, 12-15 yaş grubu: Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup
da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve
sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin
yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler
hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin
hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını
yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suçun cezasında
belirli bir oranda indirim yapılır. 3. Üçüncü yaş grubu, 15-18 yaş grubu: Fiili
işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan
kişiler hakkında kişinin işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını
algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmiş
olup olmadığına bakılmaksızın her halükarda suçun cezasında belirli bir oranda
indirim yapılır. 14.2.2. Akıl Hastalığı[127] TCK’nın 32. nci maddesi gereğince
akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını
algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği
önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında
güvenlik tedbirine hükmolunur (TCK md. 32/1). Hükmün ikinci fıkrasında ise
birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili
olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin cezasının
belirli bir oranda azaltılacağına yer verilmiştir (TCK md. 32/2). Bu bağlamda
tam-kısmi akıl hastalığı ayrımının olmadığı, akıl hastalığının kusuru
etkilemesi için kişinin suçu işlediği sırada akıl hastası olması gerektiği ve
akıl hastalığının kişinin işlemiş bulunduğu somut fiil açısından algılama veya
irade yeteneğinin etkilenmesi gerektiği hususlarına da mutlaka değinmek
gerekir. Nitekim olayda örneğin hakaret suçunu işleyen bir kimsenin epilepsi
(sara) hastası olduğu bilgisine yer verilmesi ihtimalinde hakaret suçuna
ilişkin olarak kişinin hastalığının kusuruna herhangi bir etkisinin olmayacağı
da mutlaka belirtilmelidir. 14.2.3. Sağır ve Dilsizlik TCK‟nın 33‟üncü
maddesinde; “fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocuklara
ilişkin hükümleri, onbeş yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında;
oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlara ilişkin
hükümleri, onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan sağır
ve dilsizler hakkında; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını
doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, onsekiz yaşını doldurmuş olup da
yirmibir yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında da uygulanır.”
şeklinde düzenlenmektedir. 14.2.4. Geçici Nedenler, Alkol veya Uyuşturucu Madde
Etkisinde Olma TCK‟nın 34‟üncü maddesine göre, “Geçici bir nedenle ya da irade
dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukuki anlam
ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını
yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. (2)
İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi
hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.” Örneğin uyku hali, alkol veya
uyuşturucu madde alma, ateşli hastalık gibi. Bu nedenin meydana gelmesinde
failin en azından taksiri bulunmalıdır. Bu takdirde kişi fiili işlediği sırada
kusur yeteneği varmış gibi cezalandırılır. Failin bu durumun meydana gelmesinde
taksiri dahi yoksa, işlediği suçtan dolayı kusuru bulunmadığından ona ceza
verilmez. . 14.2.5. Haksız Tahrik TCK‟nın 29‟uncu maddesine göre “haksız bir
fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli bir elemin etkisi altında suç
işleyen kimsenin cezasında belli bir indirime gidilecektir.” Öncelikle haksız
tahrikin nedenini oluşturan haksız bir fiil olmalıdır, fakat bu haksız fiilin
suç olması gerekmez. Fail kendi hareketi ile bu haksız fiile neden olmamış
olmalıdır. Haksız fiilin mutlaka faile yönelmiş olması gerekmez. Haksız fiil
failde hiddet ve şiddetli elem yaratmış olmalıdır. Suç hiddet veya şiddetli
elemin etkisi altında işlenmiş olmalıdır. Suç, tahrik teşkil eden haksız fiili
gerçekleştiren kişiye karşı işlenmiş olmalıdır. Haksız fiile tepki olarak
işlenen suç kasıtlı ya da taksirli bir suç olabilir. Haksız tahrik ile
tasarlamanın birlikte uygulanıp uygulanamayacağı sorunu tasarlama ile ilgili
kabul edilen teoriye göre değişmektedir. 14.2.6. Mazeret Nedenleri Bu
nedenlerde kusur etkilenmekte, haksızlık ve kusurunun içeriği azalmakta ancak
bütünüyle ortadan kalkmamaktadır. Çünkü mazeret nedeni oluşturan hallerde fail,
hem kusur yeteneğine hem de haksızlık bilincine sahiptir. Bunda dolayıdır ki,
mazeret sebepleri haksızlığı ve kusuru azaltan neden olarak görülmektedir.
Ancak bu hallerde cezaya layık olma sınırına varılmadığı için, kanun koyucu
cezasızlık öngörmektedir. Mazeret sebeplerinin izahında, bir görüş, “kişiye
kusur isnad edilebilmesi için, kendisinden norma uygun hareket etmesi
beklenebilmelidir, eğer kendisinden, norma uygun davranması beklenmiyorsa,
kişiyi kusurlu sayamayız” diyerek mazeret nedenlerinin kusurluluğu etkileyen
diğer sebeplerin değişik bir hali olduğunu söylemektedir. Bu farklılıktan
dolayıdır ki, diğer kusuru kaldıran nedenlerin varlığı halinde, akıl hastalığı,
yaş küçüklüğü gibi kişi hakkında tedbir uygulanmasına karşılık mazeret
sebeplerinde, örneğin zorunluluk halinde, tedbir uygulanmasının söz konusu
olmadığı ifade edilmektedir. Buna karşılık norma uygun davranışın
beklenebilirliği ölçütünün, somut olayda hâkim tarafından göz önünde tutacağı
regülatif prensip olduğu, ancak beklenebilirliğin mazeret sebeplerini içerik
olarak izah edemediği ve bu ölçütün belirsizlik arz ettiği, halbuki mazeret
sebeplerine ilişkin düzenlemelerdeki koşulların belirli olduğu, eleştirisi
yapılmıştır. Diğer yandan mazeret sebeplerinde tedbir uygulanmadığı,
kusurluluğu kaldıran nedenlerde tedbir uygulandığı ölçütü de çelişik bir durum
yaratmaktadır. Çünkü kusurluluğu kaldıran bir neden olan yasak hatasında da,
tedbir uygulanmamaktadır. Bu konuda diğer bir görüş, mazeret nedenlerini birden
çok farklı gerekçeye dayanarak izah etmek istemektedir. Buna göre mazeret
sebeplerinde hem haksızlığın hem de kusurun etkilenmesi söz konusudur. Örneğin
failin tehlikeden kurtarma hareketindeki kurtarma amacının haklılığı, hareketin
haksızlığını azaltmaktadır. Meşru savunmada sınırın korku veya heyecanla
aşılmasında failin bir yararı koruduğu için neticenin haksızlığı azalmaktadır.
Aynı şekilde mazeret sebeplerine ilişkin olaylarda fail, olağanüstü koşullar
altında norma uygun davranması çok zorlaştığından kusurun içeriği de
azalmaktadır. Diğer bir görüş ise, ceza sorumluluğunu haksızlığa ilaveten,
kusur ve cezanın önleme amacının gerekliliğine dayandırmaktadır. Bunun sonucu
olarak kusurlu hareket edilmesi durumunda dahi cezanın önleme amacı dikkate
alınarak bu davranışın cezalandırmamasını gerekebilir. Bu nedenle mazeret
sebepleri (bazı yazarlar bunlara ceza sorumluluğunu kaldıran nedenler
demektedir) kusurun azlığı yanında cezanın önleme amacı da cezalandırmayı
gerekli kılmayabilmektedir. Bizce de cezanın önleme amacı mazeret nedenlerinde
de fiilin cezaya liyakatliliği açısından rol oynamaktadır. 14.2.6.1. Zorunluluk
Hali Zorunluluk hali 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda sadece kişinin nefsine
yönelik tehlikeler bakımından öngörülmüştü. (Md.49/3). Yeni Kanunda ise,
zorunluluk hali, yaşam, vücut bütünlüğü, cinsel dokunulmazlık, şeref,
malvarlığı gibi tüm hakları kapsar biçimde düzenlenmiştir (TCK md. 25/2). Yeni
kanunda öngörülen zorunluluk halinin koşulları şöyle belirtilebilir: Öncelikle
kişinin kendisine veya başkasına ait bir hakkın varlığı gereklidir. Bu hakka
yönelik halen mevcut bir tehlike bulunmalı ve tehlikenin kişiyi ağır bir zarara
uğratacak nitelikte olmalıdır. Böyle bir tehlike, bir insan davranışından
kaynaklanabileceği gibi bir doğa olayından da meydana gelmiş olabilir. Ancak
kişi bu tehlikeye bilerek sebebiyet vermemeli ve tehlikeye karşı başka türlü
korunma imkanı bulunmamalıdır. Kanundaki önemli bir koşul ise, oranlılıktır.
Buna göre yapılacak karşılaştırmada korunan değer ile feda edilen değerden daha
üstün veya en azından eşit düzeydeyse, zorunluluk halinin varlığı kabul
edilmelidir. Yukarıda da değindiğimiz üzere asıl önemli değişiklik, bu maddenin
gerekçesinde ve Ceza Muhakemesi Kanununun 223. maddesinde zorunluluk halinin
kusurluluğu etkileyen bir mazeret nedeni olduğunun açıkça belirtilmiş
olmasıdır. Böylece Türk Kanun Koyucu, Almanya ve diğer başka ülke ceza
kanunlarındaki, hukuka uygunluk nedeni olarak zorunluluk hali ve mazeret sebebi
olan zorunluluk hali ayırımına yer vermemiştir. Ancak zorunluluk hali her zaman
kusurluluğu ortada kaldırmamakta bazen azaltmaktadır. Halbuki zorunluluk hali
düzenlemesinde mutlak bir ifade ile „ceza verilmez„ denmektedir. Bu nedenle,
yeni Ceza Kanunun özel kısmındaki bazı suçlarda, özel zorunluluk hallerine yer
verilmiştir. Örneğin Organ veya dokularını satan kişinin içinde bulunduğu
sosyal ve ekonomik koşullar göz önünde bulundurularak, hakkında verilecek
cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir. (TCK Md.
92) Yine zorunluluk hali başlığını taşıyan 147. maddede hırsızlık suçunun ağır
ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi hâlinde de, zorunluluk hali
öngörülmüş ve bu durumda hâkime olayın niteliğine göre, verilecek cezada
indirim yapma veya hiç ceza vermememe konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.
Diğer mazeret nedenleri; hukuka uygunluk sebeplerinde sınırın aşılması, meşru
savunmada heyecan, korku veya telaş nedeniyle sınırın aşılması, cebir veya
tehdit etkisi altında suç işlenmesi, hukuka aykırı ancak bağlayıcı emrin yerine
getirilmesi olarak ayrılmaktadır. 14.3. Yaptırım Teorisi Yaptırım teorisinin
konusunu suç teşkil eden haksızlığa bağlanan sonuçlar ve bu sonuçların
özellikleri oluşturmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun yaptırımın sistemi cezalar ve
güvenlik tedbirleri olmak üzere iki izli bir yapıyla oluşturulduğu
görülmektedir. Suç teşkil eden haksızlıklar bakımından kusur aranmaksızın
güvenlik tedbirlerine hükmedilebilirken, failin suç teşkil eden kusurlu fiiline
karşılık cezaya ve güvenlik tedbirlerine hükmedilebilir. 14.3.1. Cezalar Türk
Ceza Kanunu’nda hapis cezası ve adli para cezası olmak üzere iki tür ceza
mevcuttur. Kanun’da yer alan bazı suçların cezası yalnızca hapis cezası ya da
adli para cezasıyken, bazı suçlar için hapis cezası ile adli para cezasına
birlikte hükmedilmektedir. 14.3.1.1. Hapis Cezası ve Türleri Hapis cezası,
kişinin özgürlüğünün kısıtlanarak ceza infaz kurumunda infaz edilen cezadır.
Süresi bakımından hapis cezaları, ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve süreli
hapis cezası olarak üçe ayrılmaktadır[128]. Ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezası hükümlünün hayatı boyunca devam eder ve ceza, sıkı güvenlik rejimine
göre infaz edilir (TCK 47). Müebbet hapis cezasında ceza, hükümlünün cezası
hayatı boyunca infaz kurumunda infaz edilir (TCK 48). Müebbet hapis cezası
bakımından özel bir infaz rejimi öngörülmemiştir. Müebbet hapis cezası
bakımından cezanın hayat boyunca infazının yapılacağı belirtilmiş olsa da bu
cezalar bakımından şartların mevcudiyeti halinde koşullu salıverilme
hükümlerinin uygulanması mümkündür. Süreli hapis cezaları, kanunda aksi
düzenlenmeyen durumlardan alt sınırı bir ay üst sınırı 20 yıl olan hapis
cezalarıdır (TCK 49). TCK’nın 49. maddesinde yer alan cezalar soyut cezadır.
Cezanın belirlenmesinden sonra somut cezanın kanunda düzenlenmiş bu miktarlardan
az veya fazla olması mümkündür. Ancak TCK 61/7 gereği süreli hapis cezalarında
belirlenen cezanın otuz yıldan fazla olamaz. 14.3.1.2. Hapis Cezasının
Belirlenmesi Hapis cezasının belirlenmesi bakımından ilk yapılması gereken
cezanın alt ve üst sınırlarını tespit etmektir. Bu bakımdan suçun yaptırımı
olarak çoğu zaman alt ve üst sınır yazsa da bazı suçların yaptırımı olarak alt
ve üst sınır yer almamaktadır (Örneğin TCK 103/2 Cinsel istismarın vücuda organ
veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı
yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını
tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz.). Bu
durumlarda TCK’nın 49/1 maddesi gereği kanunda sınırın yer almadığı kısım için
cezanın alt sınırı olarak bir ay, üst sınırı olarak yirmi yıl kabul
edilecektir. Hapis cezasının belirlenmesi aşaması temel cezanın belirlenmesiyle
başlamaktadır. Ancak temel cezanın belirlenmesi aşaması yalnızca süreli hapis
cezaları bakımından uygulanan bir aşamadır. Müebbet hapis ve ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası bakımından temel cezanın belirlenmesi söz konusu değildir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ölçütler TCK 61/1’de yer almaktadır.
Hâkim, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun
işlendiği zaman ve yeri, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar
veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı
ölçütlerini değerlendirerek temel cezayı alt ve üst sınır arasından belirleyecektir.
Daha sonraki aşama ise sonuç cezanın belirlenmesidir. Bu aşamada ilk olarak
suçun olası kastla işlenmiş olması durumunda indirim, bilinçli taksirle
işlenmiş olması durumunda artırım yapılır. Daha sonra nitelikli hallerin
uygulanmasına geçilir. İşlenen suça ilişkin hem daha ağır cezayı hem daha az
cezayı gerektiren nitelikli hal varsa önce daha ağır cezayı gerektiren
nitelikli haller sonra daha hafif cezayı gerektiren nitelikli haller uygulanır.
Daha sonra ise sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş
küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi
sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri değerlendirilir ve
sonuç ceza belirlenir. Takdiri indirimlerinde hâkim, failin geçmişi, sosyal ilişkileri,
fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği
üzerinde etkisi gibi hususları değerlendirerek, failin cezasını ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis cezasına; müebbet hapis cezası
yerine, yirmi beş yıl hapis cezasına indirebilir. Süreli hapis cezalarında
ceza, altıda birine kadarı indirilir. Süreli hapis cezalarında belirlenen sonuç
ceza otuz yıldan fazla olamaz (TCK 61/7). Hapis cezasının süresi gün, ay ve yıl
hesabıyla belirlenir. Bir gün, yirmi dört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmi
takvime göre hesap edilir. Hapis cezası için bir günün artakalanı hesaba
katılmaz ve bu ceza infaz edilmez. 14.3.1.3. Kısa Süreli Hapis Cezasının
Seçenek Yaptırımlara Çevrilmesi Kanunun 49/2 hükmüne göre kısa süreli hapis
cezası, cezası bir yıl veya daha az olarak hükmedilen hapis cezalarıdır.
Koşulların mevcudiyeti halinde kısa süreli hapis cezaları adli para cezalarına,
mağdurun veya kamunun uğradığı zararın giderilmesine, eğitim kurumuna devam
etmeye, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinliklerin yapılmasını
yasaklamaya gibi alternatif seçeneklerden birine çevrilebilir. Hapis cezasının
seçenek yaptırıma çevrilmesi için objektif ve sübjektif olmak iki koşul
aranmaktadır. Buna göre objektif koşul gereğince ya ortada kısa süreli bir
hapis cezasının bulunması gerekmektedir ya da adi taksirle işlenmiş bir suçtan
dolayı hükmedilmiş bir hapis cezasının -uzun süreli olsa bile- bulunması
gerekmektedir. Objektif koşulun sağlanmasının ardından sırada sübjektif koşul
yer almaktadır. Buna göre, kısa süreli hapis cezalarının seçenek yaptırıma
çevrilmesi durumunda hâkimin seçenek yaptırıma çevirip çevirmeme ve yaptırımın
türünü belirleme bakımından takdir yetkisi mevcuttur. Bu yetki suçlunun
kişiliğine, yargılama sürecindeki hal ve davranışlara ve sosyo ekonomik durumu
göz önünde bulundurularak kullanılacaktır. Bazı istisnai durumlarda hâkimin
takdir yetkisi bulunmamaktadır. Buna göre, daha önce hapis cezasına mahkum
edilmemiş olmak şartıyla otuz gün veya daha az süreli hükmedilen hapis cezası
seçenek yaptırıma çevrilmek zorundadır. Diğer bir husus ise yaşa ilişkindir.
Buna göre, daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla suçu
işlediği sırada on sekiz yaşından küçük veya altmış beş yaşını doldurmuş olan kişilere
hükmedilen hapis cezası seçenek yaptırımlardan birine çevrilmek
zorundadır[129]. 14.3.1.4. Hapis Cezasının Ertelenmesi Kanunda hapis
cezalarının ertelenebileceği kabul edilmiştir. Amaçlanan hapis cezasının belli
bir miktarın altındaki hapis cezalarının toplum içerisinde infaz edilmesinin
sağlanmasıdır. Hapis cezasının ertelenmesi için bazı koşullar öngörülmüştür. i.
Hükmolunan Cezanın Türü ve Miktarına İlişkin Koşul: TCK’ nın 51/1 maddesine
göre, hapis cezasının ertelenebilmesi için hükmedilen cezanın iki yıl veya daha
az süreli olması gerekir. Bu süre fiili işlediği sırada on sekiz yaşında olan
veya altmış beş yaşını bitirmiş kişiler bakımında üç yıl veya daha az süre
şeklinde olabilir. ii. Failin Geçmişine İlişkin Koşul: Ertelemenin diğer bir
koşulu failin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı kesinleşmiş üç aydan fazla
hapis cezasına mahkumiyetinin bulunmamasıdır. iii. Mahkemede Hükümlünün Yeniden
Suç İşlemeyeceğine Yönelik Kanaatin Oluşması: Mahkeme failin tekrardan suç
işlemeyeceğine yönelik bir kanaate varmalıdır. Bu kanaate yönelik değerlendirme
yapılırken failin yargılama sürecindeki tutum ve davranışlara bakılacaktır. iv.
İşlenen Suçun Sebebiyet Verdiği Zararın Giderilmesi: Yukarıdaki koşulların yanı
sıra mahkeme ayrıca suç nedeniyle kişilerin veya kamunun uğradığı zararın
giderilmesine karar verebilir. Şartların sağlanmasıyla birlikte mahkeme
tarafından re’sen veya talep üzerine hükümle birlikte erteleme kararı verilir.
Erteleme kararı verildiğinde hükümlünün cezası toplum içerisinde infaz edilir.
Bu infaz süresi boyunca hükümlü denetime tabi tutulur. Denetim süresi bir yıl
ve üç yıl arasından bir süre olarak belirlenir. Yeter ki belirlenen denetim
süresi ertelenen hapis cezasından az olmasın. Denetim süresi içinde mahkeme,
hükümlünün bir meslek veya sanat sahibi olma gibi amaçlarla iyileştirme
programına tabi tutulmasına karar verebilir. Bu programların dışında mahkeme
tarafından hükümlüye rehberlik etmesi için bir uzman kişi görevlendirilebilir.
Belirlenen denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya iyileştirme
programlarındaki yükümlülüklere hâkimin uyarısına rağmen uyulmaması durumunda
ertelenen hapis cezasının tamamının ya da bir kısmının infaz kurumunda
çektirilmesine karar verilir. Buna karşın belirlenen denetim süresi içinde kasten
suç işlenmemesi ve iyileştirme programlarına uyulması durumunda ise hapis
cezası infaz edilmiş sayılır. 14.3.1.5 Adli Para Cezası ve Adli Para Cezasının
Belirlenmesi Suç karşılığı olarak devlet hazinesine ödenmesi hükmedilen bir
miktar para adli para cezası olarak isimlendirilmektedir. Bazı suçlarda adli
para cezası tek başına soyut bir ceza olarak düzenlenmişken bazı suçlar
bakımından ise hapis cezasıyla seçimlik olarak düzenlenmektedir. Buna göre,
hâkim hapis cezası veya adli para cezasından birini seçecektir. Adli para
cezasının diğer bir düzenleme hali ise, hapis cezasıyla birlikte
hükmedilmesinin öngörüldüğü durumlardır. Hükmedilecek adli para cezasının
belirlenmesinde gün para cezası sistemi kabul edilmiştir. Buna göre suçun
ağırlığına göre belirlenecek tam gün sayısı daha sonradan failin ekonomik
gücüne göre belirlenecek bir miktar ile çarpılarak hükmedilecek adli para
cezası tespit edilmektedir. 14.3.2. Güvenlik Tedbirleri Ceza hukukundaki
yaptırım türlerinin ikincisi güvenlik tedbiridir. Güvenlik tedbirlerine
hükmedilebilmesi için failin kusurunun olması şart değildir. Güvenlik
tedbirlerinin temelini failin kusuru değil, tehlikeliliği oluşturur. 14.3.2.1.
Hak Yoksunlukları[130] Hak yoksunluklarında istisnai durumlar dışında kasten
işlenen suçlarda, hükmedilen hapis cezalarının infazı süresince hükümlü,
kanunda yer alan haklardan yoksun bırakılır. Kasıtlı suçlardan dolayı hapis
cezası infaz edilen hükümlü, sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin
üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya
devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan
kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve
hizmetlerde istihdam edilmekten, seçme ve seçilme ehliyetinden, velayet hakkından;
vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan, vakıf, dernek, sendika,
şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya
denetçisi olmaktan, bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında
serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, yoksun bırakılır.
Hükmedilen kısa süreli hapis cezası seçenek yaptırıma çevrilmişse veya hükümlü
fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamışsa hak yoksunluğu uygulanmaz.
Bu hak yoksunluklarının uygulanması için hükümde belirtilmesinin önemi yoktur.
Hapis cezasının infazı tamamlanınca kural olarak hak yoksunlukları sona
ermektedir. Ancak yukarıda sayılan hak yoksunluklarının kötüye kullanılarak bir
suç işlenmesi durumunda cezanın infazından sonra cezanın yarısından bir katına
kadar kötüye kullanılan hak ve yetkinin yasaklanmasına karar verilir. (TCK
53/5). Bu hüküm mahkumiyetin adli para cezası olması durumunda da uygulanır.
Taksirli suçlarda ise, belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin
gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlendiğinde üç
aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının
yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir (TCK
53/6). 14.3.2.2. Müsadere Müsadere eşya ve kazanç müsaderesi olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Eşya müsaderesinde iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak
koşuluyla, kasıtlı suç işlenmesinde kullanılan eşya, suçun işlenmesine tahsil
edilen eşya veya suçun işlenmesiyle oluşan eşya devlete geçirilir. Ayrıca suçun
işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı
veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda da müsadere hükümleri
uygulanır. Son olarak üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve
satımı suç oluşturan eşyalar da bir suçla bağlantılı olmasalar bile müsadere
edilir. Kazanç müsaderesi, suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu
oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler veya kaim
değerlerinin devlete geçirilmesidir[131]. 14.3.2.3. Çocuklara Özgü Güvenlik
Tedbiri Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri ve bunların uygulama koşulları 5395
sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nda düzenlenmiştir. Çocuk Koruma Kanunu’nun
“Koruyucu ve destekleyici tedbirler” başlıklı 5. maddesinde düzenlenmiş olan
güvenlik tedbirleri, suça sürüklenen ve ceza sorumluluğu olmayan çocuklar
bakımından, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri olarak yer almaktadır. Bu
tedbirler, çocuğun öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik
danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma konularında alınacak tedbirler
olarak karşımıza çıkmaktadır. 14.3.2.4. Akıl Hastalarına Özgü Güvenlik Tedbiri
Fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişiler hakkında hükmedilecek güvenlik
tedbirleri TCK’nın 57. maddesinde düzenlenmiştir. Akıl hastalarına güvenlik
tedbirlerine hükmedilmesi durumunda güvenlik tedbirleri, yüksek güvenlikli
infaz kurumlarında infaz edilir. Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri
failin tehlikeliliği ortadan kalkıncaya kadar veya önemli ölçüde azalıncaya
kadar infaz edilmektedir[132]. 14.3.2.5. Tekerrür Tekerrür en basit anlamda suç
işleyen bir kişinin hükmü kesinleştikten sonra belirli süreler içerisinde
yeniden suç işlemesi anlamına gelmektedir. 14.3.2.5.1. Tekerrürün Koşulları
Tekerrürün ilk koşulu suçun işlenmesinden önce kesinleşmiş bir ceza mahkumiyeti
olmasıdır. Dolayısıyla suç işlenmeden önce kesinleşmiş bir hapis cezası veya
adli para cezasının bulunması gerekir. İşlenen suçun cezasının infaz edilmiş
olmasının önemi bulunmamaktadır. Tekerrürün ikinci koşulu mahkumiyetin
kesinleşesinden sonra, tekerrür süreleri içerisinde bir suç işlenmesidir.
Tekerrür süresi beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet halinde, bu
cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli
hapis ya da adlî para cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği
tarihten itibaren üç yıldır. İşlenen suçun bahsettiğimiz süreler içerisinde
işlenmesi gerekir[133]. Üçüncü koşul ise tekerrür yasağının bulunmamasıdır. Bu
bakımdan taksirle işlenen suçlar ile kasten işlenen suçlar arasında, sırf
askeri suçlarla diğer suçlar arasında ve istisnalar dışında yabancı ülkede
verilen hükümlerde tekerrür hükümleri uygulanmaz (TCK 58/3). Ayrıca suçu
işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış olanlar bakımından tekerrür
hükümleri uygulanmaz (TCK 58/5). 14.3.2.5.2. Tekerrünün Sonuçları Tekerrürün
sonuçlarından ilki hapis cezasıyla adli para cezasının seçimlik olması
durumunda hapis cezasının seçilmesi zorunluluğudur. İkinci sonucu ise
mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasıdır. Üçüncü sonucu ise, hükümlü
hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasıdır. 14.3.2.6. Sınırdışı
Edilme İşlediği suç nedeniyle hapis cezasına mahkûm edilen yabancı, koşullu
salıverilmeden yararlandıktan ve her halde cezasının infazı tamamlandıktan
sonra, İçişleri Bakanlığı’nın değerlendirmesi sonucu verdiği karar üzerine
sınırdışı edilebilir. 14.3.2.7. Tüzel Kişilere Özgü Güvenlik Tedbiri Tüzel
kişilere özgü müsadere ve iznin iptali güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
Müsadere bakımından yukarıda bahsettiğimiz hususlar geçerli olacaktır. İznin
iptali ise, bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulunan
özel hukuk tüzel kişisinin organ veya temsilcilerinin iştirakiyle ve bu iznin
verdiği yetkinin kötüye kullanılması suretiyle tüzel kişi yararına kasıtlı suç
işlenmesi sonucunda uygulanan bir yaptırımdır. 14.4.3. Cezayı Sonlandıran
Nedenler 14.4.3.1. Ölüm Hükümlünün ölümü halinde hapis cezaları ve henüz
ödenmemiş adli para cezaları ortadan kalkar. Müsadere ve ölümden önce
kesinleşen yargılama giderlerinin infazına devam edilir. 14.4.3.2. Af Affın
genel ve özel af olmak üzere iki çeşidi mevcuttur. Genel afta hükmolunan
cezanın bütün sonuçları ortadan kalkar. Özel afta ise, hapis cezasının infaz
kurumunda çektirilmesine son verilebilir veya infaz kurumunda çektirilecek
süresi kısaltılabilir ya da adli para cezasına çevrilebilir. Özel afta cezaya
bağlı olan veya hükümde belirtilen hak yoksunluklarının etkisi devam eder.
14.4.3.3. Zamanaşımı Zamanaşımının dava ve ceza zamanaşımı olmak üzere iki
çeşidi mevcuttur. Dava zamanaşımında suçun işlenmesinden kanunda belirtilen
sürelerin geçmesiyle, işlenen suçla ilgili soruşturmanın yürütülemez, kamu davası
açılamaz veya açılmış olan kamu davasına devam edilemez. Ceza zamanaşımında
ise, kesinleşen mahkûmiyet kararının üzerinden belirli bir süre geçmesine
rağmen infaz edilememesi durumunda hükmedilen ceza infaz edilemez. Uygulamalar
1. Türkiye’deki af uygulamalarını araştırınız. Uygulama Soruları 1. Haksız
tahrikin kavramını ve şartlarını açıklayınız. 2. Dava ve ceza zamanaşımını
açıklayınız. Bölüm Özeti Kusursuz ceza olmaz ilkesi gereğince kusurun olmaması
halinde cezalandırma mümkün değildir. Kusurun varlığı ise bizi yaptırıma
götürmektedir. Bu bölümde kusur kavramı ortaya konularak kusurluluğu etkileyen
haller açıklanmaktadır. Ardından yaptırım teorisi detaylarıyla birlikte
anlatılmaktadır. AKINCI, SOKULLU Füsun, Kriminoloji, 13. Bası, İstanbul 2018.
ALACAKAPTAN, Uğur, “Demokratik Anayasa ve Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142’inci
maddeleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 69, No
1, 2014. AYNURAL, Ömer Metehan, Soyut Tehlike Bağlamında Trafik Güvenliğini
Tehlikeye Sokma Suçu (TCK 179/3), İstanbul Arşivi, İstanbul 2018. BAŞGİL, Ali
Fuad, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, 2. Bası, İstanbul 2006. DOĞRU, Osman, 27
Mayıs Rejimi, Ankara 1998. DÖNMEZER, Sulhi, Cumhuriyet Ceza Hukuku, Atatürk
Sempozyumu Atatürk İlkeleri ve Ceza Hukuku, İstanbul 1984. DURSUN, Davut, 27
Mayıs Darbesi, İstanbul 2001. ERDİNÇ, Tahsin Batı Demokrasilerinde Klasik Kamu
Özgürlükleri Alanında Görülen Sapmalar, 2. Bası, İstanbul 2002. İÇEL,
Kayıhan/AKINCI, Füsun Sokullu/ÖZGENÇ, İzzet/SÖZÜER, Adem/MAHMUTOĞLU, Fatih Selami/ÜNVER,
Yener, Suç Teorisi 2. Kitap, İstanbul 2004. JESCHECK, Hans-Heinrisch/WEIGEND,
Thomas, Lehrbuch des Strafrechts, Allgemeiner Teil, 5. Auflage,
Duncker-Humbolt, Berlin 1996. KOCA, Mahmut, “YTCK Hukuka Uygunluk Sebepleri”,
Ceza Hukuku Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Ekim 2006. KOCA, Mahmut/ÜZÜLMEZ, İlhan,
Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Ankara 2017. KOCA, Mahmut/ÜZÜLMEZ,
İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Baskı, Ankara 2009. ÖZBUDUN, Ergun,
Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye, İstanbul 2011. ÖZÇELİK,
Selçuk, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, İstanbul 1976. ÖZEK, Çetin Siyasi
İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, İstanbul 1967. ÖZEL, Sibel,
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, İstanbul 2002.
ÖZGENÇ, İzzet Ana Hatlarıyla TCK Tasarısı, Hukuki Perspektifler Dergisi, S. 2.,
2004. ÖZGENÇ, İzzet, Suça İştirakin Hukuki Esası ve Faillik, İstanbul 1996.
ÖZGENÇ, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Bası, Ankara 2018. ÖZGENÇ,
İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, Ankara 2012. ÖZTÜRK, Bahri,
Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, Ankara 2009. ÖZTÜRK, Bahri/ERDEM, Mustafa
Ruhan, Uygulamalı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 12. Baskı, Ankara 2018.
ROXIN, Claus, Strafrecht Allgemeiner Teil, Bd. I (AT 1), 3. Auflage, München
1997. ROXİN, Claus, Suç Teorisindeki Gelişmeler Açısından Türk ve Alman Ceza
Hukuku Reformlarını Değerlendirme Sempozyumu, (Çev.: Ali İhsan Erdağ), Hukuki
Perspektifler Dergisi – Temmuz 2006. SÖZÜER, Adem, “Die Strafrecht liche
Bewertung destödlichen polizeilichen Schusswaffenein satzesgegen Flüchtige in
der Türkei”, Strafrechtals Scientia Universalis – Fest schriftfür Claus Roxin
zum 80. Geburtstag, Band II. SÖZÜER, Adem, Suça Teşebbüs, İstanbul, 1994.
SUNAY, Reyhan, İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları, Ankara 2001. ŞAHİN,
Cumhur/GÖKTÜRK, Neslihan, Ceza Muhakemesi Hukuku-2, 8. Baskı, Ankara 2019.
TANER, Tahir, Tanzimat Devrinde Ceza Hukuku, Tanzimat I, İstanbul 1940. TANÖR,
Bülent, TCK 142. Madde, Düşünce Özgürlüğü ve Uygulaması, İstanbul 1979. TANÖR,
Bülent, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, İstanbul 1994. TOSUN, Öztekin, Suç
Hukuku El Kitabı, 2. Bası, İstanbul 1982. ÜÇOK, Çoşkun/MUMCU, Ahmet/BOZKURT,
Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, 13. Bası, Ankara 2008. YAZICI, Serap,
Demokratikleşme Sürecinde Türkiye, İstanbul 2009. YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, Türk
Anayasa Yargısında Anayasallık Bloku, İstanbul 1993. [1] Öztekin TOSUN, Suç
Hukuku El Kitabı, 2. Bası, İstanbul 1982, s. 8, 9. [2] Bahri ÖZTÜRK/Mustafa
Ruhan ERDEM, Uygulamalı Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 12. Baskı, Ankara
2018, s. 23-26. [3] Bilgi için bkz: Füsun Sokullu, AKINCI, Kriminoloji, 13.
Bası, İstanbul 2018, s. 36-56. [4] Claus ROXIN, Strafrecht Allgemeiner Teil,
Bd. I (AT 1), 3. Auflage, München 1997, s. 15. [5] Kabahatlerin suç olmaktan
çıkarılmasına ilişkin bilgi için bkz: İzzet ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, 14. Bası, Ankara 2018, s. 109-116. [6] Konu hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz: Prof. Dr. Adem Sözüer, Ceza Teorileri: https://www.youtube.com/watch?v=BWObul442_o&list=PLNN6uXTNm9Js91_7D55YvBzZyaloQQfIw
[7]Hans-Heinrisch JESCHECK/ Thomas WEIGEND, Lehrbuch des Strafrechts,
Allgemeiner Teil, 5. Auflage, Duncker-Humbolt, Berlin 1996 s. 136-137; Özgenç,
s.127, 128. [8]Jescheck/Weigend, s. 137. [9]Jescheck/Weigend, s. 135; Özgenç,
s. 131-134. [10] Bilgi için bkz: Özgenç, s. 119-127. [11] Konu hakkında bilgi
için bkz: Mahmut KOCA/İlhan ÜZÜLMEZ, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10.
Baskı, Ankara, Eylül 2017, s. 45-53. [12] Özgenç, s. 59. [13] Özgenç, s. 60. [14]
Bilgi için bkz: Özgenç, s. 62-65. [15] Genel kanun özel kanun ilişkisi hakkında
bilgi için bkz: Özgenç, 104-108. [16] Özgenç, s. 66. [17] Bilgi için bkz:
Özgenç, 66-74. [18] Özgenç, s. 74. [19] 04.02.1983 tarihli ve 2797 sayılı
Yargıtay Kanununun 45. Maddesi; “İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki
konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini
bağlar” [20] Özgenç, s. 75. [21] Tahir TANER, Tanzimat Devrinde Ceza Hukuku,
Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 225.; Çoşkun ÜÇOK/Ahmet MUMCU/Gülnihal BOZKURT,
Türk Hukuk Tarihi, 13. Bası, Ankara 2008, s. 331.; Sulhi DÖNMEZER, Cumhuriyet
Ceza Hukuku, Atatürk Sempozyumu Atatürk İlkeleri ve Ceza Hukuku, İstanbul 1984,
s. 25. [22] Tahsin ERDİNÇ, Batı Demokrasilerinde Klasik Kamu Özgürlükleri
Alanında Görülen Sapmalar, 2. Bası, İstanbul 2002, s. 99. [23] Selçuk ÖZÇELİK,
Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, İstanbul 1976, s. 108-109. [24] Tanör, s. 314
vd. [25] Çetin ÖZEK, Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler,
İstanbul 1967, s. 32 vd. [26] Mülga TCK’ nın 141 ve 142. maddeleri, 1931
İtalyan Ceza Kanunu’nun 270 ve 272. maddelerinden iktibas edilmiştir. (Uğur
ALACAKAPTAN, “Demokratik Anayasa ve Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142’inci
maddeleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 69, No
1, 2014, s. 5.) [27] Erdinç, s. 261. [28] Ali Fuad BAŞGİL, 27 Mayıs İhtilali ve
Sebepleri, 2. Bası, İstanbul 2006, s. 71.; ERDİNÇ, s. 262-263. [29] Ergun
ÖZBUDUN, Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye, 2. Baskı, İstanbul
2011, s. 127 vd.; Davut DURSUN, 27 Mayıs Darbesi, 1. Baskı, İstanbul 2001, s.
11-36. [30] Milli Birlik Komitesi’nin yayınladığı 14.06.1969 tarih ve 1 No’lu
geçici Kanun’un 6. maddesiyle kurulmuştur. “Yüksek Adalet Divanı”nın icraatları
ile darbe dönemindeki keyfi özgürlük kısıtlamaları ve yargısız idamları
hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Osman DOĞRU, 27 Mayıs Rejimi, Ankara 1998.
[31] Darbe rejiminin, mülki idare, yerel yönetimler, silahlı kuvvetlerde,
üniversitelerde ve yargıdaki tasfiyeleri için bkz: Doğru, s. 111-119. [32] Bu
kararlar için bkz: Doğru, s. 58-61. [33] Doğru, s. 208 vd. [34] Serap YAZICI,
Demokratikleşme Sürecinde Türkiye, İstanbul 2009, s. 84 vd.; Erdinç, s. 272.
[35] Özbudun, s. 132.; Erdinç, s. 273. [36] Nitekim 22.04.1962 tarih ve 44
sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
Geçici 7. maddesine göre, “Yüksek Adalet Divanı” Anayasa Mahkemesi’nin
kurulmasıyla kapatılmakta ve orada görülen işler Anayasa Mahkemesi’ne
devredilmekteydi. [37] 7.3.1962 tarih ve 38 sayılı Anayasa Nizamını, Milli
Güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre, 1960
darbesini herhangi bir şekilde olumsuz gösteren veya darbeyle devrilen Demokrat
Parti iktidarını herhangi bir şekilde öven her tür düşünce açıklaması suç
haline getirilmiştir. [38] Anayasa Mahkemesi, T. 8.4.1963, E. 1963/16 K.
1963/83. [39] Anayasa Mahkemesi T. 26.9.1965, E. 1963/73 K. 1965/40.; Anayasa
Mahkemesi’nin ifade özgürlüğünü aşırı biçimde sınırlayan bu içtihatları,
mahkemenin 2000’li yıllara değin verdiği hemen hemen tüm kararlarında
tekrarlanmıştır. (Bkz: Reyhan SUNAY, İfade Hürriyetinin Muhtevası ve Sınırları,
Ankara 2001, s. 286.) [40] Anayasa Mahkemesi, T. 28.03.1963 E. 1963/4 K.
1963/71. [41] Anayasa Mahkemesi, T. 21.09.1966 E. 1966/14 . 1966/36; T.
14.12.1968, E. 1968/32 K. 1968/62 [42] Anayasa Mahkemesi, T. 27.12.1965, E.
1963/57 K. 1965/65. Askeri Ceza Kanunu’nun 23 ve 26. maddelerine göre, katıksız
hapis, er ve erbaşlar hakkında sadece ekmek ve su verilerek üç haftaya kadar
uygulanan bu disiplin cezası, 22.03.2000 tarihinde kaldırılmıştır. (Bkz: 4551
sayılı Kanun, md. 38.) [43] Anayasa Mahkemesi, T. 12.01.1989, E. 1988/4 K.
1989/3. [44] Örneğin, 1961 Anayasası’nın yürürlüğe girmesinden hemen sonra, 15
Ekim 1961 tarihinde yapılan ilk seçimlerin hemen ardından, darbeyle kapatılan
Demokrat Parti çizgisindeki siyasi partilerin seçimlerde üstünlük sağlaması
üzerine, Silahlı Kuvvetler mensupları, darbe tehdidi yoluyla istediklerini
siyasi parti liderlerine kabul ettirmişler ve buna ilişkin bir protokol
imzalatmışlardır. (Erdinç, s. 274-275.) [45] Bunlardan en önemlisi, Silahlı
Kuvvetlerin, 12 Mart 1971’de bir muhtıra vererek Adalet Partisi hükümetini
istifaya zorlamalarıdır. 12 Mart muhtırası sonrası 1961 Anayasası’nda, temel hakları
sınırlayan yönde değişiklikler yapılmış, Silahlı Kuvvetler Sayıştay denetimi
dışına çıkarılmış, sıkı yönetim ilanı kolaylaştırılmış, Sıkı Yönetim Kanunu
sıkı yönetim ilan edilmeden önceki olaylara uygulanacak şekilde değiştirilerek
tabii hakim ilkesine aykırı düzenlemelere gidilmiş, subayların da görev yaptığı
Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne Anayasa’da yer verilmiştir. Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi kurulmuştur. (Erdinç, s. 318-139.) [46]Resmi Gazete: T. 12.09.1980,
S: 17103. [47] 1960 darbesinden sonra 1961 Anayasası’nın Geçici 4. Maddesi ile
Askeri tüm rejimin eylem ve kararlarına dokunulmazlık getirilmişti. Benzer
düzenlemeye 1982 Anayasasının geçici 15. maddesinde yer verilmişti. Maddenin
Milli Güvenlik Konseyi dönemince çıkarılan Kanun, Kanun Hükmünde Kararname, ve
Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan karar ve tasarrufların Anayasa
aykırılığının ileri sürülmesini yasaklayan son fıkrası 2001 yılında;
darbecilerin sorumluluklarını kaldıran ilk ve ikinci fıkraları ise 12 Eylül
2010 tarihinde yapılan referandum ile kabul edilen Anayasa değişikliği ile
kaldırılmıştır. [48] Bülent TANÖR, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, İstanbul
1994, s. 197. [49] Demokratik toplum düzeninin gerekleri konusunda Anayasa
Mahkemesi içtihatlarının değişimi için bkz: Necmi YÜZBAŞIOĞLU, Türk Anayasa
Yargısında Anayasallık Bloku, İstanbul 1993, s. 126.) [50] Benzer hüküm, 1961
Anayasası’nın 11. maddesine 1971 değişikliği ile eklenmiştir. Özellikle TCK’
nın 142. maddesi bakımından bkz: Bülent TANÖR, TCK 142. Madde, Düşünce
Özgürlüğü ve Uygulaması, İstanbul 1979, s. 98-103. [51] Tanör, Türkiye’nin
İnsan Hakları Sorunu, s. 63, 73. [52] Ayrıntılı bilgi için bkz: Sibel ÖZEL,
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, İstanbul
2002, s. 177 vd. [53] İzzet ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası,
Seçkin, Ankara 2012, s. 106 vd. [54] Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu,
s. 26. vd. [55]Bkz:Adem SÖZÜER, “Die Strafrechtliche Bewertung destödlichen
polizeilichen Schusswaffenein satzesgegen Flüchtige in der Türkei”,
Strafrechtals Scientia Universalis – Festschriftfür Claus Roxin zum 80.
Geburtstag, Band II, s. 1753 vd. [56] Claus ROXİN, Suç Teorisindeki Gelişmeler
Açısından Türk ve Alman Ceza Hukuku Reformlarını Değerlendirme Sempozyumu,
(Çev.: Ali İhsan Erdağ), Hukuki Perspektif Dergisi – Temmuz 2006, S. 7, s. 50.;
Adem SÖZÜER, ZStW 119 (2007), s. 717 vd.; İzzet ÖZGENÇ, Ana Hatlarıyla TCK
Tasarısı, Hukuki Perspektif Dergisi, S. 2., s. 104. [57] Bahri ÖZTÜRK, Ceza
Muhakemesi Hukuku, Seçkin, Ankara 2009, s. 208. [58] Bilgi için bkz: Cumhur
ŞAHİN/Neslihan GÖKTÜRK, Ceza Muhakemesi Hukuku-2, 8. Baskı, Ankara 2019, s.
196-209. [59] Konu Hakkında Detaylı Bilgi İçin Bkz: Prof. Dr. Adem Sözüer, Ceza
Hukukunda Suçun Unsurlar: https://www.youtube.com/watch?v=c6LCpRyJhu0&t=407s
[60] Konu Hakkında Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Prof. Dr. Adem Sözüer, Maddi
Unsurlar: Fiil (Hareket):
https://www.youtube.com/watch?v=Jp4gSAnR3qo&index=5&list=PLNN6uXTNm9Js91_7D55YvBzZyaloQQfIw
[61] Özgenç, s. 153. [62] Teoriler hakkında bilgi için bkz: Özgenç, s. 153-167.
[63]Konu hakkında detaylı bilgi için bkz: Prof. Dr. Adem Sözüer, Hareket
Bağlamında Suç Türleri:
https://www.youtube.com/watch?v=xlds2VtwGww&index=6&list=PLNN6uXTNm9Js91_7D55YvBzZyaloQQfIw
[64] Özgenç, s. 225. [65] Özgenç, s. 226. [66] Jescheck/Weigend, s. 602. [67]
Bilgi için bkz: Özgenç, s 225-235. [68] Özgenç, s. 229. [69] Özgenç, 228-229.
[70] Özgenç, s. 230. [71] Özgenç, s. 232. [72] Mahmut KOCA/İlhan ÜZÜLMEZ, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Bası, Ankara 2009, s.212,366 [73] Koca/Üzülmez,
a.g.e., s. 354. [74] Özgenç, s. 179. [75] Bilgi için bkz: Özgenç, s. 179-182.
[76] Güveni kötüye kullanma Madde 155- (1) Başkasına ait olup da, muhafaza
etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş
olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin
devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi,
şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile
cezalandırılır. (2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya
da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek
yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi
halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para
cezasına hükmolunur. [77] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz: Prof. Dr. Adem
Sözüer, Tehlike ve Zarar Suçları:
https://www.youtube.com/watch?v=Ta9kMpPyyGw&t=76s [78] Özgenç, s. 206. [79]
Bilgi için bkz: Özgenç, s. 217-220. [80] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, 10. Baskı, s. 113; Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Bası,
s. 214. [81] TCK md. 179/2: Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını
kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde
sevk ve idare eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. [82] Soyut Tehlike Bağlamında Trafik Güvenliğini Tehlike Sokma
Suçu hakkında detaylı bilgi için bkz: Ömer Metehan AYNURAL, Soyut Tehlike
Bağlamında Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma Suçu (TCK 179/3), İstanbul
Arşivi, İstanbul 2018 [83] Koca/Üzülmez, s. 158. [84] Jescheck/Weigend, s. 295.
[85] Konu hakkında bilgi için bkz: Koca/Üzülmez, s. 161-165. [86] Konu hakkında
bilgi için bkz: Koca/Üzülmez, s. 165-167. [87] Koca/Üzülmez, s. 168, 169 [88]
Jescheck/Weigend, s. 298. [89] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 04.05.2009, E.
2007/8803 K. 2009/2521 [90] Koca/Üzülmez, s. 183. [91] Koca/Üzülmez, s. 186.
[92] “Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde
istenmemiştir…” Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 10.05.2016, E. 2014/1-200, K.
2016/250 [93] Konu hakkında bilgi için bkz: Özgenç, s. 258- 296.; Koca/Üzülmez,
s. 230-236. [94] Koca/Üzülmez, s. 175-178. [95] Koca/Üzülmez, s. 253-259. [96]
Koca/Üzülmez, s. 260. [97] Koca/Üzülmez, s. 260, 261. [98] Mahmut KOCA, “YTCK
Hukuka Uygunluk Sebepleri”, Ceza Hukuku Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Ekim 2006, s.
115, 116. [99] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, s.
264. [100] Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Baskı, s. 311.;
Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, s. 263. [101] Özgenç,
s. 313. [102] Koca/Üzülmez, s. 285. [103] Özgenç, s. 322. [104] Konu hakkında
bilgi için bkz: Özgenç, s. 323-342. [105] Bilgi için bkz: Kayıhan İÇEL/Füsun Sokullu
AKINCI/İzzet ÖZGENÇ/Adem SÖZÜER/Fatih S.MAHMUTOĞLU/Yener ÜNVER, Suç Teorisi
(2), İstanbul 2004, s. 132-134. [106] Koca/Üzülmez, s. 290. [107] Koca/Üzülmez,
s. 292, 293. [108] Koca/Üzülmez, s. 293. [109] Hasta rıza açıklayamayacak
durumdaysa ve adına rıza verecek kişinin bulunmadığı acil hallerde rıza
olmaksızın tıbbi müdahale yapılabilir. Bu durumda varsayılan rızadan söz
edilir. [110] Genel sağlığı koruma amacı gözetilerek çeşitli mevzuatta
kişilerin rızası aranmaksızın tıbbi müdahale yapılabileceği düzenlenmiştir.
Bunlara örnek olarak salgın veya bulaşıcı hastalıkların yayılmasının
engellenmesi, 0-2 yaş grubu bebeklerin menenjit, çocuk felci gibi bazı
tehlikeli hastalıklardan korunabilmesinin sağlanması amacıyla zorunlu aşılama,
yapılmaktadır. Mesela Salgın hastalık nedeniyle aşı yapılması gerekiyorsa bunun
için de rıza aranmaz. Yine Umumî Hıfzıssıhha Kanunu’nun 57. maddesinde
belirtilen kolera, veba, lekeli humma, karahumma gibi bulaşıcı ve salgın
hastalıklarda rıza aranmamaktadır. [111] Konu hakkında bilgi için bkz: Özgenç,
s. 380-389. [112] Konu hakkında detaylı bilgi için bkz: Adem SÖZÜER, Suça
Teşebbüs, İstanbul, 1994. [113] Sözüer, Teşebbüs, s. 160. [114] Sözüer,
Teşebbüs, s. 162-166. [115] Sözüer, Teşebbüs, s. 194. [116] Sözüer, Teşebbüs,
s. 240. [117] Zira, suç tamamlandıktan sonra gönüllü vazgeçme değil etkin
pişmanlık söz konusu olacaktır. Etkin pişmanlık ise, sadece ilgili suç tipinde
öngörülmüşse uygulama alanı bulur. [118] Yargıtay Ceza Genel Kurulu,
11.07.2014, E. 2013/1-126 K. 2014/364. [119] Özgenç, s. 517-522. [120] İzzet
ÖZGENÇ, Suça İştirakın Hukuki Esası ve Faillik, İstanbul 1996, s. 261 vd. [121]
Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 14. Baskı, s. 536. [122] Özgenç, s.
538. [123] Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 549. [124] Zincirleme
suç Madde 43- (1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik
zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir
cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır.
Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli
şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu
fıkra hükmü uygulanır. (2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille
işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır. (3) Kasten öldürme,
kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz
[125] Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 620, 621. [126] Özgenç, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 633. [127] Madde 32-Akıl Hastalığı (1) Akıl
hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan
veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli
derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik
tedbirine hükmolunur. (2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte
işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan
kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis
cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza,
altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi
aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik
tedbiri olarak da uygulanabilir. [128] Koca/Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, 10. Baskı, s. 555. [129] Bilgi için bkz: Koca/Üzülmez, Türk Ceza
Hukuku Genel Hükümler, s. 561-575. [130] Bilgi için bkz: Özgenç, Türk Ceza
Hukuku Genel Hükümler, s. 835-848. [131] Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, s. 852-854. [132] Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s.
867-869. [133] Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 870, 871. Ünite
Soruları Soru-1 : Aşağıdakilerden hangisi Türk Ceza Hukukunda öngörülen
yaptırımlardan biri değildir? (A)
Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası (B) Müebbet Hapis Cezası (C) Giyotin (D)
Güvenlik Tedbiri (E) Süreli Hapis Cezası Cevap-1 : Giyotin Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi tekerrürün koşullarından biri değildir? (A) Suçun işlenmesinden önce kesinleşmiş bir
ceza mahkumiyeti olması (B) Tekerrür süresi içerisinde bir suç işlenmesi (C)
Tekerrür yasağının bulunmaması (D) Suçun mahkumiyetin kesinleşmesinden sonra
işlenmesi (E) Cinsel suçlarda tekerrür mümkün değildir. Cevap-2 : Cinsel
suçlarda tekerrür mümkün değildir. Soru-3 : Aşağıdakilerden hangisi kusurluluğu
etkileyen bir hal değildir? (A) Akıl
Hastalığı (B) Yaş Küçüklüğü (C) Sağır ve Dilsizlik (D) Geçici Nedenler ve Alkol
(E) Meşru Savunma Cevap-3 : Meşru Savunma Soru-4 : Taksirli suçlar belirli bir
meslke veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen
yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenmesi halinde belirli bir süre boyunca
hak yoksunluğu gündeme gelmektedir. Bu durumda hak yoksunluğu ne kadar süreyle
söz konusu olabilecektir? (A) İki aydan
az ve üç yıldan fazla olmamak üzere (B) Bir aydan az ve bir yıldan fazla
olmamak üzere (C) Üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere (D) İki aydan az
ve iki yıldan fazla olmamak üzere (E) Üç aydan az ve iki yıldan fazla olmamak
üzere hangi durumda ve ne kadar süreyle söz konusu olur? Cevap-4 : Üç aydan az
ve üç yıldan fazla olmamak üzere Soru-5 : Adli para cezaları hakkında aşağıdaki
bilgilerden hangisi yanlıştır? (A) Suç
karşılığı olarak devlet hazinesine ödenmesi hükmedilen bir miktar para adli
para cezası olarak isimlendirilmektedir. (B) Hükmedilecek adli para cezasının
belirlenmesinde gün para cezası sistemi kabul edilmiştir. (C) Hükmedilecek adli
para cezası suçun ağırlığına göre belirlenecek tam gün sayısı daha sonradan
failin ekonomik gücüne göre belirlenecek bir miktar ile çarpılarak tespit
edilmektedir. (D) Hapis cezasıyla birlikte adli para cezası hükmedilmesi
mümkündür. (E) Adli para cezasının öngörülmediği suç tipi yoktur. Cevap-5 : Adli
para cezasının öngörülmediği suç tipi yoktur. Soru-6 : Aşağıdakilerden hangisi
temel cezayı belirlerken hakimin göz önünde bulunduracağı ölçütlerden birisi
değildir? (A) Suçun işleniş biçimi (B)
Failin yaşı (C) Suçun konusunun önem ve değeri (D) Suçun işlendiği yer ve zaman
(E) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı Cevap-6 : Failin yaşı
Soru-7 : Aşağıdakilerden hangisi kusurluluğu kaldıran veya azaltan hallerden
biri değildir? (A) Haksız tahrik (B) Yaş
küçüklüğü (C) Af (D) Zorunluluk hali (E) Sağırlık ve dilsizlik Cevap-7 : Af
Soru-8 : Aşağıdakilerden hangisi cezayı sona erdiren haldir? (A) Zamanaşımı (B) Erteleme (C) Koşullu
salıverme (D) Tekerrür (E) Müsadere Cevap-8 : Zamanaşımı Soru-9 : Aşağıdakilerden
hangisi TCK’ da düzenlenen bir yaptırım değildir? (A) Müsadere (B) Adli para cezası (C) Hapis
cezası (D) Ölüm cezası (E) Tüzel kişiliğin faaliyet izninin iptali Cevap-9 :
Ölüm cezası Soru-10 : Aşağıdakilerden hangisi tüzel kişiye yönelik
uygulanabilir? (A) Adli para cezası (B)
Hapis cezası (C) Sınır dışı edilme (D) Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri
(E) Müsadere Cevap-10 : Müsadere
Yorumlar
Yorum Gönder