ANAYASA HUKUKU

SENED-İ İTTİFAK 

Sened-i İttifak, ilk anayasal belgedir.

1808 yılında yürürlüğe girmiştir.

Hükûmetle  ile âyan arasındaki görüşmelerde kabul edilmiştir.

“misak” (sözleşme) biçiminde yapılmıştır.

Sened-i İttifak,  merkezi otorite,  ayanlar ve halk yararına kanunlar getirmiştir.


Merkezî yönetimin yararına olan hükümler; 

1. Padişahın ve devletin otoritesini herkes kabul edecektir.  

2. Sadrazama itaat edilecektir. 

3. Malî yükümlülükler ve vergilerle ilgili emirlere uyulacaktır. 

4. Yeniçeri ocağı Padişaha itaat edecektir. 

5. Âyan, kendi toprakları dışına el atmayacaktır. 


Âyanların yararına olan hükümler; 

1. Sadrazamın keyfi eylemleri önlenecektir. 

2. Suçsuz hanedanlara haksızlık edilmeyecek, bunların sürekliliği korunacak ve kendi yönetimleri altındaki hanedanları koruma hakları tanınacaktır. 


Genel olarak halkın yararına olan hükümler: 

1. Yoksullar ve reaya korunacak, vergiler haksız ve ezici olmayacaktır. 

2. Reayaya zulüm edilmeyecek, suç işlenmesi durumunda soruşturma yapılmadan ceza verilmeyecektir.  


Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere getirilen düzenlemeler sadece merkezî otorite ve âyanları değil halkı da ilgilendirmektedir. 

Ancak bu hükümlerin uygulanmasına dair herhangi bir mekanizma getirilmemiştir. Nitekim kısa bir süre sonra merkezî otorite güçlendiğinde Sened-i İttifak hükümleri tanınmamıştır. 

TANZİMAT FERMANI 

1839 yılında Padişah tarafından tek taraflı olarak “ferman” biçiminde ilan edildi.

Tanzimat Fermanı ile 

  1. devletin bütün uyrukları için can, mal ve ırz güvenliğinin teminat altına alınması,
  2. düzenli bir vergi sistemine geçilmesi, 
  3. genel ve zorunlu askerlik uygulamasının başlatılması ve bütün uyrukların kanun önünde eşitliğinin sağlanması 

taahhüt edilmiştir. 

Tanzimat Fermanı’nın giriş bölümünde, devletin kuruluşundan bu yana Kur’an ve şeriat hükümlerine göre idare edilmesi nedeniyle yönetimin güçlü, halkın ise mutlu olduğu, son 150 yıldan beri ise bunun tersi yapıldığından devletin zaafa uğradığı belirtilerek daha iyi bir yönetimi sağlamak için “yeni kanunlar” konulmasının gerekli olduğu vurgulanmaktadır.  

Tanzimat Fermanı’nın birkaç yerinde temel amacın “din, devlet ve milleti ihyâ” olduğu açıkça belirtilmiştir. Din ve devletin yanı sıra, milletin de ihyasından söz edilmekle Tanzimat Fermanı yeni bir yaklaşım belirlemiş olmaktadır. 

Yeni yaklaşımla halka, devlet içinde merkezî bir yer verilmektedir. Tanzimat Fermanı ile getirilen hükümleri, devlet yönetimine ilişkin ilkeler ve hak ve özgürlükler olmak üzere iki grupta incelemek mümkündür : 

Devlet yönetimine (yasama, yürütme ve yargı faaliyetleri) ilişkin ilkeler:  

1. Tanzimat Fermanı’nın devlet yönetimiyle ilgili en önemli ilkesi, iktidarın kendi kendini sınırlamasıdır. Buna göre, kamusal alan yeni kanunlarla düzenlenecek ve keyfi işlemlere izin verilmeyecektir. Bütün işlemlerin kanunlara uygun olarak yürütülmesi sağlanacak, buna uymayan görevliler cezalandırılacaktır. 

2. Keyfi cezalara son verilecek, mahkemelerde duruşmaların aleni olması sağlanacak, yargı kararı olmadıkça kimseye ceza verilmeyecektir. 3. Devlet harcamalarının finansmanı için vergi toplanacaktır.  4. Devletin askerî ve diğer harcamaları kanunla düzenlenecek ve sınırlanacaktır. 5. Kanunların hazırlanmasında yeni bir yöntem benimsenmiştir. Buna göre kanunlar, yetkili kurullar (Meclisi Ahkamı Adliye ve Babı Seraskeri Darı Şurası-askerî kanunlarda-) tarafından serbestçe görüşülerek kararlaştırıldıktan sonra Padişah tarafından onaylanarak yürürlüğe sokulacaktır. 6. Tanzimat Fermanı’nın devlet yönetimi alanındaki bir diğer önemli ilkesi de, eşit muamele yükümlülüğüdür. Buna göre, Tanzimat Fermanı ile getirilen haklardan din ayrımı gözetilmeksizin devletin bütün uyrukları yararlanacaktır.  Hak ve özgürlükler: 1. Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği kabul edilmiştir. Buna göre, kimse, kanun dışı nedenlerle suçlanmayacak ve cezalandırılmayacaktır (kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi). Herkesin adil ve aleni yargılanma hakkı vardır. Kimsenin şeref, haysiyet ve namusuna dokunulmayacaktır. 2. Cezalar şahsi olup mirasçılara intikal etmeyecektir (cezaların şahsiliği ilkesi). 3. Kişilerin mal güvenliği kabul edilmiştir. Buna göre, herkes mal ve mülkünde serbestçe tasarrufta bulunabilecektir (mülkiyet hakkı). Kimsenin malı müsadere (elkoyma) edilmeyecektir. 4. Herkesten ancak emlak ve kazancına (mali gücüne) göre vergi alınacak ve vergide adalet sağlanacaktır. 5. Ömür boyu askerlik uygulamasına son verilecek ve askerlik ödevi, dört veya beş yıl süreli olarak, adil bir şekilde yeniden düzenlenecektir. Tanzimat Fermanı, kendi dönemi için bir “haklar beyannamesi”dir. Ayrıca, bir anayasa olmamakla birlikte, bir ölçüde devlet iktidarının sınırlandırılmasını sağladığı için önemli bir “anayasal belge”dir. Bu belge ile Padişah, çıkarılacak kanunlara aykırı hareket etmeyeceğine dair yemin etmek suretiyle “kendi iktidarını sınırlandırmakta”dır. Böylece, Tanzimat Fermanı, Padişahın yetkilerini daraltarak bir anlamda meşrutiyetin, başka bir deyişle anayasal monarşinin yolunu açmaktadır (Erdoğan, 2003: 9). Bununla birlikte, Padişahın bu sınırlamalara aykırı davranmasını önleyecek kurumsal bir mekanizma ise öngörülmemiştir. Bir haklar beyannamesi niteliğinde olan Tanzimat Fermanı ile devlet iktidarı bir ölçüde sınırlandırılmakta ve böylece anayasal monarşinin yolu açılmaktadır. 5 Türk Anayasa Hukuku ISLAHAT FERMANI Padişah tarafından “ferman” biçiminde ilan edilen 1856 tarihli Islahat Fermanı ise Tanzimat Fermanı’ndaki vaadleri yenileyen ve ayrıca din farkı gözetilmeden bütün devlet uyruklarının eşit işlem görmesi ilkesini getiren bir belgedir. Avrupa devletlerinin etkisiyle hazırlanan Islahat Fermanı’nın temel amacı, müslümanlar ile gayrimüslimler arasında her yönden tam bir eşitlik sağlamaktı. Böylece devletin uyrukları arasında var olan vergi, askerlik, yargılama, eğitim, devlet memurluğu ve temsil alanındaki bütün farklar kaldırılıyordu.  Islahat Fermanı, daha sonraki dönemlerde dış ilişkiler bakımından batılı devletlerin ve Rusya’nın müdahalelerine dayanak oluşturmuş, içeride ise özellikle Hristiyan “millet”lerin bağımsızlık hareketlerinin bir başlangıcı olmuştur (Tanör, 1995: 79). Tanzimat Fermanında kabul edilen temel hak ve özgürlükleri açıklayınız. Anayasal belge ve anayasa kavramlarını değerlendirin. Tanzimat Fermanının temel amacını anlatın. Öğrenme Çıktısı 2 Tanzimat Fermanının genel özelliklerini açıklayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş Islahat Fermanı’nın temel amacı nedir? Islahat Fermanı ile Tanzimat Fermanını karşılaştırın. Islahat Fermanı’nın temel amacını ve doğurduğu sonuçları arkadaşlarınızla tartışın. Öğrenme Çıktısı 3 Islahat Fermanın niteliğini değerlendirebilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı anayasa değildir, ancak bir ölçüde de olsa devlet iktidarını sınırlandırma amacı taşıdıkları için “anayasal belge” niteliğindedir. dikkat 6 Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 1876 ANAYASASI (KANUN-U ESASÎ) 1876 Anayasası (Kanun-u esasî) “Cemiyet-i Mahsusa” adını taşıyan bir kurulca Belçika, Polonya ve Prusya anayasalarından yararlanılarak hazırlanmış ve Mithat Paşa başkanlığındaki Heyet-i Vükela’dan da geçtikten sonra 23 Aralık 1876’da Padişah İkinci Abdülhamit tarafından “ferman” biçiminde ilan edilmiştir. 1876 Anayasası’na göre, Osmanlı Devleti devlet başkanlığının irsî yoldan geçtiği bir monarşidir (m.3). Devletin dini, İslam dinidir (m.11). Resmî dili, Türkçedir (m.18).  1876 Anayasası, Osmanlı Devleti tebaasının temel hak ve hürriyetlerini zamanının anayasalarına benzer bir biçimde düzenlemiştir. Anayasa’da, kişi hürriyeti (m.9), kişi güvenliği (m.10), ibadet hürriyeti (m.11), basın hürriyeti (m.12), ticaret, sanat ve ziraat alanlarında şirket kurma hakkı (m.13), dilekçe hakkı (m.14), öğretim hürriyeti (m.15), eşitlik ilkesi (m.17), mali güce göre vergilendirme ilkesi (m.20), mülkiyet hakkı (m.21), konut dokunulmazlığı (m.22), tabiî hâkim ilkesi (m.23,89), hak arama hürriyeti (m.83,84), müsadere ve angarya yasağı (m.24), vergilerin kanuniliği ilkesi (m.25), işkence ve eziyet yasağı (m.26), vatandaşlık hakkı (m.8), devlet memurluğuna girme hakkı (m.19) gibi hak, hürriyet ve ilkeler yer almıştır. 1876 Anayasası (m.42-80), birincisi, üyeleri iki dereceli seçimle halk tarafından seçilen Heyet-i Mebusan; ikincisi de, üyeleri Padişah tarafından atanan Heyet-i Âyan olmak üzere iki meclisli bir parlamento (Meclis-i Umûmi) kurmuştur. Parlamentonun yetkilerini oldukça dar tutan Anayasa hükümlerine göre, kanun yapma yetkisi Parlamentoya aittir. Kanun teklif etme hakkı Bakanlar Kuruluna aittir. Ancak milletvekillerinin kanun teklifi ise Padişah’ın iznine bağlıdır. Her iki Meclisçe kabul edilen kanunların Padişah tarafından onaylanması gerekmektedir. Hükûmetin, Parlamentoya karşı sorumluluğu açıkça belirtilmemiştir. Padişah’ın kanunları veto etme ve Parlamentoyu feshetme yetkisi bulunmaktadır.  Yürütme yetkisi, devlet başkanı olan Padişah ile Bakanlar Kuruluna (Heyet-i Vükela) aittir. Anayasa ile geniş yetkilerle donatılan (m.7) ve halifelik sıfatı da bulunan Padişah mutlak bir sorumsuzluğa sahiptir. Bakanlar Kurulu, Padişah tarafından atanan bakanlardan (vekil) oluşur, başkanı sadrazamdır. Bakanlar Kuruluna şeyhülislam da katılır. Anayasa, Bakanlar Kurulunun Parlamentoya karşı sorumlu olmasını öngörmemiştir. Dolayısıyla güven oylaması usûlü de yoktur. 1876 Anayasası, yargı yetkisini bağımsız mahkemelere vermiştir (m.81-91). Bir “meşruti monarşi” kurmaya çalışan 1876 Anayasası’nda 1909 yılında bazı değişiklikler yapılarak, temel hak ve hürriyetler genişletilmiş, Bakanlar Kurulunun sorumluluğu esası benimsenmiş, Parlamentonun yetkileri artırılmış, Padişahın yetkileri ise daraltılmıştır. Bu değişikliklerden önemli olanlar şunlardır:  1. Bakanlar Kurulunun (kolektif sorumluluk) ve bakanların (bireysel sorumluluk) Meclisi Mebusana karşı sorumluluğu kuralı kabul edilmiştir. 2. Yürütme işlemleri için parlamenter sistemin bir gereği olarak “karşı imza” kuralı (kararların sadrazam, ilgili bakan ve Padişah tarafından birlikte imzalanması) getirilmiştir. Bu kararlardan sadrazam ve ilgili bakan sorumlu olacaktır. 3. Padişahın fesih yetkisi bazı kayıtlara bağlanarak sınırlandırılmıştır. Ne var ki, 1914 Anayasa değişikliği ile padişahın fesih yetkisi eski hâline getirilmiştir. 4. Mebusların kanun teklif edebilmeleri için padişahtan izin almaları şartı kaldırılmıştır. 5. Padişahın kanun yapımındaki mutlak veto yetkisi yumuşatılarak geri gönderme yetkisine dönüştürülmüştür. Meclisin, padişahça geri gönderilen kanunu tekrar görüşerek üçte iki çoğunlukla kabul etmesi mümkündür. 6. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak, sansür yasaklanmış, haberleşmenin gizliliği hakkı ile dernek ve toplanma hakları kabul edilmiş ve padişahın sürgün yetkisi kaldırılmıştır. Böylece Anayasa gerçek anlamda bir meşruti monarşi anayasasına dönüştürülmüştür. Ancak rejim, kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki diktatörlüğüne dönüşmüştür. 1876 Anayasası’nda 1909 yılında yapılan değişiklikler ile Bakanlar Kurulunun sorumluluğu esası benimsenmiş, Parlamentonun yetkileri artırılmış, Padişahın yetkileri ise daraltılmıştır. dikkat 7 Türk Anayasa Hukuku 1921 ANAYASASI Mondros Mütârekesinin ardından başlayan düşman işgalleri Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk hareketlerinin başlamasına yol açmış ve Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal’in önderliğinde Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yapılmasıyla ulusal direniş belli bir aşamaya ulaşmıştır. Meclis-i Mebusan seçimlerinde de Müdafaa-i Hukukçular büyük çoğunluğu elde etmiş ve son Osmanlı Meclis-i Mebusanı yurdun bölünmezliğini ilan eden Misak-ı Millî’yi kabul etmiştir. Ancak kısa bir süre sonra bu Meclisin İstanbul Hükûmeti tarafından feshedilmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa, illere gönderdiği bir tamimle Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını bildirerek yeni seçimler yapılmasını istedi. İşte bu şekilde yapılan seçimlerle belirlenen yeni üyeler ile İstanbul’dan gelebilen üyelerin katılmasıyla 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Bu Meclis, bir “kurucu meclis” niteliğindedir (Özbudun, 1998: 5). Ulusal kurtuluş savaşını da yürütmekte olan Türkiye Büyük Millet Meclisi 1921 yılında yeni bir anayasa kabul etti. Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hazırlanışı ve kabulü bakımından en demokratik anayasa olarak kabul edilen 1921 Anayasası kısa, fakat siyasal önemi yüksek bir belgedir.  23 maddelik kısa bir anayasa olan 1921 Anayasası’nın en önemli kuralı, “millî egemenlik ilkesi”dir (m.1).  Anayasa, yasama ve yürütme kuvvetlerinin TBMM’nde toplandığını belirtmektedir (m.2). Anayasa’ya göre, Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve Hükûmeti Büyük Millet Meclisi Hükûmeti unvanını taşır (m.3). Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca seçilen üyelerden oluşur (m.4). Meclis seçimleri iki yılda bir yenilenir (m.5). Ahkâmı şer’iyenin uygulanması, kanunların yapılması, değiştirilmesi ve yürürlükten kaldırılması, andlaşmaların yapılması ve vatan savunması ilanı gibi yetkiler Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılır (m.7). Hükûmet bölümleri, Meclisin seçtiği bakanlar aracılığıyla yönetilir, bu bakanlara Meclis yön verir ve gerektiğinde değiştirir (m.8). Bu hükümler nedeniyle 1921 Anayasası’nın bir “meclis hükûmeti” kurduğu kabul edilmektedir.  1921 Anayasası (m.9) bir devlet başkanlığı makamı öngörmemiş, ancak devlet başkanına ait olması gereken bir takım fonksiyonların Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından yürütülmesini kabul etmiştir.  1921 Anayasası’nın önemli bir bölümü de (m.10-23) taşra yönetimine ayrılmıştır. 1921 Anayasası, Türkiye’yi coğrafi ve iktisadi ilişkiler bakımından vilayet, kaza ve nahiyelere bölmüş ve vilayet ve nahiyelerde “halk idaresi”ni kabul etmiştir. Bu nedenle, yerinden yönetim ilkesini o döneme göre oldukça ileri bir düzeyde benimsemiş olan 1921 Anayasasının bu özelliği “yerel katılım ve yerel demokrasi” olarak adlandırılmaktadır (Tanör, 1995: 218-221). Kanun-u Esasî’ye göre yürütme yetkisi kime aittir? Kanun-u Esasî’nin yasamayürütme ilişkileri ile ilgili olarak kabul ettiği kuralları, diğer anayasalarımız ile birlikte değerlendirin. Kanun-u Esasî’de 1909 yılında yapılan değişiklikleri değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 4 Kanun-u Esasî’nin genel özelliklerini açıklayabilme Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş 1921 Anayasası’nın vilayet ve nahiyelerde halk idaresini kabul etmiş olması, yerinden yönetim ilkesini o döneme göre oldukça ileri bir düzeyde benimsemiş olduğunu göstermektedir. 8 Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası Bu dönemin ilginç bir yanı da henüz ilga edilmemiş bulunan 1876 Anayasası’nın da yürürlükte olmasıdır. Belki de bu nedenle yeni Anayasa’da temel hak ve hürriyetler ile yargı yetkisi gibi hükümlere yer verilmemiştir.  3 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra, 1921 Anayasası’nda 29 Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle de, “Türkiye Devletinin hükûmet şekli, Cumhuriyettir” (m.1) hükmü getirilerek, Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bir başka hükümle de bir devlet başkanlığı makamı ihdas edilmiş ve devlet başkanının (cumhurbaşkanı) TBMM üyeleri arasından bir dönem için seçilmesi öngörülmüştür (m.10,11). Öte yandan, başbakanın cumhurbaşkanınca Meclis üyeleri arasından, bakanların ise başbakanca yine Meclis üyeleri arasından seçilmesinden sonra tamamının cumhurbaşkanı tarafından Meclisin onayına sunulması esası getirilmiştir (m.12). Bu düzenlemelerle parlamenter hükûmet sisteminin gelişmesine elverişli bir hükûmet kurma modelinin benimsendiği görülmektedir. 1923 değişikliğiyle ayrıca, “Türkiye Devletinin dini, Dini İslamdır. Resmi lisanı Türkçedir” hükmü de kabul edilmiştir.  1921 Anayasası’na göre meclisin yetkileri nelerdir? 1921 ve 1924 Anayasalarının öngördüğü hükûmet sistemlerini karşılaştırın. 1921 Anayasası’nın önemli özelliklerini açıklayın. Öğrenme Çıktısı 5 1921 Anayasasının yapım sürecini açıklayabilme Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş 1924 ANAYASASI 1921 Anayasası’nın devletin kuruluşu ve hak ve hürriyetlerle ilgili düzenlemelerinin yetersiz olması nedeniyle 1924 yılında yeni bir anayasa yapıldı. Katı bir anayasa olan 1924 Anayasası, “Anayasa’nın hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alıkonamaz. Hiçbir kanun Anayasa’ya aykırı olamaz” (m.103) hükmüyle anayasanın üstünlüğü ilkesini benimsemiş olmakla birlikte, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimine yer vermemiştir.  Lâiklik: 1928 yılında yapılan değişiklikle, Anayasa’daki, “Türkiye Devletinin dini, Din-i İslamdır” hükmü (m.2) ile Meclisin yetkileri arasında sayılan “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi” hükmü (m.26) çıkarılmış, 1937 değişikliği ile de Anayasaya “lâiklik ilkesi” eklenmiştir. Hükûmet sistemi: 1924 Anayasası, meclis hükûmeti ile parlamenter rejim arasında karma bir hükûmet sistemi kurmuştur (Özbudun, 1998: 9-10; Gözler, 2000: 51-53). 1924 Anayasası’nın meclis hükûmeti sistemine benzeyen hükümleri şunlardır:  1. “Türk Milletini ancak TBMM temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır” (m.4).  2. “Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır” (m.5).  3. “Meclis, Hükûmeti her zaman denetleyebilir ve düşürebilir” (m.7). Ancak Hükûmetin Meclisi feshetme yetkisi bulunmamaktadır.  1924 Anayasası anayasanın üstünlüğü ilkesini benimsemiştir ancak kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimine yer vermemiştir. 9 Türk Anayasa Hukuku 1924 Anayasası’nın parlamenter sisteme benzeyen hükümleri ise şunlardır:  1. Büyük Millet Meclisi, yasama yetkisini kendisi kullanırken (m.6), yürütme yetkisini ancak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu eliyle kullanabilir (m.7). 2. 1924 Anayasası ile (m.44) hükûmetin kurulması konusunda parlamenter sisteme benzeyen bir mekanizma öngörülmüştür. Buna göre, “Başbakan, Cumhurbaşkanınca Meclis üyeleri arasından tayin olunur. Öteki bakanlar Başbakanca seçilip tamamı Cumhurbaşkanınca onandıktan sonra Meclise sunulur. Meclis toplanık değilse sunma işi Meclisin toplanmasına bırakılır. Hükûmet tutacağı yolu ve siyasi görüşünü en geç bir hafta içinde Meclise bildirir ve ondan güven ister.” 3. Parlamenter hükûmet sisteminin unsurlarından birisi olan hükûmetin siyasi sorumluluğu kuralı da 1924 Anayasası’nın “Bakanlar Kurulu, Hükûmetin genel politikasından birlikte sorumludur” (m.46) hükmüyle kabul edilmiştir. 1924 Anayasası’nın uygulandığı dönemde hükûmet sisteminin giderek bir “parlamenter rejim”e dönüştüğü görülmektedir.  Yargı: Anayasa (m.8), yargı yetkisinin, Millet adına, usûl ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılmasını öngörmüştür. Anayasa ayrıca, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi (m.53), hâkimlik teminatı (m.54,55) ve yargılamanın açıklığı kuralına da (m.58) yer vermiştir. Temel hak ve hürriyetler: 1924 Anayasası, temel hak ve hürriyetlerin kökeni ve sınırları konusunda “tabiî hak anlayışı”nı benimsemiştir. Anayasa’ya göre, “Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Tabiî haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyetinin sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer” (m.68). Anayasa, yapıldığı dönemde Batı anayasalarında da tam olarak görülmeyen sosyal haklar dışındaki kişi hak ve hürriyetlerini genel olarak düzenlemekle birlikte, Meclisçe yapılacak sınırlamaların ölçüsünü belirlememiştir. Bu ise Meclis çoğunluğunun hakları aşırı bir şekilde sınırlamasını mümkün hale getirmekteydi. Anayasada düzenlenen hak ve hürriyetler şunlardır: Eşitlik ilkesi (m.69), kişi hürriyeti ve kişi güvenliği (m.72), işkence, eziyet, müsadere ve angarya yasağı (m.73), din ve vicdan hürriyeti (m.75), konut dokunulmazlığı (m.76), basın hürriyeti (m.77), seyahat hürriyeti (m.78), sözleşme hürriyeti, çalışma hürriyeti, mülkiyet hakkı, toplanma hürriyeti, dernek ve şirket kurma hakkı (m.79), eğitim ve öğretim hürriyeti (m.80), haberleşmenin gizliliği (m.81), dilekçe hakkı (m.82), kanuni hâkim güvencesi (m.83), vergi ödevi (m.84), seçme ve seçilme hakkı (m.10,11), vatandaşlık hakkı (m.88), devlet memurluğuna girme hakkı (m.92). 1924 Anayasası’nın uygulanması: 1924 Anayasası döneminde, çok-partili hayata geçiş yönündeki iki başarısız denemeden (1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası) sonra, 1946’da çok-partili siyasal sisteme geçilmiştir. Dolayısıyla, 1924 Anayasası, 1946’ya kadar tek-partili, bu tarihten 27 Mayıs 1960 askerî darbesine kadar geçen sürede ise çokpartili bir sistem içinde uygulanmıştır.  1924 Anayasası’nın öngördüğü, parlamentonun mutlak üstünlüğü, anayasa yargısının benimsenmemesi, tek meclisli parlamento, merkeziyetçi yönetim gibi kurum ve özelliklere baktığımızda, bu Anayasa’nın tipik bir şekilde “çoğunlukçu demokrasi” anlayışına göre düzenlendiğini görmekteyiz. Bu arada, değiştirilmesi özel çoğunluk şartına bağlandığı için biçimsel olarak katı bir anayasa olmakla birlikte, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin kabul edilmemiş olması, 1924 Anayasası’nın çoğunlukçu niteliğini daha da pekiştirmektedir. Nitekim 1950 sonrası siyasal hayatta da, iki-parti sistemi, yasama ve yürütmenin parti yönetimi nedeniyle birleşmesi ve kabinenin siyasal üstünlüğü ile çoğunluk seçim sistemi, çoğunlukçu demokrasinin unsurlarını tamamlamaktadır. 1924 Anayasası, kişi hak ve hürriyetlerini genel olarak düzenlemiş, ancak Batı anayasalarında da tam olarak görülmeyen sosyal haklara yer vermemiştir. 10 Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 1961 ANAYASASI 1961 Anayasası’nın önemli kurumsal düzenlemelerine 1982 Anayasası’nın düzenlemeleri incelenirken yeri geldikçe değinileceğinden burada sadece 1961 Anayasası’nın yapılmasına yol açan faktörler ile bu Anayasa’nın getirdiği yenilikler üzerinde durulacaktır. 1961 Anayasası’nın Yapılmasına Yol Açan Faktörler ve Anayasa’nın Yapılışı 1961 Anayasası’nın yapılmasına yol açan faktörlerin başında, özünde demokratik olan, ancak daha çok tek-partili dönemde uygulanan 1924 Anayasası’nın çoğunlukçu bir demokrasi anlayışını benimsemesi ve çok-partili sistemde uygulanabilecek güvencelerden mahrum olması gelmektedir.  1924 Anayasası’nın öngördüğü sistemde, muhalefetteki azınlığın çoğunluk hâline gelebilmesini sağlayacak kurum ve dengeler yetersizdir. Anayasanın, egemenliğin yegâne kullanıcısı durumundaki parlamento çoğunluğunu sınırlamaması, yasamanın hükûmeti denetleme imkânlarının yetersiz oluşu, muhalefetin demokratik ve eşitlikçi bir işleyişe kavuşturulmamış olması, temel hak ve hürriyetlerin yeterli anayasal güvencelere sahip olmaması gibi hususlar, Anayasanın çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi değil, çoğunlukçu bir demokrasi öngördüğünü açıkça ortaya koymaktadır (Tanör, 1995: 300). Hukuk devleti ve hak ve hürriyetlerin korunması bakımından temel öneme sahip bir kurum olan kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin kabul edilmediği bir dönemde Meclis çoğunluğunca birtakım antidemokratik kanunların çıkarılması, iktidar-muhalefet ilişkilerini bozarak, iktidara karşı muhalefetin güçlenmesi ve Demokrat Parti yönetiminden memnun olmayan kesimlerin güç birliği yapmasına yol açmış ve 27 Mayıs ortamını hazırlamıştır. 27 Mayıs’ın bir başka nedeni de Demokrat Parti döneminde, asker-sivil aydın ve üst düzey memurların ekonomik, sosyal ve siyasal güç kaybına uğramalarıdır (Tanör, 1995: 303-304). Dolayısıyla 27 Mayıs askerî darbesinin gerçekleşmesinde, Demokrat Parti döneminde çeşitli bakımlardan güç kaybına uğrayan bu kesimlerin oldukça önemli bir katkısı söz konusudur.  27 Mayıs 1960 askerî darbesinin ardından yeni bir anayasa yapmak üzere bir Kurucu Meclis oluşturuldu. Bu Meclisin hazırladığı Anayasa, 9 Temmuz 1961 tarihinde yapılan referandumda halk tarafından da yüzde 61.7 oy oranıyla kabul edildi. Halk oylamasında ortaya çıkan bu düşük kabul oyu oranının, anayasa yapımı sürecine katılması engellenen ve askerî darbenin hedefi olan Demokrat Parti tabanının tepkisinden kaynaklandığı söylenebilir (Erdoğan, 2003: 87-88). 1961 Anayasası’nın Temel Özellikleri ve Getirdiği Yenilikler Katı ve düzenleyici nitelikteki 1961 Anayasası, genel esaslar bölümünde, Türkiye Cumhuriyetinin, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirtmektedir.  1961 Anayasası, anayasanın üstünlüğü ilkesini açıkça hükme bağlamış (m.8) ve bunu gerçekleştirmek için de kanunların anayasaya uygunluğunu 1924 Anayasası’nın öngördüğü hükûmet sisteminin özelliklerini açıklayınız. 1924 Anayasası ile 1961 Anayasasının genel özelliklerini karşılaştırın. 1924 Anayasasının uygulanma sürecini ve benimsediği demokrasi anlayışını değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 6 1924 Anayasasının benimsediği hükümet sistemini değerlendirebilme Araştır 6 İlişkilendir Anlat/Paylaş 11 Türk Anayasa Hukuku denetlemek üzere Anayasa Mahkemesini kurmuştur. Öte yandan, hukuk devletinin bir gereği olarak, idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olduğunu hükme bağlayan Anayasa, yargı bağımsızlığını ve hâkimlik teminatını sağlamak üzere Yüksek Hâkimler Kurulunu getirmiştir. Ayrıca Anayasa, bu bağlamda olmak üzere, “tabiî hâkim ilkesi” ve suç ve cezalara ilişkin prensiplere de yer vermiştir.  Anayasa’ya göre, egemenlik Millete aittir ve ancak yetkili organlar eliyle kullanılabilir (m.2, 4).  Anayasa, yasama ve yürütme ilişkileri bakımından kuvvetler ayrılığı ve frenler ve dengeler sistemi çerçevesinde parlamenter hükûmet sistemini öngörmüştür. Bu çerçevede, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan oluşan çift-meclisli bir parlamento oluşturmuştur. Ayrıca Anayasa, iktidarın paylaşımı bakımından, üniversiteler ve radyotelevizyon idaresi gibi özerk kamu kurumlarının yanı sıra, merkezî yönetim karşısında yerel yönetim ilkesini de kabul etmiştir. Öte yandan Anayasa, çoğulcu toplum yapısının geliştirilebilmesi için, “demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak nitelediği siyasal partileri düzenleyerek hukukî bir güvenceye kavuşturmuş ve sendikal faaliyet, dernek kurma hürriyeti ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yer vererek çeşitli hukukî güvencelerle koruma altına almıştır.  1961 Anayasası’nda yer alan katı anayasa, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, kontrol ve dengeler sistemi, iki-meclisli parlamento gibi “çoğulcu demokrasi” anlayışına uygun düzenlemelerin yanı sıra, merkeziyetçi yönetim gibi bazı çoğunlukçu unsurlara da rastlamaktayız. Ancak bunlar onun “çoğulcu” niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. Getirdiği ilke ve kurallar ile kurumsal tercihlerine bakıldığında, 1961 Anayasası’nın temel amacının çoğulcu bir demokrasi kurmak olduğunu söyleyebiliriz. 1961 Anayasası’nın en ileri yanlarından birisi de klasik kişi hak ve hürriyetleri ile siyasal hakları genişletip güçlendirmesinin yanı sıra, sosyal hakları da düzenleyen ilk anayasa olmasıdır. 1961 Anayasası, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması bakımından, “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmak”, “hürriyetin özüne aykırı olmamak” ve benzeri bazı kriterler getirmiş, sosyal hakların uygulamada gerçekleştirilmesi için de devlete bir takım ödevler yüklemiştir. Ayrıca 1961 Anayasası, anayasacılık tarihimizde sosyal devlet ilkesini benimseyen ilk anayasa olarak, sosyal devletin gerektirdiği diğer düzenlemelere de yer verilmiştir. Ne var ki, 1961 Anayasası’nın genel özgürlükçü yaklaşımı din özgürlükleri alanında yerini ihtiyatlı ve sınırlayıcı bir tutuma bırakmıştır (Erdoğan, 2003: 90). 1961 Anayasası’nı yapanlar, hukuki açıdan yorumlanması oldukça problemli olan ve uzun yıllar boyunca birçok kişinin mağdur olmasına yol açan “din istismarı” kavramını anayasaya sokmuşlardır. Yine bu hükümle “din istismarı” yasağına aykırı davranan tüzel kişilere yaptırım uygulanması ve siyasi partilerin de kapatılması öngörülmüştür (m.19). Öte yandan 1961 Anayasası, seçilmiş siyasi iktidarlar üzerinde, bu Anayasa’yı yapan siyasi güçlerin düşüncelerine uygun bir kontrol sağlanması amacıyla, etkili bir askerî ve yargısal vesayete yer vererek demokrasiden ciddi bir şekilde sapmıştır. Bu yönleriyle 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’ndan çok geri bir anayasa olma özelliğine sahiptir. 1982 Anayasası ise 1961 Anayasası’nın bu antidemokratik düzenlemelerini daha da genişleterek benimsemiştir.  1971-1973 Değişiklikleri Hükûmetin, bozulan kamu düzeninin ve siyasal terördeki artışın üstesinden gelemediği gerekçesiyle verilen ve sorunların partiler üstü bir anlayışla çözülmesini talep eden 12 Mart 1971 tarihli bir askerî muhtıra ile başlayan 1971-1973 ara rejimi döneminde Anayasada iki defa önemli değişiklikler yapılmıştır. 1961 Anayasası’nın temel felsefesine tamamen ters düşen ve 1982 Anayasası’nın ön hazırlığı sayılabilecek bu değişikliklerle genel olarak; yürütme güçlendirilmiş; üniversite özerkliği daraltılmış; anayasa yargısı ve idari yargı alanında çeşitli kısıtlamalar yapılmış; tabiî yargı yolu yerine, kanuni yargı yolu ilkesi getirilmiş; Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kurulmuş; devlet memurlarının sendika kurma hakkı kaldırılmış ve en önemlisi de anayasal temel Anayasacılık tarihimizde ilk defa sosyal devlet ilkesini benimseyen, sosyal haklara yer veren, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hâkimler Kurulunu oluşturan anayasa 1961 Anayasası’dır.  12 Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası hak ve hürriyetlerle ilgili olarak “genel koruma” hükmü, genel sınırlama maddesine dönüştürülerek, sınırlama sebepleri artırılmıştır. Bu anayasa değişiklikleri içerisinde yürütmenin güçlendirilmesine yönelik düzenlemeler, çağdaş gelişmelere ters olarak yürütmeyi güçsüz bırakan 1961 Anayasası’nın önemli bir zayıflığını düzeltici niteliktedir. Buna karşılık, yargı bağımsızlığı ve temel hak ve hürriyetlere getirilen kısıtlamalar ise 1961 Anayasası’nın bu konularda Türk Anayasal sistemine kazandırdığı ileri düzeyden geriye dönüş anlamına gelmektedir. Nitekim, 1982 Anayasası da yargı bağımsızlığı, yürütmenin denetimi ve temel hak ve hürriyetlere getirdiği daha geniş kısıtlamalarla bu eğilimi devam ettirmiştir. 1961 Anayasası’nda 1971-1973 yıllarında gerçekleştirilen değişiklikler de TBMM tarafından yapılmış olmakla birlikte, bunlar TBMM’nin kendi serbest iradesiyle değil, daha ziyade o dönemde parlamento dışından yapılan baskılar altında yapılan değişikliklerdir. 1971-1973 yıllarında yapılan değişiklikler 1961 Anayasasının temel felsefesine aykırı olmakla birlikte yürütmenin güçlendirilmesine yönelik düzenlemeler, 1961 Anayasasının önemli bir zayıflığını düzeltici niteliktedir. Önceki anayasalara aşağıdaki adresten ulaşabilmeniz mümkün: https://anayasa.tbmm.gov.tr/ internet 1961 Anayasası’nın yapılmasına yol açan faktörler nelerdir? 1961 ve 1982 Anayasalarının yapım süreçlerini değerlendirin. 1961 Anayasası’nda 1971 ve 1973 yıllarında yapılan değişiklikleri anlatın. Öğrenme Çıktısı 7 1961 Anayasasının genel özelliklerini ve getirdiği yenilikleri açıklayabilme Araştır 7 İlişkilendir Anlat/Paylaş 1982 ANAYASASI 1982 Anayasası’nın Yapım Süreci 12 Eylül Askerî Müdahalesi ve 1982 Anayasası’nın Kabulü 1982 Anayasası, anarşi, terör, bölücülük faaliyetleri ile ekonomik bakımdan kötüye gidiş ve bunlar karşısında sivil yönetimin başarısız kaldığı gerekçeleriyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980’de gerçekleştirdiği askerî darbenin ardından atamayla oluşturulan Danışma Meclisi ile Millî Güvenlik Konseyinden müteşekkil Kurucu Meclis tarafından hazırlanarak kabul edilmiş, yapılan referandumda da halk tarafından yüzde 91.4 oy oranıyla onaylanmıştır. Bu yüksek oy oranının alınmasında, halk oylaması sürecinde anayasanın tartışılmasının yasaklanması, devlet başkanı ve yönetimin anayasa lehindeki resmî propagandaları, anayasanın reddi hâlinde ne olacağının belli edilmemiş olması, halkın bir an önce normale geçiş isteği, en önemlisi de anarşi ve terörün sona erdirilmesi nedeniyle halkın ara rejim yönetimine duyduğu minnettarlık gibi etkenlerin çok büyük rolü olmuştur (Erdoğan, 2003: 130; Tanör, 1986: 105-107). 13 Türk Anayasa Hukuku 1982 Anayasası’nın Yapılmasına Yol Açan Faktörler 1961 Anayasası yerine, yeni bir anayasanın yapılmasının gerekçeleri olarak; bu Anayasanın uygulandığı dönemde kuvvetler ayrılığının kuvvetler çatışmasına dönüştüğü; bazı kamu kurumlarının sahip olduğu özerkliğin kötüye kullanıldığı; siyasal partilerin sorumsuzca davrandığı ve yıkıcı ve bölücü faaliyetleri teşvik ettikleri; yönetimde partizanlık yapıldığı; yasama organının tıkandığı; ekonomik sorunların çözülemediği; dış etkenlerin de bu olumsuzluklara katkıda bulunduğu; 1961 Anayasası ile öngörülen hükûmet mekanizmasının işlemediği ve bu nedenle siyasal kararlar alma ve yeni politikalar ürütebilme yeteneğinin zayıflayarak rejim bunalımını ağırlaştırdığı; 1961 Anayasası ile getirilen hürriyetlerin çok fazla olduğu; Devlet otoritesinin sarsıldığı ve yetersiz bırakıldığı gibi sebeplerin sayıldığını görmekteyiz.  Görüldüğü gibi, birçok sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların kaynağı olarak da 1961 Anayasası suçlanmıştır. 1961 Anayasası’na yöneltilen eleştirilerden, hükûmet mekanizmasının işleyişiyle ilgili iddialarda gerçeklik payı bulunmakla birlikte, genel olarak devlet otoritesinin zayıflamasından tamamen 1961 Anayasası’nı sorumlu tutmak doğru bir değerlendirme sayılamaz. Zira, anayasa ile öngörülen hükûmet sisteminin etkili bir şekilde işleyebilmesi siyasal faktörlerin de elverişli olmasına bağlıdır. Oysa, 1970’li yılların ortalarında iki-parti sistemine dayalı Türk parti sisteminin çok-parti sistemine dönüşmeye başlamasıyla ortaya çıkan koalisyon hükûmetlerinin ve genel olarak siyasal partilerin “uzlaşma” yeteneklerinin sınırlı olması, sistemin işleyişi için elverişsiz bir ortam meydana getirmiş, hem yasama hem de yürütme alanında ciddi tıkanmalara yol açmıştır.  1982 Anayasası’nın Özellikleri ve Temel Felsefesi 1961 Anayasası’na yöneltilen eleştirileri karşılamak üzere hazırlanan 1982 Anayasası, bir “Başlangıç” ile yedi kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda “Genel Esaslar”, ikinci kısımda “Temel Hak ve Ödevler”, üçüncü kısımda “Cumhuriyetin Temel Organları”, dördüncü kısımda “Malî ve Ekonomik Hükümler” ve diğer kısımlarda ise çeşitli hükümlerin yer aldığı Anayasa, 177 maddeden (bazıları yürürlükten kalkan geçici maddeler hariç) oluşan, uzun sayılabilecek bir anayasadır. İlk düzenlemesi itibarıyla 1982 Anayasası 1961 Anayasası’na göre daha katı nitelikte bir anayasa iken sonradan aşamalı olarak yapılan değişikliklerle bu katılık bir ölçüde giderilmiştir. 1982 Anayasası, bütün anayasaların kurmaya çalıştığı hürriyet-otorite dengesinde, otoritenin ağırlığını artırmış, devleti birey karşısında korumaya çalışmıştır. Anayasa, çoğunlukla olumlu karşılanan bir biçimde siyasi sistemin işleyişi ve karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklıkları giderici çözümler getirmiştir (Özbudun, 1998: 40-42; Kuzu, 1990: 42-44). İlgili bölümlerde ayrıca incelenecek olan bu hükümleri şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Cumhurbaşkanının belli şartlar altında Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerini yenileme yetkisi kullanılabilir hâle getirilmiştir (m.116). 2017 yılında Anayasada yapılan değişiklikle başkanlık sistemine geçilmesi kabul edilmiş, 116’ncı madde ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin, iki taraftan birinin kararıyla, birlikte yenilenmesi imkânı getirilmiştir. 2. 1982 Anayasası’nın ilk düzenlemesinde 1961 Anayasası döneminde görülen Cumhurbaşkanı seçimlerindeki uzamaları ve tıkanıklıkları ortadan kaldırıcı nitelikte bir düzenleme getirilmişti. Anayasa’nın bu konuya ilişkin 102’nci maddesinde şöyle bir düzenleme bulunmaktaydı: “… oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir.” 2007 yılında 102’nci maddede yapılan değişiklikle, bu yöntem kaldırılmış ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulü kabul edilmiştir. 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle, 102’nci madde yürürlükten kaldırılmış, Cumhurbaşkanının seçimine ilişkin esaslar bazı değişiklikler yapılarak 101’inci maddede yeniden düzenlenmiştir. 14 Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 3. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının seçimi de kolaylaştırılmıştır. Anayasa’nın 94’üncü maddesi, Meclis Başkanının ilk üç oylamada öngörülen çoğunlukla seçilememesi hâlinde, son oylamada oylamaya katılacak en çok oy almış iki adaydan oyların çoğunu alan adayın seçilmesini öngörmüştür.  4. 1982 Anayasası Cumhuriyet Senatosunu kaldırarak tek meclis sistemini benimsemiş ve yasama organının çalışmasını hızlandırmıştır. 5. 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre üye tamsayısının salt çoğunluğu olan (m.86) toplantı yeter sayısını üye tamsayısının üçte birine düşürmüş (m.96) ve Meclisin toplanmasını kolaylaştırmıştır. 6. 1982 Anayasası, siyasi partilerin Mecliste grup kurabilmesi için gerekli olan milletvekili sayısını 10’dan 20’ye çıkarmıştır. Böylece grupların sayısı azalacağından Meclis çalışmaları hızlanacaktır. 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerin 24 Haziran 2018 seçimleriyle yürürlüğe girmesi ile birlikte, parlamenter sistemden başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemine geçilmiş ve yürütme yetkisi halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanına verilmiştir. Anayasa ile kabul edilen başkanlık sistemi, yasama ve yürütme arasında çatışma olmaması için eşzamanlı seçim ve gerektiğinde kullanılmak üzere birlikte erken seçim yapılabilmesi gibi yöntemleri de içermektedir. Öte yandan Anayasa ilk düzenlemesiyle siyasal partiler, dernekler, vakıflar, sendikalar ve siyasal katılma bakımından getirdiği sınırlayıcı hükümlerle 1961 Anayasası’na oranla daha az katılmacı bir demokrasi modeli öngörmüş ve belli ölçüde depolitizasyonu, yani siyasetten uzaklaşmayı amaçlamıştır (Özbudun, 1998: 42-44). İlk kabul edildiği haliyle Anayasasının temel felsefesi hakkında şunlar söylenebilir: Anayasası’nın bütününe devletçi, toplumcu ve ideolojik olarak taraflı, bireysellik ve özgürlük karşıtı bir felsefe egemendir. Batı demokrasilerinde devletin sınırlandırılması anlamına gelen anayasacılığın tam tersi olarak Türkiye’de Anayasa devlet merkezli bir toplum ve siyaset anlayışı öngörmektedir. Anayasacılığın özünde insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesi bulunurken, devletçilik devleti hukuktan uzaklaştıran ve sorgulanamaz kılan “hikmet-i hükûmet” anlayışına dayanır (Erdoğan, 2005: 173). Siyasi partilere ve sivil yönetimlere olan güvensizlik nedeniyle seçimle oluşan anayasal organların askerî, idari ve yargısal organlarca denetlenmesi ya da frenlenmesi amaçlanmıştır. Böylece seçilmişler üzerinde, ilk defa 1961 Anayasası ile oluşturulan anayasal askerî ve yargısal vesayet, daha da pekiştirilmiştir. Anayasa’nın Anayasa Mahkemesine yüklediği başlıca işlev de bu Anayasaları yapan güçlerin Anayasa’ya yerleştirdiği devlet ideolojisini seçilmişlere karşı korumaktır. Anayasa ideolojik karakterine uygun olarak siyasi partilere de demokrasilerde olmayan yasaklar getirmiştir. Bu yasaklar incelendiğinde, siyasetin alanının oldukça daraltmış olduğu ve siyasi partilerin, çerçevesini resmî ideolojinin belirlediği sınırlı bir politik alanda siyaset yapmalarının istendiği görülmektedir. 1982 Anayasasında zaman içinde insan haklarını geliştiren ve demokratikleşme amaçlı değişiklikler yapılmıştır. Anayasada 2017 yılında yapılan son değişikliklerle de askeri, bürokratik ve yargısal vesayetin sonlandırılması yönünde önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. 2017 değişikliği sağlıklı işlemeyen parlamenter hükümet sisteminden, istikrarlı yönetimi sağlayacak bir başkanlık sistemine geçişi de sağlamıştır. Bununla birlikte 1982 Anayasasının diğer problemli hükümlerinin de düzeltileceği tümüyle yeni bir anayasa yapılması ihtiyacı devam etmektedir. 15 Türk Anayasa Hukuku 1982 Anayasası’nın siyasi sistemin işleyişi ve karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklıkları gidermek için getirdiği çözümler nelerdir? 1982 Anayasasının yapım süreci ve genel özellikleri ile yeni anayasa ihtiyacına yönelik talepleri ilişkilendirin. 1982 Anayasası’nın yapım sürecini arkadaşlarınızla tartışın. Öğrenme Çıktısı 8 1982 Anayasası’nın dayandığı temel felsefeyi değerlendirebilme Araştır 8 İlişkilendir Anlat/Paylaş “Devlet yönetiminin, halkın menfaatlerini ondan daha iyi takdir edebilecek, iyi eğitilmiş, Batılı hayat tarzını benimsemiş ve çok büyük ölçüde bürokratik kökenli bir elitin ayrıcalığı olduğu düşüncesi, Cumhuriyet dönemine de hakim olmuştur. 1961 ve 1982 Anayasalarının, halkın temsil edilmediği, bir kanatlarını da darbeci askerlerin oluşturduğu sözde “kurucu meclisler” tarafından yapılmış olması da, bu anlayışın sonucudur. Bu elitçi anlayışın günümüzde de toplumun bazı kesimlerinde devam ettiğine ve bunun, yeni ve demokratik bir anayasanın yapılmasında en önemli psikolojik engellerden birini oluşturduğuna aşağıda değinilecektir. Burada, söz konusu zihniyetin tipik belgelerinden biri olarak, 27 Mayıs askerî darbesinden sonra, Millî Birlik Komitesi (MBK) tarafından görevlendirilen Anayasa Komisyonunun hazırladığı taslağa bakmak ilginç olacaktır. … Demokrasi ilkelerinden bu derece radikal şekilde sapan bu tasarı, günün olağanüstü şartları içinde bile tepkiyle karşılanmış, MBK de, bu tepkiler karşısında Komisyon tasarısını doğrudan doğruya halkoyuna sunmak yerine, kabul ettiği 157 ve 158 sayılı kanunlarla bir Kurucu Meclis kurulmasına ve anayasanın bu meclis tarafından yapılmasına karar vermiştir. Kurucu Meclisçe kabul edilen nihaî metin, elitçi ve vesayetçi zihniyette Komisyon kadar ileri gitmemekle beraber, gene de vesayetçiliğin birtakım unsurlarına yer vermiştir. 1982 Anayasasında çok daha derin izleri olan bu anlayışın, çok-partili siyasal hayata geçmemizden 60 küsur yıl sonra toplumun bazı kesimlerinde hâlâ canlılığını koruması, ilginç bir paradokstur. Seçmenlerin bir bölümü, daha ileri standartlarda bir demokrasinin, İslâmî bir otoritarizme ve/veya bölünmeye yol açacağı en- dişesiyle, vesayet kurumlarının, özellikle silâhlı kuvvetlerin, seçilmiş organlar üzerindeki vesayet yetkilerinin kaldırılmasına sıcak bakmamaktadır. 2006 yılında gerçekleştirilen önemli bir kamuoyu araştırmasına göre, deneklerin yüzde 22.1’i lâikliğin tehdit altında olduğu kanısındadır. Daha da endişe verici bir bulgu, deneklerin yüzde 26.8’inin, Türkiye’nin sorunlarını seçimle gelmiş hükûmetlerin değil, askerî bir rejimin çözebileceğine, yüzde 58.6’sının da silâhlı kuvvetlerin kimi zaman seçilmiş hükûmete karşı görüşlerini dile getirmelerinin doğal olduğuna inanmalarıdır. Deneklerin yüzde 24.8’i, halkın, ordunun desteği olmadan da lâikliği ayakta tutabileceği kanısında değildir. Bu korkuların gerçek bir temele dayanıp dayanmadığı çok önemli değildir; çünkü ünlü bir vecizeye göre, “ siyasette algılar, gerçekler kadar önemlidir”. Bir köşe yazarımızın isabetle belirttiği gibi, belki de bu tutumun temelinde gerçek bir şeriat ya da bölünme korkusu değil, “ideolo- jik hegemonyanın çöküşü”nün yarattığı “kimlik kaybı” ve çaresizlik duygusu vardır. Her halükarda bu psikoloji, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, yeni ve tümüyle demokratik bir anayasanın yapılmasında, ideolojik farklardan çok daha önemli bir engel oluşturmaktadır. Kaynak: Özbudun, Ergun (2011). “Vesayetçilik, Demokrasi ve Yeni Anayasa”, Tarih Bilinci. Sayı: 15-16 Özel Sayı, s. 10-11. Yaşamla İlişkilendir 16 Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 1961 Anayasası Sisteminin Teknik Kusurları: “Bütün bunlara karşın, hem özelde hem de genel olarak sistemin işleyişi bakımından, 1961 Anayasasının önemli teknik zaafları vardı. Bunların birkaçına kısaca değinelim.  1961 Anayasası normal işleyişli bir sistemi varsaymış, bunalımlı ve olağanüstü koşulları yeterince hesaba katmamıştı. Örneğin, istikrarsız çoğunluklar yüzünden hükümetlerin kurulamaması ya da istifası gibi durumlarda doğacak tıkanıklarda kilitlenmeyi çözecek anahtar azdı. Siyasal krizi aşabilmek ve milletin hakemliğine başvurabilmek için meclisin kendisi seçimlerin yenilenmesi kararı alabilirdi; ama meclis üyelerinin buna pek istekli olmamaları dünyanın hemen her yerinde görülen bir olguydu. Bir başak yol Cumhurbaşkanının buna karar vermesiydi. Fakat bu yetkinin kullanılabilmesi de pek çok şartın bir araya gelmesine bağlıydı (md. 89, 104 ve 108). Öyle ki, yirmi yıla yaklaşan uygulamada onca hükûmet bunalımına karşın bir kere bile bu koşullara yaklaşılamadı. Seçimlerin devlet başkanı tarafından yenilenmesine karar verilmesi mekanizması normal parlamenter demokrasilerde olduğu gibi düzenlenmiş olsaydı, bu mekanizmanın işletilebilmesi sayesinde bunalımdan kurtulabilme şansı da doğabilirdi. İstikrarı sağlayacak bir başka unsur da seçim sisteminde değişiklik yapılmasıydı. Bu yapıldı ve nisbi sisteme bir baraj kondu; fakat Anayasa Mahkemesinin hatalı bir kararıyla bu “baraj” hükmü iptal edildi. Sistemin normal işleyişini aksatan bazı kusurları yasama organının düzenleniş ve çalışma biçiminde de bulmak mümkündür. Bir kere çift meclis sistemi uygulamada kendinden bekleneni vermemiş, yasama faaliyetlerinin hantallaşmasından başka bir sonuç doğurmamıştı. Sonra, meclislerin toplantı yeter sayılarının yüksek tutulması da (salt çoğunluk), toplanmayı ve karar alınmasını güçleştiriyor, çalışmaları baltalamak isteyenlere fırsat veriyordu…. Kriz çözücü anahtarların yeterince bulunmadığı bir alan da olağanüstü hallerdir. Anaysa ve yasalar, yaygın şiddet olaylarına karşı, hem önleyici hem de bastırıcı yetkileri tanımak bakımından hiç de yetersiz değildi; bunu yukarıda görmüştük. Ancak olağanüstü olayların olağan yöntemlerle yine de bastırılamaması durumunda geriye sıkıyönetim ilan etmekten başka şık kalmıyordu. 1961 Anayasası, olağan/sivil durumla, olağanüstü askeri durum arasında bir olağanüstü/sivil kategori öngörmüyordu…” Kaynak: Tanör, Bülent (1986), İki Anayasa, İstanbul, s. 92-94.  Araştırmalarla İlişkilendir Türk Anayasa Hukuku 17 1 Sened-i ittifakın genel özelliklerini açıklayabilme Sened-İ İttifak Sened-i İttifak, 1808 yılında merkezî hükûmetin temsilcileri ile âyan temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda kabul edilmiştir. Anayasacılık tarihimizde misak (sözleşme) biçiminde kabul edilen ilk anayasa belge niteliğindedir. Sened-i İttifak ile kabul edilen hükümlerden bazıları merkezî otorite, bazıları ayanlar ve bazıları da genel olarak halk yararına sonuçlar doğurucu niteliktedir. 2 Tanzimat Fermanının genel özelliklerini açıklayabilme Tanzimat Fermanı 1839 yılında Padişah tarafından tek taraflı olarak “ferman” biçiminde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile devletin bütün uyrukları için can, mal ve ırz güvenliğinin teminat altına alınması, düzenli bir vergi sistemine geçilmesi, genel ve zorunlu askerlik uygulamasının başlatılması ve bütün uyrukların kanun önünde eşitliğinin sağlanması taahhüt edilmiştir. Tanzimat Fermanı devlet yönetimine ilişkin bazı ilkelere yer vermesinin yanı sıra, hak ve özgürlükleri de düzenlemiştir. Bu nedenle Tanzimat Fermanını, kendi dönemi itibariyle bir haklar beyannamesi olarak nitelendirmek mümkündür. Tanzimat Fermanı bir anayasa değildir, ancak devlet iktidarının sınırlandırılmasını sağladığı için önemli bir “anayasal belge” nitelliğindedir. 3 Islahat Fermanın niteliğini değerlendirebilme Islahat Fermanı Islahat Fermanı, Padişah tarafından ferman biçiminde ilân edilen, bir belgedir. Bu Ferman bir anayasa değildir, ancak devlet iktidarını sınırlandırdığı için “anayasal belge” niteliğindedir. Devletin tüm uyruklarının eşit işlem görmesi ilkesi doğrultusunda bazı hükümlere yer vermiştir. 4 Kanun-u Esasî’nin genel özelliklerini açıklayabilme 1876 Anayasası (Kanun-u Esasî) Padişah tarafından ferman biçiminde ilân edilen bu Anayasa’ya göre, Osmanlı Devleti devlet başkanlığının irsî yoldan geçtiği bir monarşidir. Devletin dini, İslam dinidir ve resmî dili, Türkçe’dir. Kanun-u Esasî temel hak ve hürriyetleri zamanının anayasalarına benzer bir şekilde düzenlemiştir. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Âyan’dan oluşan iki meclisli bir parlamento kurmuştur. Yürütme yetkisi, devlet başkanı olan Padişah ile Bakanlar Kuruluna (Heyet-i Vükela) aittir. Padişah mutlak olarak sorumsuzdur, Bakanlar Kurulu ise Meclise karşı değil padişaha karşı sorumludur. Padişah’ın kanunları veto etme ve Parlamentoyu feshetme yetkisi vardır. Kanun teklif etme yetkisi Bakanlar Kurulu’na ve milletvekillerine aittir, ancak milletvekillerinin kanun teklif edebilmesi için padişahtan izin alması gerekir. 1876 Anayasası, yargı yetkisini bağımsız mahkemelere vermiştir. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 18 5 1921 Anayasasının yapım sürecini açıklayabilme 1921 Anayasası Osmanlı Meclis-i Mebusanı yurdun bölünmezliğini ilan eden Misak-ı Millî’yi kabul etmesinden sonra, Meclis İstanbul Hükûmeti tarafından feshedilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın, illere gönderdiği bir tamimle Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanacağı bildirilmiş, ve yeni seçimler yapılması istenmiştir. Bu şekilde belirlenen yeni üyelerin ve İstanbul’dan gelebilen üyelerin katılımıyla, 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Aynı zamanda ulusal kurtuluş savaşını da yürütmekte olan bu Meclis, 1921 Anayasası’nı kabul etmiştir. Bu Anayasa, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hazırlanışı ve kabulü bakımından en demokratik anayasa olarak kabul edilmektedir.  6 1924 Anayasasının benimsediği hükümet sistemini değerlendirebilme 1924 Anayasası 1924 Anayasası, meclis hükûmeti ile parlamenter rejim arasında karma bir hükûmet sistemi kurmuştur. Bu Anayasa’da hem meclis hükûmeti sisteminin unsurlarına benzeyen hem de parlamenter sistemin unsurlarına benzeyen hükümler vardır.  7 1961 Anayasasının genel özelliklerini ve getirdiği yenilikleri açıklayabilme 1961 Anayasası 1961 Anayasası’nda anayasanın üstünlüğü ilkesi, anayasa mahkemesi ve çift meclisli parlamento oluşturmak suretiyle, yasama organı sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Yürütmenin sınırlandırılması için idarenin bütün eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açılmış, bunları güvence altına almak için de Yüksek Hakimler Kurulu oluşturulmuştur. Çağdaş gelişmelerin aksine, yürütmeyi güçsüz bırakan düzenlemeler içeren 1961 Anayasası, hükûmet sistemi olarak parlamenter sistemi benimsemiştir. Getirdiği ilke ve kurallar ile kurumsal tercihlerine bakıldığında, 1961 Anayasası’nın temel amacının çoğulcu bir demokrasi kurmak olduğunu söyleyebiliriz. 1961 Anayasa’sı siyasi partileri düzenleyerek anayasal bir güvenceye kavuşturmuş, sosyal devlet ilkesi ve sosyal haklar da ilk kez bu Anayasa ile düzenlenmiştir. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Türk Anayasa Hukuku 19 8 1982 Anayasası’nın dayandığı temel felsefeyi değerlendirebilme 1982 Anayasası 1961 Anayasası’na yöneltilen eleştirileri karşılamak üzere hazırlanan 1982 Anayasası’nda, devlet otoritesinin arttırılması ve yürütmenin güçlendirilmesi eğilimi hakimdir. 1982 Anayasası’nın bütününe devletçi, toplumcu ve ideolojik olarak taraflı, bireysellik ve özgürlük karşıtı bir felsefe egemendir. Batı demokrasilerinde devletin sınırlandırılması anlamına gelen anayasacılığın tam tersi olarak Türkiye’de Anayasa devlet merkezli bir toplum ve siyaset anlayışı öngörmektedir. Anayasacılığın özünde insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesi bulunurken, devletçilik devleti hukuktan uzaklaştıran ve sorgulanamaz kılan “hikmet-i hükûmet” anlayışına dayanır. Siyasi partilere ve sivil yönetimlere olan güvensizlik nedeniyle, seçimle oluşan anayasal organların askeri, idari ve yargısal organlarca denetlenmesi ya da frenlenmesi amaçlanmıştır. Anayasa ideolojik karakterine uygun olarak siyasi partilere demokrasilerde olmayan yasaklar getirmiştir. 1982 Anayasasında zaman içinde insan haklarını geliştiren ve demokratikleşme amaçlı değişiklikler yapılmıştır. Anayasada 2017 yılında yapılan son değişikliklerle de parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiştir. Bununla birlikte 1982 Anayasasının diğer problemli hükümlerinin de düzeltileceği tümüyle yeni bir anayasa yapılması ihtiyacı devam etmektedir. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 20 neler öğrendik? 1 Tanzimat Fermanı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği kabul edilmiştir. B. Devletin bütün uyrukların kanun önünde eşitliğinin sağlanması taahhüt edilmiştir. C. Genel ve zorunlu askerlik uygulamasına son verilmiştir. D. Yargı kararı olmadıkça kimseye ceza verilmeyeceğine ilişkin kural benimsenmiştir. E. Devlet harcamalarının finansmanı için vergi toplanacağına ilişkin bir kurala yer verilmiştir. 2 Aşağıdakilerden hangisi Tanzimat Fermanında yer alan hak ve özgürlüklerden biri değildir? A. Adil ve alenî yargılanma hakkı B. Mülkiyet hakkı C. Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği D. Sosyal güvenlik hakkı E. Cezaların şahsiliği ilkesi 3 Aşağıdakilerden hangisi 1876 Kanun-u Esasî’nin ilk halinde yer alan kurallardan biri değildir? A. Osmanlı Devleti bir monarşidir. B. Parlamento, Bakanlar Kurulu’nu denetleyebilir. C. Bakanlar Kurulunun başkanı sadrazamdır. D. Devletin dini, İslam dinidir. E. Devletin resmî dili, Türkçe’dir. 4 Anayasacılık tarihimizde anayasanın üstünlüğü ilkesi ilk olarak aşağıdaki anayasadan hangisinde yer almıştır? A. 1876 Kanun-u Esasî B. 1921 Anayasası C. 1924 Anayasası D. 1961 Anayasası E. 1982 Anayasası 5 Aşağıdakilerden hangisi 1924 Anayasası’nda doğrudan düzenlenen hak ve hürriyetlerden biri değildir? A. Din ve vicdan hürriyeti B. Basın hürriyeti C. Dernek kurma hakkı D. Mülkiyet hakkı E. Siyasi parti kurma hakkı 6 Aşağıdakilerden hangisi 1924 ve 1961 Anayasalarının ortak özelliklerinden biridir? A. Anayasanın üstünlüğü ilkesine yer vermesi B. Sosyal devlet ilkesine yer vermesi C. Yüksek Hakimler Kurulunun varlığı D. Sosyal hakları düzenlemesi E. Çift meclisli parlamento oluşturması 7 Aşağıdakilerden hangisi 1961 Anayasası’nda 1971 ve 1973 yıllarında yapılan değişikliklerden biri değildir? A. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuştur. B. Yürütmenin yetkilerinin daraltılmasına yönelik değişiklikler yapılmıştır. C. İdarî yargı alanında çeşitli kısıtlamalar yapılmıştır. D. Üniversite özerkliği daraltılmıştır.  E. Devlet memurlarının sendika kurma hakkı kaldırılmıştır. 8 1921 Anayasası ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Klasik kişi hak ve hürriyetlerine yer vermiştir.  B. Millî egemenlik ilkesine yer vermiştir. C. Yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin hükümlere yer verilmemiştir. D. Meclis hükûmeti sistemi kurmuştur. E. Vilayet ve nahiyelerde halk idaresini kabul etmiştir. 9 1961 Anayasası’nın genel özellikleri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Düzenleyici nitelikte bir anayasadır. B. Sosyal devlet ilkesini düzenleyen ilk anayasadır. C. Çift-meclisli bir parlamento oluşturmuştur D. Parlamenter hükûmet sistemini öngörmüştür. E. Sosyal haklara yer vermemiştir. 10 1982 Anayasası’nın genel özellikleri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Asker ve sivillerden oluşan bir Kurucu Meclis tarafından hazırlanmıştır. B. Referanduma sunularak kabul edilmiştir. C. Katı nitelikte bir anayasadır. D. Başlangıç kısmına yer vermemiştir. E. Güçlü yürütme oluşturmayı amaçlamaktadır. Türk Anayasa Hukuku 21 neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “Tanzimat Fermanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. C Yanıtınız yanlış ise “1924 Anayasası” ve “1961 Anayasası” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. A Yanıtınız yanlış ise “Kanun-u Esasî” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. B Yanıtınız yanlış ise “1921 Anayasası” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. A Yanıtınız yanlış ise “Tanzimat Fermanı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. D Yanıtınız yanlış ise “1971-1973 Değişiklikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. B Yanıtınız yanlış ise “1924 Anayasası” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. C Yanıtınız yanlış ise “1924 Anayasası” ve “1961 Anayasasının Temel Özellikleri ve Getirdiği Yenilikler” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. E Yanıtınız yanlış ise “1961 Anayasası” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. E Yanıtınız yanlış ise “1982 Anayasasının Özellikleri ve Temel Felsefesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. D Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 22 Araştır Yanıt Anahtarı 1 Araştır 1 Sened-i İttifak, anayasacılık hareketleri çerçevesinde sözleşme biçiminde oluşturulan ilk anayasal belge niteliğindedir. Merkezi hükûmet ile âyanlar arasında yapılan görüşmeler sonucunda kabul edilen bu sözleşme merkezi otoritenin, âyanların ve genel olarak halkın yararına olabilecek hükümler içermektedir. Araştır 2 Tanzimat Fermanı ile hem devlet yönetimine ilişkin ilkeler hem de hak ve özgürlükler düzenlenmiştir. Tanzimat Fermanında kabul edilen temel hak ve özgürlükler şunlardır: Keyfi cezalara son verilmesi, yargı kararı olmadıkça kimseye ceza verilmemesi, kişi dokunulmazlığı ve güvenliği, âdil ve alenî yargılanma hakkı, cezalar şahsiliği, kişilerin mal güvenliğinin olması, herkesten emlak ve kazancına göre vergi alınması, ömür boyu askerlik uygulamasına son verilmesi. Islahat Fermanı’nın temel amacı, müslümanlar ile gayrimüslimler arasında eşitlik sağlamaktı.  Araştır 4 Kanun-u Esasî yürütme yetkisini devlet başkanı olan padişah ile Heyet-i Vükela (Bakanlar Kurulu) arasında paylaştırmıştır. Halifelik sıfatı olan padişahın, oldukça geniş yetkileri vardır ve mutlak olarak sorumsuzdur. Heyet-i Vükela’nın başkanı sadrazamdır ve Heyet-i Vükela padişah tarafından atanan vekillerden (bakanlar) oluşur. Bakanlar Kuruluna şeyhülislam da katılır. Bakanlar Kurulunun Parlamentoya karşı sorumluluğu yoktur. Araştır 3 Araştır 5 Araştır 6 1921 Anayasası’na göre, yasama ve yürütme kuvvetleri TBMM’de toplanmıştır. Hükûmeti Büyük Millet Meclisi Hükûmeti unvanını taşır. Ahkâmı şer’iyenin uygulanması, kanunların yapılması, değiştirilmesi ve yürürlükten kaldırılması, antlaşmaların yapılması ve vatan savunması ilanı gibi yetkiler Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılır. Hükûmet bölümleri, Meclisin seçtiği bakanlar aracılığıyla yönetilir, bu bakanlara Meclis yön verir ve gerektiğinde değiştirir. 1924 Anayasası, meclis hükûmeti ile parlamenter rejim arasında karma bir hükûmet sistemi kurmuştur. 1924 Anayasası’nın meclis hükûmeti sistemine benzeyen hükümleri şunlardır: “Türk Milletini ancak TBMM temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır”. “Yasama yetkisi ve yürütme erki Büyük Millet Meclisinde belirir ve onda toplanır”. “Meclis, Hükûmeti her zaman denetleyebilir ve düşürebilir”. 1924 Anayasası’nın parlamenter sisteme benzeyen hükümleri ise şunlardır: Büyük Millet Meclisi, yasama yetkisini kendisi kullanırken, yürütme yetkisini ancak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu eliyle kullanabilir. 1924 Anayasası ile hükûmetin kurulması konusunda parlamenter sisteme benzeyen bir mekanizma öngörülmüştür. Buna göre, “Başbakan, Cumhurbaşkanınca Meclis üyeleri arasından tayin olunur. Öteki bakanlar Başbakanca seçilip tamamı Cumhurbaşkanınca onandıktan sonra Meclise sunulur. Meclis toplanık değilse sunma işi Meclisin toplanmasına bırakılır. Hükûmet tutacağı yolu ve siyasi görüşünü en geç bir hafta içinde Meclise bildirir ve ondan güven ister.” Parlamenter hükûmet sisteminin unsurlarından birisi olan hükûmetin siyasi sorumluluğu kuralı da 1924 Anayasasının “Bakanlar Kurulu, Hükûmetin genel politikasından birlikte sorumludur” hükmüyle kabul edilmiştir. 1924 Anayasası’nın uygulandığı dönemde hükûmet sisteminin giderek bir “parlamenter rejim”e dönüştüğü görülmektedir.  Türk Anayasa Hukuku 23 Araştır Yanıt Anahtarı 1 Araştır 7 1961 Anayasası’nın yapılmasına yol açan faktörlerin başında, özünde demokratik olan, ancak daha çok tek-partili dönemde uygulanan 1924 Anayasası’nın çoğunlukçu bir demokrasi anlayışını benimsemesi ve çok-partili sistemde uygulanabilecek güvencelerden mahrum olması gelmektedir.  1924 Anayasası’nın öngördüğü sistemde, muhalefetteki azınlığın çoğunluk hâline gelebilmesini sağlayacak kurum ve dengeler yetersizdir. Anayasanın, egemenliğin yegane kullanıcısı durumundaki parlamento çoğunluğunu sınırlamaması, yasamanın hükûmeti denetleme imkânlarının yetersiz oluşu, muhalefetin demokratik ve eşitlikçi bir işleyişe kavuşturulmamış olması, temel hak ve hürriyetlerin yeterli anayasal güvencelere sahip olmaması gibi hususlar, Anayasanın çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi değil, çoğunlukçu bir demokrasi öngördüğünü açıkça ortaya koymaktadır.  Hukuk devleti ve hak ve hürriyetlerin korunması bakımından temel öneme sahip bir kurum olan kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetiminin kabul edilmediği bir dönemde Meclis çoğunluğunca birtakım antidemokratik kanunların çıkarılması, iktidar-muhalefet ilişkilerini bozarak, iktidara karşı muhalefetin güçlenmesi ve Demokrat Parti yönetiminden memnun olmayan kesimlerin güç birliği yapmasına yol açmış ve 27 Mayıs ortamını hazırlamıştır. 27 Mayıs’ın bir başka nedeni de Demokrat Parti döneminde, asker-sivil aydın ve üst düzey memurların ekonomik, sosyal ve siyasal güç kaybına uğramalarıdır. Dolayısıyla 27 Mayıs askerî darbesinin gerçekleşmesinde, Demokrat Parti döneminde çeşitli bakımlardan güç kaybına uğrayan bu kesimlerin oldukça önemli bir katkısı söz konusudur.  Araştır 8 Cumhurbaşkanının belli şartlar altında Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerini yenileme yetkisi kullanılabilir hâle getirilmiştir (m.116). 1982 Anayasası’nın ilk düzenlemesinde 1961 Anayasası döneminde görülen Cumhurbaşkanı seçimlerindeki uzamaları ve tıkanıklıkları ortadan kaldırıcı nitelikte bir düzenleme getirilmişti. Ancak 2007 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle bu yöntem kaldırılmış ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulü kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının seçimi de kolaylaştırılmıştır. 1982 Anayasası Cumhuriyet Senatosunu kaldırarak tek meclis sistemini benimsemiş ve yasama organının çalışmasını hızlandırmıştır. 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’na göre üye tamsayısının salt çoğunluğu olan (m.86) toplantı yeter sayısını üye tamsayısının üçte birine düşürmüş (m.96) ve Meclisin toplanmasını kolaylaştırmıştır. 1982 Anayasası, siyasi partilerin Mecliste grup kurabilmesi için gerekli olan milletvekili sayısını 10’dan 20’ye çıkarmıştır. Böylece grupların sayısı azalacağından Meclis çalışmaları hızlanacaktır. Türkiye’de Anayasal Gelişmeler ve 1982 Anayasası 24 Erdoğan, Mustafa (2005). Anayasa Hukuku, Ankara. Erdoğan, Mustafa (2003). Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset. Ankara. Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku Dersleri. Bursa. Kuzu, Burhan (1990). 1982 Anayasasının Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler. İstanbul. Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara. Tanör, Bülent (1986). İki Anayasa (1961-1982), İstanbul. Tanör, Bülent (1995). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980). İstanbul. Teziç, Erdoğan (1996). Anayasa Hukuku. İstanbul. Kaynakça Bölüm Görseli: Birinci TBMM’nin Açılışı (23 Nisan 1920), https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/tbmm_binalari_tr_20102016.pdf İnternet Kaynakları Türk Anayasa Hukuku 25 26 Bölüm 2 Devletin Temel Nitelikleri Anahtar Sözcükler: • Demokrasi • İnsan Hakları • Hukuk Devleti • Lâiklik • Sosyal Devlet • Cumhuriyet • Siyasi Parti • Eşitlik öğrenme çıktıları 1 Cumhuriyetçilik 1 Cumhuriyet kavramını açıklayabilme 2 Başlangıçta Yer Alan İlkeler 2 Anayasanın başlangıç kısmının niteliğini açıklayabilme 4 Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı Devlet 4 Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik anlayışını özetleyebilme 6 Demokratik Devlet 6 Demokrasi kavramını açıklayıp kurumlarını sıralayabilme Üniter Devlet 3 Üniter devlet ile federal devletin örgütlenmesi arasındaki farklılıkları 3 açıklayabilme Lâik Devlet 5 5 Lâiklik ilkesini tanımlayabilme 7 Hukuk Devleti 7 Hukuk devleti ilkesini tanımlayabilme 8 Sosyal Devlet 8 Sosyal devleti gerçekleştirmeye yönelik hukukî tedbirleri özetleyebilme Eşitlik 9 Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesini 9 açıklayabilme 27 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Bu ünitede temelde Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan devletin temel nitelikleri konusu incelenecektir. Bu üniteyi tamamlayan öğrenciler, demokrasi, eşitlik, hukuk devleti, laiklik, cumhuriyet, sosyal devlet gibi temel kavramlar hakkında geniş bir bilgiye sahip olacaktır. Demokrasi başlığı altında, siyasi parti özgürlüğü, partilerin hukuki ve mali denetimi ve demokratik seçimin ilkeleri gibi konular incelenecektir. CUMHURİYETÇİLİK Anayasa’mızın “devletin şeklî” başlığını taşıyan 1’inci maddesine göre, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” Hukukî açıdan cumhuriyet kavramı iki anlamda kullanılabilmektedir: Dar anlamda cumhuriyet ve geniş anlamda cumhuriyet. Dar anlamda cumhuriyet: Dar anlamda cumhuriyet, hukuki olarak monarşi olmayan devlet anlamına gelir (Gözler, 2000: 93; Erdoğan 1999: 243). Monarşi ve cumhuriyeti, devlet başkanının göreve geliş usulüne göre tanımlayan Leon Duguit’ye göre, devlet başkanı, bu göreve veraset usulüyle geliyorsa, o devlet monarşidir; başka bir usulle geliyorsa o devlet cumhuriyettir (bkz. Gözler, 2000: 93). Geniş anlamda cumhuriyet: Geniş anlamda cumhuriyet, sadece monarşinin tersi değil, demokrasi ile özdeş, eş anlamlı bir kavram olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda cumhuriyet, egemenliğin halka ait olduğu ve yöneticilerin dönemsel olarak seçimle belirlendiği rejimi ifade eder (Gözler 2000: 94-95; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 70-71). Anayasa’mızda “Cumhuriyet” kavramının hukuki açıdan “dar anlamda” kullanılmıştır. Zira, Cumhuriyet kavramı demokrasi ile özdeş olarak kullanılmış olsaydı, ayrıca “demokratik devlet” ilkesinin Devletin nitelikleri arasında sayılmasına gerek kalmazdı. O hâlde, Anayasa’ya göre, Türkiye Devleti bir monarşi değil, demokratik bir Cumhuriyettir.  Anayasa’mızda “Cumhuriyet” kavramı hangi anlamda kullanılmıştır? Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını karşılaştırın. Dar anlamda cumhuriyetçilik ilkesinin, demokrasinin zorunlu bir şartı olup olmadığını değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 1 Cumhuriyet kavramını açıklayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş BAŞLANGIÇTA YER ALAN İLKELER Hemen bütün anayasalarda bir başlangıç bölümü bulunmaktadır. Anayasaların yapılış sebepleri ile dayandıkları temel felsefeyi açıklayan ve genellikle edebî bir üslupla yazılan başlangıç bölümleri, belki de her anayasanın “en ulusal ve en özel” yönünü vurgulayan kısmıdır. Başlangıçlar, kural olarak anayasanın diğer hükümleri gibi uygulanabilir hukuk normları içermezler.  Bununla birlikte, 1982 Anayasası’nın 2’nci maddesi, 1961 Anayasası’nda (m.2) olduğu gibi “başlangıçta belirtilen temel ilkeler”e atıfta bulunmuştur. Yine her iki Anayasanın da (1982 AY. m.176/1; 1961 AY. m.156/1) başlangıç kısımlarını Anayasa metnine dahil ettiklerini görüyoruz. Ancak böyle bir hâlde dahi, “başlangıç bölümlerinin hukuki değeri, daha çok, pozitif anayasa normlarının yorumlanmasına” katkıda bulunmakla sınırlı olmalıdır (Özbudun, 1998: 49). Öte yandan, başlangıçta yer alan ve Anayasaya uygunluk denetiminde “ölçü norm” olarak kullanılabilecek ilkeler (örneğin, laiklik, Atatürk milliyetçiliği, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, temel hak ve hürriyetler gibi) zaten Anayasanın 2’nci maddesinde ve 28 Devletin Temel Nitelikleri diğer bazı maddelerinde düzenlenmiş durumdadır. Başlangıçta belirtilen “Atatürk ilke ve inkılapları”nın kapsamında bulunan Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri de yine Anayasanın bazı maddelerinde düzenlenmiş olduğundan devletin temel nitelikleri arasında yer alırlar. Başlangıçta yer alan somutlaştırılmamış bir takım ilke ve açıklamaların pozitif hukuk normları gibi uygulanmaları ise oldukça güçtür. Bu nedenle mahkemelerin bu tür hükümleri sadece bir yorum aracı olarak kullanmaları gerekir.  ÜNİTER DEVLET Üniter devlet ve federal devlet kavramları: Üniter devlet ile federal devletin örgütlenmesi arasındaki bilinen farkları şöylece sıralamak mümkündür: Üniter devlette tek bir anayasa, yasama organı ve hükûmet varken; federal devlette federe devletlerin de kendi anayasaları, yasama organları ve hükûmetleri bulunmaktadır. Üniter bir devlette, yasama, yürütme ve yargı iktidarları federal sistemlerde olduğu gibi bölünemez. Federal devlette, merkezî yönetim ile eyaletler arasındaki yetki paylaşımı ve ilişkiler federal anayasa ile belirlenir. Genellikle, uluslararası ilişkiler, savunma, para birimi ve ekonominin temel işleyişi federal devletin yetki alanındadır. Üniter devlet ile federalizm arasındaki tercih, hemen hemen bütün kurumları etkiler.  Federalizmin yaygın bir tanımı şöyledir: “Federalizm, devlet faaliyetlerinin, bölgesel yönetimlerle bir merkezi yönetim arasında, her yönetim türünün bazı faaliyetler hakkında kesin kararlar verebileceği biçimde bölündüğü bir siyasal örgütlenme tarzıdır” (Lijphart: 114). Lijphart, federalizmin beş ikincil özelliğine işaret etmektedir. Bunlar, yazılı anayasa, iki-meclisli yasama organı, federasyonu oluşturan kurucu birimlerin federal anayasanın değiştirilmesine katılma ve kendi anayasalarını tek taraflı olarak değiştirebilme hakları, kurucu birimlerin federal mecliste eşit veya oranlarının üzerinde temsil edilmesi ve yerinden yönetim olarak sayılmaktadır (Lijphart, 114-115; Erdoğan, 1999: 21-23). Tarihî olarak federalizm önceden (ABD ve Almanya örneklerinde olduğu gibi) özerk ya da bağımsız olan birimlerin birleştirilmesi amacıyla kullanılırken (Wolf-Philips, 1970: 25), bazı devletlerin (Belçika ve İspanya örnekleri) ise içlerinde barındırdıkları istikrarı tehdit eden önemli gruplar ya da etnik topluluklardan dolayı federasyon ya da özerk yönetim modelini benimsediği görülmektedir.  Anayasaların düzenlenmesinde, hükûmet sistemi, parlamentonun tek ya da çift meclisli oluşu, seçim sistemi, anayasa yargısı gibi kurumların anayasa koyucunun tercihlerine daha fazla açık olan hukuki unAnayasanın başlangıç kısmına aşağıdaki aşağıdaki adresten ulaşabilmeniz mümkün: http://www.mevzuat.gov.tr/Mevzuat Metin/1.5.2709.pdf internet Anayasanın başlangıç kısmı anayasa metnine dâhil edilmiş midir? Anayasanın başlangıç kısmını, Birinci Bölümde yer alan 1982 Anayasası’nın yapım süreci ve temel felsefesiyle ilgili bilgiler ışığında değerlendirin. Anayasanın başlangıç kısmını okuyarak, bu kısımda yer alan ilkeleri arkadaşlarınızla paylaşın. Öğrenme Çıktısı 2 Anayasanın başlangıç kısmının niteliğini açıklayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş 29 Türk Anayasa Hukuku surlar olmasına karşılık, üniter devlet - federalizm karşıtlığı bağlamında yapılacak tercihleri, büyük ölçüde “toplumun tarihî deneyimi” ve “sosyolojik yapısı” ile siyasal, ekonomik ve kültürel faktörler belirler (Özbudun, 1993: 137; Vedel,1993: 74). Türkiye Cumhuriyeti, üniter bir devlettir. Çünkü, federal devletlerin aksine Türkiye Devletinin tek bir anayasası, federal nitelikte olmayan bir yasama organı, yürütme organı ve yargı organları vardır ve bu organlar ulusal düzeyde yetkilerini icra ederler. Her ne kadar Anayasa’da açıkça devletin “üniter” olduğu belirtilmemişse de, Anayasa’nın bütününden ve devletin yapısından bu sonucu çıkarmak mümkündür. Esasen federal ülkelerin bu özelliği o ülkelerin anayasalarında açıkça belirtilir ve yetki paylaşımı da anayasa ile düzenlenir. Üniter devletlerin anayasalarında ise genellikle devletin üniter olduğu belirtilmez, ama bu nitelik anayasanın düzenlemelerinden anlaşılır.  Anayasa’nın 3’üncü maddesinde yer alan, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bir bütündür” ifadesi ise “üniter devlet” biçiminin kabul edildiğini değil, Mustafa Erdoğan’ın haklı olarak belirttiği gibi, devletin ve ülkenin bölünemeyeceğini açıklamaktadır ki, esasen bu yasak federal devletler için de geçerlidir (Erdoğan, 2003: 141). Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya gibi eyaletlerden oluşan ülkeler bakımından da “ülkenin bölünmezliği” esastır ve halkın tek bir millet olmadığı da söylenemez. Bu nedenle Anayasa’nın 3’üncü maddesindeki hüküm olmasaydı bile, hukuken Türkiye Cumhuriyeti yine ülke ve halk bakımından bölünemezlik özelliğine sahip olacaktı.  Yerel yönetim uygulaması ise yukarıda açıklandığı üzere federal sisteme özgü bir kurum olmayıp, devletin üniter niteliğini etkilemez. Üniter devletin karşılığı federal devlet, merkezden yönetimin karşılığı ise yerel yönetim ilkesidir. Başka bir ifadeyle üniter devlet, yerel yönetim ilkesini reddetmez. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren üniter devlet şekliyle birlikte, yerel yönetim ilkesini de benimsemiş ve korumuştur. Yerinden yönetim ilkesi Türkiye’de Anayasal düzeyde ilk defa 1921 Anayasası’nda yer almıştır. 1921 Anayasası, Türkiye’yi coğrafi ve iktisadi ilişkiler bakımından vilayet, kaza ve nahiyelere bölmüş ve vilayet ve nahiyelerde “halk idaresi”ni kabul etmiştir. Bu nedenle yerinden yönetim ilkesini o döneme göre oldukça ileri bir düzeyde benimsemiş olan 1921 Anayasası’nın bu özelliği “yerel katılım ve yerel demokrasi” olarak adlandırılmaktadır (Tanör, 1995: 218-221).Yerinden yönetim ilkesi 1921 Anayasası’ndaki kadar güçlü olmamakla birlikte, 1924 Anayasasında da yerini almıştır. Daha sonra 1961 Anayasası’nın, yerinden yönetim ilkesini devlet iktidarının “dikey” düzeyde paylaşılması çerçevesinde 1924 Anayasası’na nazaran daha güçlü bir biçimde yeniden düzenlediğini görüyoruz. 1961 Anayasası bu amaçla “yerel yönetimlerin genel karar organlarının halk tarafından seçilmesini” öngörmüş ve bunların “yargı kararı olmadan merkezi idarece görevden alınmasını” yasaklamıştır. Nihayet 1982 Anayasası da 1961’dekine benzer biçimde “yerinden yönetim ilkesi”ni ve yerel yönetimleri düzenlemiş bulunmaktadır (m.126,127). Öte yandan, yerel yönetimlerin yetkileri 1980’li yıllarda ve daha sonra özellikle 2005 yılında yapılan düzenlemelerle önemli ölçüde artırılmıştır. Ülkenin bölünmez bütünlüğü: Anayasa’nın 3’üncü maddesindeki “ülkenin bölünmez bütünlüğü” kuralı, ülke topraklarının hiçbir şekilde parçalanamayacağını ve devredilemeyeceğini ifade eder. Buna göre, ülkenin bir parçası yabancı bir devlete verilemez. Devlet, ülkeyi oluşturan toprakları terk etme veya başkalarına devretme yetkisine sahip değildir. Ülkeyi oluşturan toprakların (bölgelerin, illerin) devletten ayrılma hakları yoktur. Ülke toprakları parçalanarak üzerinde birden fazla devlet kurulamaz. Son olarak ülkenin bütünüyle bir başka devletin ülkesi hâline getirilmesi mümkün değildir. Bu nedenle devlet, ülkenin bütününün ya da bir parçasının işgalini kabul edemez ve başka bir devlete katılma kararı da veremez (Gözler, 2000: 102- 103; Soysal, 1986: 181). Milletin bölünmez bütünlüğü: Anayasası’nın 3’üncü maddesindeki “milletin bölünmez bütünlüğü” kuralı ise milleti oluşturan insanların, din, dil, etnik köken vb. bakımlardan ayrım yapılmaksızın aynı egemenliğe tâbi olduğu anlamına gelir (Gözler, 2000: 103; Hakyemez, 2000: 205-207). Buna göre, milleti oluşturan insanlar, yani bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları aynı haklara sahiptirler ve aynı yükümlülüklere tâbidirler. Devlet yönetimine katılma bakımından vatandaşlar arasında din, dil ve etnik köken ayrımı yapılamaz; bazı insanlara veya gruplara yönetimde ayrıcalık tanınamaz ya da bazı insanlar veya gruplar yönetime katılmaktan men edilemez. 30 Devletin Temel Nitelikleri ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE BAĞLI DEVLET 1961 Anayasası’nın “milliyetçilik” yerine “millî devlet” (m.2) deyimini kullanması ve Başlangıç bölümünde de “Türk Milliyetçiliği”nin bir tanımını vermesine karşılık, 1982 Anayasası, Cumhuriyetin niteliklerini belirten 2’nci maddesinde doğrudan “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” ifadesine yer vermiştir.  Atatürk, millet kavramını şöyle tanımlamıştır: “Bir harstan (kültürden) olan insanlardan mürekkep cemiyete millet denir.” Atatürk’ün daha geniş bir millet tanımı ise şöyledir: “(a) Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan; (b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan; (c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir”(Afetinan, 1969: 23-25, Nakleden: Özbudun, 1998:52). Anayasa’nın Başlangıç bölümüne de Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı yansımıştır (Özbudun, 1998: 53). Başlangıcın ikinci paragrafına göre, Türk Milleti “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi”dir. Başlangıcın yedinci paragrafında ise “Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu” belirtilmiştir.  Doktrinde genellikle, Atatürk’ün ifadelerinden ve Anayasa’nın sözü edilen hükümlerinden hareketle Atatürk’ün ve dolayısıyla Anayasa’nın benimsediği milliyetçilik anlayışının, “ırk, dil ve din gibi objektif benzerliklere değil; kader, kıvanç ve tasa ortaklığına ve birlikte yaşama arzusuna dayanan subjektif milliyetçilik anlayışı” olduğu ve “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” (AY.m.66) hükmünün de buna dayandığı kabul edilmektedir (Özbudun, 1998:52-53). Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında “subjektif milliyetçilik” anlayışını dile getirmiştir (Bk. E.1984/9, K.1985/4, K.T. 18.2.1985, AMKD., Sayı 21, s.59-60; E.1989/1, K.1989/4, K.T. 7.3.1989, AMKD., Sayı 25, s.150).  Anayasa’da devletin üniter bir devlet olduğuna ilişkin bir hüküm var mıdır? Devletin üniter veya federal yapıda olmasının, hükümet sistemi üzerinde etkisi olup olmadığını 4. Bölümde yer alan bilgiler ışığında değerlendirin. Federal devlet ile üniter devlet arasındaki farklılıkları anlatın. Öğrenme Çıktısı 3 Üniter devlet ile federal devletin örgütlenmesi arasındaki farklılıkları açıklayabilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş 31 Türk Anayasa Hukuku LÂİK DEVLET Anayasa Cumhuriyetin nitelikleri arasında laikliği de saymaktadır (m.2). Lâikliğin, din hürriyeti ve din ve devlet işlerinin ayrılığı şeklinde iki temel unsuru bulunmaktadır (Özbudun, 1998: 54). Din Hürriyeti Din hürriyeti, inanç ve ibadet hürriyetinden oluşur.  İnanç hürriyetinin muhtevasında ise birincisi, herkesin dilediği inanç ve kanaate sahip olabilmesi şeklinde olumlu, ikincisi de dilerse hiçbir inanca sahip olmama şeklinde olumsuz, birbirinden farklı ve birbirini tamamlayan iki yön bulunmaktadır. İnanç hürriyeti sadece bireylere herhangi bir dine inanma hürriyetini tanımakla kalmaz, onlara inançlarının içeriğini ve niteliğini tamamen kendi kanaatlerine göre belirleme hakkını da verir. Devletin de din kurallarının anlam ve içeriklerinin belirlenmesi ve yorumlanması konusunda hiçbir müdahalesi söz konusu olamaz. Belli bir dine inanan birey, bu dinin inanç ve ibadetlerinin neler olduğuna ve bunların ne anlama geldiğine kendi özgür iradesiyle karar verecektir. Öte yandan bireyler inandıkları dinin ilke ve uygulamalarını, o dine mensup olan topluluğun çoğunluğundan farklı yorumlama özgürlüğüne de sahiptirler. Kısaca bireylerin kendi inançlarını seçme ve yorumlama konusundaki tercihleri tamamen kendilerine ait mutlak bir özgürlüktür. Anayasa’ya göre de “herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir” (m.24/1). İnanç hürriyetinin kabul edildiği bir sistemde, “kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz” (AY.m.24/3). Anayasa’nın bu hükmü, inanç hürriyetini yukarıda açıkladığımız anlamda bütünüyle güvence altına almaktadır. İbadet hürriyetine gelince, bu da kişinin inandığı dinin gerektirdiği bütün ibadetleri, âyin ve törenleri serbestçe yapabilmesi ve başkaları üzerinde cebir ve şiddet kullanmamak şartıyla inancına göre yaşayabilmesini ifade eder. Anayasa, kural olarak ibadet hürriyetini kabul etmekle birlikte, buna bazı sınırlar getirmiştir. Bu hususu düzenleyen Anayasa’nın 24’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre, “14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler serbesttir.” Anayasa’nın ibadet hürriyetini 14’üncü maddedeki hükümlerle sınırlaması belirsizliklere yol açabileceğinden yerinde bir düzenleme değildir.  İnanç hürriyeti mutlak anlamda sınırsız olmakla birlikte, ibadet hürriyetine bazı sınırlar getirilebilmektedir. Kural olarak başkalarına zarar vermeyen 1961 Anayasasında Atatürk milliyetçiliği ilkesi yer almış mıdır? Devletin temel nitelikleri konusunda, 1961 ve 1982 Anayasalarını karşılaştırın (1961 Anayasasına şu adresten ulaşabilirsiniz: https:// anayasa.tbmm.gov.tr/1961. aspx). Objektif ve sübjektif milliyetçilik anlayışlarını anlatın. Öğrenme Çıktısı 4 Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik anlayışını özetleyebilme Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş İnanç hürriyeti mutlak anlamda sınırsız olmakla birlikte, ibadet hürriyetine bazı sınırlar getirilebilmektedir. 32 Devletin Temel Nitelikleri dinî ibadet ve uygulamalar serbesttir. Başkalarına zarar veren ibadetler ise sınırlanabilir. İbadet hürriyetinin sınırlarıyla ilgili olarak konuyu bazı örneklerle somutlaştırmak mümkündür: Örneğin, “Tanrılarını hoşnut etmek için her yıl bir genç kızın kurban edilmesini” öngören bir dine mensup olan insanların bu uygulamalarının yasaklanması, devletin dine müdahalesi sayılmaz. Çünkü insan kurban etmek, en temel insan hakkı olan yaşam hakkını ortadan kaldırmaktadır (Yayla, 1998: 96). Din ve Devlet İşlerinin Ayrılığı Lâikliğin ikinci ana unsuru olan din ve devlet işlerinin ayrılığı, din kurumlarının devlet fonksiyonlarını, devlet kurumlarının da dinî fonksiyonları ifa edemeyeceği ve din kurumları ile devlet kurumlarının birbirinden ayrı olduğu anlamına gelir. Başka bir ifadeyle laik devlette, “dine bağlı devlet” ve “devlete bağlı din” uygulaması kabul edilmez (Özbudun, 1998: 56). Din ve devlet kurumlarının ayrılığını öngören bir sistemde, dinî fonksiyonların yönetimi ve yürütülmesi her dinin kendi mensuplarına, yani cemaatlere bırakılır. Buna karşılık bu cemaatler de devlet yönetimine katılmazlar. Ancak Anayasa dinî bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığını bir devlet kurumu olarak öngörmüştür.  Lâik bir sistemde, devletin resmî dini bulunmaz ve devlet bütün dinlerin mensuplarına eşit davranır. Lâik devletin siyasi ve hukuki düzeninin herhangi bir dinin kurallarına dayanması zorunlu değildir. Buna karşılık birtakım kuralların dinî inanç ve değerlere uygun olması söz konusu olabilir. Bu durum, yönetimin, dinî kurallara uygun hareket etme zorunluluğundan değil, onların rasyonel tercihlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar (Özek, 1962: 16). Öte yandan, hukuk sadece aklın ürünü olmayıp, beşeri tecrübenin de bir ürünüdür. Dinler de bu tecrübenin bir parçasını oluşturduğundan hukuku dini unsur ve etkilerden tamamen soyutlamak mümkün değildir (Yayla, 1998: 93-94). Anayasa Mahkemesinin laiklik ilkesiyle ilgili çok sayıda kararı vardır. Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında (Bk. E.1986/11, K.1986/26, K.T. 4.11.1986, AMKD., Sayı 22, s.312-316) laiklik ilkesinin yukarıda açıkladığımız unsurlarını ve gereklerini vurgulamakla birlikte, birçok kararında (Bk. E.1970/53, K.1971/76, K.T. 21.10.1971, AMKD., Sayı 10, s.60-70; E.1989/1, K.1989/12, K.T. 7.3.1989, AMKD., Sayı 25, s.148-152) laikliği hukuki anlamının dışında ele alarak sosyolojik ve tarihî gözlemlerden normatif sonuçlar çıkarmak suretiyle laikliğin kapsamını ve anlamını genişletici yorumlar yapmıştır. Anayasa Mahkemesinin ikinci grupta yer alan kararları, hukuk mantığı ve laikliğin hukuki anlamı ile bağdaşmamaktadır. Kuruluşundan 2012 yılına kadar geçen zaman diliminde Anayasa Mahkemesinin genel olarak benimsediği laiklik anlayışı oldukça katı ve ideolojiktir. Mahkemenin bu anlayışını başörtüsü yasağı kararı ile çok sayıdaki parti kapatma kararlarında görmek mümkündür. Anayasa Mahkemesi bazı parti kapatma davalarında verdiği kararlarda başörtüsü serbestliğini savunan partilerin laikliğe aykırılık nedeniyle kapatılması gerektiğine karar vermiştir. Laikliği kesin bir kararlılıkla “mutlak pozitivist bir ideoloji” olarak anlayan Anayasa Mahkemesi bilimsel görüşlere aykırı, evrensel anlamından sapan kendine özgü “özgürlük ve laiklik anlayışını” özellikle “başörtüsü takmanın laikliğe aykırı olduğu” yolundaki kararında ortaya koymuştur (E. 1989/1, K. 1989/12, K.T. 7.3.1989). Anayasa Mahkemesi, 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un bazı hükümlerinin iptal istemini reddettiği 2012 tarihli kararıyla yerleşik laiklik içtihadını kökten değiştirmiş ve kararın gerekçesinde belirtildiği üzere “özgürlükçü laiklik” yorumunu benimsemiştir (Bk. E. 2012/65, K. 2012/128, K.T. 20.9.2012). Mahkemenin bu kararına göre, “Laiklik, devletin din ve inançlar karşısında tarafsızlığını sağlayan, devletin din ve inançlar karşısındaki hukuki konumunu, görev ve yetkileri ile sınırlarını belirleyen anayasal bir ilkedir. Laik devlet, resmî bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dinî inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir.” 33 Türk Anayasa Hukuku DEMOKRATİK DEVLET Anayasa’nın 2’nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir. Yine Anayasa’nın 6’ncı maddesinde yer alan “egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir” hükmü de demokratik devleti öngören bir ilkedir.  “Devlet içindeki en üstün buyurma kudreti” anlamına gelen egemenliğin millete ait olması, halkın kendi kendini yönetmesine dayanan demokratik rejiminin benimsenmesini gerektirir. Tarihî olarak millî egemenlik ve halk egemenliği kavramları birbirinin karşıtı olarak gözükmüşse de, günümüzde demokratik gelişme sonucu, millet ve halk kavramları arasındaki fark önemini kaybetmiştir (Özbudun, 1998: 60-61). O hâlde, demokrasilerde “egemenlik” millete, yani halka aittir. Halk bu egemenliğini ancak seçilmiş temsilcileri aracılığıyla kullanabilir. İdeal anlamıyla “halk yönetimi” olan demokrasi, ülkenin genişliği, insan unsurunun fazlalığı ve yönetimin ehliyet ve liyakat gerektirmesi gibi sebeplerden dolayı gerçekte bir temsili demokrasi olmak durumundadır.  Bununla birlikte, bir yarı doğrudan demokrasi kurumu olan referandumun günümüz demokrasilerinde giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Demokrasinin mantığı doğrudan demokrasi lehindedir. Halkın egemenliğini kabul ettiğimizde, onun somut konularda karar vermesini de yadırgamamak gerekir.  O hâlde günümüzde demokrasi “yarı doğrudan demokrasi” ya da “yarı temsili demokrasi” biçiminde de uygulanabilmektedir. Ancak yarı doğrudan demokrasi kurumlarının kullanılması, yöneticilerin belirlenmesi için seçim yapılması zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bunun için de seçim demokratik sistemde merkezî bir öneme sahiptir. Demokratik devlet, demokrasiye uygun devlet demektir. O hâlde demokrasinin anlamı ve unsurlarını belirlemek gerekir. Demokrasinin Anlamı ve Kurumları Demokrasinin Anlamı Eski Yunanca “halk” anlamına gelen “demos” ve “yönetmek” anlamına gelen “kratein” sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan demokrasinin sözlük anlamı “halk yönetimi” demektir. Ancak demokrasi “halk için yönetim” anlamında da kullanılmaktadır. Demokratik bir sistemde siyasal iktidar halk iradesine dayanır ve siyasal kararlar halkın isteklerine uygun olarak alınır. Çağdaş demokrasiler azınlık haklarını da koruyacak şekilde “çoğulcu demokrasi” biçiminde uygulanmaktadır. Çoğulcu-liberal demokrasiyi gerçekleştirmenin başlıca araçları ise “insan hakları” ve “hukuk devleti” ilkesidir. İnanç ve ibadet hürriyetini açıklayın. Bu başlık altında bahsedilen, Anayasa Mahkemesi’nin lâiklik ilkesi ile ilgili olarak vermiş olduğu kararları değerlendirin (Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.anayasa.gov.tr/ic sayfalar/kararlar/kbb.html). Anayasa 136. maddeye göre, genel idare içerisinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığının bir devlet kurumu olarak öngörülmesini, lâiklik ilkesi ile birlikte değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 5 Lâiklik ilkesini tanımlayabilme Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş 34 Devletin Temel Nitelikleri Demokrasinin Kurumları Demokrasinin temel kurumları özgür ve düzenli seçimler, siyasi çoğulculuk ve yarışma (çok-partili siyasal hayat), insan hakları (temel hak ve hürriyetler), çoğunluk yönetimi ve azınlık hakları ile seçilmişlerin üstünlüğüdür (Erdoğan, 2001: 241-263): 1. Özgür ve düzenli seçimler: Demokrasilerde, etkin siyasi görevlere gelecek yöneticiler ve siyasi karar organları, 4-5 yıllık aralıklarla tekrarlanan seçimlerle belirlenmektedir. Seçimler serbest, genel, eşit, gizli oy ve açık sayım ilkelerine göre yapılmaktadır. 2. Siyasi çoğulculuk ve yarışma (çok-partili siyasal hayat): Siyasi çoğulculuk, farklı dünya görüşlerine, programlara ve çıkarlara sahip olan kişi ve grupların varlığına saygı gösterilmesi ve bunların serbestçe örgütlenip siyasi iktidar yarışına katılabilmeleri anlamına gelir. Demokrasilerde bu anlamda bir siyasi çoğulculuk, yani yarışmacı bir siyaset ve çok-partili siyasal hayat vardır. İktidar yarışması, serbestçe örgütlenen siyasi partiler arasında eşit şartlarda cereyan eder. Seçimlerde propaganda hürriyeti tanınmış ve güvence altına alınmıştır. 3. Temel hak ve hürriyetler: Demokrasilerde temel hak ve hürriyetler tanınmış ve güvence altına alınmıştır. Halkın yönetimi anlamına gelen demokrasinin işleyişi bakımından bireysel ve siyasi hürriyetlerin ayrı bir önemi vardır. Demokrasilerde, devlet iktidarı bireysel hürriyetlerle sınırlanmış ve siyasi hürriyetlerle denetim altına alınmıştır.  4. Çoğunluk yönetimi ve azınlık hakları: Demokraside oy birliğini sağlamak çoğu zaman imkânsız olduğundan, çoğunluğun yönetme hakkı esastır. Ancak bu çoğunluk kararlarının her zaman doğru olduğu anlamına gelmez. Çoğunluk ilkesi, demokratik süreçlerin işlemesini sağlar ve çoğunluk seçimlerle ortaya çıkar. Çoğunluk zamanla değişebilir. Bunun için, demokratik sistemde siyasi azınlığın barışçı bir şekilde çoğunluğa dönüşmesine imkân verecek şekilde ifade, örgütlenme ve siyasi hürriyetlerin güvence altında olması zorunludur. Öte yandan, demokrasilerde etnik, dinsel ve kültürel azınlıkların da siyasal temsilini sağlayacak mekanizmalara yer verilmektedir (Erdoğan, 2001: 257-258). 5. Seçilmişlerin üstünlüğü: Demokratik sistemde toplumu ilgilendiren temel siyasal kararları alma yetkisi, görevlerine halk oyuyla gelen seçilmiş kişi ve organlara aittir. Bir ülkede temel siyasal kararlar demokratik temsil meşruluğuna sahip olmayan bürokratlar tarafından alınıyor ya da bunlar tarafından seçilmişlere empoze ediliyorsa, o ülkede seçimler düzenli olarak yapılıyor ve hükümetlerin değişmesi sağlanıyor olsa bile, demokrasiden değil, ancak bir bürokratik tahakküm rejiminden söz edilebilir (Erdoğan, 2001: 262-263). Bir devletin demokratik olarak nitelendirilebilmesi için bu kurumlara ve özelliklere mutlaka sahip olması gerekir. Demokrasinin bu temel kurumlarının yanı sıra, günümüzün istikrarlı Batı demokrasilerinde yerel demokrasi, katılım, sivil toplum, açık toplum ve açık yönetim gibi ilke ve kuralların da anayasal-siyasal sistemin özellikleri arasında yer aldığını belirtmek gerekir. Demokratik Devletin Temel Unsurları Özgür ve düzenli seçimler, çok partili siyasal hayat ve temel hak ve hürriyetler demokratik devletin “olmazsa olmaz”, bir başka deyişle asgari şartlarını oluşturmaktadır. Bu nedenle bu temel unsurları aşağıda daha ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Özgür ve Düzenli Seçimler Demokratik sistemin merkezinde yer tutan seçimler, oylama işlemi aracılığıyla yönetime muvafakat (izin, onay) verilmesini sağlar. Demokratik teoriye göre bir iktidarın meşru olabilmesi için kaynağını yönetilenlerin rıza ve muvafakatinden alması gerekir. Seçmenler hukuki ve siyasi bir usul olan seçimlerle siyasi iktidara muvafakat vermek, önceki muvafakatlerini yenilemek veya geri almak şeklinde irade belirtebilirler (Karamustafaoğlu, 1970: XIII-XIV). Böylece yönetilenler, yönetenler karşısında siyasi iktidarı belirleme ve denetleme hakkını kullanmış olmaktadırlar. Çağdaş demokrasiler azınlık haklarını da koruyacak şekilde “çoğulcu demokrasi” biçiminde uygulanmaktadır. 35 Türk Anayasa Hukuku Demokratik sistemde düzenli aralıklarla yapılacak özgür (serbest ve yarışmacı) seçimlerin, genel oy, eşit oy, oy verme hürriyeti, oyun gizliliği, açık sayım ve döküm ile seçimlerin yargı organlarının yönetim ve denetiminde yapılması gibi, bilinen temel unsurlarının herhangi bir tercih söz konusu olmadan güvenceye bağlanması gerekir.  Anayasamız, demokratik bir seçimin taşıması gerekli olan ilkeleri şu şekilde düzenlemiştir (m.67): “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir. Seçimler ve halk oylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır”.  Seçimlerin Serbestliği İlkesi Seçimlerin serbestliği ilkesi, vatandaşların hiçbir baskı ve zorlama olmadan oy kullanabilmesini ifade eder. Anayasa bu ilkeyi kabul etmiştir (m.67/2). 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunu’na göre de (m.88), “hiçbir seçmene sandık başında müdahale, telkin ve tavsiyede bulunulamaz.” Seçimlerin serbestliği, oy vermenin bir mecburiyet hâline getirilemeyeceğini, yani “ihtiyari oy” sisteminin benimsenmesi gerektiği anlamına da gelir. Ancak Anayasa “mecburi oy” sistemini kabul etmiştir. Anayasaya göre (m.175/8), “halk oylamasına, milletvekili genel ve ara seçimlerine ve mahalli genel seçimlere iştiraki temin için, kanunla para cezası dahil gerekli her türlü tedbir alınır.” İhtiyarî oyun amacı seçimin serbestliğini sağlamak iken, mecburi oy seçime katılma oranlarını yükselterek siyasi katılmayı güçlendirmeyi amaçlar. Mecburî oy ve ihtiyari oy sistemlerinden hangisinin demokrasiye daha uygun düşeceği tartışmalı bir konudur (Karamustafaoğlu, 1979: 158-164; Mackenzie, 1967: 129-131; Lipson, 1984: 242-245). Ancak demokratik ülkelerde ihtiyari oy sistemi yaygındır. Kanaatimizce, demokratik sistem için ihtiyari oy daha uygundur.  Genel Oy İlkesi Anayasa ile kabul edilen (m.67/2) genel oy ilkesi, servet, vergi, öğrenim durumu ve cinsiyet gibi sınırlamalar olmaksızın bütün vatandaşların oy hakkına sahip olmasını ifade eder. Genel oy hakkı, demokrasilerde uzun bir tarihî gelişmenin sonucu olarak kabul edilmiştir. Servet esasına dayanan oy ancak yirminci yüzyıl içinde tamamen ortadan kaldırılabilmiştir. Kadınların oy hakkının tanınması ise yakın zamanlarda gerçekleşmiştir. Örneğin, kadınlara oy hakkı Fransa’da 1944, İtalya’da 1946, Belçika’da 1948, İsviçre’de ise 1971 yılında tanınmıştır. Türkiye’de Meşrutiyet döneminde servete bağlı oy ilkesi uygulanmış, ancak 1924 yılında servet esası kaldırılarak erkeklere oy hakkı verilmiştir. Nihayet 1934 yılında kadınlara da oy hakkının tanınmasıyla, genel oy hakkı benimsenmiştir (Özbudun, 1998: 62; Teziç, 1996: 236-240). Genel oy hakkı, yaş, kısıtlılık, mahkumiyet gibi nedenlerden dolayı sınırlandırılabilmektedir. Başka bir ifadeyle seçmen olabilmek için bazı şartlar aranabilmektedir.  Seçmen olabilmenin şartları: 1. Vatandaşlık: Seçmen olabilmek için Türk vatandaşı olmak gerekir (AY.m.67/1). Aynı zamanda başka bir devletin vatandaşı olanların aday olmasına hukuki bir engel bulunmamaktadır. 2. Yaş: Seçmen olabilmek için belli bir yaşta (genellikle onsekiz yaş) olmak gerekir. Anayasamız seçmen olabilme yaşını onsekiz olarak belirlemiştir (m.67/3). Buna göre “On sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir”. 3. Seçmen kütüğüne yazılı olmak: Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanununa göre, seçimlerde oy kullanabilmek için sandık seçmen listesinde kayıtlı olmak gerekir (m.86). Seçmen kütükleri ve yurt dışı seçmen kütüğü Yüksek Seçim Kuruluna bağlı Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü tarafından kanunda öngörülen esaslara göre hazırlanır (m.28 vd.).  Yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının Türkiye’deki seçimlerde oy kullanabilmelerini sağlamak amacıyla da 1995 yılında Anayasa’nın 67’nci maddesinin ikinci fıkrasına şu cümle eklenmiştir: “... Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla kanun, uygulanabilir tedbirleri belirler.” Anayasa’nın “uygulanabilir tedbirler” ifadesi, vekalet yoluyla, mektupla veya Türk temsilciliklerinde oy verme gibi gıyabi oy usullerinin veya geliştirilebilecek diğer yöntemlerin kullanılabilmesine imkân sağ- 36 Devletin Temel Nitelikleri lamaktadır. 2008 yılında da gerekli kanuni düzenlemeler yapılarak yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının seçimlerde oy kullanması mümkün hâle getirilmiştir.  Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’a göre (m.94/A-E), yurt dışı seçmenlerin sandık (yurt dışı temsilciliklerimizde ve ihtiyaç duyulması halinde yerel makamların uygun göreceği diğer yerlerde kurulacak seçim sandıklarında), gümrük kapılarında oy kullanma veya elektronik oylama yöntemlerinden hangisine göre oy kullanacağına yabancı ülkenin durumuna göre Dışişleri Bakanlığının görüşünü alarak Yüksek Seçim Kurulu karar verir. Yurt dışı seçmenler, milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halk oylamasında oy verebilirler. Yurt dışı seçmenler milletvekili seçimlerinde sadece seçime katılan siyasi partilere oy verebilirler. Yurt dışında ve yurt dışı temsilciliklerde seçim propagandası yapılamaz. 4. Kısıtlı olmamak: Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna göre (m.8), kısıtlı olanlar seçmen olamazlar. 5. Kamu hizmetlerinden yasaklı olmama: Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’a göre (m.8), kamu hizmetlerinden yasaklı olanlar seçmen olamazlar. Seçme hakkına sahip olup da oy kullanamayanlar: Anayasaya göre (m.67/5), “silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askerî öğrenciler, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar.” Tutukluların ve taksirli suçlardan hüküm giyenlerin oy kullanması: Anayasa’nın 67’nci maddesinin beşinci fıkrasına göre, “ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde oy kullanılması ve oyların sayım ve dökümünde seçim emniyeti açısından alınması gerekli tedbirler Yüksek Seçim Kurulu tarafından tespit edilir ve görevli hâkimin yerinde yönetim ve denetimi altında yapılır.” Eşit Oy İlkesi Anayasa ile benimsenen (m.67/2) eşit oy ilkesi, her seçmenin bir tek oya sahip olması demektir. Bu ilke, içinde bulundukları, sosyal, ekonomik ve kültürel durum ne olursa olsun herkesin sadece seçimde bir tek oy kullanmasını öngörür. Demokrasinin gelişim süreci içinde tarihî olarak bazı ülkelerde eşit oy ilkesinin istisnaları görülmüştür. Örneğin, aile reislerine, belli kamu görevlerinde bulunanlara veya belli bir düzeyin üstünde öğrenim görmüş olanlara birden çok oy hakkı tanınmıştır (Özbudun, 1998: 63; Teziç, 1996: 249-251). Tek Dereceli Seçim İlkesi Tek dereceli seçimde seçmenler temsilcileri doğrudan doğruya seçerler. İki dereceli seçimde ise seçmenler, önce ikinci seçmenleri seçerler. Daha sonra ikinci seçmenler de ikinci bir oylama sonucunda asıl temsilcileri seçerler. Yani, iki dereceli seçimde iki ayrı seçim işlemi vardır ve her bir seçimin seçmenleri ile seçilenleri farklıdır. Seçim dereceleri çoğaltılabilir, yani istenirse oylama sayısı ikiden fazla da olabilir. Türkiye’de 1946 yılına kadar iki dereceli seçim uygulanmış, bu tarihten itibaren ise seçimler tek dereceli olarak yapılmıştır. Gizli Oy İlkesi Gizli oy, yani oyun gizli olarak verilmesi ilkesi, seçmenin iradesini serbestçe ve her türlü baskıdan uzak biçimde ortaya koymasını sağlar. Gizli oy, seçimin serbestliği ilkesinin de bir gereğidir. Kimin hangi partiye oy verdiği bilinirse, o kişinin daha sonra çeşitli baskılara maruz kalması söz konusu olabilir (Özbudun, 1998: 64; Teziç, 1996: 251- 252). Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’a göre (m.75,76,92,93), seçmen oyunu içerisi dışarıdan gözetlenemeyecek şekildeki kapalı oy verme yerinde kullanır. Bir seçmen kapalı oy verme yerinden dışarı çıkmadıkça kimse oraya giremez. Seçmen oyunu üzeri mühürlü oy zarfı içinde bizzat sandığa atar. Türkiye’de gizli oy ilkesi ilk defa 1950 seçimlerinde uygulanmıştır. Anayasa’ya göre, tutuklular ile taksirli suçlardan hükümlü olup da ceza infaz kurumlarında bulunanların oy kullanmaları mümkündür. Türkiye’de 1946 yılına kadar iki dereceli seçim, bu tarihten itibaren ise tek dereceli seçim uygulanmıştır. 37 Türk Anayasa Hukuku Açık Sayım ve Döküm İlkesi Bu ilke, oy verme işleminin tamamlanmasından sonra oyların sayımının ve dökümünün aleni (kamuya açık) olarak yapılmasını ifade eder. Açık sayım ve döküm, seçmenin ortaya koyduğu iradenin sonradan birtakım usulsüzlükler yapılarak değiştirilmesini önleyen, yani seçimin dürüstlüğünü sağlayan önemli bir ilkedir. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’a göre (m.98,100), seçim sandıkları ve oy zarfları oy verilen yerde hazır bulunanların gözü önünde açılır ve oylar aynı şekilde sayılır. Türkiye’de açık sayım ve döküm ilkesine göre yapılan ilk seçim 1950 seçimleridir. Seçimlerin Yargı Organlarının Yönetim ve Denetiminde Yapılması İlkesi Anayasa’nın kabul ettiği (m.67/2) bu ilkenin amacı, seçimlerin serbestliğini ve dürüstlüğünü sağlamaktır. Seçimlerin yönetim ve denetiminin siyasi organlara bırakılması seçimlerin dürüstlüğü açısından sakıncalı olabilmektedir.  Seçimlerin yargı organlarının yönetim ve denetiminde yapılmasını öngören Anayasa bu amaçla Yüksek Seçim Kurulunu kurmuştur. Anayasa’nın 79’uncu maddesine göre, “Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir merciye başvurulamaz. Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu üyeler, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili seçerler. Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştaydan seçilmiş üyeler arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve Başkanvekili ad çekmeye girmezler. Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur. Anayasa’nın bu maddesinde söz edilen “diğer seçim kurulları” ise Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Bu Kanun’la, illerde “il seçim Kurulu” (m.15), ilçelerde ise “ilçe seçim kurulu” (m.18) oluşturulmuştur.  Çok Partili Siyasal Hayat Demokratik rejimin bir diğer temel unsuru çok partili siyasal hayatın varlığıdır. Seçimlerin yarışmacı (serbest) nitelikte olabilmesi için, vatandaşların çeşitli alternatifler arasından seçme yapabilmesi gerekir. Siyasal partiler, alternatif siyasal programlar hazırlayarak halka sunarlar. Demokratik sistemde anayasal hukuki çatının çok partili siyasal hayatın oluşumuna elverişli olması zorunludur. Buna göre, toplumdaki değişik düşüncelerin açıklanabilmesi ve siyasal eğilimlerin siyasal partiler biçiminde örgütlenerek, serbest ve eşit bir yarışma ortamında iktidara aday olabilmeleri gerekir.  Anayasa, çok partili siyasal hayatı benimsemiştir. Anayasa’ya göre, “siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” (m.68). Bununla birlikte Anayasa, 1995 ve 2001 yıllarında yapılan değişikliklerle getirilen kısmi serbestliğe rağmen, siyasal partilere; amaçları, örgütlenme ve çalışmaları bakımından, demokrasilerde pek görülmeyen birçok yasak ve sınırlama getirmiş ve siyasal partilerin kapatılmasını da oldukça kolaylaştırmıştır. Öte yandan, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, Anayasa’da olmayan diğer bazı yasaklara yer vererek yasakları daha da genişletmiştir. 2003 yılında Siyasi Partiler Kanununda yapılan değişikliklerle, parti kapatma sebepleri azaltılarak bazı durumlarda kapatma yerine ‘devlet yardımından yoksun bırakma’ yaptırımının uygulanabilmesine imkân tanınmıştır. Türkiye’de gizli oy ve açık sayım ve döküm ilkeleri ilk defa 1950 seçimlerinde uygulanmıştır. Yüksek Seçim Kurulunu düzenleyen 79’uncu madde, Anayasa’da Yasama başlığı altında düzenlenmiştir. dikkat 38 Devletin Temel Nitelikleri Siyasal Partilerin Kurulması, Faaliyetleri ve Parti Üyeliği Anayasa’ya göre, siyasi partiler, önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri içinde faaliyetlerini sürdürürler (m.68/3). Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir (m.69/1). Vatandaşlar, siyasi parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden çıkma hakkına sahiptir. Parti üyesi olabilmek için onsekiz yaşını doldurmuş olmak gerekir. Hâkimler ve savcılar, Sayıştay dâhil yüksek yargı organları mensupları, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, Silahlı Kuvvetler mensupları ile yükseköğretim öncesi öğrencileri siyasi partilere üye olamazlar. Yüksek öğretim elemanları ve yüksek öğretim öğrencileri siyasi partilere üye olabilirler. Bunların siyasi partilere üye olabilmelerine ilişkin esaslar kanunla düzenlenir (m.68/1,5,6,7). Siyasal partilerin yan kuruluşlar kurmasını yasaklayan hüküm 1995 Anayasa değişikliğiyle kaldırılmış olduğundan, partiler, kadın kolu, gençlik kolu gibi yan kuruluşlar oluşturabilirler.  Yine, siyasal partilerin, dernek, sendika, vakıf, kooperatif ve mesleki kuruluşlarla ilişki kurma ve iş birliği yapma yasağı da 1995 Anayasa değişikliğiyle kaldırıldığından, bu kuruluşlarla ilişki kurmaları ve iş birliği yapmaları mümkündür. Siyasi Partiler Kanunundaki, siyasi partilerin seçimlerde başka bir partiyi destekleme kararı alamayacaklarına ilişkin hüküm, 2018 yılında kanunda yapılan değişiklik ile kaldırılmıştır. Diğer yandan milletvekili seçimlerinde partilerin resmi olarak ittifak yapabilecekleri de kabul edilmiştir (13.03.2018 tarih ve 7102 sayılı Kanun). Siyasal Partilerin Hukuki Denetimi Siyasal Partilere Getirilen Yasaklar Siyasal partilerin amaçlarına ilişkin yasaklar: Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasına (ayrıca bkz. Siyasi Partiler Kanunu m.101/1-a,b) göre, “siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”  Siyasal partilerin örgütlenme ve çalışmasına ilişkin yasaklar:  Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partilerin örgütlenme ve çalışmalarına ilişkin olarak şu yasakları getirmiştir:  1. Siyasi partiler, ticari faaliyetlere girişemezler (AY.m.69/3). 2. Siyasi partiler, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alamazlar (AY.m.69/9). 3. Siyasi Partiler Kanunu’nun 78 ilâ 96’ncı maddeleri arasında Anayasada düzenlenen yasaklar tekrarlandıktan sonra, ayrıca Anayasada yer almayan diğer bazı yasaklara da yer verilmiştir.  Siyasi Partiler Kanunu’nda yer alan parti yasaklarının büyük bir kısmı demokrasi ile bağdaşmadığı gibi, 1995 ve 2001 Anayasa değişikliklerinden sonra bu hükümlerin bir kısmı da Anayasaya aykırı ya da uyumsuz hale gelmiştir. Siyasi Partiler Kanunu’nda 1999, 2002 ve 2003 yıllarında bazı değişiklikler yapılmış olmakla birlikte, bunlar son derece yetersizdir ve bu uyumu sağlamaktan çok uzaktır. 2003 tarihli Siyasi Partiler Kanunu değişikliğiyle, AY.m.68/4 ve 69/10’da öngörülen yasaklar dışında kalan nedenlerle partilerin kapatılmasına son verilmiş ve bu yasaklara aykırılık devlet yardımından yoksun bırakma yaptırımına bağlanmıştır.  Yüksek öğretim elemanları ve yüksek öğretim öğrencileri siyasi partilere üye olabilirler. 39 Türk Anayasa Hukuku Siyasal Partilerin Kapatılması veya Devlet Yardımından Yoksun Bırakılması 1. Aşağıdaki durumda, Anayasa Mahkemesi siyasal partilerin kapatılmasına karar verir: Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması (m.69/10; SPK.m.101/1-c). 2. Aşağıdaki hâllerde, Anayasa Mahkemesi siyasal partilerin temelli kapatılmasına ya da dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili partinin Devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir (AY.m.69/8; SPK.m.101/2).  Kapatma yerine, partinin Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilmesi durumunda, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasi partinin almakta olduğu son yıllık Devlet yardımı miktarının yarısından az olmamak kaydıyla partinin bu yardımdan kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına, yardımın tamamı ödenmişse aynı miktarın Hazineye iadesine karar verilir (SPK.m.101/2): 1. Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki hükümlere aykırı bulunması (AY.m.69/5; SPK.m.101/1-a). 2. Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki hükümlere aykırı eylemlerde bulunması (m.69/6; SPK. m.101/1-b). Ancak, bu eylemlerinden ötürü bir partinin kapatılabilmesi için, o partinin bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak hâline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir (m.69/6).  Bir partinin ne zaman ve nasıl odak hâline gelmiş sayılacağı Anayasa Hukuku doktrini ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarında büyük bir karmaşaya ve hararetli tartışmalara yol açmış, nihayet 2001 Anayasa değişikliğiyle bu konuda Anayasaya açık bir tanım konularak sorun önemli ölçüde aşılmıştır. Anayasanın “odak” kavramını tanımlayan hükmüne göre (m.69/6, son cümle), bir siyasi parti, Anayasanın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı fiiller o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlendiği ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır. Anayasanın odak tanımına ilişkin bu hükmü, 2002 değişikliğiyle Siyasi Partiler Kanunu’na da aynen aktarılmıştır (m.103/2). Bu tanımı açacak olursak, bir partinin şu hallerde Anayasaya aykırı eylemlerin odağı hâline geldiğini söyleyebiliriz: a. Anayasaya aykırı fiillerin bir partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca (büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu) zımnen veya açıkça benimsenmesi. Bu hâlde, eylemlerin üyelerce yoğun bir şekilde işlenmesi ve bunların yetkili organlarca benimsenmesi şartlarının gerçekleştiği somut ve açık kanıtlarla belirlenmelidir. Örneğin, üyeler birtakım eylemler icra ediyor, fakat parti organları bunları benimsemiyorsa, parti odak hâline gelmez. Yine üyelerin münferit olarak bazı eylemleri işlemesi de partiyi odak hâline getirmez. Başka bir ifadeyle, aykırı eylemleri işleyenlerin hem sayıca fazla olması hem de eylemlerini sıklıkla tekrarlamaları gerekir. b. Anayasaya aykırı fiillerin doğrudan doğruya bir partinin yetkili organlarınca (büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu) kararlılık içinde işlenmesi. Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki hükümlere aykırı eylemleri sebebiyle kapatılabilmesi için odak hâline gelmesi gerekir. Bir partinin odak haline gelmesi için anayasaya aykırı eylemlerin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmesi ya da doğrudan partinin yetkili organlarınca kararlılık içinde işlenmesi gerekir. 40 Devletin Temel Nitelikleri 3. Aşağıdaki hâllerde ise, Anayasa Mahkemesi, siyasal partilerin devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verir. Bu hallerde partinin kapatılmasına karar verilemez. Bir parti devlet yardımından yararlanamıyorsa yardımdan yoksun bırakılması söz konusu olamayacağından bu hallerde partilere herhangi bir yaptırım uygulanması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla Siyasi Partiler Kanunu’nun 102’nci maddesinde yer alan yasaklara aykırılık durumunda devlet yardımı almayan partiler için farklı bir yaptırım türünün öngörülmesi gerekmektedir. 1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının isteklerine uyulmaması ya da cevap verilmemesi (m.102/1). 2. Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemleri nedeniyle hüküm giyenlerin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının istemine rağmen partiden çıkarılmaması (SPK.m.102/2,3). 4. Aşağıdaki durumda Anayasa Mahkemesi siyasal partilere aykırılığın giderilmesi için ihtar verir: Siyasi Partiler Kanunu SPK’nin 101’inci maddesi dışında kalan emredici hükümleriyle diğer kanunlarda yer alan emredici hükümlere uyulmaması (m.104/1,2). Siyasi Partiler Kanunu’nun 101’inci maddesi dışında kalan emredici hükümleri m.78-96 arasında yer almaktadır. Bu hükümlerde yer alan yasaklardan bir kısmı esasen AY.m.68/4 ve SPK.m.101/1,2’de yer alan yasakları daha ayrıntılı olarak düzenlenmektedir ve dolayısıyla kapatma ya da kapatma/devlet yardımından yoksun bırakma sebebi oluşturmaktadırlar. O hâlde SPK.m.78-96 arasında düzenlenen yasaklardan sadece AY.m.68/4 kapsamına girmeyenler SPK.m.104/1,2’de öngörülen prosedüre göre Anayasa Mahkemesince partiye ihtar verilmesine neden olabilir.  Siyasi Partiler Kanunu’nun 104’üncü maddesinde yer alan “diğer kanunların siyasi partilerle ilgili emredici hükümleri” ibaresi, SPK dışındaki bütün kanunları ifade eder. Anayasanın da diğer kanunlar kapsamında bulunduğu kabul edilecek olursa, bu durumda, Anayasada devlet yardımından yoksun bırakma nedenleri arasında sayılmayan diğer parti yasaklarının ihtara konu oluşturabileceği söylenebilir. Örneğin Anayasa, siyasi partilerin ticari faaliyette bulunmasını yasaklamış (m.69/3) olmakla birlikte, buna bir yaptırım öngörmemiştir. Ancak ticari faaliyette bulunan bir parti, Siyasi Partiler Kanunu m.104 ile öngörülen prosedür çerçevesinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemiyle Anayasa Mahkemesince ihtara muhatap olabilir. Kapatma Davası Açma Yetkisi: Anayasa’nın 69’uncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre, “siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır.” Parti Kapatma Davalarında Yargılama Usulü: Anayasa’nın 149’uncu maddesine göre, siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından bakılır (f.2). Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az on üye ile toplanır ve kararlarını salt çoğunlukla alır (m.149,f.1). Siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır (f.3). Anayasa Mahkemesi siyasi partilere ilişkin davaları dosya üzerinde inceler. Ancak, Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hâllerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasi partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler (AY.m.149,f.6). Anayasa Mahkemesince verilen kararlar kesindir (AY.m.153/1; SPK.m.98). Partilerin Hukuki Denetiminde Uygulanacak Maddi Kurallar: Anayasa Mahkemesi, siyasi partilerin kapatılması davalarını görürken Anayasa ve Siyasi Partiler Kanununda yer alan hükümlerin Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır. 41 Türk Anayasa Hukuku yanı sıra siyasi partilere ilişkin düzenleme içeren diğer kanunlar ile uluslararası insan hakları sözleşmelerini de dikkate almak durumundadır. Türk hukuku bakımından uluslararası sözleşmeler 2004 tarihli Anayasa değişikliğine kadar iç hukukta en azından kanunlarla eşdeğerde idiler. 2004 yılında Anayasa’nın 90’ıncı maddesine eklenen bir hükümle ‘insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması halinde sözleşme hükmünün uygulanması esası’ benimsenmiştir. Bu nedenle özellikle parti özgürlüğünü güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin örgütlenme özgürlüğüne ilişkin hükümlerinin göz önünde tutulması zorunludur.  Anayasa Mahkemesinin parti özgürlüğüne yaklaşımı: Anayasa Türk Anayasa Mahkemesi parti kapatma davalarında genelde yasakçı bir tutum izlemiştir. Mahkeme, iç hukukumuzun bir parçası sayılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile getirilen kriterleri göz önüne almadan, Anayasa hükümlerini de oldukça dar yorumlayarak birçok partinin kapatılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin siyasi parti kapatma kararlarıyla oluşturduğu içtihadın temel özelliği Anayasa ideolojisini katı bir şekilde yorumlayarak kurulu düzene yönelik “tehditleri” bertaraf etmektir. Mahkemenin parti kapatma kararları, devletin bölünmez bütünlüğü ve laikliğin korunması amacı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu parti kapatma kararlarının büyük kısmı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı bulunmuştur. Kapatılan Partiye ve Kapatmaya Neden Olanlara Uygulanan Yaptırımlar; 1. Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz (AY.m.69/7). 2. Bir siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazete’de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar (AY.m.69/8). Siyasî partiler bu kişileri hiçbir suretle seçimlerde aday gösteremezler (SPK.m.95). Görüldüğü üzere bu yasak geçici (süreli) niteliktedir. 3. Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan siyasi partinin bütün malları Hazineye geçer (SPK.m.107). Siyasal Partilerin Malî Denetimi Anayasa’ya göre (m.69/3), siyasi partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesince siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Anayasa Mahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken Sayıştay’dan yardım sağlar. Anayasa Mahkemesinin bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir. Siyasal Partilere Devlet Yardımı Yapılması Anayasa’nın 68’inci maddesinin son fıkrasına göre, siyasi partilere, Devlet, yeterli düzeyde ve hakça mali yardım yapar. Partilere yapılacak yardımın, alacakları üye aidatının ve bağışların tâbi olduğu esaslar kanunla düzenlenir. Temel Hak ve Hürriyetler Bütün vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinin tanınması ve güvence altına alınması demokratik devletin temel unsurları arasında yer alır. Temel hak ve hürriyetler aşağıda ayrı bir bölümde incelenecektir. Ancak burada şunu belirtelim ki, demokratik devletin diğer temel unsurları olan seçimlerin ve çok partili siyasal hayatın bir anlam ifade edebilmesi için, özellikle ifade hürriyeti, örgütlenme hürriyeti, basın hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hürriyeti gibi hakların tanınması zorunludur. Aksi takdirde seçmenlerin kendilerine sunulan alternatifleri bilmeleri ve bunlar arasından bilinçli bir tercih yapmaları mümkün olmaz. İnsan Haklarına Saygılı Devlet Anayasa’nın 2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin “insan haklarına saygılı” bir devlet olduğu belirtilmiştir. Anayasa, hürriyetçi demokrasinin bir gereği olarak bireylerin sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri de düzenlemiş ve sınırlarını belirlemiştir (m.12-74). “Temel hak ve hürriyetler” ayrı bir bölüm halinde incelenecektir. 42 Devletin Temel Nitelikleri HUKUK DEVLETİ Anayasa’ya göre, Türkiye Cumhuriyeti bir “hukuk devleti”dir (m.2).  Kavram Hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına dayandığı ve vatandaşların da hukuki güvenlik içinde bulunduğu bir sistemdir (Özbudun, 1998: 89; Soysal, 1986: 243). Hukuk devleti “hukuku olan devlet” ya da “devletin koyduğu hukuk” değil, “hukukun egemen olduğu devlet”tir ve siyasal bir idealdir (Erdoğan, 2001: 93,97). Hukuk devletinin amacı, yönetim yetkisinin keyfi kullanımının yarattığı tehlikeyi asgariye indirmek; istikrarsız, açık olmayan ve geçmişe dönük kuralların neden olduğu kişisel hürriyet ve onur ihlallerini engellemektir (Erdoğan, 2001: 93). Bu nedenle devletin hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı “polis devleti” anlayışından, vatandaşların devlete karşı güven duydukları ve kendi kişiliklerini geliştirebildikleri bir hukuki güvenlik ortamını garanti eden hukuk devleti anlayışına ulaşılmış olması anayasacılık düşüncesi bakımından oldukça önemli bir aşamadır. Anayasa Mahkemesi de hukuk devletini benzer şekilde tanımlamıştır (E.1976/1, K.1976/28, K.T. 25.5.1976, AMKD., Sayı 14, s.189): “Hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzenini kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk kurullarına ve Anayasaya uygun, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir.” Hukuk Devletinin Gerekleri Devlet Organlarının Hukukla Bağlı Olması Yasama, Yürütme ve Yargı Organlarının Hukukla Bağlı Olması Hukuk devletinin temel gereği, başka bir ifadeyle varlık şartı devletin bütün işlemlerinin hukuka bağlı olmasıdır. Devletin hukuki açıdan üç temel fonksiyonu ve bunları yürütmekle görevli üç temel organı vardır: Yasama fonksiyonu yasama organınca, yürütme fonksiyonu yürütme organınca ve yargı fonksiyonu da yargı organınca yerine getirilir. O halde devletin hukuka bağlılığı, yasama, yürütme ve yargı işlemlerinin hukuka bağlı olması anlamına gelir.  Yasama organının hukuka bağlılığı esas itibarıyla Anayasaya bağlılığı demektir. Anayasanın 11’inci maddesinde de, Anayasa hükümlerinin “yasama organını bağlayan temel hukuk kuralları” olduğu belirtilmiştir. O halde yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasaya aykırı işlem yapmamalıdır. Meclisin vatandaşlarla ilgili düzenlemeleri kanunla yapması gerektiğinden özellikle kanunların Anayasaya aykırı hükümler içirmemesi gerekir. Nitekim Anayasa’nın 11’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, “kanunlar Anayasaya aykırı olamaz”. Yürütme organının hukuka bağlılığı, yürütme organının Anayasaya, kanunlara ve diğer hukuk kurallarına bağlı olmasını ifade eder. Anayasa’nın 8’inci maddesine göre, yürütme yetkisi ve görevi Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi partiyi odak haline getirir mi? Siyasi parti kapatma davalarında Anayasa Mahkemesinin yargılama usulünü, 7. Bölümde yer alan Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulü hakkındaki açıklamalarla birlikte değerlendirin. Demokratik bir seçimin taşıması gerekli olan ilkeleri sayın. Öğrenme Çıktısı 6 Demokrasi kavramını açıklayıp kurumlarını sıralayabilme Araştır 6 İlişkilendir Anlat/Paylaş 43 Türk Anayasa Hukuku Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. Anayasa’nın 11’inci maddesine göre de Anayasa hükümleri, yürütme organını ve idari makamları bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Pozitif kaynağı Anayasa’nın bu hükümleri olan “idarenin kanuna bağlılığı ilkesi” anayasa ve idare hukukunun önemli bir kuralıdır. Anayasada Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği öngörülen konularda çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde yer alan hükümler de kanun gibi uygulanacaktır. Yürütme organının hukuka bağlılığı, yürütmenin yönetmelik, karar veya bireysel işlemlerinin kanuna veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine dayalı olarak yapılmasını ve bunlara uygun olmasını zorunlu kılar. Kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, Anayasaya; yönetmelikler, Anayasaya, kanunlara ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine; bireysel işlemler ise bunların hepsine uygun olmalıdır. 2017 Anayasa değişikliği ile getirilen Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, Anayasaya dayanarak çıkarılan kanun değerinde bir düzenleyici işlem türüdür. Ancak bu kararnamelerle temel haklar ile Anayasada kanunla düzenlenmesi öngörülen konular düzenlenemez. Yargı organının hukuka bağlılığı ise mahkemelerin, Anayasaya, kanunlara ve hukuka uygun olarak karar vermesi anlamına gelir (AY.m.138). Yargı organları, belli bir yönetmeliği, kararı veya bireysel işlemi denetlerken, bu işlemlerin dayanağını oluşturan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine de uygun olarak karar vermelidir. Anayasa Mahkemesi, anayasaya aykırılık iddiasıyla önüne getirilen kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini denetlerken bunlarla bağlı olmayıp Anayasa hükümleri ile bağlıdır. Devlet Organlarının Bağlı Olacağı Hukukun Niteliği ve Kapsamı Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, hukuk devletinde egemen olması gereken hukuk, insan hak ve hürriyetlerini tanıyan, vatandaşlar için hukuki güvenlik sağlayan, adil ve evrensel standartlara uygun bir hukuktur (Erdoğan, 1999: 84). Hukuk kurallarının genellik, ilan edilme, geçmişe yürümeme, açı-seçik olma, çelişmezlik, uyulabilirlik, nisbi süreklilik ve ilan edilen kural ile resmî faaliyetler arasında uyum olması gibi özelliklere sahip olması gerekir (Barry, 2003: 38-39). Devlet organlarının bağlı olduğu hukukun kapsamında Türk pozitif hukukuna dahil kurallar ile hukukun genel ilkeleri yer alır: Türk pozitif hukuku: Pozitif hukuk devletin yetkili organları tarafından konulmuş ve yürürlükte bulunan hukuk kurallarının bütünüdür. Türk pozitif hukuku başta Anayasa olmak üzere, kanunlar, cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Türkiye’nin katıldığı milletlerarası antlaşmalar ve yönetmeliklerde yer alan kuralların tamamından oluşur. O halde kural olarak devletin bütün organları Türk pozitif hukuku içinde yer alan kurallarla bağlıdırlar. Ancak, yasama organı kanun yaparken, Anayasa Mahkemesi ise kanunları denetlerken sadece Anayasa hükümleri ile bağlıdırlar. Öte yandan, Türk Anayasa Hukukundaki anayasa teamülleri ile pozitif hukukun kabul ettiği örf ve adet kuralları ve diğer teamüller de ilgili makamları bağlayıcı niteliktedir. Hukukun genel ilkeleri: Hukuk devletinde devlet organlarının bağlı olacağı kurallar pozitif hukukla sınırlanamaz. Zira, hukuk devleti, “kanun devleti” demek değildir.  Anayasa, “hukukun genel ilkeleri”nden doğrudan doğruya söz etmemiştir. Bununla birlikte, Özbudun’un belirttiği gibi, Anayasa’nın 138’inci maddesinde yer alan, “hâkimler... Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler” hükmü, anayasa yargısı da dahil olmak üzere her düzeydeki hâkimlerin yazılı kuralların yanında, hukukun genel ilkelerini de dikkate almalarını zorunlu kılmaktadır (Bk. Özbudun, 1998: 95-96). Ayrıca, hukukun genel ilkelerine bağlılık, hukuk devleti kavramının içinde zaten mevcuttur. Esasen asıl amacı adaleti gerçekleştirmek olan hukukun, iyi niyet, hakkın kötüye kullanılmaması, kazanılmış haklara saygı, mücbir sebep, kanunların geriye yürümezliği gibi “hakkaniyet kuralları”nı dışlaması mümkün değildir. Dolayısıyla hukukun genel ilkeleri sadece hâkimleri değil, bütün devlet organlarını bağlayıcı niteliktedir. Hâkimler de Anayasa’nın 2’nci maddesinde pozitif bir kural olarak yer alan “hukuk devleti”nin anlamını belirlemeye çalışırken, hukukun genel ilkelerini kullanabileceklerdir. Ancak hâkim, verdiği kararın pozitif dayanağı olarak “hukuk devleti”ni düzenleyen Anayasa’nın 2’nci maddesini göstermelidir. 44 Devletin Temel Nitelikleri Hukukun genel ilkelerinin bir başka pozitif dayanağı, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünün 38’inci maddesidir (Özbudun, 1998: 96). Bu madde, “uygar milletlerce tanınmış genel hukuk ilkeleri”ni hukukun kaynakları arasında göstermiştir. Hukukun genel ilkeleri arasında, ahde vefa, hakkın kötüye kullanılmaması, kazanılmış haklara saygı, sebepsiz zenginleşmenin geçersizliği, gecikme faizi, verilen zararın tazmini, kesin hükme saygı, kimsenin sahip olduğu haktan fazlasını devredememesi, kimsenin kendi davasında hâkim olamaması, kanunların geriye yürümezliği, devlete güven, özel kural- genel kural çatışmasında özel kuralın uygulanması gibi ilkeler sayılmaktadır. Esasen bu ilkeler tek tek ele alındığında birçoğunun Anayasa ve kanunlarda da pozitif dayanağını bulmak mümkündür. Örneğin, “verilen zararın tazmini” ilkesi Anayasada (m.40/2, 125/son) ve Borçlar Kanunu’nda da (m.49 vd.) açıkça yer almıştır. Ancak bu ilkeler pozitif hukuk içinde yer almasa dahi dikkate alınması gereken ilkelerdir. Anayasa Mahkemesi de birçok kararında, hukukun genel ilkelerini “hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkeler” şeklinde tanımlamış ve kararlarında bu ilkelere de yer vermiştir (Örneğin, E.1963/166, K.1964/76, K.T. 22.12.1964, AMKD., Sayı 2, s.291; E.1985/31, K.1986/11, K.T. 27.3.1986, AMKD., Sayı 22, s.119-120). Hukukun genel ilkeleri arasında sayılan “kazanılmış haklara saygı” ilkesi özellikle birey haklarının korunması bakımından büyük öneme sahiptir ve Anayasa Mahkemesi kararları arasında da özel bir yer tutmaktadır.  Birey Hak ve Hürriyetlerinin Tanınması ve Korunması Hak ve hürriyetlerin tanınması: Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birisi de kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin hukuken tanınması ve koruma altına alınmasıdır. Temel hak ve hürriyetlerin tanınması, her şeyden önce bunların güvenceleriyle birlikte anayasal düzenlemeye kavuşturulmasıyla olur. Ayrıca temel hak ve hürriyetlerin fiilen kullanılabilmesi ve gerçekleştirilebilmesi için gerekli kanuni düzenlemelerin de yapılması gerekir. Nitekim 1982 Anayasası, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini kişi hakları, sosyal haklar ve siyasi haklar şeklinde üç bölüm halinde (m.12-74) düzenlemiş ve tanımıştır. Ne var ki, Anayasa, demokratik anayasalardan farklı olarak hak ve hürriyetlere ciddi sınırlamalar getirmiştir. İnsan haklarına ilişkin milletlerarası sözleşmeler de ülkemizce kabul edilmiş olmakla birlikte, bunlar etkin bir şekilde uygulanamamaktadır. Temel hak ve hürriyetler aşağıda ayrı bir bölüm olarak incelenecektir. Hakların korunması: Hukuk devletinde hak ve hürriyetlerin tanınması yeterli değildir, aynı zamanda hakların devletçe korunması ve hak arama yollarının açık tutulması da gerekir. Anayasa’nın 40’ıncı maddesi “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlığı altında şu hükme yer vermiştir: “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Kişinin, resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücû hakkı saklıdır (f.1). Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır (f.2).” Öte yandan, kamu makamlarınca hakları ihlal edilen bireylerin kanun yollarını tükettikten sonra bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine ve iç hukuk yollarını tükettikten sonra da Türkiye’nin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurma hakları vardır.  Hak arama hürriyeti: Hukuk devletinde bireylerin hiçbir engelle karşılaşmadan haklarını arayabilmeleri gerekir. Nitekim Anayasa’nın “hak arama hürriyeti”ni düzenleyen 36’ncı maddesine göre, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” “Adil yargılanma hakkı” ibaresi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uyum sağlamak amacıyla 2001 Anayasa değişikliğiyle bu maddeye eklenmiştir. Yargılamanın adil olması kuralı zaten hukuk devletinin bir gereğidir. Bununla birlikte, bu önemli kuralın Anayasada açıkça belirtilmesi yerinde olmuştur.  45 Türk Anayasa Hukuku Bireylerin Hukukî Güvenlik İçinde Olması Hukuk kurallarının belirliliği: Hukuk devletinde vatandaşlar hukuki güvenlik içinde olmalıdırlar. Hukukî güvenliğin temel şartı, vatandaşların hangi kurallara tâbi olduklarını önceden bilmeleri ve davranışlarını ona göre ayarlayabilmeleridir. Bunun için de hukuk kurallarının belirli olması gerekir. Hukuk kurallarının belirliliği devletin pozitif hukukunu oluşturan bütün kuralların vatandaşlara duyurulmasıyla sağlanır. Nitekim Türk hukuku bakımından, kanunların ve diğer düzenleyici işlemlerin Resmî Gazete’de yayımlanması kuralı, belirlilik ilkesini gerçekleştirme amacına yöneliktir. Resmî Gazete’de yayımlanması mecburi olmayan kural ve işlemlerin ise ilgililere bildirilmesi zorunludur. Hukukî istikrar: Hukukî güvenliğin bir diğer şartı hukuk kurallarının istikrarlı olması, yani sık sık ve keyfi olarak değiştirilmemesidir (Erdoğan, 1999: 97). Hukukî istikrar hukuk kurallarının gerekli olan durumlarda değiştirilmesine engel değildir. Kuşkusuz hukuk kurallarının toplumsal değişmeye uydurulması da bir zorunluluktur. Ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmeler hukuk kurallarının değişmesini gerekli kılar. O hâlde ekonomik, sosyal, teknolojik vb. gelişmeler doğrultusunda hukuk kuralları değiştirilmeli, ancak bu faktörler ortaya çıkmadan ve keyfi olarak hukuk kurallarıyla oynanmamalıdır. Örneğin, vergi oranları bireylerin ekonomik ve ticari faaliyetlerinin planlanması ve sürdürülmesi bakımından önemli bir etkendir. Dolayısıyla vergi oranlarının çok sık ve keyfi olarak artırılması bu faaliyetleri olumsuz şekilde etkiler. Yine suç oluşturan fiillerin suç ve cezalara ilişkin ilkelerle bağdaşmayacak şekilde sık sık değiştirilmesi bireyleri, hangi fillerin suç olduğu ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda ciddi tereddütlere sevkeder.  Kazanılmış haklara saygı: Hukukun genel ilkeleri arasında yer alan kazanılmış haklara saygı, yani kazanılmış hakların korunması hukuki istikrarın da önemli bir unsurudur. Kazanılmış hak, yürürlükteki hukuk kurallarına uygun olarak kişiler lehine doğmuş bulunan hukuki durumlardır. Kazanılmış haktan söz edebilmek için hakkın bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş, gerçekten kazanılmış olması gerekir. Tamamlanmamış hukuki durumlar, kişiler lehine hak yaratmazlar. Hukukta hakları kazanmanın yolları ise kurallarla belirlenmiştir (Erdoğan, 1999: 97; Özbudun, 1998: 97-98). Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında “kazanılmış haklara saygı” ilkesine ilişkin olarak şu görüşlere yer vermiştir: “Kazanılmış hakların tanınması ve korunması hukuk devletlerinde benimsenen bir ana hukuk kuralıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bu kuralı ortadan kaldıracak hiçbir hüküm yoktur; olabilmesi de düşünülemez” (Bk. E.1963/106, K.1963/270, K.T. 11.11.1963, AMKD., Sayı 1, s.473). Kazanılmış bir haktan söz edebilmek için hakkın edinildiği anda yürürlükte olan kurallara uygun şekilde ve bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir (Bk. E.1986/3, K.1986/15, K.T. 3.7.1986, AMKD., Sayı 22, s.175). Kanunlara aykırı durumlara dayanılarak kazanılmış hak iddiasında bulunulamaz.  Kanuni hâkim güvencesi: Kanuni hâkim güvencesi, bir kişinin kanunen yargılanması gereken mahkeme dışında başka bir mahkemece yargılanamamasını, yani suçun işlenmesi anında o davaya bakmakla görevli mahkeme tarafından yargılanmasını ifade eder. Buna göre, işlenmiş bir suç için yeni bir mahkeme kurulması ya da hâkim atanması söz konusu olmamalıdır. Anayasa’nın “kanuni hâkim güvencesi”ne ilişkin 37’nci maddesine göre, “hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.” Ceza sorumluluğu ilkeleri: Hukuk devletinde bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin bazı ilkeler vardır. Suç ve cezalarla ilgili düzenlemelerin bu ilkelere uygun olması gerekir. Anayasa’nın, “suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlığını taşıyan 38’inci maddesinde bu ilkeler şöyle düzenlenmiştir:  “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.  Suç ve ceza zaman aşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.  Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.  Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.  Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.  46 Devletin Temel Nitelikleri Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.  Ceza sorumluluğu şahsidir.  Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.  Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez.  İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz. Silahlı kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir.  Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.” Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği ve kimsenin yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememekten dolayı özgürlüğünden alıkonulamayacağına ilişkin hükümler, Anayasa’nın 38’inci maddesine 2001 değişikliği ile eklenmiştir. Öte yandan, 2001 değişikliğiyle bu maddeye eklenmiş olan “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları hâlleri dışında ölüm cezası verilemez” hükmü 2004 değişikliğiyle metinden çıkarılmış ve “ölüm cezası verilemez” şeklinde yeni bir hüküm konulmuştur. Böylece, 2001 Anayasa değişikliğiyle “savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları” hâlleriyle sınırlandırılan idam cezası, 2004 yılında Anayasadan tamamen çıkarılmış bulunmaktadır.  Hukuk Devletini Sağlamanın Mekanizmaları Yasama ve Yürütme İşlemlerinin Yargısal Denetimi Yasama İşlemlerinin Yargısal Denetimi Yasama organının hukukla bağlı olması yasama işlemlerinin hukuka aykırı olmamasını gerektirir. Yasama organı anayasaya aykırı kanun yapmamalıdır. Hukuk devletinin yerleşmesiyle, sadece yürütme işlemlerinin yargısal denetiminin vatandaşların haklarının korunması ve hukuki güvenliklerinin sağlanması için yeterli olmadığı anlaşılmış ve kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi de kabul edilmiştir. Türkiye’de de kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenebilmesi için Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, kanunların şekil ve esas bakımından Anayasaya uygunluğunu denetler (AY.m.148). Bu konu aşağıda “Anayasa Yargısı” bölümünde ayrıntılı olarak incelenecektir. Yürütme İşlemlerinin Yargısal Denetimi Hukuka bağlı olan yürütme organının bütün işlemlerinin hukuka uygun olması gerekir. Tarihî olarak kişi hak ve hürriyetleri pratikte yürütme organı tarafından ihlâl edildiği için, yürütme işlemlerinin keyfilikten kurtarılmasının ancak yargı denetimi ile sağlanabileceği anlaşılmıştır. Anayasa, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” (m.125), hükmüyle yürütme işlemlerinin yargısal denetimini kabul etmiştir.  Ancak 1982 Anayasası ilk düzenlemesinde, birtakım istisnalara yer vermiştir. Anayasanın yargı denetimi dışında tuttuğu işlemler, Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlerin (m.105/2, 125/2) yanı sıra, Yüksek Askerî Şura kararları (m.125/2), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları (m.159/4) ile uyarma ve kınama şeklindeki disiplin cezaları (m.129/3) idi. Anayasa’da 2010 yılında yapılan değişiklikle, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararları (m.125/2) ile Hakimler ve Savcılar Kurulunun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Ayrıca “disiplin cezaları yargı denetimi dışında bırakılamaz” (m.129/3) hükmü getirilerek “uyarma ve kınama cezaları” da denetim kapsamına alınmıştır. 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişiklik ile de Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemlere karşı dava açılamayacağına ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmıştır. Başkanlık sistemine geçilmiş olması nedeniyle Cumhurbaşkanı yürütme organı haline gelmiş ve Anayasada yürütme organına verilen yetkileri kullanmaya başlamıştır. Bu nedenle işlemlerinin yargı denetimine açılmış olması hukuk devletinin bir gereğidir. Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararları ile Hakimler ve Savcılar Kurulunun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açıktır. 47 Türk Anayasa Hukuku Hukuk devleti ilkesi, idarenin kişilere verdiği zararlardan dolayı mali sorumluluğunun (tazminat sorumluluğu) kabul edilmesini de gerektirir. Anayasa idarenin mali sorumluluğunu kabul etmiştir. Anayasa’nın 125’inci maddesinin son fıkrasına göre, “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” Yargı Bağımsızlığı Yargı bağımsızlığı, yargı organlarının, yasama ve yürütme organları karşısında bağımsız olması ve karar verirken kimseden emir almaması ve etkilenmemesini ifade eder (AY.m.138). Yargı bağımsızlığını sağlamak amacıyla Anayasa, Hâkimler ve Savcılar Kurulunu öngörmüş (m.159) ve hâkimlik teminatına ilişkin hükümler koymuştur (m.139). Yasama ve yürütme işlemlerini denetleyecek olan yargı organlarının bağımsızlığının olmaması denetimin etkinliğini zayıflatabilir. Yargı bağımsızlığı, yargı bölümünde inceleneceğinden burada daha fazla üzerinde durmuyoruz. Diğer Hak Arama Yolları Yargısal denetim dışında, dilekçe hakkı, bilgi edinme hakkı, kamu denetçisine başvurma hakkı ve idari başvuru gibi başka bazı hak arama yolları vardır.  Anayasa’nın 74’üncü maddesinde yer alan dilekçe hakkıyla ilgili düzenlemeye göre, “vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.” Dilekçe hakkının kullanılmasıyla ilgili usul ve kurallar ise, 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun ile düzenlenmiştir. Bilgi edinme hakkı ilk olarak 2004 tarih ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile tanınmış, daha sonra 2010 yılında yapılan düzenleme ile de Anayasaya (m.74) eklenmiştir. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’na göre, “Herkes bilgi edinme hakkına sahiptir” (m.4). “Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki  her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idari ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler” (m.5).  Kamu denetçisine başvurma hakkı 2010 yılında Anayasa’nın 74’üncü maddesine eklenmiştir. Anayasaya göre, “Herkes… kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.” (f.3,4). İdarî başvuru ise kişilerin idari makamlara başvurarak kendileri hakkında işlem yapılmasını talep etmelerine imkân sağlayan bir hak arama yoludur. İdare hukukunun bireylere tanıdığı genel bir hak arama yolu olan idari başvuru, idari işlemlere karşı dava açılmasında ise İdarî Yargılama Usûlü Kanunu’yla (m.11) “üst makamlara başvuru” adıyla davadan önce yerine getirilmesi gereken bir önşart olarak düzenlenmiştir. Anayasanın yargı denetimi dışında tuttuğu işlemleri açıklayın. Hukuk devleti ilkesini, bu ilkenin bir unsuru olan ve 7. Bölümde anlatılan yargı bağımsızlığı konusu ile birlikte değerlendirin. Hukuki güvenlik ilkesini açıklayın. Öğrenme Çıktısı 7 Hukuk devleti ilkesini tanımlayabilme Araştır 7 İlişkilendir Anlat/Paylaş 48 Devletin Temel Nitelikleri SOSYAL DEVLET Kavram Sosyal devlet, “devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini meşru ve gerekli gören bir anlayışı ifade eder” (Özbudun, 1998: 98). Bu amaçla sosyal devlet, vatandaşlarının sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenir ve onlara insan haysiyetine yakışır, asgari bir yaşama düzeyi sağlayabilmek için gerekli sosyal yardım tedbirlerini alır ve geliştirir. Bunun yanı sıra sosyal devlet, millî gelirin bireyler arasında adaletli ve dengeli bir şekilde dağılmasını sağlayacak tedbirleri de alır. Sosyal devletin en önemli unsuru, kişilere sosyal hakların tanınması ve bunların gerçekleştirilmesidir.  Sosyal devlet, 19’uncu yüzyılda egemen olan ve liberal felsefeden esinlenen “jandarma devlet” anlayışına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Jandarma devlet anlayışında, devletin görevleri savunma, güvenlik ve adalet hizmetlerinden ibaret olup, devletin ekonomik hayata müdahalesi gereksiz ve sakıncalı görülmektedir. Bu anlayışın geçerliliğini sürdürdüğü dönemde sosyal alanda bazı sorunlar ortaya çıkmış, gelir ve servet eşitsizlikleri artmış ve sınıf çatışmaları yoğunlaşmıştır. Bu durum Batılı toplumları jandarma devlet anlayışından uzaklaşarak, sosyal alanda gerekli tedbirleri almaya sevketmiştir (Özbudun, 1998: 98-99; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 96). Sosyal devlet, sosyalist devlet demek değildir. Sosyalist devlette kural olarak üretim araçları üzerindeki mülkiyet devlete aittir ve ekonomi merkezi planlamaya dayanır. Oysa sosyal devlet üretim araçları üzerinde özel mülkiyet hakkını tanır ve serbest piyasa ekonomisi geçerlidir (Özbudun, 1998: 99). 1982 Anayasası da bu anlamdaki sosyal devlet anlayışını benimsemiştir. Zira, Anayasa, sosyal devlet ilkesiyle birlikte, mülkiyet ve miras haklarını (m.35), çalışma, sözleşme ve özel teşebbüs hürriyetlerini (m.48) de kabul etmiştir. Ancak sosyal devlette mülkiyet, mutlak liberalizmde olduğu gibi dokunulmaz ve sınırsız değildir. Bu nedenle Anayasa mülkiyet hakkını düzenlediği 35’inci maddesinde, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını da belirtmiştir. Yine Anayasa devlete, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini sağlamak için gerekli tedbirleri alma ödevini vermiştir (m.48/2). Sosyal devletin hürriyet anlayışı, klasik liberal devletin hürriyet anlayışından farklıdır. Klasik liberal devlette birey hakları “kişi hakları” ve “siyasi haklar”dan ibarettir. Oysa sosyal devlet, bireyin ancak önündeki ekonomik ve sosyal engellerin kaldırılmasıyla özgür olabileceği düşüncesiyle kişilere klasik hakların yanında sosyal hakları da tanımıştır (Özbudun, 1998: 100). Nitekim Anayasa’mızın “devletin temel amaç ve görevleri” başlığını taşıyan 5’inci maddesi de bu anlayışı yansıtmaktadır. Bu maddeye göre, “Devletin temel amaç ve görevleri... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Anayasa Mahkemesi ise bir kararında sosyal devleti şu şekilde tanımlamıştır (Bk. E.1988/19, K.1988/33, K.T.26.10.1988, AMKD., Sayı 24, s.451-452): “Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir... Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkesinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması gerekir.”  Devletin Ekonomik Hayata Müdahalesinin Ölçüsü Anayasada devletin ekonomik ve sosyal hayata müdahalesinin ilkelerini gösteren genel bir hüküm olmamakla birlikte, çeşitli maddelerde yer alan ifadelerden bazı sonuçlar çıkarmak mümkündür (Özbudun, 1998: 102):  1. Anayasa’nın 5’inci maddesi, Devlete, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet 49 Türk Anayasa Hukuku ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak görevini vermiştir. 2. Anayasa’nın 48’inci maddesine göre, Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır. 3. Anayasa’nın 166’ncı maddesine göre, Devlet, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlar. 4. Anayasa’nın 167’nci maddesine göre, Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır. 5. Anayasa’ya göre, Devlet, kamu yararının gerektirdiği hallerde özel mülkiyette bulunan taşınmaz malları kamulaştırabilir (m.46), kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsleri kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir (m.47/1,2) veya devletin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkları özelleştirebilir (m.47/3). 6. Anayasa’nın 168 ilâ 173’üncü maddeleri de ekonomik hayata müdahaleyle ilgili bazı hükümler içermektedir. Devletin ekonomik hayata müdahalesiyle ilgili bu hükümlere rağmen, Anayasa’mızın sosyal devlet anlayışı belli bir ekonomik politika modeli öngörmemiştir. Bu nedenle Anayasanın bu hükümlerine aykırı olmamak şartıyla siyasal iktidarların kendi tercihlerine göre bir ekonomik politika uygulamaları mümkündür. Anayasa Mahkemesi de Anayasanın belli bir ekonomik politika modeli öngörmediği görüşündedir. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki bir kararına göre, “Çok partili demokratik rejimi benimseyen Anayasa’mızda, Anayasa ilkelerine ters düşmemek koşuluyla iktidarların ekonomi alanında müdahaleci veya liberal bir politika izlemelerine bir engel bulunmamaktadır” (E.1984/9, K.1985/9, K.T. 18.2.1985, AMKD., Sayı 21, s.59). Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin hükümetlerin ekonomik politikalarına müdahale anlamına gelebilecek bazı kararları da bulunmaktadır. Sosyal Devleti Gerçekleştirmeye Yönelik Hukukî Tedbirler Bireylere İnsan Onuruna Yakışır Asgari Bir Hayat Düzeyi Sağlamaya Yönelik Temel Sosyal Hakların Tanınması ve Gerçekleştirilmesi Sosyal devletin temel amacı herkese insan onuruna yakışır asgari bir hayat düzeyi sağlamaktır. Böyle bir hayat düzeyinin sağlanabilmesi için bazı sosyal hakların tanınması ve gerçekleştirilmesi zorunludur (Özbudun, 1998: s.104-106). Kuşkusuz devletin mali kaynaklarının yeterliliğine göre bütün sosyal hakların gerçekleştirilmesi esastır. Ancak burada ele alacağımız haklar sosyal devletin bireylere sağlayacağı hayat düzeyinin en alt sınırını oluşturur. Bu hakların kapsamında yer alan imkânlar sağlanmadığı takdirde, bireylerin maddi ve manevi varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün değildir. O hâlde aşağıda ele alacağımız hakların sadece Anayasa ile tanınmış olması yeterli değildir. Bu hakların uygulamada gerçekleştirilebilmesi için devletin olumlu edimde bulunması, yani finansman ayırması zorunludur. Başka bir ifadeyle devletin bu hakları gerçekleştirmek için gerekli tedbirleri alması gerekir. Temel Sosyal Haklar  Çalışma Hakkı İşsiz ve geliri olmayan insanların maddi varlıklarını sürdürebilmek için gerekli olan temel ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir. Bu nedenle insan onuruyla bağdaşır asgari bir hayat düzeyi sağlayabilmek için herkese çalışma imkânının tanınması gerekir. Anayasa çalışma hakkını tanımıştır. Anayasa’nın 49’uncu maddesine göre, “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” “İşsizleri korumak” ibaresi, devletin, işsizleri korumak için gerekli tedbirleri almasını sağlamak amacıyla 2001 Anayasa değişikliğiyle 49’uncu maddeye eklenmiştir. Sosyal devlet açısından bu değişiklik yerindedir.  50 Devletin Temel Nitelikleri Adil Ücret Hakkı Çalışan insanların insan onuruyla bağdaşır bir hayat sürdürebilmeleri için adil bir ücret elde etmeleri gerekir. Anayasa çalışanların adil ücret alma hakkını tanımıştır. Anayasa’nın 55’inci maddesine göre, “ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır. Asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da gözönünde bulundurulur.” 2001 Anayasa değişikliğiyle 55’inci maddenin son fıkrası yeniden düzenlenerek, asgari ücretin tespitinde, ülkenin ekonomik durumuyla birlikte, “çalışanların geçim şartları”nın da gözönünde bulundurulması kuralı kabul edilmiştir. Sosyal Güvenlik Hakkı Sosyal devlet, yaşlılık, hastalık, sakatlık, işsizlik gibi nedenlerle çalışamayacak durumda olanları koruyacak tedbirleri de alır. Anayasa sosyal güvenlik hakkını tanımıştır. Anayasa’nın 60’ıncı maddesine göre, “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Anayasa, özel olarak korunması gerekenler hakkında da şu hükmü getirmiştir (m.61): “Devlet harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malül ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlar. Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır. Yaşlılar, Devletçe korunur. Yaşlılara Devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir. Devlet, korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alır. Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar veya kurdurur.” Konut Hakkı İnsanların maddi varlıklarını sürdürebilmeleri için içinde yaşayabilecekleri bir konuta ihtiyaçları vardır. Anayasa, konut hakkını 57’nci maddesinde düzenlemiştir. Bu maddeye göre, “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” Sağlık Hakkı İnsanların maddi varlıklarını sürdürebilmeleri sağlıklı olmalarına bağlıdır. Bu nedenle her bireye hastalandığında tedavi görme imkânı tanınmalıdır. Anayasa, sağlık hakkını çevrenin korunmasıyla birlikte 56’ncı maddesinde düzenlemiştir. Bu maddeye göre, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.” Çevre hakkının bu alandaki gelişmelere uygun bir şekilde ayrı bir maddede düzenlenmesi daha yerinde olurdu. Eğitim Hakkı Kişilerin asgari sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla belli bir eğitim ve öğrenim görmeleri gerekir. Anayasa eğitim ve öğrenim hakkını 42’nci maddesinde düzenlemiştir. Bu maddeye göre, “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz... İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır... Devlet, maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.” Sosyal Hakların Sınırı Anayasa’nın, Devletin sosyal ve ekonomik ödevlerinin sınırlarını düzenleyen 65’inci maddesi 2001 yılında şu şekilde değiştirilmiştir: “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.” 51 Türk Anayasa Hukuku Anayasa’nın 65’inci maddesinin değişiklikten önceki düzenlemesi ise, Devletin, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, “ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde” yerine getireceğini öngörmekteydi.  Anayasa hükmünün her iki şeklinde de, ekonomik ve sosyal ödevlerin yerine getirilmesinde esas alınacak temel kriter “mali kaynakların yeterliliği ölçüsü”dür. Ekonomik ve sosyal ödevlerin yerine getirilmesinde gözönünde tutulacak ek kriter ise 65’inci maddenin ilk şeklinde “ekonomik istikrarın korunmasını gözetmek” iken 2001 değişikliği ile “ekonomik ve sosyal görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözetmek” olarak değiştirilmiştir.  Esasen ekonomik ve sosyal hakları daraltma ihtimali oldukça yüksek “ekonomik istikrarın gözetilmesi” gibi muğlak bir kriterin Anayasadan çıkarılarak, sosyal hakların “amaçlarına uygun önceliklerin gözetilerek” yerine getirilmesinin öngörülmesi daha isabetli bir düzenlemedir. Böylece siyasi iktidarlar, sosyal hakları yerine getirirken daha temel nitelikte olan ihtiyaçları ve daha muhtaç kimseleri öncelikle gözönünde tutmak zorunda olacaklardır. Örneğin, Devlet, ihtiyaç sahibi herkese sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik imkânlarını sağlamadan, kamu görevlilerine sahillerde dinlenme tesisleri yapamayacaktır.  Millî Gelirin Adaletli ve Dengeli Bir Şekilde Dağıtılmasını Sağlamaya Yönelik Tedbirler Sosyal devletin önemli bir gereği de millî gelirin bireyler arasında adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, vergi adaletinin sağlanması, kamulaştırma, devletleştirme, toprak reformu ve planlama gibi bir takım yöntemler ve tedbirler kullanılabilmektedir (Özbudun, 1998: 106-108; Gözler, 2000: 146-147; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 98-99). Vergi Adaleti Millî gelirin bireyler arasında adaletli ve dengeli bir şekilde dağılmasını sağlamak için kullanılan en önemli araç vergi politikasıdır. Anayasa’nın 73’üncü maddesine göre, “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikasının sosyal amacıdır.” Anayasa’nın bu hükmüyle vergi hukukunun önemli bir kuralı olan “mali güce göre vergilendirme ilkesi” kabul edilmiştir. Malî güce göre vergilendirme ilkesi vergi kanunlarının “oranlı vergi”, “vergi muafiyet, istisna ve indirimleri” gibi yöntemlerle düzenlenmesini gerekli kılar. Böylece gelir düzeyi yüksek olanlardan çok, düşük olanlardan ise az vergi alınmaktadır. Ayrıca bu şekilde toplanan vergilerin bir kısmı, vatandaşlara insan onuruna yakışır bir hayat düzeyi sağlamaya yönelik sosyal hakların gerçekleştirilmesine harcanır. Kamulaştırma Kamulaştırma doğrudan sosyal devletle ilgili bir kurum değildir. Ancak sosyal amaçlı kamulaştırmalar sosyal devletin bir yöntemi olarak kabul edilebilir. Kamulaştırma, kamu yararının gerektirdiği hâllerde karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamının veya bir kısmının sahiplerinin rızasına bakılmaksızın devlet ve diğer kamu tüzel kişileri tarafından kamu mülkiyetine geçirilmesidir (Gözübüyük, 1983: 152; Özbudun, 1998: 107; Gözler, 2000: 146). Anayasa’nın 46’ncı maddesine göre (f.1), “Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir.” Bu hüküm genel anlamda kamulaştırmayı düzenlemektedir. Bu tür kamulaştırmada kamulaştırma bedeli, nakden ve peşin olarak ödenir (m.46/2). Bununla birlikte, Anayasa aynı maddede sosyal amaçlı kamulaştırmaya da yer vermiştir. Buna göre, “tarım reformunun uygulanması... iskân projelerinin gerçekleştirilmesi” amacıyla da kamulaştırma yapılabilir. Anayasa, sosyal amaçlı kamulaştırmaları kolaylaştırmak için kamulaştırma bedelinin taksitle ödenebilmesini kabul etmiştir. Anayasa’ya göre (m.46/2-4), “tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedel- 52 Devletin Temel Nitelikleri lerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir. Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir... (T) aksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.” Devletleştirme Anayasa’nın 47’nci maddesinde düzenlenen devletleştirme çok sınırlı da olsa sosyal devlet aracı olarak kullanılabilmektedir. Bu maddeye göre, “kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler, kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir. Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır. Gerçek karşılığın hesaplanma tarzı ve usulleri kanunla düzenlenir.”  Toprak Reformu Millî gelirin adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmasını sağlamaya yönelik en etkili yöntemlerinden birisi olan toprak reformu anayasanın 44’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, “Devlet... topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır.” Planlama Temel amacı ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamak olan planlama, bir sosyal devlet aracı olarak da kullanılabilmektedir. Planlama, devletin sosyal ve ekonomik hayata sistemli, akılcı ve tutarlı bir şekilde müdahalesini sağlar ve ekonomik kaynakların, ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla bilimsel ve akılcı biçimde kullanılmasına hizmet eder (Özbudun, 1998: 108). Bununla birlikte ekonomik kalkınmayı sağlamada planlama tek başına yeterli olmayıp başka araçlara da ihtiyaç vardır. Öte yandan, planlama yöntemine yer vermeyen ekonomik kalkınma modelleri de bulunmaktadır. Anayasanın planlamayı düzenleyen 166’ncı maddesine göre, “Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir. Planda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir… Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında Cumhurbaşkanına istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur...” Anayasaya göre sosyal hakların sınırını açıklayın. Sosyal devlet konusunu, Temel Hak ve Hürriyetler Bölümünde anlatılan sosyal haklar konusu ile birlikte değerlendirin. Sosyal devlet kavramını açıklayın. Öğrenme Çıktısı 8 Sosyal devleti gerçekleştirmeye yönelik hukukî tedbirleri özetleyebilme Araştır 8 İlişkilendir Anlat/Paylaş 53 Türk Anayasa Hukuku EŞİTLİK Eşitlik, bireyler açısından bir temel haktır. Bu nedenle bireyler, bu ilkeye dayanarak eşit işlem görmeyi veya kendilerinin ayrıma tâbi tutulmamasını isteme hakkına sahiptirler. Eşitlik aynı zamanda, devlet organları ve idare makamları açısından uyulması zorunlu olan ve devlet yönetimine egemen temel bir ilkedir (Özbudun, 1998: 112). Eşitlik ilkesi Anayasa’da genel esaslar bölümünde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 10 uncu maddesine göre, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”  Anayasa’nın eşitliğe ilişkin bu hükmü kişiler arasında ayrımcılık yapılmasını ve bazı kimselere ayrıcalık tanınmasını yasaklamakta ve bütün devlet organlarına eşit işlem yapma yükümlülüğü getirmektedir (Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 114-115). Kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ve Devletin bu eşitliği yaşama geçirme yükümlülüğüne ilişkin hüküm 2004 Anayasa değişikliğiyle maddeye eklenmiştir. 2010 değişikliğiyle de 10’uncu maddeye “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” ve “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” hükümleri eklenmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasında “herkes”in eşit olduğu belirtildikten sonra ikinci fıkrada “kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu”nun ayrıca vurgulanması esasen gereksizdir. Buna karşılık, devletin kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü tutulması, kadınların sosyal ve ekonomik alanlardaki durumlarının iyileştirilmesi bakımından gerekli ve önemlidir. 2010 değişikliği ile pozitif ayrımcılığın kapsamı “çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazileri” de içerecek şekilde genişletilmiştir. Eşitlik iki anlamda ele alınmaktadır: “Şeklî ya da yatay eşitlik”, kanunların genel ve soyut nitelikte olması ve kapsamında bulunan herkese eşit olarak uygulanmasıdır. Eşitlik ilkesi başka bir açıdan, farklı statü ve durumda olanlara farklı hükümlerin uygulanmasını ifade eder ki, bu anlamda eşitlik “dikey eşitlik” ya da “maddi eşitlik” olarak adlandırılır (Özbudun, 1998: 112-113). Eşitlik ilkesi, anayasa yargısı ve idari yargı denetiminde mahkemelerce kullanılan çok önemli bir hukuka uygunluk kriteridir. Örneğin, devlet memurlarının vergi yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir kanun hükmü, diğer vergi yükümlüsü vatandaşlar (serbest meslek erbabı ve işçiler gibi) ile devlet memurları arasında ayrıma yol açacağından eşitlik ilkesine aykırılık nedeniyle Anayasa Mahkemesince iptal edilecektir. Benzer şekilde, bir fakülteye girmeye hak kazanan öğrencilerden bazılarının kayıt işlemlerinin yapılmaması yolundaki idari işlem de yine eşitlik ilkesine aykırılık nedeniyle idare mahkemesi tarafından iptal edilir.  Anayasa Mahkemesine göre, yasama organının kanunla vatandaşlara haklar ve yükümlülükler getirirken kişiler ya da gruplar arasında farklılıklar yaratacak hükümlere yer verebilmesi, ancak “haklı nedenler”in bulunması halinde mümkündür (Bk. E.1985/11, K.1986/29, K.T. 11.12.1986, AMKD., Sayı 22, s.460). Anayasa Mahkemesi çeşitli kararlarında, “gereklilik”, “zorunluluk”, “işin özelliklerine ve ereklerine uygunluk” gibi “haklı neden” olarak kabul edilebilecek bazı kriterlere yer vermiştir. Kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçmesinin sağlanması için ve çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. dikkat 54 Devletin Temel Nitelikleri “Başvuru konusu olayda çevresel rahatsızlığın kaynağı olarak ileri sürülen cami ve mescitlerin sabah ezanı okunurken sesin yüksek olduğu ve başvurucunun ikamet ettiği çevrede üç ayrı ibadethane bulunduğu ve bunların Diyanet İşleri Başkanlığı denetimine alınmış resmi görevlisi bulunan cami ve mescitlerden olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, sabah namazı için ibadethanelere giden cemaat sayısının azlığını belirterek sabah ezanı okunma ihtiyacını sorgularken yüksek sese ilişkin ölçüm değerleri, konuta mesafesi ve ses cihazları gibi somut verileri başvurusuna eklememiştir. Fakat somut olayda sabah saatlerinde yüksek sesle ezan okunmasından rahatsız olan bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile çoğunluğun inancının bir gereği olan, insanları namaza çağırma niteliği taşıyan ezanın sesinin kamusal alana verilmesi konusunda toplumun menfaatinin dengelenmesi söz konusudur. Bu menfaatlerin demokratik toplumlarda çoğulculuk ve hoşgörü temelinde dengelenmesi gerektiği açıktır… Öte yandan demokratik hoşgörü ve çoğulculuk, toplumun büyük çoğunluğunun inancı doğrultusunda bazı uygulamalara izin verilmesini kaçınılmaz kılmakta ve bir arada yaşamanın gerektirdiği bu kültürel ve dini uygulamalara belli ölçüde tahammül etme yükümlülüğü doğurmaktadır. Fakat bu yükümlülük uygulamaların bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını ihlal edecek boyuta ulaşmasına ve katlanılamaz bir yük teşkil etmesine izin verilmesi anlamına gelmemelidir”. Kaynak: Anayasa Mahkemesinin 30.06.2016 tarihli bireysel başvuru kararı, Başvuru Numarası: 2014/3977, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161013-9.pdf Yaşamla İlişkilendir Anayasanın 10. maddesine göre kimlere pozitif ayrımcılık yapılabilecektir? Yatay eşitlik ve dikey eşitlik kavramlarını karşılaştırın. Pozitif ayrımcılığa ilişkin olarak Anayasada yer olan kuralları arkadaşlarınızla değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 9 Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesini açıklayabilme Araştır 9 İlişkilendir Anlat/Paylaş Türk Anayasa Hukuku 55 1 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Cumhuriyet kavramını açıklayabilme Cumhuriyetçilik Cumhuriyet kavramı dar ve geniş anlamda olmak üzere iki farklı şekilde kullanılmaktadır. Dar anlamda cumhuriyet, monarşi olmayan devlet anlamına gelmektedir. Geniş anlamda cumhuriyet ise demokrasi ile aynı anlamı ifade etmektedir. Buna göre cumhuriyet, egemenliğin halka ait olduğu ve yöneticilerin seçim ile belirlendiği rejimi ifade etmektedir. 2 Anayasanın başlangıç kısmının niteliğini açıklayabilme Başlangıçta Yer Alan İlkeler Başlangıç bölümleri anayasaların yapılış sebepleri ile dayandıkları temel felsefeyi açıklayan ve genellikle edebi bir üslupla yazılan kısımlarıdır. Bu bölümler kural olarak anayasanın diğer hükümleri gibi uygulanabilir hukuk normları içermezler. Ancak 1982 Anayasası başlangıç kısmını anayasa metnine dahil etmiştir. Başlangıçta bulunan ve aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde ve bazı maddelerinde de yer alan ilkeler anayasallık denetiminde ölçü norm olarak kullanılabilir. Ancak başlangıçta yer alan ve somutlaştırılması mümkün olmayan diğer açıklamaların ölçü norm olarak kullanılmaması, daha çok pozitif anayasa normlarının yorumlanmasında faydalanılması gerekir. 3 Üniter devlet ile federal devletin örgütlenmesi arasındaki farklılıkları açıklayabilme Üniter Devlet Üniter devlette tek bir anayasa, yasama organı ve hükûmet vardır. Federal devlette ise, federe devletlerin de kendi anayasaları, yasama organları ve hükûmetleri bulunmaktadır. Üniter bir devlette, yasama, yürütme ve yargı iktidarları federal sistemlerde olduğu gibi bölünemez. Federal devlette, merkezî yönetim ile eyaletler arasındaki yetki paylaşımı ve ilişkiler federal anayasa ile belirlenir. Genellikle, uluslararası ilişkiler, savunma, para birimi ve ekonominin temel işleyişi federal devletin yetki alanındadır. Devletin Temel Nitelikleri 56 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 4 Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik anlayışını özetleyebilme Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı Devlet Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik anlayışı, 1982 Anayasasında yer alan ilgili hükümlerden ve Atatürk’ün bazı ifadelerinden faydalanılarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Buna göre Atatürk’ün ve dolayısıyla Anayasa’nın benimsediği milliyetçilik anlayışı, “ırk, dil ve din gibi objektif benzerliklere değil; kader, kıvanç ve tasa ortaklığına ve birlikte yaşama arzusuna dayanan subjektif milliyetçilik” anlayışıdır. Anayasa’da yer alan, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” hükmünün de buna dayandığı kabul edilmektedir. 5 Lâiklik ilkesini tanımlayabilme Lâik Devlet Laik devlet din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan, resmî bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran ve din ve devlet işlerinin ayrı olduğu devlet demektir. 6 Demokrasi kavramını açıklayıp kurumlarını sıralayabilme Demokratik Devlet Eski Yunanca “halk” anlamına gelen “demos” ve “yönetmek” anlamına gelen “kratein” sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan demokrasinin sözlük anlamı “halk yönetimi” demektir. Halkın yönetimi anlamında demokrasi, yönetim ile ilgili kararların doğrudan halk tarafından alınması ve uygulanmasıdır. Bu anlamıyla demokrasi günümüz açısından bir idealden öte anlam taşımamaktadır. Bu sebeple demokrasiyi siyasal iktidarın halk iradesine dayandığı, siyasal kararların halkın isteklerine uygun olarak alındığı ve seçimlerle siyasi iktidarların belirlendiği yönetim biçimi, olarak tanımlamak mümkündür. Ancak günümüz demokrasilerinde, bu tanımın yanı sıra demokrasinin başka kurumlarından da bahsedilmektedir. Demokrasinin temel kurumları özgür ve düzenli seçimler, siyasi çoğulculuk ve yarışma (çok-partili siyasal hayat), insan hakları (temel hak ve hürriyetler), çoğunluk yönetimi ve azınlık hakları ile seçilmişlerin üstünlüğüdür. Türk Anayasa Hukuku 57 7 Hukuk devleti ilkesini tanımlayabilme Hukuk Devleti Hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına dayandığı ve vatandaşların da hukuki güvenlik içinde bulunduğu bir sistemdir. Hukuk devletinin amacı, yönetim yetkisinin keyfi kullanımının yarattığı tehlikeyi asgariye indirmek; istikrarsız, açık olmayan ve geçmişe dönük kuralların neden olduğu kişisel hürriyet ve onur ihlallerini engellemektir. Hukuk devleti kanun devleti demek değildir. Hukuk devletinde egemen olması gereken hukuk, insan hak ve hürriyetlerini tanıyan, vatandaşlar için hukuki güvenlik sağlayan, adil ve evrensel standartlara uygun bir hukuktur. Bir hukuk devletinde devletin tüm organlarının yani yasama, yürütme ve yargı organlarının hukuk ile bağlı olması gerekir. Bunun için de kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olması, yargının bağımsız olması gerekir. Bir hukuk devletinde ayrıca, birey hak ve hürriyetlerinin tanınması ve korunması ve bireylerin hukuk güvenliği içerisinde bulunması gerekir. 8 Sosyal devleti gerçekleştirmeye yönelik hukukî tedbirleri özetleyebilme Sosyal Devlet Sosyal devletin temel amacı herkese insan onuruna yakışır asgari bir hayat düzeyi sağlamaktır. Bunun sağlanabilmesi için bazı temel sosyal hakların tanınması ve gerçekleştirilmesi gereklidir. Sosyal devletin başka bir gereği de millî gelirin bireyler arasında adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, vergi adaletinin sağlanması, kamulaştırma, devletleştirme, toprak reformu ve planlama gibi bir takım yöntemler ve tedbirler kullanılabilmektedir. 9 Anayasa’da yer alan eşitlik ilkesini açıklayabilme Eşitlik Eşitlik ilkesi Anayasa’da genel esaslar bölümünde düzenlenmiştir. Anayasa’nın eşitliğe ilişkin 10. maddesi kişiler arasında ayrımcılık yapılmasını ve bazı kimselere ayrıcalık tanınmasını yasaklamakta ve bütün devlet organlarına eşit işlem yapma yükümlülüğü getirmektedir. 10. madde ayrıca, bazı kişi veya gruplar lehine pozitif ayrımcılık yapılabilmesine imken tanımaktadır. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Devletin Temel Nitelikleri 58 neler öğrendik? 1 Aşağıdakilerden hangisi doğrudan doğruya hukuk devletini sağlamanın mekanizmalarından biri değildir? A. Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi  B. İdarenin eylem ve işlemlerinin denetlenmesi  C. Yargı bağımsızlığının sağlanması D. Hak arama yollarının açık olması E. Nisbi seçim sisteminin benimsenmesi 2 Aşağıdakilerden hangisi bireylere insan onuruna yakışır asgari bir hayat düzeyi sağlamaya yönelik temel sosyal haklardan biri değildir? A. Çalışma hakkı B. Bilgi edinme hakkı C. Sağlık hakkı D. Konut hakkı  E. Eğitim hakkı 3 Siyasi partiler ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Siyasi partiler, önceden izin almadan kurulurlar. B. Siyasi partilerin çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur. C. Parti üyesi olabilmek için onsekiz yaşını doldurmuş olmak gerekir. D. Yükseköğretim öncesi öğrenciler siyasi partilere üye olamazlar. E. Siyasal partilerin, sendikalarla iş birliği yapması yasaktır. 4 1982 Anayasası’na göre, Anayasa Mahkemesi aşağıdaki durumların hangisinde bir siyasi parti hakkında yalnızca kapatma kararı verebilir? A. Partinin tüzüğünün hukuk devleti ilkesine aykırı olması B. Partinin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerinin olması C. Partinin, uluslararası bir kuruluştan maddi yardım alması D. Partinin ticari faaliyetlerde bulunması E. Partinin eylemlerinin demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olması 5 1982 Anayasası’na göre, aşağıdakilerden hangisi seçimlere ilişkin ilkelerden biri değildir? A. Genel oy B. Eşit oy  C. İki dereceli seçim D. Açık sayım ve döküm E. Seçimlerin yargı denetimi altında yapılması 6 1982 Anayasası’na göre, Yüksek Seçim Kuru- lu ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur. B. Üyeleri Yargıtay üyeleri arasından Cumhurbaş- kanı tarafından seçilir. C. Kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz. D. Seçimden sonra seçim konularıyla ilgili itirazla- rı inceleme görevi vardır. E. Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi vardır. 7 Anayasaya göre, aşağıdakilerden hangisi seç- men olabilmenin şartlarından biri değildir? A. Türk vatandaşı olmak B. On sekiz yaşını doldurmuş olmak C. Kısıtlı olmamak D. Tutuklu olmamak E. Kamu hizmetlerinden yasaklı olmamak 8 Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun siyasi partilerin kapatılması ve devlet yardımından yoksun bırakılması kararlarını verebilmesi için sırasıyla top- lantıya katılan üyelerin ne kadarının oyu gerekir? A. beşte üç- salt çoğunluk B. üçte iki- salt çoğunluk  C. üçte iki- beşte üç çoğunluk D. Her ikisi için de beşte üç çoğunluk E. Her ikisi için de üçte iki çoğunluk 9 1982 Anayasası’na göre, eşitlik ilkesini dü- zenleyen 10. madde ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Anayasada genel esaslar bölümünde düzenlenmiştir. B. Yoksullar lehine pozitif ayrımcılık yapılmasına imkân tanınmıştır. C. Kanun önünde eşitlik ilkesi kabul edilmiştir. D. Hiçbir kişiye imtiyaz tanınamaz kuralına yer vermektedir. E. Bütün devlet organlarına eşit işlem yapma yü- kümlülüğü getirmektedir. 10 Laiklik ilkesi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Olağanüstü hallerde kişiler dinî inançlarını açıklamaya zorlanabilir. B. Devlet bütün dinlerin mensuplarına eşit davranır. C. Lâik bir sistemde, devletin resmî dini bulunmaz. D. Devlet din kurallarının içeriklerinin belirlenmesine müdahale edemez. E. Laik bir sistemde din ve devlet işlerinin ayrı olması gerekir. Türk Anayasa Hukuku 59 neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “Hukuk Devleti” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. E Yanıtınız yanlış ise “Demokratik Seçimin İlkeleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. B Yanıtınız yanlış ise “Çok Partili Siyasal Hayat” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. E Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Partilerin Kapatılması veya Devlet Yardımından Yoksun Bırakılması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. E Yanıtınız yanlış ise “Sosyal Devlet” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. B Yanıtınız yanlış ise “Özgür ve Düzenli Seçimler” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. D Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Partilerin Hukuki Denetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. C Yanıtınız yanlış ise “Demokratik Seçimin İlkeleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. C Yanıtınız yanlış ise “Eşitlik” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. B Yanıtınız yanlış ise “Lâik Devlet” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. A Araştır Yanıt Anahtarı 2 Araştır 1 Anayasa’mızda “Cumhuriyet” kavramı, hukuki açıdan “dar anlamda” kullanılmıştır. Çünkü Cumhuriyet kavramı demokrasi ile özdeş olarak kullanılmış olsaydı, ayrıca “demokratik devlet” ilkesinin Devletin nitelikleri arasında sayılmasına gerek kalmazdı. O hâlde, Anayasa’ya göre, Türkiye Devleti bir monarşi değil, demokratik bir Cumhuriyettir. Araştır 2 1982 Anayasası başlangıç kısmını anayasa metnine dâhil etmiştir. Araştır 3 Anayasada devletin üniter yapıda olduğuna ilişkin açık bir hüküm yoktur. Ancak Anayasanın bütününden bu sonucu çıkarmak mümkündür. Anayasamıza göre, Devletinin tek bir anayasası, federal nitelikte olmayan bir yasama organı, yürütme organı ve yargı organları vardır ve bu organlar ulusal düzeyde yetkilerini icra ederler. Federal devletlerde ise yetki paylaşımının ve federal yapının açık bir şekilde ülkenin anayasasında düzenlenmesi gerekir. Üniter devletlerin anayasalarında ise genellikle devletin üniter olduğu belirtilmez, ama bu nitelik anayasanın düzenlemelerinden anlaşılır. Araştır 4 1961 Anayasası “milliyetçilik” yerine “millî devlet” deyimini kullanmış, Başlangıç bölümünde ise “Türk Milliyetçiliği”nin bir tanımını vermiştir. Devletin Temel Nitelikleri 60 Araştır Yanıt Anahtarı 2 Araştır 5 İnanç hürriyeti, herkesin dilediği inanç ve kanaate sahip olması ya da dilerse hiçbir inanca sahip olmaması şeklinde iki farklı yönü vardır. Bireylerin, kendi inançlarını seçme ve yorumlama konusundaki tercihleri tamamen kendilerine ait mutlak bir özgürlüktür. İbadet hürriyeti ise, kişinin inandığı dinin gerektirdiği bütün ibadetleri, âyin ve törenleri serbestçe yapabilmesi ve başkaları üzerinde cebir ve şiddet kullanmamak şartıyla inancına göre yaşayabilmesini ifade eder. İbadet hürriyetine bazı sınırlar getirilebilmektedir. Kural olarak başkalarına zarar vermeyen dinî ibadet ve uygulamalar serbesttir. Başkalarına zarar veren ibadetler ise sınırlanabilir. Araştır 6 Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemleri sebebiyle kapatılabilmesi için bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline gelmesi gerekir. Parti üyelerinin eylemleri nedeniyle bir partinin odak haline gelebilmesi için ise anayasaya aykırı eylemlerin parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca (büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu) zımnen veya açıkça benimsenmesi gerekir. Dolayısıyla Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin parti üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi partinin odak hâline gelmesi için yeterli değildir. Araştır 7 Yüksek Askerî Şûranın ve Hakimler ve Savcılar Kurulunun bütün kararlarına karşı yargı yolu kapalıyken, 2010 yılında yapılan değişiklikler ile bu kurulların bazı kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Buna göre, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararları ile Hakimler ve Savcılar Kurulunun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açıktır. Diğer kararlarına karşı yargı yolu kapalıdır. Ayrıca Cumhurbaşkanın tek başına yaptığı işlemler aleyhine yargı yoluna gidilemiyorken, Anayasa’da 2017 yılında yapılan değişiklik ile birlikte, bu işlemlere karşı yargı yolu açılmıştır. Araştır 8 Devlet, sosyal ve ekonomik alanlar ile ilgili olarak Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Anayasa’nın 10 maddesinde 2004 ve 2010 yıllarında yapılan değişiklik ile birlikte bazı gruplara yönelik pozitif ayrımcılık yapılabilmesine imkân tanınmıştır. Bunlar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazilerdir. 10. maddeye göre, kadın ve erkekler arasındaki eşitliğin yaşama geçmesini sağlamak amacıyla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Yine çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Araştır 9 Türk Anayasa Hukuku 61 Barry, Norman P. (2003). Modern Siyaset Teorisi. (Çevirenler: Mustafa Erdoğan- Yusuf Şahin), Ankara. Daver, Bülent (1955). Türkiye Cumhuriyetinde Lâiklik. Ankara. Erdoğan, Mustafa (2001). Anayasal Demokrasi, Ankara. Erdoğan, Mustafa (1999). Anayasal Demokrasi, Ankara. Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku Dersleri. Bursa. Hakyemez, Yusuf Şevki (2000). Militan Demokrasi Anlayışı ve 1982 Anayasası. Ankara. Karamustafaoğlu, Tunçer (1970). Seçme Hakkının Demokratik İlkeleri. Ankara. Kubalı, Hüseyin N. (1969). Anayasa Hukuku Dersleri: Genel Esaslar ve Siyasi Rejimler. İstanbul.  Lijphart, Arend (1996): Çağdaş Demokrasiler: Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri (Çevirenler: Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran), Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını. Lipson, Leslie (1984). Demokratik Uygarlık (Çevirenler: Haldun Gülalp ve Türker Alkan). Ankara. Mackenzie, W.J.M.(1967). Free Elections. London. Özbudun, Ergun (1993). Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı. Ankara. Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara. Özek, Çetin (1962). Türkiye’de Lâiklik. İstanbul. Soysal, Mümtaz (1986). 100 Soruda Anayasanın Anlamı. İstanbul.  Tanör, Bülent- Necmi Yüzbaşıoğlu (2001). 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku. İstanbul. Tanör, Bülent (1995). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980). İstanbul.  Teziç, Erdoğan (1996). Anayasa Hukuku. İstanbul. Vedel, Georges (1993). “Temel Hukuki Seçenekler”, BDT Ülkelerinde Demokrasiye Geçiş ve Anayasa Yapımı (Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu-Türk Demokrasi Vakfı). Ankara. Wolf-Philips, Leslie (1970). “Constitutional Change in the Commonwealth”, Political Studies (Oxford). Vol.18, No.1,. Yayla, Atilla (1998). Siyaset Teorisine Giriş. Ankara. Kaynakça 62 Bölüm 3 Temel Hak Hürriyetler Anahtar Sözcükler: • Negatif Statü Hakları • Pozitif Statü Hakları • Aktif Statü Hakları• Katılma Hakları • Ölçülülük İlkesi• Öze Dokunma Yasağı • Demokratik Toplum Düzenin Gerekleri 1 Genel Olarak Temel Hak ve Hürriyetler 1 Temel hak ve hürriyetleri sınıflandırabilme 2 1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Hürriyetlere Yaklaşımı 2 Anayasanın temel hak ve hürriyetlere yaklaşımını değerlendirebilme 4 Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması 4 Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının şartlarını açıklayabilme 6 Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması 6 Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının hangi durumlarda durdurulabileceğini açıklayabilme 1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Hürriyetleri Sınıflandırması 3 Anayasanın temel hak ve hürriyetleri 3 sınıflandırmasını özetleyebilme Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılamaması 5 Temel hak ve hürriyetlerin kötüye 5 kullanılması yasağını açıklayabilme öğrenme çıktıları Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması 7 Temel hak ve hürriyetleri koruma 7 mekanizmalarını sıralayabilme  63 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Temel hak ve hürriyetler kavramı, insan haklarının pozitif hukuk metinlerine yansımış şeklîni başka bir ifade ile uluslararası sözleşmeler ve demokratik anayasalarla tanınmış hak ve hürriyetleri ifade etmektedir. Temel hak hürriyetlerin tanınması ve korunması bir hukuk devleti için zorunlu şartlardan biridir. Ancak bu hürriyetlerin anayasalarda isimlerinin zikredilmiş olması hürriyetlerin korunmaları için yeterli bir güvence değildir. Anayasalarda, temel hak ve hürriyetlerin kapsam ve sınırları, olağan ve olağanüstü dönemlerde hürriyetlere yapabilecek müdahalenin şartları ve hakkı ihlal edilen bireylerin başvurabileceği yollar gibi konuların düzenlenmesi gerekir. Böylelikle, hak ve hürriyetler ile ilgili olarak devletin yetki alanının sınırları belirlenerek hürriyetler güvence altına alınmış olacaktır. Bu bölümde 1982 Anayasasının temel hak ve hürriyetlere yaklaşımı ve sınıflandırması, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ve durdurulması, hak ve hürriyetlerin korunması konuları anlatılacaktır. GENEL OLARAK TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER Kavramlar Pozitif bakımdan birbirinden ayırmak her zaman mümkün olmamakla birlikte, “temel hak ve hürriyetler” ifadesi içinde yer alan “hak” ve “hürriyet” kavramları ile konuyla ilgili diğer bazı kavramları tanımlamakta yarar vardır. Hak, hukuk tarafından kişiye tanınmış olan ve belli bir şeyin yerine getirilmesini içeren isteme yetkisidir. Hürriyet, başkalarına zarar vermemek şartıyla bireyin bir şeyi yapıp yapmamaya ya da belli bir şekilde davranıp davranmamaya kendi iradesiyle karar vermesi ve kararının gereklerini yerine getirirken başkaları tarafından engellenmemesi olarak tanımlanabilir. İnsan hakları, bütün insanların sahip olduğu kabul edilen ya da hukuk tarafından herkese tanınması gerektiğine inanılan ideal haklar ve hürriyetler bütününü ifade eder. Kamu hürriyetleri kavramı genellikle insan haklarının pozitif hukuk tarafından tanınan ve güvenceye bağlanan kısmını ifade etmek için kullanılır. Temel hak ve hürriyetler kavramı; “insan hakları” ile aynı anlamda kullanılabildiği gibi, “bütün diğer haklardan yararlanmanın temeli olan haklar”, “anayasa ile tanınan hak ve hürriyetler” ya da “uluslararası sözleşmeler ve demokratik anayasalarla tanınmış hak ve hürriyetler”i ifade etmek için de kullanılabilmektedir. Biz “temel hak ve hürriyetler” kavramını bu sonuncu anlamda kullanıyoruz. Sınıflandırma Jellinek’in Sınıflandırması İnsan hakları alanında uzun yıllar süren bir gelişim sürecinin sonunda demokratik toplumlarda genel kabul gören ve yazılı anayasaların büyük çoğunluğu tarafından esas alınan tasnif, Jellinek tarafından ortaya konulan ancak daha sonra başka yazarlarca geliştirilen, “negatif statü hakları (kişi hakları)”, “pozitif statü hakları (sosyal ve ekonomik haklar)” ve “aktif statü hakları (siyasal haklar)” şeklîndeki sınıflandırmadır (Jellinek’in sınıflandırması için bk.. Kapani, 1981: 6). Temel hak ve hürriyetler, 1982 T.C. Anayasası da dahil olmak üzere demokratik anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde genellikle bu tasnife göre düzenlenmiştir.  Negatif statü hakları: Negatif statü hakları (kişi hakları), kişinin devlet tarafından ihlal edilmemesi ve dokunulmaması gereken özel alanının sınırlarını belirleyen, yaşama hakkı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, kişi dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı ve işkence yasağı gibi hürriyetlerdir. Bu hak ve hürriyetler devlete olumsuz bir tutum, yani sadece müdahale etmeme ödevi yükler. Başka bir ifadeyle bu hak ve hürriyetlerin gerçekleşebilmesi için devletin bunlara müdahale eden üçüncü kişileri durdurmak dışında herhangi bir malî ya da idarî katkıda bulunmasına gerek yoktur. Çünkü bu haklar mahiyetleri gereği kendiliğinden ya da kişinin kendisi tarafından gerçekleştirilen haklardır (Kapani, 1981: 6).Örneğin, kişinin konutuna güvenlik güçleri hukukun izin verdiği hâller dışında girmezlerse bu hak gerçekleşmiş olur. Pozitif statü hakları: Pozitif statü hakları (sosyal haklar), negatif statü haklarının aksine devlete olumlu bir davranışta bulunma ve hizmet etme, katkı sağlama ve yardımda bulunma yükümlülüğü ve sosyal alanda belli ödevler ve fonksiyonlar yükleyen, sağlık hakkı, öğrenim hakkı, çalışma hakkı, 64 Temel Hak Hürriyetler sosyal güvenlik hakkı ve konut hakkı gibi haklardır. Bu haklar aynı zamanda kişilere de bunların gerçekleştirilmesini devletten talep etme yetkisi verirler (Kapani, 1981: 6). Örneğin, devletin malî imkânları ölçüsünde bütün vatandaşların eğitilmesi, hastalandığında tedavi edilmesi, barınacağı yeri yoksa konut sağlanması gibi imkânları hazırlamak ve sunmak yükümlülüğü vardır. Aktif statü hakları: Aktif statü hakları (siyasi haklar), kişilerin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır (Kapani, 1981: 6). Kişiler seçimlerde ve halkoylamasında oy kullanmak, aday olmak vb. yollarla ülke yönetiminde söz sahibi olma ve siyasi kararların alınmasına katılma imkânını elde ederler. Siyasi parti kurma, partilere girme, kamu hizmetlerine girme, dilekçe hakkı ve vatandaşlık hakları bu kategoriye giren haklardandır. Temel hak ve hürriyetleri oluşturan bu üç kategoride yer alan haklar, mahiyetlerinden hareketle sırasıyla koruyucu haklar, isteme hakları ve katılma hakları olarak da adlandırılabilmektedir. Yeni Sınıflandırmalar Bununla birlikte, bu klasik tasnifin artık yetersiz kaldığı yolunda düşünceler vardır. Örneğin, çevre hakkını, öznesi, süjesi ve gerçekleştirilmesindeki özellikler göz önüne alındığında, klasik tasnifte hangi hak kategorisine yerleştirebiliriz? Kişi hakları, sosyal haklar ve siyasal haklardan oluşan klasik kategorilerin hiçbiri içerisinde çevre hakkını tam olarak ifade etmek mümkün değildir. Öte yandan, mahiyeti farklı yeni bazı hak gruplarının da geliştiği görülmektedir. İnsan haklarının kapsam ve muhteva olarak gelişmesi karşısında yetersiz kalan klasik tasniflerden farklı olarak, henüz anayasalarda tam olarak yer almamakla birlikte, insan hakları alanında yeni birtakım tasnifler yapılmaktadır. İnsan haklarını, ortaya çıkışları ve gelişim süreçleri itibarıyla kuşaklar halinde sınıflandıran bu yaklaşım, başlangıçtan günümüze insan haklarını üç kuşakta ele almaktadır: Birinci kuşak, “insan kişiliğinin korunmasına ilişkin medeni ve siyasal hakları”; ikinci kuşak, insanın onur içinde yaşamasını amaçlayan “ekonomik, sosyal ve kültürel hakları”, üçüncü kuşak ise insanın uygun çevrede ve barış içinde yaşamasını amaçlayan “dayanışma hakları”nı kapsamaktadır. Birinci ve ikinci kuşakta ele alınan haklar büyük ölçüde klasik tasniflerde de yer almaktadır. Buna karşılık üçüncü kuşakta yer alan “Dayanışma Hakları” ise 1982 yılında hazırlanan “Dayanışma Haklarına İlişkin Uluslararası Pakt Ön Tasarısı”nda düzenlenen şeklîyle, “barış hakkı, gelişme hakkı, çevre hakkı ve insanlığın ortak malvarlığına saygı hakkı”ndan oluşmaktadır.  1982 ANAYASASI’NIN TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERE YAKLAŞIMI 1982 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetlere ilişkin düzenlemesi kapsam ve sistematik olarak 1961 Anayasası’na benzemekle beraber, iki anayasa arasında insan haklarına yaklaşım ve bunların sınırlanması konusunda ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Her şeyden önce, 1961 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetleri önemli ölçüde güçlendirmesine karşılık, ilk düzenleme itibarıyla 1982 Anayasası’nın en belirgin özelNegatif statü haklarının neler olduğunu açıklayınız. Devletin, negatif statü hakları ve pozitif statü hakları ile ilgili ödevlerini karşılaştırın. İnsan hakları ile ilgili yeni sınıflandırmaları anlatın. Öğrenme Çıktısı 1 Temel hak ve hürriyetleri sınıflandırabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş 65 Türk Anayasa Hukuku liklerinden birisi, “hürriyet-otorite” dengesinde otoriteden yana tavır koymuş olmasıdır. Gerçekten de, 1982 Anayasası, hak ve hürriyetleri düzenlemiş, ancak getirdiği sınırlamalarla hak ve hürriyetlerin alanını oldukça daraltmıştır. 1982 Anayasası (m.5) devletin temel amaç ve görevleri arasında, “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” görevine de yer vermiştir.  1982 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetler bakımından hangi anlayışı benimsediği genellikle üzerinde durulan bir konudur. Anayasa’nın 12’nci maddesinin ilk fıkrasındaki “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” hükmü ile Anayasa’nın başlangıcında yer alan “her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden... yararlanarak... maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” ifadesi tabiî hak doktrininin benimsenmiş olduğu izlenimini vermekteyse de, “bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetler” deyimi aslında pozitivist hak anlayışının kabul edildiğini göstermektedir (Özbudun, 1998: 74; Tanör, 1986: 131). Anayasa, hakları ve ödevleri birlikte düzenlemiştir. Temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümlerin başlıkları şu şekildedir: “Kişinin hakları ve ödevleri”, “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler”, “siyasi haklar ve ödevler”. Ayrıca Anayasa’nın 12’nci maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva ettiği vurgulanmıştır (f.2).  Anayasanın bu yaklaşımı insan hakları teorisi bakımından yerinde değildir. Zira, hak aynı zamanda ödev içeren bir kavram değildir. Bir bireyin sahip olduğu bir hakkın, ancak bir başkası bakımından karşılığı veya etkisi bir ödev olabilir. Bir durumda hak sahibi olan kişi başka bir durumda ödevli olabilir, ancak bir kişi aynı ilişkide hem hak sahibi hem de ödevli olamaz. Bu nedenle somut bir hak, aynı zamanda ödev niteliğinde olamaz. Mustafa Erdoğan’ın belirttiği gibi, İnsan haklarının aynı zamanda ödevleri de içerdiği şeklîndeki anlayış yanlış ve tehlikelidir. İnsanların birtakım ödevleri olabilir, ancak bunların insan haklarıyla bir ilişkisi yoktur (Erdoğan, 2001: 117-118). Ödev, hakkın sınırı olarak da anlaşılamaz. Çünkü hakkın sınırı, sadece onun kullanım alanını ve çerçevesini belirler. 1982 Anayasası’nda düzenlenen bütün bu hak ve hürriyetlerin milletlerarası andlaşma ve belgelerle kapsam bakımından büyük bir benzerlik göstermesi, hatta bazı hükümlerin aynen alınması, Türk Anayasalarının hazırlanmasında, bunlardan büyük ölçüde yararlanıldığını göstermektedir. Ancak Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetlere ilişkin sınırlamalar, uluslararası sözleşmelerde yer alan sınırlarla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır. Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetlere ilişkin sınırlamalar, uluslararası sözleşmelerde yer alan sınırlarla kıyaslanamayacak ölçüde fazladır. 1982 Anayasası’nın temel hak ve hürriyetler bakımından hangi anlayışı benimsediğini açıklayın. 1982 Anayasasının temel hak ve hürriyetlere yaklaşımını, Birinci Bölümde anlatılan Anayasanın yapım süreci ve dayandığı temel felsefe çerçevesinde değerlendirin. Anayasa’nın 5. maddesinde yer alan, temel hak ve hürriyetlere ilişkin hükümleri açıklayın. Öğrenme Çıktısı 2 Anayasanın temel hak ve hürriyetlere yaklaşımını değerlendirebilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş 66 Temel Hak Hürriyetler 1982 ANAYASASI’NIN TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ SINIFLANDIRMASI 1982 Anayasası, temel hak ve hürriyetlere ilişkin genel hükümler bölümünde temel hak ve hürriyetlerin niteliği, sınırlanması, kötüye kullanılamaması ve durdurulması gibi hususlara yer vermiştir. Temel hak ve hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12’nci maddeye göre, “Herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir (f.1). Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder (f.2)”.  Anayasa, temel hak ve hürriyetlerin tek tek düzenlenmesini ise hakların niteliğine göre üç kategori halinde yapmış bulunmaktadır. Buna göre, “kişinin hakları ve ödevleri”, “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” ve “siyasi haklar ve ödevler” olmak üzere bütün insan hakları düzenlenmiştir.  Kişinin hakları ve ödevleri bölümünde (m.17- 40); kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı; zorla çalıştırma yasağı; kişi hürriyeti ve güvenliği; özel hayatın gizliliği; konut dokunulmazlığı; haberleşme hürriyeti; yerleşme ve seyahat hürriyeti; din ve vicdan hürriyeti; düşünce ve kanaat hürriyeti; düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti; bilim ve sanat hürriyeti; basın hürriyeti; dernek kurma hürriyeti; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı; mülkiyet hakkı; hak arama hürriyeti; kanuni hâkim güvencesi; suç ve cezalara ilişkin esaslar; ispat hakkı; ve temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir.  Sosyal ve ekonomik haklar bölümünde (m.41- 65); ailenin korunması ve çocuk hakları; eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi; çalışma ve sözleşme hürriyeti; dinlenme hakkı; sendika kurma hakkı; sendikal faaliyet; toplu iş sözleşmesi; grev hakkı ve lokavt; ücrette adalet; sağlık, çevre ve konut hakkı; sosyal güvenlik hakkı gibi hürriyetler yer almıştır. Siyasi haklar bölümünde ise (m.66-74); vatandaşlık; seçme ve seçilme hakları; siyasi partiler ve siyasi faaliyetlerle ilgili haklar; kamu hizmetlerine girme hakkı; vatan hizmeti hakkı ve ödevi; vergi ödevi; dilekçe hakkı gibi hak ve hürriyetler düzenlenmiştir.  TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN SINIRLANMASI Temel Hak ve Hürriyetlerin Objektif ve Anayasal Sınırları Objektif (Nesnel) Sınırlar Anayasada belirtilmiş olmasa bile bazı hak ve hürriyetlerin kendi niteliklerinden doğan, başka bir ifadeyle “eşyanın tabiatında mevcut” olan sınırları vardır. İşte bunlara “objektif sınırlar” adı verilir (Özbudun, Anayasanın sosyal ve ekonomik haklar bölümünde hangi haklara yer verilmiştir? Çevre hakkı, temel hak ve hürriyetlere ilişkin olarak yapılan tasniflerden hangisinin kapsamında değerlendirilmektedir? 1982 Anayasası çevre hakkını hangi başlık altında sınıflandırmıştır? Anayasa’ya göre, siyasi haklar ve ödevlerin neler olduğunu arkadaşlarınıza anlatın. Öğrenme Çıktısı 3 Anayasanın temel hak ve hürriyetleri sınıflandırmasını özetleyebilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş 67 Türk Anayasa Hukuku 1998: 79). Bu sınırlar söz konusu olduğunda, hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı değil, geçerlilik ve muhtevalarının nereye kadar uzandığının belirlenmesi gerekir (Sağlam, 1982: 49; Gözler, 2000: 175). Örneğin, basın hürriyetinin muhtevasında “kişilerin şeref ve haysiyetine tecavüz” yoktur. Yani, basın hürriyeti kullanılırken kişilere sövülmesi, iftira ve hakaret edilmesi ya da başka şekillerde kişilerin şeref ve haysiyetine saldırılması mümkün değildir. Yine, ifade hürriyeti insanları suç işlemeye teşvik etmek ya da iftira, sövmek, hakaret etmek biçiminde kullanılamaz. Benzer şekilde, dilekçe hakkı, hakaret ve tehdit içeremez (Özbudun, 1998: 79; Sağlam, 1982: 62; Gözler, 2000: 175-176). Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da silahlı ve saldırılı olarak kullanılamaz. Görüldüğü gibi bütün bu örneklerde hak ve hürriyetin mahiyeti ve kapsamıyla bağdaşmayan biçimlerde kullanılması söz konusu olamamaktadır.  Objektif sınırların anayasada yer alması veya kanunla konulması gerekli değildir. Bu sınırlar kendiliğinden vardır ve herkes tarafından dikkate alınmaları gerekir.  Anayasal Sınırlar Temel hak ve hürriyetlerin anayasal sınırları, doğrudan anayasa tarafından konulan sınırlardır. Anayasa bazı hak ve hürriyetleri düzenlerken onları sınırlarıyla birlikte tanımlamakta, başka bir ifadeyle bazı hakları ancak belli sınırlar içinde tanımaktadır. Bu durumda doğrudan anayasa ile konulan sınırların kanunla konulması gerekmemektedir. Yasama organı bu tür temel hak ve hürriyetlerin sınırlılığını belirtmek veya sınırları somutlaştırmak amacıyla kanuni düzenleme yapsa dahi, bu düzenleme sadece açıklayıcı niteliktedir. Yani teknik anlamda sınırlandırma değildir (Gözler, 2000: 174- 175; Özbudun, 1998: 78-79; Sağlam, 1982: 57). Anayasa’mızda bu tür sınırlamaların örnekleri oldukça fazladır. Örneğin, Anayasa’nın 34’üncü maddesine göre, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ancak “silahsız ve saldırısız” olarak kullanılabilecek bir haktır. Hak arama hürriyeti, ancak “meşru vasıta ve yollardan faydalanarak” kullanılabilir (m.36). Bilim ve sanatı yayma hakkı, “Anayasa’nın 1 inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz” (m.27). “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır” (m.32). İbadet, dinî ayin ve tören yapma hakkı, “Anayasa’nın 14’üncü maddesi hükümlerine aykırı olmamak şartıyla” kullanılabilir (m.24). “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” (m.35/3). “Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz” (m.42/4).  Esasen Anayasa ile konulan bu sınırların bazıları, örneğin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkındaki sınırlar, aynı zamanda “objektif sınır” mahiyetindedir. Dolayısıyla Anayasa ile belirtilmemiş olsaydı bile söz konusu hakların bu sınırları kendi içinde taşıdığı kabul edilecekti. Temel Hak ve Hürriyetlerin Yasama Organınca Sınırlandırılması Genel Açıklama Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması, hak ve hürriyetlerin anayasa ile öngörülen veya belirlenen alanları içinde kişiye sağlanan imkânların kanunla daraltılması anlamına gelir (Sağlam, 1982: 23; Gözler, 2000: 177; Hazır, 2004: 100).  1982 Anayasası, 2001 değişikliğinden önceki düzenlemesinde, temel hak ve hürriyetlerin hangi nedenlerle sınırlanabileceği hususunda, birinci olarak, bütün hürriyetler için geçerli olmak üzere birtakım “genel sebepler” saymış (m.13), ikinci olarak da her hürriyetle ilgili özel sınırlama sebeplerine ilgili maddelerde yer vermişti.  1982 Anayasası’nın 2001 değişikliğiyle yeniden düzenlenen 13’üncü maddesine göre ise, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” 2001 değişikliğinden sonra Anayasa’nın 13’üncü maddesi “genel sınırlama” hükmü olmaktan çıkarak, “genel koruma” hükmüne dönüşmüştür. Böylece, 13’üncü maddedeki “genel sınırlama sebepleri” metinden çıkarılmış, sınırlamada uyulması gereken şartlar ise yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, 13’üncü maddenin ilk düzenlemesinde mevcut olan, sınırlamanın kanunla yapılması, ilgili maddelerde belirtilen sebeplere dayanması, Anaya- 68 Temel Hak Hürriyetler sanın sözüne ve ruhuna ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olması kriterlerine, ayrıca özlerine dokunmama, lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkelerine aykırı olmama şartları eklenmiştir. Buna karşılık, maddedeki “sınırlamalar... öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz” ibaresi metinden çıkarılmıştır. Her ne kadar bu ibare Anayasa metninden çıkarılmış ise de bu, sınırlamaların öngörüldüğü amaç dışında kullanılabileceği anlamına gelmez. Anayasa bu düzenlemesiyle temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin olarak aşağıdaki ilkeleri veya şartları öngörmüştür. Sınırlandırmanın bu şartların tamamına uygun olması zorunludur: 1. Sınırlama kanunla yapılmalıdır. 2. Sınırlama Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere dayanmalı ve öngörüldüğü amaç dışında kullanılmamalıdır. 3. Sınırlama Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmalıdır. 4. Sınırlama demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine uygun olmalıdır. 5. Sınırlama, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunmamalıdır. 6. Sınırlama ölçülülük ilkesine uygun olmalı, yani makul, dengeli ve kabul edilebilir bir dereceyi aşmamalıdır. Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılmasının Şartları Sınırlama Kanunla Yapılmalıdır Anayasa’nın 13’üncü maddesine göre, temel hak ve hürriyetler kanunla sınırlanabilir. O halde cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yönetmelik veya diğer yürütme işlemleriyle temel hak ve hürriyetler sınırlanamaz. Anayasa (m.104/17), Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile temel haklar, kişi hakları ve siyasi hakların düzenlenemeyeceğini öngörmüştür. Anayasanın ikinci kısmının üçüncü bölümünde düzenlenen sosyal ve ekonomik haklar ise Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenebilir ancak bu haklar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile sınırlanamaz. Zira Anayasaya göre, temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir (m.13) ve Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz (m.104/17). Yine Anayasa’da sosyal ve ekonomik haklar bölümünde düzenlense bile, münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Örneğin, 42. madde gereğince öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edileceği için, bu konuda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Olağanüstü hâl dönemlerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle temel hak ve hürriyetler düzenlenebilir ve sınırlanabilir. Anayasada kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda da olağanüstü hal Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilir. Bu durum Anayasa ile öngörülen (m.119/6) istisnaî bir yetkidir. Ancak bu kararnamelerle getirilecek düzenlemeler, sadece olağanüstü halin gerekli kıldığı konular ile sınırlıdır (m.119/6). Ayrıca, genel olarak yürütmenin düzenleyici işlemleriyle, kanunla öngörülmeyen yeni bir sınırlama getirmemek şartıyla, temel hak ve hürriyetler alanında hakların kullanılmasını kolaylaştıran veya sınırlamaları somutlaştıran düzenlemeler yapılabilir. Sınırlama Anayasanın İlgili Maddelerinde Belirtilen Sebeplere Dayanmalıdır Anayasa’nın 13’üncü maddesinin ilk düzenlemesindeki, “Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle... sınırlanabilir” hükmü, 2001 yılında “Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak... sınırlanabilir” şeklînde değiştirilmiştir. Bu değişiklikle, genel sınırlama sebepleri madde metninden çıkarılmış ve sınırlamanın yalnızca ilgili maddelerdeki sebeplerle yapılabileceği öngörülmüştür. Temel haklar, kişi hakları ve siyasi haklar cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemez. Ancak, olağanüstü hal dönemlerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle temel hak ve hürriyetler düzenlenebilir ve sınırlanabilir. 69 Türk Anayasa Hukuku Bununla birlikte, Anayasa’nın 13’üncü maddesinin ilk düzenlemesinde yer alan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”, “millî egemenlik”, “Cumhuriyet”, “millî güvenlik”, “kamu düzeni”, “genel asayiş”, “kamu yararı”, “genel ahlâk” ve “genel sağlık” gibi sınırlama sebeplerinden bir kısmı, 2001 değişikliğiyle Anayasanın hak ve hürriyetleri düzenleyen münferit maddelerinden bazılarına aktarılmış bulunmaktadır. Değiştirilen 13’üncü maddedeki sınırlama sebeplerinin aktarıldığı hak ve hürriyetler şunlardır: Özel hayatın gizliliği (m.20), konut dokunulmazlığı (m.21), haberleşme hürriyeti (m.22), düşünce ve kanaat hürriyeti (m.26), basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı (m.31), dernek kurma hürriyeti (m.33) ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı (m.34). Genel sınırlama sebeplerinin Anayasadaki diğer hak ve hürriyetleri düzenleyen maddelere aktarılmamasının nedeni ise, bu maddelerde zaten gereğinden fazla özel sınırlama sebebine yer verilmiş olmasıdır.  Sınırlama sebebi olarak öngörülen bu genel kavramlar Anayasada tanımlanmış değildir. Bu nedenle bu kavramlarının ne anlama geldiği konusunda Anayasa Mahkemesi kararları büyük öneme sahiptir. Anayasa Mahkemesi de bu kavramların muhteva ve kapsamlarını belirlerken doktrindeki görüşlerden, insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerden ve diğer demokratik ülkelerdeki anayasa mahkemelerinin benzer kararlarından yararlanmaktadır.  Sınırlama sebepleri, Anayasanın temel hak ve hürriyetlerle ilgili maddelerinde yer alan ve her hak ve hürriyetin niteliğine göre ayrı ayrı konulan sebeplerdir. Bu sınırlama sebepleri sadece ilgili oldukları hak ve hürriyet için geçerli olup, başka maddelerdeki hak ve hürriyetler için kullanılamaz. Örneğin, Anayasa’nın 23’üncü maddesine göre, “yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak amacıyla” sınırlanabilir. Bu maddede sayılan sebepler, sadece yerleşme hürriyetinin sınırlandırılmasında kullanılabilecek özel sebeplerdir. Yine Anayasa’nın 26’ncı maddesine göre, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılması, “suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usûlünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ayrıca, “millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” amaçlarıyla da sınırlanabilecektir. 2001 değişikliğinden önce, bir hak ve hürriyet kanunla sınırlandırılırken; sadece Anayasa’nın 13’üncü maddesinde belirtilen “genel sınırlama sebepleri”ne; sadece o hak ve hürriyetin düzenlendiği maddede yer alan “özel sınırlama sebepleri”ne; ya da hem “genel sınırlama sebepleri”ne hem de “özel sınırlama sebepleri”ne dayanılabilmekteydi. Değişiklikten sonra ise, temel hak ve hürriyetler yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle sınırlanabilecektir. Böylece 2001 değişikliğinden sonra, hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında “genel sınırlama sebepleri” ve “özel sınırlama sebepleri” ayrımı ortadan kalkmış bulunmaktadır. Artık yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde yer alan özel sınırlama sebepleri kullanılarak ve sadece o maddedeki hak ve hürriyet sınırlanabilecektir. Buna karşılık, Anayasanın sınırlama sebebi öngörmediği hak ve hürriyetlerin (örneğin, m.25, m.48, sınırlandırılması ise, mümkün değildir. Yani, bu tür hak ve hürriyetler objektif (nesnel) sınırlar dışında sınırsız demektir.  Sınırlama sebebi olmayan özgürlükler: İlginçtir ki, Anayasanın temel hak ve özgürlüklere ilişkin bazı maddelerinde, genel olarak demokratik anayasalar ve insan hakları sözleşmelerinde bulunmayan sınırlama sebeplerine çokça yer verilmiş iken (örneğin, m.26), sınırlanması gereken bazı özgürlüklerle ilgili maddelere sınırlama sebebi konulmamıştır. Örneğin, Anayasanın “çalışma ve sözleşme hürriyeti”ni düzenleyen 48’inci maddesinde herhangi bir sınırlama sebebi bulunmamaktadır. Oysa, çalışma ve sözleşme özgürlüğü bakımından en azından kamu düzeni, kamu yararı, millî güvenlik ve genel ahlâkın korunması gibi sınırlama sebeplerine 48’inci maddede yer verilmesi gerekirdi. Çeşitli kanunlarda çalışma ve sözleşme özgürlüğüne getirilmiş birçok sınırlama bulunmaktadır. Örneğin, Borçlar Kanunu’na göre (m.27,f.1), “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.” Borçlar Kanunu’nun bu hükmü, örneğin, doktorluk, eczacılık, avukatlık gibi diploma unvan 70 Temel Hak Hürriyetler ve isimlerinin başkası tarafından kullanılmasını amaçlayan sözleşmeler yapılmasına engeldir. Keza, Türk Ticaret Kanunu ve ilgili mevzuat, ekonomik ve ticari girişimleri sınırlandıran birçok hüküm içermektedir. Bu mevzuatla getirilen sınırlamalar, çalışma ve sözleşme özgürlüğünün kendi doğasında var olan objektif sınırlar (örneğin, genel ahlaka aykırı olmamak) olarak görüldüğü ya da 48’inci maddede yer alan “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” hükmünün kapsamına girdikleri ölçüde Anayasaya uygun kabul edilebilirler. Anayasa’nın 13’üncü maddesindeki genel sınırlama sebeplerinin kaldırılmasına karşılık, bazı özgürlükler için gerekli sınırlama sebeplerinin ilgili maddelere konulmamış olması, verilen örneklerdeki kanuni sınırlamaların Anayasaya uygunluğunu ciddi şekilde tartışılır hale getirmiştir. Dolayısıyla bu durumun bilinçli bir tercihin ürünü olmadığı ortadadır ve Anayasa değişikliğiyle bu eksikliklerin giderilmesi yerinde olacaktır.  Sınırlamanın sebebe bağlı olması, sınırlama sebeplerinin öngörüldükleri amaç dışında kullanılmamalarını da zorunlu kılar. Kaldı ki, belli bir sebebe bağlı olarak bir hak ve hürriyete getirilen sınırlamanın başka bir hak ve hürriyet için de kullanılabilmesi için Anayasanın buna açıkça izin vermesi gerekir. Çünkü hak ve hürriyetin varlığı kural, sınırlanması ise istisnadır. Hukukta istisnaların konulması ancak açık hükümlerle mümkün olabilir. Buna göre, bir hak ve hürriyet hangi amaçla sınırlanmışsa sadece o amaç için kullanılabilir (Özbudun, 1998: 80; Kuzu, 1990: 235). Örneğin, genel ahlâkın korunması amacıyla getirilmiş bir sınırlama, kamu düzeninin korunması amacıyla kullanılamaz. Yine millî güvenliğin korunması amacıyla getirilmiş bir sınırlama, genel sağlığın korunması amacıyla kullanılamaz. Bu örnekler çoğaltılabilir. O halde bir sınırlama sebebi, diğer bir sınırlama sebebinin kullanılabileceği amaç için kullanılamaz. Sınırlama Anayasanın Sözüne ve Ruhuna Uygun Olmalıdır Anayasaya göre (m.13), temel hak ve hürriyetler Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak sınırlanmalıdır. Anayasanın sözüne, yani metnine ve lafzına uygunluk, özellikle Anayasanın temel hak ve hürriyetler için getirdiği “ek güvenceler” bakımından önem arzetmektedir. Ek güvenceler, temel hak ve hürriyetlere özel ve yoğun bir koruma getiren güvencelerdir. Anayasa bazı hak ve hürriyetleri sadece tanımakla yetinmemiş, aynı zamanda kanunla o hak ve hürriyetler düzenlenirken yapılamayacak hususları da belirtmiştir. Bu güvenceler, kanun koyucuya yönelik yasaklama hükümleri niteliğindedir (Özbudun, 1998: 80; Sağlam, 1982: 159; Gözler, 2000: 183).  Anayasada bazı temel hak ve hürriyetler bakımından bu tür ek güvencelere yer verildiğini görüyoruz. Örneğin, basının sansür edilememesi (m.28/1); süreli ve süresiz yayınların önceden izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaması (m.29/1); dernek (m.33), sendika (m.51) ve siyasi parti (m.68/3) kurmanın, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemenin (m.34) önceden izin alma şartına bağlanamaması; tutuklamanın (m.19) ancak hâkim kararı ile yapılabilmesi gibi hükümler ilişkin oldukları hak ve hürriyetlere getirilmiş ek güvencelerdir (Örnekler için bk.. Özbudun, 1998: 80). Kanunla yapılacak sınırlama Anayasada öngörülen bu ek güvenceleri ortadan kaldırıyorsa, yapılan sınırlandırma Anayasadaki sınırlama sebeplerine dayansa bile Anayasaya aykırı olur. Anayasanın ruhu, “Anayasanın bütünü” ve “ondan çıkan temel anlam” demektir (Özbudun, 1998: 80; Sabuncu, 2005: 62-63). O halde, “anayasanın ruhu” yani anlamı araştırılırken, anayasanın bütününe hakim olan temel ilke ve düşünceler göz önünde tutularak anayasa hükmünün öncelikle amaçsal yorumla elde edilecek objektif anlamı belirlenmelidir. Bu çerçevede ayrıca diğer yorum yöntemlerinden de yararlanılabilecektir. Sınırlama Demokratik Toplum Düzeninin ve Lâik Cumhuriyetin Gereklerine Uygun Olmalıdır Anayasa’nın 13’üncü maddesine göre, temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamalar “demokratik topSınırlama sebepleri sadece ilgili oldukları hak ve hürriyet için geçerli olup, başka maddelerdeki hak ve hürriyetler için kullanılamaz. dikkat 71 Türk Anayasa Hukuku lum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine... aykırı olamaz.” “Lâik Cumhuriyetin gerekleri” ibaresi 2001 değişikliğiyle madde metnine eklenmiştir. 1982 Anayasası ilk düzenlemesinde 1961 Anayasası’ndaki “öze dokunmama” ilkesi yerine, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kriterini getirmişti. 1982 Anayasası’nın bu farklı tercihinin nedeni 13’üncü maddenin gerekçesinde şu şekilde açıklanmıştır: “Getirilen bu kıstas, 1961 Anayasası’nın kabul ettiği öze dokunmama kıstasından daha belirgin, uygulanması daha kolay olan bir kıstastır. Esasen uluslararası sözleşme ve bildiriler de bu kıstası kabul etmişlerdir”. Bununla birlikte, 2001 Anayasa değişikliğiyle “hakkın özü” kriteri yeniden Anayasaya girmiş bulunmaktadır. Bu iki kriter artık birlikte uygulanacaktır.  Demokratik toplum düzeninin gerekleri nelerdir? “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”, demokrasinin gerekleri, yani demokrasinin unsurları kavramı ile aynı anlama gelir. Demokrasinin unsurlarının ne olduğunu ise daha önce “demokratik devlet” başlığı altında incelemiştik. O halde Anayasa Mahkemesi, demokrasinin niteliklerine aykırı olarak temel hak ve hürriyetlere sınırlandırma getiren kanunları iptal edebilecektir.  2001 değişikliğiyle 13’üncü maddeye eklenen “lâik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olmama” kriterinin sınırlamanın sınırı olarak nasıl yorumlanması gerektiği ayrıca tartışılması gereken bir husustur.  “Lâik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olmama” kriterini anlamlandırmak için yapılacak şey, öncelikle, “Cumhuriyetin gerekleri” kavramının ne anlama geldiğini belirlemektir. Kanaatimizce, “Cumhuriyetin gerekleri”, ibaresinden, “Cumhuriyet sözcüğünün kendi anlamı ile Cumhuriyetin Anayasada belirtilen niteliklerini” anlamak gerekir. Anayasa’nın 1’inci maddesindeki Cumhuriyet ile 2 ve 3’üncü maddelerde yer alan Cumhuriyetin niteliklerinin anlamları ise yukarıda “Devletin Temel Nitelikleri” bölümünde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.  Bu açıklamadan sonra şunu söyleyebiliriz: Temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamalar, Anayasa’ya göre (m.1-3) Cumhuriyetin gereklerini oluşturan; Cumhuriyetçilik, üniter devlet, insan hakları, Atatürk milliyetçiliği, Anayasanın başlangıcında belirtilen temel ilkeler, demokratik devlet, lâik devlet, sosyal devlet ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olamaz. Burada üzerinde durulması gereken ilginç bir durum da şudur: “Cumhuriyetin temel niteliklerinin korunması”, Anayasa’nın temel hak ve hürriyetleri düzenleyen bazı maddelerinde (örneğin, m.26, 27, 28, 68) sınırlama sebepleri arasında yer almıştır. Bu düzenlemeler, Anayasa’nın 13’üncü maddesindeki “temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamalar lâik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamaz” hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuç şu olmaktadır: Cumhuriyetin ve niteliklerinin korunması amacıyla temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamalar Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamaz. Böylece Anayasaya göre, “Cumhuriyetin gerekleri”, temel hak ve hürriyetler için hem sınırlama sebebi hem de sınırlamanın sınırı olmaktadır. Sınırlama Temel Hak ve Hürriyetlerin Özlerine Dokunmamalıdır 1982 Anayasa’sının ilk düzenlemesinde (m.13) yer verilmeyen 1961 Anayasasındaki (m.11) “öze dokunmama” kriteri, 2001 yılında 13’üncü maddede yapılan değişiklikle yeniden Anayasaya girmiş bulunmaktadır. Türk Anayasa Hukukuna ilk defa Federal Alman Anayasasından esinlenilerek 1961 Anayasası ile sokulan “hak ve hürriyetlerin özüne dokunmama” kriteri şöyle tanımlanmaktadır: “Bir hak ve hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak olan aslî çekirdeğidir” (Özbudun, 1998: 82). Anayasa Mahkemesi de 1961 Anayasası döneminde verdiği bir kararında benzer bir tanım yapmıştır: “Bir hakkın veya hürriyetin kullanılmasını açıkça yasaklayıcı veya örtülü bir şekilde kullanılamaz hale koyucu veya ciddi surette güçleştirici ve amacına ulaşmasını önleyici ve etkisini ortadan kaldırıcı hükümler o hak ve hürriyetin özüne dokunur” (E.1962/208, K.1963/1, K.T. 4.1.1963, AMKD., Sayı 1, s.74). Sınırlama Ölçülülük İlkesine Uygun Olmalıdır Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ölçülü olmalıdır. Ölçülülük ilkesi, “sınırlamada başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elBir hak ve hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak olan aslî çekirdeğidir. 72 Temel Hak Hürriyetler verişli olmasını, bu aracın sınırlama amacı açısından gerekli olmasını ve araçla amacın ölçüsüz bir oran içinde bulunmamasını ifade eder” (Özbudun, 1998: 81). Ölçülülük ilkesinin amacı, kamu gücünün gereksiz ve aşırı bir şekilde kullanımını önleyerek temel hak ve hürriyetleri güvence altına almaktır.  Ölçülülük ilkesi, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin Anayasa’nın genel hükmü niteliğindeki 13’üncü maddesinin ilk düzenlemesinde yer almamıştı. Ölçülülük ilkesi, 2001 Anayasa değişikliğiyle 13’üncü maddeye eklenmiş bulunmaktadır. Böylece temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması bakımından önemli bir kriter olan ölçülük ilkesi açık bir anayasal dayanağa kavuşturulmuş olmaktadır.  Ölçülülük ilkesinin, elverişlilik, gereklilik ve oranlılık şeklînde üç unsuru vardır. Elverişlilik, sınırlamada başvurulan aracın, sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli, yani uygun olmasını ifade eder. Buna göre, sınırlamada başvurulan tedbirin (örneğin, sokağa çıkma yasağı) ulaşılmak istenen sonuca (kamu düzeninin korunması) bir katkıda bulunması, çözüm getirmesi gerekir. Gereklilik, sınırlamanın dayandığı amacı gerçekleştirmek için aynı derecede etkili birden fazla tedbir varsa, ilgili hak ve hürriyet açısından en yumuşak aracın seçilmesi anlamına gelir. Örneğin, öğretim harcını yatırmayan yükseköğretim öğrencilerinin uyarılması veya geçici olarak uzaklaştırılmaları harcı ödemelerini sağlayabiliyorsa, doğrudan kayıtlarının silinmesi biçimindeki bir tedbire başvurulması gereksizdir. Oranlılık ise, sınırlandırmayla ulaşılmak istenen amaç ile sınırlandırmada başvurulan aracın ölçüsüz bir oran içinde bulunmaması demektir. Örneğin, kamu düzeninin korunması amacıyla gece saatlerinde sokağa çıkma yasağı uygulanması yeterli oluyorsa, 24 saat sokağa çıkma yasağı uygulanması ölçülülük ilkesine aykırı olacaktır.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türk Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan bazı partilerin başvurusu üzerine, partilerinin kapatılmasına neden olarak gösterilen kişilerin milletvekilliğinin düşmesi ve beş yıl süreyle herhangi bir partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamaması şeklîndeki yaptırımların orantısız, dolayısıyla demokratik toplumda gereksiz olduğuna karar vermiştir (Bk..Sobacı/Türkiye (2007), par. 31-33; Sadak/Türkiye (2002), par.40). Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında “ölçülülük ilkesi”ni kullanmış ve bir kararında ise ölçülülük ilkesinin, elverişlilik, gereklilik ve oranlılık ilkelerinden oluştuğunu açıklamıştır (Bk.. E.1988/50, K.1989/27, K.T. 23.6.1989, AMKD., Sayı 25, s.313). TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN KÖTÜYE KULLANILAMAMASI Anayasa’nın 2001 değişikliğiyle yeniden düzenlenen 14’üncü maddesine göre, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz (f.1). Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan Ölçülülük ilkesinin unsurlarını açıklayın. Öze dokunmama ilkesi ile demokratik toplum düzeninin gerekleri ilkesini karşılaştırın. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması şartlarından, “kanunla düzenleme” esasını anlatın. Öğrenme Çıktısı 4 Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının şartlarını açıklayabilme Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş 73 Türk Anayasa Hukuku bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz (f.2). Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir (f.3).” “Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılamaması” na ilişkin 14’üncü maddenin ilk şeklî şöyleydi: “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamazlar (f.1). Bu yasaklara aykırı hareket eden veya başkalarını bu yolda teşvik veya tahrik edenler hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir (f.2). Anayasanın hiçbir hükmü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz (f.3).” Görüldüğü üzere, temel hakların kötüye kullanılması yasağına ilişkin 14’üncü maddede yapılan değişiklikle, kötüye kullanma sayılan hak kullanma biçimleri sayı olarak azaltılmış ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine paralel olarak, kişilerin yanısıra devletin de temel hakları yok etmesi ve sınırlama yetkisini kötüye kullanması yasaklanmıştır. Ayrıca, önceki metinde yer alan “hak ve hürriyetler... amacıyla kullanılamaz” ibaresi, “hak ve hürriyetler... amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” şeklînde değiştirilerek, kötüye kullanmanın bir faaliyet olması gerektiği belirtilmek istenmişse de, “kötüye kullanma” yine güdülen amaçla ilişkili olarak tanımlanmıştır. Amaca gönderme yapan yasaklama kuralları ise subjektif değerlendirme ve yorumlara elverişli olduklarından hak ve hürriyetler için uygulamada potansiyel tehlike oluştururlar. Dolayısıyla hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasının fiili bir zarara yol açmakla ilişkilendirilmesi daha yerinde olurdu (Erdoğan,“Anayasa Değişiklikleri Ne Getiriyor?”). Anayasa’nın 14’üncü maddesinin 2001 değişikliğinden önce tam olarak neyi yasakladığı konusunda doktrinde çok farklı tartışmalar yapılmıştır:  Bazı yazarlar, Anayasa’nın 14’üncü maddesiyle eylemlerin yasaklanmasından ziyade düşünce suçları getirildiğini ve bu madde karşısında resmi ideolojiyle bağdaşmayan görüş sahiplerinin sivil ve siyasi haklarını kullanmalarının mümkün olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Yine bu yazarlara göre, 14’üncü madde hakların kullanım alanını daralttığı için bir genel sınırlama kuralı niteliğine sahiptir (Erdoğan, 2003: 182-183; Tanör, 1991: 269; Uygun, 1992, 71). Bazı yazarlar ise hak ve hürriyetler lehine bir yorum yaparak, bu maddede yasaklanan amaçlara ancak “eyleme başvurmak” suretiyle ulaşılmaya çalışılması halinde temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmış olacağı kanaatini benimsemişlerdir (Özbudun,1998: 86; Sabuncu, 2001: 68-69).  Bu madde yürürlükte olduğu müddetçe, 14’üncü maddenin düşünce suçları öngördüğü görüşünde olan yazarların işaret ettiği potansiyel tehlike, değişik yorumlamalar nedeniyle her zaman vardır. Kuşkusuz yapılması gereken şey bu maddenin yeniden düzenlenerek hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasının fiilî bir zarara yol açmakla ilişkilendirilmesidir. Ancak, 14’üncü maddenin düşünceleri değil eylemleri yasakladığı şeklîndeki yaklaşımın özellikle 2001 değişikliğinden sonra daha güçlü bir dayanağa kavuşmuş olduğu söylenebilir. Bu yaklaşıma göre, temel hak ve hürriyetler ancak, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde” kullanıldıklarında, yani temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile maddede belirtilen “bozmak”, “ortadan kaldırmak” gibi eylemler arasında açık ve yakın bir nedensellik ilişkisi bulunduğu takdirde, kötüye kullanılmış sayılabilir (Özbudun, 1998: 86; Sabuncu, 2005: 68). Dolayısıyla cebir ve şiddete başvurmaksızın ve Anayasada yasaklanmış amaçlara ulaşmak için eyleme geçmeksizin hak ve hürriyetlerin kullanılması, bunların kötüye kullanılması sayılmaz. Çünkü herhangi bir eylem olmadan, bir kişinin bir hak ve hürriyeti hangi amaçla kullandığını belirlemek imkânsızdır. Anayasa’nın 14’üncü maddesi ile kişilerin yanı sıra devletin de temel hakları yok etmesi ve sınırlama yetkisini kötüye kullanması yasaklanmıştır. 74 Temel Hak Hürriyetler Temel hakların kötüye kullanılması yasağına ilişkin 14’üncü maddede yapılan değişiklikleri özetleyin. Hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması konusunu, yasama dokunulmazlığı konusu ile birlikte değerlendirin. 14. maddenin ilk halinde yer alan ve bireylerin amaçlarına gönderme yaparak yasaklar getiren ifadeleri, temel hak ve hürriyetler açısından değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 5 Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması yasağını açıklayabilme Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN KULLANILMASININ DURDURULMASI Anayasa’nın 15’inci maddesi (f.1), savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabileceğini veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabileceğini öngörmektedir. Anayasa’nın 15’inci maddesi çerçevesinde hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabilmesi ve Anayasal güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi, hak ve hürriyetler bakımından çok ağır bir daraltma anlamına gelmektedir (Sabuncu, 2005: 69-70). Ancak bu aşırı “daraltma” sadece olağanüstü hallerin yürürlükte olduğu yerlerde ve sürelerde uygulanabilecektir. Anayasa bu aşırı daraltmaya izin vermiş olmakla birlikte, bu dönemlerde yapılacak sınırlamalara karşı bazı önemli koruma kriterleri de getirmiş bulunmaktadır. Buna göre, “savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde dahi, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” (AY.m.15/2). Bu kriterlerin etkili bir koruma sağlayabilmesi için yargı denetimi şarttır. Ancak Anayasa olağanüstü dönemlerde hak ve hürriyetlerin korunması için bu önemli koruma kriterlerini öngörmüş olmakla birlikte, olağanüstü hâl kararnamelerini Anayasa Mahkemesinin denetimi dışında tutmuştur. Oysa, hak ve hürriyetler genellikle olağanüstü dönemlerde sınırlandığından, yargısal koruma en fazla böyle dönemlerde gereklidir. Bu nedenle yargısal denetim yasakları anayasal koruma kriterlerinin pratik değerini zayıflatmaktadır (Sabuncu, 2005: 71). Olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabilmesi, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin ve ölçülülük ilkesinin ihlâl edilmemesi şartına bağlıdır. 75 Türk Anayasa Hukuku Olağanüstü hallerde dahi dokunulamayacak hak ve hürriyetleri sayın. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulmasını düzenleyen 15. madde ile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesini karşılaştırın. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz: https://www.echr.coe.int/ Documents/Convention_ TUR.pdf) Olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabilmesinin şartlarını anlatın. Öğrenme Çıktısı 6 Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının hangi durumlarda durdurulabileceğini açıklayabilme Araştır 6 İlişkilendir Anlat/Paylaş TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN KORUNMASI “Belgelerdeki hukuk” ile “uygulamadaki hukuk” arasındaki fark, mukayeseli anayasa hukukunun hiçbir alanında anayasal temel hak ve hürriyetlerde olduğu kadar büyük değildir (McWhinney, 1981: 87). Anayasacılığın gelişimi sürecinde temel hak ve hürriyetlerin anayasalarla düzenlenmesinin hakların korunmasını sağlayacağına inanılmıştır. Ancak zaman içerisinde sadece anayasal tanıma ile hak ve hürriyetlerin uygulamada gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır. Bu nedenle hak ve hürriyetlerle ilgili anayasal mücadele, bunların düzenlenmesi alanından, korunmasına ilişkin anayasal mekanizmaların oluşturulmasına kaymıştır. Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin başlıca yöntem ve araçlar, yürütmenin yargısal denetimi (idarî yargı), yasama işlemlerinin yargısal denetimi (anayasa yargısı), bağımsız idarî kurumlar aracılığıyla koruma, insan hakları örgütlerinin girişimleri ve uluslararası sözleşmelerle getirilen koruma mekanizmalarından oluşmaktadır. Temel hak ve hürriyetlerin korunması ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekleşmektedir. Ulusal Düzeyde Koruma Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi: Temel hak ve hürriyetlerin, yürütmenin yargısal denetimi yoluyla korunmasında, idarenin kanun hükümlerini uygularken belli bir birey hakkında yaptığı işlem veya eylemin somut bir ihlale yol açması durumunda, ilgili kişi bu işlem ya da eylemin ortadan kaldırılması için yargı organına başvurabilmektedir. Hukuka aykırı işlemin iptali bireyin uğradığı zararları ortadan kaldırmıyorsa, yargı organı bu zararların tazmin edilmesine de karar verir. Temel hak ve hürriyetlerin somut olarak idarî işlem ve eylemlerle ihlal edilmesi nedeniyle, yürütmenin yargısal denetimi büyük öneme sahiptir. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimseyen bütün anayasal sistemler yürütmenin yargısal denetimine de yer vermiştir. Temel hak ve hürriyetlerin yürütmenin yargısal denetimi yoluyla korunmasının etkili olabilmesi için “idarenin bütün eylem ve işlemleri”ne karşı yargı yolu açık olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası “hak arama hürriyeti” (m.36) ve yürütme işlemlerinin yargısal denetimini (m.125) kabul etmek suretiyle, uygulamada hakları ihlal edilen bireylerin yargı organlarına başvurarak haklarını aramalarına imkân sağlamıştır. 76 Temel Hak Hürriyetler Anayasa yargısı: Temel hak ve hürriyetlerin en etkili koruma ve uygulama aracı anayasa yargısı kurumudur. Anayasa yargısı aracılığıyla kişi hak ve hürriyetlerinin korunması; anayasa ile öngörülen sınırlama nedenleri ve ölçülere (anayasal güvenceler) aykırı olarak yasama organı tarafından sınırlama yapılması durumunda, bu yasama işlemlerinin denetlenmesi, yani normların anayasaya uygunluğunun denetimi ve hakları ihlal edilen bireylerin şikayet yoluyla yaptıkları başvurularını incelemek suretiyle yerine getirilir. Norm denetiminde, anayasa mahkemesi, anayasaya aykırı kanun hükümlerini hukuk düzeninden ayıklar. Anayasa şikayeti usûlünde ise temel hakları kanunla veya diğer kamusal işlemlerle ihlal edilen kişiler bazı şartlarla anayasa mahkemesine giderek, kanun hükmü ya da işlemin iptalini sağlayabilmektedirler. Türkiye’de, iptal dâvası ve itiraz yoluyla norm denetimini öngören anayasa yargısı kurumu 1961 ve 1982 Anayasaları ile benimsenmiş, ancak anayasa şikayeti usûlüne yer verilmemişti. 2010 Anayasa değişikliği ile bu başvuru yolu (bireysel başvuru) da kabul edilmiştir. Bağımsız idarî kurumlar aracılığıyla koruma: İnsan hakları ihlallerindeki artış, hak ve hürriyetleri koruma amacına yönelik diğer mekanizmalarının yanısıra bağımsız idarî kurumların oluşturulmasını gündeme getirmiştir. Bağımsız idarî kurumlardan en eski ve yaygın olanı “ombudsman” kurumudur. Bunun dışında, ilgi alanı sınırlı uzman kurul veya komisyonlar da oluşturulmuştur. Bu kurul veya komisyonların temel amacı belli bir alanla ilgili hürriyetlere güvence sağlamak, kamusal düzenleme ve uygulamalara katılmak ve kamusal eylem ve işlemlere karşı ortaya çıkan şikayet, itiraz ve uyuşmazlıkların çözümünde rol almaktır. Bu kurumlar ilgili alanda meslekî ahlâk ilkelerini belirlemek, arabuluculuk yapmak, kurallara saygıyı sağlamak, gerektiğinde yaptırım uygulamak suretiyle belli hak ve hürriyetleri koruma fonksiyonunu yerine getirirler. Bağımız idarî kurumlar uzmanlık alanlarına göre başlıca üç grupta toplanmaktadır: 1) “İletişim ve enformasyon” alanıyla ilgili kurumlar (örneğin, RTÜK), 2) “Piyasa ekonomisi” alanıyla ilgili kurumlar (örneğin, Rekabet Kurulu), 3) İdareyi denetlemekle görevli “ombudsman (kamu denetçisi)” ve “arabulucu” gibi adlar verilen genel nitelikteki kurumlar (örneğin, Kamu Denetçiliği Kurumu, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu). Uluslararası Düzeyde Koruma İnsan hakları ve temel hürriyetlerinin tanınması, güvence altına alınarak korunması ve daha ileri seviyede gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla çeşitli milletlerarası kuruluşlar oluşturulmuş ve bu kuruluşlar çok önemli insan hakları belge ve sözleşmelerini kabul etmişlerdir. Bu kuruluşların başında Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile Avrupa Konseyi gelmektedir. Her iki kuruluş bünyesinde oluşturulan çeşitli mekanizmalarla insan haklarının korunmasına çalışılmaktadır.  Uluslararası düzeyde korumanın en etkin örneği, Avrupa Konseyi bünyesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile getirilen mekanizmadır. Çünkü bu koruma mekanizması yargısal denetimi içermektedir. Sözleşme ile ihdas edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, taraf devletlerin ya da bireylerin başvurularını inceleyerek hukuken bağlayıcı karar alma yetkisine sahiptir.  1998 yılında yürürlüğe giren 11 no’lu Protokol ve 2010 yılında yürürlüğe giren 14 no’lu Protokol ile yapısı ve işeyişi yeniden düzenlenen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gelen davaları incelemek üzere, Tek Yargıçlı Düzen, üç yargıçlı Komiteler, yedi yargıçlı Daireler ve on yedi yargıçlı Büyük Daireden oluşmaktadır. Yeni yapılanmanın temel amacı Daire ve Büyük Dairenin başvuruyu esastan inceleme yükünü hafifletmek suretiyle AİHM’deki davaların makul sürede sonuçlanmasını sağlamaktır. Yargıçlar, her sözleşmeci devlet için o devletçe önerilen üçer aday arasından Parlamenterler Meclisi tarafından seçilir ve seçildikleri ülkeden bağımsız olarak çalışırlar. Mahkeme, Sözleşmeci tarafların sayısına eşit sayıda yargıçtan oluşur. Yargıçlar dokuz yıl için seçilirler ve görev süreleri 70 yaşında sona erer. Tekrar seçilmeleri mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, sadece devletlere değil, bireylere de başvuru hakkı tanımıştır. Uluslararası hukuk bakımından bir yenilik oluşturan bireysel başvuru hakkı Sözleşmenin en önemli özelliğidir. Buna göre, Sözleşmeye taraf devletlerce hakları ihlal edilen kişiler veya kişi toplulukları ilgili devlet aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmektedirler. Ancak kişisel başvuru için daha önce iç hukuktaki bütün başvuru yollarının tüketilmiş olması ve başvurunun iç hukuktaki nihai yetkili merciin kesin kararından itibaren alt ay içinde yapılmış olması gerekir. 77 Türk Anayasa Hukuku Sözleşmeye göre, bireysel başvurular şu durumlarda kabul edilemez bulunur:  1. Başvurunun Sözleşme veya ilgili Protokol hükümleri dışında kalması, açıkça dayanaktan yoksun olması veya bireysel başvuru hakkının suiistimali mahiyetinde olması, veya; 2. Sözleşme ve Protokollerde belirtilen insan haklarına saygı ilkesi gereğince başvurunun esası hakkında incelemeye gerek bulunması ve başvuruya konu olayın iç hukuk mahkemesince yeterince incelenmemiş olması durumları hariç olmak üzere, başvuranın önemli mağduriyetinin bulunmaması. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kendisine ulaşan başvuruları dostane çözüm (ilgili devletle görüşmeler yaparak sorunun çözülmesi) yöntemiyle sonuçlandırabilir. Dostane çözüm başvurunun herhangi bir aşamasında gerçekleşebilir. Bu mümkün olmadığı takdirde, başvuru yargısal yöntemle karara bağlanır. Mahkemenin yargılaması alenidir. Taraf devletler Mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymak zorundadırlar. AİHS’e ek 15 nolu Protokol ile Sözleşmede bazı değişiklikler yapılması öngörülmektedir. Ancak Protokol’ün uluslararası alanda yürürlüğe girebilmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf bütün devletlerin Protokol’ü onaylaması gerekli olduğundan ve tüm imzalar henüz tamamlanmadığından bu Protokol yürürlüğe girmemiştir. Türkiye ise, Protokol’ü onaylamıştır. 15 nolu protokol ile öngörülen değişiklikler kısaca şunlardır: Sözleşme ile tanınan hak ve hürriyetlerin korunmasından kaynaklanan sorumluluğun esas olarak Sözleşmeci devletlere ait olduğu vurgulanmaktadır. Dairelerin Büyük daire lehine yargı yetkisinden vazgeçmesinin ön şartı olan “davanın taraflarından birinin itiraz etmemesi” ibaresi metinden çıkarılmaktadır. Bireysel başvurunun iç hukuk yollarının tüketilmesinden itibaren altı ay içinde yapılmasına ilişkin olan kural değiştirilerek, başvuru süresi dört aya indirilmektedir. Başvuranın önemli mağduriyetinin bulunmaması halinde, başvurunun kabul edilemez bulunacağına ilişkin kuralın istisnası olan “başvuruya konu olayın iç hukuk mahkemesince yeterince incelenmemiş olması” durumu Sözleşmeden çıkarılmaktadır. AİHS’e ek 16 nolu Protokol ise, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan hak ve özgürlüklerin yorumlanması ve uygulanmasıyla ilgili ilke sorunları üzerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden danışma görüşü istenebileceğine ilişkin düzenlemeler içermektedir. 16 nolu Protokol 1 Ağustos 2018’de yürürlüğe girmiştir, ancak iç hukukumuzda onaylamaya ilişkin süreç tamamlanmadığı için Türkiye bu Protokole taraf değildir. Anayasaların insan haklarına getirdiği aşırı sınırlamalar nedeniyle anayasa mahkemeleri ulusal düzeyde temel hak ve hürriyetleri korumada etkisiz kalabilmektedirler. Böyle durumlarda, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile getirilen yargısal korumanın önemi daha da artmaktadır. Örneğin, 1982 T.C. Anayasası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun siyasi partilere getirdiği aşırı sınırlamalar nedeniyle Türk Anayasa Mahkemesi birçok partinin kapatılması yönünde karar vermiş, ancak bu kararlara karşı kendisine başvurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşmenin, “ifade hürriyeti” ve “örgütlenme hürriyeti”ne ilişkin 10 ve 11’inci maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Aynı mahiyetteki kararlar, 1982 Anayasası ile diğer mevzuatın hak ve hürriyetlere getirdiği “demokrasilerde kabul edilemeyecek nitelikteki” kısıtlayıcı düzenlemeleri bakımından da ortaya çıkmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’den yapılan birçok başvuru sonucunda, “adil yargılanma hakkı” ile “ifade hürriyeti”nin ihlal edildiğine karar vermiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Türkiye’den giden diğer başvurularda da çoğunlukla “Sözleşmenin ihlal edildiği” yolunda karar verdiği görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkiye’de uygulanması bakımından yargılamanın yenilenmesi yöntemi benimsenmiştir. Bu yöntem idare, vergi, ceza ve hukuk mahkemeleri kararlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince Sözleşmeye aykırı bulunması durumlarında uygulanabilecektir. Daha önce Anayasa Mahkemesi kararları kapsam dışında tutulmuş iken, 6216 sayılı ve 2011 tarihli Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la MahkeAvrupa İnsan Hakları Mahkemesine kişisel başvurunun iç hukuktaki nihai yetkili merciin kesin kararından itibaren alt ay içinde yapılmış olması gerekir. 78 Temel Hak Hürriyetler menin siyasi parti kapatma ve Yüce Divan sıfatıyla verdiği kararlar bakımından bu yola başvurulması kabul edilmiştir. 2018 yılında 7145 sayılı kanunla getirilen düzenlemeyle, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi” halleri de yargılamanın yenilenmesi sebeplerine eklenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlarını kim seçer? Bu yargıçların görev süreleri ne kadardır? Temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda, anayasa yargısının önemini değerlendirin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının, Türkiye’de uygulanması bakımından benimsenen yöntemi açıklayın. Öğrenme Çıktısı 7 Temel hak ve hürriyetleri koruma mekanizmalarını sıralayabilme Araştır 7 İlişkilendir Anlat/Paylaş Unutulma Hakkı “Mevcut olayda başvurucunun, haberlerin hâlen internette yer alması nedeniyle müdahale edilen şeref ve itibar hakkı ile içeriğin yayından çıkarılması hâlinde müdahale edilecek olan ifade ve basın özgürlükleri arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir. Bu dengenin değerlendirilmesinde somut olay açısından gözönünde bulundurulması gereken önemli bir husus şeref ve itibarın korunması hakkı ve unutulma hakkı karşısında sadece ifade ve basın özgürlüklerinin değil ayrıca kişilerin haber ve fikirlere ulaşma özgürlüğünün de olduğudur. Anayasa Mahkemesi anılan hak ve özgürlükler arasında adil bir denge kurulup kurulmadığı hususundaki değerlendirmesini temel olarak yetkili yargı mercilerinin ortaya koyduğu gerekçe üzerinden yapmaktadır. Unutulma hakkı, internet ortamında bir haberin uzun süredir kolayca ulaşılabilir olması nedeniyle kişinin şeref ve itibarının zedelenmesi durumunda gündeme gelmektedir. Bu hakkın amacı, internetin yaygınlaşması ve sağladığı imkânlar nedeniyle ifade ve basın özgürlükleri ile kişilerin manevi varlığının geliştirilmesi hakkı arasında gerekli hassas dengenin kurulmasını sağlamaktır. O hâlde bu yol, internet ortamında haber arşivini koruma altına alan basın özgürlüğünün ve halkın haber ve fikirlere ulaşma özgürlüğünün özüne dokunmayacak ve aynı zamanda hak sahibinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanılmalıdır. Somut olayda, başvurucunun şikâyetine konu olan haberler 1998 ve 1999 yıllarında yayımlanmıştır ve arşiv niteliğindedir. Gazete arşivi niteliğinde olan haberler açısından arşivin sadece dijital alanda tutulmadığı ve içerik sağlayıcı tarafından saklanabileceği açıktır. Özellikle ölçülülük ilkesi temelinde yapılacak bir değerlendirme ile internet ortamında haberi ulaşılabilir kılan kişisel verilerin silinerek erişimin engellenmesi gibi yöntemler gözetildiğinde internet ortamındaki arşiv niteliğindeki haberin tamamen silinmeden sonuca ulaşılabilmesi mümkündür. Bu bağlamda bilimsel araştırmalar açısından dijital haber arşivinin tamamen silinerek geçmişteki olayların yeniden yazılması sonucunu doğuracak nitelikte basın özgürlüğüne yönelik ciddi müdahalelerin ortaya çıkması önlenebilir. Yaşamla İlişkilendir 79 Türk Anayasa Hukuku Başvurucu hakkında internet ortamındaki arşivde muhafaza edilen ve kolaylıkla ulaşılabilir kılınan haberler, 1998 ve 1999 yılındaki ceza yargılamasına ilişkindir. Bu haberlerin gerçeğe aykırı olduğu ileri sürülmemiştir. Haberler başvurucunun uyuşturucu kullanırken yakalanması ve daha sonrasında yargılanması hakkındadır. Bu bağlamda haber konusunun, haberin arşivde kolaylıkla ulaşılabilir kılınması için gerekli bulunan toplumsal açıdan haber değerinin devam etmesi veya haberin geleceğe ışık tutacak niteliğe sahip olması özelliklerini taşıdığı söylenemez. Başvuru tarihi itibarıyla söz konusu haberin yaklaşık on dört yıl önceki bir olaya ilişkin olduğu ve böylelikle güncelliğini yitirdiği açıktır. İstatistiki ve bilimsel amaçlar yönünden de yukarıda ifade edilen gerekçelerle bu bilgilere internet ortamında kolaylıkla ulaşılmayı gerekli kılan bir neden bulunmamaktadır. Bu bağlamda kamu yararı bakımından siyasi veya medyatik bir kişiliğe sahip olmayan başvurucu hakkında internet ortamında yayınlanan haberlerin kolaylıkla ulaşılabilirliğinin başvurucunun itibarını zedelediği açıktır. Sonuç olarak başvurucu hakkında yapılan haberler unutulma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken haberlerdir. İnternet ortamının sağladığı kolaylıklar gözetildiğinde başvurucunun şeref ve itibarının korunması için anılan habere erişimin engellenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda erişiminin engellenmesine yönelik talebin reddedilmesiyle ifade ve basın özgürlükleri ile kişinin manevi bütünlüğünün korunması hakkı arasında adil bir dengenin kurulduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir”. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/ basin/kararlarailiskinbasinduyurulari/bireyselbasvuru/detay/94.html “Doğal Haklar ve Özgürlük Karinesi” Yeni anayasa hem 1924 Anayasasındakine benzer bir “özgürlük” tanımına yer vermeli hem de “özgürlük karinesi”ne resmiyet kazandırmalıdır. Özgürlük karinesi, ABD Anayasasının yaptığı gibi, kişilerin haklarının Anayasada sayılanlardan ibaret olmadığını özellikle belirtmeyi de gerektirir. Bununla tutarlı olarak, temel hak ve özgürlükler “tabiî hak” anlayışına uygun olarak düzenlemelidir. Temel hakların sınırlanmasında, başkalarının haklarının ve sahici bir“ortak yarar”ın ihlâli dışında, herhangi bir gerekçeye yer verilmemelidir. Yeni anayasanın insan haklarını doğal haklar olarak tesis etmesi gerekir. Bu, kişilerin bu haklara anayasada tanındıkları için değil, doğal haklar olarak doğuştan sahip oldukları anlamına gelir. Başka bir anlatımla, özgür bir toplumun anayasası insan haklarını tanımazlık edemez. Ama mesele insan haklarını şeklen tanımaktan ibaret değildir; önemli olan, anayasanın öngördüğü insan hakları rejiminin tümüyle doğal haklar anlayışına uygun olmasıdır. Bunun da bazı standartları vardır. Birincisi, anayasanın tanıdığı temel haklar listesinin insan haklarını tüketmediğinin kabul edilmesidir. Yani, kişiler olarak “insan hakları”mız anayasada yazılanlardan ibaret değildir. İkincisi, temel hakların sınırlanmasında özgürlük karinesinin esas alınmasıdır. Buna göre, kişiler için özgürlük esas kısıtlama istisnadır. Bunun pratik anlamı, son derece hayatî veya mübrem nedenler olmadıkça, temel hakları sınırlamaktan kaçınmak gerektiğidir. Buna bağlı olarak, kanunî sınırlama nedenleri hem mümkün olduğunca dar tutulmalı, hem de bu nedenler yorum yoluyla keyfi olarak genişletilmemelidir. Bu açıdan bakıldığında, tipik sınırlama nedeni başkalarının haklarına zarar verilmesi durumudur. Bunun dışındaki sınırlama nedenleri mutlaka “barış içinde bir toplumsal varoluş” amacıyla ilişkili olmak zorundadır. Başka kişi veya grupları özel olarak yararlandırmak için bazı kişilerin temel haklarına sınırlama getirmek bu amaca aykırıdır”. Kaynak: Erdoğan, Mustafa (2011), “Niçin ve Nasıl Yeni Bir Anayasa?”, Tarih Bilinci. Sayı: 15- 16 Özel Sayı, s. 16. Araştırmalarla İlişkilendir Temel Hak Hürriyetler 80 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 1 Temel hak ve hürriyetleri sınıflandırabilme Genel Olarak Temel Hak ve Hürriyetler Temel hak ve hürriyetler konusunda temel ayrım Jellinek tarafından ortaya konulan ancak daha sonra başka yazarlarca geliştirilen, “negatif statü hakları (kişi hakları)”, “pozitif statü hakları (sosyal ve ekonomik haklar)” ve “aktif statü hakları (siyasal haklar)” şeklîndeki sınıflandırmadır. Negatif statü hakları devlete müdahale etmeme ödevi yükleyen başka bir ifade ile devlet tarafından dokunulmaması gereken hakları ifade eder. Yaşama hakkı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti gibi hürriyetler bu grupta değerlendirilebilir. Pozitif statü hakları ise devlete olumlu bir davranışta bulunma ve hizmet etme, katkı sağlama ve yardımda bulunma yükümlülüğü ve sosyal alanda belli ödevler ve fonksiyonlar yükleyen, sağlık hakkı, öğrenim hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı ve konut hakkı gibi haklardır. Aktif statü hakları ise devlet yönetimine katılmayı sağlayan siyasi parti kurma, partilere girme, kamu hizmetlerine girme, dilekçe hakkı gibi haklardır. İnsan haklarının kapsam ve muhteva olarak gelişmesi karşısında yetersiz kalan klasik tasniflerden farklı olarak, henüz anayasalarda tam olarak yer almamakla birlikte, insan hakları alanında yeni bir takım tasnifler yapılmaktadır. Üçüncü kuşak haklar veya “Dayanışma Hakları” olarak adlandırılan bu haklar, 1982 yılında hazırlanan “Dayanışma Haklarına İlişkin Uluslararası Pakt Ön Tasarısı”nda düzenlenen şeklîyle, “barış hakkı, gelişme hakkı, çevre hakkı ve insanlığın ortak malvarlığına saygı hakkı”ndan oluşmaktadır. 2 Anayasanın temel hak ve hürriyetlere yaklaşımını değerlendirebilme 1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Hürriyetlere Yaklaşımı Anayasa temel hak ve hürriyetler konusunu düzenlerken, hem tabiî hak doktrini hem de pozitivist hak anlayışına yönelik ifadelere yer vermiştir. 1961 Anayasasının aksine, 1982 Anayasasının ilk halinde hürriyetleri güçlendirici bir tutum sergilememiştir. 1982 Anayasası, anayasalar ile oluşturulmaya çalışılan hürriyet ve otorite dengesinde, otoriteden yana tercihte bulunmuştur. Bu anayasa ayrıca, temel hak ve hürriyetler ile ilgili geniş sınırlamalara yer vermiş, haklar ve ödevleri ise birlikte düzenlemiştir. Türk Anayasa Hukuku 81 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 3 Anayasanın temel hak ve hürriyetleri sınıflandırmasını özetleyebilme 1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Hürriyetleri Sınıflandırması Anayasa’da, temel hak ve hürriyetlere ilişkin olarak genel bir bölüme yer verilmiştir. Bu bölümde, hak ve hürriyetlerin niteliği, sınırlanması, kötüye kullanma yasağı, durdurulması gibi konulara yer vermiştir. Temel hak ve hürriyetlerin tek tek düzenlendiği diğer bölümde ise, hürriyetleri üç başlık altında tasnif etmiştir. Buna göre temel hak ve hürriyetler, “kişinin hakları ve ödevleri”, “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” ve “siyasi haklar ve ödevler” olmak üzere sınıflandırılmıştır. 4 Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının şartlarını açıklayabilme Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması Anayasada temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında uyulması gereken şartlar 13’üncü madde ile düzenlenmiştir. Bu maddeye göre temel hak ve hürriyetler ancak kanun ile sınırlanabilir. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile temel haklar, kişi hakları ve siyasi hakların düzenlenmesi mümkün değildir. Ancak, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle temel hak ve hürriyetler sınırlandırılabilir. Sınırlama Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere dayanmalı ve öngörüldüğü amaç dışında kullanılmamalıdır. Sınırlama sebepleri sadece ilgili oldukları hak ve hürriyet için geçerlidir, başka maddelerdeki hak ve hürriyetler için kullanılmaları mümkün değildir. İlgili maddede sınırlama sebebi yoksa, söz konusu hak veya hürriyetin objektif sınırlar dışında sınırlandırılması mümkün değildir. Sınırlama Anayasa’nın sözüne ve ruhuna yani anayasanın lafzına ve anayasanın bütününe hakim olan temel ilke ve düşüncelere uygun olmalıdır. Sınırlama demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine uygun olmalıdır. Buna göre yapılacak sınırlamalar, demokrasinin ilke ve kurumlarına ve Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan Cumhuriyetin niteliklerine uygun olmalıdır. Sınırlama, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunmamalıdır. Bir hak ve hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak olan aslî çekirdeğidir. Hürriyetlere yapılacak sınırlamalar, hak veya hürriyeti kullanılamaz hale getirecek nitelikte olmamalıdır. Sınırlama ölçülülük ilkesine uygun olmalı, yani makul, dengeli ve kabul edilebilir bir dereceyi aşmamalıdır. 5 Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması yasağını açıklayabilme Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılamaması Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmamasına ilişkin 14. madde, öncelikle temel hak ve hürriyetlerin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılmasını yasaklamaktadır. 14. maddede ayrıca; Anayasa hükümlerinin Devlet veya kişiler tarafından, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanmasını, yasaklamaktadır. 

Temel Hak Hürriyetler 82 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 6 Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının hangi durumlarda durdurulabileceğini açıklayabilme Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması Anayasa’nın 15’inci maddesi (f.1), savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabileceğini veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabileceğini öngörmektedir. 

Olağanüstü hallerin yürürlükte olduğu yerlerde ve sürelerde sınırlı olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir. Ayrıca Anayasada hürriyetler için öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. 

Ancak olağanüstü hallerde dahi dokunulamayacak haklara müdahale edilmemeli, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ve ölçülülük ilkesi ihlal edilmemelidir. 7 Temel hak ve hürriyetleri koruma mekanizmalarını sıralayabilme Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin başlıca yöntem ve araçlar, yürütmenin yargısal denetimi (idarî yargı), yasama işlemlerinin yargısal denetimi (anayasa yargısı), bağımsız idarî kurumlar aracılığıyla koruma, insan hakları örgütlerinin girişimleri ve uluslararası sözleşmelerle getirilen koruma mekanizmalarından oluşmaktadır. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası “hak arama hürriyeti” ve yürütme işlemlerinin yargısal denetimini kabul etmek suretiyle, hakları ihlal edilen bireylerin yargı organlarına başvurarak haklarını aramalarına imkân sağlamıştır. Yasama işlemlerinin yargısal denetimini sağlamak amacıyla iptal dâvası ve itiraz yoluyla norm denetimi usullerini benimsemiştir. 

2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile temel hakları kanunla veya diğer kamusal işlemlerle ihlal edilen kişilerin bazı şartlarla anayasa mahkemesine bireysel başvuru yapması mümkün hale gelmiştir. Bağımsız idari otoriteler vasıtasıyla da hak ve hürriyetlerin korunması mümkündür. 

Bunlar, RTÜK gibi iletişim ve enformasyon alanıyla ilgili kurumlar, Rekabet Kurulu gibi piyasa ekonomisi alanıyla ilgili kurumlar, idareyi denetlemekle görevli “kamu denetçisi” ve “arabulucu” gibi adlar verilen genel nitelikteki kurumlardır. Türk Anayasa Hukuku 83 neler öğrendik? 

1 Aşağıdakilerden hangisi Anayasada kişinin hakları ve ödevleri bölümünde düzenlenmiştir? 

A. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı 

B. Sendika kurma hakkı 

C. Eğitim ve öğrenim hakkı 

D. Dilekçe hakkı E. Kamu hizmetlerine girme hakkı 

2 “Kişinin devlet tarafından ihlal edilmemesi ve dokunulmaması gereken özel alanının sınırlarını belirleyen hürriyetlere” ne ad verilir? 

A. Negatif statü hakları 

B. Pozitif statü hakları 

C. Aktif statü hakları 

D.Dayanışma hakları 

E. Sosyal haklar 

3 1982 Anayasası’na göre aşağıdaki hak ve hür- riyetlerden hangisi olağan dönem Cumhurbaşkan- lığı kararnamesi ile düzenlenebilir? 

A. Mülkiyet hakkı 

B. Konut hakkı 

C. Dernek kurma hürriyeti 

D.Seçme ve seçilme hakkı 

E. Din ve vicdan hürriyeti 

4 Olağanüstü hallerde, temel hak ve özgürlük- ler için Anayasada öngörülmüş bulunan aşağıdaki güvencelerden hangisi kaldırılabilir? 

A. Kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zor- lanamaz. 

B. Suç ve cezalar geçmişe yürütülemez. 

C. Suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. 

D.Kimse dini inançlarını açıklamaya zorlanamaz 

E. Dernek kurma önceden izin alma şartına bağla- namaz. 

5 1982 Anayasası’na göre temel hak ve hürri- yetlerin sınırlandırılması ile ilgili aşağıdaki ifadeler- den hangisi yanlıştır? 

A. Sınırlama kanunla yapılmalıdır. 

B. Sınırlama Anayasanın ilgili maddelerinde belir- tilen sebeplere dayanmalıdır. 

C. Olağanüstü hâllerde ölçülülük ilkesine aykırı sınırlamalar yapılabilir.  

D.Sınırlama, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunmamalıdır. 

E. Sınırlama Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olmalıdır. 

6 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçları ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? 

A. Seçildikleri ülkeden bağımsız olarak çalışırlar. 

B. Dokuz yıl için seçilirler. 

C. Tekrar seçilmeleri mümkün değildir. 

D.Parlamenterler Meclisi tarafından seçilir. 

E. Üye devletlerin yargıç seçiminde aday gösterme yetkisi yoktur. 

7 1982 Anayasası’na göre aşağıdakilerden hangisi “sosyal ve ekonomik haklar” bölümünde düzenlenmemiştir? 

A. Eğitim hakkı 

B. Sosyal güvenlik hakkı 

C. Mülkiyet hakkı 

D. Konut hakkı 

E. Sağlık hakkı 

8 Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması ile ilgili aşağıdaki kurallardan hangisi 1982 Anayasasına sonradan yapılan bir değişiklik ile eklenmemiştir?

 A.Sınırlama, Lâik Cumhuriyetin gereklerine uy- gun olmalıdır. 

B. Sınırlama, demokratik toplum düzeninin ge- reklerine uygun olmalıdır. 

C. Sınırlama, ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır. D.Sınırlama, yalnızca ilgili maddelerdeki sebepler- le dayalı olarak yapılabilir. 

E. Sınırlama, temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunmamalıdır. 

9 Aşağıdakilerden hangisi dayanışma hakların- dan biri değildir? 

A. Çevre hakkı 

B. İnsanlığın ortak malvarlığına saygı hakkı 

C. Sosyal güvenlik hakkı 

D.Gelişme hakkı 

E. Barış hakkı 

10 “Sınırlamanın dayandığı amacı gerçekleştir- mek için aynı derecede etkili birden fazla tedbir varsa, ilgili hak ve hürriyet açısından en yumuşak aracın seçilmesi” aşağıdaki ilke veya kurallardan hangisinin gereğidir? 

A. Kanun ile sınırlama  

B. Laik cumhuriyetin gerekleri 

C. Öze dokunma yasağı 

D. Ölçülülük ilkesi 

E. Anayasanın ruhuna uygunluk Temel Hak Hürriyetler 84 neler öğrendik yanıt anahtarı 

1. A  2. E  3. B  8. B  2. A  7. C  4. E  5. C  9. C  10. D Araştır Yanıt Anahtarı 3 Araştır 1 Negatif statü hakları devlete müdahale etmeme ödevi yükleyen başka bir ifade ile devlet tarafından dokunulmaması gereken hakları ifade eder. Bu hakların gerçekleşmesi için devletin bir şey yapmasına gerek yoktur ancak devlet üçüncü kişilerden gelecek müdahaleleri durdurmakla yükümlüdür.Yaşama hakkı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, kişi dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı ve işkence yasağı gibi hürriyetler negatif statü haklarına örnek verilebilir. Bu haklar nitelikleri gereği kendiliğinden ya da kişinin kendisi tarafından gerçekleştirilen haklardır. Örneğin, kişinin konutuna güvenlik güçleri hukukun izin verdiği haller dışında girmezlerse bu hak gerçekleşmiş olur. Araştır 2 Anayasa’da temel hak ve hürriyetler ile ilgili olarak, doğuştan sahip olunan “dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetler” ifadeleri kullanılmıştır. Ancak Anayasanın, “bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden” ifadesini tercih etmesi aslında pozitivist hak anlayışının kabul edildiğini göstermektedir. Anayasa ayrıca, hakları ve ödevleri birlikte düzenlemiştir. Araştır 3 Anayasanın sosyal ve ekonomik haklar bölümünde, ailenin korunması ve çocuk hakları; eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi; çalışma ve sözleşme hürriyeti; dinlenme hakkı; sendika kurma hakkı; sendikal faaliyet; toplu iş sözleşmesi; grev hakkı ve lokavt; ücrette adalet; sağlık, çevre ve konut hakkı; sosyal güvenlik hakkı gibi hürriyetler yer almıştır. Türk Anayasa Hukuku 85 Araştır Yanıt Anahtarı 3 Araştır 4 Ölçülülük ilkesinin, elverişlilik, gereklilik ve oranlılık şeklînde üç unsuru vardır. Elverişlilik, sınırlamada başvurulan aracın, sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli, yani uygun olmasını ifade eder. Buna göre, sınırlamada başvurulan tedbirin (örneğin, sokağa çıkma yasağı) ulaşılmak istenen sonuca (kamu düzeninin korunması) bir katkıda bulunması, çözüm getirmesi gerekir. Gereklilik, sınırlamanın dayandığı amacı gerçekleştirmek için aynı derecede etkili birden fazla tedbir varsa, ilgili hak ve hürriyet açısından en yumuşak aracın seçilmesi anlamına gelir. Örneğin, öğretim harcını yatırmayan yükseköğretim öğrencilerinin uyarılması veya geçici olarak uzaklaştırılmaları harcı ödemelerini sağlayabiliyorsa, doğrudan kayıtlarının silinmesi biçimindeki bir tedbire başvurulması gereksizdir. Oranlılık ise, sınırlandırmayla ulaşılmak istenen amaç ile sınırlandırmada başvurulan aracın ölçüsüz bir oran içinde bulunmaması demektir. Örneğin, kamu düzeninin korunması amacıyla gece saatlerinde sokağa çıkma yasağı uygulanması yeterli oluyorsa, 24 saat sokağa çıkma yasağı uygulanması ölçülülük ilkesine aykırı olacaktır. Araştır 5 Temel hakların kötüye kullanılması yasağına ilişkin 14’üncü maddede yapılan değişiklikle, kötüye kullanma sayılan hak kullanma biçimleri sayı olarak azaltılmıştır. Ayrıca kişilerin yanı sıra devletin de temel hakları yok etmesi ve sınırlama yetkisini kötüye kullanması yasaklanmıştır. 14. maddenin ilk metninde yer alan ve bireylerin amaçlarına yönelik yasaklamalar getiren ifadeler yerine, kötüye kullanmanın bir faaliyet olması gerektiği de belirtilmek istenmiştir. Araştır 6 Anayasaya göre olağanüstü hâl dönemlerinde temel hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulması veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin alınması mümkündür. Ancak bu dönemlerde dahi dokunulamayacak bazı haklar vardır. Buna göre savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde dahi, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”. Araştır 7 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçları, her sözleşmeci devlet için o devletçe önerilen üçer aday arasından Parlamenterler Meclisi tarafından seçilir. Yargıçlar seçildikleri ülkeden bağımsız olarak çalışırlar. Mahkeme, Sözleşmeci tarafların sayısına eşit sayıda yargıçtan oluşur. Yargıçlar dokuz yıl için seçilirler ve görev süreleri 70 yaşında sona erer. Tekrar seçilmeleri mümkün değildir. Temel Hak Hürriyetler 86 Erdoğan, Mustafa (2001). Anayasal Demokrasi, 4.Baskı, Ankara.  Erdoğan, Mustafa (2003). Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset. Ankara.  Erdoğan, Mustafa. “Anayasa Değişiklikleri Ne Getiriyor?”, http://www.liberal-dt.org.tr/at/atme35.htm. Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku Dersleri. Bursa.  Hazır, Hayati (2004). Anayasa Hukuku. Ankara. Kapani, Münci (1981). Kamu Hürriyetleri. Ankara. Kuzu, Burhan (1990).1982 Anayasasının Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler. İstanbul. McWhinney, Edward (1981). Constitution-making: Principles, Process and Practice. Toronto.  Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara.  Sabuncu, Yavuz (2005). Anayasaya Giriş. Ankara.  Sağlam, Fazıl (1982). Temel Hakların Sınırlanması ve Özü. Ankara.  Tanör, Bülent (1986). İki Anayasa (1961-1982). İstanbul. Tanör, Bülent (1991). Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Cilt 1. İstanbul.  Uygun, Oktay (1992). 1982 Anayasasında Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi. İstanbul. Kaynakça 88 Bölüm 4 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları Anahtar Sözcükler: • Parlamenter Sistem • Meclis Hükûmeti Sistemi • Başkanlık Sistemi • Yarı Başkanlık Sistemi • Kuvvetler Ayrılığı • Yürütme • Yargı 1 Hükûmet Sistemi 1 Parlamenter sistem ve başkanlık sitemini karşılaştırabilme 2 Türk hükûmet sistemini değerlendirebilme 2 Devletin Hukuki Fonksiyonları 3 Yasama fonksiyonunu şekli ve maddi kritere göre tanımlayabilme öğrenme çıktıları 89 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Anayasa hukukunda hükûmet sistemleri, yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirleriyle olan ilişkilerine göre tasnif edilmektedir. Buna göre, yasama ve yürütme kuvvetlerinin yasama organında toplandığı meclis hükûmeti sisteminden, yasama ve yürütme kuvvetlerinin sert bir şekilde ayrıldığı başkanlık sitemine kadar farklı hükûmet sistemlerinin tasnif edilmesi mümkündür. Bu bölümde başkanlık sistemi, parlamenter hükûmet sistemi, meclis hükûmeti sistemi ve yarıbaşkanlık sistemi ile ilgili açıklamalar yapıldıktan sonra, genel olarak hükûmet sistemleri ve Türk hükûmet sistemi değerlendirilecektir. Son olarak ise devletin hukuki fonksiyonlarının tasnifi ve 1982 Anayasası’nın yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını nasıl paylaştırdığı konusu üzerinde durulacaktır. HÜKÛMET SİSTEMİ Genel Olarak Hükûmet Sistemleri Yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbiriyle ilişkileri, pozitif anayasa hukukunda hükûmet sistemleri tasnifinin dayandığı temeli oluşturur (Özbudun, 1998: 301). Bu ilişkilerin niteliğine göre hükûmet sistemleri, başkanlık sistemi, parlamenter hükûmet sistemi, meclis hükûmeti sistemi ve yarıbaşkanlık sistemi biçiminde tasnif edilmektedir.  Başkanlık Sisteminin Özellikleri Başkanlık sisteminin tipik modeli Amerikan başkanlık sistemidir. Ayrıca Kosta Rika, Venezuela, Kolombiya, Peru, Filipinler, Arjantin, Uruguay, Brezilya, Şili ve diğer bazı ülkelerde de başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Amerikan başkanlık sisteminin temel özellikleri şunlardır: 1. Başkanlık sistemi, sert kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır. Yasama ve yürütme kuvvetleri birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. 2. Başkanlık sisteminde, yürütme yetkisi halk tarafından seçilen başkana, yasama yetkisi ise parlamentoya aittir. Yasama ve yürütme birbirinden bağımsız olup aynı kişiler her iki organda görev alamazlar. 3. Başkanlık sisteminde başkan, yürütme yetkisinin tek sahibidir. Dolayısıyla yürütme tek-başlı (monist) karakterlidir. Bu sistemde başbakan yoktur. Başkanlık sisteminde yürütme yetkisinin kaynağı tek kişi olmakla birlikte, başkanın “sekreter” adı verilen bakanları, danışmanları ve diğer görevliler yürütme yetkisinin kullanılmasına katılırlar. 4. ABD ve diğer bazı ülkelerin başkanlık sistemlerinde başkan yasama organını feshedemez, yasama organı da güvensizlik oyuyla başkanının görevine son veremez. Türkiye modeli başkanlık sisteminde ise, parlamento veya başkan, her iki organın seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verebilmektedir. 5. Amerikan başkanlık sisteminde, federal sistemin de etkisiyle, yasama ve yürütme arasındaki ilişkilerde kopukluğu gidermek üzere bir “kontrol ve denge” sistemi geliştirilmiştir. Yürütmenin bazı işlemleri, örneğin; üst düzey yöneticilerin atanması Senatonun onayına bağlıdır. Buna karşılık, Başkanın da Kongrede kabul edilen kanunları veto etme yetkisi vardır. Parlamenter Hükûmet Sisteminin Özellikleri Avustralya, Avusturya, Belçika, Kanada, Danimarka, Almanya, İzlanda, İrlanda, İsrail, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, İsveç, İngiltere ve diğer birçok ülkede uygulanan parlamenter hükûmet sisteminin temel özellikleri şunlardır: 1. Parlamenter hükûmet (kabine hükûmeti), yürütme iktidarının, yasama iktidarından kaynaklandığı ve ona karşı sorumlu olduğu hükûmet sistemidir. Hükûmet, yasama organına karşı sorumludur, yani yasama organının güvenine dayanır ve güvensizlik oyuyla görevinden uzaklaştırılabilir. Buna karşılık, devlet başkanının da meclisi feshetme yetkisi vardır. Başkanlık sisteminde yasama ve yürütme organlarının birbirinin görevine son vermesi, aynı kişinin her iki organda görev alması mümkün değildir. 90 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları 2. Parlamenter sistemde yürütme organı ikibaşlı (düalist: devlet başkanı ve başbakan) dır. Cumhuriyetlerde devlet başkanı cumhurbaşkanı, monarşilerde ise hükümdardır. Bununla birlikte, yürütmede asıl yetkinin, yasama organına karşı sorumlu olan bakanlar kuruluna ait olduğu kabul edilmektedir. 3. Parlamenter hükûmet sisteminde devlet başkanının siyasal sorumluluğu yoktur. Dolayısıyla devlet başkanının görevine parlamento veya başka bir anayasal organının son vermesi mümkün değildir. Devlet başkanının görevinden uzaklaştırılmasının tek yolu vatana ihanet veya anayasayı ihlal gibi ağır suçlardan dolayı cezai sorumluluğunun ortaya çıkarılmasıdır. 4. Parlamenter hükûmet sisteminde, başbakan yasama organı içinden seçilir. Bakanlar kurulu üyelerinin dışarıdan da seçilmesi mümkün olmakla birlikte, çoğunlukla bunlar da yasama organın içinden seçilirler. Dolayısıyla başkanlık sisteminden farklı olarak parlamenter sistemde aynı kişiler hem yasama hem de yürütme organı içinde görev alabilmektedirler.  5. Parlamenter sistemde başbakan ve kabine kolektif bir yürütme organıdır. Meclis Hükûmeti Sisteminin Özellikleri 1921 Anayasası döneminde Türkiye’de de uygulanan meclis hükûmeti sistemi günümüzde İsviçre’de uygulanmaktadır. İsviçre Meclis hükûmeti sisteminin başlıca özellikleri şunlardır: 1. Meclis hükûmeti sistemi, kuvvetler birliği ve meclisin üstünlüğü ilkesine dayanır. Yasama ve yürütme yetkilerinin mecliste toplandığı bu sistemde, yürütme ayrı bir kuvvet olarak kabul edilmemektedir.  2. İki meclisten (Ulusal Meclis ve Devletler Meclisi) oluşan Federal Meclisin dört yıl için seçtiği eşit yetkilere sahip yedi kişilik Federal Konsey kolektif bir şekilde yürütme görevini yerine getirir.  3. Yürütme görevini üstlenen Federal Konsey, Meclisin emirleri doğrultusunda ve Meclis adına bu görevi yürütür. 4. Yürütme organının Meclis üzerinde, fesih dahil hiçbir yetkisi bulunmamaktadır. Buna karşılık Meclis yürütme organının görevine her an son verebilir. 5. Devlet başkanlığı makamının bulunmadığı bu sistemin uygulandığı İsviçre’de Federal Meclis Federal Konsey üyelerinden birisini bir yıllığına Federal Konsey başkanı olarak seçer ve bu kişi aynı zamanda temsili yetkilere sahip devlet başkanlığı görevini de yürütür. 6. Muhalefet kurumunu içermeyen meclis hükûmeti sisteminde parlamentodaki bütün önemli siyasal gruplar yürütme içinde de temsil imkânı elde etmektedirler. Yarı-Başkanlık Sisteminin Özellikleri Yaygın ismiyle yarı-başkanlık sistemi, başkanlık sistemiyle parlamenter sistemin bazı unsurlarını birleştiren bir “ara” ya da “melez” rejim olarak kabul edilmektedir. Buna göre, yarı-başkanlık sistemi, cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi ve önemli anayasal yetkilere sahip olması bakımından başkanlık sistemine, yasama organına karşı sorumlu bir başbakan ve bakanlar kurulunun varlığından dolayı da parlamenter hükûmet sistemine benzemektedir. Yarı-başkanlık sisteminin varlığı için cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, tek başına kullanabileceği önemli anayasal yetkilerinin bulunması ve cumhurbaşkanı ile aynı politikaları benimseyen bir parlamento çoğunluğunun güvenine dayanan bir başbakan ve kabinenin bulunması gerekir (Bk. Özbudun, 1993: 139-140; Hague and Harrop, 2001: 245). Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmekle birlikte, yetkileri önemsiz ve sembolikse, ya da yetkileri geniş olup da bunların kullanılması ülkenin siyasal kültürü ve anayasa gelenekleri nedeniyle mümkün değilse, bu sistemin aslında bir parlamenter rejim olduğunu Meclis hükûmeti sistemi meclisin üstünlüğü ve kuvvetler birliği ilkelerine dayanır. Yarı-başkanlık sisteminde, halk tarafından seçilen ve önemli anayasal yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı ile yasama organına karşı sorumlu bir başbakan ve bakanlar kurulu vardır. 91 Türk Anayasa Hukuku kabul etmek gerekir. Örneğin, Avusturya, İrlanda ve İzlanda bu tür parlamenter rejimlere sahiptirler (Özbudun, 1993: 139-140). Bir rejimin, parlamenter ya da yarı-başkanlık rejimi olması, cumhurbaşkanının anayasal yetkilerine ve bunların ne ölçüde kullanıldığına bağlıdır. Parlamentoda, cumhurbaşkanının da mensup olduğu bir siyasal çoğunluğun bulunması, sistemin yarı-başkanlık karakterini güçlendirecektir. Bir ülkede bütün bu şartlar zaman zaman değişebileceğinden, hükûmet sisteminin de yarı-başkanlık ve parlamenter rejim arasında gidip gelmesi mümkündür (Özbudun, 1993: 140). Yarı-başkanlık sisteminin başlıca örneği olarak bilinen Fransız hükûmet sisteminin 1958’den bu yana daha çok bir yarı-başkanlık sistemi gibi işlediği, parlamenter sisteme benzeyen kısa bir dönemin de (1986-1988), yarı-başkanlığa yeniden dönüşü hazırladığı kabul edilmektedir (Vedel, 1993: 96). Hükûmet Sistemlerinin Değerlendirilmesi Hükûmet sistemi hakkındaki tercihlerin, genellikle birbirinin karşıtı olarak görülen başkanlık sistemi ile parlamenter hükûmet sistemi üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir.  Başkanlık sistemi, bazı yönleriyle çoğunlukçu demokrasi, bazı yönleriyle de çoğulcu demokrasi modeline yakındır. Buna göre, başkanlık sisteminde yürütme gücünün tek bir kişide toplanması ve kabinenin tamamen başkana yakın ya da partisine mensup kimselerden oluşması bu sisteme çoğunlukçu bir nitelik verir. Ancak başkanlık sisteminin önemli bir unsuru olan sert kuvvetler ayrılığı, başkanın yasama organının kararları üzerindeki etkisini sınırladığından sistemi çoğulcu modele yaklaştırır. Sert kuvvetler ayrılığındaki yetki paylaşımı, birçok konuda uzlaşmayı zorunlu kılar. Ayrıca başkanlık sisteminde yürütme koalisyonlarına gerek olmaması ve başkanlık makamının bölünmezliği çoğunlukçu eğilimleri güçlendirir (Özbudun, 1993: 138-139). Parlamenter hükûmet sisteminde de çoğunlukçu unsurlara rastlamak mümkündür. Çoğunluk seçim sistemi ve iki-parti sistemi gibi unsurlarla birleşen bir parlamenter hükûmet sisteminin, İngiltere örneğinde görüldüğü gibi, tek bir partinin parlamento çoğunluğuna dayalı güçlü hükûmetleri ortaya çıkarması, doğal olarak hükûmetlerin uzlaşma gereği duymamasına yol açacaktır. “Başbakanlık sistemi” olarak adlandırılan bu parlamenter hükûmet modelinde, aynı liderin (başbakan) yönetimindeki kabine ve parlamento çoğunluğu, parlamenter sistemin iş birliğine dayalı işleyişi içinde diledikleri gibi hareket edebilirler. Böyle bir sistem, sert kuvvetler ayrılığından dolayı uzlaşmayı gerektiren başkanlık sisteminden daha fazla çoğunlukçu bir demokrasi uygulamasını ortaya çıkaracaktır. Buna karşılık, nisbi temsil, çok-parti sistemi ve koalisyon zorunluluğunun bulunduğu bir parlamenter sistemde uzlaşma, sistemin işleyişi için vazgeçilmezdir. Uzlaşma alanları ve yoğunluğu arttıkça, çoğulcu demokrasiye daha çok yaklaşılacaktır.  Genel olarak çoğulcu demokrasiye daha yakın olduğu kabul edilen parlamenter hükûmet sisteminin, başkanlık sistemine oranla demokrasinin yerleşmesine daha fazla elverişli olduğu ileri sürülmektedir. Buna göre, başkanlık sisteminde yasama organının yanı sıra başkanın da halk tarafından seçiliyor olması, sistemde bir “çift meşruluk” doğuracak, bu ise, eşit derecede demokratik meşruluk sahibi olduğunu ileri sürebilecek iki farklı organ arasında uyuşmazlık çıkması durumunda, parlamenter rejimdeki güvensizlik oyu veya meclisin feshi gibi mekanizmaların bulunmaması nedeniyle sistemin işleyişinde tıkanmalara yol açacaktır (Özbudun, 1993: 140-141; Linz, 1993: 118). Öte yandan, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, başkanla yasama meclisi üyelerinin farklı seçim çevrelerinde ve farklı seçim sistemleriyle seçilmelerinin, başkanla parlamentonun farklı siyasal güçlerin denetiminde olmasına yol açarak sorunu ağırlaştıracağına işaret edilmektedir (Özbudun, 1993: 141). Buna karşılık, yasama meclisi üyelerinin nisbi temsille seçilmesinin, başkana, her somut konuda ayrı ayrı oluşacak çoğunluklarla, parlamento karşısında etkin bir yönetim imkânı vereceğini savunan görüşler de mevcuttur (Bk. Vedel, 1993: 100). Ancak, bu görüşün burada nisbi temsilin, disiplinli partileri teşvik edici özelliğini dikkate almadığı görülmektedir ki, başkanın muhalif disiplinli partilerden destek alması çoğunlukla daha zordur. Bununla birlikte, başkanlık sisteminin katı disiplinli partileri zamanla yumuşatarak ılımlılaştırması da mümkündür.  Parlamenter rejimin başkanlık sistemi karşısında bir üstünlüğü olarak; başkanlık sisteminde başkanın kamuoyunun desteğini kaybetmesi hâlinde, başkanın görev süresinin değişmez nitelikte oluşu ve 92 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları seçim yapılmasının mümkün olmamasına karşılık, parlamenter rejimde hükûmetin kamuoyunun desteğini kaybetmesi hâlinde, yeni bir hükûmetin kurulması ya da seçimlerin yenilenmesi yollarına başvurulmasının mümkün olması gösterilmektedir. Başkanı anayasal mekanizmalarla görevinden uzaklaştıramayan muhalefetin, anayasa-dışı yollara başvurması tehlikesi ortaya çıkabilir. Başkanın görev süresinin sınırlı olması, yeniden seçilmesinin güç olduğu durumlarda, başkanı, muhalefetle çatışmayı göze alacak biçimde, politikalarını acele ve sabırsızca uygulayarak bir an önce sonuç alma düşüncesine sevk edebilir. Parlamenter rejimde ise iktidardaki siyasal partinin gelecek seçimleri de kazanma ümidiyle daha rahat çalışacağı düşünülebilir (Özbudun, 1993: 142-143). Ancak bu varsayımların tam aksinin gerçekleşmesi de mümkündür. Şöyle ki, parlamenter sistemde, iktidardaki siyasal partinin yeniden seçilebilmek için ülke yararına uzun vadeli ciddi icraatlar yapmak yerine, kısa vadeli oportünist bir tutumla yanlış politikalar izlemesi söz konusu olabilir. Görev süresi sınırlı olan bir başkan ise yeniden seçilme sorunu bulunmadığı için, seçim baskısından uzak bir şekilde, daha istikrarlı politikaları uygulamaya koyabilir. Öte yandan, başkanlık sisteminde hükûmet bunalımları yaşanmazken, parlamenter sistemde yasama organı içinde güçlü bir çoğunluğun bulunmadığı hâllerde, hükûmet istikrarsızlıkları ortaya çıkabilir (Lijphart, 48-50). Başkanlık sisteminde, seçimlerin, toptan kazanma ya da kaybetme, başka bir ifadeyle “ya hep ya hiç” (zero-sum) karakteri, politikanın kutuplaşmasına ve siyasal mücadelenin sertleşmesine yol açabilir. Buna karşılık parlamenter rejimde, iki seçim arasında çeşitli hükûmet imkân ve ihtimallerinin bulunması, sistemin daha ılımlı ve uzlaşmaya dayalı bir ortamda işlemesini kolaylaştırır (Özbudun, 1993: 142; Linz, 1993: 127-128). Ancak parlamenter sistemde iki seçim arasında değişik hükûmet ihtimallerinin söz konusu olabilmesi, bazen de muhalefetin hükûmeti düşürebilmek için gereksiz ve sert muhalefet yapmasına ya da siyasal ahlak açısından uygun olmayan yöntemlere başvurmasına yol açabilir. Oysa başkanlık sisteminde, başkanı değiştirmek mümkün olmadığından, muhalefetin en azından bir süre başkana şans tanıyarak, yeni seçimler öncesine kadar ılımlı bir davranış içine girmesi beklenebilir.  Başkanlık seçimlerinin “ya hep ya hiç” özelliğinin, başkan adaylarını marjinal oyları elde edebilmek için aşırı gruplara ödün vermeye sevk edebileceği, bunun ise siyasal mücadeleyi daha da kutuplaştıracağına işaret edilmektedir. Bu nedenledir ki, başkanlık sisteminin, Amerika’da olduğu gibi, ideolojik katılığın bulunmadığı; partilerin zayıf ve disiplinsiz olduğu; politikaya, çıkar sağlama düşüncesi ve yerel sorunların egemen olduğu toplumlarda başarılı olabileceği ileri sürülmektedir (Özbudun, 1993: 143-144). Ancak bu görüşlerin, aşırı uçların bulunduğu bir toplumda, bu grupların desteğini almayı başarabilen bir başkanın, bunların merkeze yaklaşmasına ve giderek ılımlı bir nitelik kazanmalarına katkıda bulunabileceğini gözardı ettiği söylenebilir.  ABD başkanlık, Fransa ve Finlandiya ise yarıbaşkanlık sistemine sahiptir. Ancak, bu ülkelerin başkanlık ya da yarı-başkanlık olarak adlandırılan hükûmet sistemleri arasında, oldukça önemli farklar bulunmaktadır. Finlandiya’da cumhurbaşkanı ile başbakanın hemen hemen eşit yetkilere sahip olmaları, bu modelin başkanlık sistemi ve parlamenter rejim arası karma bir sisteme sahip olduğu biçiminde yorumlanmaktadır. Yarı-başkanlık olarak adlandırılan Fransa modeli ise, unsurları ve işleyişi bakımından farklı özellikler göstermektedir. Fransız modelini, Amerikan modelinden ayıran başlıca özellikler, kuvvetler ayrılığı yerine iş birliğinin bulunması, cumhurbaşkanının görev süresinin uzunluğu, yürütmenin cumhurbaşkanının güçlü olduğu iki-başlı bir yapıya sahip olması, yürütmenin yasama organını feshedebilmesi gibi unsurlardır. Parlamentoda kendisine yakın bir çoğunluğa sahip olduğu durumlarda, Fransız Cumhurbaşkanı, Amerikan Başkanından açıkça çok daha güçlü olmaktadır. Dolayısıyla Fransız modeli yarı-başkanlık sistemi genel olarak çoğunlukçu demokrasi modeline daha uygun düşer. Bazı BDT ülkelerinde Fransız modeline sıcak bakılmasının bir nedeni de bu olabilir. Yakın zamanda demokrasiye geçiş yapan ülkelerden Latin Amerika ülkelerinin başkanlık sistemini, Güney ve Doğu Avrupa ülkelerinin ise parlamenter hükûmet sistemini veya yarı-başkanlık sistemini tercih ettikleri görülmektedir (Bk. Özbudun, 1993: 144). Bir hükûmet modelinin yarı-başkanlık sistemi olarak kabul edilebilmesi için, “cumhurbaşkanının 93 Türk Anayasa Hukuku doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi; parlamentoya karşı sorumlu bir başbakan ve bakanlar kurulunun varlığı; ve cumhurbaşkanının, başbakan ve ilgili bakanların karşı-imzaları olmaksızın tek başına kullanabileceği önemli anayasal yetkilerinin bulunması” gerekir (Özbudun, 1993: 144- 145). Cumhurbaşkanının yetkileri bakımından en önemli kriter ise “yasama meclisini fesih ve meclisin güvenini taşımaya devam eden bir hükûmeti azil” yetkisidir. Fesih yetkisinin birtakım şartlara bağlı olup olmadığı da önemlidir. Buna göre, cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçilmesini öngören ve onlara önemli yetkiler tanıyan 1976 Portekiz ve 1991 Romanya anayasaları yarı-başkanlık sistemini benimsemiştir. Bulgaristan ve Polonya’da cumhurbaşkanı halkça seçilmekle birlikte, önemli yetkilere sahip olmadığından; Yunanistan, Macaristan, Çekoslovakya ve Arnavutluk (Elster, 1991: 459) ise cumhurbaşkanları önemli yetkilere sahip olmakla birlikte, halk tarafından seçilmediklerinden, bu ülkeler yarı-başkanlık değil, parlamenter sisteme sahiptirler. Monarşinin geçerli olduğu İspanya’da ise parlamenter sistem yürürlüktedir. Türk Hükûmet Sistemi Genel Açıklama Türkiye’de 1961 ve ilk düzenlemesinde 1982 Anayasası parlamenter hükûmet sistemini benimsemiştir. 1961 Anayasası’nda, Cumhurbaşkanının, Cumhuriyet Senatosuna ve Anayasa Mahkemesine üye seçmek, Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmak gibi tek başına kullanabileceği bazı yetkileri bulunmaktaydı. Ancak, Cumhurbaşkanının Meclisçe seçilmesi ve Fransız Cumhurbaşkanına benzer yetkilere sahip olmaması, bu dönemde hükûmet sisteminin parlamenter sistem olduğu konusunda herhangi bir kuşkuya yer bırakmamıştır. 1982 Anayasası ise ilk düzenlemesinde, siyasal sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı alanındaki yetkilerini parlamenter hükûmet sisteminin mantığına aykırı olarak oldukça artırmıştır (AY.m.104). Bu dönemde Anayasa’nın, Cumhurbaşkanının hangi işlemleri tek başına yapabileceğini saymaması, uygulamada normalde parlamenter sistemde karşı-imza ile kullanılması gereken bazı yürütme yetkilerinin tek başına kullanılması sonucunu doğurmuştur. 1982 Anayasası’nın ilk hali ile Cumhurbaşkanını güçlendirmesi, anayasa hukukçuları arasında hükûmet sisteminin tartışılmasına yol açmıştır (Bk. Özbudun, 1998: 302-307; Erdoğan, 1993: 90-96; Turhan, 1989: 163-173; Duran, 1985). Aşağıda üzerinde durulacağı üzere, 2007 Anayasa değişikliği nedeniyle 2014’te Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin ardından sistem parlamenter sistemden daha da uzaklaşmış, 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişiklik ile de parlamenter sistemden başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemine geçilmesi kabul edilmiştir. 1982 Anayasası’nın ilk düzenlemesinde Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi öngörülmüştü. Yetkili olmakla birlikte Cumhurbaşkanının halk tarafından değil de Meclis tarafından seçildiği bir dönemde sistemin yarı-başkanlığa dönüşmesi mümkün değildi ve bu dönemde böyle bir eğilim de ortaya çıkmamıştır. Ancak 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulü kabul edilmiş, bu değişiklikten sonra ilk halk tarafından seçim 10 Ağustos 2014’te gerçekleşmiştir. Güçlü yetkilere sahip Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmeye başlanmasıyla birlikte, 2017 Anayasa değişikliği ile kabul edilen başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sisteminin uygulamaya başladığı döneme kadar hükümet sistemi yarı-başkanlığa benzer şekilde işlemiştir. 2017 yılında Anayasa değişikliği ile kabul edilen başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemi, 24 Haziran 2018 tarihinde birlikte yapılan TBMM ve Cumhurbaşkanı seçimleriyle birlikte yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Anayasada yeni hükümet sistemi düzenlenirken, yürütme organı için başkan yerine cumhurbaşkanı kelimesi kullanılmış olmakla birlikte, yeni hükümet sistemi siyaset bilimi ve anayasa hukuku teorisi bakımından bir başkanlık sistemidir. Türk Hükûmet Sisteminin Değerlendirilmesi Cumhurbaşkanlığı (Başkanlık) Sistemi Öncesi Yürürlükte Olan Hükûmet Sistemi Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, 1982 Anayasası, ilk düzenlemesinde Cumhurbaşkanını çok fazla güçlendirmesine rağmen, parlamenter sisteme ağırlık veren bir model öngörmüştü. Ancak Anayasa’da 2007 yılında yapılan 94 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları değişiklikle kabul edilen ve ilk uygulaması Ağustos 2014’te gerçekleşen Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yönteminin, Cumhurbaşkanının Anayasal yetkileriyle birlikte düşünüldüğünde, bu dönemde hükûmet sistemini yarı-başkanlık modeline yaklaştırdığı söylenebilir. Hükûmet isteminin yarı-başkanlık gibi işleyebilmesi halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun (dolayısıyla hükûmetin) aynı siyasi parti/eğilime mensup olması ve hükûmetin, Anayasal yetkilerini kullanmak isteyen Cumhurbaşkanının üstün konumuna rıza göstermesi durumunda mümkün olabilir. Buna karşılık Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun farklı siyasi partilerden/eğilimlerden olması hâlinde (Fransa’da cohabitation olarak adlandırılan durum), siyasal sistem, Cumhurbaşkanı pasif konumda kalmayı kabullendiği ölçüde parlamenter sistem gibi işleyebilir. 2014 ile 2018 yılları arasında hükümet sistemi yarı-başkanlığa benzer bir şekilde işlemiş olmakla birlikte, hükümet sistemi ile ilgili bir değişiklik yapılmamış olsaydı, bu şartların değişmesi dolayısıyla da hükûmet sisteminin de yarı-başkanlık ve parlamenter rejim arasında gidip gelmesi mümkündü. Cumhurbaşkanı-hükûmet çatışması hâllerinde ise sistemde gerginlik ve tıkanıklıkların olması ise kaçınılmazdı. Bu dönemde, anayasanın parlamenter sisteme benzeyen hükümleri şunlardır: 1. Parlamenter rejimin en önemli unsuru olan, hükûmetin parlamento karşısındaki siyasal sorumluluğu kabul edilmişti. 2. Bakanlar Kurulunun Cumhurbaşkanına karşı siyasal sorumluluğu yoktu ve Cumhurbaşkanı Meclisin güvenine sahip başbakanı azledemiyordu. Anayasa’da, bakanların Türkiye Büyük Millet Meclisinin yanı sıra başbakana karşı da sorumlu oldukları öngörülmüştü. Ayrıca başbakana, bakanların azlini Cumhurbaşkanından isteme yetkisi de tanınmıştı. “Rasyonelleştirilmiş parlamentarizm” yönünde bir gelişme olarak kabul edilen bu hükümler başbakanı güçlendirici niteliktedir.  3. Anayasa, yetkilerini artırmak suretiyle Cumhurbaşkanını klasik parlamenter sistemlerden farklı olarak oldukça güçlendirmiş olmakla birlikte, parlamenter sistemin en önemli unsurlarından olan Cumhurbaşkanının siyasal sorumsuzluğu (hükûmetin düşürülmesinde olduğu gibi görevine son verilememesi) ve bunun gereği olan karşıimza kuralına yer vermişti.  Genel oyla seçilme yönteminin geçerli olduğu dönemde ise (Ağustos 2014’ten sonra) Cumhurbaşkanının halka karşı sorumlu olduğu söylenebilir. Ancak bu sorumluluk sadece ikinci defa aday olunması hâlinde seçmen tarafından değerlendirilebileceğinden, sınırlı bir (seçimsel) sorumluluk söz konusu olacaktır. Yani halk başarılı bulmadığı bir cumhurbaşkanını ikinci defa seçmeyebilecektir.  Bu dönemde, Anayasa’da yer alan Cumhurbaşkanının kararnameleri imzalama yetkisi (m.104’ün ilk hali, [b], 12) her ne kadar karşı-imza kuralı nedeniyle bütün parlamenter sistemlerde devlet başkanlarınca kullanılan olağan bir yetki ise de halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanının bu yetkiyi kullanırken siyasi yerindelik açısından değerlendirme yapması mümkündü. Kararnamelerin imzalanmaması, özellikle Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun farklı siyasi partilerden/eğilimlerden olduğu dönemlerinde Cumhurbaşkanı-hükûmet çatışmasına yol açacak başlıca sorunlardan biri olması ise her zaman mümkündü. Bu dönemde, Anayasanın yarı-başkanlık sistemine benzeyen hükümleri ise şunlardır: 1. Anayasa Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yöntemini kabul etmişti (Mülga m.102). 2. Anayasa Cumhurbaşkanına genellikle parlamenter sistemlerde görülmeyen oldukça önemli yetkiler vermişti. Bunlardan hükûmet sistemi bakımından kritik öneme sahip görev ve yetkiler şunlardır:  a. Anayasaya göre, “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” (m.8’in ilk hali). “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” (m.104’ün ilk hali, f.1).  b. Cumhurbaşkanı gerekli gördüğü haâllerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak yetkisi- 95 Türk Anayasa Hukuku ne sahiptir (m.104’ün ilk hali, [b], 3). c. Cumhurbaşkanı, Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hâl ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak yetkisine sahiptir (m.104’ün ilk hali, [b], 11). d. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması hâlinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir (m.92,f.2; 104, [b], 7). e. Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı üst düzey yöneticiliklere (YÖK üyeleri, rektörler, HSK üyeleri) ve yargı organlarına (Anayasa Mahkemesi, Danıştay) atama yapar (m.104, 131, 146, 155, 159). Cumhurbaşkanı bu yönetim ve yargı kuruluşlarının bazılarında üyelerin tamamını, bazılarında ise belli bir kısmını atamaktadır. Yine bu atamaların bir kısmı doğrudan, bir kısmı da ilgili kurumların önerisi ile olmaktadır. Bu konu aşağıda Cumhurbaşkanı bahsinde incelenecektir. 3. Anayasa hükümetin kurulamadığı veya güvenoyu alamadığı bazı hallerde, diğer şartların da gerçekleşmesi durumunda, parlamento seçimlerinin Cumhurbaşkanınca yenilenmesi yetkisini kabul etmişti. Türkiye’de belli dönemler dışında parlamenter sistemin başarılı olduğunu söylemek oldukça güçtür. Zira, Türkiye’de siyasal sistemin işleyişindeki başlıca sorunlardan birisi hükûmet istikrarsızlığı olmuştur. Ülkenin sosyal ve siyasal bölünme yapısı, belli dönemler dışında, tek parti çoğunluğuna dayalı hükûmetlerin kurulmasını sağlayacak büyük partilerin ortaya çıkması için elverişli değildir. Bu tür toplumlarda, eğer parlamenter rejim geçerliyse, koalisyon hükûmetlerinin oluşturulması kaçınılmazdır. Ancak koalisyonların başarısı tamamen partilerin “uzlaşma” yeteneğine bağlıdır. Ağustos 2014’ten itibaren Cumhurbaşkanının halk tarafından seçiliyor olması nedeniyle, hükümet sisteminin karşılaşacağı bir diğer sorun da, özellikle farklı siyasi partilerden olması halinde, her ikisi de genel oyla seçilmiş Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında ortaya çıkabilecek çatışma ihtimaliydi. Bu da yine uzlaşma ile aşılabilecek bir sorundur. Ne var ki, Türk siyasal kültürünün başlıca zaaflarından birisi uzlaşma anlayışının gelişmemiş olmasıdır. Bu nedenle, ancak uzlaşma sağlandığı ölçüde parlamenter rejim ya da yarı-başkanlık sistemi iyi kötü işleyebilirdi. Bu gerekçeyle, 2017 Anayasa değişikliğiyle başkanlık (Cumhurbaşkanlığı/Türk Tipi Başkanlık) sistemine geçilmesinin kabul edilmiş olması yerindedir. 2017 Anayasa Değişikliğine Göre Türk Hükûmet Sistemi Anayasaya göre, yürütme yetkisi ve görevi (m.8) doğrudan halk tarafından seçilen (m.101) Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder (m104). Cumhurbaşkanının başlıca yetkileri; yürütme organı olarak görev yapmak, bakanları ve Cumhurbaşkanı yardımcıları ile üst kademe yöneticilerini atamak, belli sınırlar çerçevesinde kararname çıkarabilmek, olağanüstü hâl ilan etmek ve bütçe kanunu teklifini Meclise sunmaktır. Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir (m.106/1). Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından atanması gerekir. Anayasaya göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer (m.106/4). Aynı şekilde bir milletvekilinin Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer (m.101/4). Dolayısıyla aynı kişinin hem yasama hem de yürütme organında görev alabilmesi mümkün değildir. Cumhurbaşkanı bütçe kanunu teklifini Meclise sunar, bunun dışında Cumhurbaşkanı veya bakanlar TBMM’ye kanun teklifi sunamaz. Başkanlık sisteminin bir gereği olarak Anayasada, Cumhurbaşkanının cezai ve hukuki sorumluluğu da kabul edilmiş ve gerekli denetim mekanizmaları oluşturulmuştur. Cumhurbaşkanlığı sisteminde Cumhurbaşkanının halka karşı sisyasi sorumluğu da vardır. Bu sorumluluk seçimler yoluyla işleyecektir. 96 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları Yasama yetkisi ise, Anayasanın 7. maddesine göre, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesinhesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, genel ve özel af ilânına karar vermek Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri arasındadır (m. 87). Meclis ayrıca, Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetleme yetkisini de kullanır (m.98/1). Temelde başkanlık sistemine ilişkin unsurları bünyesinde barındırmakla birlikte, Türk hükümet sisteminin (Cumhurbaşkanlığı sistemi), Amerikan başkanlık sisteminden bazı önemli farklılıkları vardır. Cumhurbaşkanlığı Sisteminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin eşzamanlı olarak yapılması kuralı benimsenmiştir. Bu çerçevede TBMM’nin daha önce 4 yıl olan seçim dönemi 5 yıla çıkarılmış, böylece yasama dönemi ve Cumhurbaşkanının görev süresi eşitlenmiştir. Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Türkiye Büyük Millet Meclisi veya Cumhurbaşkanının kararıyla, her iki organın birlikte seçimlerinin yenilenebilmesi öngörülmüştür. Başkanlık sisteminin önemli dezavantajlarından biri de yasama ve yürütme arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümünün olmamasıdır. TBMM ve Cumhurbaşkanına gerekli görmeleri halinde yasama ve yürütme organlarını birlikte erken seçime götürebilme yetkisinin verilmesi, bu organlar arasında çıkabilecek krizlerin aşılmasına yardım edecektir. Cumhurbaşkanı iki turlu çoğunluk sistemine göre seçilecektir. Cumhurbaşkanı birinci turda seçilemediği takdirde, iki hafta sonra en fazla oy alan iki adayın katılacağı ikinci turun yapılması öngörülmüştür. Amerikan sisteminde Başkanın atamalarının Kongrenin onayına tabi olması Başkanı bütünüyle güçsüz hale getirdiğinden, Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Cumhurbaşkanı ile Meclisin yetkileri çatışmaya yol açmayacak şekilde ayrıştırılmıştır. Amerikan sisteminin en önemli zaafı bütçenin kabulünde Başkanın tamamen devre dışı olması nedeniyle yaşanan bütçesiz kalma durumudur. Türk sisteminde bütçenin kabul edilmemesi halinde önceki yılın bütçesi belli bir artışla uygulanabilecektir. Türk Tipi Başkanlık Sisteminin hazırlanmasında, bugün Amerika’da güçlükle işleyen, sıklıkla tıkanmalara yol açan ve revize edilmesi önerilen Amerikan modelinin sorunlu özelliklerinin kopya edilmeyerek, Amerikan literatüründeki sistemin rasyonelleştirmesine yönelik öneriler de dikkate alınarak özgün bir model geliştirilmiş olması olumludur. Öğrenme Çıktısı Başkanlık sisteminin genel özelliklerini açıklayın. Parlamenter sistem ve başkanlık sisteminde yürütme organının yapısını karşılaştırın. Türk hükümet sisteminin, Amerikan başkanlık sisteminden ne gibi farklılıkları olduğunu arkadaşlarınıza anlatın. 1 Parlamenter sistem ve başkanlık sitemini karşılaştırabilme 2 Türk hükûmet sistemini değerlendirebilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş 97 Türk Anayasa Hukuku DEVLETİN HUKUKİ FONKSİYONLARI Kuvvetler Ayrılığı ve Fonksiyonlar Ayrılığı Kuvvetler ayrılığı sistemini, yasama, yürütme ve yargının kendi alanlarında mutlak egemen ve bağımsız oldukları şeklinde anlamak yanlıştır. Devlet kudretinin kullanılmasında başvurulan bütün işlemler devlet iradesinin farklı görünümlerinden ibarettir ve bu işlemleri yapan farklı organlar arasında bir iş birliği vardır. Devlet kudretinin farklı fonksiyonlarını ve organlarını birbirinden ayırmak mümkündür. Bu anlamda, yasama, yürütme ve yargı işlemlerinin yapılması, devlet kudretinin değişik kullanım biçimlerini, yani iktidarın fonksiyonlarını oluşturur. İktidarın organları ise bu fonksiyonları yerine getirmekle görevli kişi ve kuruluşlardır. Dolayısıyla günümüzde kuvvetler veya iktidarlar ayrılığı deyimi kullanılırken pozitif hukuka göre anlaşılması gereken, gerçekte fonksiyonlar ayrılığıdır (Özbudun, 1998: 144-145). Fonksiyonlar ayrılığı, iktidarın çeşitli fonksiyonlarının, aralarında bir iş birliği bulunan değişik organlar tarafından yerine getirilmesidir. Burada fonksiyon deyimi hukuki anlamda kullanılmaktadır. Hukuki açıdan önemli olan devlet faaliyetlerinin hukuk alanındaki etki ve sonuçlarıdır. Buna göre, devletin hukuki sonuçlar doğuran faaliyetleri, devletin hukuki fonksiyonlarını oluşturur (Özbudun, 1998: 145). Devletin hukuki fonksiyonları, yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının tanımlanması konusunda ise iki kriter bulunmaktadır. Maddi kriter ve şeklî-organik kriter. Devletin Hukuki Fonksiyonlarının Tasnifi Maddi Bakımdan Maddi kriter, devletin hukuki fonksiyonlarının tasnifini, bu fonksiyonların yerine getirilmesinde başvurulan işlemlerin hukuki mahiyetine göre yapmaktadır. Maddi mahiyetlerine göre hukuki işlemler, kural-işlem, subjektif işlem ve yargı işlemi olmak üzere üçe ayrılır. Bu işlemlerden her birinin yapılması, devletin üç hukuki fonksiyonundan birini oluşturur (Özbudun, 1998: 145-146). Maddi kriterin en önemli savunucusu Fransız anayasa hukukçusu Léon Duguit’ye göre, “devlet, yasama fonksiyonuyla objektif hukuku formüle eder veya ona yürürlük sağlar (Bk. Özbudun, 1998: 146). İdare fonksiyonuyla bir subjektif hukuki durum yaratır veya bireysel bir işlemle bir hukuki durumun doğması için gerekli şartı sağlar. Yargı fonksiyonuyla da ihlal veya uyuşmazlık hâlinde bir hukuk kuralının veya hukuki durumun varlığını veya kapsamını belirtir ve buna uyulmasını sağlayacak tedbirleri alır.” Maddi kritere göre devletin hukuki fonksiyonları şöyle tanımlanmaktadır (Özbudun, 1998: 146-147): Yasama fonksiyonu: Maddi kritere göre yasama fonksiyonu, kural koymak, yani kişisel olmayan (gayrişahsî), genel, sürekli ve objektif işlemler yapmaktır. Dolayısıyla devletin hangi organı tarafından yapılırsa yapılsın, kural-işlem mahiyetine sahip olan bütün işlemlerin yapılmasında yasama fonksiyonu icra edilmektedir. Örneğin, yasama organınca yapılan kanunlar ve içtüzükler ile yürütme organınca yapılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yönetmelikler maddi kriter bakımından yasama fonksiyonuna dahildirler. Yürütme (idare) fonksiyonu: Maddi kritere göre yürütme fonksiyonu, kişisel, somut ve subjektif işlemler yapılmasını ifade eder. Yürütme işlemlerinde devlet, subjektif bir hukuki durum doğuracak veya objektif bir hukuki durumun şartını gerçekleştirecek bir irade açıklamasında bulunur. Yasama işlemi, her zaman genel ve soyut bir düzenlemedir. Yürütme işlemi ise her zaman bireysel, somut ve bir defa kullanılmakla tükenen bir işlemdir. Yasama işlemi, bir hukuk kuralının ifadesidir; yürütme işlemi ise bir hukuki durumun yaratılması veya bir hukuki durumun gerçekleşmesinin şartıdır. Örneğin, bir memurun atanması, bir binaya ruhsat verilmesi, bir öğrenciye diploma verilmesi ve bir vergi yükümlüsüne vergi tarh edilmesi birer yürütme işlemidir. Maddi kritere göre yasama fonksiyonu, kişisel olmayan, genel, sürekli ve objektif yürütme fonksiyonu ise, kişisel, somut ve subjektif işlemler yapılmasını ifade eder. 98 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları Yargı fonksiyonu: Maddi kritere göre yargı fonksiyonu, hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi ve hukuka aykırılık iddialarının karara bağlanması anlamına gelir. Yargı organlarının idari nitelikteki işlemleri bu kritere göre yargı fonksiyonuna dahil değildir. Yargı fonksiyonu yerine getirilirken, birinci olarak, bir hukuka aykırılık iddiası ileri sürülür; ikinci olarak, mahkeme bu iddianın doğru olup olmadığını tespit eder; üçüncü olarak da, hukuka aykırılığın giderilerek bozulan hukuk düzeninin yeniden tesisi için bir müeyyide uygulanmasına karar verir. Şeklî ve Organik Bakımdan Şeklî ve organik kriter, devletin hukuki fonksiyonlarını bu fonksiyonları yerine getiren organa ve yapılış şekillerine göre tasnif etmektedir. Bu kritere göre, yasama fonksiyonu, yasama organı tarafından yapılan işlemleri; yürütme fonksiyonu, yürütme organı tarafından yapılan işlemleri; yargı fonksiyonu ise, yargı organı tarafından yapılan işlemleri ifade eder. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan Medeni Kanun, TBMM İçtüzüğü, milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin kararlar yasama işlemi; Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan kararnameler, yönetmelikler ve kararlar ile diğer idare organlarınca yapılan işlemler yürütme işlemi; yargı organlarınca verilen kararlar ile yapılan diğer işlemler yargı işlemidir. Şeklî ve organik kriterin en önemli savunucusu Fransız anayasa hukukçusu Carre de Malberg’e göre, devletin hukuki işlemlerinin tasnifi pozitif anayasa hukuku verilerine dayanılarak yapılmalıdır (Bk. Özbudun,1998: 148). Devletin hukuki işlemlerinin mahiyetleri ve hukuki kuvvetleri, ancak bunları yapan organa ve yapılış şekillerine göre belirlenebilir. İşlemin maddi mahiyetinin, yani genel veya bireysel oluşunun bu belirlemede hiçbir rolü yoktur. Yasama organının kanun adıyla ve kanun şeklinde çıkardığı her işlem her zaman kanundur ve kanun değerindedir. İdarî veya yargısal bir organın yaptığı bir işlem, içeriği ve niteliği itibarıyla kanunlarla aynı olsa bile, kanun değildir ve kanun değerine sahip olamaz. O hâlde, şeklî anlamda fonksiyonlar, devletin üç organı tarafından değişik şekillerde yerine getirilen çeşitli faaliyetleri ifade eder. Burada fonksiyonu belirleyen, onu yerine getiren organ ve yerine getiriliş şeklidir.  Şeklî ve organik kriterci Carré de Malberg’e göre, kanunlar ve idari işlemler maddi mahiyetleri bakımından tanımlanamazlar ve mahfuz alanlara da sahip değildirler (Bk. Özbudun, 1998: 148- 149). Bununla birlikte, idare fonksiyonunun ayırıcı özelliği kanunlara bağımlı oluşudur. Bunun iki önemli sonucu vardır: Birinci olarak, idari makamlar, bir kanuni dayanak olmaksızın genel veya bireysel ya da vatandaş haklarıyla veya idarenin iç işleyişiyle ilgili hiçbir işlem yapamazlar. İdarenin alanı sadece kanunların uygulanmasından ibarettir. İkinci olarak, mahfuz bir alanı olmamakla birlikte, idare, bir kanuna dayanmak ve kanunlara aykırı olmamak şartıyla her konuda her tedbiri alabilir. Dolayısıyla yasama ve yürütme fonksiyonları arasındaki fark, kanunun üstünlüğüne ve idarenin kanuna tâbi oluşuna dayanan hiyerarşik bir güç farkıdır. 1982 Anayasası’na Göre Devletin Hukuki Fonksiyonlarının Paylaşılması Devletin üç temel hukuki fonksiyonu olan yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının yerine getirilmesi görevi, Anayasa ile devletin üç ana organı olan yasama (TBMM), yürütme (Cumhurbaşkanı) ve yargı (bağımsız mahkemeler) organlarına verilmiştir. Anayasa’ya göre, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” (m.7); “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak yerine getirilir” (m.8); “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” (m.9). Anayasa, devletin üç temel fonksiyonunu ayrı ayrı düzenlemek ve farklı organlar tarafından yürütülmesini öngörmek suretiyle hukuki anlamda “fonksiyonlar ayrılığı”nı kabul etmiştir.  Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir (m.8). 1982 Anayasası’nın yürütme organını güçlendirmek amacıyla 1961 Şeklî kritere göre devletin hukuki işlemlerini tasnif etmek için, işlemi yapan organ ve yapılış şekline bakılır. Örneğin, yasama organının kanun adıyla ve kanun şeklinde çıkardığı her işlem her zaman kanundur ve kanun değerindedir. 99 Türk Anayasa Hukuku Anayasası’ndan farklı olarak yürütmeyi sadece bir görev değil, görev ve yetki olarak nitelendirmesi, idarenin kanuniliği ilkesini ve yürütmenin aynı zamanda görev olma niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla kanuni düzenlemelerin mevcut olduğu hallerde, idare bu kanunu uygulamak zorundadır ve bu anlamda yürütmenin yasamaya bağımlılığı devam etmektedir. Buna karşılık, Anayasa’nın yürütmeyi aynı zamanda bir yetki olarak kabul etmesinin önemi ve anlamı, yürütme organının doğrudan Anayasa’dan kaynaklanan ve kullanılması için daha önce bir kanun çıkarılmasına gerek olmayan cumhurbaşkanlığı kararnameleri bakımından kendini göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile, yürütme organının ilk elden düzenleme yapabilmesi mümkündür. Bu durum Anayasadan kaynaklanan istisnai bir yetkidir. Başka bir ifade ile Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, 8. madde ile düzenlenen idarenin kanuniliği ilkesine, yine Anayasadan kaynaklanan bir istisna oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin tabi olduğu sınırlar ise Anayasada belirlenmiştir (m.104/17). Buna göre, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir. Yürütmenin, asli düzenleme yetkisi niteliğindeki düzenleyici işlemlerden biri de olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerdir. Bu kararnameler kanun hükmündedir ve yalnızca olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkarılabilir. Ancak bu kararnameler, Meclis onayına sunulduktan sonra üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüp karara bağlanmazlarsa, kendiliğinden yürürlükten kalkar (m.119/6-7). 2017 Anayasa değişikliyle ortaya çıkan duruma göre Cumhurbaşkanının doğrudan Anayasadan kaynaklanan yetkisiyle çıkaracağı Cumhurbaşkanlığı kararnameleri de kural olarak kanunlara eşdeğer normlar olup, yürütme bakımından uyulması zorunlu düzenlemelerdir. Bu durumda idare işlem yaparken kanunlara ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine dayanmak ve bunlara uygun işlem yapmak zorundadır. Ancak idare işlem yaparken, aynı konuda hem kanunda hem de Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde hüküm bulunması durumunda kanundaki hükümleri uygulayacaktır. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yanı sıra, yürütme organının doğrudan Anayasa’dan kaynaklanan başka işlemleri de vardır. Bu işlemlerin yapılabilmesi için de bir kanuna dayanılması zorunlu değildir. Örneğin, Cumhurbaşkanının Anayasa’da yer alan (m.104) yasama ve yargı ile ilgili yetkilerini kullanırken yaptığı işlemler bu niteliktedir. Yönetmelikler maddi ve şeklî kriterler bakımından hangi fonksiyona dâhildir? Devletin hukuki fonksiyonlarını maddi ve şekli bakımdan tasnif edin. Anayasa’nın yürütmeyi görev ve yetki olarak kabul etmesinin önemini anlatın. Öğrenme Çıktısı 3 Yasama fonksiyonunu şekli ve maddi kritere göre tanımlayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş 100 Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları “Kuvvetler ayrılığı açısından baktığımızda, yargının her halükarda (veya ayrı) bir “kuvvet” bağımsız bir kuvvet olacağına göre, mesele yasama ile yürütme organları arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ile ilgilidir. Eğer bu alanda da “kuvvetler ayrılığı” ilkesini önemsiyorsak, parlamenter sistemin bunun için uygun olmadığı açıktır. Çünkü, parlamenter sistemin çoğu örneklerinde yasama ile yürütme aynı siyasi çoğunluğun –pratikte başbakanın– elindedir. Gerçi, seçim sisteminde yapılacak kimi ayarlamalarla iktidar partisi liderliğinin kendi partisi üzerindeki kontrolü kısmen gevşetilebilir, ama o zaman da “parti disiplini”nin sağlanması ve dolayısıyla parlamenter rejimin işlemesi zora girer. Diğer alternatiflerden Fransız-tipi “yarı-başkanlık” sisteminde de tam bir kuvvetler ayrılığından söz edilemez. Çünkü, bu modelde yürütmenin sorumluluğunu cumhurbaşkanıyla paylaşan hükûmet parlamentoyu kısmen kontrolü altında tutar. Ayrıca, seçim döneminin yasama organınınkinden farklılaştırılmış olması nedeniyle cumhurbaşkanının aynı çoğunluğa dayanmaması hâlinde yürütme içinde ortaya çıkacak ikilik, hatta gerilimin sistemi kilitlemesi ihtimali vardır. Kaldı ki, parlamentonun ve cumhurbaşkanının farklı seçim dönemlerine rağmen hükûmet ve cumhurbaşkanı aynı siyasi çoğunluktan çıkabilir ki, bu sefer de yasamanın yürütmeden bağımsız olması hiç mümkün olmaz. Geriye başkanlık sistemi kalmaktadır. “Başkanlık sistemi”nden kastettiğimiz tabiî ki Amerikan hükûmet sisteminin örneğini oluşturduğu modeldir. Bu, alternatiflerine göre “kuvvetler ayrılığı”na en uygun hükûmet sistemi modelidir. Bu arada belirtmek gerekir ki, başkanlık sisteminin “diktatörlük” demek olduğuna ilişkin Türkiye’deki yaygın düşüncenin hiçbir bilgi temeli yoktur. Bu yanlış izlenim, seçilmiş devlet başkanının plebisiter araçlardan da yararlanarak bütün önemli devlet yetkilerini kendinde topladığı ve bu arada kendi takdirine göre yasama organını da feshedebildiği “başkancı” sistemlerden edinilmiştir. Oysa, başkanlık sisteminin karakteristik özelliklerinden biri yürütmenin yasamayı feshetmesine imkân vermemesidir. Yasamayı yürütmeden bu yolla da bağımsızlaştıran ve iyi-kötü demokratik geleneğe sahip olan bir ülkede devlet yetkilerinin plebisitçi başkanın elinde toplanması zayıf bir ihtimaldir. Başkanlık sistemindeki başkanın parlamenter başbakandan daha güçlü olduğu kanaati de temelsizdir. Çünkü, başkanlık sisteminde başkan sadece yürütmeyi, buna karşılık parlamentarizmin başbakanı çoğu durumda hem yürütmeyi hem de yasamayı kontrolü altında tutar”. Kaynak: Erdoğan, Mustafa (2012). “Yeni Anayasa: Yol Haritası”, Liberal Düşünce, Yıl 17, Sayı 66, Bahar. Araştırmalarla İlişkilendir Türk Anayasa Hukuku 101 Hükûmet Sistemi 1 Başkanlık sisteminde yürütme organı tek-başlı (monist), parlamenter sistemde ise iki-başlıdır. Başkanlık sisteminde, yürütme yetkisi halk tarafından seçilen başkana, parlamenter sistemde ise devlet başkanı ve bakanlar kuruluna aittir. Başkanlık sisteminde başkan yasama organını feshedemez, yasama organı da güvensizlik oyuyla başkanının görevine son veremez. Parlamenter sistemde ise devlet başkanı yasama organını feshedebilir, yasama organı da hükûmeti görevden alabilir. Parlamenter hükûmet sisteminde, başbakan yasama organı içinden seçilir, bakanlar kurulu üyelerinin yasama organı içinden veya dışından seçilmesi mümkündür. Başkanlık sisteminde ise, aynı kişiler hem yasama hem de yürütme organı içinde görev alamazlar. Türk hükûmet sistemini 2 değerlendirebilme Parlamenter sistem ve başkanlık 1 sitemini karşılaştırabilme 2 1982 Anayasası ilk düzenlemesi ile parlamenter sisteme ağırlık vermekle birlikte, cumhurbaşkanını güçlendiren düzenlemeler içeriyordu. Cumhurbaşkanının tek başına kullandığı anayasal yetkilerin varlığı parlamenter sistem ile bağdaşmayacak nitelikteydi. 2007 yılında Anayasa’da yapılan değişiklik ve 2014’te cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte, hükûmet sisteminin yarı-başkanlık modeline yaklaştırdığını söylemek mümkündür. 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerin yürürlüğe girmesi ile birlikte parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemi temelde başkanlık sistemine ilişkin unsurları bünyesinde barındırmakla birlikte, Türk hükümet sisteminin, Amerikan başkanlık sisteminden bazı önemli farklılıkları vardır. Örneğin Cumhurbaşkanlığı Sisteminde, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri eşzamanlı olarak yapılmakta ve bu iki organdan birinin kararıyla seçimlerinin birlikte yenilenebilmesi mümkündür. Cumhurbaşkanlığı Sisteminde Cumhurbaşkanı ile Meclisin yetkileri çatışmaya yol açmayacak şekilde ayrıştırılmıştır. Ayrıca Türk sisteminde bütçe kirizlerini önlemek için, bütçenin kabul edilmemesi halinde önceki yılın bütçesinin belli bir artışla uygulanabilmesi mümkün hale getirilmiştir. 3 Yasama fonksiyonunu şekli ve maddi kritere göre tanımlayabilme Devletin Hukuki Fonksiyonları 3 Şeklî anlamda yasama fonksiyonu, yasama organı tarafından yapılan işlemleri ifade etmektedir. Maddi kritere göre yasama fonksiyonu, kural koymak, yani kişisel olmayan, genel, sürekli ve objektif işlemler yapmaktır. Dolayısıyla devletin hangi organı tarafından yapılırsa yapılsın, kural-işlem mahiyetine sahip olan bütün işlemlerin yapılmasında yasama fonksiyonu icra edilmektedir. Örneğin, yasama organınca yapılan kanunlar ve içtüzükler ile yürütme organınca yapılan cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yönetmelikler maddi kriter bakımından yasama fonksiyonuna dahildirler. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları 102 neler öğrendik? 1 1982 Anayasası’na göre aşağıdakilerden hangisi Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinden biri değildir? A. Olağanüstü hâl ilan etmek B. Üst kademe yöneticilerini atamak C. Kararname çıkarmak D. Meclise bütçe kanunu teklifini sunmak E. TBMM Başkanını seçmek 2 Aşağıdakilerden hangisi meclis hükûmeti sisteminin özelliklerinden biri değildir? A. Meclisin üstünlüğü söz konusudur.  B. Devlet başkanlığı makamı yoktur.  C. Sert kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanır.  D. Yürütme organının Meclis üzerinde, hiçbir yetkisi bulunmamaktadır. E. Meclis yürütme organının görevine her zaman son verebilir. 3 Aşağıdakilerden hangisi hükûmet sistemine ilişkin olarak 1982 Anayasası’nda yer alan kurallardan biri değildir? A. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi B. Yürütme yetkisinin yalnızca Cumhurbaşkanına ait olması C. Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar verebilmesi D. Bakan olarak atanan milletvekilinin milletvekilliğinin devam etmesi E. Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun olması 4 Aşağıdakilerden hangisi maddi kritere göre yasama fonksiyonuna dahil değildir? A. Kanunlar B. Memur atanması işlemi C. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri D. Yönetmelikler E. Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri 5 Aşağıdakilerden hangisi Amerikan başkanlık sisteminin temel özelliklerinden biri değildir? A. Sert kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanması B. Başkanın halk tarafından seçilmesi C. Başkanın yürütme yetkisinin tek sahibi olması D. Başkanın yasama üyesi olmasının zorunlu olması E. Yasama organının güvensizlik oyuyla başkanının görevine son verememesi 6 Aşağıdakilerden hangisi parlamenter sistemin özelliklerinden biri değildir? A. Yürütme organı iki-başlıdır. B. Devlet başkanının siyasal sorumluluğu yoktur. C. Başbakan yasama organı içinden seçilir. D. Hükûmet yasama organına karşı sorumludur. E. Bir kişi hem yasama hem de yürütme organı içinde görev alamaz. 7 Aşağıdakilerden hangisi bakımından parlamenter sistem ile Amerikan başkanlık sistemi arasında farklılık yoktur? A. Kanunların yasama organı tarafından yapılması B. Yürütme organının yasamanın güvenine dayalı olması C. Yürütme organının yasamayı feshedebilmesi D. Bakanların yasamada görev alabilmesi E. Yürütme organının iki- başlı olması 8 Aşağıdakilerden hangisi yarı-başkanlık sistemi ile bağdaşmaz? A. Cumhurbaşkanının yasama meclisini feshetme yetkisinin olması B. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi C. Cumhurbaşkanının önemli anayasal yetkilere sahip olması D. Bakanlar kurulunun yasama organına karşı sorumlu olması E. Yürütme organının tek başlı olması Türk Anayasa Hukuku 103neler öğrendik? 9 “Yasama ve yürütme yetkilerinin mecliste toplandığı bu sistemde, yürütme ayrı bir kuvvet olarak kabul edilmemektedir. Bu sitem muhalefet kurumu içermez, parlamentodaki bütün önemli siyasal gruplar yürütme içinde de temsil imkânı elde etmektedir”. Yukarıda özellikleri anlatılan hükûmet sistemi aşağıdakilerden hangisidir?  A. Parlamenter sistem B. Başbakanlık sistemi C. Yarı-başkanlık sistemi D. Meclis hükûmeti sistemi E. Başkanlık sistemi 10 I. Yürütme organı tek-başlıdır. II. Devlet başkanının siyasal sorumluluğu yoktur. III. Hükûmet yasama organına karşı sorumludur. IV. Başbakanın yasama üyesi olması zorunlu değildir. Yukarıdakilerden hangileri parlamenter sistemin özelliklerinden değildir? A. I ve II B. I ve III C. I ve IV D. II ve III E. II ve IV Hükûmet Sistemi ve Devletin Hukuki Fonksiyonları 104 neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “2017 Anayasa Değişikliğine Göre Türk Hükûmet Sistemi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. E Yanıtınız yanlış ise “Parlamenter Hükûmet Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. E Yanıtınız yanlış ise “2017 Anayasa Değişikliğine Göre Türk Hükûmet Sistemi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. D Yanıtınız yanlış ise “Başkanlık Sisteminin Özellikleri” ve “Parlamenter Hükûmet Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. E Yanıtınız yanlış ise “Meclis Hükûmeti Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. C Yanıtınız yanlış ise “Başkanlık Sisteminin Özellikleri” ve “Parlamenter Hükûmet Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. A Yanıtınız yanlış ise “Devletin Hukuki Fonksiyonlarının Tasnifi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. B Yanıtınız yanlış ise “Başkanlık Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. D Yanıtınız yanlış ise “Meclis Hükûmeti Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. D Yanıtınız yanlış ise “Parlamenter Hükûmet Sisteminin Özellikleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. C Araştır Yanıt Anahtarı 4 Araştır 1 Başkanlık sisteminin temelinde yasama ve yürütme kuvvetlerinin sert bir şekilde birbirinden ayrılması ilkesi vardır. Yasama yetkisi parlamentoya, yürütme yetkisi ise başkana aittir. Yasamada görev alan birinin yürütmede, yürütmede görev alan birinin de yasmada görev alabilmesi mümkün değildir. Başkanlık sisteminde yürütme organı tek-başlıdır. Bu sistemde halk tarafından seçilen başkan yürütme yetkisini tek başına kullanır, bir başbakan yoktur. Ancak başkanlık sisteminde başkanın “sekreter” adı verilen bakanları, danışmanları ve diğer görevliler yürütme yetkisinin kullanılmasına katılırlar. Başkanın yasama organını feshedebilmesi mümkün değildir. Yasama organı da başkanı denetleyip görevden alamaz, başkanın görev süresi kural olarak değişmez niteliktedir. Amerikan başkanlık sisteminde yasama ve yürütme arasındaki ilişkilerde kopukluğu gidermek üzere bir “kontrol ve denge” sistemi geliştirilmiştir. Araştır 2 Maddi kritere göre yasama fonksiyonu, kural koymak, yani kişisel olmayan (gayrişahsî), genel, sürekli ve objektif işlemler yapmaktır. Dolayısıyla devletin hangi organı tarafından yapılırsa yapılsın, kural-işlem mahiyetine sahip olan bütün işlemlerin yapılmasında yasama fonksiyonu icra edilmektedir. Yönetmelikler, yürütme organı tarafından yapılmakla birlikte içerik olarak kişisel olmayan, genel, sürekli ve objektif bir işlemdir. Bu nedenle yönetmelikler maddi kriter bakımından yasama fonksiyonuna dahildirler. Şeklî kriter, devletin hukuki fonksiyonlarını bu fonksiyonları yerine getiren organa ve yapılış şekillerine göre tasnif etmektedir. Yürütme organı tarafından yapılan işlemler dolayısıyla yönetmelikler şeklî kriter bakımından yürütme fonksiyonuna dahildir. Türk Anayasa Hukuku 105 Duran, Lütfi (1985). “Türkiye’nin Siyasi Rejimi”, Yeni Gündem. 16-31 Mayıs.  Elster, Jon (1991). “Constitutionalism in Eastern Europe”, The University of Chicago Law Review. Vol. 58, No. 2, s.468-470.  Epstein, Leon (1968). “Parliamentary Government”, International Encyclopedia of Social Sciences. New York. Erdoğan, Mustafa (1993). Anayasacılık, Parlamentarizm, Silahlı Kuvvetler. Ankara.  Erdoğan, Mustafa (2002). Anayasa ve Özgürlük. Ankara. Hague, Rod- Martin Harrop (2001). Comparative Government and Politics: An Introduction. Hampshire&New York.  Lijphart, Arend (1996): Çağdaş Demokrasiler: Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri (Çevirenler: Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran). Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını. Linz, Juan (1993). “Başkanlık Sistemiyle Parlamenter Sistem Arasındaki Tercihin Siyasal ve Sosyal Sonuçları”, BDT Ülkelerinde Demokrasiye Geçiş ve Anayasa Yapımı (Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu - Türk Demokrasi Vakfı). Ankara, s.117-134.  Özbudun, Ergun (1993). Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı. Ankara.  Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara.  Turhan, Mehmet (1989). Hükûmet Sistemleri ve 1982 Anayasası. Diyarbakır.  Vedel, Georges (1993). “Temel Hukuki Seçenekler”, BDT Ülkelerinde Demokrasiye Geçiş ve Anayasa Yapımı (Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu-Türk Demokrasi Vakfı). Ankara, s.63-109. Kaynakça 106 Bölüm 5 Yasama Anahtar Sözcükler: • Seçim Sistemi • Kanun • Yasama Dokunulmazlığı • Yasama Sorumsuzluğu • Milletvekilliği • Meclis Soruşturması • Bütçe Kanunu öğrenme çıktıları 1 Yasama Fonksiyonu 1 Yasama yetkisinin özelliklerini açıklayabilme 2 Yasama İşlemleri 2 Kanunların yapım sürecini özetleyebilme Yasama Organı 3 Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve 3 yetkilerini sıralayabilme 107 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Devletin üç temel hukuki fonksiyonundan biri olan yasama fonksiyonunu yerine getirme yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Yasama yetkisi genellik, aslilik ve devredilmezlik gibi özelliklere sahiptir. Bu bölümde öncelikle yasama fonksiyonu başlığı altında yasama yetkisinin özellikleri açıklanacaktır. Yasama işlemleri başlığı altında ise kanunlar ve kanunların yapım süreci, parlamento kararları ve içtüzük kuralları incelenecektir. Bu bölümü tamamlayan öğrenciler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapısı ve milletvekillerinin seçimi, Meclis üyelerinin hukuki durumu, Meclisin iç örgütlenmesi ve çalışma düzeni ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri konusunda ayrıntılı bilgiye sahip olacaktır. YASAMA FONKSİYONU Yasama Fonksiyonu ve Yasama Yetkisinin Tanımı ve Niteliği Maddi bakımdan yasama fonksiyonu, genel, sürekli, objektif ve kişisel olmayan işlemler yapmak, yani kural koymak anlamına gelir. Şeklî anlamda yasama fonksiyonu ise yasama organı tarafından yasama usullerine uygun olarak yapılan bütün işlemlerdir. Türk Anayasa Hukuku bakımından yasama fonksiyonunun şeklî ve organik kritere göre tanımlanması gerekir. Çünkü, Anayasada yasama işlemlerinin mutlaka genel, soyut, objektif ve gayrişahsî olması gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Buna karşılık Anayasa, Meclisin, savaş ilanına karar vermek, milletvekilliğinin düşmesine ve dokunulmazlığın kaldırılmasına karar vermek gibi kural-işlem mahiyetinde olmayan bazı işlemleri yapabileceğini de kabul etmiştir. Öte yandan, Meclisin uygulamada kural-işlem mahiyetinde olmayan kanunlar çıkardığı da görülmektedir. Örneğin, memlekete olağanüstü hizmet veren bazı kişilere hidematı amme veya vatani hizmet tertibinden maaş bağlayan kanunlar, ilçelerin il yapılmasına ilişkin kanunlar, tabiî afetlerden zarar gören şehir ve kasabalara yardım yapılmasına ilişkin özel kanunlar kural-işlem mahiyetinde değildir. O hâlde, Türk Anayasa Hukuku bakımından yasama fonksiyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama usullerine uygun olarak yaptığı işlemleri ifade eder. Anayasa’nın 87’nci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri şunlardır: Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak; Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek. Türk Anayasa Hukuku bakımından yasama fonksiyonunun şeklî-organik kritere göre tanımladığımıza göre, TBMM’nin bu görev ve yetkilerini yerine getirmek için yaptığı işlemler yasama fonksiyonunu oluşturur. Doktrinde genellikle şeklî kanun anlayışı benimsenmiş olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesinin, bazı kararlarında maddi kanun tanımını esas alarak Meclisin karar adını taşıyan, ancak içerik olarak kural-işlem niteliğinde olan bazı işlemlerini de kanun kabul ederek denetlediği görülmektedir. Anayasa Mahkemesi, kanunla yapılması gereken düzenlemelerin yargı denetiminden kaçmak amacıyla karar biçiminde yapılması hâlinde bu işlemleri denetim kapsamına alarak Anayasaya uygunluğu sağlamaya çalışmaktadır (bkz. E.1990/31, K.1990/24, K.T. 24.9.1990, AMKD., Sayı 26, s. 403). Anayasa Mahkemesinin şeklî kanunları denetlemesi konusunda ise bir tereddüt yoktur. Yasama yetkisi ise “Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanun yapma ve parlamento kararları alma yetkisi” olarak tarif edilebilir. Anayasaya göre, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” (m.7). Yasama yetkisi genellik, aslilik ve devredilmezlik özelliklerine sahiptir. Yasama Yetkisinin Özellikleri Yasama Yetkisinin Genelliği Yasama organının kanun yapma yetkisi konu bakımından sınırlı değildir. Başka bir ifadeyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasaya aykırı olmamak kaydıyla dilediği konuda, ana hatlarıyla ya da ayrıntılı olarak kanun yapma yetkisine sahiptir. Buna yasama yetkisinin genelliği ilkesi adı verilir (Özbudun, 1998: 64-165). Yasama organının, bir konunun genel ilkelerini kanunla düzenleyip, 108 Yasama uzmanlığa ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütme organına bırakması yararlı olabilir, ancak bu konudaki takdir yetkisi tamamen yasama organına aittir. Dolayısıyla yasama organı ayrıntıların düzenlenmesini yürütmeye bırakabileceği gibi, bütün hususları kendisi düzenleyip o konuda yürütmenin yönetmelik veya diğer tür bir düzenleyici işlem yapmasına izin vermeyebilir. O hâlde, yasama yetkisinin genelliği nedeniyle yürütme organının, Anayasada münhasıran Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile düzenleneceği öngörülen konular dışında mahfuz (sadece yürütmeye ait) bir düzenleme yetkisi de bulunmamaktadır. Anayasa’nın 104. maddesinde, yürütme yetkisine ilişkin konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabileceği belirtilmiştir. Bunun dışında bazı konuların ise “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği” özel olarak belirtilmiştir. Başka bir ifadeyle bu konular “münhasıran” (yalnızca) Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenebilir. Bu özel hükümlere göre, “bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması” (m. 106/11), “Devlet Denetleme Kurulu” (m.108), “Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri” (m.118/6), “üst kademe kamu yöneticilerinin atanmalarına ilişkin usul ve esaslar” (m.104/9) Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir. Bu durumda Anayasanın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceğini belirttiği bu konularda kanun çıkarılıp çıkarılamayacağı hususu gündeme gelmektedir. Anayasada bu konuların özel olarak Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleneceği belirtildiği için bu konularda Meclisin kanun çıkarması mümkün değildir. Anayasanın, kamu tüzelkişiliğinin hem kanunla hem de Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulabileceğini özel olarak vurgulamış olması (m.123/3) da bu durumu pekiştirmektedir. Zira Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği özel olarak belirtilen belli konuların kanun ile de düzenlenebilmesini amaçlamış olsaydı, Anayasanın “kamu tüzel kişiliği kurulmasına” ilişkin 123/3’üncü maddesinde “kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” şeklinde bir hüküm koymaya gerek duymazdı, ya da bu maddedekine benzer düzenlemeyi söz konusu kararnameler bakımından da yapardı. Bu hükme rağmen Meclis bu konularda kanunla düzenleme yaparsa, bu kanuni düzenlemeler Anayasaya aykırı olacaktır. Ancak Anayasada “kanunlarla kararnameler arasında farklı hüküm bulunması halinde, kanun hükmünün uygulanacağı” şeklindeki kurala “münhasır kararnameler” bakımından bir istisna getirilmediği için, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilinceye kadar kanuni düzenlemeler uygulanır. Öte yandan, yasama yetkisinin genelliğine rağmen, yasama organı Anayasa tarafından yetkisiz kılındığı veya yetkisi sınırlandırıldığı için (Gözler, 2000:277-279) bazı işlemleri yapamaz. Şöyle ki: (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi, mahkemelerin yerine geçerek yargı işlemi yapamaz (Özbudun, 1998: 175). Örneğin, Meclis suç işleyen bir kişiyi yargılayarak ceza veremez. Zira, Anayasa bu yetkiyi yasama organına değil, “bağımsız ve tarafsız mahkemelere” vermiştir (m.9). Yine Anayasaya göre Meclis, “mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez” (m.138/son). (2) Yasama organı, yürürlükte olan kanunların uygulanmasından ibaret olan işlemleri kanun yoluyla yapamaz (Özbudun, 1998: 176). Örneğin, Meclis yürütme organınca yapılması gereken memur atama, ruhsat verme, vergi tarhetme gibi kanunların uygulanmasından ibaret olan bireysel işlemleri yapamaz. Çünkü, Anayasaya göre, yürütme yetkisi ve görevi yürütme organına aittir (m.8). (3) Yasama organı, Anayasaya aykırı şekilde kanun yapamaz. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, belli bir kişiye yükümlülük getiren veya belli bir kişiyi yürürlükteki kanunlarla önceden getirilmiş bulunan yükümlülüklerden kurtaran kanunlar çıkarması Anayasanın “hukuk devleti” ve “eşitlik” ilkelerine aykırı olacaktır. Anayasanın bu tür kanunların yapılmasını yasakladığında kuşku yoktur. Yasama organı, Anayasa ile açıkça yasaklanan ya da maddi içerik bakımından sınırlanan konularda da kanun yapamaz (Gözler, 2000: 278-279). Örneğin, basına sansür getiren bir kanun Anayasanın “basın hürdür, sansür edilemez” hükmüne (m.28); vatandaşlara karşılıksız çalışma yükümlülüğü getiren bir kanun ise Anayasanın “angarya yasaktır” (m.18) hükmüne açıkça aykırı düşer. Yasama organının, yürütme ya da yargı organının yerine geçerek yapacağı idari işlemler ile yargısal işlemler, “yetki gasbı” nedeniyle “yok” hükmünde sayılmalıdır. Buna karşılık yasama organının Anayasayla yasaklanan konulara ilişkin olarak yapacağı kanuni düzenlemeler ise “anayasaya aykırılık” nedeniyle Anayasa Mahkemesinin yargısal denetimi sonucunda iptal edilecektir. 109 Türk Anayasa Hukuku Yasama Yetkisinin Asliliği Yasama organı bir kanun yaparken daha önce mevcut bir hukuk kuralına dayanmak zorunda değildir. Örneğin, yürütme organının bir yönetmelik ya da bireysel işlem yapabilmesi için bir kanuna dayanması gerekirken, yasama yetkisinin kullanılmasında bu söz konusu olmaz. Buna da yasama yetkisinin asliliği ilkesi denir (Özbudun, 1998: 165-166; Teziç, 1996: 11). Yürütme organının işlemleri kanunu izleyen ve kanuna dayanan (secundum legem) işlemlerdir. Yasama işlemlerinin ise anayasadan kaynaklanma zorunluluğu yoktur. Kanunlar, anayasa karşısında sadece kural-içi (intra legem) olmak durumundadır. Başka bir ifadeyle, kanunların yapılabilmesi için anayasanın herhangi bir hükmüne dayanılması zorunlu olmayıp, yapılan kanunun anayasaya uygun olması yeterlidir. Dolayısıyla anayasa-kanun ilişkisi ile, kanun-idari işlem ilişkisi birbirinden farklıdır. Bir ülkenin anayasası olmasa veya anayasada belli bir konuda kanun çıkarılabileceğine dair hüküm bulunmasa dahi, yasama organı kanun yapabilir. Ancak yürütme organı, belli bir alanda kendisini yetkilendiren bir kanun olmadıkça işlem yapamaz. Ancak daha önce belirtildiği gibi, yürütme yetkisine ilişkin konularda doğrudan Anayasanın verdiği yetkiyle çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri istisnadır. Bunların önceden var olan bir kanuna dayanma zorunluluğu yoktur. Kanunlar, yasama organının “teşebbüs kudreti”ne dayanır. Yani, yasama organı, belli bir kanunu çıkarabilmek için hiçbir metnin ön iznine tâbi değildir. Anayasadan aldığı “genel yetki” ile her konuyu doğrudan doğruya düzenleyebilir (Özbudun, 1998: 65-166). Yasama yetkisinin asliliğinin bir diğer sonucu ise idarenin mevcut kanunları uygulamasının sadece bir yetki değil aynı zamanda hukuki bir yükümlülük olmasına karşılık, yasama organının anayasanın belirlediği amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli olan kanunları çıkarma konusunda hukuki yükümlülüğünün bulunmamasıdır. Yasama organının anayasanın hedef ve amaçlarının gerçekleşmesine yardımcı olacak kanunları çıkarması hukuki olmamakla birlikte, siyasal bir yükümlülüktür (Özbudun, 1998:166). Ancak, kanaatimizce, anayasanın belli bir süre içinde çıkarılmasını emrettiği kanunlar ile temel hak ve hürriyetlerin uygulamaya sokulmasını sağlayacak kanunların çıkarılmaması nedeniyle zarar gören kişilerin yasama organına karşı genel mahkemelerde tazminat davası açabilmeleri gerekir. Örneğin, Anayasa’nın 60’ıncı maddesine göre, “herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Anayasanın tanıdığı sosyal güvenlik hakkının uygulamaya geçirilebilmesi için Meclisin bir kanun çıkararak gerekli tedbirleri alması ve teşkilatı kurması gerekmektedir. Nitekim bu amaçla, Emekli Sandığı Kanunu, Sosyal Sigortalar Kanunu ve Bağ-Kur Kanunu gibi kanunlar çıkarılmıştır. Eğer Meclis bu kanunları çıkarmasaydı, görevini yerine getirmediği için sosyal güvenlikten yoksun kalan vatandaşlara karşı hukuki sorumluluğunun söz konusu olması gerekirdi. Yasama Yetkisinin Devredilmezliği Anayasa’ya göre (m.7), “yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” Bu hükümden anlaşılacağı üzere Anayasa, yasama yetkisinin başka bir organa devredilmesini yasaklamıştır. Ancak Anayasada yasama yetkisinin devredilmesini yasaklayan bir hüküm olmasaydı bile yasama yetkisi devredilemezdi. Çünkü, kamu hukukunda hiçbir devlet organı, Anayasa ve kanunlarla kendisine verilen yetkileri, yetki veren metinlerde açık bir izin olmadığı takdirde başka bir devlet organına devredemez (Özbudun, 1998:166). Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle devredilmesi yasaklanan yasama yetkisi sadece kanun yapma yetkisi değil, Anayasa’nın 87’nci maddesi ve diğer hükümleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği görev ve yetkilerin tamamıdır (Gözler, 2000: 280-281). Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun yapma yetkisinin yanı sıra, savaş ilanına karar vermek, genel ve özel af ilan etmek, milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak gibi yetkilerinin hiçbirisini yürütme organına veya yargı organına devredemez. Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinin 2017 değişikliklerinden önce Anayasa ile öngörülmüş olan bir istisnası vardı. Anayasa’nın yürürlükten kaldırılan 91’inci maddesine göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir.” Anayasanın verdiği izinle Meclis, kanuna eşit güçte kurallar getiren, yürürlükteki kanunları ilga edebilen veya değiştirebilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini Bakanlar Kuruluna vere- 110 Yasama bilmekteydi. Ancak Anayasada 2017 yılında yapılan değişikliklerin yürürlüğe girmesi ile birlikte, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi sonlandırılmıştır. Ancak daha önce çıkarılmış olan kanun hükmünde kararnameler yürürlükte kalmaya devam edecektir. Olağanüstü hallerde, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkarılan ve kanun hükmünde olan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde ise bir yetki devri söz konusu değildir. Zira, yürütme organının bu tür kararnameleri çıkarma yetkisi doğrudan Anayasa’dan (m.119) kaynaklanmaktadır. Bunlar için yetki kanunu gerekli değildir. Yasama yetkisinin genelliği ilkesini açıklayın. Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini, bu bölümde anlatılan Türkiye Büyük Millet Meclisine görev ve yetkileri ile birlikte değerlendirin. Yasama yetkisinin asliliği ilkesi çerçevesinde, yürütme organının işlemleri ile yasama işlemlerini karşılaştırarak anlatın. Öğrenme Çıktısı 1 Yasama yetkisinin özelliklerini açıklayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş YASAMA İŞLEMLERİ Kanunlar Kanun Kavramı Kanun kavramı, “şeklî ve organik anlamda kanun” ve “maddi anlamda kanun” olmak üzere iki anlamda kullanılır. Şeklî ve organik anlamda kanun, Anayasanın öngördüğü yetkili organ tarafından, Anayasada belirtilen usul ve biçimde kabul edilerek yürürlüğe konulan yazılı hukuk kurallarıdır. Şeklî anlamda kanunda, kanunun muhtevası ve kapsamı önemli değildir. Kanun onu yapan organa göre nitelendirilir. Bu anlamda belli bir kişiye maaş bağlanmasına ilişkin kanun, bireyleri belli bir duruma sokan vatandaşlık ve kadro kanunları, Maliye Bakanlığının vergi toplama ve harcama yapmasına izin ve yetki veren bütçe kanunu gibi hukuk normu koymayan kanunlar da, yasama organınca yapıldıkları için şeklî anlamda kanun sayılırlar. Maddi anlamda kanun ise yasama organı tarafından, belli usullere uyularak çıkarılan ve yürürlüğe girmesinden itibaren toplum için uyulması zorunlu olan genel, soyut ve sürekli kuralları ihtiva eden bir işlemdir. Örneğin, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu birer dar anlamda maddi kanundur. Maddi Kanunun Özellikleri: Maddi kanunlar yazılı, genel, soyut ve sürekli olma özelliğine sahiptir. 1. Kanunların yazılı olması, kanunun düzenlemesi içinde yer alan hukuk kurallarının Anayasa ile belirlenmiş yetkili organ tarafından yazılı ve kodifiye edilmiş bir şekilde kabul edilmesi ve kamuoyuna açıklanmasını ifade eder. 2. Kanunun genel ve soyut olması, kanunun muayyen bir kişi ya da olayı değil, aynı durumda bulunan bütün kişileri ve aynı nitelikteki bütün olayları kapsamına alması anlamına gelir. Bazı istisnaları olmakla birlikte, kural olarak belli bir kişi ya da olaya uygulanmak üzere kanun çıkartılmaz. Örneğin, üniversite öğretimini düzenleyen bir kanun bütün üniversite öğrencilerini kapsarken, tabiî afetten zarar gören bir şehre yardım yapılmasına ilişkin kanun sadece bu şehir bakımından uygulama alanı bulur. 3. Kanunların sürekli olması ise kanunların yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren düzenleme alanındaki bütün kişi ve olaylara her zaman uy- 111 Türk Anayasa Hukuku gulanması demektir. Kural olarak kanunlar sürekli uygulanmak üzere çıkarılır ve yürürlükte kaldıkları müddetçe uygulanırlar. Bununla beraber istisnai olarak geçici kanun çıkarılması da söz konusu olabilmektedir. Örneğin, bir yıl geçerli olmak üzere her sene çıkarılan ve devlete kamu harcamalarında bulunma ve kamu gelirlerini toplama yetkisi veren bütçe kanunu bu tür bir kanundur. Şeklî anlamda kanunla yapılan her işlem yasama işlemidir. Anayasa 7’nci maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez”, kuralını bir ayrım yapmadan kanunun şeklî ve maddi anlamlarını kapsamak üzere koymuştur. Anayasa’nın 87’nci maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini düzenlerken, “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” şeklîndeki hükmüyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin asıl görevini belirlemiş, bunun yanında bazı işlemleri için “karar vermek” deyimini kullanmıştır. Bu maddeye göre Türkiye Büyük Millet Meclisi para basılmasına ve savaş ilanına, genel ve özel af ilanına karar verir. Yine Anayasa çeşitli maddelerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin savaş hâli ilanına, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin vermeye karar vereceğinden söz etmektedir. Anayasanın “karar vermek” deyimini kullanmasına rağmen, bunlardan bazıları kanun, bazıları ise karar şeklînde çıkmaktadır. Türk pozitif anayasa hukuku bakımından kanunun şeklî ve organik kritere göre tanımlanması gerekir. Çünkü, Anayasada kanunun mutlaka genel, soyut, objektif ve gayrişahsî olması gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. O hâlde Türk Anayasa Hukukunda kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Anayasada öngörülen kanun yapma usullerine uyularak kanun adıyla yapılan ve Cumhurbaşkanınca yayımlanan işlemler olarak tanımlayabiliriz. Kanunların Yapılması Kanunların hangi organ tarafından ve ne şekilde yapılacağı her devletin anayasası ile açıkça düzenlenir. Kanunları yapan organa “yasama organı” adı verilir. Yasama organları genellikle üyeleri seçimle belirlenen temsili meclislerden oluşur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da yasama yetkisi, yani kanunların yapılması, değiştirilmesi ve kaldırılması yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiş bulunmaktadır (m.7, 87). Kanunların yapılması usulü, teklif, görüşme, kabul ve yayım safhalarından oluşmaktadır. Kanunun Teklif Edilmesi Anayasa’ya göre (m.88), kanun teklif etmeye Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri yetkilidir. Kanun tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesine ilişkin usul ve esaslar İçtüzükle düzenlenmiştir. Milletvekillerince verilecek kanun tekliflerinde bir veya birden fazla imza bulunabilir. Kanun teklifleri gerekçeli olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilir. Meclis Başkanı kanun tekliflerini ilgili komisyonlara doğrudan havale eder. Komisyonlar, şartlara uymayan kanun tekliflerini sahiplerine tamamlattırmaya yetkilidirler (İçtüzük, m.74). Teklif sahibi, verilen teklifini gündeme alınmadan önce Genel Kurula bilgi verilmek şartıyla geri alabilir. Ancak, bu kanun teklifini diğer bir üye veya esas komisyon üzerlerine alırlarsa görüşmeye devam olunur. Bu teklifler gündeme alınmışlarsa geri alınmaları için Genel Kurulun karar vermesi gerekir (İçtüzük, m.75). Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından reddedilmiş olan kanun teklifleri, ret tarihinden itibaren bir tam yıl geçmedikçe Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı yasama dönemi içinde yeniden verilemez (İçtüzük, m.76). Bir yasama döneminde sonuçlandırılamamış olan kanun teklifleri hükümsüz sayılır. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri bu teklifleri (izleyen yasama döneminde) yenileyebilirler. Yenilenen teklifin tümü üzerindeki görüşmelerden sonra önceki dönemlere ait rapor ve metinler, açıkça belirtilmek kaydıyla komisyonca benimsenebilir (İçtüzük, m.77). Bir yasama döneminde, yani iki seçim arasındaki dönemde sonuçlandırılamayan kanun tekliflerinin hükümsüz kalmasına “kadük Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından reddedilmiş olan kanun tekliflerinin, aynı yasama dönemi içerisinde yeniden verilebilmesi için ret tarihinden itibaren bir tam yıl geçmesi gerekir. 112 Yasama olma” denilmektedir. Milletvekillerince sunulan kanun teklifleri ilgili komisyondan geçtikten sonra Meclis Genel Kurulunda görüşülür. Kanun Teklifinin Görüşülmesi Bir kanun teklifi hakkındaki komisyon raporunun Genel Kurula sevk edilip dağıtımı yapıldıktan kırksekiz saat sonra görüşmelere geçilebilir. Ancak, esas komisyonun istemi üzerine Genel Kurul tarafından öncelikle görüşme kararı alınması hâlinde (İçtüzük, m.52/2) kırksekiz saat beklenmeden de görüşmelere geçilebilir. Kanun tekliflerinin Genel Kurulda görüşülmesi aşağıda belirtilen usule göre gerçekleşir (İçtüzük m.81): 1. Kanun teklifinin tümü üzerinde görüşme açılır. 2. Teklifin tümünün görüşülmesinden sonra komisyonla soru-cevap işlemi yapılır. 3. Teklifin maddelerine geçilmesi oylanır. 4. Kanun teklifinin tümü hakkındaki görüşmeler tamamlanıp maddelere geçilmesi kabul edilirse, maddelerin tek tek görüşülmesine geçilir. Bu safhada teklifin maddeleri tek tek görüşülür. 5. Teklifin tümü oylanır. Maddelerine geçilmesi veya tümü kabul edilmeyen kanun teklifleri, Genel Kurulca reddedilmiş olur. Kanun Teklifinin Kabulü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde kanun teklifinin kabul edilebilmesi, yani kanunlaşabilmesi için, Anayasa’nın 96’ncı maddesi uyarınca üye tamsayısının (600) en az üçte biriyle toplanan Meclis Genel Kurulunun, toplananların salt çoğunluğu ile kabul oyu kullanması gerekir. Toplantı yeter sayısı üye tamsayısının en az üçte biri olan 200’dür. Karar yeter sayısı ise, kural olarak toplantıya katılanların salt çoğunluğudur. Ancak bu sayı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından (151) az olamaz. Kanunların Yayımlanması ve Yürürlüğe Girmesi Anayasa’nın 89’uncu maddesine göre, kanunların yayımlanması görevi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Meclis tarafından kabul edilen kanunları on beş gün içinde yayımlar. Yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşülmek üzere bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde Meclise geri gönderir. Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu üye tamsayısının salt çoğunluğuyla (301) aynen kabul ederse, kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması zorunludur. Geri gönderilen kanunun Meclis tarafından tekrar kabulünde üye tamsayısının salt çoğunluğu (301) şartı 2017 Anayasa değişikliği ile getirilmiştir. Önceki düzenlemede kanunun tekrar kabulü için salt çoğunluk kuralı yoktu. Meclis geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar geri gönderebilir. Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümler saklıdır. Cumhurbaşkanının bütçe kanunlarını geri gönderme yetkisi yoktur. Cumhurbaşkanın Meclis tarafından kabul edilen kanunları kısmen uygun bulmayarak Meclise gönderebilmesi yetkisi 2001 tarihli Anayasa değişikliği ile benimsenmiştir. Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilecektir. TBMM İçtüzüğüne göre (m.81/6), Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmayan bir kanunun sadece bu maddelerinin görüşülmesine Genel Kurulca karar verilirse sadece uygun bulunmayan maddelerle ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün görüşülmesine Genel Kurulca karar verilmesi durumunda ise genel görüşme usulü uygulanır. Cumhurbaşkanının kanunları geri göndermesi bir “uyarı yetkisi”dir. Cumhurbaşkanı geri gönderme yetkisini hem hukuka uygunluk hem de yerindelik bakımından kullanabilir (Özbudun, 1998: 269). Bir yasama döneminde sonuçlandırılamamış olan kanun tekliflerinin hükümsüz sayılmasına kadük olma denir. Cumhurbaşkanınca geri gönderilen bir kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğuyla aynen kabul edilirse, Cumhurbaşkanınca yayımlanır. 113 Türk Anayasa Hukuku Kanunlar, Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan Resmî Gazete’de yayımlanır. Kanunların yürürlük tarihî genellikle ilgili kanunda belirtilir. Eğer bir kanunun yürürlük tarihî belirtilmemişse, Resmî Gazete’de yayımlandığı gün yürürlüğe girer (Resmi Gazete Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.7). Kanunlar kural olarak yürürlüğe girdikten sonraki dönem için uygulanır. Buna “kanunların geçmişe etkili (makable şamil) olmaması” adı verilir. Bununla beraber bazı istisnai durumlarda, hukuk devleti ilkesini ihlâl etmemek kaydıyla, kanun hükümleri geçmişe yürütülebilmektedir. Kanunların kenar başlıklarının kanun metnine dahil olup olmadığı ilgili kanunda belirtilir. Doktrinde açık kural bulunmayan durumlarda, başlıkların kanun metninden sayılması görüşü hâkimdir. Kabul edilerek yürürlüğe giren kanunlar bir sıra numarası alır. 23 Nisan 1920’den itibaren çıkan kanunlara birden başlamak üzere numara verilmiş, daha sonra Millî Birlik Komitesi ve l961 Anayasası döneminde ayrı ayrı yeniden birden başlayarak numara verilmek yoluna gidilmiştir. Parlamento Kararları Parlamento kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanun dışındaki bütün işlemleridir (Teziç, 1972:11; Özbudun, 1998: 188). Parlamento kararlarının konu ve nitelik bakımından çeşitliliği, yukarıda verilen şeklî tanımı dışında, maddi yönden tanımlanmasına imkân vermemektedir. Birinci grup parlamento kararları, yasama organının iç örgütlenmesine ve çalışma düzenine ilişkin kararlardan oluşmaktadır. Bu kararların bazıları doğrudan Anayasa ile bazıları da İçtüzük tarafından öngörülmüştür. Meclisin, kendi iç yapısına ve çalışma düzenine ilişkin karar alma yetkisi, aşağıda vereceğimiz örneklerle sınırlı olmayıp, benzer nitelikte başka kararların alınması da mümkündür (Özbudun, 1998: 189). Örnekler: 1. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendi içtüzüğünü yapması ve değiştirmesi (AY.m.90). 2. TBMM Başkanı ve Başkanlık Divanının seçilmesi kararı (AY.m.95). 3. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve milletvekilliğinin düşmesine ilişkin kararlar (AY.m.83,84). 4. Seçimlerin yenilenmesi kararı (AY.m.116/1). 5. TBMM’nin tatile girmesine ilişkin karar (AY.m.93/2). 6. Kapalı oturum yapılmasına ve bu oturumdaki görüşmelerin yayımlamasına ilişkin kararlar (AY.m.97/2). 7. TBMM komisyonlarının seçilmesi kararları (İçtüzük, m.20). 8. Açık veya gizli oylama yapılmasına ilişkin kararlar (İçtüzük, m.143,147). İkinci grup parlamento kararları, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin mahiyeti ve işleyişinden kaynaklanmaktadır. Cumhurbaşkanlığı (başkanlık) sisteminde, yasama ve yürütme organları ayrı ayrı halk tarafından seçilmektedir ve birbirinden ayrılmıştır. Bu nedenle parlamenter sistemden farklı olarak yürütme organı yasama organından güvenoyu almaz ve güvensizlik oyuyla da düşürülemez. Buna karşılık başkanlık sistemlerinde yasama ve yürütme organlarının birbirlerine karşı kullanabileceği bazı denge ve denetleme araçları vardır. Bu kapsamda yasama organının yürütmeye karşı kullanabileceği bazı denge ve denetleme mekanizmalarını işletmesiyle ilgili kararları da parlamento kararı niteliğindedir. Örnekler: 1. Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla soruşturma açılması ve Yüce Divana sevk kararı (m.105). 2. Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar hakkında meclis soruşturması açılması ve Yüce Divana sevk kararı (m.106/5-7). 3. Genel görüşme açılması kararı (AY.m.98). 4. Meclis araştırması açılması kararı (AY.m.98). Üçüncü grup parlamento kararları, yürütmenin bazı işlemlerinin yasama organınca onaylanması işlemlerinden oluşmaktadır (Gözler, 2000: 286-287; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 286-287). Örnekler: 1. Olağanüstü hâl ilan edilmesi kararının onaylanması kararı (AY.m.119/3). 2. Olağanüstü hâl süresinin uzatılması kararı (AY.m.119/4). 3. Kalkınma planlarının onaylanması kararı (AY.m.166). Resmi Gazete’nin 7/2/1921 tarihinden itibaren yayımlanan tüm sayılarına http://www.resmigazete.gov.tr/default.aspx adresinden erişebilirsiniz. internet 114 Yasama Dördüncü grup parlamento kararları, yasama organının yüksek yargı organlarına ve bağımsız idari kurullara üye seçmesine ilişkin kararlardan oluşmaktadır. Örneğin, 1961 Anayasası’na göre, Yüksek Hâkimler Kuruluna Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu, üçer üye seçmekteydiler (m.143, ilk şeklî). Anayasa Mahkemesinin ise üç üyesi Millet Meclisi, iki üyesi de Cumhuriyet Senatosu tarafından seçilmekteydi (m.145). İlk düzenlemesinde 1982 Anayasası ile TBMM’ye bu tür görevler verilmemiş iken, 2005 yılında 133’üncü maddede yapılan değişiklikle, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerinin TBMM tarafından seçilmesi esası Anayasaya konulmuştur. Anayasada 2010 yılında yapılan değişiklik ile, TBMM’nin Anayasa Mahkemesine (m.146/2) ve 2017 yılında yapılan değişiklikle de Hakimler ve Savcılar Kurulu’na üye seçmesi mümkün hale gelmiştir (m.159/3). Meclis tarafından yapılan bu seçimlere ilişkin kararlar parlamento kararı niteliğindedir ve bu gruba girmektedir. Beşinci grup parlamento kararları, yasama organının “yürüme işlemi” niteliğindeki kararlarıdır. Anayasanın yürütme yetkisi ve görevini Cumhurbaşkanına veren genel kuralı (m.8) karşısında, Meclisin idari işlem niteliğinde parlamento kararı alabilmesi ancak yine doğrudan Anayasa ile öngörülen hâllerde mümkündür ve istisnai bir yetkidir. Nitekim aşağıda örneklerini vereceğimiz bu türe giren parlamento kararlarını alma yetkisi, bunların sahip oldukları önemden ve istisnai niteliklerinden dolayı doğrudan Anayasa ile öngörülmüştür. Örnekler: 1. Savaş ilanı kararı (AY.m.92/1). 2. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verilmesi kararları (AY.m.92/2). Parlamento kararları Türkiye Büyük Millet Meclisinde önce ilgili komisyonda görüşülür, daha sonra Genel Kurulda oylanır. Parlamento kararları Cumhurbaşkanınca imzalanmaz. Yayımlanması zorunlu olan parlamento kararları Meclis Başkanı tarafından Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe sokulur. TBMM İçtüzüğü “Başkanlık Divanı tarafından hazırlanan yönetmelikler ve düzenleyici kararlar”ın Resmî Gazete’de yayımlanmasını zorunlu tutmuş, diğer Meclis kararlarından hangilerinin Resmî Gazete’de yayımlanması gerektiğinin ise Başkanlık Divanınca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenmesini öngörmüştür. 1982 Anayasası bazı istisnalar dışında parlamento kararlarını kural olarak yargı denetiminin dışında tutmuştur. Parlamento kararlarının istisnalar dışında yargı denetimine tâbi tutulmaması, bazı hukukçular tarafından çok sakıncalı bulunmakta ve hukuk devleti ilkesine aykırı görülmektedir (Onar, 1966: 229; Teziç, 1972: 14-15). Bu durumun hukuk devleti açısından önemli bir sakınca oluşturmadığını savunan bizim de katıldığımız görüşe (Özbudun, 1998: 190 vd) göre ise parlamento kararları, vatandaşlar için uyulması zorunlu genel kurallar koymadıklarından, yasama organı bu nitelikteki bir işlemi yargı denetiminden kaçırmak amacıyla kanun yerine “karar” adıyla yapsa dahi, amacına ulaşması mümkün değildir. Zira, Anayasa Mahkemesi bir metnin, yasama organınca belirlenen niteliğiyle kendini bağlı görmeyip, böyle bir işlemi “kanun” niteliğinde sayarak denetleyebilir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi bir kararında “Meclis kararı” adı altında çıkarılan bir işlemi “kanun” niteliğinde görmüş ve denetime tâbi tutmuştur. Anayasa Mahkemesi, Meclisin kendi iç örgütlenmesi ve iç çalışmalarıyla ilgili kararlarını da “içtüzük düzenlemesi” niteliğinde gördüğü takdirde denetleme yetkisinin kapsamına almaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir işlemin kendisinin yargı denetimine tâbi olmaması hâlinde, bu işlemin oluşturulmasındaki usul hatalarının da denetlenemeyeceğine karar vermiştir. İçtüzük Kuralları Nitelik itibarıyla parlamento kararı olan içtüzükler, yasama meclislerinin kendi iç çalışmalarını düzenlemek amacıyla koydukları kurallardır (Özbudun, 1998:193; Aybay, 1978: 283-314; Özbudun, 1979: 3-26; Teziç, 1980: 18-25). İçtüzükler, parlamentonun çalışabilmesi gerekli olan parlamenter sistemlerde iktidar-muhalefet, başkanlık sistemlerinde ise çoğunluk grubu/grupları-azınlık grubu/grupları arasındaki ilişkilerin dengesini sağTBMM kararlarına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_kararlari_sd.sorgu_baslangic internet 115 Türk Anayasa Hukuku layan ve siyasal önemi yüksek düzenlemelerdir. Meclisin kendi çalışmalarını içtüzükle düzenleme yetkisi Anayasaya dayanmaktadır. Anayasaya göre (m.95/1), “Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre yürütür.” İçtüzükler ile kanunlar arasındaki en önemli fark konu bakımındandır. Buna göre, kanunlar vatandaşlar için haklar ve yükümlülükler koyarken, içtüzükler sadece parlamentoyu bağlayan ve parlamento dışında uygulama alanına sahip olmayan kurallardan oluşurlar. İçtüzükler de parlamento kararlarına dahil olmaları nedeniyle Cumhurbaşkanınca değil, Meclis Başkanı tarafından yayımlanırlar. İçtüzük kurallarının Resmî Gazete’de yayımlanmasına ilişkin esaslar TBMM İçtüzüğü’nün 182’nci maddesinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasa (m.148/1), TBMM içtüzüklerini yargısal denetim kapsamına almış ve bu görevi Anayasa Mahkemesine vermiştir. Parlamentonun yöntemsel bağımsızlığı ilkesi, içtüzüklerin ve içtüzük uygulamalarının herhangi bir yargı denetimine tâbi olmamalarını gerektirmekle beraber, Anayasa, içtüzüklerin siyasal öneminden dolayı (Özbudun, 1998: 196; Armağan, 1972: 68), onları anayasaya uygunluk denetiminin kapsamına almıştır. İçtüzükler, sadece iptal davasına konu olabilirler. Parlamento dışında uygulanmadıkları için itiraz yoluyla denetlenmeleri mümkün değildir. Parlamento dışındaki kişiler için uyulması zorunlu kurallar koymayan içtüzüklerden genel mahkemelerin görev alanına girecek bir uyuşmazlık çıkması söz konusu olamaz. Nitekim Anayasa’nın itiraz yoluyla denetimi düzenleyen 152’nci maddesinde içtüzüklere değinilmemiştir. TBMM’nin parlamento kararı biçiminde onayladığı işlemlere örnek verin. İçtüzük kurallarını diğer parlamento kararları ile karşılaştırın. Kanunların yapım sürecini arkadaşlarınıza anlatın. Öğrenme Çıktısı 2 Kanunların yapım sürecini özetleyebilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş YASAMA ORGANI Türkiye Büyük Millet Meclisinin Yapısı ve Milletvekillerinin Seçimi Türkiye Büyük Millet Meclisinin Yapısı 1982 Anayasası, tek meclis sistemini kabul etmiştir. Anayasa’ya göre yasama organı, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Oysa 1961 Anayasası Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan oluşan iki meclisli bir yasama organı öngörmüştü. 1982 Anayasası ile, uygulamadaki sakıncaları gerekçe gösterilerek Cumhuriyet Senatosu kaldırılmış ve yeniden tek-meclis sistemine geçilmiştir. İki meclis sisteminin bulunduğu ülkelerde ikinci meclisler, İngiltere’deki aristokratik Lordlar Kamarası örneğinde olduğu gibi tarihî nedenlerden veya ülkenin federal yapısından kaynaklanabildiği gibi, üniter yapılı devletlerde anayasa yapımında anayasal bir tercih olarak da benimsenebilmektedir. Aristokratik ikinci meclis, seçimle oluşan bir meclis değildir. Bu bakımdan demokrasi ile bağdaşmaz. İngiltere’de de Lordlar Kamarası, geçmişe dayalı kurum ve geleneklerin etkisiyle varlığını sürdürmektedir. Ancak Lordlar Kamarası’nın yetkileri de zamanla zayıflamış ve hemen bütün yetkiler Avam Kamarası’na geçmiştir (Teziç, 1996:362-364). Bununla birlikte günümüz İngiltere’sinde aristokratik ikinci meclisin, seçimle oluşan demokratik bir ikinci meclise dönüştürülmesi yönünde istekler bulunmaktadır. 116 Yasama Federal devlette iki-meclis sistemi, bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Çünkü federe devletlerin genellikle küçük olmaları, bunların bir çatı altında toplanmasını gerektirir ki, bunun bir yolu federal parlamentonun çift meclisli olmasıdır. Birinci meclisin, nüfus esasına göre bütün ülke vatandaşlarını temsil etmesine karşılık; ikinci meclis, eşitlik esasına göre, federe devletleri temsil eder. Ancak Kanada, Almanya ve Avusturya’da, federe devletlerin ikinci mecliste büyüklüklerine göre temsil edilmesi de dikkate alınmaktadır (Teziç, 1996: 362). Demokratik ikinci meclisler, üyelerinin tamamının ya da büyük bir kısmının seçimle belirlendiği meclislerdir. Bu meclislerin kurulmasındaki başlıca amaç, birinci meclise karşı bir denge oluşturmak, onun hatalarının daha nitelikli kimselerden oluşan bir “düşünce meclisi”nce düzeltilmesini sağlamaktır (Teziç, 1996: 364-365). Demokratik ikinci meclislerin başlıca yararları; tek meclisin despotizmine karşı bir güvence sağlamak, yürütme ile birinci meclis arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları gidermek, toplum yararına uygun daha iyi kanunların yapılmasına katkıda bulunmak ve üyelerinin yerel düzeyde seçilmeleri hâlinde yerel sorunları dile getirerek demokrasinin gelişimine katkıda bulunmak olarak sayılmaktadır. Buna karşılık sakıncaları ise; aynı seçmenlerce seçilmesi hâlinde birinciye benzeyeceği, farklı bir usulle belirlendiğinde ise demokratik olmayacağı; yasama faaliyetlerini geciktireceği; birinci meclise nazaran tepkici ve muhafazakar olacağı; ve millî iradeyi böleceği şeklînde ortaya konulmaktadır (Teziç, 1996: 365-367; Vedel, 1993: 103-104). 1982 Anayasası’nın Cumhuriyet Senatosuna yer vermeyerek tek meclis sistemini benimsemiş olması oldukça yerinde bir tercihtir. Çünkü, anayasal sistemimize “demokratik nitelikli bir ikinci meclis” kazandırmak amacıyla getirilen Cumhuriyet Senatosu kendisinden beklenen “aydınlatma, yol gösterme ve fren görevlerini yeterince yerine” getirememiştir (Özbudun, 1998: 229). Öte yandan Cumhuriyet Senatosunun genel oyla seçilen üyelerinin dışında, günlük dilde “kontenjan senatörü” olarak adlandırılan ve Cumhurbaşkanınca atanan onbeş üyesi ve eski cumhurbaşkanları ile Millî Birlik Komitesinin bir kısım üyelerinden oluşan “tabiî üyeleri” de bulunmaktaydı. Dolayısıyla Cumhuriyet Senatosu, üyelerinin tamamı halk tarafından seçilmediği için tam anlamda bir “demokratik ikinci meclis” özelliğine de sahip değildi. 1982 Anayasası’na göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Milletçe genel oyla seçilen altıyüz milletvekilinden kuruludur” (m.75). Seçimler beş yılda bir Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile aynı günde yapılır (m.77). Ancak bu süre dolmadan da Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla (360) seçimlerin yenilenmesine karar verebilmesi mümkündür (m.116/1). Cumhurbaşkanı da seçimlerin yenilenmesine karar verebilir (m.116/2). Her iki durumda da Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır (m. 116/1-2). Seçilme yeterliliğine sahip ve onsekiz yaşını doldurmuş olan her Türk milletvekili seçilebilir (m.76). Seçime ilişkin temel ilkeleri belirleyen Anayasa, seçim sisteminin belirlenmesini kanuna bırakmıştır. Milletvekili Seçimi Kanunu ile kabul edilen seçim sistemi ise; d’Hondtlu nisbi temsil, ülke barajı (yüzde 10) ve kural olarak her ilin bir seçim çevresi olmasını öngören bir sistemdir. Resim 5.1 Seçim Sandığı 117 Türk Anayasa Hukuku Milletvekillerinin Seçimi Seçim Sistemi Seçim sistemi, bir toplumda yöneticilerin belirlenmesini sağlamak amacıyla yapılan seçimlerde uygulanan yöntem ve kuralları ifade eder. Geniş anlamda seçim sistemi kavramı seçme ve seçilme yeterliliği, adaylığa ilişkin kurallar, oy verme usulleri, seçim çevreleri, seçim ilkeleri, seçimlerin düzenlenmesi ve seçimlerin yönetim ve denetimi gibi seçimlerle ilgili bütün hususları kapsamaktadır. Buna karşılık, dar ve teknik anlamda seçim sistemi ise, seçmenler tarafından kullanılan oyların bir mecliste sandalyelere (temsilciliklere) dönüştürülmesi veya belli makamlara gelecek yöneticilerin belirlenmesine ilişkin yöntemi ifade eder. Seçim sistemleri, oyların değerlendiriliş şeklî bakımından genel olarak iki ana tipe ayrılmaktadır. Bu ana tipler, hükûmetlerin kurulmasını kolaylaştırma amacını ifade eden “istikrar ilkesi”ne önem veren çoğunluk sistemleri ile partilerin adil bir şekilde temsil edilmesi amacını ifade eden “eşitlik ve adalet ilkeleri”ne dayanan nisbi temsil sistemleridir. Bu iki ana tipin kendi içlerinde çeşitli alt versiyonları bulunduğu gibi, bunlar dışında, çoğunluk ve nisbi temsile ait unsurların ya da her iki sistemde de bulunmayan tekniklerin (dar seçim çevreleri, seçim barajları, kontenjan adaylığı gibi) birleştirilmesi suretiyle sayısız seçim sistemleri üretilebilmektedir ki, bunları ortak bir başlık altında “karma sistemler” olarak kategorize etmek mümkündür. Her seçim sisteminin farklı mekanik ve siyasal sonuçları bulunmaktadır. Bir toplumda seçim sistemi tercihi yapılırken bütün bu faktörler dikkate alınmaktadır. Çoğunluk sistemleri, oyların basit ya da mutlak çoğunluğunu elde eden partilere parlamentoda artık temsil sağlayarak, belli bölgelerde yoğunlaşmamış olmaları durumunda, küçük partilerin temsiline imkân tanımaz. Buna karşılık nisbi temsil sistemleri, oyları sandalyelere orantılı olarak dönüştürmek suretiyle bütün partilerin oyları oranında sandalye elde etmesini amaçlar. Çoğunluk sistemlerinin temelini, kullanılan geçerli oyların çoğunluğunu alan adayın ya da parti listesinin seçimleri kazanmış sayılacağı ilkesi oluşturmaktadır. Çoğunluk sisteminin tek isimli tek turlu çoğunluk (dar bölge) sistemi, tek isimli iki turlu çoğunluk sistemi, listeli çoğunluk sistemi, tercihli tek turlu çoğunluk (alternatif oy) sistemi ve ilave oy (supplementary vote) sistemi gibi türleri vardır. Nisbi temsil sistemleri ise her partinin aldığı oy oranında temsilcilik kazanması esasına dayanır. Nisbi temsilin uygulanmasında ortaya çıkan “artık oylar” ile “açıkta kalan milletvekilliklerinin” partilere paylaştırılması için, nisbi temsilin çeşitleri diyebileceğimiz bazı formüller ya da usuller (en büyük artık, en kuvvetli ortalama, d’Hondt usulü) kullanılmaktadır. 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu, nisbi temsilin d’Hondt usulünü benimsemiştir. Ayrıca ülke genelinde yüzde 10’luk baraj uygulanmaktadır. Buna göre, mevcut “ulusal barajlı d’Hondt sistemi”ni, yüzde 10’luk barajın yüksek olmasına rağmen, karma sistem değil, nisbi temsil olarak kabul etmek daha uygun olacaktır. Ancak sistemi barajlı nisbi temsil olarak adlandırmak gerekir (Türkiye’de geçmişte uygulanan seçim sistemleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Atar, 1990). Seçim Sistemine İlişkin Anayasal İlkeler: Temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkeleri: Anayasa belli bir seçim sistemini tercih etmemiştir. Bununla birlikte, Anayasa’nın 67’nci maddesinde 1995 yılında yapılan değişiklikle maddeye, “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir” hükmü eklenmiştir. Bu hükmün konulmasıyla, seçim sistemi ve diğer seçim kurallarının düzenlenmesinde, iki karşıt tercih olan “eşitlik” (partilerin oyları oranında parlamentoda temsil edilmesi) ve “fayda” (büyük partileri avantajlı hale getirmek suretiyle yönetimde istikrarı sağlamak) prensiplerinin dengelenmesi amaçlanmıştır. Anayasaya böyle bir hükmün konulması, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılacak seçim kanunlarının “temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini” bağdaştırıp bağdaştırmadığı açısından Anayasa Mahkemesince denetlenmesi sonucunu da doğuracaktır. Ancak, özellikle oyların sandalyelere dönüştürülmesi yöntemi, yani dar anlamda seçim sistemi tercihi bakımından birbirine karşıt iki prensibin (temsilde adalet ve yönetimde istikrar) dengelenmesi güç bir faaliyettir. Seçim kanunlarında yapılacak değişikliklerin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaması esası: 2001 Anayasa değişikliği ile Anayasa’nın 67’nci maddesine eklenen bir hükümle (f.7), seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin, 118 Yasama yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaması esası benimsenmiştir. Bu düzenlemeyle Meclis’teki çoğunluğun (genellikle iktidar partilerinin) seçimlerden kısa bir süre önce seçim kanunlarını kendi yararları doğrultusunda değiştirerek seçime gitmeleri önlenmek istenmiştir. Seçime katılacak bütün partileri ve adayları ilgilendiren ve demokratik ilkelere dayanması gereken seçim kurallarının çoğunluk partileri tarafından belirlenmesi ya da değiştirilmesi seçimlerin âdil, eşit ve dürüst yapılmasını engelleyebilir. Bu hüküm karşısında, bir yıl sonra oy destekleri ve seçim taktikleri muhtemelen değişecek olan siyasi partiler, ileride kendilerine de uygulanacak olan seçim kanunları değiştirilirken mümkün olduğunca âdil ve dürüst kurallar konulmasını sağlamaya çalışacaklardır. Bu açıdan getirilen düzenleme yerindedir. Bununla birlikte, bu Anayasa hükmü, seçim kanunlarında değişiklik yapılması gerekli olan hâllerde, bir yıl sonraki seçimlere ilişkin olarak durumlarını belirleyemeyen partileri (özellikle de iktidar çoğunluk partilerini) belirsiz bir ortamda seçim kanunlarında değişiklik yapmaktan kaçınmaya itebilir. Seçim sisteminin anayasada yer alıp almayacağı tartışmalı bir konudur. Ancak uygulamada genellikle seçim sistemi, anayasada değil, seçim kanunlarında düzenlenmektedir. Bununla beraber, siyasal sonuçları itibarıyla anayasal düzenlemeler kadar, hatta daha önemli olduğu kabul edilen seçim sisteminin uzlaşmayla anayasaya konulması yerinde olur. Seçim sisteminin türü ve temel ilkeler anayasada yer aldıktan sonra, diğer bütün ayrıntılar seçim kanunlarına bırakılmalıdır. Örneğin, 1919 tarihli Weimar (Alman) Anayasası, İsviçre Anayasası ve Güney Afrika Cumhuriyeti Anayasası’nda seçim sistemi (nisbi temsil sistemi) açıkça yer almıştır. Macaristan Anayasası ise anayasa değişikliğinin yanı sıra seçim kanunu gibi bazı temel kanunlarda değişiklik yapılmasını “üçte-iki” oy çoğunluğu şartına bağlamıştır. Böylece seçim kanunu da anayasal statüye sahip kılınmıştır. Nisbi Temsilin d’Hondt Usulü: 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu nisbi temsil sisteminin (m.2) d’Hondt usulünü (m.34) benimsemiştir. Adını Belçikalı bir matematikçiden alan d’Hondt usulünde, seçim çevrelerinde milletvekilliklerinin partilere ve bağımsız adaylara paylaştırılmasında seçim sayısının hesaplanması söz konusu olmadığı gibi, artık oy sorunu da ortaya çıkmamaktadır. Milletvekili Seçimi Kanununun d’Hondt usulünü benimseyen 34’üncü maddesine göre, seçime katılmış siyasi partilerin, ittifakların ve bağımsız adayların adları alt alta ve aldıkları geçerli oy sayıları da hizalarına yazılır. Siyasi partilerin ve ittifakların oy sayıları, önce bire, sonra ikiye, sonra üçe.... ila o çevrenin çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar bölünür. Elde edilen paylar ile bağımsız adayların aldıkları oylar ayrım yapılmaksızın en büyükten en küçüğe doğru sıralanır. Seçim çevresinden çıkacak milletvekili sayısı kadar bu payların sahibi olan siyasi partilere, ittifaklara ve bağımsız adaylara rakamların büyüklük sırasına göre milletvekili tahsis olunur. Partilerin yurt dışı seçmenlerden aldıkları oylar seçim çevrelerindeki oylara eklenerek değerlendirilir. Her seçim çevresinde geçerli toplam oy, Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulundan Ankara İl Seçim Kuruluna gelen toplam oyun diğer seçim kurullarından gelen oylara bölünmesiyle elde edilen oranda artırılır. O seçim çevresinde kullanılan toplam oylarla bu şekilde hesaplanan toplam oy arasındaki fark partilere, Ankara İl Seçim Kurulundan gelen oydaki hisseleri oranında taksim edilir ve elde edilen rakamlar o seçim çevresinde aldıkları geçerli oylara ilave edilir. Böylece Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 34 üncü maddesinde belirlenen esas seçim çevresinde kullanılan geçerli toplam oy miktarı ve partilerin aldıkları toplam geçerli oy miktarı bulunur (Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, m.94/B,f.10). 119 Türk Anayasa Hukuku Tablo 5.1 d’Hondt usulüne göre milletvekilliklerinin paylaştırılması Örnek: 400.000 geçerli oyun kullanıldığı ve 5 milletvekilinin seçileceği bir seçim çevresinde d’Hondt usulüne göre milletvekilliklerini paylaştırmak için yapılacak ilk işlem şudur: Partilerin oy sayıları 1.Bölme 2.Bölme 3.Bölme 4.Bölme 5.Bölme (A) 172.000 172.000 86.000 57.333 43.000 34.400 (B) 112.000 112.000 56.000 37.333 28.000 22.400 (C) 76.000 76.000 38.000 25.333 19.000 15.200 (D) 40.000 40.000 20.000 13.333 10.000 8.000 Bölme işleminden sonra, ikinci işlem olarak, seçilecek milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar rakamları büyüklük sırasına göre sıralayalım: 172.000 (A) partisi, 112.000 (B) partisi, 86.000 (A) partisi, 76.000 (C) partisi ve 57.333 (A) partisi. Sonuç olarak bu seçim çevresinde partilerin çıkaracağı milletvekili sayısı şöyle olacaktır: (A) partisi 3 milletvekili (B) partisi 1 milletvekili (C) partisi 1 milletvekili (D) partisi 0 milletvekili Kaynak: Milletvekili Seçimi Kanununun d’Hondt usulünü benimseyen 34’üncü maddesine göre hesaplanmıştır. Milletvekili Seçimi Kanunu’nda 2018 yılında yapılan değişiklikler ile seçimlere katılma yeterliliği taşıyan siyasi partilerin, ittifak yaparak seçime katılması mümkün hale gelmiştir. İttifak yapan siyasi partiler, kendi aday listelerini verir. Seçim ittifakı yapılması halinde, yüzde onluk barajın hesaplanmasında ittifak yapan siyasi partilerin aldıkları geçerli oyların toplamı esas alınır ve bu siyasi partiler için ayrıca baraj hesaplaması yapılmaz. İttifakın elde edeceği milletvekili sayısının hesaplanmasında, ittifak yapan siyasi partilerin toplam oyu esas alınır. Daha sonra ittifakın elde ettiği toplam milletvekili sayısı, ittifak yapan siyasi partiler arasında her birinin aldığı geçerli oy sayısı esas alınarak d’Hondt usulüne göre paylaştırılır. Ulusal (Genel) Baraj: 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu “genel baraj” adı altında ülke çapında uygulanacak bir baraj getirmiştir. Bu Kanun’un 33üncü maddesine göre, “genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların yüzde 10’unu geçemeyen partiler milletvekili çıkaramazlar.” Kanun’da “yüzde 10’unu geçemeyen” ifadesi kullanıldığından, çok küçük bir ihtimal de olsa tam olarak yüzde 10 oy alan bir parti genel barajı aşamamış olur. Örneğin, 50 milyon geçerli oy kullanılmışsa, yüzde 10’un geçilmesi, en az 5.000.001 oy alınmasıyla gerçekleşebilecektir. Seçim ittifakı yapılması halinde, yüzde onluk barajın hesaplanmasında ittifak yapan siyasi partilerin aldıkları geçerli oyların toplamı esas alınır ve bu siyasi partiler için ayrıca baraj hesaplaması yapılmaz. Bir siyasi parti listesinde yer almış bağımsız adayların seçilebilmesi de listesinde yer aldığı siyasi partinin ülke genelinde ve ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde yüzde 10’luk barajı aşması ile mümkündür. Siyasi partilerin genel barajı aşıp aşamadığı, her partinin Türkiye genelinde aldığı geçerli oy sayısının, Türkiye genelindeki geçerli oy toplamına bölünmesi suretiyle tespit edilir. Yurt dışı seçmenler tarafından kullanılan toplam geçerli oy sayısı, Yüksek Seçim Kurulunca Türkiye genelinde kullanılan toplam geçerli oy sayısına ilave edilerek yurt düzeyinde genel oy miktarı ve her partinin ülke genelinde aldığı geçerli oy miktarı bulunur. Bu şekilde, ülke barajına esas teşkil eden toplam oylar bulunmuş olur. (Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, m.94/B,f.8-9). Seçim Çevreleri Seçim çevreleri, seçimin gerçekleştiği en küçük birimdir. Seçimlerde kullanılan oyların milletvekilliğine dönüştürülmesi işlemi seçim çevresi çapında yapılır. Uygulanan seçim sistemine ve ülkelerin tercihlerine göre, seçim çevrelerinin büyüklüğü, yani çıkaracağı milletvekili sayısı da değişebilmektedir. Seçim çevrelerinin büyüklüğü, seçimlerin nisbilik derecesini önemli ölçüde etkiler. Seçim çevreleri büyüdükçe, partilerin oy oranları ile elde ettikleri milletvekilliği oranları birbirine yakın gerçekleşir. Seçim çevreleri küçüldüğünde ise bu oranlar arasındaki fark büyür. Genellikle, küçük seçim çevreleri büyük partilerin, büyük seçim çevreleri ise küçük partilerin yararına sonuç doğurur. 120 Yasama Seçim çevreleri tek isimli (dar çevre) ya da çok isimli (geniş çevre ve millî çevre) olabilir. Tek isimli seçim çevresinde sadece bir temsilci seçilir ve mahiyeti gereği ancak çoğunluk sisteminde uygulanabilir. Çok isimli çevrenin birinci türü olan geniş çevre sisteminde, seçim çevresinden seçilecek temsilci sayısı en az iki ya da daha fazla olabilmektedir. Geniş çevre, genellikle nisbi temsil sisteminde kullanılmakla birlikte, çoğunluk sisteminde de tercih edilebilmektedir. Çok isimli çevrenin ikinci türü olan millî çevre sisteminde, parlamento üyelerinin tamamı ülke düzeyinde tek bir seçim çevresinden seçilmektedir. Millî çevre ancak nisbi temsil sistemiyle birlikte uygulanabilir. Türkiye’de milletvekili seçimleri bakımından kural olarak her il bir seçim çevresi olarak kabul edilmektedir. Yurt dışında bulunan vatandaşların seçimlerde oy kullanmalarıyla ilgili seçim işlerini yönetmek üzere Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun’la (m.10) Ankara İl Seçim Kuruluna bağlı Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu oluşturulması öngörülmüştür. Buna göre, doğrudan yurt dışı seçmenlerin oylarının değerlendirilmesiyle milletvekili seçilmemekte, yurt dışı oylar seçim çevrelerine dağıtılmaktadır. Yurt dışı seçmenlerin milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halk oylamasında verecekleri oylar tabir yerindeyse bu “sanal seçim çevresinde” toplanacaktır. Yurt dışı seçmenlerin milletvekili genel seçiminde kullanacağı oylar ülkedeki seçim çevrelerine paylaştırılacak ve genel barajın hesabında da dikkate alınacaktır. Yurt dışı seçmenlerin cumhurbaşkanı seçimi ve halk oylamasında verecekleri oylar da bu çevrede birleştirilerek genel oya eklenecektir. Milletvekili Seçimi Kanunu’na göre (m.4), illerin çıkaracağı milletvekili sayısının tespitinde toplam milletvekili sayısından (600 milletvekili) her il’e önce bir milletvekili verilir. Son genel nüfus sayımı ile belli olan Türkiye nüfusu, illere verilen milletvekili sayısı çıkarıldıktan sonra kalan milletvekili sayısına bölünmek suretiyle bir sayı elde edilir. İl nüfusunun bu sayıya bölünmesi ile her ilin ayrıca çıkaracağı milletvekili sayısı tespit olunur. Bu işleme göre nüfusu milletvekili çıkarmaya yetmeyen illerin nüfusları ile artık nüfus bırakan illerin artık nüfusları büyüklüklerine göre sıraya konulur ve ilk hesapta iller arasında bölüştürülmemiş bulunan milletvekillikleri bu sıraya göre dağıtılır. Son kalan milletvekilliğinin verilmesinde, iki veya daha fazla ilin eşit nüfus veya nüfus artığı göstermesi hâlinde, bunlar arasında ad çekilir. Yapılan tespit sonunda, çıkaracağı milletvekili sayısı 18’e kadar olan iller, bir seçim çevresi sayılır. Çıkaracağı milletvekili sayısı 19’dan 35’e kadar olan iller iki, 36 ve daha fazla olan iller üç seçim çevresine bölünür. Bu seçim çevreleri, numara sırasına göre adlandırılır. Bu illerin seçim çevreleri belirlenirken şu esaslara uyulacaktır: 1. Seçim çevreleri, mümkün olduğu ölçüde eşit veya birbirine yakın sayıda milletvekili çıkaracak şekilde oluşturulur. 2. Mümkün olduğu ölçüde ilçelerin mülki bütünlüğü dikkate alınır. 3. Aynı seçim çevresinde yer alacak ilçelerin nüfus ve coğrafi yakınlıkları ile ulaşım imkânları göz önünde bulundurulur. Bu illerin milletvekili sayısının seçim çevrelerine dağıtımında; seçim çevrelerinin çıkaracakları milletvekili sayısı, nüfusları bakımından illerin milletvekili sayısının tespitine ilişkin esaslara göre belirlenir. Yukarıdaki kurallara göre genel nüfus sayımı sonuçlarının açıklanmasından itibaren en geç altı ay içinde seçim çevrelerini ve her seçim çevresinin çıkaracağı milletvekili sayısını belirleyerek ilan etme görevi Yüksek Seçim Kuruluna aittir (Milletvekili Seçimi Kanunu, m.5). Milletvekili Seçilme Yeterliliği Anayasa’nın 76’ncı maddesi milletvekili seçilebilme şartlarını şu şekilde düzenlemiştir: 1. Türk vatandaşı olmak: Anayasaya göre “her Türk milletvekili seçilebilir.” Yine Anayasanın bir diğer hükmüne göre (m.66), “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” O hâlde milletvekili seçilme yeterliliği bakımından “Türk” sözcüğü, “Türk vatandaşı” olarak anlaşılmalıdır. Türk vatandaşlığının dışında, başka bir ülkenin vatandaşlığına sahip olanlar da milletvekili seçilebilirler (Onar, 1997: 460; Gözler, 2000: 216-217). Çünkü, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’a göre (m.4/b), birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar aynı zamanda Türk vatandaşı iseler, bunlar hakkında Türk Hukuku uygulanır. 121 Türk Anayasa Hukuku 2. Onsekiz yaşını doldurmuş olmak. 3. En az ilkokul mezunu olmak. 4. Kısıtlı (hacir altında) olmamak. 5. Askerlikle ilişiği olmamak: Buna göre, askerlik yükümlülüğü bulunmayanlar, askerlik hizmetinden muaf tutulanlar ve askerlik yükümlülüğü olduğu halde tecilli olanların askerlikle ilişiği bulunmaz ve milletvekilliği seçilme yeterliliğine sahiptirler. Askerlik çağında olup da bu kapsama girmeyenler ise milletvekili adayı olamazlar. 6. Taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymemiş olmak: Buna göre, Türk Ceza Kanunu’nda “taksirli suç” olarak kabul edilen suçlar dışında kalan suçları işledikleri için toplam bir yıl veya daha fazla hapis cezası alanlar milletvekili seçilemezler. Bu cezanın bir defada verilmiş olması şart değildir. İki defa 6’şar ay hapis cezası alanlar da aynı durumdadır. Anayasada her ne kadar, ağır hapis olarak nitelenen cezalara hüküm giyenlerin de milletvekili olamayacakları öngörülmekteyse de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile hapis – ağır hapis ayrımına son verilmiş ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şeklî Hakkında Kanunla (m.6) da kanunlarda öngörülen “ağır hapis” cezalarının, “hapis” cezasına dönüştürülmüş olması nedeniyle bu Anayasa hükmünün uygulama imkânı kalmamıştır. 7. Kamu hizmetlerinden yasaklı olmamak. 8. Anayasa’nın 76’ncı maddesinde sayılan aşağıdaki suçlardan hüküm giymemiş olmak: Buna göre, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler. Anayasanın bu hükmüyle affa uğramış olanların bile milletvekili seçilemeyeceklerinin öngörülmüş olması, cezayla birlikte suçu bütün hüküm ve sonuçlarıyla ortadan kaldıran genel affın niteliğiyle bağdaşmamaktadır (Özbudun, 1998: 239). Anayasa’nın 76’ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan bazı suçları işleyenlerin “affa uğramış olsalar bile” milletvekili seçilemeyeceğine ilişkin hüküm bu maddedeki diğer hapis cezaları için geçerli değildir. Zira Milletvekili Seçimi Kanunu’nun milletvekili seçilme yeterliliğini daha ayrıntılı olarak düzenleyen 11’inci maddesinde “affa uğramış olsa bile” milletvekili seçilmeyi engelleyen suçlar tek tek sayılmıştır. Bu maddede sayılan suçlar dışında kalan suçlardan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanlar affedildikleri takdirde milletvekili seçilebileceklerdir. Seçim Dönemi ve Seçimlerin Yenilenmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır (AY.m.77/1). Meclis, beş yıllık süre dolmadan üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla (360) seçimin yenilenmesine karar verebilir (m.116/1). Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Bu “seçimlerin yenilenmesi kararı” olarak adlandırılır. Ayrıca, Cumhurbaşkanı tarafından verilecek “seçimin yenilenmesi kararı” ile de seçimler yenilenir (AY.m.116/2). Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Cumhurbaşkanının yetki ve görevleri, yeni Meclisin ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar devam eder. (AY.m.116/4). Seçimlerin Ertelenmesi ve Ara Seçimler Anayasa’ya göre (m.78/1,2), savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, 76’ncı maddesinin ikinci fıkrasında sayılan suçlar dışında kalan suçlardan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giymiş olanlar affedildikleri takdirde milletvekili seçilebileceklerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla (360) seçimlerin yenilenmesi kararı verebilir. 122 Yasama Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir. Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir. Seçimlerin ertelenmesi sebebe bağlı bir işlem olup, tek sebep de ülkenin “savaş” hâlinde olmasıdır. Savaş dışındaki bir sebebe dayanarak seçimlerin ertelenmesi mümkün değildir. Anayasaya göre (m.78/3,4), Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliklerinde boşalma olması hâlinde, ara seçime gidilir. Ara seçim, her seçim döneminde bir defa yapılır ve genel seçimden otuz ay geçmedikçe ara seçime gidilemez. Ancak, boşalan üyeliklerin sayısı, üye tamsayısının yüzde beşini bulduğu hâllerde, ara seçimlerinin üç ay içinde yapılmasına karar verilir. Genel seçimlere bir yıl kala, ara seçimi yapılamaz. 2002 yılında 78’inci maddeye bir hüküm (f.5) eklenerek, bir ilin ya da seçim çevresinin Mecliste üyesinin kalmaması hâlinde ara seçim yapılması öngörülmüştür. Bu hükme göre “Yukarıda yazılı hâllerden ayrı olarak, bir ilin veya seçim çevresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üyesinin kalmaması hâlinde, boşalmayı takip eden doksan günden sonraki ilk Pazar günü ara seçim yapılır.” Adaylık Bir siyasi partiye mensup olsun veya olmasın seçilme yeterliliğine sahip her Türk vatandaşı milletvekilliğine adaylığını koyabilir (Milletvekili Seçimi Kanunu, m.12/1). Ancak bir kimse Cumhurbaşkanlığına ve milletvekilliğine aynı anda aday olamaz ve aday gösterilemez. (Milletvekili Seçimi Kanunu, m.16/6). Milletvekilliği adaylığı, “siyasi parti adaylığı” ve “bağımsız adaylık” olmak üzere iki şekilde gerçekleşebilir. Anayasa’nın 76’ncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ve Silahlı Kuvvetler mensupları, görevlerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve milletvekili seçilemezler. Oysa 1961 Anayasası (m.68/3) daha yerinde olarak, aday olmanın memurluktan çekilme şartına bağlanamayacağını öngörmekteydi. Kanaatimizce, seçimlerde aday olabilmek için “görevden çekilmenin zorunlu tutulması”, yargı, silahlı kuvvetler ve diğer güvenlik kuruluşları mensupları ile üst düzey bürokratlar dışında kalan ve görevinden dolayı seçim sürecini kendi lehine etkileme gücü bulunmayan kamu görevlileri bakımından yerinde değildir ve Anayasanın “eşitlik ilkesi”ne de aykırıdır. Çünkü, kamu görevlisi olmayan adaylar işlerini bırakmadan aday olabilmekte ve maddi kayba da uğramamaktadırlar. Oysa aday olup da seçilemeyen kamu görevlileri eski görevlerine dönme konusunda ciddi sıkıntılarla karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle aday olan kamu görevlilerinin istifa etme zorunluluğu kaldırılmalı, adaylık süresince öncelikle hak ettikleri ücretli izin süreleri kullandırılmalı ve bu yeterli olmadığı takdirde kendilerine ücretsiz izin verilmelidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin Hukuki Durumu Milletvekilliği Sıfatının Kazanılması Anayasa’nın 75’inci maddesinde, “Türkiye Büyük Millet Meclisi genel oyla seçilen altıyüz milletvekilinden oluşur” hükmünden milletvekilliğinin seçimle kazanılacağı sonucu çıkmaktadır. Boşalan üyeliklerin sayısının üye tamsayısının yüzde beşini bulması durumunda daha önce ara seçim yapılmamış olması veya genel seçimden otuz ay geçmesi şartları aranmaz. Ancak bu hâlde de genel seçimlere bir yıl varsa ara seçim yapılamaz. dikkat Bir ilin ya da seçim çevresinin Mecliste üyesinin kalmaması hâlinde başka bir şart aranmaksızın boşalmayı takip eden doksan günden sonraki ilk Pazar günü ara seçim yapılır. 123 Türk Anayasa Hukuku Milletvekilliği sıfatının kazanılma anı konusunda ise Anayasada bir hüküm yer almamıştır. Buna karşılık, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 35’inci maddesindeki düzenlemeden “milletvekili sıfatının kazanılma anı”nı çıkarmak mümkündür. Bu maddeye göre, “il seçim kurulu başkanı alınan sonuçlara göre, o seçim çevresinde... seçilenleri tespit eder ve tutanağın bir suretini o seçim çevresinde ilan ettirir... milletvekili seçilenlere, il seçim kurulu tarafından, milletvekili seçildiklerine dair derhal bir tutanak verilir.” İşte seçmen iradesinin tespit edildiği bu an, milletvekilliği sıfatının da kazanıldığı andır. Andiçmenin ise milletvekili sıfatının kazanılması üzerinde bir etkisi yoktur. Anayasaya göre (m.81, f.1) andiçme göreve başlamayı sağlar. Milletin Temsili İlkesi Anayasaya göre (m.80), Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler. Temsili demokrasinin önemli bir unsuru olan milletin temsili ilkesi, milletvekillerinin, kendilerini seçenlerin direktifleriyle bağlı olmadıklarını ve kendi serbest iradeleriyle görevlerini yerine getireceklerini ifade eder. Anayasada yer alan milletin temsili ilkesinden şu sonuçları çıkarmak mümkündür (Özbudun, 1998: 247; Gözler, 2000: 242-243): 1. Milletvekilleri, seçildikten sonra seçmenlerce görevden alınamazlar (azledilemezler). 2. Seçmenler, milletvekillerine hukuken bağlayıcı nitelikte direktifler veremezler (emredici vekalet yasağı). Ancak demokratik sistemin bir gereği olarak seçmenlerin bağlayıcı olmamakla beraber her türlü isteklerini milletvekillerine iletmeleri mümkündür. 3. Milletvekilleri, milletvekilliğinden ve partilerinden istifa edebilir veya parti değiştirebilirler. 4. Milletvekili seçildikten sonra, milletvekilinin seçildiği seçim çevresindeki coğrafi ve demografik değişmeler milletvekilliği statüsünü etkilemez. Andiçme Anayasa göre, milletvekillerinin göreve başlayabilmesi için andiçmeleri gerekir (m.81). Andiçmekten imtina eden milletvekilleri, milletvekili sıfatından kaynaklanan haklardan yararlanamazlar (İçtüzük m.3). Anayasa’nın 81’inci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri göreve başlarken şu şekilde and içerler: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.” Milletvekilliğiyle Bağdaşmayan İşler Anayasanın, “üyelikle bağdaşmayan işler” başlığını taşıyan 82’nci maddesinde milletvekillerinin yapamayacağı bazı işlerle kabul edemeyecekleri bir takım görevlere yer verilmiştir. Anayasa hukukunda “yasama bağdaşmazlığı” (teşriî imtizaçsızlık) olarak adlandırılan bu kurum, tarihî gelişimi itibarıyla, milletvekillerinin bu tür görevleri kabul ederek yürütme organının etkisi altına girmelerini önlemek amacını taşımaktadır. Ancak Anayasadaki bazı yasakların bu amacı aştığı söylenebilir (Özbudun, 1998: 248-249). Anayasa’nın milletvekilliğiyle bağdaşmayan işlerle ilgili düzenlemesi şöyledir (m.82): 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri. Devlet ve diğer kamu tüzelkişilerinde ve bunlara bağlı kuruluşlarda; Devletin veya diğer kamu tüzelkişilerinin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortaklıklarda; özel gelir kaynakları ve özel imkânları kanunla sağlanmış kamu yararına çalışan derneklerin ve Devletten yardım sağlayan ve vergi muafiyeti olan vakıfların, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar, vekili olamazlar, herhangi bir taahhüt işini doğrudan veya dolaylı olarak kabul edemezler, temsilcilik ve hakemlik yapamazlar. 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, yürüt- 124 Yasama me organının teklif, inha, atama veya onanmasına bağlı resmî veya özel herhangi bir işle görevlendirilemezler. Anayasa’nın 82’nci maddesinin son fıkrasındaki, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği ile bağdaşmayan diğer görev ve işler kanunla düzenlenir” hükmü nedeniyle çıkarılan 3069 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeliğiyle Bağdaşmayan İşler Hakkında Kanuna göre de milletvekilleri: 1. Anayasada belirtilen kurum ve kuruluşlarda ücret karşılığı iş takipçiliği, komisyonculuk ve müşavirlik yapamazlar. 2. Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile zimmet, ihtilas, irtikap, kaçakçılık ve döviz suçları gibi Devletin maddi çıkarlarıyla ilgili davalarda Devlet aleyhine vekil olamazlar. 3. Serbest mesleklerini icrada ve ferdi işletmelerini idarede milletvekili unvanlarını kullanamazlar. 4. Yabancı bir devlet veya milletlerarası bir kuruluş tarafından verilen idari ve siyasi, ücretli herhangi bir işi veya görevi Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararı olmadıkça kabul edemezler. Parlamenter Muafiyetler Milletvekillerinin yasama görevlerini hiçbir baskı altında kalmadan serbest iradeleriyle yerine getirebilmeleri için kendilerine yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı adı verilen bazı muafiyetler tanınmıştır. Milletvekillerine tanınan parlamenter muafiyetlerin amacı, diğer vatandaşlardan farklı imtiyazlar verilerek onları hukukun üstüne çıkarmak değil, yasama görevini daha iyi yapabilmesini sağlamaktır (Özbudun, 1998: 249; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 226). Anayasanın “yasama dokunulmazlığı” başlığını taşıyan 83’üncü maddesi, yasama dokunulmazlığıyla birlikte yasama sorumsuzluğunu da düzenlemiştir. Dolayısıyla bu maddenin başlığının “parlamenter muafiyetler” olması gerekirdi. Yasama Sorumsuzluğu Yasama sorumsuzluğu, milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yürütürken açıkladıkları düşüncelerinden ve verdikleri oylardan dolayı sorumlu tutulamamalarını ifade eder. Anayasanın yasama sorumsuzluğuna ilişkin hükmüne göre (m.83/1),Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar. Bu düzenlemeye göre yasama sorumsuzluğunun şartları şunlardır (Özbudun 1998: 250; Gözler 2000: 247-248; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 228- 229): 1. Eylemin, Meclis çalışmaları sırasında işlenmiş olması gerekir. Meclis çalışmaları deyimi; Meclis Genel Kurulu toplantıları, komisyon toplantılarını, siyasi partilerin grup toplantılarını ve meclis araştırması ve meclis soruşturması komisyonlarının Meclis dışındaki çalışmalarını ifade eder. 2. Eylem ve işlemin oy, söz ve düşünce açıklaması yoluyla işlenmiş ve yapılmış olması gerekir. Oy, söz ve düşünce açıklamasının içeriği ne olursa olsun ve hangi konuyla ilgili olursa olsun yasama sorumsuzluğunun kapsamına dahildir. Bu nedenle hakaret ve sövme suçlarını işleyenler de sorumsuzluktan yararlanır. Buna karşılık, oy, söz ve düşünce açıklaması niteliğinde olmayan öldürme ve müessir fiiller (yaralama, dövme gibi) yasama sorumsuzluğunun kapsamına dahil değildir. Yasama sorumsuzluğunun özellikleri ise şunlardır (Özbudun, 1998: 250; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 229-230): Yasama sorumsuzluğu cezai takibata karşı milletvekiline mutlak koruma sağlar. Buna karşılık, yasama sorumsuzluğu hukuki sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Bu nedenle milletvekillerine hakaret ve sövme eylemleri nedeniyle hukuk mahkemelerinde tazminat davası açılması mümkündür. Yasama sorumsuzluğu süreklidir. Bu nedenle milletvekilleri hem milletvekilliği süresince hem de milletvekilliği sona erdikten sonra hiçbir cezai takibata tâbi tutulamazlar. Yasama sorumsuzluğu Meclis tarafından kaldırılamaz. Milletvekilleri, Meclis çalışmaları sırasında söyledikleri sözleri ve açıkladıkları düşünceleri Meclis dışında tekrarlamaktan dolayı da yasama sorumsuzluğundan yararlanırlar. Ancak, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmışsa, milletvekilleri bu söz ve düşüncelerini dışarıda tekrarlamaktan sorumludurlar. 125 Türk Anayasa Hukuku Yasama Dokunulmazlığı Yasama dokunulmazlığı, milletvekillerinin meclis üyelikleri süresince Meclis kararı olmadan cezai takibata uğramalarını engeller ve onların keyfi tutuklamalara karşı korunması amacını taşır. Anayasanın yasama dokunulmazlığına ilişkin düzenlemesine göre (m.83/2-5), seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu hâlde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez. Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasi parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz. Buna göre: 1. Yasama dokunulmazlığına sahip milletvekillerinin; seçimden önce veya sonra bir suç işlediklerinin iddia edilmesi hâlinde, tutulması, sorguya çekilmesi, tutuklanması ve yargılanması mümkün değildir. Buna karşılık, suç işleyen milletvekilleri hakkında dava açılabilir. Ancak yargılama yapılabilmesi için dokunulmazlığın kaldırılması ya da milletvekilliğinin sona ermesi beklenecektir. 2. Seçimden önce veya sonra verilmiş cezaların infazı ise, üyeliğin sona ermesinden sonra yerine getirilir. Bu hâlde, üyelik süresince ceza zamanaşımı durur. 3. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli, isnadın ciddiliği nedeniyle yasama dokunulmazlığının kapsamı dışındadır. Bu nitelikte bir suç işleyen milletvekili tutuklanabilir ve yargılanabilir. 4. Seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14’üncü maddesindeki durumlar yasama dokunulmazlığının kapsamı dışındadır. Bu hâlde, yetkili makamın, örneğin savcının durumu hemen Meclise bildirmesi zorunludur. Bu tür suçların dokunulmazlık dışında tutulmuş olması, amacı keyfi tutuklamalardan milletvekillerini korumak olan dokunulmazlık kurumunun mahiyetine aykırıdır (Özbudun, 1998: 251). 5. Dokunulmazlığı Meclis tarafından kaldırılan bir milletvekili yargılanabilir. Anayasa, ‘Meclis kararı olmadıkça” demek suretiyle, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının Meclisçe kaldırılabilmesine izin vermiştir. Ancak Anayasa, dokunulmazlığın kaldırılması konusunun partizan amaçlarla kullanılmasını önlemek için de “Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasi parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz” (m.83/5) hükmünü koymuştur. Dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilinin milletvekilliği sona ermez. Diğer milletvekillerinden farklı olarak yargılanır. Ancak bu yargılama sadece dokunulmazlığın kaldırıldığı suç bakımından yapılabilir. Yargılamanın gereği olarak tutuklanması, sorguya çekilmesi de mümkündür. Yargılama sonucunda, milletvekili seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran bir suçtan dolayı mahkum olursa milletvekilliği kesin kararın Meclis Genel Kuruluna bildirilmesiyle düşer. 6. Dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra, dokunulmazlığı kaldırılan kişiler tekrar milletvekili seçilecek olurlarsa, haklarında soruşturma, kovuşturma ve yargılama yapılabilmesi için yeniden dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir. Sorumsuzluk, milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yürütürken açıkladıkları düşüncelerinden ve verdikleri oylardan dolayı sorumlu tutulamamalarını ifade eder, süreklidir ve Meclis tarafından kaldırılamaz. Dokunulmazlığı kaldırılan kişiler tekrar milletvekili seçilecek olurlarsa, haklarında soruşturma, kovuşturma ve yargılama yapılabilmesi için yeniden dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir. 126 Yasama 7. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, görevleriyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır. (AY.m.106/10). Yasama dokunulmazlığı nisbidir. Bu nedenle: 1. Sadece ceza takibatına karşı koruma sağlar. Ceza takibatının da istisnaları vardır. Yasama dokunulmazlığı hukuki sorumlulukla ilgili tazminat davalarının açılmasını ve sürmesini ise engellemez. 2. Kaldırılabilir. 3. Geçicidir. Milletvekilliğinin Sona Ermesi Üyeliğin Düşmesi Anayasa’nın 84’üncü maddesinde milletvekilliğinin düşmesini gerektiren hâller şu şekilde düzenlenmiştir: 1.İstifa: Anayasa’ya göre (m.84/1),“istifa eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesi, istifanın geçerli olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanınca tespit edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca kararlaştırılır.” İstifa, yenilik doğurucu tek taraflı bir irade beyanı olduğundan, hukuken bunun kabulüne gerek olmadığı hâlde Anayasa istifayı kabul şartına bağlamıştır. İstifanın kabulüne ilişkin karar toplananların salt çoğunluğuyla alınır ve Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer. Kararın alındığı tarih ile yayım tarihi arasındaki sürede milletvekilliği sıfatı devam eder (Onar, 1997: 412). 2. Kesin hüküm giyme veya kısıtlanma: Anayasa’ya göre (m.84/2), “milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma hâlinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur.” Buradaki “kesin hüküm giyme”, milletvekilli seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran bir suçtan kesin hüküm giyme olarak anlaşılmalıdır. Bu durumlarda Mecliste oylama yapılmaz, üyelik bildirmeyle düşer. 3. Milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar etme: Anayasa’ya göre (m.84/3), “milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, yetkili komisyonun bu durumu tespit eden raporu üzerine Genel Kurul gizli oyla karar verir.” Milletvekilliği ile bağdaşmayan işlerin neler olduğu yukarıda incelenmiştir. Karar, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla alınır. 4. Devamsızlık: Anayasa’ya göre (m.84/4), “Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içerisinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesi üzerine, Genel Kurulca üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyuyla karar verilebilir.” Devamsızlık nedeniyle üyeliğin düşürülebilmesi için üye tamsayısının salt çoğunluğu, yani en az 301 oy gereklidir. 2010 Anayasa değişikliği ile partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olan milletvekillerinin milletvekilliğinin düşmesini öngören hüküm (m.84,f.5) yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer Sona Erme Hâlleri 1. TBMM seçimlerinin yapılması: Beş yıllık normal yasama döneminin bitmesi, Meclisin ya da Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi hâllerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yapılır. Anayasaya göre (m.116/4), “Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Cumhurbaşkanının yetki ve görevleri, yeni Meclisin ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar Dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili sadece dokunulmazlığın kaldırıldığı suç bakımından yargılanabilir. dikkat Devamsızlık nedeniyle üyeliğin düşürülebilmesi için üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu gereklidir. dikkat 127 Türk Anayasa Hukuku devam eder.” Bu durumda seçimde yeniden aday olmayan veya aday olup da seçilemeyen milletvekillerinin üyeliği seçimlerin yapıldığı tarihte sona erer. Milletvekilliği sona eren üyelerin görevi yeni seçilen milletvekillerinin yemin ederek göreve başladığı tarihe kadar devam eder. 2. Cumhurbaşkanı seçilme: Anayasa’ya göre (m.101/4), “Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer”. Meclisin bu konuda bir karar almasına gerek yoktur. 3. Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanma: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer (AY. m.106/4). 4. Ölüm ve gaiplik: Milletvekilinin ölmesi veya Medeni Kanun’daki (m.32-35) şartlar altında mahkemece gaipliğine karar verilmesi (Bilir, 2001: 133-136) hâllerinde milletvekilliği sona erer. Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması ve Üyeliğin Düşürülmesi Kararlarının Yargısal Denetimi Parlamento kararları kural olarak yargı denetimine tâbi olmamakla birlikte, Anayasa istisnai olarak, milletvekillerinin haklarını etkilediği için yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ve üyeliğin düşürülmesine ilişkin Meclis kararlarını Anayasa Mahkemesi denetiminin kapsamına almıştır. Anayasa’nın 85’inci maddesine göre, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine 84’üncü maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü fıkralarına göre karar verilmiş olması hâllerinde, Meclis Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar. Bu düzenlemeye göre, Meclis tarafından dokunulmazlığı kaldırılan (m.83/2); istifa etmesi (85/1), milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmesi (85/3) veya devamsızlığı (85/4) nedeniyle Meclis tarafından üyeliği düşürülen milletvekilleri bu kararlara karşı Anayasa Mahkemesinde iptal davası açabilirler. Bu iptal davasının süresi yedi gündür. Bu süre, Meclisin kararı aldığı tarihte başlar. Anayasa Mahkemesi davanın açıldığı andan itibaren onbeş gün içinde kararını verir. Milletvekilliği Meclisin üyeliğin düşmesine karar verdiği anda düştüğünden milletvekilliği sıfatı da o anda sona erer. Aynı şekilde milletvekili dokunulmazlığı da Meclisin dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin kararı ile kaldırılmış olur. Anayasa Mahkemesi bu kararları iptal ederse, milletvekilliği ya da dokunulmazlık tekrar kazanılmış olur. Milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması veya üyeliğin düşürülmesi istemleri Meclis tarafından reddedilmiş ise, bu kararlara karşı Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Milletvekillerinin Mali Statüsü Anayasa’nın 86’ncı maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin ödenek, yolluk ve emeklilik işlemleri kanunla düzenlenir. Ödeneğin aylık tutarı en yüksek Devlet memurunun almakta olduğu miktarı, yolluk da ödenek miktarının yarısını aşamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile bunların emeklileri T.C. Emekli Sandığı ile ilgilendirilirler ve üyeliği sona erenlerin istekleri hâlinde ilgileri devam eder. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine ödenecek ödenek ve yolluklar, kendilerine T.C. Emekli Sandığı tarafından bağlanan emekli aylığı ve benzeri ödemelerin kesilmesini gerektirmez. Ödenek ve yollukların en çok üç aylığı önceden ödenebilir. Anayasanın bu düzenlemesiyle kanun koyucu yetkisine sahip milletvekillerinin kendi maaş ve ödeneklerini çok yüksek oranlarda belirlemesi önlenerek buna bir sınır getirilmiş, ayrıca emeklilik işlemlerinin kanunla düzenlenebilmesine de Anayasal dayanak sağlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin İç Örgütlenmesi ve Çalışma Düzeni Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü Anayasa’ya göre (m.95/1), “Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre yürütür.” 1982 Anayasası döne- 128 Yasama minde, Anayasa’nın geçici 6’ncı maddesi uyarınca uzun bir süre Millet Meclisinin 12 Eylül 1980 tarihinden önce yürürlükte olan içtüzüğünün Anayasaya aykırı olmayan hükümleri uygulanmıştır. Ancak 16.5.1996 tarih ve 424 sayılı TBMM Kararı ile bu içtüzük değiştirilmiş ve Anayasanın öngördüğü şekilde yeniden düzenlenmiştir. O tarihten bu yana TBMM çalışmalarını yeni içtüzük hükümlerine göre yürütmektedir. Başkanlık Divanı Anayasa’nın 94’üncü maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı, Meclis üyeleri arasından seçilen Meclis Başkanı, Başkanvekilleri, Katip üyeler ve İdare Amirlerinden oluşur. Başkanlık Divanı, Meclisteki siyasi parti gruplarının üye sayısı oranında Divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur. Siyasi parti grupları Başkanlık için aday gösteremezler. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı için, bir yasama döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama döneminin sonuna kadar devam eder. Meclis Başkanı Seçimi: Anayasa, Meclis Başkanının kolaylıkla seçilebilmesini sağlayacak nitelikte bir usul öngörmüştür (m.94/4). Buna göre: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, Meclis üyeleri içinden, Meclisin toplandığı günden itibaren beş gün içinde, Başkanlık Divanına bildirilir, Başkan seçimi gizli oyla yapılır. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan üye, Başkan seçilmiş olur. Başkan seçimi, aday gösterme süresinin bitiminden İtibaren, beş gün içinde tamamlanır. Tarafsızlığı: Anayasa’ya göre (m.94/6), Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan hâller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar. Ancak İçtüzüğün 57’nci maddesine göre, oturumu yöneten Başkan ve diğer Başkanlık Divanı üyeleri toplantı yeter sayısına dâhil edilir. Siyasi Parti Grupları Siyasi partiler, Meclis çalışmalarına Meclisteki grupları aracılığıyla katılırlar. Siyasi partilere mensup milletvekillerinin Meclis komisyonları ve Genel Kuruldaki tavır ve oyları Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun izin vermediği durumlar hariç olmak üzere bu grup toplantılarında belirlenir. Grupların bağlayıcı kararlarına uymayan milletvekilleri, parti tüzüğü gereğince disiplin müeyyideleriyle karşılaşabilirler (Özbudun, 1998: 260-261). Anayasa’ya göre (m.95/2), siyasi parti grupları, en az yirmi üyeden meydana gelir. O hâlde yirmiden az milletvekiline sahip siyasi partiler Mecliste grup oluşturamazlar. Siyasi Partiler Kanunu’na göre (m.26), bir siyasi partinin genel başkanı milletvekili ise parti Meclis grubunun da başkanıdır; değilse grup başkanı grup üyeleri arasından seçilir. Anayasa, TBMM İçtüzüğü ve Siyasi Partiler Kanunu parti gruplarına bir takım yetki ve ayrıcalıklar tanımıştır (Özbudun, 1998: 261). Buna göre: İçtüzük hükümleri, siyasi parti gruplarının, Meclisin bütün faaliyetlerine üye sayısı oranında katılmalarını sağlayacak yolda düzenlenir (AY.95/2). Siyasi parti grupları üye sayıları oranında Meclis Başkanlık Divanına katılırlar (AY.m.94/2). Siyasi parti grupları genel görüşme ve meclis araştırması açılmasını isteyebilirler (İçtüzük, m.101-105). Siyasi parti grupları kapalı oturum yapılmasını isteyebilirler (İçtüzük, m.70). Meclis Başkanlığı için bir yasama döneminde iki seçim yapılır, ilk seçilenin görev süresi iki yıl, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama döneminin sonuna kadar devam eder. Anayasa, Meclis Başkanının seçimi ve görevlerine ilişkin olarak koyduğu bu kurallarla, farklı siyasi parti gruplarının bulunduğu Mecliste yasama faaliyetlerinin sağlıklı yürütülebilmesi için Başkanın tarafsız olmasını sağlamayı amaçlamıştır. 129 Türk Anayasa Hukuku Siyasi parti grupları, Meclis görüşmelerinde diğer milletvekillerinden farklı ve öncelikli söz hakkına sahiptirler (İçtüzük, m.60/8-61/4). Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubunun Anayasa Mahkemesinde iptal davası açma yetkileri vardır (AY.m.150). Siyasi parti grupları, Meclis komisyonlarında üye sayıları oranında temsil edilirler (İçtüzük, m.21). Siyasi parti gruplarının yapamayacağı bazı işler ise şunlardır: (1) Siyasi parti gruplarında yasama dokunulmazlığı ile (AY.m.83/5) ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz. (2) Siyasi parti grupları Meclis Başkanlığı (AY.m.94/2) aday gösteremezler. Danışma Kurulu Meclis çalışmalarının verimli yürütülebilmesi için siyasi parti grupları arasında iş birliği ve uyum sağlamak amacıyla İçtüzükle Danışma Kurulu oluşturulmuştur. İçtüzüğün 19’uncu maddesine göre, Danışma Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya görevlendireceği başkanvekili başkanlığında siyasi parti grup başkanları veya başkanvekillerinden kurulur.Bu Kurul, İçtüzükte kendisine verilen görevleri yerine getirir ve Başkanın istemi üzerine danışma niteliğinde görüş bildirir. Meclis Komisyonları Çok sayıda üyesi bulunan yasama meclislerinin çalışmalarını verimli ve düzgün yürütebilmek için ön hazırlık ve görüşmeleri yapacak komisyonlara ihtiyacı vardır. Meclis komisyonları, konuların Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelmeden önce görüşülerek olgunlaştırıldığı kurullardır (Özbudun, 1998: 262). TBMM İçtüzüğüne göre (m.20), Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonları şunlardır: 1. Anayasa Komisyonu; 2. Adalet Komisyonu; 3. Millî Savunma Komisyonu; 4. İçişleri Komisyonu; 5. Dışişleri Komisyonu; 6. Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu; 7. Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu; 8. Çevre Komisyonu; 9. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu; 10. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu; 11. Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu; 12. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu; 13. Dilekçe Komisyonu; 14. Plan ve Bütçe Komisyonu; 15. Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu; 16. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu. İçtüzükte yer alan bu komisyonlara ek olarak 4847 sayılı Kanun’la Avrupa Birliği Uyum Komisyonu, 6532 sayılı Kanunla Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu ve 5840 sayılı Kanun’la da Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. İçtüzüğe göre, komisyonların üye sayıları, Danışma Kurulunun teklifi üzerine Genel Kurulca belirlenir (m.20/2). Komisyonlarda siyasi parti grupları üye sayıları oranında temsil edilir. Komisyon toplantıları Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine, Cumhurbaşkanı yardımcılarına, bakanlara, bakan yardımcılarına ve üst kademe kamu yöneticilerine açıktır. Komisyonlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Yürütme adına Cumhurbaşkanı yardımcıları, bakanlar ve bakan yardımcıları söz alabilirler. Ancak, komisyon üyeleri dışında kimse değişiklik önergeleri veremez ve oy kullanamaz. (İçtüzük, m.31). Meclisin Toplanması ve Tatili Anayasa’ya göre (m.93), Türkiye Büyük Millet Meclisi her yıl Ekim ayının ilk günü kendiliğinden toplanır. Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir. İçtüzüğe göre (m.5), tatil, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarının belli bir süre ertelenmesidir. Danışma Kurulunun önerisi üzerine Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça, Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Temmuz günü tatile girer. Meclis, bu üç aylık tatilin dışında da daha kısa sürelerle çalışmalarına ara verebilir. İçtüzüğe göre (m.6), ara verme, Meclisin onbeş günü geçmemek üzere çalışmalarını ertelemesidir. Meclisin ara verme kararı alması, Danışma Kurulunun bu konudaki görüşü alındıktan sonra teklifin Genel Kurulca oylanması suretiyle olur. Meclis, ara verme veya tatil sırasında Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır. Meclis Başkanı da doğrudan doğruya veya üyelerin beşte birinin yazılı 130 Yasama istemi üzerine, Meclisi toplantıya çağırır (AY.m.93). Meclis üyelerinin beşte birinin istemi üzerine Meclis Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisini toplantıya çağırmak mecburiyetindedir, bu konuda takdir yetkisi yoktur. Ara verme veya tatil sırasında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde, öncelikle bu toplantıyı gerektiren konu görüşülmeden ara verme veya tatile devam edilemez (AY.m.93). Ancak İçtüzüğe göre (m.7), toplanan Mecliste yeterli çoğunluk sağlanamadığı takdirde, toplantı çağrısı düşer. Toplantı ve Karar Yeter Sayısı Anayasa’nın 96’ncı maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yapacağı seçimler dahil bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasada başkaca bir hüküm (Anayasanın ilgili maddelerinde yer alan özel karar yeter sayıları) yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz. Bu düzenlemeye göre, üye tamsayı 600 olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplantı yeter sayısı 200 olmaktadır. Meclis Genel Kurul toplantısına 200’den az milletvekili katılırsa, toplantı yeter sayısı sağlanamadığı için toplantı yapılamaz. Meclis Genel Kurulu toplantısında bulunup da “çekimser oy” kullananlar da “toplantıya katılanlar”ın sayısına dahil edilir. Aynı şekilde, İçtüzüğe göre (m.146/2), “Genel Kurulda bulunup da oylamaya katılmayanlar yeter sayıya dahil edilirler.” O hâlde toplantıya katılan, fakat oy kullanmayanların sayısı, “toplantı yeter sayısı”na dahildir. Örneğin, Genel Kurul salonunda 400 üye vardır. Yapılan bir oylamada 200 milletvekili “kabul”, 50 milletvekili “çekimser”, 100 milletvekili “red” oyu kullanırken, 50 milletvekili oy kullanmamıştır. Bu durumda toplantıya katılanların sayısı 400 olarak kabul edilecektir. Hâliyle bu toplantıdaki karar yeter sayısı da 201 olacaktır. İçtüzüğün 57’nci maddesine göre, Başkan birleşimi açarken tereddüde düşerse yoklama yapar. Görüşmeye tabi tezkerelerin oylanması ile kanunların maddelerine geçilmesi ve tümünün oylanması esnasında, işaretle oylamaya geçilirken en az yirmi milletvekili ayağa kalkmak veya önerge vermek suretiyle yoklama yapılmasını isteyebilir. Yoklama, elektronik oy düğmelerine basmak veya imzalı pusula vermek suretiyle yapılır. Oturumu yöneten Başkan ve diğer Başkanlık Divanı üyeleri toplantı yeter sayısına dâhil edilir. Yoklama sonucunda, üye tamsayısının en az üçte birinin mevcut olmadığı anlaşılırsa, oturum en geç bir saat sonrasına ertelenebilir. Bu oturumda da toplantı yeter sayısı yoksa, birleşim kapatılır. Anayasa, karar yeter sayısı için birlikte gerçekleşmesi gereken iki kural öngörmüştür: 1. Karar yeter sayısı toplantıya katılanların salt çoğunluğudur. İçtüzüğe göre (m.146/1), salt çoğunluk belli bir sayının yarısından az olmayan çoğunluktur. Örneğin, toplantıya katılan milletvekili sayısı 600 ise karar yeter sayısı 301; 400 ise 201; 300 ise 151’dir. 2. Karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından (151) az olamaz. Örneğin, toplantıya katılan milletvekili sayısı 200 ise karar yeter sayısı 101 değil 151’dir. Toplantıya katılanların sayısı 200 ila 301arasında ise karar yeter sayısı her zaman 151’dir. Meclis Görüşmeleri Anayasanın, “görüşmelerin açıklığı ve yayımlanması” başlığını taşıyan 97’nci maddesine göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundaki görüşmeler açıktır ve tutanak dergisinde tam olarak yayımlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzük hükümlerine göre kapalı oturumlar yapabilir, bu oturumlardaki görüşmelerin yayımı Türkiye Büyük Millet Meclisi kararına bağlıdır. Meclisteki Örneğin, Anayasa değişikliği, seçimlerin yenilenmesi, af kanunları, Yüce Divana sevk kararları ve bazı durumlarda milletvekilliğinin düşürülmesi kararları bakımından farklı karar yeter sayıları öngörülmüştür. Karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından (151) az olamaz. dikkat 131 Türk Anayasa Hukuku açık görüşmelerin, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başkaca bir karar alınmadıkça, her türlü vasıta ile yayımı serbesttir. Oylama Usulleri Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü (m.139), işaretle oylama, açık oylama ve gizli oylama olmak üzere üç tür oylama usulü öngörmüştür: İşaretle oylama; üyelerin el kaldırması; tereddüt hâlinde ayağa kalkmaları; beş üyenin ayağa kalkarak teklif etmesi hâlinde de salonda olumlu ve olumsuz oy verenlerin ikiyi bölünerek sayılmaları suretiyle yapılır. Açık oylama; üzerinde milletvekillerinin ad ve soyadlarıyla seçim çevrelerinin yazılı olduğu oy pusulalarının kutuya atılması veya elektronik oylama mekanizmasının çalıştırılması yahut ad cetvelinin okunması üzerine adı okunan milletvekilinin ayağa kalkarak “kabul”, “çekimser” veya “ret” kelimelerinden birini yüksek sesle söylemesi ve böylece açıkladığı oyunun Katip Üyelerce kaydedilmesi suretiyle olur. Gizli oylama; üzerinde hiçbir işaret bulunmayan yuvarlakların kürsüden kutuya atılması suretiyle yapılır. Beyaz yuvarlak olumlu, yeşil yuvarlak çekimser ve kırmızı yuvarlak olumsuz oy anlamına gelir. Anayasada, kanunlarda ve İçtüzükte açık veya gizli oyla yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmeyen bütün hususlarda kural olarak işaretle oylama yapılır. İçtüzükte işaret oyuyla hâlledileceği belirtilen hususlarda, oylamaların işaretle yapılması zorunludur (İçtüzük, m.140). Türkiye Büyük Millet Meclisinin Görev ve Yetkileri Anayasanın yasama organı olarak öngördüğü Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri şunlardır: Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak; Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek (m.87) ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek. Kanun Koymak Anayasa’nın 87’nci maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini düzenlerken, “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” şeklîndeki hükmüyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin asıl görevini belirlemiştir. Kanun kavramı ve kanunların yapılışı yukarıda yasama işlemleri bölümünde incelenmiştir. Denge ve Denetleme Yetkilerini Kullanmak Anayasaya göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim araçları, Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı sorudur (AY.m.98,f.1). Anayasada Meclise verilen bu yetkiler aynı zamanda başkanlık sisteminin bir gereği olarak Meclisin yürütme organı karşısında kullanabileceği denge ve denetleme araçları niteliğine sahiptir. Meclisin yürütme organı karşısında sahip olduğu diğer denge ve denetleme araçları arasında, hükümet sistemi bölümünde değinilen “seçimlerin yenilenmesine karar vermek” ve aşağıda incelenecek olan “bütçe ve kesin hesap kanunlarını kabul etmek” gibi yetkiler de sayılabilir. Parlamenter sistemin yürürlükte olduğu dönemde Anayasada yer alan ve hükümetin siyasi sorumluluğunu ortaya çıkarmak amacıyla kullanılabilen “gensoru”, başkanlık sistemine geçilmesi nedeniyle 2017 değişikliğiyle Anayasadan çıkartılmıştır. Çünkü başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilir ve siyasi sorumluluğu da halka karşıdır. Soru Hükûmetin denetlenmesi araçlarından birisi olan yazılı soru, Anayasada, “yazılı olarak en geç onbeş gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir” şeklînde tanımlanmıştır (m.98/5). Soru önergesi, sadece bir milletvekili tarafından imzalanır ve Meclis Başkanlığa verilir. TBMM’nin çalışmalarını aşağıdaki adresten canlı olarak seyredebilirsiniz. https://www. tbmm.gov.tr/tbmm_tv.htm internet 132 Yasama İçtüzük şu konularda soru sorulmasını yasaklamış ve bunların Meclis Başkanlığınca kabul edilmeyeceğini hükme bağlamıştır (m.97): a) Başka bir kaynaktan kolayca öğrenilmesi mümkün olan konular; b) Tek amacı istişare sağlamaktan ibaret konular. İçtüzüğün 99’uncu maddesine göre yazılı soruların cevabı, bir Cumhurbaşkanı yardımcısı veya ait olduğu bakanlık eliyle Başkanlığa sunulur. Başkan, bu cevabı derhal soru sahibine iletir. Cevap ayrıca soru metniyle birlikte Başkanlıkça alındığı günkü veya bir sonraki birleşim tutanağının arkasına eklenir.Yazılı sorular, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakan tarafından gönderildiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde cevaplandırılır. Yazılı sorular süresi içinde cevaplandırılmazsa, yazılı soru önergesinin süresi içinde cevaplandırılmadığı gelen kâğıtlar listesinde ilan edilir ve bu durum Cumhurbaşkanı yardımcısına veya bakanlara gönderilir. Yürütme organının denetlenmesi araçlarından birisi olmakla beraber, sorunun cevaplanmasından sonra Mecliste herhangi bir oylama yapılması söz konusu değildir. Başka bir ifadeyle, sorunun siyasi veya cezai bir sonucu yoktur. Genel Görüşme Genel görüşme, toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir (AY.m.98/3; İçtüzük, m.101). Genel görüşme açılması, siyasi parti grupları veya en az yirmi milletvekili tarafından Başkanlıktan bir önergeyle istenebilir. Sorudan farklı olarak genel görüşmede tartışmalara önerge sahibi dışındaki milletvekilleri de katılabilmektedir. Bu da genel görüşmenin soruya göre daha etkili bir denetim sağlamasına katkıda bulunmaktadır. Meclis Araştırması Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemeden ibarettir (AY.m.98/2). TBMM İçtüzüğü’ne göre (m.104/3), Meclis araştırmasının açılmasında genel görüşme açılmasındaki hükümler uygulanır. Buna göre, Meclis araştırması açılması, siyasi parti grupları veya en az yirmi milletvekili tarafından Başkanlıktan bir önergeyle istenebilir. Meclis araştırması açılıp açılmamasına Genel Kurul karar verir. Meclis araştırması açılmasına karar verildiği takdirde, bu araştırmanın yürütülmesi görevi, genel hükümlere göre seçilecek bir özel komisyona verilir. Meclis araştırma komisyonu bakanlıklarla genel ve katma bütçeli dairelerden, mahalli idarelerden, muhtarlıklardan, üniversitelerden, Türkiye RadyoTelevizyon Kurumundan, kamu iktisadi teşebbüslerinden, özel kanun ile veya özel kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulmuş banka ve kuruluşlardan, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından ve kamu yararına çalışan derneklerden bilgi istemek ve buralarda inceleme yapmak, ilgililerini çağırıp bilgi almak yetkisine sahiptir. Komisyon, gerekli gördüğünde uygun bulacağı uzmanların bilgilerine başvurabilir. Devlet sırları ile ticari sırlar, Meclis araştırması kapsamının dışında kalır (İçtüzük, m.105). Devlet sırları ile ticari sırların Meclis araştırması kapsamının dışında tutulmuş olması ve bu kavramların kapsamında nelerin bulunması gerektiği konusunda da tam bir açıklık olmaması, uygulamada, araştırma komisyonlarının çoğu defa ilgili kişi ya da kuruluşlardan yeterli bilgi almasını engellemektedir. Meclis araştırması komisyonu, araştırmasını tamamladığında bir rapor hazırlar ve bunu Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Meclis araştırma komisyonunun raporu hakkında Meclis Genel Kurulunda, genel görüşme açılır (İçtüzük, m.104/4). Meclis araştırma komisyonu hakkında açılan genel görüşme sonunda yürütme organının siyasi veya cezai sorumluluğunu ortaya çıkaran bir oylama yapılmaz. Bununla birlikte, bir Meclis araştırması sonucunda Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı ya da bir bakanın sorumlu tutulabileceği birtakım bilgilere ulaşılması hâlinde, Meclisin bu bilgilere dayanarak bunlar hakkında meclis soruşturmasını devreye sokması mümkündür. Ayrıca Meclis araştırması sonucunda elde edilen bilgiler çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekli gördüğü kanuni düzenlemeleri de yapabilir (Özbudun, 1998: 274). Meclis Soruşturması Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerinden biri de Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevleriyle ilgili cezai sorumluluklarını araştırmaktır. Meclis bu araştırmayı yaptıktan sonra, eğer gerekli görürse ilgili kişileri Yüce Divan’a sevk edebilir. Meclis soruşturması olarak adlandırılan bu usulün amacı, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanların Meclis karşısında, siyasi sorumluklarını gerçekleştirmek değildir. Meclis soruşturmasının konusunu, Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevleri ile ilgili olarak 133 Türk Anayasa Hukuku işledikleri iddia edilen suçlar oluşturmaktadır. Ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin niteliği gereği Meclisin bu yetkisi istisnai bir yetkidir ve yasama organının bu şekilde Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanları görevden alabilmesi mümkün değildir. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakanlar, Yüce Divanda yargılandıktan sonra seçilmeye engel bir suçtan mahkûm edilmeleri halinde görevleri sona erer (AY. m.105,106). Meclis soruşturması, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevleriyle ilgili cezai sorumluluklarının araştırılmasını sağlayan bir denetim aracıdır. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçlar bakımından yargılanması Anayasanın 105 ve 106. maddelerinde düzenlenen meclis soruşturması usulüne göre olur. Cumhurbaşkanının kişisel suçları da meclis soruşturması usulüne tabidir. Buna karşılık Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanların görevleriyle ilgili olmayan suçları meclis soruşturmasının kapsamı dışındadır. Ancak bu kişiler kişisel suçları bakımından yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır (AY. m.106). Meclis soruşturması açılması önergesi: Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında görevleriyle ilgili (Cumhurbaşkanı bakımından kişisel suçlar dahil) suç işledikleri iddiasıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının salt çoğunluğunun (301) vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir. Meclis, önergeyi en geç bir ay içinde görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün (360) gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, soruşturmanın yürütülmesi görevi kurulacak on beş kişilik bir komisyona verilir (AY. M.105-106). Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesi kararı alamaz (AY. M.105/4). Soruşturma komisyonu raporunun Meclis Genel Kurulunda görüşülmesi: Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu hazırlar ve Meclis Başkanlığına sunar. Soruşturma komisyonu raporu Başkanlığa verildiği tarihten itibaren on gün içinde dağıtılır, dağıtımından itibaren on gün içinde görüşülür ve gerek görüldüğü takdirde ilgilinin Yüce Divana sevkine karar verilir (AY.m.105,106). Yüce Divana sevk veya sevk etme kararı ve sonuçları: Görüşmeler tamamlandıktan sonra komisyon raporu Genel Kurulca karara bağlanır. Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyu ile alınır (AY.m.105,106). TBMM Genel Kurulu, hakkında meclis soruşturması açılan Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakanı Yüce Divana sevk edip etmeme kararını verirken, soruşturma komisyonunun raporu ile bağlı değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisince Yüce Divana sevk kararı alınırsa dosya, Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilir (İçtüzük, m.112). Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanların Yüce Divana sevk edilmesi görevlerini sona erdirmez. Yüce Divanda yargılanan Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakanlar, seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olurlarsa görevleri sona erer. Bu görevlerde bulunan kişilerin uzun süre suç şüphesi altında kalmasını önlemek için Anayasa, Yüce Divan yargılamasının üç ay içinde tamamlanması gerektiğini hüküm altına almıştır. Yargılama bu sürede tamamlanamazsa bir defaya mahsus olmak üzere üç aylık ek süre verilir, yargılama bu sürede kesin olarak tamamlanır (AY. m.105,106). Meclis soruşturması usulü eski Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar hakkında da uygulanır. Buna göre, Cumhurbaşkanı (kişisel suçları dahil), Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar, görevleri sona erse bile, görevde Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan hakkında, Meclis soruşturması açılmasına karar verilebilmesi için, Meclis üye tamsayısının beşte üçünün oyu aranır ve gizli oylama yapılması zorunludur. Meclis soruşturması önergesi verilebilmesi için üye tam sayısının salt çoğunluğunun (301) imzası, soruşturma açılması kararı için üye tamsayısının en az beşte üçünün (360) oyu, Yüce Divana sevk kararı için ise üye tamsayısının en az üçte ikisinin (400) oyu aranır. dikkat 134 Yasama bulundukları sürede görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçlar bakımından, meclis soruşturması hükümlerine tabi olarak yargılanırlar (AY. m.105,106). Bütçe ve Kesin Hesap Kanun Tekliflerini Görüşmek ve Kabul Etmek Bütçe Kanunu Parlamentonun en önemli yetki ve görevlerinden birisi de bütçe kanununu kabul etmektir. Bütçe kanunu, devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine belli bir süre için (genellikle bir yıl) kamu gelirlerini toplama ve kamu harcamalarında bulunma izni veren, şart-işlem niteliğinde (Özbudun, 1998: 178) özel bir kanundur. Başkanlık sistemine geçilmesi nedeniyle yürütme organının Meclise kanun tasarısı verme yetkisi kaldırılmış, istisnai olarak sadece bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerinin yürütme organınca verilmesi kabul edilmiştir. Anayasa’ya göre (m.161), kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır. Malî yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz. Bütçe kanunu ile yürürlükteki diğer kanunlarda değişiklik yapılaması da mümkün değildir. Anayasa, önemi ve farklı niteliğinden dolayı bütçenin Mecliste görüşülmesi konusunda özel bazı kurallar öngörmüştür. Anayasa’nın 161’nci maddesine göre, Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe Komisyonunda görüşülür. Komisyonun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bütçe kanunu teklifinin Genel Kurulda görüşülmesi sırasında, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar. Bütçe kanunun süresi içinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır (AY. m.161/4). 2017 değişikliklerinden önce, bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması durumunda meselenin nasıl çözümleneceğine ilişkin bir hüküm yoktu. 2017 yılında yapılan değişiklikler ile, geçici bütçe kanunu çıkarılması, bunun da mümkün olmaması halinde bir önceki yılın bütçesinin belli bir artışla uygulanması mümkün hale getirilmiştir. Anayasada yapılan bu özel düzenleme ile, yasama ve yürütme arasında bütçeden kaynaklanan bir kriz yaşanması halinde, sistemin kitlenmesi önlenebilecektir. Anayasa bütçelerde değişiklik yapılabilmesine ilişkin olarak da bazı esaslar koymuştur. Genel Kurulda kamu idare bütçeleri ile değişiklik önergeleri, ayrıca görüşme yapılmadan okunur ve oylanır. Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek tutarın sınırını gösterir. Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa hüküm konulamaz. Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik teklifleri ile carî ve izleyen yılların bütçelerine malî yük getiren tekliflerde, öngörülen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi zorunludur. Anayasaya göre (m.89/2), Cumhurbaşkanı, bütçe kanunlarını bir daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderemez. Bütçe kanunları hakkında esas ve şekil bakımından Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulabilir. Kesin Hesap Kanunu Kesin hesap kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçenin uygulanmasını denetlemesini sağBütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz, bütçe kanunu ile yürürlükteki diğer kanunlarda değişiklik yapılamaz. Cumhurbaşkanı, bütçe kanunlarını bir daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderemez. 135 Türk Anayasa Hukuku layan özel bir kanundur. TBMM, gelirlerin toplanması ve harcamaların bütçeye uygunluğunu Meclis adına denetleyen Sayıştay’ın genel uygunluk bildirimine dayalı olarak hazırlanan kesin hesap kanunları ile hükûmet ibra edilmiş, yani sorumluluktan kurtulmuş olmaktadır (Özbudun, 1998: 180). Anayasa, kesin hesap kanunların görüşülmesi ve kabulüne ilişkin olarak şu kuralları öngörmüştür (m.161/9, 10 ve 11): Merkezî yönetim kesinhesap kanunu teklifi, ilgili olduğu malî yılın sonundan başlayarak en geç altı ay sonra Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Sayıştay genel uygunluk bildirimini, ilişkin olduğu kesinhesap kanun teklifinin verilmesinden başlayarak en geç yetmişbeş gün içinde Meclise sunar. Kesinhesap kanunu teklifi ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca sonuçlandırılamamış denetim ve hesap yargılamasını önlemez ve bunların karara bağlandığı anlamına gelmez. Kesinhesap kanunu teklifi, yeni yıl bütçe kanunu teklifiyle birlikte görüşülür ve karara bağlanır. Para Basılmasına Karar Vermek Devletin egemenlik yetkisinin en önemli göstergelerinden birisi kendi adına para basmaktır. Anayasa (m.87), para basılmasına karar verme yetki ve görevini Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiştir. Meclis bu yetkisini “para basılmasına dair kanun” çıkararak kullanır. Savaş Hâli İlânı ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin Vermek Savaş hâli ilanına ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Anayasa (m.92/1) ve TBMM İçtüzüğü’nün (m.129) bu konudaki düzenlemesine göre, Milletlerarası hukukun meşru saydığı hâllerde, yabancı bir devlete karşı veyahut belli bir devleti hedef tutmayıp Türkiye için savaş hukukunun yürürlüğe girmesini gerektiren hâllerde savaş hâli ilanına, Cumhurbaşkanının istemi üzerine izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Meclisin bu kararını Cumhurbaşkanı uygular. Anayasa’ya göre, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği hâller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir (m.92/1). Meclisin belli bir süre için verdiği bu izinden sonra, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verme yetkisi ise Cumhurbaşkanına aittir (m.104/15). Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması hâlinde Cumhurbaşkanı da Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir (92/2). Bu durumda Cumhurbaşkanı derhâl Türkiye Büyük Millet Meclisini toplantıya çağırır (İçtüzük, m.129/2). Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasını Uygun Bulmak Antlaşma; milletlerarası hukukun bu alanda yetki verdiği kişiler arasında yapılan ve milletlerarası hukuka uygun bir şekilde hak ve yükümlülükler doğurmak, daha önce kurulmuş bir hukuk ilişkisini değiştirmek ya da ortadan kaldırmak amacına yönelik hukuki işlem olarak tanımlanmaktadır. Milletlerarası antlaşmalar genellikle iki-taraflı ve çok-taraflı olmak üzere ikili bir ayrımla ele alınmaktadır. Ancak bir antlaşma, milletlerarası veya milletlerüstü bir örgüt ya da kuruluş ile üçüncü bir devlet arasında yapılmış ise bunların iki-taraflı olduğu kabul edilmektedir. Çünkü her ne kadar bir tarafta birden fazla devlet bulunmaktaysa da bunlar bir örgüt içinde birleşmiş ve antlaşma bakımından tek bir taraf durumuna gelmişlerdir. Milletlerarası antlaşmaların katılan ülkeler bakımından bağlayıcılık kazanması, hüküm doğurması ve yürürlüğe girmesi konusunda çok farklı usul ve kurallar bulunmaktadır. Biz bu konuda fazla ayrıntıya girmeden konuyu doğrudan Türk Hukuku bakımından ele alacağız. Türk Hukukunda milletlerarası andlaşmaların imzalanması için atanacak temsilciler ve bu temsilcilerin yetkileri, Cumhurbaşkanı kararıyla belirlenir (Milletlerarası Andlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.1). 1982 Anayasası’na göre antlaşmalar Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmak suretiyle bağlayıcılık kazanır (m.104). Yine Anayasa’ya göre, “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletler ve milletlera- 136 Yasama rası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır” (m.90/1). Anayasanın bu düzenlemesi ile “onaylama” safhası ile “onaylamayı uygun bulma” safhası birbirinden ayrılmıştır. Buna göre bir antlaşma kural olarak ancak bir uygun bulma kanunu ile TBMM tarafından kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanınca onaylanmak suretiyle geçerli olur. Bu andlaşmaların onaylanması, Cumhurbaşkanı kararı ile olur (9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.2). Anayasaya göre, “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletler ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır” (m.90/1). Anayasanın bu düzenlemesi ile “onaylama” safhası ile “onaylamayı uygun bulma” safhası birbirinden ayrılmıştır. Antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisi Tarafından Uygun Bulunması Antlaşmalar kural olarak TBMM tarafından uygun bulma kanunu ile kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmak suretiyle geçerli olur. Ancak antlaşmaların TBMM tarafından uygun bulunması kuralına birtakım istisnalar getirilmiştir. Bu istisnai hükümlere göre bazı şartları taşıyan antlaşmaların Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan onaylanmak suretiyle geçerlilik kazanması mümkündür (AY.m.90/2-4; 9 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.2/2-3). Bu antlaşmalar da iki kategoriden oluşmaktadır: 1. Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan antlaşmalar, devlet maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hâllerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak ve Türk kanunlarında değişiklik yapmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu antlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur (AY.m.90/2). 2. Daha önce yapılmış milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama antlaşmaları ile kanunların önceden verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur. Ancak ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren antlaşmaların yürürlüğe girebilmesi için yayımlanması zorunludur. Bunlar yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz (AY.m.90/3). Antlaşmanın niteliği ne olursa olsun, başka bir ifadeyle bir antlaşma yukarıdaki iki istisnai gruba girse bile, eğer Türk kanunlarına değişiklik getiriyorsa bunun Meclis tarafından bir kanunla uygun bulunması zorunludur. Yani, Türk kanunlarına değişiklik getiren bütün antlaşmalar Meclisin uygun bulması kuralına tâbidir (AY.m.90/4). Anayasanın bu hükmü ile Meclisin bilgisi ve yetkisi dışında bir antlaşma ile kanunlarda değişiklik yapılmasına izin verilmemiştir. Milletlerarası Antlaşmaların Türk Hukuk Düzeni İçindeki Yeri Anayasa’ya göre (m.90/5), “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz”. Anayasanın bu hükmünden açıkça anlaşılmaktadır ki, antlaşmalar Türk hukuk düzeninde kanun niteliğindedir ve kanunlar gibi uygulanacaktır. Antlaşmaların Anayasaya uygunluğu konusunda iptal davası veya itiraz yoluyla bir yargısal denetimin yapılması mümkün değildir. Milletlerarası antlaşmaların iç hukuktaki yeri konusunda doktrinde karşıt iki temel görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre milletlerarası antlaşmalar Türk Hukuku bakımından kanunların üzerinde bir yere sahiptir (Gözübüyük, 2000: 215; Soysal, 1986: 16; Batum 1993: 32-33). İkinci görüşe göre ise milletlerarası antlaşmalar ile kanunlar eşit değerde olup, biri diğerinden üstün değildir. (Özbudun, 1998: 185-186; Pazarcı, 1985: 30-32; Meray, 1968: 132; Gözler, 2000: 320-321). Kanaatimizce de Anayasanın (m.90/5) “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir” şeklîndeki açık hükmü karşısında milletlerarası antlaşmaların kanunlardan üstün olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Milletlerarası antlaşmalar kanunlarla eş değerdedir. Antlaşmalarla kanunların çatışması hâlinde de ikisini bağdaştıracak bir yorumun yapılması imkânı yoksa, iç hukukta iki kanun arasındaki çatışmanın çözümünde uygulanan kuralların uygulanması gerekir. Yani, önceki düzenleme - sonraki düzenleme veya genel düzenleme - özel düzenleme kriterleri uygulanmalıdır. Anayasa, milletlerarası antlaşmaların Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasını kabul etmemiştir (m.90/5). Anayasanın milletlerarası antlaşmaları yargı denetimi dışında tutmuş olması, antlaşmaların kanunlardan üstün tutulduğu şeklînde yorumlanamayacağından, pozitif hukuk bakımından TBMM’nin antlaşmalara aykırı kanuni düzenlemeler yapması ya da bunların iç hukuktaki etkilerini değiştirmesi ve 137 Türk Anayasa Hukuku kaldırması mümkündür. Şüphesiz böyle bir davranış, Devletin, antlaşmayla üstlendiği milletlerarası yükümlülüklere uymadığı anlamına gelir ve onun milletlerarası sorumluluğuna yol açar (Özbudun, 1998: 186; Pazarcı, 1985: 31). Fakat Anayasada öngörülen bazı istisnalar (m.15,16,42,92) dışında, iç hukuk bakımından bunu engelleyen bir düzenleme bulunmamaktadır. Anayasa ile milletlerarası antlaşmanın çatışması hâlinde Anayasa üstün tutulmalıdır. İnsan haklarına ilişkin milletlerarası sözleşmelerin iç hukuktaki yerinin belirlenmesi konusunda ise, 2004 yılında yapılan Anayasa değişikliği önem taşımaktadır. Anayasanın 90’ıncı maddesine eklenen bu hükme göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Bu düzenleme insan hakları sözleşmelerine kanunlar karşısında genel bir üstünlük tanımamakta, sadece hüküm çatışması olması durumunda sözleşme hükümlerinin uygulanmasını öngörmektedir. Genel ve Özel Af İlânına Karar Vermek Anayasa’ya göre (m.87), Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir yetkisi de “üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek”tir. Anayasa’nın 87’nci maddesinin ilk düzenlemesinde Meclisin af ilanına karar verebilmesi için özel bir çoğunluk aranmazken, 2001 yılında yapılan değişiklikle, “üye tamsayısının beşte üçü” bu konuda karar yeter sayısı olarak belirlenmiştir. Meclis af çıkarma yetkisini kanunla kullanır. Anayasa (m.169/3), “ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar”ı genel ve özel af kapsamının dışında tutmuş ve “münhasıran orman suçları için” genel ve özel af çıkarılmayacağını hüküm altına almıştır. Genel af, cezayla birlikte suçu da ortadan kaldırırken; özel af, sadece cezayı ortadan kaldırmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Diğer Görev ve Yetkileri Anayasanın çeşitli hükümleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği ve ayrıntılarını ilgili bölümlerde incelediğimiz diğer görev ve yetkiler şunlardır: 1. Anayasayı değiştirmek (m.175). 2. İçtüzük yapmak (m.95). 3. Anayasa’nın 119’uncu maddesindeki şartlar çerçevesinde verilen olağanüstü hâl ilan edilmesi kararını onaylamak ve gerektikçe dört ayı geçmemek üzere uzatmak (m.119). 4. Olağanüstü hâl sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini üç ay içinde görüşüp karara bağlamak (m.119/son). 5. Kamu Başdenetçisini seçmek (m.74). 6. Anayasa Mahkemesine üye seçmek (m.146). 7. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerini seçmek (m.133). 8. Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye seçmek (m.159). TBMM’ye ait aşağıdaki bağlantıdan yasama sürecine ilişkin test sorularını cevaplandırmak mümkün: https://www.tbmm.gov.tr/yasamatesti.htm internet Taksirli bir suç sebebiyle 1 yıl 5 ay hapis cezasına mahkûm olmak milletvekili seçilmeye engel midir? Anayasa’nın 83. maddesinin üçüncü fıkrası ile 84. maddesinin ikinci fıkrasını karşılaştırın. Seçim sisteminin anayasa ile düzenlenip düzenlenemeyeceği meselesini arkadaşlarınızla tartışın. Öğrenme Çıktısı 3 Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini sıralayabilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş 138 Yasama Yasama dokunulmazlığının kaldırılması, 20/5/2016 tarihinde 6718 sayılı Kanunun 1. maddesi ile Anayasa’ya eklenen geçici 20. maddenin Genel Gerekçesinden “Anayasaya göre, yasama dokunulmazlığının amacı, milletvekillerini keyfi ve asılsız ceza kovuşturmalarından ve tutuklamalardan korumak suretiyle parlamento çalışmalarının güvenliğini sağlamaktır. Yasama dokunulmazlığı, gerçekte bundan yararlanan milletvekilinin kişisel yararı için değil, “kamu yararı” için benimsenmiş bir kurumdur. Bu sebeple, milletvekiline mutlak manada koruma değil, sadece milletvekilliği süresince bir koruma sağlanmakta, bu süre içerisinde zamanaşımı işletilmemekte, delillerin toplanması gibi bazı soruşturma işlemlerinin yapılması mümkün olmaktadır. “Yasama dokunulmazlığı” bir hukuki müessese olarak benimsenirken, beraberinde “dokunulmazlığın kaldırılması” usulüne de yer verilmiştir. Türkiye uygulamasında, özellikle, “kamuoyunda uyandıracağı etki” dikkate alınarak, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması, daha doğru bir ifade ile milletvekilinin soruşturulmasına ve yargılanmasına izin verilmesi mümkün kabul edilmektedir… …Buna göre, kısaca, Karma Komisyonun toplanması, Hazırlık Komisyonu oluşturulması, hazırlanan raporun Karma Komisyonda değerlendirilip karara bağlanması ve Genel Kurulda her bir fezlekenin ayrı ayrı ve birden fazla kişi ihtiva eden fezlekelerde de her bir kişinin durumunun ayrı ayrı görüşülüp konuşulması ve oylanması gerekmektedir. Bugün itibarıyla Karma Komisyonda beş yüz altmış iki (562) fezleke bulunmaktadır. Karma Komisyon aşamasında çalışma süresi hariç tutularak sadece Genel Kurul bakımından bir hesaplama yapıldığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi her bir fezleke için asgari bir saat süreden hesaplama yapıldığında, toplam beş yüz altmış iki (562) Genel Kurul saatinin fezleke görüşmelerine ayrılması gerekecektir. Genel Kurul çalışmalarındaki uygulamalardan hareketle, Gündem’in tamamı fezleke görüşmelerine ayrılmış olsa, günde altı civarında fezleke görüşülebileceği, bunun ise yaklaşık doksan dört günü bulacağı anlaşılmaktadır. Bu ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin haftada üç gün çalıştığı dikkate alındığında otuz haftadan fazla bir sürenin fezlekelere ayrılması ve bu süre içinde başka bir çalışma yürütülememesi anlamına gelecektir. Sonuç olarak, dokunulmazlık dosyalarının tamamının Anayasa ve İçtüzük’teki olağan usulle kaldırılması Meclis çalışmalarını sekiz aya yakın bir süre engelleyecektir. Dokunulmazlık dosyalarının başta terörle ilişkili olanlar olmak üzere tamamının kaldırılması ve aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarının tıkanmasına da fırsat verilmemesi bir arada dikkate alındığında Anayasaya geçici bir madde eklemek suretiyle bir çözüm düşünülmektedir. Anayasaya eklenecek bir geçici madde ile, hem bütün dokunulmazlık dosyalarında dokunulmazlık kaldırılmış olacak, hem de uzun bir süreç sebebiyle Meclis çalışmaları tıkanmış olmayacaktır. Anayasa değişiklik teklifi, terörle mücadele konusundaki yoğun bir kamuoyu beklentisini karşılamak, bu amacın gerçekleştirilmesini gölgeleyecek spekülasyon ve istismarların önüne geçilmek, dokunulmazlık konusunda bir adım atılırken Meclis çalışmalarının tıkanmasının önüne geçmek düşüncesiyle hazırlanmış ve sunulmuştur”. Kaynak: https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem26/yil01/ss313.pdf Yaşamla İlişkilendir Türk Anayasa Hukuku 139 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 1 Yasama yetkisinin özelliklerini açıklayabilme Yasama Fonksiyonu Yasama yetkisi genellik, aslilik ve devredilmezlik özelliklerine sahiptir. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi, yasama organının kanun yapma yetkisinin konu bakımından sınırlı olmamasını ifade eder. Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa’ya aykırı olmamak kaydıyla dilediği konuda, ana hatlarıyla ya da ayrıntılı olarak kanun yapma yetkisine sahiptir. Ancak yasama organının bazı işlemleri yapabilmesi mümkün değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, mahkemelerin yerine geçerek yargı işlemi yapamaz, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez. Yasama organı, yürürlükte olan kanunların uygulanmasından ibaret olan işlemleri yani yürütme organının işlemlerini kanun yoluyla yapamaz. Yasama organı, Anayasa’ya aykırı şekilde kanun yapamaz. Yasama organı, Anayasada özel olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği belirtilen hususlarda kanun yapamaz. Yasama yetkisinin asliliği ilkesi ise, yasama organının bir kanun yaparken daha önce mevcut bir hukuk kuralına dayanmak zorunda olmamasını ifade eder. Örneğin, yürütme organı kural olarak, belli bir alanda kendisini yetkilendiren bir kanun olmadıkça hiçbir işlem yapamaz. Yasama organı ise bir ülkenin anayasası olmasa veya anayasada belli bir konuda kanun çıkarılabileceğine dair hüküm bulunmasa dahi kanun yapabilir. Yasama yetkisinin devredilmezliği ise yasama yetkisinin başka bir organa devredilmesinin yasaklanmış olmasını ifade eder. Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle devredilmesi yasaklanan yasama yetkisi sadece kanun yapma yetkisi değil, Anayasa’nın 87’nci maddesi ve diğer hükümleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği görev ve yetkilerin tamamıdır. Yasama 140 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 2 Kanunların yapım sürecini özetleyebilme Yasama İşlemleri Kanunların yapılması usulü, teklif, görüşme, kabul ve yayım safhalarından oluşmaktadır. Anayasa’ya göre (m.88), kanun teklif etmeye Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri yetkilidir. Milletvekillerince verilecek kanun tekliflerinde bir veya birden fazla imza bulunabilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından reddedilmiş olan teklifleri, ret tarihinden itibaren bir tam yıl geçmedikçe Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı yasama dönemi içinde yeniden verilemez. Bir yasama döneminde sonuçlandırılamamış olan kanun teklifleri hükümsüz sayılır, buna kadük olma denir. Kanun tekliflerinin Genel Kurulda görüşülmesi aşamasında ise öncelikle, kanun teklifinin tümü üzerinde görüşme açılır ve görüşmeden sonra soru-cevap işlemi yapılır. Daha sonra, teklifin maddelerine geçilmesi oylanır, maddelere geçilmesi kabul edilirse, maddelerin tek tek görüşülmesine geçilir. Son olarak ise teklifin tümü oylanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde kanun teklifinin kabul edilebilmesi, yani kanunlaşabilmesi için, Anayasa’nın 96’ncı maddesi uyarınca üye tamsayısının en az üçte biriyle toplanan Meclis Genel Kurulunun, toplananların salt çoğunluğu ile kabul oyu kullanması gerekir. Toplantı yeter sayısı üye tamsayısının en az üçte biri olan 200’dür. Karar yeter sayısı ise, kural olarak toplantıya katılanların salt çoğunluğudur. Ancak bu sayı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından (151) az olamaz. Kanunların yayımlanması görevi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Meclis tarafından kabul edilen kanunları on beş gün içinde yayımlar. Yayımlanmasını kısmen veya tamamen uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşülmek üzere bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde Meclise geri gönderir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu üye tamsayısının salt çoğunluğuyla (301) aynen kabul ederse, kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması zorunludur. Meclis geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar geri gönderebilir. Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümler saklıdır. Cumhurbaşkanının bütçe kanunlarını geri gönderme yetkisi yoktur. Kanunlar, Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan Resmî Gazete’de yayımlanır. Kanunlar, yürürlük tarihîni belirtilmişse bu tarihte, belirtilmemiş ise Resmî Gazete’de yayımlandığı gün yürürlüğe girer. 3 Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini sıralayabilme Yasama Organı TBMM’nin görev ve yetkileri şunlardır: Kanun koymak, denge ve denetleme yetkisini kullanmak, bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek, para basılmasına karar vermek, savaş hâli ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin vermek, milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, genel ve özel af ilanına karar vermek, Anayasayı değiştirmek, içtüzük yapmak, olağanüstü hâl ilan edilmesi kararını onaylamak ve gerektikçe dört ayı geçmemek üzere uzatmak, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini onaylamak, Kamu Başdenetçisini seçmek, Anayasa Mahkemesine üye seçmek, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerini seçmek, Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye seçmek. Türk Anayasa Hukuku 141neler öğrendik? 1 TBMM aşağıdakilerden hangisini karar biçiminde onaylamaz? A. Savaş ilanına karar vermek B. İçtüzük yapmak C. Milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak D. TBMM Başkanını seçmek E. Olağanüstü hal ilân edilmesi kararını onaylanmak 2 Meclis Başkanı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Gerektiğinde Meclisi toplantıya çağırabilir. B. Üyesi olduğu siyasi partinin faaliyetlerine katılamaz. C. Milletvekilleri arasından seçilmesi zorunludur. D. Meclisteki oylamalarda oy kullanamaz. E. Meclis İçtüzüğünü değiştirme yetkisi vardır. 3 Yasama dokunulmazlığı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Sadece ceza takibatına karşı koruma sağlar. B. Meclis tarafından kaldırılabilir. C. Milletvekilliği sona erdikten sonra da devam eder. D. Bakanlar görevleriyle ilgili olmayan suçlarda dokunulmazlıktan yararlanır. E. Siyasi parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz. 4 500 milletvekilinin hazır bulunduğu bir oturumda, devamsızlık nedeniyle bir milletvekilinin milletvekilliğinin düşürülebilmesi için en az kaç oy gereklidir? A. 151 B. 251 C. 301 D. 360 E. 400 5 400 milletvekilinin hazır bulunduğu bir oturumda, TBMM’nin af ilanına karar verebilmesi için en az kaç oy gereklidir? A. 151 B. 201 C. 301 D. 360 E. 400 6 Bütçe kanunu ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Bütçe kanunu ile yürürlükteki diğer kanunlarda değişiklik yapılamaz. B. Bütçe teklifleri, Bütçe Komisyonunda incelenir. C. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz. D. Cumhurbaşkanı, bütçe kanunlarını Meclise geri gönderemez. E. Bütçe kanunlarının esas bakımından Anayasaya aykırılıkları iddia edilemez. 7 Milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürme sebebiyle milletvekilliğinin düşmesi kararına karşı kaç gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmalıdır? A. 7 B. 10 C. 15 D. 30 E. 90 8 Anayasaya göre aşağıdakilerden hangisinin gizli oy ile oylanması zorunludur? A. Silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme B. Devamsızlık nedeniyle milletvekilliğinin düşürülmesi C. Milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulma D. TBMM Başkanının seçimi E. Genel ve özel af ilanına karar vermek 9 Aşağıdakilerden hangisi TBMM’nin görev ve yetkilerinden biri değildir? A. Yönetmelik çıkarmak B. Para basılmasına karar vermek C. Silahlı kuvvet kullanılmasına izin vermek D. Olağanüstü hal Cumhurbaşkanlığı kararnameleri onaylamak E. Milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak 10 Meclis Genel Kurulu’nda toplantı yapılabilmesi için en az kaç milletvekilinin bulunması gerekir? A. 120 B. 151 C. 200 D. 251 E. 301 Yasama 142 neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “Parlamento Kararları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. C Yanıtınız yanlış ise “Bütçe Kanunu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. E Yanıtınız yanlış ise “Yasama Dokunulmazlığı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. C Yanıtınız yanlış ise “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Görev ve Yetkileri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. D Yanıtınız yanlış ise “Meclis Başkanı” ile “Meclisin Toplanması ve Tatili” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. E Yanıtınız yanlış ise “Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması ve Üyeliğin Düşürülmesi Kararlarının Yargısal Denetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. A Yanıtınız yanlış ise “Milletvekilliğinin Sona Ermesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. C Yanıtınız yanlış ise “Genel ve Özel Af İlânına Karar Vermek” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. D Yanıtınız yanlış ise “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Görev ve Yetkileri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. A Yanıtınız yanlış ise “Toplantı ve Karar Yeter Sayısı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. C Araştır Yanıt Anahtarı 5 Araştır 1 Yasama yetkisinin genelliği, yasama organının kanun yapma yetkisinin konu bakımından sınırlı olmamasıdır. Bu ilke Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Anayasaya aykırı olmamak şartıyla dilediği konuda, ana hatlarıyla ya da ayrıntılı olarak kanun yapabilmesini ifade eder. Ancak TBMM, yürütme ve yargı işlemi yapamayacağı gibi, anayasaya aykırı şekilde kanun da yapamaz. Araştır 2 Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendi içtüzüğünü yapması ve değiştirmesi, TBMM Başkanı ve Başkanlık Divanının seçilmesi kararı, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve milletvekilliğinin düşmesine ilişkin kararlar, seçimlerin yenilenmesi kararı, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar hakkında meclis soruşturması açılması ve Yüce Divana sevk kararı, olağanüstü hâl ilan edilmesi kararının onaylanması kararı, savaş ilanı kararı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verilmesi kararları parlamento kararlarına örnek verilebilir. Araştır 3 Anayasa’nın 76’ncı maddesine göre, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olmak milletvekili seçilmeye engeldir. Taksirli bir suç sebebiyle mahkûm olunan hapis cezasının süresi bir yılı geçse bile, bu durum milletvekili seçilmeye engel teşkil etmeyecektir. Türk Anayasa Hukuku 143 http://www.meclishaber.gov.tr/develop/owa/dosya.getir?pDosyaAdi=F1354379853_aaaa.jpg İnternet Kaynakları Armağan, Servet (1972). Memleketimizde İçtüzükler. İstanbul. Atar, Yavuz (1990). Türkiye’de Seçim Sistemlerinin Gelişimi ve Siyasi Hayat Üzerindeki Etkileri (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Konya. Aybay, Rona (1978). “Yasama Meclislerinin İçtüzükleri”, Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı1876-1976. Ankara, s.283-314. Batum, Süheyl (1993). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Anayasal Sistemine Etkileri. İstanbul. Erdoğan, Mustafa (1999). Anayasal Demokrasi. Ankara. Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku Dersleri. Bursa. Gözübüyük, A. Şeref (2000). Anayasa Hukuku. Ankara. Meray, Seha L. (1968). Devletler Hukukuna Giriş Cilt 1. Ankara. Onar, Erdal (1997). “1982 Anayasasında Milletvekilliğinin Düşmesi”, Anayasa Yargısı Cilt 14. Ankara, s.387-465. Onar, Sıddık Sami(1966). İdare Hukukunun Umumi Esasları Cilt 1. İstanbul. Özbudun, Ergun (1979). “Parlamento Kararları ve Yasama Meclislerinin İçtüzükleri”, A.Ü.H.F.D. Cilt XXXVI, Sayı 1-4, s.3-26. Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara. Pazarcı, Hüseyin (1985). Uluslararası Hukuk Dersleri, 1.Kitap. Ankara. Soysal, Mümtaz (1986). “Anayasaya Uygunluk Denetimi ve Milletlerarası Sözleşmeler”, Anayasa Yargısı Cilt 2. Ankara. Tanör, Bülent- Necmi Yüzbaşıoğlu (2001). 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku. İstanbul. Teziç, Erdoğan (1996). Anayasa Hukuku. İstanbul. Teziç, Erdoğan (1980). Türk Parlamento Hukukunun Kaynakları ve İlgili Anayasa Mahkemesi Kararları. İstanbul. Teziç, Erdoğan (1972). Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Kanun Kavramı. İstanbul. Vedel, Georges (1993). “Temel Hukuki Seçenekler”, BDT Ülkelerinde Demokrasiye Geçiş ve Anayasa Yapımı (Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu-Türk Demokrasi Vakfı). Ankara, s.63-109. Kaynakça 144 Bölüm 6 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim Anahtar Sözcükler: • Cumhurbaşkanı • Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi • Bakan • Yönetmelik • Olağanüstü Hâl öğrenme çıktıları 1 Yürütme Fonksiyonu 1 Türk Anayasa Hukuku bakımından yürütme fonksiyonunu tanımlayabilme 2 Yürütme İşlemleri 2 Yürütme organının düzenleyici işlemlerinin neler olduğunu açıklayabilme 4 Olağanüstü Yönetim 4 Olağanüstü hâl usulünü kavrayabilme Yürütme Organı 3 Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini sıralayabilme 3 145 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Bu bölümün amacı devletin hukuki fonksiyonlarından biri olan yürütme fonksiyonunu, yürütmenin düzenleyici işlemlerini ve yürütme organını açıklamaktır. Yürütmenin düzenleyici işlemleri Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yönetmelikler ve diğer düzenleyici işlemlerdir. Anayasa yürütme yetkisi ve görevini ise Cumhurbaşkanına vermiştir. Bu bölümde yürütme organı ve işlemlerinin yanı sıra, olağanüstü hâl rejimi de incelenecektir. YÜRÜTME FONKSİYONU Maddi kritere göre yürütme fonksiyonu, kişisel, somut ve subjektif işlemler yapılmasını ifade eder. Şeklî-organik kritere göre ise yürütme fonksiyonu, yürütme organı tarafından yapılan işlemlerdir. Türk Anayasa Hukuku bakımından yürütme fonksiyonunun da şeklî ve organik kritere göre tanımlanması gerekir. Çünkü, Anayasa, yürütme yetkisi ve görevini Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak yerine getirecek olan yürütme organına, bireysel ve somut işlemlerin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve yönetmelik gibi kural-işlem mahiyetinde olan düzenleyici işlemleri yapma yetkisini de tanımıştır. Buna göre Türk Anayasa Hukuku bakımından yürütme fonksiyonu, yürütme organı tarafından yapılan işlemleri ifade eder. Yürütmenin temel görevi kanunların uygulanmasıdır. Yürütme organı kanunların uygulanması görevini düzenleyici ve bireysel işlemler yapmak suretiyle yerine getirir. Yürütme organının düzenleyici işlemleri Anayasada Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yönetmelikler şeklinde düzenlenmiş olmakla birlikte, yürütme organının başka düzenleyici işlemler yapması mümkündür. Örneğin yürütme organı, Cumhurbaşkanı kararı, genelge, tebliğ gibi adlar altında da genel, soyut ve objektif kurallar içeren düzenlemeler yapabilir. Yürütme organı düzenleyici işlem yapma yetkisini, daha önce çıkarılmış bulunan kanunlara veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine dayanarak kullanacaktır. Ancak doğrudan Anayasanın verdiği yetkiyle çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, önceden var olan bir kanuna dayanma zorunluluğu yoktur. Anayasada münhasıran Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile düzenleneceği öngörülen konularda ise yürütme organının mahfuz (sadece yürütmeye ait) bir düzenleme yetkisi olduğundan, bu hususların kanun ile düzenlenebilmesi mümkün değildir. Öte yandan yürütme organının yaptığı bireysel işlemlerin ise Anayasaya, kanunlara ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine uygun olması şarttır. Ancak idare işlem yaparken, aynı konuda hem kanunda hem de Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde hüküm bulunması durumunda kanundaki hükümleri uygulayacaktır. Maddi kritere göre yürütme fonksiyonunu tanımlayın. Beşinci bölümde anlatılan, yasama fonksiyonunun maddi kritere göre tanımı ile yürütme organınca çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnamesi, yönetmelik gibi işlemlerin niteliğini karşılaştırın. Yürütmenin temel görevlerinin neler olduğunu anlatın. Öğrenme Çıktısı 1 Türk Anayasa Hukuku bakımından yürütme fonksiyonunu tanımlayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş 146 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim YÜRÜTME İŞLEMLERİ Burada yürütmenin düzenleyici işlemleri incelenecektir. Yürütmenin bireysel işlemlerinin incelenmesi ise idare hukukunun konusuna girmektedir. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri 1982 Anayasası Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini, olağan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (m.104/17) ve olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (m.119/6) olmak üzere iki kategori hâlinde düzenlemiştir. Olağan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri Tanımı, Niteliği ve Türk Hukuku Bakımından Normlar Hiyerarşisindeki Yeri 2017 yılında Anayasada yapılan değişiklikle Türk hukukuna giren Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan doğruya Anayasadan aldığı yetkiye dayanarak çıkarılan düzenleyici işlemlerdir. 2017 değişikliğiyle parlamenter sistemdeki Bakanlar Kurulunun Meclisin kabul ettiği yetki kanununa dayanarak çıkardığı “kanun hükmünde kararname” uygulaması ise sonlandırılmıştır. Ancak önceki dönemde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler Meclis tarafından ilga edilmedikleri sürece yürürlükte kalmaya devam edecektir. Anayasaya göre (m.104/17), “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.  Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yürütmenin diğer düzenleyici işlemlerinden farkı, kanuna dayanmak zorunda olmamasıdır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, kural olarak kanunlara eşdeğer normlar olup, yürütme ve yargı bakımından uyulması zorunlu düzenlemelerdir. İdare işlem yaparken, mahkemeler de karar verirken ilgili kanunlara ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine dayanmak zorundadır. Ancak idare işlem yaparken, mahkemeler de karar verirken, aynı konuda hem kanunda hem de Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde hüküm bulunması durumunda kanundaki hükümleri uygulayacaklardır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri kanunda açıkça düzenlenen konularda çıkarılamaz, başka bir ifade ile Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle kanunlarda değişiklik yapılamaz. Anayasa’ya göre, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunların çatışması yani aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda kanun hükümleri uygulanacaktır. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenen bir konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelecektir. Anayasada münhasıran (yalnızca) kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda ise, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Anayasanın bu hükümlerinden anlaşılacağı üzere, kanunlar ile Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Türk pozitif hukukundaki “normlar hiyerarşisi” bakımından kural olarak aynı düzeydedirler. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri kanunların altında yer alıyor olsaydı, Anayasa koyucu, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır” şeklinde bir düzenleme yapmaya gerek duymazdı. Buna karşılık kanunlar ile Cumhurbaşkanlığı kararnameleri arasında bir “norm çatışması”, yani “kanunlar ihtilafı” sorunu ortaya çıktığında ise bu norm çatışmasının nasıl halledileceği “kanun hükümleri uygulanır” denilerek doğrudan Anayasa ile belirlenmiş bulunmaktadır. Anayasamızda benzer bir düzenleme insan haklarına ilişkin anlaşmaYürürlükteki Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine aşağıdaki adresten ulaşabilmeniz mümkün: http://www.mevzuat.gov.tr/CKHK.aspx. internet 147 Türk Anayasa Hukuku lar bakımından 90’ıncı maddede yer almaktadır. Anayasanın bu düzenlemesine göre, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Bu nedenle, kanunlar ihtilafında uygulanan, genel hüküm-özel hüküm çatışmasında özel hükmün, eski hüküm-yeni hüküm çatışmasında ise yeni hükmün uygulanacağına ilişkin prensipler burada geçerli olmayacaktır. Anayasadaki “Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır” cümlesinde yer alan “farklı hükümler” deyiminin ne anlama geldiği ve “normlar ihtilafı” sorununu gidermeye hangi mercilerin yetkili olduğu hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Anayasa m.104 ile getirilen hükmün uygulanma şartları olarak şu hususlar belirlenebilir: (1) Yürürlükte bulunan bir kanun ile bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde aynı konuyu düzenleyen farklı hükümlerin bulunması gerekir. “Farklı hüküm” deyimi, kararname hükmünün kanuna aykırılığı şeklinde değil, kanun hükümleriyle çatışması biçiminde anlaşılmalıdır. Çünkü, Anayasa hükmü, kararnamenin kanuna aykırılığı değil, düzenlemelerin aynı konuda farklı hükümler içermesi sorununun çözümüne yöneliktir. Başka bir ifadeyle, bu düzenleme, hukuk kurallarının uygulanmasında ortaya çıkan “aykırılık sorunu” ile değil, “çatışma (çelişme) sorunu” ile ilgilidir. Örneğin, kanunda belli bir kurula üye seçme işleminin Meclis tarafından, kararnamede ise Cumhurbaşkanı tarafından yapılacağı yazılı ise, işlem Meclis tarafından yapılacaktır. Kanun hükmünün çok genel, kararname hükmünün ise ayrıntılı ve somut olması durumunda kuralların çatışması söz konusu olmayabilir. Bu durumda mümkünse kanun ve kararname hükmü birbirini tamamlayan hükümler olarak birlikte uygulanmalıdır. Örneğin, kanunda bir işlemin “ilgili bakanlık”, kararnamede ise “içişleri bakanlığı” tarafından yapılacağı yazılıysa, bir çelişkinin olmadığı ve hükümlerin birbirini tamamladığı, dolayısıyla söz konusu işlemin içişleri bakanlığınca yapılacağı düşünülebilir. Öte yandan, kanun bir konuda genel bir prensip koymakta, kararname hükmü de bu prensiple çelişen daha ayrıntılı bir düzenleme yapmaktaysa, bu durumda da kararname hükmü uygulanamaz. (2) Kanun ve kararname hükümlerinin somut bir olayda uygulanması gerekir. Somut bir uygulama sorunu ortada yokken, herhangi bir merciin bu konuda tespit edici bir karar alması söz konusu olamaz. (3) Norm çatışmasının varlığı halinde kanun hükmünü uygulayacak olan merci, somut işlemi yapmaya yetkili idare organı ya da olayın yargıya intikal etmiş olması durumunda görevli yargı organıdır. Anayasada yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir” şeklindeki düzenleme, her zaman bir kararnamenin tümünün geçersiz hale gelmesi olarak anlaşılmamalıdır. Meclisin bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesini yürürlükten kaldırması veya kararnamede değişiklik yapması söz konusu olamaz. Çünkü Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, önceki dönemdeki kanun hükmünde kararnameler gibi Meclisin iznine ve onayına tabi olmayıp, doğrudan Anayasaya dayanılarak çıkarılan düzenlemelerdir. Eğer kanun, bir kararnameyle daha önce düzenlenmiş bulunan bütün konularla ilgili olarak uygulanabilir yeni hükümler getirmişse, kararnamenin tümü, bir kısım konularla ilgili yeni hükümler getirmişse bu hususlar bakımından kararname hükümleri geçersiz, yani uygulanamaz hale gelir. Bu geçersizliği tespit ederek uygulayacak olan merciler, duruma göre, ilgili konularda işlem yapacak ya da karar verecek olan idare ve yargı organlarıdır. Anayasada münhasıran Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleneceği belirtilen konularda Meclisin kanun çıkarması mümkün değildir. Örneğin, Anayasaya göre bakanlıkların kuruluşu, teşkilatı, görev ve yetkileri Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceğinden, bu konuda kanun çıkarılamaz, çıkarılırsa açıkça Anayasaya aykırı olur. Bu hükme rağmen Meclisin bu konuda kanunla düzenleme yapması halinde hangi hükümlerin uygulanacağı tartışması ortaya çıkacaktır. Anayasada kanunlarla kararnameler arasında farklı hüküm bulunması halinde kanun hükmünün uy- 148 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim gulanacağı şeklindeki kurala bir istisna getirilmemiştir. Esasen bu düzenleme yapılırken, münhasır Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ilgili bir istisnaya yer verilmesi yerinde olurdu. Bu nedenle Meclisin münhasıran kararnamelerle düzenlenen bir konuda yapacağı kanuni düzenlemeler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilinceye kadar uygulanacaktır. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin Konusu Genel olarak Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, yürütme yetkisine ilişkin konularda çıkarılabilir. Dolayısıyla yürütme yetkisi ile ilgili olmayan konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Anayasayla yürütme organına bireysel işlemlerin yanısıra, düzenleyici işlem yapma yetkisinin de verilmiş olması nedeniyle, yürütmenin yetkisinin sadece kanunları uygulamaktan ibaret olduğu söylenemez. Dolayısıyla “yürütme yetkisine ilişkin konuların” kapsayıcı bir tanımını yapmak veya sınırlarını net bir şekilde belirlemek hemen hemen imkansızdır. Bu nedenle kural olarak yasama ve yargı organlarının yapısı, oluşumu, görev ve yetkileri gibi hususlar dışındaki konuların yürütmeyle ilgili olduğu kabul edilebilir. Anayasada yer alan bu genel kararname yetkisinin dışında, belli konuların münhasıran Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenleneceği öngörülmüştür. Bu konular yalnızca Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenebilir ve “mahfuz yetki” olarak adlandırılabilecek bu hususlarda Meclis kanun çıkaramaz. Bu konular şunlardır: 1. Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması (m. 106/11). 2. Devlet Denetleme Kurulu (m.108). 3. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri (m.118/6), 4. Üst kademe kamu yöneticilerinin atanmalarına ilişkin usul ve esaslar (m.104/9). Anayasanın 123’üncü maddesine göre (f.3), “kamu tüzel kişiliği kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur.” Bu hükümle, kamu tüzel kişiliği kurma yetkisi hem Meclise hem de Cumhurbaşkanına tanımıştır. Meclisin kanunla, Cumhurbaşkanının da kararnameyle kuracağı iktisadi kamu teşebbüsleri gibi bazı kuruluşlar kamu tüzel kişisi olarak varlık kazanacaktır. Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine konu bakımından bazı sınırlamalar getirmiştir. Şu hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz (m.104/17): (1) Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler. Görüldüğü üzere sosyal haklarla ilgili olarak bir kısıtlama öngörülmemiştir. Bu nedenle Anayasanın ikinci kısmının üçüncü bölümünde düzenlenen sosyal ve ekonomik haklar, önceden bir kanunla düzenlenmemiş olmak kaydıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenebilir. Buna karşılık bu haklar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile sınırlanamaz. Zira Anayasaya göre, temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir (m.13). (2) Anayasada münhasıran kanunla düzenleneceği belirtilmiş olan konular. Meclis Anayasada kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda bugüne kadar yüzlerce kanun çıkarmış bulunmaktadır ve bunlar yürürlüktedir. Anayasanın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülmüş konularda Meclis henüz bir kanuni düzenleme yapmamış olsa bile, bu konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Anayasa yer alan maddelerin yarısından fazlasında çok sayıda konunun kanunla düzenleneceği yazılıdır. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılırken bakılacak hususların başında “kanunla düzenleme” şartının olup olmadığının tespit edilmesi gelmektedir. (3) Anayasada kanunla düzenlenmesi şart koşulmamış olmakla birlikte, Meclisin kanun çıkararak açıkça düzenlemiş olduğu konular. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca yasama organı (münhasıran Cumhurbaşkanı kararnamesi ile düzenlenecek mahfuz alan hariç) herhangi bir konuda kanun çıkarabilir. Nitekim mevzuatımızda bu şekilde çıkarılmış çok sayıda kanun mevcuttur. Örneğin, bazı düzenleyici ve denetleyici kurullar (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu gibi) hakkında Anayasada kanunla düzenleme şartı bulunmadığı halde, kanunlarla düzen- 149 Türk Anayasa Hukuku lenmişlerdir. Bu kurullar yürütme yetkisiyle ilgili olmakla birlikte, Meclis bu kanunları yürürlükten kaldırmadığı sürece kararnameyle düzenleme yapılamaz. Buna karşılık, Anayasada kanunla düzenleme şartı bulunmayan ve daha önce hakkında bir kanun çıkarılmamış olan yürütme yetkisine ilişkin hususlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilir. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesinin ardından, Resmi Gazete, Yüksek Askeri Şuranın Kuruluş ve Görevleri, Milletlerarası Andlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar, Genel Kadro ve Usulü hakkında Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bu kapsamda çıkarılmış bulunmaktadır. Usulü ve Şeklî Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini çıkarmaya yetkili organ Cumhurbaşkanı’dır. Kararnameler kanunlara eşit normlar içermekle birlikte yürütme işlemi olduğundan, idari usullere göre hazırlanır ve Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmakla kabul edilmiş olur. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Resmî Gazete’de yayımlanır ve yayımlandıkları gün yürürlüğe girerler. Ancak, kararnamede yürürlük tarihî olarak daha sonraki bir tarih de gösterilebilir (AY.m.104/19). Kararnameler, Meclisin çıkaracağı bir yetki kanununa gerek olmaksızın doğrudan Anayasaya dayanılarak çıkarılır ve TBMM’nin onayına da sunulmazlar. Yargısal Denetimi Anayasaya göre Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler (m.148,150,151,152). Bir yürütme işlemi olmakla birlikte, Anayasada açıkça belirtildiği için Cumhurbaşkanlığı kararnameleri anayasa yargısı alanına dahildir ve bunlar hakkında hiçbir şekilde idari yargı denetimi yapılamaz. Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetleyebilmekle birlikte, kararnamelerin kanunlara uygun olup olmadığını denetleyemez. Çünkü kanunlarla kararnameler normlar hiyerarşisi bakımından eşit düzeydedir. Kanunlarla kararnameler arasında norm çatışması olması durumunda ise, yukarıda açıkladığımız şekilde kanun hükümleri uygulanır. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesine dayanılarak daha önce yapılan işlemler geçerliliğini sürdürür. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez. Olağanüstü Hâl Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri Çıkarma Yetkisi, Usulü ve Şeklî Anayasa’ya göre (m.119), olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini çıkarma yetkisi, Cumhurbaşkanına aittir. Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin çıkarılmasına ilişkin usul ve şekil kuralları, esas itibarıyla olağan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile aynıdır. Ancak olağan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Cumhurbaşkanınca çıkarıldıktan sonra TBMM onayına sunulmazken, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Resmî Gazetede yayımlandıkları gün Meclis onayına sunulmaları zorunludur (m.119/6). Bu kararnameler de Resmî Gazete’de yayımlandıkları gün yürürlüğe girerler. Sebepleri Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilmesi için Anayasada öngörülen sebeplerin gerçekleşmesi gerekir. Buna göre, bir olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilmesinin ön şartı, daha önce Cumhurbaşkanı tarafından Anayasada belirtilen usule göre ilan edilmiş bir olağanüstü hâlin bulunmasıdır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse Resmî Gazete’de yayımlandıkları gün yürürlüğe girer. Cumhurbaşkanı, Anayasada belirtilen usule göre ilan edilmiş bir olağanüstü hâlin bulunması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. 150 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim Konusu Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ancak, “olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda”, düzenleme yapılabilir. Kanun hükmünde olan bu kararnamelerle temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile siyasi haklar ve ödevler de düzenlenebilir (AY.m.119/6). Olağanüstü halin gerektirmediği konularda bu kararnamelerle düzenleme yapılamaz ve olağanüstü hâl ile ilgisi bulunmayan kanun hükümlerinde değişiklik yapılamaz. Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek ve durumun gerektirdiği ölçüyü aşmamak kaydıyla, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir (AY.m.15/1). Ancak bu hâllerde dahi, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz (AY.15/2). Anayasada olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin kanun hükmünde olduğu belirtilmiştir. Olağan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin kanun hükmünde olduğu Anayasada belirtilmemiş olmakla birlikte, “farklı hükümler bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır” hükmünden hareketle bunların da kanuna eşit değerde olduğunu yukarıda açıklamıştık. Olağanüstü hâl kararnameleri bakımından ise “farklı hükümler bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır” kuralına yer verilmediğinden, Anayasada bu kararnamelerin kanun hükmünde olduklarının belirtilmesi yerindedir. Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri olağan kararnamelerle ilgili kısıtlamalara tabi olmadığından bunlarla kanunlarda değişiklik yapılabilir, kanun hükümleri yürürlükten kaldırılabilir. Bu kararnameler, Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konuları da düzenleyebilir. Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile kanunların çatışması halinde, ikisini bağdaştıracak bir yorumun yapılması imkânı yoksa, iç hukukta iki kanun arasındaki çatışmanın çözümünde uygulanan kuralların uygulanması gerekir. Yani, önceki düzenleme- sonraki düzenleme veya genel düzenleme- özel düzenleme kriterleri uygulanmalıdır. Olağanüstü hâl kararnameleri, olağanüstü hâlin gerektirdiği konuları düzenleyeceğinden, kural olarak “özel hüküm” niteliğine sahip olacaktır ve çatışma halinde kanunlara nazaran öncelikle uygulanacaktır. Yargısal Denetimi Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımlarından anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz (AY.m.148/1). Ancak, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Meclisin onayından sonra kanuna dönüşeceğinden, bu safhada birer kanun olarak Anayasa Mahkemesinin yargısal denetimine tâbi olacaklardır. Çünkü yargısal denetim yasağı Meclis onayından önceki safha için geçerlidir. Olağanüstü Hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Tarafından Görüşülmesi ve Sonuçları Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri de Resmî Gazete’de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur (AY.m.119/6). Türkiye Büyük Millet Meclisi olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini kabul edebilir, değiştirebilir ya da reddedebilir. Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hâl sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar (m.119/7). Anayasanın bu hükmünün amacı, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sadece Meclis tarafından denetlenebilmesi sebebiyle, bunların süratli bir usulle görüşülüp karara bağlanmasını sağlamaktır. Böylece TBMM bunları siyasi açıdan kısa bir sürede denetlemiş olacak ve onaylandığında kanuna dönüşünce de Anayasa Mahkemesinin yargısal denetimi mümkün olacaktır. Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile kanunlarda olağanüstü halin gerektirdiği konularda değişiklik yapılabilir. 151 Türk Anayasa Hukuku Yönetmelikler Yönetmelikler (talimatnameler), Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda, kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkardıkları yazılı hukuk kurallarıdır. Bütün yönetmeliklerin yayımlanması zorunlu değildir. Hangi yönetmeliklerin Resmî Gazete’de yayımlanacağı kanunla belirtilir (AY.m.124). Resmî Gazete’de yayımlanmayan yönetmeliklerin ise ilgililere duyurulması zorunludur. Zira hukuk devletinde hukuk kurallarının belirli olması gerekir. Yönetmelikler, ayrıca bir yürürlük tarihi belirtilmemiş ise Resmî Gazete’de yayımlandığı gün yürürlüğe girer (Resmî Gazete Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.7). Yönetmelik, yürütmenin en geniş uygulama alanına sahip işlem türüdür. Yönetmelik yürütme alanına ait bir işlemdir ve Anayasada belirtilen yürütme mercileri çıkarabilir. Bu sebeple yasama ve yargı organları tarafından yönetmelik çıkarılması mümkün değildir. Yönetmelikler kanunlara ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine uygun olmak zorundadır. Anayasa, kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine aykırı yönetmeliklerin yargısal denetimi idari yargı tarafından gerçekleştirilir. Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemler, bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlerin yargısal denetimi, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay tarafından yapılır (Danıştay Kanunu, m.24/1-b,c). Kamu kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının belli bir yerde uygulanacak olan yönetmeliklerin yargısal denetimi ise o yerde bulunan idare mahkemeleri tarafından yapılır (Günday, 1997: 108). Adli mahkemeler ise yönetmelikleri denetleyememekle birlikte, kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine aykırı olmaları hâlinde bunları uygulamamakla yükümlüdürler. Türk Hukukunda yürürlükte bulunan yönetmeliklere örnek olarak üniversite ve fakültelerin kayıt, öğretim ve imtihan yönetmelikleri, Evlendirme Talimatnamesi, Dernekler Yönetmeliği ve askerlikle ilgili yönetmelikler gösterilebilir. Cumhurbaşkanı Kararları ve Yürütme Organının Diğer Düzenleyici İşlemleri Anayasada yer alan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yönetmelikler dışında, Cumhurbaşkanının başka düzenleyici işlemler yapması mümkündür. Zira kanun altı düzenleyici işlem yapma yetkisi yürütme organının takdir yetkisinden kaynaklanmaktadır. Anayasada belirtilenlerle sınırlı değildir. Nitekim uygulamada Cumhurbaşkanı kararı ve genelge gibi adlar altında da genel, soyut ve objektif kurallar içeren düzenlemeler yapılmaktadır. Cumhurbaşkanı kararları genellikle bireysel işlemler niteliğinde olmakla birlikte, düzenleyici işlem şeklinde de çıkarılabilmektedir. Örneğin, “Sanayi İşbirliği Projelerinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar” hakkındaki Cumhurbaşkanı kararı düzenleyici işlem niteliğindeyken, Cumhurbaşkanınca alınan atama kararları bireysel işlem niteliğindedir. Cumhurbaşkanının, yürütme yetkisini kullanırken, pek çok konuda karar çıkarması mümkündür. Cumhurbaşkanlığınca Resmî Gazete’de yayımlanması uygun görülen karar ve genelgeler, Resmi Gazetede yayımlanır (Resmî Gazete Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.4/1-ç). Bunun dışında örneğin, Cumhurbaşkanı yardımcısı ile bakan atanması, görevine son verilmesi veya istifasına dair işlemler, Cumhurbaşkanına vekâlet etme işlemleri, yüksek yargı organlarının üyeliğine seçilme kararları, Cumhurbaşkanınca yapılan seçme ve atamalar ile göreve son vermeler Resmî Gazete’de yayımlanır (Resmî Gazete Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.4/1). Cumhurbaşkanı kararlarına ve Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemlere karşı, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da dava açılabilir (Danıştay Kanunu m.24/1-a,b). Bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerinin de kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda, yönetmelikler dışında başka düzenleyici işlemler yapması mümkündür. Nitekim uygulamada yürütme organı, kararname, genelge, tebliğ, yönerge, karar, sirküler, plan, tarife, ilke kararı, genel emir gibi adlar altında da genel, soyut ve objektif kurallar içeren düzenlemeler yapmaktadır. Adı ne olursa olsun, bütün bu düzenlemelerin kanunlarda veya Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde bir dayanağının olması zorunludur. Öte yandan bu düzenlemelerin, 152 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim vatandaşları bağlayan hükümler içermeleri hâlinde, idari yargı denetimine tâbi olacakları kuşkusuzdur. Bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak bütün düzenleyici işlemlere karşı, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da dava açılabilir (Danıştay Kanunu m.24/1-c). Hangi konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz? Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile olağan dönem Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini karşılaştırın. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerin nasıl çıkarıldığını arkadaşlarınıza anlatın. Öğrenme Çıktısı 2 Yürütme organının düzenleyici işlemlerinin neler olduğunu açıklayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş YÜRÜTME ORGANI Yürütme yetkisi ve görevini, Cumhurbaşkanına veren Anayasa, yürütme bölümünde bu organların yanı sıra ayrıca “İdare” başlığı altında (m.123-137) diğer bazı organlara da yer vermiştir. İdare, “merkezî idare” ve “yerinden yönetim kuruluşları” olarak ikiye ayrılmaktadır. Merkezî idare de kendi içinde “başkent teşkilatı” ve “taşra teşkilatı” (iller, ilçeler) olarak ikiye ayrılır. Yerinden yönetim kuruluşları ise “mahalli idareler” (belediye idaresi, il özel idaresi, köy idaresi) ile “hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşları”ndan (örneğin, yükseköğretim kurumları) oluşmaktadır. Yürütme organı denildiğinde Anayasanın, yürütme yetkisi ve görevini verdiği Cumhurbaşkanı anlaşılır. Diğer idari kuruluşlar ise kural olarak Cumhurbaşkanına bağlı olarak idari hizmetleri yerine getirirler. Bu idari kuruluşların incelenmesi idare hukukunun konusuna girer. Buna karşılık, seçilmesi, göreve başlaması, görevlerinin sona ermesi, yetki ve sorumlulukları ve statüsü kural olarak siyasi nitelik taşıyan (Gözler, 2000: 336) Cumhurbaşkanının incelenmesi ise anayasa hukukunun alanına girer. Yürütme Organının Yapısı Yürütme organı yapısı bakımından monist (tekçi) yürütme ve düalist (ikici) yürütme olarak iki ana tipe ayrılmaktadır (Özbudun, 1998: 279; Teziç, 1996: 350-351). Monist yürütme tipinde, yürütme yetkisi bütünüyle tek bir organa aittir. Bu organ, Amerikan Başkanlık sisteminde olduğu gibi tek bir kişi ya da İsviçre modeli meclis hükûmeti sisteminde olduğu gibi bir kurul olabilir. Başkanlık sisteminde yürütme yetkisinin kaynağı tek kişi olmakla birlikte, başkanın “sekreter” adı verilen bakanları, danışmanları ve diğer görevliler yürütme yetkisinin kullanılmasına katılırlar. Meclis hükûmeti sisteminde ise yürütme yetkisi, yasama organının emri altındaki kolektif bir kurul tarafından kullanılır. İsviçre’de bu kurul, Federal Konsey olarak adlandırılmaktadır. Bu sistemde, devlet başkanlığı makamı bulunmayıp Konsey üyeleri eşit yetkiye sahiptirler. Düalist yürütme tipinde ise yürütme yetkisi bir kişi (devlet başkanı) ile bir kurul (Bakanlar Kurulu) arasında paylaştırılmış durumdadır. Devlet başkanı, cumhuriyetlerde bir cumhurbaşkanı, monarşilerde ise bir kraldır. Düalist yürütme, parlamenter hükûmet sistemlerinde görülür. Parlamenter hükûmet sistemlerinde, devlet başkanı siyasi açıdan sorumsuz iken, Bakanlar Kurulu yasama organına karşı siyasi sorumluluğa sahiptir. Düalist yürütmeye sahip sistemlerde, genellikle Bakanlar Kurulu üstünlüğe sahiptir. Bununla birlikte tipik örneğini Fransız modeli parlamenter hükûmet sisteminin (yarı-başkanlık sistemi) oluşturduğu sistemlerde ise Cumhurbaşkanı üstün durumdadır. 1982 Anayasasının ilk düzenlemesinde parlamenter sistem benimsenmiş olduğundan, 2017 153 Türk Anayasa Hukuku yılında yapılan Anayasa değişikliği uyarınca 2018 yılında ülkemizin başkanlık sistemine geçtiği tarihe kadar yürütme organı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşmaktaydı. Başkanlık sistemine geçildikten sonra, Anayasa’mıza göre, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” (m.8). Buna göre Anayasanın kabul ettiği başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemi içinde yürütme organı, yalnızca Cumhurbaşkanından oluşan monist (tekçi) bir yapıya sahiptir. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar ise kendi başlarına politika belirleyemezler, Cumhurbaşkanının politikalarını ve programını uygulamakla yükümlü kamu görevlileridirler. Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanının Seçimi ve Göreve Başlaması Seçilme Yeterliliği ve Adaylık Anayasa, Cumhurbaşkanı seçilebilme yeterliliği için şu şartları aramaktadır (m.101,f.1): 1. Türk vatandaşı olmak 2. Kırk yaşını doldurmuş olmak 3. Yüksek öğrenim yapmış olmak 4. Milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmak Cumhurbaşkanlığına, a) siyasi parti grupları, b) en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler c) en az yüz bin seçmen aday gösterebilir (m.101,f.3). Aday gösterilmek, kişinin yazılı muvafakatine bağlıdır. Bir kişiyi birden fazla siyasi parti grubu veya siyasi parti aday gösterebilir (Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu, m.7/2, m.8/2). Seçmenlerce aday gösterilmek isteyen kişi, Kanunda belirtilen belgelerle birlikte, Yüksek Seçim Kuruluna bizzat başvurur. Yüksek Seçim Kurulu, başvurusu kabul edilen kişileri ilân eder. Seçmenler, ancak bu ilânda belirtilen kişilerden sadece biri için bir kez teklifte bulunabilirler. Bu kişiler, Kanunda belirlenen süre içinde yüz bin seçmen tarafından teklif edildikleri takdirde, Cumhurbaşkanı adayı olabilirler (Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu, m.8/A). Seçimi 1982 Anayasası ilk düzenlemesi ile Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesini öngörmüş ve 2007 yılına kadar Cumhurbaşkanları Meclis tarafından seçilmiştir. Ancak, 2007 yılı Nisan ayı içinde seçilmesi gereken 11. Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesinin toplantı yeter sayısının en az 367 olması gerektiği yönündeki kararı ve Meclis toplantılarına bazı muhalefet partilerinin katılmaması nedeniyle bu sayı sağlanamadığı için seçilememiştir. Ortaya çıkan bu anayasal krizin ardından bir Anayasa değişikliği yapılarak Cumhurbaşkanının bundan sonra halk tarafından seçilmesi öngörülmüştür. Anayasa değişikliği Mayıs 2007 tarihinde Mecliste kabul edilmiş, ancak o tarihte görevde bulunan Cumhurbaşkanı tarafından halk oylamasına sunulmuştur. Ekim 2007’de yapılan halk oylamasında Anayasa değişikliği halk tarafından onaylanmıştır. Bu arada, Temmuz ayında yapılan milletvekili genel seçimlerinin ardından oluşan yeni Mecliste bazı muhalefet partileri toplantılara katıldığından 367 toplantı yeter sayısına ulaşılmış ve Ağustos ayında (Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa hükmü bu tarihte hâlâ yürürlükte olduğundan) 11. Cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmiştir. Böylece Türk Anayasal sisteminde oldukça ilginç bir süreç yaşanmıştır. Ekim 2007’de Anayasa değişikliği gerçekleştiğinden bundan sonra cumhurbaşkanları halk tarafından seçilecektir. İlk halk tarafından Cumhurbaşkanı seçimi 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılmıştır. 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğinin 2018 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte, Cumhurbaşkanlığı (başkanlık) hükümet sistemine geçilmiştir. Bu değişiklikler ile, Anayasanın Cumhurbaşkanının seçimini düzenleyen maddelerinde, yeni sistemin gereği olan bazı düzenlemeler yapılmıştır. 2017 yılında yapılan düzenleme ile Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin aynı günde yapılması esası kabul edilmiştir. İstifa, ölüm gibi nedenlerle Cumhurbaşkanlığı makamında boşalma olması, seçimlerin yenilenmesi kararı alınması ve 5 yıllık görev süresinin dolması gibi durumlarda seçimlerin nasıl yapılacağı Anayasa ve Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nda düzenlenmiştir. Buna göre, Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 5 yıllık görev sürelerinin dolmasından önceki son Pazar günü oy verme günüdür. 154 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim Görev süresi, birlikte yapılan bir önceki seçim tarihi esas alınarak belirlenir (Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu, m.3/3). TBMM veya Cumhurbaşkanı tarafından, seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde, bu karar kırksekiz saat içinde Resmî Gazete’de yayımlanarak ilân olunur. Bu kararın verildiği günden sonra gelen altmışıncı günü takip eden ilk Pazar günü Cumhurbaşkanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi birlikte yapılır (Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu, m.3/4). Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde ise, TBMM seçimlerinin de yapılıp yapılmayacağı konusunda, Anayasada ikili bir ayrım yapılmıştır (m.106/2). Buna göre: a) Genel seçime bir yıl veya daha az kalmışsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimi de Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte yenilenir (AY.m.106/2). Bu durumda seçimin Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte kırkbeş gün içinde yapılması gerekir (AY.m.106/2). Cumhurbaşkanı Seçimi Kanununda (m.3/5) yer alan “Cumhurbaşkanı seçimi, makamın boşaldığı günden sonra gelen altmışıncı günü takip eden ilk Pazar günü Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimiyle birlikte yapılır” hükmündeki “altmışıncı günü takip eden” ibaresi açıkça Anayasanın 106’ncı maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır. Çünkü Anayasa makamın boşalması hallerinde her durumda seçimin kırkbeş gün içinde yapılacağını emretmektedir. b) Genel seçime bir yıldan fazla kalmışsa, kırk beş gün içinde yalnızca Cumhurbaşkanı seçimi yapılır. Bu dönemde yenisi seçilene kadar Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır. Bu şekilde seçilen Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçim tarihine kadar görevine devam eder. Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimlerinin yapılacağı tarihte her iki seçim birlikte yapılır. Bir kimsenin en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebileceğine ilişkin kural açısından bakıldığında, kalan süreyi tamamlayan Cumhurbaşkanı için bu süre dönemden sayılmaz. Anayasaya göre (AY. m.101), Cumhurbaşkanı iki turlu seçim sistemine göre halk tarafından seçilmektedir. Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir. İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin herhangi bir nedenle seçime katılmaması halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların salt çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilir. Oylamada, adayın geçerli oyların çoğunluğunu alamaması halinde, sadece Cumhurbaşkanı seçimi yenilenir. Seçimlerin tamamlanamaması halinde, yenisi göreve başlayıncaya kadar mevcut Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer. Görev Süresi Anayasa’ya göre (m.101/2), Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir (AY. m.116/3). Bu durum yalnızca Cumhurbaşkanının ikinci dönemi için söz konusudur. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının birinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanının üçüncü bir defa daha aday olabilmesi mümkün değildir. Yukarıda belirtildiği gibi, genel seçime bir yıldan fazla bir zaman varken, Cumhurbaşkanlığı makamı boşalırsa, yeni seçilen Cumhurbaşkanı kalan süreyi tamamlar. Örneğin, genel seçime iki yıl varken Cumhurbaşkanlığı makamı boşalırsa, yeni seçilen Cumhurbaşkanı iki yıl görev yapar ve bu sürenin sonunda TBMM seçimi ile Cumhurbaşkanı seçimi birlikte yapılır. Kalan süreyi tamamlayan Cumhurbaşkanı için, bu süre dönemden sayılmaz. Cumhurbaşkanının görev süresinin dolması veya seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi ya da seçimlerin tamamlanamaması hâllerinde, yenisi göreve başlayıncaya kadar mevcut Cumhurbaşkanının görevi devam eder (Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu, m.4/4; AY. m.116/4, m.101/7). 155 Türk Anayasa Hukuku Göreve Başlaması Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Anayasa’nın 103’üncü maddesinde yazılı şekilde andiçer. Cumhurbaşkanının göreve başlama anı Mecliste yapılan bu andiçme anıdır. Andiçme töreni, birlikte yapılan Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçiminin ardından Meclisin toplandığı ilk günü takip eden üç gün içinde gerçekleştirilir. Cumhurbaşkanının ikinci oylamada seçilmesi veya sadece Cumhurbaşkanı seçiminin yapılması halinde andiçme töreni, seçim sonucunun kesinleşmesini takip eden üç gün içinde yapılır (Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu, m.21/1-2) Cumhurbaşkanının Parti İlişkisi 1982 Anayasası ilk düzenlemesinde, diğer birçok ülkenin anayasalarından farklı olarak çok önemli yetkilerle donattığı Cumhurbaşkanının herhangi bir siyasi partiye mensup olmasını yasaklamıştı. Halkoylaması ile seçilecek bir cumhurbaşkanının partili olmaması demokratik seçimin mantığıyla bağdaşmamaktaydı. Bu nedenle 16.4.2017 Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının partili olamayacağına ilişkin hüküm (AY.m.101/eski son fıkra) kaldırılmıştır. 2017 Anayasa değişikliğinden sonra 2018 yılında başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemine geçilmesiyle partili olma yasağının kaldırılmış olması daha anlamlı bir hale gelmiştir. Başkanlık sistemlerinde başkanlar genel oyla seçildiğinden halka siyasi bir program sunmadan seçim kampanyası yürütmesi ve halktan onay alması son derece zordur. 2017 değişikliğinden önceki dönemde Anayasanın 101’nci maddesinin başlığının “Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve seçimi” şeklinde olması nedeniyle Cumhurbaşkanının partili olmasının yasaklanması genellikle tarafsızlığını sağlamaya yönelik bir hüküm olarak kabul edilmekteydi. Demokrasilerde siyasi makamlara seçilen organların partili olması onların görevlerini yerine getirirken taraflı davranabilecekleri anlamına gelmez. Parlamenter bir sistemde başbakan ve bakanlar nasıl partili olarak tarafsız kamu hizmeti yapmak zorundaysa, aynı durum partili cumhurbaşkanı için de geçerli olacaktır. Cumhurbaşkanının Görev ve Yetkileri Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi ve görevi tümüyle Cumhurbaşkanına aittir (AY.m.8). Ayrıca Anayasa’ya göre (m.104/1-2) Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder. Cumhurbaşkanı yürütme organı olarak yürütme yetkisini kullanır; “Devletin başı” sıfatıyla da Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini, içeride ve dışarıda temsil eder ve Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını sağlar. Cumhurbaşkanının Anayasa ve diğer mevzuatta yer alan yetki ve görevlerinden yürütme alanında “icrai etkisi olmayanların” devlet başkanı olmasından kaynaklandığı kabul edilebilir. Anayasa, Cumhurbaşkanının bazı görev ve yetkilerini 104’üncü maddede düzenlemiştir. Bu maddede sayılan görevlerden bir kısmı yürütme yetkisiyle, bir kısmı ise devlet başkanı olarak temsil yetkisiyle ilgilidir. Cumhurbaşkanının Anayasanın diğer bazı maddelerinde de çeşitli yetki ve görevlerine yer verilmiştir. Bu yetki ve görevler, ilgili bölümlerde incelenmektedir: 1. Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar. 2. Ülkenin iç ve dış siyaseti hakkında Meclise mesaj verir. 3. Kanunları yayımlar. 4. Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. 5. Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar. 6. Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir. 7. Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler. Valiler, büyükelçiler, rektörler, Yükseköğretim Kurulu üyeleri üst kademe kamu yöneticilerine örnek verilebilir (Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama 156 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim Usûllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, R.G. Tarih-Sayı: 10.07.2018 – 30474). 8. Yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyeti’nin temsilcilerini gönderir, Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul eder. 9. Milletlerarası andlaşmaları onaylar ve yayımlar. 10. Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunar. 11. Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır. 12. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder. 13. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir. 14. Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır. 15. Yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarır. 16. Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır. Bu yetkilerden bazıları ise şunlardır: 1. Anayasa Mahkemesine üye seçmek (m.146), 2. Danıştay üyelerinin dörtte birini seçmek (m.155) 3. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilini seçmek (m.154) 4. Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye seçmek (m. 159). 5. Türkiye Büyük Millet Meclisini gerektiğinde toplantıya çağırmak (m. 93/2). 6. Seçimlerin yenilenmesine karar vermek (m. 116). 7. Genelkurmay Başkanını atamak (m.117/3). 8. Millî Güvenlik Kuruluna Başkanlık etmek (m.118). 9. Olağanüstü hâl ilan etmek (m.119). 10. Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve Başkanını atamak (m.108). 11. Devlet Denetleme Kuruluna idari soruşturma, inceleme, araştırma ve denetleme yaptırtmak. (m.108). Cumhurbaşkanının Sorumluluğu Siyasi Sorumluluk Yönetenlerin siyasi sorumluluğu, ekonomik, sosyal, kültürel, askerî, idari, mali konulardan, dış politikadan, kasaca yönetenlerin her türlü işlem ve eyleminden kaynaklanabilir. Siyasi sorumluluğun müeyyidesi, sorumluluk sahibi kişinin görevden uzaklaştırılmasıdır. Başkanlık sisteminde başkan (Cumhurbaşkanı) doğrudan halk tarafından seçildiğinden, siyasi sorumluluğu da halka karşıdır ve ancak seçimler yoluyla ortaya çıkarılır. Anayasaya göre düzenli aralıklarla veya bazı durumlarda erken yapılan seçimlerde halk politikalarından memnun olmadığı Cumhurbaşkanını tekrar seçmemek suretiyle görevinden uzaklaştırabilir. Başkanlık sistemin gereği olarak Cumhurbaşkanının TBMM karşısında bir siyasi sorumluluğu yoktur. Bu nedenle Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi veya başka bir organ tarafından görevinden uzaklaştırılması mümkün değildir. Parlamenter sistemlerde, yasama organından güvenoyu alarak görev yapan başbakan ve bakanlar hakkında gensoru denetimi işletilerek bu kişilerin görevlerinden alınmaları mümkünken, başkanlık sisteminde başkanının siyasi sorumluluğu halka karşıdır. Ancak Anayasamızda düzenlenen hükümet sisteminde, yasama ve yürütme organları arasındaki çatışmadan kaynaklanacak gerilimleri çözmek için, her iki organdan birinin kararı ile seçimlerin yenilenebilmesi mümkündür. İşte TBMM her ne kadar Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğunu ortaya çıkararak görevine son veremiyorsa da Anayasadaki seçimleri yenileme yetkisini kullanarak, başarısız olduğunu düşündüğü Cumhurbaşkanının halk tarafından tekrar seçilmemesinin yolunu açabilir. Halk Cumhurbaşkanını başarısız bulduğu takdirde tekrar seçmeyebilir. 157 Türk Anayasa Hukuku Cezai Sorumluluk Cezai sorumluluk suç işlenmesinden kaynaklanan sorumluluk olup müeyyidesi kural olarak idam, hapis cezası veya para cezasıdır. Ancak bazen cezai sorumluluk “görevden uzaklaşma” gibi sonuçlar da doğurabilmektedir. Parlamenter sistemlerde devlet başkanlarının yetkileri sembolik nitelikte olduğu için, görevleri ile ilgili cezai sorumlulukları da oldukça sınırlıdır. Parlamenter monarşilerde, devlet başkanının cezai sorumsuzluğu tam ve mutlaktır. Örneğin, İngiltere’de “Kral bir bakanı öldürürse bundan Başbakan sorumludur. Eğer Başbakanı öldürürse kimse sorumlu değildir” şeklîndeki söz, şaka da olsa Kralın cezai bakımdan mutlak sorumsuzluğunu vurgulamaktadır (Özbudun, 1998: 290). Parlamenter Cumhuriyetlerde ise Cumhurbaşkanının cezai sorumsuzluğu mutlak olmayıp görevle ilgili suçlar ile kişisel suçlar arasında ayrım yapılmaktadır. Görevle ilgili suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı kural olarak sorumsuz kabul edilirken, istisnai olarak “vatana ihanet” suçundan sorumlu tutulmaktadır. Kişisel suçlardan ise Cumhurbaşkanının sorumluluğu kabul edilmektedir (Özbudun, 1998: 291; Gözler, 2000:355). Başkanlık sisteminde ise, devlet başkanının hem görevle ilgili hem de kişisel suçlarından kaynaklanan cezai sorumluluğu vardır. Bazı durumlarda cezai sorumluluk “görevden uzaklaşma” sonucunu da doğurabilmektedir. Görevle İlgili Cezai Sorumluluk: Görevle ilgili cezai sorumluluk Cumhurbaşkanının görevleriyle ilgili olarak işlediği suçlardan kaynaklanan sorumluluğunu ifade eder. Örneğin, Cumhurbaşkanı görevini yaparken Türk Ceza Kanunu’nda yer alan; zimmet, irtikap, görevi kötüye kullanma gibi suçları işleyecek olursa, Cumhurbaşkanı hakkında Meclis soruşturması açılması mümkündür. Anayasamıza göre (m.106), Cumhurbaşkanının hem kişisel suçları hem de göreviyle ilgili işlediği iddia edilen suçlar bakımından yargılanması, meclis soruşturması usulüne göre olur. Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla soruşturma önergesi, TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğu (301) tarafından verilebilir. Meclis, önergeyi en geç bir ay içinde görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün (360) gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, soruşturmayı yapmak üzere, on beş kişilik bir komisyon oluşturulur. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu Meclis Başkanlığa verir ve bu rapor Genel Kurulda görüşülür. TBMM, üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. Yüce Divan yargılaması üç ay içinde tamamlanır, bu sürede tamamlanamazsa bir defaya mahsus olmak üzere üç aylık ek süre verilir, yargılama bu sürede kesin olarak tamamlanır. Hakkında soruşturma açılmasına karar verilen Cumhurbaşkanı, seçimlerin yenilenmesi kararı alamaz. Cumhurbaşkanının Yüce Divana sevk edilmesi görevini sona erdirmez. Cumhurbaşkanının görevi, Yüce Divanda seçilmeye engel bir suçtan mahkûm edilmesi halinde sona erer. Cumhurbaşkanları, görevleri sona erse bile, görevde bulundukları sürede işledikleri iddia edilen hem kişisel hem de görevleriyle ilgili suçlar bakımından, meclis soruşturması hükümlerine tabi olarak yargılanırlar (AY. m.105). Kişisel Suçlardan Dolayı Cezai Sorumluluk: Cumhurbaşkanı göreviyle ilgili olmayan suçlardan dolayı da cezai sorumluluğa sahiptir. Örneğin, adam öldürme, müessir fiil veya hakaret gibi Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suçları işlediği takdirde yargılanabilecektir. Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı yargılanması da, Anayasa ile görevle ilgili suçlar için öngörülen Meclis soruşturması usulüne tabi tutulmuştur. Bu suçlar bakımından soruşturma usulü, yargılanma ve sonuçları tümüyle cezai sorumluluktaki gibidir (m.105). Bu düzenlemenin amacı, Anayasa ile yürütme yetkisini yerine getirmekle görevlendirilen Cumhurbaşkanının görevini yaparken haksız soruşturmalara maruz kalmasını önlemek ve hakkında ciddi bir suç isnadı varsa daha güvenceli bir soruşturma ve yargılama yapılmasını sağlamaktır. Cumhurbaşkanı doğrudan halka karşı sorumludur, bu da sadece yeni seçimlerde aday olabilmesinin mümkün olduğu hâllerinde pratik bir anlam taşımaktadır. TBMM üye tamsayısının en az beşte üçünün (360) gizli oyuyla, hakkında soruşturma açılmasına karar verilen Cumhurbaşkanı, seçim kararı alamaz. 158 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim Hukuki Sorumluluk Göreviyle İlgili Hukuki Sorumluluğu: Görevle ilgili hukuki sorumluluk, Cumhurbaşkanının görevini yerine getirirken yaptığı işlemlerden ve eylemlerden dolayı zarar görenlerin tazminat talep edip edemeyecekleriyle ilgilidir. Cumhurbaşkanı’nın, görevle ilgili işlem ve eylemlerden dolayı Devlete ve kişilere zarar vermesi durumunda bu zararın tazmin edilmesi mümkündür. Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili olarak işlediği suçlar (örneğin, görevi kötüye kullanma) veya yaptığı işlemler nedeniyle Devlet hazinesi bir zarar görmüşse, bu zararların tazmin edilmesi gerekir. Devletin uğradığı zararların tazmini, Cumhurbaşkanı aleyhine genel hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat dâvaları yoluyla gerçekleştirilir. Bu tazminat dâvalarına Yüce Divanda bakılması mümkün değildir. Çünkü Yüce Divan, Anayasa gereğince sadece görevle ilgili suçlara bakmaya yetkilidir. Cumhurbaşkanının göreviyle ilgili işlem ve eylemleri nedeniyle kişilere verdiği zararların da tazmin edilmesi gerekir. Bu sorumluluk, İdare Hukukundaki “idarenin sorumluluğu”yla ilgili kurallara tabidir. Buna göre, Cumhurbaşkanının hizmet kusuru ve kişisel kusur oluşturan işlem ve eylemleri nedeniyle kişilerin uğradığı zararlar, idare aleyhine idarî yargıda açılacak tam yargı dâvasıyla tazmin ettirilebilir (AY.m.125). Cumhurbaşkanı kararlarına ve Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemlere karşı açılacak tam yargı davaları, ilk derece mahkemesi olarak Danıştayca karara bağlanır (Danıştay Kanunu, m.23/1). Kişisel İşlem ve Eylemleriyle İlgili Hukuki Sorumluluğu: Cumhurbaşkanının kişisel hukuki muamele ve sözleşmelerinden dolayı hukuki sorumluluğu vardır. Cumhurbaşkanı tıpkı diğer kişiler gibi Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve özel hukuka ilişkin diğer mevzuat ile düzenlenmiş bulunan hukuki muamele, eylem ve sözleşmeleri yaptığı takdirde, bunlarla öngörülen sorumluluğu da üstlenmiş olur. Örneğin, Cumhurbaşkanı yapmış olduğu bir satış veya kira sözleşmesinden dolayı edimini ifa etmezse, sözleşmenin diğer tarafı hukuk mahkemesine başvurarak edimin ifasını talep edebilir. Devlet Denetleme Kurulu Devlet Denetleme Kurulu, idarenin hukuka uygunluğunun, düzenli ve verimli şekilde yürütülmesinin ve geliştirilmesinin sağlanması amacıyla Anayasa ile öngörülmüş bir kurul olup, Cumhurbaşkanına bağlı olarak çalışır. Anayasaya göre, Devlet Denetleme Kurulu, Cumhurbaşkanının isteği üzerine tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve sermayesinin yarısından fazlasına bu kurum ve kuruluşların katıldığı her türlü kuruluşta, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek kuruluşlarında, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, her türlü idari soruşturma, inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapar (m.108/1). 2017 değişiklikleri ile Devlet Denetleme Kurulu’na verilen önemli yetkilerden biri de idari soruşturma yapma yetkisidir. Yargı organları, Devlet Denetleme Kurulunun görev alanı dışındadır (m.108/2). Silahlı kuvvetler de daha önce Devlet Denetleme Kurulu’nun görev alanı dışındayken, 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişiklik ile denetim kapsamına alınmıştır. Devlet Denetleme Kurulunun Başkan ve üyeleri, Cumhurbaşkanınca atanır. Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir (m.108/3-4). Anayasa bu hükmü uyarınca, Devlet Denetleme Kurulu Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanına Vekâlet Etme Anayasa Cumhurbaşkanına vekalet etme görevini, Cumhurbaşkanı yardımcısına vermiştir. Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir (m.106). Cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir nedenle boşalması halinde, kırk beş gün içinde Cumhurbaşkanı seçimi yapılır. Yenisi seçilene kadar en yaşlı Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanlığına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır (AY: m.106; Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.17). Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması hâlleri Anayasada belirtilmemiş olmakla birlikte ölüm, çekilme veya başka bir sebeple makamın boşaldığı kabul edilebilir. Sağlık nedeniyle Cumhurbaşkanının görevini sürekli olarak yapamayacak durumda bulunması, hakkında gaiplik kararı verilmesi gibi hâllerde de makamın boşaldığı kabul edilmelidir. Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, Cumhurbaşkanının görevlendirdiği Cumhurbaşkanı yardımcısı, Cumhurbaşka- 159 Türk Anayasa Hukuku nına vekâlet eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır (AY: m.106; Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.17). Cumhurbaşkanının geçici olarak görevinden ayrılması hâlleri olarak Anayasada “hastalık ve yurt dışına çıkma” olarak belirtilmiş, ancak “gibi sebeplerle” denilmek suretiyle, başka nedenlerden kaynaklanabilecek geçici görevden ayrılma hâllerinde de vekalet edilmesini kabul etmiştir. Örneğin, Cumhurbaşkanının kaçırılması veya esir alınması hâlleri (Gözler, 2000: 342) başka nedenler olarak kabul edilebilir. Bu durumlarda vekalet, Cumhurbaşkanının göreve dönmesi anına kadar sürecektir. Cumhurbaşkanının Görevinin Sona Ermesi Aşağıdaki hâllerde Cumhurbaşkanının görevi sona ermiş olur: (1) Cumhurbaşkanlığı süresi olan beş yılın dolması halinde yeni seçilen Cumhurbaşkanının göreve başlaması. (2) Cumhurbaşkanının çekilmesi (istifa etmesi). (3) Cumhurbaşkanının ölmesi. (4) Cumhurbaşkanının sağlık nedeniyle görevini sürekli olarak yapamayacak durumda bulunması. (5) Cumhurbaşkanının Meclis tarafından Yüce Divana sevk edildikten sonra seçilmeye engel bir suçtan mahkûm edilmesi. (6) Seçimlerin yenilenmesi kararının alınması halinde yeni seçilen Cumhurbaşkanının göreve başlaması. Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların Konumu Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olanlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve görevden alınır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, 81’inci maddede yazılı şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde andiçerler. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer (m.106/4). Anayasaya göre, yürütme yetkisi yalnızca Cumhurbaşkanı tarafından kullanılmakla birlikte, bakanlar, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve diğer görevliler yürütme yetkisinin kullanılmasına katılırlar. Ancak yürütme organı parlamenter sistemlerdeki gibi kolektif bir karar organı değildir. Bu nedenle başkanlık sisteminde, bakanların toplanarak “bakanlar kurulu kararı” almaları mümkün değildir. Cumhurbaşkanı her zaman, yardımcıları ve bakanları ile veya bazı bürokratlarını da dahil ederek dilediği genişlikte istişari mahiyette toplantılar yapabilir. Bu toplantılarda Cumhurbaşkanını bağlayan “müşterek kararlar” alınamaz. Cumhurbaşkanının yardımcıları, bakanları ve yürütmeye bağlı bütün kamu görevlileri Cumhurbaşkanının belirlediği politikaları izlemek, programını ve aldığı kararları uygulamakla yükümlüdürler. Cumhurbaşkanlığı sisteminde, kural olarak, parlamenter sistemlerdeki bakanlar kurulunun siyaseten ve hukuken karşılığı Cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı kararları ve işlemlerine herhangi bir kişinin katılması, başka bir ifadeyle imza atması söz konusu olamaz. Cumhurbaşkanı Anayasa, kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çerçevesinde yürütme yetkisine giren kararları tek başına alır, ancak dilerse bazı yetkilerini yardımcılarına, bakanlarına veya diğer kamu görevlilerine devredebilir. Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne göre: “Cumhurbaşkanı, yetkilerinden bir kısmını gerektiğinde sınırlarını yazılı olarak belirterek astlarına devredebilir. Ancak devrettiği yetkiyi, gerek gördüğünde kendisi de doğrudan kullanabilir” (m.1/3). Bakanlar Kurulu’nun bulunmadığı bu sistemde, yürütme yetkisi yalnızca Cumhurbaşkanına aittir. Yürütme yetkisinin kullanılmasında katılan diğer aktörler, Cumhurbaşkanı tarafından atanmakta ve görevden alınmaktadır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hem siyasi hem de idari yönden Cumhurbaşkanına bağlı ve ona karşı sorumludurlar. Bu kişilerin Meclise karşı siyasi bir sorumlulukları yoktur. Dolayısıyla bakanların başarısızlık nedeniyle Meclis tarafından görevden alınmalarını sağlayacak gensoru benzeri bir mekanizma da öngörülmemiştir. Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir. Bakanlıklar, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve diğer görevliler “Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile düzenlenmiştir. 160 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların Görev ve Yetkileri Bakanlar, kendi bakanlıklarının faaliyet alanındaki işleri Cumhurbaşkanı adına yürütmekle görevlidirler. Bakanların görev ve yetkileri Anayasa’nın 106’ncı maddesi uyarınca çıkarılan, Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmiştir. Bu Kararnameye göre (m.503), “Bakan, bakanlık kuruluşunun en üst amiri olup, bakanlık icraatından ve emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu, bakanlık merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı ile bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir… Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımı amacıyla, bakanlık hizmetlerini mevzuata, Cumhurbaşkanının genel siyasetine, Cumhurbaşkanı karar ve talimatlarına, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle, bakanlığın faaliyet alanına giren konularda diğer bakanlıklarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli ve Cumhurbaşkanına karşı sorumludur.” Bu düzenlemede başkanlık sisteminin anayasal mantığına paralel olarak bakanların bakanlık hizmetlerini, yeni sistemde Bakanlar Kurulunun yerine geçen Cumhurbaşkanının “genel siyasetine” uygun olarak yerine getirmeleri öngörülmektedir. Bakanların hukuki statüleri, sorumlulukları ve görevleri bakımından ise, başkanlık sisteminden kaynaklanan farkların dışında, önceki dönemdekine benzer bir düzenleme yapılmıştır. Bakanlar bu görevlerini yerine getirirken, Devlet tüzel kişiliğini temsil, hiyerarşi, idari vesayet, harcama ve yönetmelik çıkarma (Gözler, 2000: 378) gibi, önceki sistemde de var olan yetkileri kullanırlar. Cumhurbaşkanı, seçildikten sonra bir veya daha fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir (m.106). Cumhurbaşkanı yardımcıları da Cumhurbaşkanına vekalet ederler, Cumhurbaşkanı tarafından verilen görevleri yaparlar ve Cumhurbaşkanına karşı sorumludurlar (Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, m.17). Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların Sorumluluğu Siyasi Sorumluluk Siyasi sorumluluk, parlamenter sistemlerde hükümetin veya bakanların uyguladıkları politikalar, aldıkları kararlar ve her türlü işlem ve eylemlerinden dolayı kendisine karşı sorumlu oldukları parlamento tarafından gensoru aracılığıyla görevlerine son verilebilmesini ifade eder. Parlamenter sistemde bakanlar, bakanlar kurulunun bir üyesi olarak genel siyasetin belirlenmesine katılırlar ve bu siyasetin hem bakanlar kurulu ile birlikte kolektif, hem de kendi bakanlıklarında bireysel olarak uygulanmasını sağlarlar. Buna karşılık başkanlık sisteminde genel siyaseti başkan belirler, bakanlar ise belirlenen bu siyasetin sadece kendi bakanlıklarıyla ilgili kısmını uygularlar. Bakanların kendi bakanlıklarıyla ilgili olarak yaptıkları uygulamadan Cumhurbaşkanına karşı sorumluluğunun siyasi bir mahiyetinin de olduğu söylenebilirse de, bu parlamenter sistemdeki anlamda bir siyasi sorumluluk değildir. Çünkü siyasi sorumluluk seçilmiş bir yöneticinin halka veya parlamentoya karşı sorumluluğudur. Siyasi sorumlulukta görevden alma mekanizmasını esas itibariyle gensoru yoluyla parlamento işletir. Başkanlık sisteminde başkanın bakanlarını görevden alması için başarısızlık, sorumluluk gibi gerekçelere ihtiyacı bulunmamaktadır. Türk Başkanlık Sisteminde de Cumhurbaşkanının bakanlarını hiçbir gerekçe göstermeden her zaman görevden almasının önünde bir engel yoktur. Bu mekanizmayı, Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı sisteminden önce uygulanan parlamenter sistemde gensoru yöntemi işletilmeden bakanların başbakanın isteğiyle cumhurbaşkanı tarafından görevden alınabilmesine benzetmek mümkündür. Cumhurbaşkanı sadece bakanlarını değil, kendisi tarafından atanan üst kademe yöneticilerini de Anayasanın verdiği yetkiyle doğrudan görevden alabilir ki, bu da bakanların görevden alınması yönteminden farklı değildir. Türk Başkanlık Sisteminde bakanların TBMM karşısında siyasi olarak sorumlu tutulabilmeleri ise mümkün değildir. Bununla birlikte, hakkında meclis soruşturması açılan bir bakanın istifa etmesi halinde, ABD başkanlık sistemindeki ceza soruşturması aracı olan impeacmet yönteminin siyasi sorumlulukla neticelenmesi gibi bir mekanizmanın Türk sisteminde de ortaya çıkmasından söz edilebilecektir. Cezai Sorumluluk Görevle İlgili Cezai Sorumluluk: Görevle ilgili cezai sorumluluk, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlardan kaynaklanan sorumluluğunu ifade eder. Örneğin, bir 161 Türk Anayasa Hukuku bakan görevini yaparken Türk Ceza Kanunu’nda yer alan; zimmet, irtikap, rüşvet alma, görevi ihmal, görevi kötüye kullanma, devlet alım-satımına fesat karıştırma ve devlet alım-satımı işlerinde menfaat temini gibi suçları işleyecek olursa, bu bakanın meclis soruşturması yoluyla Yüce Divana sevk edilmesi mümkündür. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında meclis soruşturması önergesi, TBMM üye tamsayısının en az salt çoğunluğu tarafından verilebilir. Meclis, önergeyi görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir. Soruşturma açılmasına karar verildikten sonra oluşturulan Meclis soruşturma komisyonunun raporu TBMM’de görüşülür. TBMM, üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanların Yüce Divana sevk edilmesi görevlerini sona erdirmez. Yüce Divanda yargılanan Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakanlar, seçilmeye engel bir suçtan mahkûm olurlarsa görevleri sona erer. Anayasa, Yüce Divan yargılamasının üç ay içinde tamamlanması gerektiğini hüküm altına almıştır. Yargılama bu sürede tamamlanamazsa bir defaya mahsus olmak üzere üç aylık ek süre verilir, yargılama bu sürede kesin olarak tamamlanır (AY. 106). Meclis soruşturması usulü eski Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar hakkında da uygulanır. Buna göre, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar, görevleri sona erse bile, görevde bulundukları sürede görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçlar bakımından, meclis soruşturması hükümlerine tabi olarak yargılanırlar (AY. 106). Kişisel Suçlardan Dolayı Cezai Sorumluluk: Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Bakanlar görevleriyle ilgili olmayan suçlardan dolayı da cezai sorumluluğa sahiptirler. Örneğin, bakanlar, adam öldürme, müessir fiil, hakaret, dolandırıcılık gibi Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suçları işledikleri takdirde yargılanırlar. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, görevleriyle ilgili olmayan suçlarda yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden yararlanır (AY. 106). Göreviyle ilgili olmayan suç işleyen Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların dokunulmazlığı milletvekili dokunulmazlığındaki usule göre kaldırılır ve bunlar genel ceza mahkemelerince yargılanırlar. Görevle ilgili olmayan suçlardan dolayı bakanların Yüce Divanda yargılanması söz konusu olamaz. Çünkü Anayasa (m.148/3), bakanların yalnızca “görevleriyle ilgili suçlardan dolayı” Yüce Divan tarafından yargılanmalarını öngörmüştür. Göreviyle ilgili olmayan bir suçtan dolayı genel ceza mahkemesinde yargılanması için dokunulmazlığı Meclis tarafından kaldırılan Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bir bakanın görevi sona ermez. Ancak yargılama sonucunda, milletvekili yeterliliğini ortadan kaldıran bir suçtan mahkûm olursa, Cumhurbaşkanı yardımcılığı veya bakanlık görevi sona erer. Hukuki Sorumluluk Görevle İlgili Hukuki Sorumluluk: Bakanların görevle ilgili hukuki sorumluluğu, görevle ilgili işlem ve eylemlerden dolayı Devlete ve kişilere verilen zararların tazmin edilmesi sorumluluğudur. Bakanların görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlar (örneğin Devlet alım-satımına fesat karıştırma) veya yaptıkları işlemler nedeniyle Devlet hazinesi bir zarar görmüşse, bu zararların tazmin edilmesi gerekir. Devletin uğradığı zararların tazmini, bakanlar aleyhine genel hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davaları yoluyla gerçekleştirilir. Bu tazminat davalarına Yüce Divanda bakılması mümkün değildir. Çünkü Yüce Divan, Anayasa gereğince sadece görevle ilgili suçlara bakmaya yetkilidir. Bakanların görevleriyle ilgili işlem ve eylemleri nedeniyle kişilere verdikleri zararların da tazmin edilmesi zorunludur. Bu sorumluluk, İdare Hukukundaki “idarenin sorumluluğu”yla ilgili kurallara tâbidir. Buna göre, bakanlıkların hizmet kusuru ve kişisel kusur oluşturan işlem ve eylemleri nedeniyle (örneğin, bir hizmetin kurulması, düzenlenmesi ve işletilmesinden doğan zararlar veya bir atama veya yıkım işleminden doğan zararlar) kişilerin uğradığı zararlar, idare aleyhine idari yargıda açılacak tam yargı davasıyla tazmin ettirilebilir (AY.m.125). Ancak bu işlem ve eylemlerde bakanın kişisel kusuru bulunduğu takdirde, bakanlığın bakana rücû ederek ödediği tazminatı talep etmesi mümkündür. Bu ise Devletin bakana karşı genel hukuk mahkemelerinde açacağı tazminat davaları ile gerçekleştirilir. Bakanların hukuki sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davaları onların milletvekilliği sıfatlarını ve bakanlık görevlerini etkilemez. Kişisel İşlem ve Eylemlerden Dolayı Hukuki Sorumluluk: Bakanlar da diğer kişiler gibi Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve özel hukuka ilişkin diğer mevzuat ile düzenlenmiş bulunan hukuki sözleşme, eylem ve işlemleri yaptıkları takdirde, bunlarla öngörülen sorumluluğu da üstlenmiş olurlar. Örneğin, bir bakan yapmış 162 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim olduğu satış, kira, vekalet sözleşmesinden dolayı üstlendiği borcu yerine getirmediği takdirde, sözleşmenin diğer tarafı hukuk mahkemesine başvurarak edimin ifasını talep edebilir. Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların Görevlerinin Sona Ermesi Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevi; Cumhurbaşkanının görevinin sona ermesi, Cumhurbaşkanı tarafından görevlerine son verilmesi, ölüm, istifa, milletvekili seçilme yeterliliğini kaybetme, Cumhurbaşkanı seçilme hallerinde sona erer. Cumhurbaşkanının görevinin, Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde sona ermesinde, kendisine vekalet edecek olan yardımcısının görevi, yeni Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar devam eder. Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlara Vekalet Daha önce Anayasada yer alan (m.113/2), “Açık olan bakanlıklarla izinli veya özürlü olan bir bakana diğer bir bakan geçici olarak vekillik eder” hükmü 2017 değişikliğiyle kaldırılmış ve vekalet konusu uygulamaya bırakılmıştır. Uygulamada Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlarbirbirlerine vekalet etmektedir. Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları Türk Başkanlık Sisteminin kendine özgü bir müessesesi olarak Cumhurbaşkanlığı bünyesinde politika kurulları oluşturulmuştur. Bu politika kurulları, “Bilim, Teknoloji ve Yenilik; Eğitim ve Öğretim; Ekonomi; Güvenlik ve Dış Politikalar; Hukuk; Kültür ve Sanat; Sağlık ve Gıda; Sosyal Politikalar; Yerel Yönetim” alanlarında ihdas edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine göre (m.20-36), politika kurullarının başlıca görevleri; Cumhurbaşkanınca alınacak kararlar ve oluşturulacak politikalarla ilgili öneriler geliştirmek, geliştirilen politika ve strateji önerilerinden Cumhurbaşkanınca uygun görülenler hakkında gerekli çalışmaları yapmak, görev alanlarına giren konularda uygulanan politikaları ve gelişmeleri izlemek ve yapılan çalışmalarla ilgili olarak Cumhurbaşkanına rapor sunmaktır. Görevlerinden anlaşılacağı üzere politika kurulları bakanlıklardan farklı olarak icrai görev yapan kurumlar değildirler. Türk Başkanlık Sisteminde bakanlıkların Cumhurbaşkanının politikalarını uygulayan icracı kurumlar olması, kurulların ise, yegane politika belirleyici organ olan Cumhurbaşkanının politika üretme faaliyetine istişari mahiyette katkıda bulunması öngörülmektedir. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların görevleri ile ilgili cezai sorumlulukları nasıl sağlanır? Cumhurbaşkanın seçilmesi, görev ve yetkileri konusunda Anayasa’da yer alan hükümleri, 4. Bölümde anlatılan hükûmet sistemleri ile karşılaştırın. Cumhurbaşkanı seçim usulünü anlatın. Öğrenme Çıktısı 3 Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini sıralayabilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş OLAĞANÜSTÜ YÖNETİM Olağanüstü hâl rejimleri, devletin, hukuk düzeninin olağan kurum ve kuralları ile hâlledilmesi ve giderilmesi mümkün olmayan olağanüstü bir tehdit veya tehlike karşısında başvurduğu özel yönetim usulleridir. Olağanüstü hâl rejimlerinde, olağan döneme nazaran idarenin yetkileri genişlerken, kişilerin temel hak ve hürriyetleri daha fazla sınırlandırılmaktadır. Anayasa’da daha önce “olağanüstü hâl” ve “sıkıyönetim” adı altında iki tür olağanüstü hâl rejimi öngörülmüşken, 2017 değişiklikleri ile sıkıyönetim rejimi kaldırılmıştır. 163 Türk Anayasa Hukuku Olağanüstü Hâl İlanı Sebepleri Olağanüstü hâl ilan edilebilmesi için her şeyden önce Anayasanın belirttiği sebeplerin gerçekleşmesi gerekir. Çünkü bunlar sebebe bağlı işlemlerdir. Anayasa, olağanüstü hâl ilanı sebeplerini 119’uncu maddede düzenlemiştir. Olağanüstü hâl ilanı sebepleri şunlardır: a. Savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi b. Seferberlik c. Ayaklanma d. Vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma e. Ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması f. Anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması g. Şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması h. Tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması Olağanüstü Hâl İlanında Yetki, Usul ve Şekil Anayasa’ya göre (m.119), olağanüstü hâl sebeplerinin ortaya çıkması hâlinde, Cumhurbaşkanı yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl ilan edebilir. Olağanüstü hâl ilanı kararı, verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. (AY. m.119; İçtüzük, m.126). Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır; Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü halin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir (İçtüzük, m.126). Cumhurbaşkanının olağanüstü hâl ilanı kararı Resmî Gazete’de yayımlandığı gün yürürlüğe girer ve bütün hukuki sonuçlarını doğurur. Meclis, olağanüstü hâl kararını kaldırırsa ilan edilmiş olan olağanüstü hâl ortadan kalkmış olur. Meclis, olağanüstü hâl kararını onaylarsa olağanüstü hâl ilanı kararı yerini Meclis kararına bırakır. Bu durumda olağanüstü hâlin hukuki dayanağı Cumhurbaşkanı kararı değil, artık Meclisin onay kararıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl süresini uzatabilir. Savaş hâllerinde bu dört aylık süre aranmaz (AY.m.119). Olağanüstü Hâl İlanının Hukuki Sonuçları Olağanüstü hâl ilan edilmesiyle olağanüstü hâl rejimi uygulaması başlar. Olağanüstü hâl rejiminin hukuki sonuçları şunlardır (Gözler, 2000: 413- 414; Kuzu, 1993: 283-338): (1) Vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülükleri getirilebilir: Anayasa’ya göre (m.119/5), Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri getirilebilir. (2) Temel hakların kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir: Anayasa (m.119/5), olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin Anayasa’nın 15’inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda sınırlanabileceğini ve geçici olarak durdurulabileceğini öngörmektedir. Anayasa’nın 15’inci maddesine göre ise savaş, seferberlik veya olağanüstü hâllerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Ancak, bu durumlarda dahi, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Olağanüstü hâllerde temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya durdurulacağı Anayasa’nın 119’uncu maddesi uyarınca, 2935 sayılı Olağanüstü hâl Kanunu ile düzenlenmiştir. (3) Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilir: Anayasa’ya göre (m.119/6), Cumhurbaşkanı olağanüstü hâl süresince, olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. (4) Olağanüstü hâl rejiminde yöneticilerin yetkileri genişler (Kuzu, 1993: 283-290; Özbudun, 1998: 318-319): Olağanüstü hâl Kanunu’na göre, 164 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim olağanüstü hâlin uygulanmasında görev ve yetki; olağanüstü hâl bir ili kapsıyorsa il valisine, bir bölge valiliğine bağlı birden çok ilde ilan edilmesi hâlinde bölge valisine, birden fazla bölge valisinin görev alanına giren illerde veya bütün yurtta ilan edilmesi hâlinde koordine ve iş birliği Cumhurbaşkanlığınca sağlanmak suretiyle bölge valilerine aittir (m.14). Bölge valiliği teşkilatı kurulup göreve başlayıncaya kadar bu Kanun’la bölge valilerine verilen görev ve yetkiler, il valilerince yerine getirilir (Geçici m.1). Olağanüstü hâllerde kolluk yetkileri askerî makamlara geçmez. Ancak, Olağanüstü hâl Kanunu’na göre (m.21,22), bölge ve il valileri, olayları emirlerindeki kolluk kuvvetleriyle önleyemedikleri veya bastıramadıkları takdirde, bölge veya illerindeki en büyük askerî komutanlıktan yardım isteyebilirler. (5) Olağanüstü hâl rejiminde genel mahkemelerin yargı yetkisi devam eder: Olağanüstü hâl kanununa göre, olağanüstü hâl ilan edilen yerlerde, devlet güvenlik mahkemeleri ile askerî mahkemelerin görevlerine giren suçlar dışındaki davalara adli yargıda bakılır (m.24). O hâlde olağanüstü hâllerde kural olarak genel mahkemelerin yargı yetkisi etkilenmemektedir. Yargısal Denetim Olağanüstü hâl rejimiyle ilgili yargısal denetim; olağanüstü hâl ilanı işleminin yargısal denetimi ve olağanüstü hâlde yapılan işlemlerin yargısal denetimi şeklînde ayrı ayrı incelenebilir (Özbudun, 1998: 320-324). Olağanüstü Hâl İlanı İşleminin Yargısal Denetimi Olağanüstü hâl ilanında, birincisi olağanüstü hâl ilanına ilişkin Cumhurbaşkanı kararı (idari işlem), ikincisi de Cumhurbaşkanı kararının onaylanmasına dair Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı (yasama işlemi) olmak üzere iki işlem bulunmaktadır. Olağanüstü Hâl İlanına İlişkin Cumhurbaşkanı Kararının Yargısal Denetimi Olağanüstü hâl ilanına ilişkin Cumhurbaşkanı kararı bir idari işlemdir. Bu nedenle Anayasa’nın (m.125/1), “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmü gereğince bu işlem de yargı denetimine tâbidir. Cumhurbaşkanının olağanüstü hâl ilanına ilişkin kararına karşı, Danıştay Kanunu uyarınca (m.24/1-a) ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da iptal davası açılması mümkündür. Danıştay, olağanüstü hâl ilanı kararını işlemin bütün unsurları bakımından denetleyebilir. Ancak bu işlem sebebe bağlı bir işlem olduğundan, yargısal denetimin de sebep unsuru üzerinde yoğunlaşması ve olağanüstü hâl ilanına gerekçe olarak gösterilen sebeplerin gerçekten ortaya çıkıp çıkmadığı özellikle araştırılmalıdır. Bununla birlikte, Danıştayın denetimi sırasında, Cumhurbaşkanı kararı Meclis tarafından onaylandığı veya reddedildiği takdirde Cumhurbaşkanı kararının yerine Meclis kararı geçtiğinden, Danıştayın, konusuz kalan davanın düşmesine karar vermesi gerekir (Gözler, 2000: 420-421). Olağanüstü Hâl İlanına İlişkin Cumhurbaşkanı Kararının Türkiye Büyük Millet Meclisince Onaylanması Kararının Yargısal Denetimi Olağanüstü hâl ilanına ilişkin Cumhurbaşkanı kararının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması işlemi bir kanun biçiminde değil, parlamento kararı biçiminde gerçekleşmektedir. Bazı yazarlar (Özbudun, 1998: 321-323; Gözler, 2000: 420), Anayasada belirtilen istisnalar dışında parlamento kararlarının yargı denetimine tâbi olmaması nedeniyle, olağanüstü hâl ilanı kararının onaylanmasına ilişkin Meclis kararlarının da Anayasa Mahkemesince denetlenemeyeceği görüşündedirler. Kanaatimizce, olağanüstü hâl kararının onaylanmasına ilişkin Meclis kararları Anayasa Mahkemesince denetlenmelidir. Çünkü, Meclis bu işlemleri her ne kadar “karar” adı altında yapıyorsa da, olağanüstü hâl ilanının onaylanması işlemleri kişilerin temel hak ve hürriyetlerini etkileyen hukuki sonuçlar doğurduğundan gerçekte “kanun” niteliğindedirler. Meclisin, kişilerin temel hak ve hürriyetlerini etkileyen işlemleri, yargısal denetime tâbi olmayan “parlamento kararı” biçiminde değil, denetim kapsamında bulunan “kanun” biçiminde yapması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yerleşmiş kararlarına göre, kanunla yapılması gereken bir düzenleme, parlamento kararıyla yapılırsa bu bir 165 Türk Anayasa Hukuku “usul saptırması” olarak değerlendirilir ve yapılan işlemin adı karar dahi olsa denetlenir (Teziç, 1972: 18-19). Olağanüstü Hâlde Yapılan İşlemlerin Yargısal Denetimi Olağanüstü hâlin yürürlüğe girmesinden sonra yetkili idari makamların yaptıkları düzenleyici veya bireysel işlemlerin, Anayasa’nın (m.125/1) “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmü gereğince yargısal denetime tâbi olacağı kuşkusuzdur. Ancak Anayasa, olağanüstü hâllerde yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin kanunla sınırlanabileceğini öngörmüştür (m.125/6). Anayasanın verdiği bu izne dayanılarak İdarî Yargılama Usulü Kanunu’na (m.10,11) konulan, olağanüstü hâl ilan edilen bölgelerde görevli olan kamu personeli hakkında yapılan idari işlemlere karşı açılacak iptal davalarında yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceğine ilişkin hükümler, daha sonra bu kanunda 10.6.1994 tarih ve 4001 sayılı kanunla yapılan değişiklikle kaldırılmıştır. Olağanüstü hâl Kanunu’ndaki (m.33) “yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlandıran” hüküm ise Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir (E.1990/25, K.1991/1, K.T. 10.1.1991, AMKD., Sayı 27, Cilt 1, s.65 vd.). Sonuç olarak, olağanüstü hâllerde yetkili idari makamlarca yapılan bütün işlemlere karşı iptal ve tam yargı davaları açılabilir ve bu davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilebilir. 285 sayılı “Olağanüstü hâl Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin 425 sayılı KHK ile yeniden düzenlenen ve “Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Olağanüstü hâl Bölge Valisine tanınan yetkilerin kullanılması ile ilgili idari işlemler hakkında iptal davası açılamaz” hükmünü getiren 7’nci maddesi de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir (E. 2003/28, K. 2003/42, K.T. 22.5.2003). Olağanüstü hâl ilanı kararını yetki, usul ve şekil açısından değerlendiriniz. Olağanüstü hâl dönemlerinde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması konusunu, 3. Bölümde yer alan bilgiler ışığında değerlendirin. Olağanüstü hâl ilanı kararlarının sonuçlarını anlatın. Öğrenme Çıktısı 4 Olağanüstü hâl usulünü kavrayabilme Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş 166 Yürütme ve Olağanüstü Yönetim “…Bu özelliklerden ikincisi, birinci ile yakından ilişkisi olan hukukun üstünlüğü ya da hukuk devletidir. Siyasal sistemimizin bu niteliği, mahkemelerin şu eski değişinde çok iyi ifade edilmiştir: Kralın tevarüs ettiği en değerli varlık kanundur. Çünkü kral da teb’ası da onunla idare olunur. Kanun olmayan yerde ne kral olur ne de devlet. … O takdirde anayasanın temel bir ilkesi olan hukuk devleti üç anlama gelmekte ya da üç farklı bakış açısından değerlendirilmektedir. İlk olarak keyfi gücün etkisinin aksine, olağan hukukun mutlak hakimiyeti veya üstünlüğü anlamına gelmekte ve devlet organlarının yetkilerinde keyfiliği, ayrıcalığı ve hatta geniş takdir yetkisini bile dışlamaktadır. İngilizler yalnızca ve yalnızca hukuka göre yönetilir; bizde bir kimse sadece ve sadece hukuku ihlal ettiği için cezalandırılır ve başka hiçbir nedenle cezalandırılamaz. İkinci olarak (hukuk devleti) hukuk önünde eşitlik ya da herkesin eşit olarak olağan mahkemelerce uygulanan ülkenin olağan hukukuna tabi olması anlamına gelir; bu anlamda hukuk devleti, yetkililerin yurttaşların tabi olduğu hukuktan ve olağan mahkemelerin yetkisinden istisna tutulmasını dışlar; bizde Fransa’daki “idare hukuku” (droit administratif) veya “idare mahkemelerine” (tribunaux administratifs) benzer bir şey göremezsiniz. Yabancı ülkelerde “idare hukuku” diye bilinen kavramın altında, devleti ya da memurları ilgilendiren uyuşmazlık ve işlerin adli mahkemelerin alanı dışında kaldığı ve özel ve az çok resmi kurumlar tarafından hâlledilmesi gerektiği fikri yatmaktadır”. Kaynak: Dicey, Albbert V. (2008). “Hukuk Devleti: Doğası ve Genel Uygulamalar”, (Çeviren: Ali Rıza Çoban), Hukuk Devleti, Hukuki Bir İlke Siyasi Bir İdeal, Ankara, s. 25, 36-37. Araştırmalarla İlişkilendir Türk Anayasa Hukuku 167 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 1 Türk Anayasa Hukuku bakımından yürütme fonksiyonunu tanımlayabilme Yürütme Fonksiyonu Türk Anayasa Hukuku bakımından yürütme fonksiyonunu, şeklî ve organik kritere göre yani yürütme organı tarafından yapılan işlemler şeklinde tanımlamak mümkündür. Çünkü Anayasa, yürütme organına, bireysel ve somut işlemlerin yanı sıra, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve yönetmelik gibi kuralişlem mahiyetinde olan düzenleyici işlemleri yapma yetkisini de tanımıştır. 2 Yürütme organının düzenleyici işlemlerinin neler olduğunu açıklayabilme Yürütme İşlemleri Yürütme organının düzenleyici işlemlerini Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve yönetmelik şeklînde sıralamak mümkündür. Anayasada yer alan bu işlemlerin dışında, yürütme organının başka düzenleyici işlemler yapması da mümkündür. 1982 Anayasası Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini, olağan dönem Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri olmak üzere iki kategori hâlinde düzenlemiştir. 2017 yılında Anayasada yapılan değişiklikle Türk hukukuna giren Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, yürütme yetkisine ilişkin konularda doğrudan doğruya Anayasadan aldığı yetkiye dayanarak Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan düzenleyici işlemlerdir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yürütmenin diğer düzenleyici işlemlerinden farkı, kanuna dayanmak zorunda olmamasıdır. Yönetmelikler ise, Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda, kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkardıkları yazılı hukuk kurallarıdır. Yürütme ve Olağanüstü Yönetim 168 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 3 Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini sıralayabilme Yürütme Organı Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı Devletin başıdır, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder. Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşmasını yapar. Ülkenin iç ve dış siyaseti hakkında Meclise mesaj verir. Kanunları yayımlar. Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir. Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar. Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir. Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler. Yabancı devletlere Türkiye Cumhuriyeti’nin temsilcilerini gönderir, Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul eder. Milletlerarası andlaşmaları onaylar ve yayımlar. Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunar. Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir. Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır. Yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarır. Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır. Türk Anayasa Hukuku 169 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 4 Olağanüstü hâl usulünü kavrayabilme Olağanüstü Yönetim Olağanüstü hâl sebeplerinin ortaya çıkması hâlinde, Cumhurbaşkanı yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl ilan edebilir. Olağanüstü hâl ilanı kararı, verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Cumhurbaşkanının olağanüstü hâl ilanı kararı Resmî Gazete’de yayımlandığı gün yürürlüğe girer. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl süresini uzatabilir. Savaş hâllerinde bu dört aylık süre aranmaz. Olağanüstü hâl süresince, vatandaşlar için para, mal ve çalışma yükümlülükleri getirilebilir, temel hakların kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir, olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılabilir. Olağanüstü hâl rejiminde yöneticilerin yetkileri genişler. Yürütme ve Olağanüstü Yönetim 170 neler öğrendik? 1 Olağan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Kanunda açıkça düzenlenen konularda çıkarılamaz. B. Kural olarak Resmî Gazete’de yayımlandıkları gün yürürlüğe girer. C. Bu kararnamelerle kişi haklarının durdurulabilmesi mümkündür. D. Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılır. E. Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir. 2 Olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? A. Olağanüstü halin gerektirdiği konularda, kanunlarda değişiklik yapabilir. B. TBMM tarafından onaylandıkları gün yürürlüğe girer. C. Hepsinin Resmî Gazetede yayınlanmasına gerek yoktur.  D. Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenir. E. Kişi haklarını ve siyasi hakları düzenleyemezler. 3 Aşağıdakilerden hangisi Cumhurbaşkanı seçilebilme yeterliliği için aranan şartlardan biri değildir? A. Türk vatandaşı olmak B. Kırk yaşını doldurmuş olmak C. Yükseköğrenim yapmış olmak D. Milletvekili seçilme yeterliğine sahip olmak E. Siyasi parti üyesi olmak 4 Aşağıdakilerden hangisi Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinden biri değildir? A. Genelkurmay Başkanını atamak B. Millî Güvenlik Kurulu’na Başkanlık etmek C. Milletlerarası antlaşmaları onaylamak D. Yargıtay üyelerini seçmek E. Üst kademe kamu yöneticilerini atamak 5 Cumhurbaşkanları hakkında işletilebilecek Meclis soruşturması usulü ile ilgili, aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Cumhurbaşkanının kişisel suçları bakımından işletilebilir. B. Soruşturma önergesi, TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğu tarafından verilebilir. C. Meclis kararı ile Yüce Divana sevk edilen Cumhurbaşkanının görevi sona erer. D. Meclis üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. E. Hakkında soruşturma açılmasına karar verilen Cumhurbaşkanı, seçim kararı alamaz. 6 Bir bakanın görev ile ilgili işlediği iddia edilen suçlar bakımından yargılanmasını sağlamak üzere Mecliste yapılan ve beş yüz elli üyenin katıldığı oylamada, bakanın Yüce Divan’a sevk edilebilmesi için en az kaç olumlu oy kullanılması gerekir? A. 151 B. 276 C. 301 D. 360 E. 400 7 Cumhurbaşkanı yardımcıları hakkında Meclis soruşturması açılmasına karar verilebilmesi için, en az kaç milletvekilinin bu yönde oy kullanması gerekir? A. 296 B. 301 C. 360 D. 367 E. 400 Türk Anayasa Hukuku 171 neler öğrendik? 8 Devlet Denetleme Kurulu ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Üyeleri Cumhurbaşkanınca atanır. B. Yargı organları Devlet Denetleme Kurulunun görev alanı dışındadır. C. Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olarak çalışır. D. Kamu kurumlarında idari soruşturma yapma yetkisi vardır. E. Üyelerinin özlük işleri, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir. 9 Cumhurbaşkanı, yurdun bütününde en fazla kaç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edebilir? A. 3 B. 4 C. 5 D. 6 E. 8 10 Olağanüstü hâl ilanı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Savaş sebebiyle ilan edilebilir. B. Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilir. C. Süresi on ayı aşmamalıdır.  D. Resmî Gazete’de yayımlandığı gün yürürlüğe girer. E. TBMM onayına sunulur. Yürütme ve Olağanüstü Yönetim 172 neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. C Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. E Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanının Seçimi ve Göreve Başlaması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. E Yanıtınız yanlış ise “Devlet Denetleme Kurulu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. C Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. A Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanların Sorumluluğu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. C Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanının Görev ve Yetkileri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. D Yanıtınız yanlış ise “Cumhurbaşkanının Sorumluluğu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. C Yanıtınız yanlış ise “Olağanüstü Hâl İlanında Yetki, Usul ve Şekil” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. D Yanıtınız yanlış ise “Olağanüstü Hâl İlanında Yetki, Usul ve Şekil” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. C Araştır Yanıt Anahtarı 6 Araştır 1 Maddi kritere göre yürütme fonksiyonu, kişisel, somut ve subjektif işlemler yapılmasını ifade eder. Araştır 2 Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Cumhurbaşkanı tarafından yürütme yetkisine ilişkin konularda çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir. Türk Anayasa Hukuku 173 Araştır Yanıt Anahtarı 6 Araştır 3 Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların, görevle ilgili cezai sorumluluğu, meclis soruşturması yoluyla Yüce Divana sevk edilerek sağlanır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında meclis soruşturması önergesi, TBMM üye tamsayısının en az salt çoğunluğu tarafından verilebilir. Meclis, önergeyi görüşür ve üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verebilir. Soruşturma açılmasına karar verildikten sonra oluşturulan Meclis soruşturma komisyonunun raporu TBMM’de görüşülür. TBMM, üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla Yüce Divana sevk kararı alabilir. Araştır 4 Anayasa’da belirlenen olağanüstü hâl sebeplerinin ortaya çıkması hâlinde, Cumhurbaşkanı yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl ilan edebilir. Olağanüstü hâl ilanı kararı, verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanının istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl süresini uzatabilir. Savaş hâllerinde bu dört aylık süre aranmaz. Gözler, Kemal (2000a). Kanun Hükmünde Kararnamelerin Hukuki Rejimi. Bursa.  Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku Dersleri. Bursa. Gözübüyük, A.Şeref (2000). Anayasa Hukuku. Ankara. Günday, Metin (1997). İdare Hukuku. Ankara. Güneş, Turan (1965).Türk Pozitif Hukukunda Yürütmenin Düzenleyici İşlemleri. Ankara. Kuzu, Burhan (1993). Olağanüstü hâl Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Olağanüstü hâl Rejimi. İstanbul. Kuzu, Burhan (1985). Türk Anayasa Hukukunda Kanun Hükmünde Kararnameler, İstanbul. Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara. Sağlam, Fazıl (1984). “Kanun Hükmünde Kararname Çıkarma Yetkisinin Sınırları: Uygulamanın Yaygınlaşmasından Doğabilecek Sorunlar”, Anayasa Yargısı. Cilt 1, Ankara. Tanör, Bülent- Necmi Yüzbaşıoğlu (2001). 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul. Teziç, Erdoğan (1996). Anayasa Hukuku. İstanbul. Teziç, Erdoğan (1972). Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Kanun Kavramı. İstanbul. Turhan, Mehmet (1989). Hükûmet Sistemleri ve 1982 Anayasası. Diyarbakır. Kaynakça 174 Bölüm 7 Yargı Anahtar Sözcükler: • Anayasa Mahkemesi • Hâkimler ve Savcılar Kurulu • Soyut Norm Denetimi • Somut Norm Denetimi • Bireysel Başvuru • Hâkimlik Teminatı • Mahkemelerin Bağımsızlığı öğrenme çıktıları 1 Yargı Fonksiyonu 1 Maddi ve şeklî kriterlere göre yargı fonksiyonunu tanımlayabilme 2 Yargının Tarafsızlığı ve Bağımsızlığı 2 Anayasa’da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını ile ilgili olarak yer alan kuralları sıralayabilme 4 Anayasa Yargısı 4 Anayasaya uygunluk denetimi şekillerini açıklayabilme Yargı Düzeni ve Yüksek Yargı Organları 3 3 Yüksek yargı organlarını sıralayabilme 175 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Anayasaya göre yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Mahkeme kararlarının adil olması için mahkemelerin tam anlamıyla bağımsız ve tarafsız davranmaları gerekmektedir. İşte bu bağımsızlık ve tarafsızlığın sağlanması amacıyla Anayasada birtakım güvence ve tedbirlere yer verilmiştir. Yargı bölümünde öncelikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin olarak Anayasada yer alan bu düzenlemeler incelenecektir. Sonrasında Türk yargı sistemi konusu üzerinde durularak, yüksek yargı organlarının neler olduğu açıklanacaktır. Son olarak ise, anayasa yargısı kavramı ve anayasa yargısının gelişimi ve 1982 Anayasası’na göre anayasa yargısı konuları anlatılacaktır. YARGI FONKSİYONU Maddi kritere göre yargı fonksiyonu, hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi ve hukuka aykırılık iddialarının karara bağlanması anlamına gelir. Şeklîorganik kritere göre ise, yargı organlarınca verilen kararlar ile yapılan diğer işlemler yargı işlemidir. Türk Anayasa Hukuku bakımından yargı fonksiyonunun maddi ve şeklî-organik kriterin birlikte kullanılması suretiyle tanımlanması daha doğru olur (Gözler, 2000: 426-428). Çünkü, yargı fonksiyonunun tek başına maddi kriter ya da şeklî-organik kriterle açıklamak mümkün olmamaktadır. Şöyle ki; maddi kritere göre yargı fonksiyonu, hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi ve hukuka aykırılık iddialarının karara bağlanması demektir. Oysa, idarenin bir memura ceza vermesinde veya bir bakanın meclis soruşturması yoluyla Yüce Divana sevk edilmesinde de hukuka aykırılık iddialarının karara bağlandığı söylenebilir. Şeklî-organik kritere göre ise, yargı fonksiyonu, yargı organlarının yaptıkları işlemleri ifade eder. Fakat, yargı organlarının yazı işleri ve idari personelinin işlemleri yargısal değil, idari mahiyettedir. O hâlde, bu iki kriteri birleştirmek suretiyle yargı fonksiyonunu, hukuki uyuşmazlıkların ve hukuka aykırılık iddialarının bağımsız mahkemeler tarafından kesin olarak çözümlenmesi ve karara bağlanması faaliyeti olarak tanımlamak mümkündür. Yargı fonksiyonu yasama ve yürütme fonksiyonundan farklı olarak şu özelliklere sahiptir: 1. Yargı fonksiyonunun amacı, hukuk düzeninin korunması ve adaletin gerçekleştirilmesidir. Yasama fonksiyonu ve yürütme fonksiyonunun amacı ise, kamu yararının gerçekleştirilmesidir. 2. Yargısal işlemde hâkim, önüne getirilen olayla ilgili hukuk kuralını tespit ederek olaya uygular. Bu nedenle, idari işlemlerin inşaî (kurucu) niteliğine karşılık, yargısal işlemler gösterici (tespit edici) bir nitelik taşırlar. 3. Yargısal işlemler kesin hüküm özelliğine sahiptir. Bu nedenle kural olarak kaldırılabilen ve değiştirilebilen yasama işlemleri ve idari işlemlerden farklı olarak, kesinleşmiş yargı kararlarının kaldırılmaları veya değiştirilmeleri mümkün değildir. 4. Yargı fonksiyonunu yürüten organlar (mahkemeler), idari organlardan farklı olarak bağımsızlık özelliğine sahiptirler. Türk Anayasa Hukuku bakımından yargı fonksiyonu hangi kritere göre tanımlanmalıdır? Maddi kriterlere göre yargı fonksiyonunun tanımı ile idarenin bir memura disiplin cezası vermesi işleminin niteliğini karşılaştırın. Yargı fonksiyonunun, yasama ve yürütme fonksiyonundan farklılıklarını anlatın. Öğrenme Çıktısı 1 Maddi ve şeklî kriterlere göre yargı fonksiyonunu tanımlayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş 176 Yargı YARGININ TARAFSIZLIĞI VE BAĞIMSIZLIĞI Yargı kararlarının adil olması için mahkemelerin kesin olarak tarafsız olmaları şarttır. Tarafsızlık hâkimlerin hem dış çevrelerinin hem de kendi kişisel çıkarları, siyasi görüşleri, felsefi düşünceleri ve kanaatlerinin etkisinde kalmadan karar vermeleri anlamında gelir. Mahkemelere tanınan bağımsızlığın amacı da işte bu tarafsızlığı sağlamaktır. Anayasaya göre yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır (m.9). Hâkimler görevlerinde bağımsız olup Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz (m.138). Anayasa, mahkemelerin bağımsızlığını sağlamak üzere “hâkimlik teminatı”nı getirmiştir. Buna göre, “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz (m.139). Yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik bir tedbir de, adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının özlük işlerine bakmakla görevli Hâkimler ve Savcılar Kurulunun getirilmiş olmasıdır (AY.m.159). Mahkemelerin Bağımsızlığı İlkesi Anayasa, yargı yetkisinin, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağını öngörmüştür (m.9). Anayasanın “mahkemelerin bağımsızlığı” başlığını taşıyan 138’inci maddesine göre, hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi, bir mahkemenin, yasama organına, yürütme organına, diğer yargı organlarına ve çevreye karşı bağımsız olmasını gerektirir (Gözler, 2000: 439-441; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 435-436; Kunter, 1986: 320-326): 1. Yasama organına karşı bağımsızlık: Buna göre, yasama organı, belli bir davanın görülmesiyle ilgili olarak kanunla bile bir mahkemeye emir veremez. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz (AY.m.138/3). Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz (AY.m.37/2). 2. Yürütme organına karşı bağımsızlık: Anayasanın (m.138/2), “hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” şeklindeki hükmü, özellikle yürütme organının hâkimler üzerinde baskı kurmasını veya nüfuz kullanmasını önlemeye yöneliktir. Ancak, “yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili olmamak şartıyla” mahkemelere genelge gönderilmesi bağımsızlığı zedelemez (Özbudun, 1998: 332). Bu genelgeler, kalem işleri ve personel yönetimi gibi “idari nitelikteki” işlemlerin yapılmasıyla ilgilidir. Nitekim Anayasaya göre de (m.140/6), hâkimler ve savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdır. 3. Diğer yargı organlarına karşı bağımsızlık: Mahkemeler, üst mahkemelerin itiraz ve temyiz mercii sıfatıyla verdikleri kararlar dışında, kendileri dışındaki mahkemelerin kararlarıyla kural olarak bağlı değildirler. Bu nedenle, üst mahkemelerin alt mahkemelere davaların görülmesiyle ilgili olarak genel nitelikte emir ve talimat vermeleri mümkün değildir. 4. Çevreye karşı bağımsızlık: Mahkemelerin hiçbir etki ve baskı altında kalmadan Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verebilmeleri için, başta basın yayın organları olmak 177 Türk Anayasa Hukuku üzere hiçbir kişi ve kuruluşun yargı kararlarını etkilemeye yönelik bir çaba içinde olmaması gerekir. Anayasanın, “hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemeler ve hâkimlere... tavsiye ve telkinde bulunamaz” (m.138/2) ve “hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev alamazlar” (m.140/5) şeklindeki hükümleri hâkimlerin tarafsızlığının ve çevreye karşı bağımsızlığının korunması amacına yöneliktir. Türk Ceza Kanunu yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişileri ve bu görevlileri hukuka aykırı olarak etkilemeye yönelik olarak yapılan her türlü hareketi cezalandırmaktadır. Türk Ceza Kanunu’na göre (m.288), Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, hukuka aykırı bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, elli günden az olmamak üzere adli para cezası ile cezalandırılır. Yine Türk Ceza Kanunu’na göre (m.277), Görülmekte olan bir davada gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek veya bir haksızlık oluşturmak amacıyla, davanın taraflarından birinin, sanığın, katılanın veya mağdurun lehine veya aleyhine sonuç doğuracak bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kanuna göre yargı görevi yapan deyimi ile; yüksek mahkemeler, adlî ve idarî mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar kastedilmektedir (TCK m. 6/1-d). Hâkimlik Teminatı Yargı bağımsızlığının sağlanması sadece mahkemelere bağımsızlık tanınması ile gerçekleştirilemez. Bunun için hâkimlere de tayin, terfi, görevden alma, maaş ve diğer özlük haklarıyla ilgili güvenceler tanınarak, onların her türlü maddi ve manevi baskıdan uzak olarak huzur ve sükûn içinde tam bir serbestlik ve tarafsızlıkla görev yapabilmelerine imkân hazırlanmalıdır. İşte hâkimlere tanınan bu kişisel güvencelere “hâkimlik teminatı” adı verilmektedir (Kuru, 1966: 29). Hâkimlik teminatı, kural olarak savcıları da kapsamaktadır. Anayasanın “hâkimlik ve savcılık teminatı”nı düzenleyen 139’uncu maddesine göre, hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır. Anayasa ile tanınan “hâkimlik teminatı”nın uygulamada tam olarak gerçekleşebilmesi için, yasama ve yürütme organının azil dışında kalan bir takım yöntemlerle hâkim ve savcıların mesleki hayatını ve özlük haklarını olumsuz olarak etkileyen işlemler yapamamaları gerekir (Özbudun, 1998: 333). Yasama ve yürütme organının hâkimlik teminatını zayıflatıcı nitelikte düzenleme ve işlemler yapmasını önlemek için Anayasa şu hükümlere yer vermiştir (m.140/2-4): “Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler. Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hâlleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir. Hâkimler ve savcılar altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler; askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunda gösterilir.” Hâkimlik teminatı, hâkimlerin her türlü maddî ve manevî baskıdan uzak olarak huzur ve sükûn içinde tam bir serbestlik ve tarafsızlıkla görev yapabilmelerine imkân sağlayan kişisel güvencelerdir. 178 Yargı Anayasanın bu hükmünde belirtilen hâkim ve savcıların mesleki hayatları ve özlük haklarına ilişkin hususlar, 24.2.1983 tarih ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile düzenlenmiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu Hâkimlik teminatının gerçekleştirilebilmesi için, hâkimlerin tayin, terfi, nakil, denetim ve disiplin gibi özlük işlerinin yürütme organı dışında kalan bir organ tarafından yürütülmesi zorunludur. Bu nedenle Anayasa (m.159), hâkimlerin özlük işleri hakkında karar vermek üzere, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup görev yapacak olan Hâkimler ve Savcılar Kurulu oluşturulmasını öngörmüştür. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun görevleri şunlardır (AY.m.159,f.8): 1. Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapmak. 2. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlamak. 3. Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek. 2017 değişikliğiyle yapısı yeniden düzenlenen ve üyelerin TBMM ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesini öngören Anayasanın 159’uncu maddesine göre (f.2- 4): “Hâkimler ve Savcılar Kurulu onüç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır. Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır. Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir.” 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilirken bakanlıklardaki müsteşarlıklar kaldırılmış, müsteşarların görevlerini bakan yardımcılarının yerine getirmesi öngörülmüştür. Bu nedenle Hakimler ve Savcılar Kurulu Kanununa şu hüküm eklenmiştir: “Mevzuatta Hakimler ve Savcılar Kuruluna ilişkin olarak Adalet Bakanlığı Müsteşarına verilen görevler, Adalet Bakanlığının bu işlerle görevlendirilen bakan yardımcısına verilmiş sayırlır” (Ek Madde 2). Kanunun 3’üncü madesinde (f.5) yapılan değişiklikle de Adalet Bakanlığı müsteşarı yerine Kurula “ilgili bakan yardımcısı”nın üye olarak katılacağı belirtilmiştir. Hâkimler ve savcılar altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler ve kendileri istemedikçe bu yaştan önce emekliye ayrılamazlar. Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyeleri Cumhurbaşkanı ve TBMM tarafından seçilir. dikkat Hâkimler ve Savcılar Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar 179 Türk Anayasa Hukuku Anayasa’nın 159’uncu maddesinde (f.9) hâkim ve savcıların denetlenmesiyle ilgili olarak şu düzenleme yer almaktadır: Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun ve diğer mevzuata (hâkimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir. 2010 değişikliğiyle mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerinin bir gereği olarak, hakim ve savcıların görevleriyle ilgili denetimi başlatma yetkisi Adalet Bakanlığından alınarak Hakimler ve Savcılar Kuruluna verilmiş ve bu denetimi yapacak müfettişler de “Kurul müfettişi” olarak adlandırılmıştır. Bu değişiklikle sürekli eleştiri konusu bir husus düzeltilmiştir. Adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden denetimi ise Adalet Bakanlığınca yapılır. Anayasanın 2010 değişikliğiyle yeniden düzenlenen 144’üncü maddesine göre, “Adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır.” Anayasanın ilk düzenlemesinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunun kararları tümüyle yargı denetimi dışında tutulmuştu. 2010 değişikliğiyle Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır (m.159, f.10). Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yalnızca meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açıktır. dikkat BAŞKAN VE TABİÎ ÜYE DIŞINDAKİ HSK ÜYELERİNİN BELİRLENMESİ Cumhurbaşkanı ÜÇ ÜYE: Birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından BİR ÜYE: Birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından TBMM ÜÇ ÜYE: Yargıtay üyeleri arasından BİR ÜYE: Danıştay üyeleri arasından ÜÇ ÜYE: En az bir öğretim üyesi ve en az bir avukat olmak şartıyla, hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Şekil 7.1 180 Yargı YARGI DÜZENİ VE YÜKSEK YARGI ORGANLARI Yargı fonksiyonunun yerine getirilmesi, yargı organına aittir. Anayasaya göre yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır (m.9). Anayasa, kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemek için Anayasa Mahkemesini; temyiz mercii olarak idari yargı alanında Danıştayı, adli yargı alanında Yargıtayı; mahkemeler arasındaki görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmek için Uyuşmazlık Mahkemesini; idarenin mali denetimi alanında görev yapmak üzere Sayıştayı ve seçim uyuşmazlıklarını kesin karara bağlamak üzere Yüksek Seçim Kurulunu öngörmüş bulunmaktadır. 1982 Anayasası ile getirilen askerî mahkemeler ise 2017 değişikliğiyle kaldırılmış bulunmaktadır. Bundan böyle askeri uyuşmazlıklar da genel mahkemelerce görülecektir. Anayasanın 2017 değişikliğiyle getirilen hükmüne göre, “Disiplin mahkemeleri dışında askerî mahkemeler kurulamaz. Ancak savaş halinde, asker kişilerin görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askerî mahkemeler kurulabilir.” Anayasa Yargısı ve Anayasa Mahkemesi Kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve bazı parlamento kararlarının anayasaya uygunluğunun denetlenmesi anlamına gelen anayasa yargısı alanında görevli olan mahkeme Anayasa Mahkemesidir. Anayasa yargısı ve Anayasa Mahkemesi aşağıda geniş olarak incelenecektir. Adli Yargı ve Adli Yargı Organları Adli yargı: Geniş bir uygulama alanına sahip olan adli yargı, hukuk ve ceza yargısından oluşmaktadır. Diğer yargı kollarının görevine girmeyen davalara adli yargıda bakılır. Hukuk yargısının konusu, hukuk mahkemelerinin özel hukuk alanındaki faaliyetleridir. Ceza yargısının konusu ise suç oluşturan fiillerin cezalandırılmasıdır. Hukuk mahkemeleri ve ceza mahkemeleri olarak ikiye ayrılan adli mahkemelerin teşkilâtı 26.9.2004 tarih ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun ile yeniden düzenlenmiştir. Adli yargı teşkilâtı, üç dereceli olup hukuk ve ceza mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay’dan oluşmaktadır. İlk Derece Mahkemeleri Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanuna göre, adli yargı ilk derece mahkemeleri, hukuk ve ceza mahkemeleridir (m.2). Hâkimler ve Savcılar Kurulunun kararlarına karşı yargı yoluna gidilebilir mi? 2010 Anayasa değişikliklerinden önce Hâkimler ve Savcılar Kurulunun kararlarının yargısal denetimini ile bu değişiklikten sonra Kurul kararlarının yargısal denetimi konusunu karşılaştırın. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını arkadaşlarınıza anlatın. Öğrenme Çıktısı 2 Anayasa’da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile ilgili olarak yer alan kuralları sıralayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş 181 Türk Anayasa Hukuku Hukuk mahkemeleri, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan diğer hukuk mahkemeleridir (m.4). Belirli kişiler arasında çıkan uyuşmazlıklara veya belli konularla ilgili uyuşmazlıklara bakan mahkemelere özel mahkemeler denir. Örneğin, iş mahkemeleri, kadastro mahkemeleri, tüketici mahkemeleri gibi. Ceza mahkemeleri, sulh ceza hakimliği, asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri ile özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleridir (m.8). İkinci Derece Mahkemeleri: Bölge Adliye Mahkemeleri Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanuna göre, adli yargı ikinci derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleridir (m.3). Bölge adliye mahkemeleri, bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen yerlerde, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur. Bölge adliye mahkemelerinin yargı çevrelerinin belirlenmesine, değiştirilmesine veya bu mahkemelerin kaldırılmasına Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Kurulunca karar verilir (m.25). Hukuk Muhakemeleri Kanunu (m. 341/1) ve Ceza Muhakemesi Kanununa (m.272) göre, ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlara karşı istinaf yoluna (bölge adliye mahkemesine) başvurulabilir. Üçüncü Derece Mahkemesi: Yargıtay Adli yargı alanında en üst mahkeme, Yargıtaydır. Yargıtay, adlîye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı nihai kararları ve hükümleri son merci olarak inceleyip karara bağlar. Ayrıca, kanunla belirtilen davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar (AY.m.154/1). Bunun dışında Yargıtay, ülkede adli yargı alanında içtihat birliğini sağlamakla görevli üst mahkemedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre (m. 361/1), bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre de, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir (m.286). Bölge adliye mahkemelerinin temyiz edilemeyecek (kesin) kararları ise yine bu Kanunlarda sayılmış bulunmaktadır. Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile gizli oyla seçilirler (AY.m.154/2). Yargıtay’ın teşkilâtı, Yargıtay Kanunu ile düzenlenmiştir. İdarî Yargı ve İdarî Yargı Organları İdari yargı, idari mercilerin idare hukuku alanındaki faaliyetlerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümlenmesini konu alan yargı yoludur. İdarî yargının kapsamına devletin merkez ve taşra teşkilatına mensup organları ile belediyeler gibi kamu kuruluşlarının idare hukuku çerçevesindeki işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların görülmesi girer. 1982 yılında idari yargı ve vergi yargısı alanında köklü düzenlemeler yapılmış ve yeni bir yargı sistemi kurulmuştur. Bu tarihten önce idari yargı ve vergi yargısı mercileri, yargı görevinden ziyade idari görevleri yürütmekle görevli organlar olarak çalışmaktaydılar. 1982 yılında çıkarılan yeni kanunlarla idare mahkemeleri, vergi mahkemeleri ve bölge idare mahkemeleri kurulmuştur. Bunun yanı sıra bu yargı organlarının yargılama usullerini ve çalışma yöntemlerini belirlemek üzere İdarî Yargılama Usulü Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun idari yargı ile beraber vergi yargısına ilişkin usul kurallarını da ihtiva eden genel bir kanundur. 2014 yılında yapılan düzenlemelerle Bölge İdare Mahkemeleri istinaf mahkemelerine dönüştürülmüş, kanun yolları da buna göre yeniden düzenlenmiştir. İlk Derece Mahkemeleri (1) İdare Mahkemeleri, 1982 yılında çıkarılan 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun ile idare mahkemeleri kurulması öngörülmüştür. İdare mahkemeleri, genel idari yargı alanında ilk derece mahkemeleri olup kanunlarla başka yargı yerlerinin görev alanına bırakılmayan, yani Yargıtay üyeleri Hâkimler ve Savcılar Kurulunca seçilir. 182 Yargı vergi mahkemelerinin görevine girmeyen davalar ile ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda çözümlenecek olanlar dışındaki iptal davalarını, tam yargı davalarını, genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaları ve kanunlarla verilen diğer işleri çözümler (BİMVMK. m.5). (2) Vergi Mahkemeleri Vergi mahkemeleri vergi uyuşmazlıklarında ilk derece mahkemesi olarak görev yapan yargı organlarıdır. Vergi mahkemelerinin görevleri; genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunlara ilişkin zam ve cezalar ile tarife uyuşmazlıkları ve bu konularda Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un uygulanmasından doğan uyuşmazlıkları çözmek ve diğer kanunlarla verilen görevleri yerine getirmektir (BİMVMK.m.6). Üst Derece Mahkemeleri (1) Bölge İdare Mahkemeleri, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı yapılacak istinaf başvurularını inceleyip karara bağlamak ve yargı çevresindeki idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkan görev ve yetki uyuşmazlıklarını kesin karara bağlamakla görevli mahkemelerdir. Bölge idare mahkemeleri ilk defa 1982 yılında çıkarılan 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’la kurulmuş, daha sonra da bu Kanun’da 2014 yılında yapılan değişiklikle istinaf mahkemelerine dönüştürülmüştür. (2) Danıştay İdarî yargı ve vergi yargısında temyiz mercii olan Danıştay, Anayasa (m.155) ile görevlendirilmiş bulunan bir yüksek mahkeme, danışma ve inceleme organıdır. Danıştay, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay Kanunu’nda (m.24) gösterilen alanlarda açılan iptal (örneğin, Cumhurbaşkanı kararları) ve tam yargı davalarını doğrudan doğruya karara bağlar. Danıştay, temyiz mercii olarak da Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 46’ncı maddesinde sayılan kararlarını inceleyerek çözümler. Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu, idare mahkemelerince verilen ısrar kararlarını ve idari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararlarını temyizen inceler. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu da, vergi mahkemelerinden verilen ısrar kararlarını ve vergi dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararlarını temyizen inceler (Danıştay Kanunu, m.38). Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin kanunda sayılan bazı davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda, temyiz edilebilir (İYUK, m.46). Danıştay üyelerinin dörtte üçü, birinci sınıf idari yargı hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Kurulu; dörtte biri, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilir (AY.m.155/3). Uyuşmazlık Mahkemesi Anayasa’ya göre (m.158), Uyuşmazlık Mahkemesi adlî ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir. Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluşu, üyelerinin nitelikleri ve seçimleri ile işleyişi, 12.6.1979 tarih ve 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Bu Mahemenin başkanlığını Anayasa Mahkemesince, kendi üyeleri arasından görevlendirilen üye yapar. Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır (AY.m. 158/3). Sayıştay Anayasa’nın 160’ıncı maddesinde düzenlenen Sayıştay biri idari, diğeri yargısal olmak üzere iki görevi vardır. Sayıştay idari görevi, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına incelemek ve denetlemektir. Sayıştay bu görevini yaparken idari bir organ durumundadır. Danıştay üyelerinin dörtte üçü, Hâkimler ve Savcılar Kurulu; dörtte biri, Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. 183 Türk Anayasa Hukuku Sayıştay’ın yargısal görevi ise, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleriyle ilgili sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamaktır. Sayıştay’ın bu kararları hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yoluna başvurabilirler. Bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamaz. Sayıştay bu görevini yerine getirirken mahkeme statüsündedir. Vergi, benzeri mali yükümlülükler ve ödevler hakkında Danıştay ile Sayıştay kararları arasındaki uyuşmazlıklarda Danıştay kararları esas alınır. Sayıştay’ın kuruluşu, işleyişi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri 6085 sayılı Sayıştay Kanunu ile düzenlenmiştir. Seçim Yargısı ve Yüksek Seçim Kurulu Seçimlerin yönetim ve denetimi ile görevlendirilen (AY.m.79) Yüksek Seçim Kurulu her ne kadar Anayasanın “Yüksek Mahkemeler” bölümünde düzenlenmemişse de seçimlerle ilgili olarak sadece idari değil, yargısal nitelikte de görevlere sahiptir. Anayasa’nın 79’uncu maddesine göre, Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz. Yüksek Seçim Kurulunun, seçim uyuşmazlıklarının kesin karara bağlama görevi yargısal bir faaliyettir. Ayrıca, il ve ilçe seçim kurulları da, il ve ilçe düzeyinde seçim uyuşmazlıklarını çözümleyen alt derece seçim yargısı organları durumundadırlar. Danıştay ve Yargıtay üyelerini kim seçer? Yüksek Mahkemelerin üyelerinin seçimini, Cumhurbaşkanın görev, yetki ve sorumluluğu konularıyla birlikte değerlendirin. Yargı düzenini genel hatlarıyla arkadaşlarınıza anlatın. Öğrenme Çıktısı 3 Yüksek yargı organlarını sıralayabilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş ANAYASA YARGISI Anayasa Yargısı Kavramı ve Anayasa Yargısının Gelişimi Geniş anlamda anayasa yargısı, anayasaya uygunluğu sağlamak amacına yönelik her türlü yargı işlemini veya anayasal sorunların yargısal usullerle çözümlenmesi sürecini ifade eder. Dar anlamda anayasa yargısı ise kanunların ve diğer bazı yasama işlemlerinin anayasaya uygunluğunun yargı organları tarafından denetlenmesi anlamına gelir. Anayasa yargısının ortaya çıkışı ve bir müessese olarak kabulü oldukça yeni sayılabilecek bir olgudur. İlk olarak Amerika Birleşik Devletlerinde, devletin federal yapıya sahip olmasından kaynaklanan sebeplerle ortaya çıkmış, daha sonraları ise insan hak ve hürriyetlerinin yasama organına karşı korunması düşüncesi, anayasa yargısının temel amacı olmuştur. Avrupa’da ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında, geçmişte yaşanan acı tecrübelerin bir sonucu olarak insan hak ve hürriyetlerinin etkin bir şekilde korunması zorunluluğu 184 Yargı kabul edilmiş, bu da anayasa yargısını gündeme getirmiştir. Anayasa yargısının giderek yaygınlık kazanmış olmasının sebeplerini, Kıta Avrupası’nda demokrasi anlayışının gelişme göstererek farklı bir içerik kazanması, kuvvetler ayrılığı kavramındaki gelişmeler, anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesinin yerleşmesi ve en önemli olarak da insan haklarının yasama organı karşısında korunması olarak sayabiliriz. Parlamentonun egemenliği, ya da üstünlüğü ilkesine dayalı çoğunlukçu demokrasi anlayışında anayasa yargısına yer verilmemektedir. Çünkü, parlamentonun egemenliği anlayışında, parlamento hukuken sınırsızdır ve yasama işlemlerinin bağımsız yargı organlarınca denetlenmesi söz konusu değildir. Bu anlayışa göre, seçimle oluşan ve siyasal bir organ olan parlamento üzerinde yargı organları vesayet kuramaz. Zira yasama organı, egemenlik yetkisini kullanan yegâne organdır. Çoğulcu demokrasi anlayışında ise, anayasanın üstünlüğü ve bunu sağlamak üzere de katı anayasa ve kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi sistemi geçerlidir (Özbudun, 1993: 158). Anayasa yargısını kabul etmeyen ülkeler arasında, İngiltere, Yeni Zelanda, İsrail, Belçika, Finlandiya, Lüksemburg, Hollanda ve İsviçre sayılabilir (Lijphart 1996: 129 Tablo 11/2). Bilindiği gibi bu ülkelerin bazıları, başta İngiltere olmak üzere, anayasa yargısının ön-şartlarından olan yazılı ve katı anayasalara da sahip değildirler. Parlamentonun egemenliği anlayışı karşısında, anayasa yargısının gelişmesi, anayasanın, yasama yetkisini, halkı temsil eden parlamentoya, anayasaya uygun olarak yerine getirmesi şartıyla verdiği, “kanunların ancak anayasaya saygı içerisinde genel iradeyi ifade edeceği” düşüncesi ile mümkün olmuştur (Vedel, 1993: 70). Anayasa yargısının meşruiyeti, onun, demokratik sistemi ve insan haklarını koruma işlevinden kaynaklanır. Kanunların anayasaya uygunluğunun sağlanması bakımından, anayasa yargısı dışında bir yöntem ise siyasal denetim usulüdür. Anayasa yargısını benimseyen ülkelerde de kullanılabilen bir usul olmakla birlikte, parlamentonun egemenliği anlayışının geçerli olduğu çoğunlukçu demokrasi modeline daha uygun düşen siyasal denetimde, devlet başkanına kanunlar üzerinde veto yetkisi vermek, ikinci meclislere, yasama meclisi komisyonları ya da siyasal organlarca seçilmiş özel bir kurula anayasaya uygunluğu inceleme yetkisi tanımak gibi usuller kullanılabilmektedir (Teziç, 1996: 72-175; Özçelik, 1984: 177-180). Ancak siyasal denetimin, kişi haklarının korunmasında yeterli bir güvence sağlamaması, anayasa yargısının yaygınlık ve üstünlük kazanmasına yol açmıştır (Teziç, 1996: 176-177). Türkiye’de, kanunların anayasaya uygunluğunun siyasal denetimi 1876 ve 1924 Anayasaları tarafından benimsenmiştir. Ayrıca 1961 ve 1982 Anayasalarının, anayasa yargısı ile birlikte bazı siyasal denetim usullerine de yer vermiş olduğunu görmekteyiz. Anayasa yargısının kabul edilmesi hâlinde, denetimi yapan yargı organının niteliği (genel mahkemeler - özel mahkeme), konunun mahkemeye götürülüş biçimi (soyut norm denetimi-somut norm denetimi veya iptal davası-itiraz yolu) ve mahkeme kararlarının kapsam ve sonuçları (herkes için -ergaomnes- iptal ve yalnız tarafları bağlayıcı -interpartes- karar) bakımından bazı farklı tercihler bulunmaktadır (Özbudun, 1998: 342). Ancak bu farklı yöntemlerden bazılarının birlikte kabul edilmesi de mümkündür. Demokratik ülkelerin büyük çoğunluğunda kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi kabul edilmiştir. Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, denetimi yapan yargı organı bakımından, merkezileşmiş (özel mahkeme sistemi) ve merkezileşmemiş (genel mahkemelerin yetkili olması) yargısal denetim olarak ikiye ayrılmaktadır. Merkezileşmiş modelde, anayasaya uygunluğun denetimi yetkisi, kural olarak bu amaçla kurulmuş özel bir mahkemeye (anayasa mahkemesi) ya da ülkenin en yüksek yargı organına verilmektedir. Anayasa yargısının benimsendiği ülkelerin büyük çoğunluğunda merkezileşmiş sistem tercih edilmiştir. Merkezileşmemiş modelde ise, kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi için, özel bir mahkeme kurulmayıp, bu yetki genel mahkemeler tarafından kullanılmaktadır (Özbudun, 1993: 159-160). Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, denetimin yapıldığı zamana göre ise, önleyici denetim ve düzeltici (bastırıcı) denetim şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Anayasa yargısında bu iki yoldan genellikle birisi tercih edilmekle birlikte, ikisinin çeşitli şekillerde birleştirildiği de görülmektedir (Özbudun, 1993: 160-161; Kaboğlu, 1994: 41). 185 Türk Anayasa Hukuku Anayasaya uygunluk denetiminin, denetlenecek normun henüz yürürlüğe girmesinden önce yapıldığı önleyici denetim yöntemi, tipik olarak Fransa’da uygulanmakta olup, fazlaca yaygın değildir (Kaboğlu, 1994: 41-43; Özbudun, 1993: 160). Bir normun yürürlüğe girmesinden sonra denetlenmesi ise düzeltici ya da bastırıcı denetim yöntemi olarak adlandırılmaktadır. Anayasaya aykırılığın mahkemeye intikal ettirilmesi bakımından soyut norm denetimi, somut norm denetimi ve anayasa şikayeti yöntemleri bulunmaktadır. Bu tercihler de, ayrı ayrı ya da bir arada benimsenebilmektedir. Anayasaya aykırılık iddiası ve denetiminin, herhangi bir dava ile ilgili olmaksızın, yani uyuşmazlık çıkmadan yapıldığı soyut norm denetimi (iptal davası yolu), Avusturya, Almanya, İtalya, Fransa, Türkiye, İspanya, Portekiz, Belçika, Polonya ve Romanya’da uygulanmaktadır (Kaboğlu, 1994: 50-57; Teziç, 1996: 201-204). Bir mahkemede görülmekte olan bir uyuşmazlığa uygulanacak olan bir kanun hükmünün anayasaya uygun olup olmadığı sorununun ortaya çıkması hâlinde yapılan somut norm denetimi (itiraz yolu), aynı zamanda soyut norm denetimine de yer veren Avusturya, İtalya, Portekiz, Türkiye tarafından benimsenmiş olup, ABD’de uygulanan yöntem de budur (Teziç, 1996: 195-201). Kişilerin anayasal güvenceye sahip hak ve hürriyetlerinin, anayasa ve kanunlarda öngörülen usullerle korunmasını sağlayan, hakları ihlal edilen kişilerce belli şartlar çerçevesinde kullanılabilen ve sadece kanuna karşı değil, genellikle bütün kamusal işlemlere karşı anayasa mahkemesinde açılabilen bir dava olarak anayasa şikayeti, başka bir ifadeyle bireysel başvuru üzerine denetim yöntemi ise başta Almanya olmak üzere, Avusturya, İspanya, Portekiz, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde kabul edilmiştir (Kaboğlu, 1994: 62-65). Kişisel başvuru 2010 Anayasa değişikliği ile Türkiye’de de kabul edilmiştir. Anayasa yargısı bakımından ortaya çıkan diğer bazı tercihler ise, anayasaya uygunluk denetiminin konusuna giren normlar ve işlemler; uygunluk denetiminin kapsam ve sonuçları; uygunluk denetiminde “ölçü normlar” (referans normlar); ve anayasa mahkemelerine tanınacak işlevler bakımından söz konusu olabilmektedir (Kaboğlu, 1994: 65- 131; Teziç, 1996: 178-195, 204-214). Türkiye’de Anayasa yargısına ilk olarak 1961 Anayasası’nda yer verildiğini görmekteyiz. Bu döneme kadar, 1876 ve 1924 Anayasalarında yasama organının kanunlarının bir yargı organı tarafından denetlenmesi fikri kabul edilmemiştir. 1961 Anayasası ile öngörülen Anayasa Mahkemesine, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilerek Resmî Gazete’de yayımlanan kanunların ve TBMM içtüzüklerinin Anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi verilmiştir. Bu dönemde Anayasa Mahkemesinin, Anayasa’da belirtilmeksizin Anayasa değişikliklerini de esastan denetlemesi üzerine 1971 yılında Anayasada yapılan bir değişiklikle Mahkemenin Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından denetleyebileceği hükmü getirildi. Ancak Anayasa Mahkemesi daha sonra da şekil denetimi yaptığı iddiasıyla, Anayasa değişikliklerini gerçekte esas bakımından denetlemeye devam etti. 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’nın anayasa yargısına ilişkin düzenlemelerini büyük ölçüde aynen kabul etmiş, ancak Anayasa Mahkemesinin yukarıda açıklandığı gibi yetkilerini aşması sebebiyle, bazı konularda sınırlamalar getirmiştir. Bu sınırlardan en önemlisi, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini sadece Anayasada belirtilen bazı şeklî sebeplerle denetleyebileceğinin belirtilmesi ve bu konuda esastan denetlemenin kesinlikle yasaklanmış olmasıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa Mahkemesinin Statüsü ve Kuruluşu 1982 Anayasası’nın düzenlemesine göre, Anayasa Mahkemesi kanunların Anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli, “özel bir mahkeme” statüsündedir. 1982 Anayasası’nın ilk düzenlemesinde Anayasa Mahkemesi, on bir asıl ve dört yedek üyeden oluşmakta iken, 2010 değişikliğiyle yedek üyelik kaldırılmış, üye sayısı onyedi olarak belirlenmiş, emeklilik yaşına kadar olan görev süresi on iki yıl olarak kısaltılmış, Mahkemenin yapısı ve üyelerin seçilmesi yönteminde de bazı değişiklikler yapılmıştır. 2017 değişikliği ile de askeri yüksek mahkemelerin kaldırılması ve bu mahkemelerden üye seçilmesine son verilmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesinin üye sayısı onbeşe düşürülmüştür. Ancak askeri mahkemelerden seçilen üyelerin görevlerinin sona ereceği tarihe kadar üyeliklerinin devam etmesi öngörülmüştür. 186 Yargı Anayasa’nın 146’ncı maddesine göre: Anayasa Mahkemesi onbeş üyeden kurulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur. Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer. Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırk beş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör On beş üyeden oluşan Anayasa Mahkemesi’nin üç üyesi Türkiye Büyük Millet Meclisi, on iki üyesi ise Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. ANAYASA MAHKEMESİ ÜYELERİNİN BELİRLENMESİ TBMM (Gösterilen Adaylar Arasından Seçer) BİR ÜYE: Baro Başkanlarınca CUMHURBAŞKANI (Gösterilen Adaylar Arasından/Doğrudan Seçer) ÜÇ ÜYE: Yargıtay Genel Kurulunca İKİ ÜYE: Danıştay Genel Kurulunca ÜÇ ÜYE: Yükseköğretim Kurulunca İKİ ÜYE: Sayıştay Genel Kurulunca DÖRT ÜYE: Aday Gösterme Süreci Olmadan Şekil 7.2 187 Türk Anayasa Hukuku veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır. Anayasanın ilk düzenlemesinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin emeklilik yaşına kadar çalışması öngörülmüş iken, 2010 değişikliğiyle görev süresi on iki yıla düşürülmüştür. Ancak üyelerin bu süre dolmadan emeklilik yaşı olan altmış beş yaşı doldurmaları hâlinde görevleri sona erer ve emekliye ayrılırlar (AY.m.147,f.1). Anayasa Mahkemesi üyelerinin hangi organ tarafından seçilmesinin daha uygun olacağı sorunu, üzerinde farklı görüşlerin bulunduğu oldukça tartışmalı bir konudur. Anayasa mahkemesi üyelerinin belirlenmesi konusunda genel olarak, üyelerin yasama organınca seçilmesi veya seçme yetkisinin yasama, yargı, hükûmet ve devlet başkanı arasında paylaştırılması gibi yöntemler bulunmaktadır. Türkiye’de Anayasa Mahkemesi üyelerinin belirlenmesi yöntemi, Avrupa ülkelerinin ortak uygulamasından uzak ve demokratik olmayan bir niteliğe sahiptir (Kaboğlu, 1994: 26-27). Her ne kadar 2010 değişikliğiyle üç üyenin Meclis tarafından seçilmesi kabul edilmişse de, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında bunun yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle Meclisin seçeceği üye sayısı artırılmalıdır. Öte yandan Anayasa Mahkemesine seçilecek üyelerde aranacak nitelikler demokratik ülkelerdeki düzenlemelere paralel olarak yeniden belirlenmelidir. Anayasa Mahkemesinin Görevleri 1. Kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetlemek; Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından incelemek ve denetlemek (AY.m.148/1). Kanun hükmünde kararnameler ise, 2017 yılında Anayasada yapılan değişiklik ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler, yürürlükten kaldırılmadıkça geçerliliğini sürdürür. Yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler hakkında somut norm denetimi yolunun işletilebilmesi mümkündür (AY. Geçici madde 21/F). 2. Bireysel başvuruları karara bağlamak (AY.m.148). 3. Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlarını görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan (Ceza Mahkemesi) sıfatıyla yargılamak. Cumhurbaşkanını görevi ile ilgili suçların yanı sıra kişisel suçlarından dolayı yargılamak (AY. m.105). Yüce Divan’da savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı yapar. Yüce Divanın kararları kesindir (AY.m.148). 2017 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerden önce, bakanlar kurulu üyeleri, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi başkan ve üyeleri, başsavcıları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlar bakımından Yüce Divan’da yargılanıyordu. Bu nedenle birlikte yapılan ilk Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi sonucunda, Cumhurbaşkanının göreve başladığı tarihten önce görev yapmış Bakanlar Kurulu üyeleri, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar. Kaldırılan Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi başkan ve üyeleri, başsavcıları ile Jandarma Genel Komutanı, 27/4/2017 tarihinden önce görevleriyle ilgili işledikleri suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar (6216 sayılı Kanun, Geçici Madde 2). 4. Siyasi partilerin kapatılması davalarına bakmak (AY.m.69/4). 5. Siyasi partilerin mali denetimini yapmak (AY.m.69/3). 6. Milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına veya üyeliklerinin düştüğüne dair TBMM kararlarına karşı açılan iptal davalarına bakmak (AY.m.85). 188 Yargı Anayasaya Uygunluk Denetiminin Konusu Denetime Tâbi Normlar Kanunlar Anayasa’nın 148’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi kanunların Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Türk anayasa hukuku bakımından kanunun şeklî anlamda tanımlandığını daha önce görmüştük. Dolayısıyla, anayasa yargısı bakımından da kanun “şeklî anlamda” kanundur. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan kural işlem niteliğindeki kanunların yanı sıra, kural işlem niteliğinde olmayan (örneğin, bütçe kanunları gibi) kanunlar da Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbidirler (Özbudun, 1998: 350). Anayasa Değişiklikleri Anayasa’nın 148’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi, “Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler.” Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetimi aşağıda “Anayasanın değiştirilmesi” bölümünde incelenecektir. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri Anayasa’nın 148’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin denetimi daha önce incelendiği için burada tekrar değinmiyoruz. TBMM İçtüzüğü Anayasa’nın 148’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler. İçtüzüklerin denetimi de daha önce incelendiği için burada tekrar değinmiyoruz. Denetim Dışında Tutulan Normlar Milletlerarası Antlaşmalar Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrasına göre, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Olağanüstü Hâl Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri Anayasa’nın 148’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, “olağanüstü hâllerde ve savaş hâllerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.” Parlamento Kararları Parlamento kararları, TBMM İçtüzüğü (AY.m.148/1), yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve milletvekilliğinin düşürülmesi kararları (AY.m.85) hariç, Anayasa Mahkemesinin denetimine tâbi değildir. Çünkü parlamento kararları vatandaşlara yükümlülük getirici nitelikte değildir. Ancak kanun niteliğinde olan parlamento kararlarının Anayasa Mahkemesince denetlendiğine daha önce değinmiştik. İstisnaî olarak denetim kapsamına alınan TBMM İçtüzüğü ile dokunulmazlığın kaldırılması ve üyeliğin düşürülmesi kararlarının denetimi ise ilgili bölümlerde incelenmiştir. İnkılâp Kanunları Anayasanın İnkılap Kanunlarının korunması başlığını taşıyan 174’üncü maddesine göre “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacı güden, aşağıda gösterilen İnkılap Kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.” Anayasa’nın 174’üncü maddesinde sayılan kanunlar şunlardır: 1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu. 189 Türk Anayasa Hukuku 2. 25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun. 3. 30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun. 4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle Kabul Edilen, Evlenme Akdinin Evlendirme Memuru Önünde yapılacağına Dair Medeni Nikah Esası ile Aynı Kanunun 110’uncu Maddesi Hükmü. 5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın kabulü Hakkında Kanun. 6. 1 Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun. 7. 26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun. 8. Kanunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun. Anayasaya Uygunluk Denetimi Şekilleri (Denetim Yolları) Anayasaya uygunluk denetimi iptal davası, itiraz yolu ve bireysel başvuru olmak üzere üç şekilde gerçekleşebilir. Soyut Norm Denetimi (İptal Davası) İptal davası (soyut norm denetimi), belirli organların, kamu otoritelerinin veya kişilerin bir kanunun aleyhine, anayasaya aykırılık davası açması ile yetkili mahkemece yapılan anayasaya uygunluk denetimidir (Kıratlı, 1966: 28). İptal davasının, genel korunma davası ve organ davası olmak üzere iki türü vardır. Genel korunma davası, belli bir menfaat şartı aranmaksızın, herhangi bir kanunun anayasaya aykırılığı iddiasıyla yetkili kılınan kişi veya organlarca açılabilen bir davadır. Organ davası ise, belirli organ ve kurumlar tarafından, kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlardaki kanunların anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan davadır. İptal davası, doğrudan doğruya kişilerin menfaatlerinin korumasını değil, anayasaya aykırı normların iptaline imkân hazırlayarak hukuk düzenini bu kurallardan arındırmayı ve anayasanın üstünlüğünü gerçekleştirmeyi amaçlayan bir dava türüdür. Bu nedenle iptal davasının kamusal bir amacı ve niteliği vardır. İptal Davası Açma Yetkisi Anayasa, iptal davası açabilme yetkisini herkese değil, sadece belli makam, kurum ve topluluklara tanımış, bunun yanı sıra bu davanın açılmasını bir takım şartlara bağlamıştır. 1982 Anayasası iptal davası olarak genel korunma davasını düzenlemiş, organ davasına yer vermemiştir. Buna göre, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve TBMM İçtüzüğünün tamamının veya bazı hükümlerinin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmaya yetkili kişi ve organlar Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubu ile TBMM üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeleri olarak sayılmıştır (m.150). Kanunların ve anayasa değişikliklerinin şekil bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptal davası açma yetkisi ise sadece Cumhurbaşkanı ve TBMM üye tamsayısının beşte biri tutarındaki üyelere tanınmıştır (m.148,f.2). İptal davası açabilecek siyasi parti gruplarının, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki üye sayılarında eşitlik bulunması halinde, son milletvekili genel seçiminde alınan geçerli oy sayısına göre dava açma yetkisi belirlenir (6216 sayılı Kanun, m.35/2). 190 Yargı Tablo 7.1 İptal Davası Açma Yetkisi İptal Davası Açmaya Yetkili Olanlar Kanunlar (Esas Bakımından) Kanunlar ve Anayasa Değişiklikleri (Şekil Bakımından) Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve TBMM İçtüzüğü (Esas ve Şekil Bakımından) • Cumhurbaşkanı • TBMM’de en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubundan her biri • TBMM üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeleri • Cumhurbaşkanı • TBMM üye tam sayısının en az beşte biri tutarındaki üyeleri • Cumhurbaşkanı • TBMM’de en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubundan her biri • TBMM üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeleri 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’ndan farklı olarak, iptal davasını açmaya yetkili olan kişi ve organları oldukça sınırlı tutmuştur. 1961 Anayasasına göre “...kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlarda Yüksek Hâkimler Kurulu, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay ve üniversiteler... Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilirler” (m.149). 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’ndaki bu hükme yer vermeyerek organ davasını kaldırmıştır. Organ davası soyut norm denetiminin yapılmasında önemli bir fonksiyona sahiptir. Bu davada dava açmaya yetkili olan kuruluşlar kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlarda anayasaya aykırı gördükleri normlar hakkında dava açabileceklerinden daha hassas davranacaklardır. Genel korunma davasını açmaya yetkili olanların bu organların varlık ve görev alanlarını ilgilendiren konularda aynı hassasiyeti gösteremeyeceklerini kabul etmek gerekir. 1961 Anayasası döneminde organ davası açabileceklerin dar tutulması özellikle baro ve sendikaların bu yetkiden mahrum edilmesi bile eleştirilmişken, 1982 Anayasası’nın söz konusu düzenlemesinin yerinde olduğunu söylemek mümkün değildir (Duran, 1984: 71). İptal Davasında Süreler 1982 Anayasası,1961 Anayasası’nda olduğu gibi, iptal davasının açılmasında, davaya konu olan hukuk kuralının niteliğine ve yapılması istenen denetimin türüne (esas ve şekil bakımından) göre değişen bir takım süreler öngörmektedir. Ancak 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’ndan farklı olarak süreleri daha kısa tutmuş ve şekil bakımından denetimde anayasa değişiklikleri ve kanunlar için on günlük bir süre öngörmüştür. Anayasaya göre, anayasa değişiklikleri ile kanunların şekil yönünden anayasaya aykırılığı iddiasıyla doğrudan doğruya iptal davası açma yetkisi, bunların Resmî Gazete’de yayımlanmalarından başlayarak on gün (AY.m.148, f.2); Cumhurbaşkanlığı Kararnameleriyle TBMM İçtüzüğünün veya bunların belli madde ve hükümlerinin esas ve şekil, kanunların ise sadece esas bakımından anayasaya aykırılığı iddiasıyla doğrudan doğruya iptal davası açma yetkisi, bunların Resmî Gazete’de yayımlanmalarından başlayarak altmış gün sonra düşer (AY.m.151). Tablo 7.2 İptal Davası Açma Süreleri İptal Davası Açma Süreleri Kanunlar (Esas Bakımından) Kanunlar ve Anayasa Değişiklikleri (Şekil Bakımından) Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve TBMM İçtüzüğü (Esas ve Şekil Bakımından) 60 gün 10 gün 60 gün 191 Türk Anayasa Hukuku İptal davası süresinin niteliğine gelince, bu süre hak düşürücü bir süredir (Armağan, 1967: 72). Çünkü hem Anayasa hem de 6216 sayılı Kanun, sürenin geçmesi hâlinde davanın düşeceğini belirtmektedir (AY.m.151; 6216 sayılı Kanun, m.37). Bu sürenin dolmasından sonra iptal davası açılması mümkün değildir. İptal davası süresi usul hukuku anlamında kanuni bir süredir ve kesindir. İptal davasının bu süre içinde açılıp açılmadığını Anayasa Mahkemesi re’sen göz önünde tutar. Somut Norm Denetimi (İtiraz Yolu) Somut norm denetimi, “bir mahkemede görülmekte olan bir davanın karara bağlanmasının, o davada kullanılacak hukuk normunun anayasaya uygun olup olmamasına bağlı olması hâlinde yapılan denetimdir” (Kıratlı, 1966: 35). Doktrinde bu denetim yolu için “itiraz” veya “def’i” yolu deyimleri de kullanılmaktadır. Türk anayasa yargısında itiraz yolunun işletilmesi sadece tarafların itirazı ile değil, davayı görmekte olan mahkemenin davaya uygulanacak olan normu Anayasaya aykırı görmesi suretiyle de başlatılabilmektedir. Konusu Türk anayasa yargısında somut norm denetimine Anayasa’nın 152’nci maddesi uyarınca, sadece kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri konu olabilir. Öte yandan, Anayasaya göre (m.148/2), Anayasa değişiklikleri ve kanunların şekil bakımından Anayasaya aykırılıkları def’i yoluyla ileri sürülemez. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a göre de (m.36,f.4), “Şekil bozukluğuna dayanan Anayasaya aykırılık iddiası mahkemeler tarafından ileri sürülemez.” Bu durumda, sadece Anayasa değişiklikleri ve kanunlar değil, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri bakımından da şekil bozukluğuna dayalı Anayasaya aykırılık iddiası def’i yoluyla ileri sürülemeyecektir. TBMM İçtüzüğü ise vatandaşlara hak ve yükümlülük getiren hükümler içermediğinden mahkemelerde uygulanması söz konusu olamaz ve dolayısıyla İçtüzüğün itiraz yoluyla Anayasaya aykırılığının ileri sürülmesi de mümkün değildir. Kanun hükmünde kararnameler ise, 2017 yılında Anayasada yapılan değişiklik ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler, yürürlükten kaldırılmadıkça geçerliliğini sürdürür. Yürürlükte bulunan kanun hükmünde kararnameler hakkında somut norm denetimi yolunun işletilebilmesi mümkündür (AY. Geçici madde 21/F). Şartları Anayasa’nın “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlığını taşıyan 152’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, “bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.” Anayasanın bu hükmüyle öngörülen somut norm denetiminin şartlarını şu şekilde incelemek mümkündür: Bakılmakta Olan Bir Dava Olmalıdır Somut norm denetiminin temel şartı ve ayırıcı özelliği, bu yolun ancak bakılmakta olan bir dava dolayısıyla işletilebilmesidir (Özbudun, 1998: 372). Nitekim Anayasa’mızın 152’inci maddesi, somut norm denetimi için bir mahkemede bakılmakta olan bir davanın varlığını şart koşmaktadır. O hâlde, bir davaya bakılmış ve davanın esası hükme bağlanmış ise, artık o davada uygulanan kanun için itiraz yolu işletilemez (Kıratlı, 1966: 91). Buna karşılık, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulduktan sonra, herhangi bir sebeple (örneğin, kabul, feragat, af, vb.) davanın ortadan kalkması durumunda itiraz başvurusu düşmez. Anayasa Mahkemesi bu gibi durumlarda önüne gelen normun Anayasaya uygunluğunu denetlemeye devam etmektedir (bkz. E.1966/31, K.1967/45, K.T. 18.2.1967, AMKD., Sayı 5, s.246-249). Davaya Bakmakta Olan Merci Bir Mahkeme Olmalıdır Somut norm denetiminde itiraz yoluna ancak bir mahkeme başvurabilir. Anayasa’nın 152’nci maddesinde de “davaya bakmakta olan mahkeme” denilerek bu husus belirtilmiştir. İtiraz yoluyla Anayasaya aykırılığı ileri sürülebilecek normlar kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleridir ve bu da ancak esas bakımından söz konusu olabilir. 192 Yargı Anayasa Mahkemesi, “mahkeme” kavramını, “bir davaya bakmakta olan, hâkim niteliğinde kişilerden kurulu, yargı yetkisine sahip, taraflar arasında uyuşmazlığın esasını çözümleyen merci” olarak tanımlamıştır (E.1967/15, K.1967/15, K.T. 30.5.1967, AMKD., Sayı 5, s.119). Anayasa Mahkemesi, “davaya bakmakta olan mahkeme”yi ise, “adlî… ve idari davalara bakan ve bu davalarda nihai hüküm vermek suretiyle anlaşmazlıkları çözümleyen her derece mahkeme” şeklinde tanımlamıştır (E.1964/51, K.1965/3, K.T. 12.1.1965, AMKD., Sayı 3, s.19-20). O hâlde bu şartlara sahip adli, idari ilk derece mahkemeleri ile bunların kararlarının temyiz mercii olan Yargıtay, Danıştay gibi üst derece mahkemeleri “davaya bakmakta olan mahkeme” niteliğindedir. Anayasa Mahkemesi, il ve ilçe idare kurullarının, vergi itiraz ve temyiz komisyonlarının, sorgu hâkimlerinin, hakemlerin mahkeme kavramına girmediklerine, buna karşılık, icra-tetkik mercilerinin ve askerî makamlar nezdinde kurulan disiplin mahkemelerinin ise mahkeme sayılacağına karar vermiştir. Sayıştay’ın durumu tartışmalı olmakla birlikte, sorumluların hesap işlemlerini hükme bağlama faaliyeti sırasında mahkeme olduğu kabul edilmelidir. Yine il ve ilçe seçim kurulları ile Yüksek Seçim Kurulu da seçim uyuşmazlıklarını karara bağlama faaliyeti sırasında mahkeme statüsündedirler. Anayasa Mahkemesinin kendisi de siyasi parti kapatma davaları ile Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalarda Anayasa’nın 152’nci maddesi anlamında “davaya bakmakta olan mahkeme”dir. Anayasa Mahkemesi bu davalarda uygulanacak normun Anayasaya aykırı olduğuna re’sen kanaat getirirse veya taraflardan birinin aykırılık iddiasını ciddi bulursa, bunu bekletici sorun yaparak önce Anayasaya uygunluk konusunu çözüme bağlar, daha sonra da buna dayanarak davanın esası hakkında karar verir (E.1971/41, K.1971/67, K.T. 17.8.1971, AMKD., Sayı 11, s.52-96). Buna karşılık Anayasa Mahkemesi, normların Anayasaya uygunluğunu denetlerken veya yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ve milletvekilliğinin düşmesine ilişkin Meclis kararlarını denetlerken Anayasa’nın 152’nci maddesi anlamında “davaya bakmakta olan mahkeme” durumunda değildir (Aliefendioğlu, 1996: 136; Özbudun, 1998: 489). İtiraz Konusu Norm Davada Uygulanmalıdır Anayasa’nın 153’üncü maddesine göre, bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükmünün Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz yoluyla denetime konu olabilmesi için, hükmün bakılmakta olan davada uygulanacak bir hüküm olması gerekir. Dolayısıyla mahkemeler aracılığıyla Anayasaya aykırılığı ileri sürülecek normun, herhangi bir hukuk kuralı değil, somut olarak davada uygulanacak norm olması zorunludur. Anayasa’nın 152’nci maddesinde geçen “uygulanacak bir kanun…hükümleri” ifadesinin ne anlama geldiği tartışmalıdır. Armağan’a göre (Armağan, 1967: 85-86), uygulanacak kanun deyimini “taraflardan birine tatbik edilecek her kanun şeklinde anlamak yerinde olacaktır.” Kıratlı’ya göre ise (Kıratlı, 1966: 79-81), mahkeme kararı “bir kanunun Anayasaya aykırılığı meselesi çözümlenmeden verilemiyorsa, bu kanunun Anayasaya aykırılığının Anayasa Mahkemesine intikal ettirilmesi gerekir.” İtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine gönderilen kanun hükmünün incelenmesi devam ederken, bu hükmün yasama organınca kaldırılması veya değiştirilmesi hâlinde Anayasa Mahkemesi işi sonuçlandırmalıdır. Çünkü, her ne kadar denetlenmekte olan hükmün yasama organınca kaldırılması veya değiştirilmesi durumunda dava mahkemesi ortaya çıkan yeni düzenlemeye ya da duruma göre önündeki davayı karara bağlayacaksa da bazı durumlarda dava mahkemesi yürürlükten kaldırılan veya değiştirilen kanunu olaya uygulamak zorunda kalabilir. Örneğin, ek vergi getiren bir kanunun Anayasaya aykırılığı itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesinde incelenirken bu kanunun yasama organı tarafından kaldırıldığını varsayalım. Anayasa Mahkemesi kanunu iptal ettiğinde, kendisine bu kanun uygulandığı için vergi mahkemesinde Anayasaya aykırılık itirazında bulunan vatandaş Anayasa Mahkemesinin iptal kararından yararlanacaktır. Uygulanacak Norm Resen Anayasaya Aykırı Görülmeli veya Aykırılık İddiası Ciddi Bulunmalıdır Anayasa’nın 152’nci maddesine göre, somut norm denetiminin başlatılabilmesi için, davaya bakmakta olan mahkemenin davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükümlerini re’sen Anayasaya aykırı görmesi ya da taraflardan birinin ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması gerekir. 193 Türk Anayasa Hukuku Davaya bakmakta olan mahkeme, davada uygulanacak olan hükmün Anayasaya aykırı olduğu kanısına varırsa, re’sen def’i yoluna başvurabilir. Ancak davayı görmekte olan mahkeme, sadece bir aykırılık şüphesi üzerine konuyu Anayasa Mahkemesine intikal ettiremez (Özbudun, 1998: 377). Nitekim 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a göre (m.40), uygulanacak kanunun Anayasaya aykırı olduğu kanısına varan mahkemenin bunun “gerekçesini” de göstermesi zorunludur. Davaya bakmakta olan mahkeme, taraflardan birinin davada uygulanacak olan kanun hükmü hakkında ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, tarafların bu konudaki iddia ve savunmalarını ve kendisini bu kanıya götüren görüşünü açıklayan kararı dosya muhtevasıyla birlikte Anayasa Mahkemesine gönderir (6216 sayılı Kanun, m.40). Mahkemenin iddiayı ciddi bulması, kendisinin de davada uygulanacak kanunu Anayasaya aykırı gördüğü anlamına gelmez. Burada ciddilikten, “hukuki bakımdan savunulabilirlik veya tartışılabilirlik” anlaşılmalıdır (Özbudun, 1998: 377; Aliefendioğlu, 1996: 125). Buna karşılık, davayı uzatma veya engelleme amacına yönelik olduğu anlaşılan ve hukuki dayanaktan açıkça yoksun bulunan Anayasaya aykırılık iddiaları ciddi kabul edilemez (Özbudun, 1998: 377). İtirazın ciddi olup olmadığını takdir edecek olan makam, davaya bakmakta olan mahkemedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin kendisine intikal eden itirazın ciddi olup olmadığını incelemesi mümkün değildir (Özbudun, 1998: 377; Kıratlı, 1966: 68-71). İşleyişi Davaya bakmakta olan mahkeme, davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin hükümlerini re’sen Anayasaya aykırı görürse ya da taraflardan birinin ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, dosyayı Anayasa Mahkemesine gönderir ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karar kadar davayı geri bırakır (AY.m.152/1). Davaya bakmakta olan mahkeme, taraflardan birinin ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi görmezse davaya devam eder. Bu durumda Anayasaya aykırılık iddiası temyiz aşamasında temyiz mercii tarafından esas hükümle birlikte karara bağlanır (AY.m.152/2). Çünkü, mahkemenin itirazın ciddi olmadığı yolundaki kararı bir ara kararı olduğundan tek başına temyiz edilmesi mümkün değildir. Bu ara kararı, ancak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir ve temyiz mercii (Yargıtay, Danıştay) tarafından denetlenebilir. 6216 sayılı Kanun’a göre, “Taraflarca ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir. Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir” (m.40,f.2). Anayasa Mahkemesi işin kendisine gelmesinden itibaren beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Mahkeme de bu karara göre davayı görür. Ancak bu süre içinde Anayasa Mahkemesi bir karar vermemiş ise, mahkeme, yürürlükteki kanun hükümlerini uygulayarak davayı sonuçlandırır. Bununla birlikte esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin kararı gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır (AY.m.152/3). 1961 Anayasası ise (m.151), altı ay içinde Anayasa Mahkemesince Anayasaya aykırılık iddiası hakkında karar verilmezse, davaya bakmakta olan mahkemenin, Anayasaya aykırılık iddiasını “kendi kanısına göre” çözerek davayı yürütmesini öngörmekteydi. 1982 Anayasası, dava mahkemesine Anayasaya aykırılık sorununu çözme konusunda yetki vermemiştir. Anayasa’nın 152’nci maddesinin son fıkrasına göre, “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.” Anayasanın bu hükmüyle öngörülen on yıllık süre sınırlaması, sadece itiraz yoluyla verilen kararları kapsamaktadır. Dolayısıyla bir kanun hakkında iptal davası açılıp da Anayasa Mahkemesince red kararı verildikten sonra, itiraz yoluyla aynı kanunun Anayasaya aykırılığının ileri sürülmesi mümkündür. Anayasa Mahkemesi işin kendisine gelmesinden itibaren beş ay içinde kararını vermezse mahkeme, yürürlükteki kanun hükümlerini uygulayarak dâvayı sonuçlandırır. 194 Yargı Öte yandan, somut norm denetimi bakımından getirilen bu on yıllık sınırlama süresi, Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararları için geçerlidir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesinin işin esasına girmeksizin ilk inceleme sonucunda verdiği red kararlarından sonra on yıl geçmeden de tekrar Anayasa Mahkemesine başvurulabilir. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a göre (41,f.2), itiraz yoluna başvuran mahkemede itiraz konusu kuralın uygulanacağı başka dava dosyalarının bulunması hâlinde, yapılmış olan itiraz başvurusu bu dosyalar için de bekletici mesele sayılır. Bireysel Başvuru Genel olarak bireysel (kişisel) başvuru ya da anayasa şikayeti, kişilerin anayasal güvenceye sahip hak ve hürriyetlerinin, anayasa ve kanunlarda öngörülen usullerle korunmasını sağlayan, hakları ihlal edilen kişilerce belli şartlar çerçevesinde kullanılabilen ve sadece kanuna karşı değil, genellikle bütün kamusal işlemlere karşı anayasa mahkemesinde açılabilen bir davadır. Bireysel başvuru başta Almanya olmak üzere, Avusturya, İspanya, Portekiz, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Türkiye’de bireysel başvuru yolu 2010 Anayasa değişikliği ile kabul edilmiştir. Anayasanın bireysel başvuruyu düzenleyen hükümlerine göre (m.147, f.3-5), “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” Anayasaya göre (geçici m.18), “bireysel başvuruya ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvurular kabul edilir.” Bireysel başvuruya ilişkin kanuni düzenleme 30.3.2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile yapılmış, uygulama ise 23.9.2012 tarihinden itibaren başlamıştır (6216 sayılı Kanun m.76). Bireysel Başvuru Hakkının Konusu ve Şartları 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a göre (m.45,f.1), herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Bu düzenlemeye göre bireysel başvuru yolu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan hakların tamamı için değil, sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan haklar bakımından işletilebilir. Bu düzenlemenin sakıncası, Sözleşmede olmayan Anayasal hakların bireysel başvuru ile getirilen korumadan yararlanamayacak olmasıdır. Yararı ise ulusal düzeydeki bireysel başvuru ile AİHS ile öngörülen uluslararası düzeydeki kişisel başvuru yolunun paralel işlemesine imkân vermesidir. Bireysel başvuru yapılabilmesi için ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir (6216 sayılı Kanun m.45,f.2). Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamaz. Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz (6216 sayılı Kanun m.45,f.3). Bireysel Başvuru Hakkına Sahip Olanlar Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir. Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir. Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz (6216 sayılı Kanun m.46). Yasama işlemleri, düzenleyici idari işlemler, Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler bireysel başvurunun konusu olamaz. 195 Türk Anayasa Hukuku Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir (6216 sayılı Kanun m.51). Bireysel Başvuru Usulü ve Başvuru Süresi Bireysel başvurular Anayasa Mahkemesine doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir. Başvuru dilekçesinde işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların, başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde başvurabilirler. Bireysel başvurular harca tabidir (6216 sayılı Kanun m.47). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan kişisel başvuru da dahil olmak üzere genellikle insan hakları koruma mekanizmalarının kullanılmasında başvuruculardan harç alınmaz. İç hukukta bireysel başvurunun harca tabi tutulması insan haklarının korunması açısından engelleyici niteliktedir. Bireysel Başvuruların İncelenmesi Kabul edilebilirlik incelemesi: Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için yukarıda belirtilen başvuru şartlarının gerçekleşmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. Kabul edilebilirlik incelemesi komisyonlarca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oy birliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Oy birliği sağlanamayan dosyalar bölümlere havale edilir. Kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilir (6216 sayılı Kanun m.48). Esasın incelenmesi: Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. Bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir. Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir. Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruşma yapılmasına da karar verebilir. Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar. Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bireysel başvuruların incelenmesinde, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünde hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır (6216 sayılı Kanun m.49). Karar ve Etkileri Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak 196 Yargı şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. Komisyonlar arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler; bölümler arasındaki içtihat farklılıkları ise Genel Kurul tarafından karara bağlanır. Davadan feragat hâlinde, düşme kararı verilir (6216 sayılı Kanun m.50). Anayasaya Uygunluk Denetiminin Kapsamı Normların anayasaya uygunluğunun denetiminde Anayasa Mahkemesinin yaptığı denetim esas ve şekil bakımından olmak üzere iki açıdan yapılır. Esas Bakımından Denetim Esas denetiminde bir normun içeriği, yani sebebi, amacı ve konusu bakımından anayasa hükümleri ile çatışıp çatışmadığı araştırılır. Sebep Unsuru Bir kanunun sebebi, o kanunun çıkarılmasında etkili olan faktörler olarak tanımlanabilir. Anayasa’mızda kanunların hangi sebeplerle çıkarılacağı istisnai olarak belirtilmiştir. Örneğin, Anayasa’nın 78’inci maddesine göre, “savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.” O hâlde seçimlerin geri bırakılması için öngörülen sebep savaş hâlidir. Başka bir sebeple seçimler geri bırakılamaz. Yine Anayasa’ya göre (m.119), olağanüstü hâl ilan edilebilmesi için, savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalım gibi sebeplerinin ortaya çıkması zorunludur. O hâlde Anayasada belirtilmeyen bir sebebe dayanılarak olağanüstü hâl ilan edilemez. Ancak Anayasada çıkarılacak kanunlar için “sebep” belirten hükümler nadirdir. Bu nedenle, genel olarak bir kanunun çıkarılmasındaki sebepler yasama organının takdir yetkisine girer. Anayasa Mahkemesinin, Anayasada sebep gösterilen hâllerde bu sebebin gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırması mümkündür. Ancak, Anayasada sebep belirtilmeyen hâllerde Anayasa Mahkemesi kanunları sebep unsuru bakımından denetleyemez. Çünkü böyle bir durumda Mahkemenin hukukilik denetimi, yerindelik denetimine dönüşebilir (Özbudun, 1998: 359; Gözler, 2000: 476; Kıratlı,1966: 132-134, 155-170). Oysa yargı yerindelik denetimi yapamaz. Amaç Unsuru Bir kanunun amacı, o kanun ile ulaşılmak istenen nihai sonuçtur. Bütün kamu işlemlerinde olduğu gibi kanunların amacı da kamu yararının gerçekleştirilmesidir (Gözler, 2000: 477; Özbudun, 1998: 360; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 502). Bununla birlikte, bazı hâllerde Anayasa kanunlar için özel amaçlar da öngörmüştür. Örneğin, temel hak ve hürriyetler, Anayasanın ilgili maddelerinde yer alan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, millî egemenlik, Cumhuriyet, millî güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak ve genel sağlığın korunması gibi amaçlar için sınırlanabilir. O hâlde temel hak ve hürriyetlere sınırlama getiren kanunlar bu amaçlardan birini veya birkaçını gerçekleştirmeye yönelmelidir. Anayasada bir özel amaç öngörülmemiş olması hâlinde, kanunların genel amacının “kamu yararı” olması gerekir. Dolayısıyla, kamu yararı dışında bir amaçla, örneğin belli bir gruba zarar vermek veya sadece belli bir gruba çıkar sağlamak amacıyla çıkarılan kanunlar amaç unsuru bakımından Anayasaya aykırı olacaklarından Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilirler. Örneğin, 14.12.1953 tarih ve 6195 sayılı CHP’nin Haksız İktisaplarının İadesi Hakkında Kanun, kamu yararı amacına yönelik olmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir (Bkz. E.1963/124, K.1963/243, K.T. 11.10.1963, AMKD., Sayı 1, s.422-439).Yine muhalefet partisine oy verdiği için Abana ilçesini cezalandırmak amacıyla çıkarılan 21.12.1953 tarih ve 6203 sayılı Abana İlçe Merkezinin Bozkurt-Pazaryeri Kasabasına Nakli Hakkında Kanun da kamu yararına değil, bunun dışında kalan düşüncelere dayandığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir (Bkz. E.1963/145, K.1967/20, K.T. 27.6.1967, AMKD., Sayı 5, s.139-153). Bu konuda bir diğer örnek, seçimlerde iktidar parti- 197 Türk Anayasa Hukuku sine oy vermeyen Kırşehir ilinin ilçe hâline getirilmesidir (Karamustafaoğlu, 1970: 112-114). Bununla birlikte, amaç unsurunun subjektif niteliğinden dolayı, yasama organının kamu yararı dışında bir amaçla kanun çıkardığını tespit etmek oldukça güçtür. Aksi yönde çok açık deliller olmadıkça, yasama organının kamu yararı amacıyla hareket ettiği kabul edilmelidir. Öte yandan, kamu yararının takdiri yasama organına aittir. Anayasa Mahkemesinin, kendisini yasama organı yerine koyarak kamu yararının olup olmadığını kendi takdirine göre değerlendirmesi mümkün değildir. Kamu yararı, hukuki olmaktan çok siyasi bir kavramdır. Siyasi iktidarı kullananlara göre de değişebilir. O hâlde, Anayasa Mahkemesi kamu yararı amacını denetlerken çok hassas davranmalıdır. Aksi takdirde, yerindelik denetimi yapılarak seçimle oluşmuş parlamentonun yetkileri elinden alınmış olur. Bu da Anayasa Mahkemesinin ortaya çıkışındaki amaca aykırı bir şekilde “yargıçlar hükûmeti”nin ortaya çıkması, yani hâkimlerin ülkeyi yönetmesi sonucunu doğurur (Özbudun, 1998: 360-361; Teziç, 1972: 114-118; Gözler, 2000: 478-479). Türk Anayasa Mahkemesi, ekonomik konulardaki bazı düzenlemeler ile özelleştirme düzenlemelerinin önemli bir kısmını iptal etmek suretiyle Anayasada belli bir ekonomik model öngörülmemesine rağmen, devletçi bir ekonomik modeli siyasi iktidarlara empoze etmiştir. Bu nedenle sisyasi iktidarların bazı ekonomik konularda kendi programlarını uygulamaları yargı kararıyla engellemiştir. Bu kararlarında Mahkeme hukukilik denetimini aşarak yerindelik denetimi yapmıştır. Mahkemenin bu tür kararlarının gerekçeleri hukuk dışı mülahazalarla oluşturulmuştur. Anayasada ekonomik ve sosyal hayata ilişkin bazı düzenlemeler bulunmakla birlikte, siyasi iktidarlara belli bir ekonomik model empoze edilmemektedir (Özbudun, 2006: 320). Dolayısıyla siyasi iktidarlar farklı ekonomik politikaları izleyebilirler. Bununla birlikte Mahkemenin ekonomik konulardaki kararlarının önemli bir kısmı müdahaleci bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Mahkeme, devletçi ekonomik model olarak nitelendirilebilecek olan bu temel içtihadına uymayan birçok düzenlemeyi iptal etmiştir. Anayasaya uygunluk denetimi seçilmiş çoğunluğun politika tercihlerine müdahaleye dönüşürse, bu durum yargının meşruiyetini de zedeler. Çünkü bu tür bir yargısal yorum anayasa yapmaya dönüşebilir. Mahkeme, hukuki çözümün mümkün olmadığı durumlarda iptal kararı verebilmek için hukukun ötesine geçmemelidir. Anayasa Mahkemesi ne ikinci bir meclis ne de siyasi danışma organıdır (Erdoğan, 2002: 186). Aksi hâlde, Anayasa Mahkemesi aşırı bir yargısal aktivizm ortaya koymuş olur. ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Cordozo’nun ifadesiyle yargıçlar “kişisel güzellik veya iyilik ideali peşinde dolaşan gezginci şövalyeler değillerdir” (Ünsal, 1980: 28). Konu Unsuru Bir hukuki işlemin konusu, o işlemin muhtevası veya doğurduğu hukuki durum ve sonuçtur (Özbudun, 1998: 361). Yasama yetkisi geneldir. Anayasamız kanun koyma yetkisini, münhasıran Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenecek hususlar dışında, konu bakımından sınırlandırmamıştır. Yasama organı Anayasaya aykırı olmamak şartıyla her konuda kanun çıkarabilir. Yasama organının kanunun konusunu belirlemekte geniş bir takdir yetkisi vardır. Bu takdir yetkisinin tek sınırı, kanunun Anayasaya aykırı olmamasıdır. Kanunun konu unsuru bakımından Anayasaya aykırılığı bakımından, konunun Anayasada düzenlenmiş olup olmamasına göre değişik ihtimaller ortaya çıkabilir (Gözler, 2000: 480-481; Özbudun, 1998: 361-362; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 504-506): Kanunun düzenlediği konu Anayasada öngörülmüş ise kanunun Anayasada yer alan düzenlemeye aykırı olmaması zorunludur. Buna göre, kanunun düzenlediği konunun Anayasa tarafından açıkça yasaklanmış veya emredilmiş olması hâlinde, kanunun bu yasaklara ve emredici hükümlere uygun düzenleme yapması zorunludur. Aksi takdirde kanun Anayasaya aykırı olur. Örneğin, Anayasa’nın 18’inci maddesine göre, “hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.” Yine Anayasa’nın 28’inci maddesine göre, “basın hürdür, sansür edilemez.” O hâlde, kişilerin zorla çalıştırılmasını öngören ya da basının sansür edilmesine izin veren bir kanun konu unsuru bakımından Anayasaya aykırı olacaktır. Öte yandan, kanunun düzenlediği konuda Anayasada bazı esaslara yer verilmiş olması hâlinde, kanun bu esaslara aykırı olmamalıdır. Örneğin, Anayasa’nın 47’nci maddesine göre, devletleştirme gerçek karşılık üzerinden yapılır. Yine Anayasa’nın 198 Yargı 67’nci maddesine göre, “seçimler ve halk oylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre” yapılır. Anayasa’nın 68’inci maddesine göre de, “siyasi partiler önceden izin almadan kurulurlar.” O hâlde Anayasada öngörülen bu esaslara uymayan kanunlar konu unsuru bakımından Anayasaya aykırı olacaktır. Bütün bu örnekler Anayasanın somut hükümlerinden seçilmiştir. Ancak, kanunların, Anayasanın eşitlik, hukuk devleti, demokratik devlet gibi temel ilkelerine de uygun olması zorunludur. Bu temel ilkeler kanunların muhtevasıyla, yani konusuyla ilgilidir. Meclisin, Anayasada münhasıran Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenleneceği belirtilen konularda kanun, Cumhurbaşkanının ise Anayasa ile kanun alanında bırakılan konular ve kararnameyle düzenlenmesi yasaklanan konularda kararname çıkarması halinde, bunlar da konu yönünden, yani esas bakımından Anayasaya aykırı olur. Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle düzenlenebilecek ve düzenlenemeyecek konular yukarıda yürütme işlemlerinin incelendiği bölümde ayrıntılı olarak açıklandığından burada tekrarlanmayacaktır. Kanunun düzenlediği konu Anayasada öngörülmemiş ise o kanunun konu bakımından Anayasaya aykırılığı söz konusu olmaz (Özbudun,1998: 362; Gözler, 2000: 481; Teziç, 1972: 128-129; TanörYüzbaşıoğlu, 2001: 505). Anayasa Mahkemesine göre de, hakkında Anayasada hüküm bulunmayan hususlar “Anayasa meselesi” teşkil etmeyecek ve bu konulardaki kanun hükümlerinin Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyecektir (AYM., E.1963/192, K.1963/161, K.T. 21.6.1963, AMKD., Sayı 1, s.318-320). Ancak bu durum, hakkında Anayasada hüküm bulunmayan konularda çıkarılan kanunların diğer unsurlar (örneğin amaç unsuru) bakımından da Anayasaya uygun olduğu anlamına gelmez. Anayasada kanunla düzenlenmesi öngörülmüş olan bir konuda yasama organının eksik bir düzenleme yapmış olması, örneğin, kanun kapsamına girebilecek olan kişilerin kapsam dışında bırakılması tek başına Anayasaya aykırılık sebebi değildir. Çünkü Anayasa Mahkemesinin iptal yetkisi ancak var olan bir hüküm bakımından söz konusu olabilir. Hüküm yokluğunun iptal konusu olması düşünülemez (Özbudun, 1998: 362; Gözler, 2000: 481; Ayrıca Anayasa Mahkemesinin bu yönde bir kararı için bkz. E.1963/174, K.1963/115, K.T. 20.5.1963, AMKD., Sayı 2, s.3-14). Ancak, yasama organının eksik düzenlemesi Anayasanın başka bir ilkesini (örneğin, eşitlik ilkesi) ihlal ediyorsa, bir Anayasaya aykırılık sebebi sayılabilir (Özbudun, 1998: 362). Bu durumda kanunun mevcut hükümleri eşitlik ilkesine aykırı olduğu için iptal edilebilir. Anayasanın bazı maddelerinde belli bir konuda kanun çıkarması için yasama organına emir verilmiştir. Örneğin, Anayasa’nın 67’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, “yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını kullanabilmeleri amacıyla kanun, uygulanabilir tedbirleri belirler.” Acaba, yasama organının Anayasanın öngördüğü kanunu çıkarmaması Anayasaya aykırılık oluşturur mu? Kuşkusuz yasama organının bu kanunları çıkarması gerekir. Yasama organının Anayasanın emredici hükmüne rağmen kanun çıkarmamasından doğabilecek sonuçlar ayrıca tartışılabilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin denetimi bakımından konuyu ele alacak olursak, Mahkemenin böyle durumlarda yapabileceği hiçbir şey yoktur. Çünkü Anayasa Mahkemesi, ancak “var olan” bir kanunun Anayasaya uygunluğunu denetleyebilir. Türk anayasa yargısında “ihmal yoluyla anayasaya aykırılık” öngörülmemiştir (Gözler, 2000: 481-482). Şekil Bakımından Denetim Şekil bakımından denetim, kanunların (normların) anayasada belirtilmiş usul, şekil ve yetki kurallarına uygun olarak yapılıp yapılmadıklarının araştırılmasından ibarettir. Anayasamızda ve TBMM İçtüzüğü’nde kanunların kabul edilmesine ilişkin olarak birçok şekil ve usul kuralı vardır. Bu nedenle şekil denetiminin kapsamı aslında çok geniş olmakla birlikte, Anayasa şekil denetimini belli noktalarla sınırlamıştır. Kanunların şekil bakımından denetimi: Anayasa’nın 148’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususu ile sınırlıdır. Bu maddedeki “son oylama” TBMM Genel Kurulundaki son oylamayı ifade eder. “Öngörülen çoğunluk” ise, daha önce incelemiş olduğumuz Anayasa’nın 96’ncı maddesinde öngörülen toplantı ve karar yeter sayısıdır. Toplantı yeter sayısı için oylamaya en az 200 üyenin katılması gerekir. Karar yeter sayısı, yani bir kanunun kabul edilebilmesi için gerekli olan kabul oyu sayısı ise en az 151’dir. Ancak, farklı bir ye- 199 Türk Anayasa Hukuku ter sayının arandığı hâllerde (örneğin; Anayasa’nın 87’nci maddesine göre, genel ve özel af çıkarılabilmesi TBMM üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun oyu gerekir) son oylamada bu çoğunluğun sağlanması zorunludur. “Öngörülen çoğunluk” deyimi hem karar yeter sayısını hem de toplantı yeter sayısını kapsadığından, ikisinden birinin gerçekleşmemesi hâlinde kanunun şekil aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi gerekir. Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetimi: Anayasa’nın 148’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetlenmesi, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. “İvedilikle görüşülememe”, Anayasa’nın 175’inci maddesindeki “iki defa görüşülme” şartını ifade eder. Anayasa değişikliklerinin denetimi aşağıda “Anayasanın değiştirilmesi” bölümünde incelenecektir. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil bakımından denetimi: Anayasa, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil bakımından denetimi konusunda herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bakımından şekil denetiminde bakılacak husus yetkili merci (Cumhurbaşkanı) tarafından çıkarılıp çıkarılmadığı ile sınırlı kalacaktır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ilgili olarak Anayasada yer alan konu sınırlamalarıyla ilgili aykırılıklar ise, esas bakımından denetim alanına girer. TBMM İçtüzüğü’nün şekil bakımından denetimi: Anayasada İçtüzüğün şekil bakımından denetimine ilişkin de bir sınırlama yoktur. Ancak Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la bir sınırlama getirilmiş bulunmaktadır. Buna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün şekil bakımından denetimi son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlıdır (m.36). Kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin geçerliliğini, yani TBMM veya Cumhurbaşkanının kabul ettiği metinle Resmî Gazete’de yayımlanmış metin arasında fark olup olmadığını araştırma yetkisi ise bütün mahkemelere aittir. Çünkü, usulüne uygun olarak yayımlanmamış bir kural yürürlüğe girmiş sayılamayacağından mahkemeler böyle bir kuralı uygulayamazlar (Özbudun, 1998: 364). Anayasa Mahkemesinin Kararları Kararların Kesinliği ve Bağlayıcılığı Anayasa’nın 153’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre, “Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.” Kararların kesinliğinin şeklî ve maddi olmak üzere iki farklı anlamı vardır. Kararların şeklî anlamda kesinliği, o kararlara karşı temyiz, karar düzeltme gibi kanun yollarına başvurulamaması demektir. Kararların maddi anlamda kesinliği ise, o karara konu olan uyuşmazlığın, aynı taraflarca aynı sebebe dayanılarak yeni bir dava konusu yapılamamasını ifade eder (Armağan, 1967: 147; Özbudun, 1998: 381; Gözler, 2000: 493-494). Bununla birlikte, Türk anayasa yargısı sisteminde Anayasa Mahkemesinin red kararlarına “maddi anlamda kesin hüküm” gücü tanınmamıştır (Gözler, 2000: 494). Çünkü, iptal davası yoluyla verilmiş bir red kararından sonra, aynı kanun hakkında itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulması mümkündür. Yine itiraz yoluyla iptali reddedilen bir kanuna karşı 10 yıl sonra yeniden itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulması imkân dahilindedir. Anayasa’nın 153’üncü maddesinin altıncı fıkrasına göre, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Anayasa Mahkemesinin red kararlarında kanun iptal edilmemiş olduğundan, dava konusu olan kanun hükümlerini idare makamları ve yargı organları uygulamaya devam ederler. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı pratikte iptal kararları bakımından önem taşır. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olması iptal edilen kanunun hukuki geçerliliğini yitirmesi anlamına gelir. Nitekim Anayasa’nın 153’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar.” Yürürlükten kalkan hükümlerin idare makamları ve yargı organlarınca uygulanması mümkün değildir. İptal edilen kuralların uygulanmasına devam edilmesi, uygulayanlar bakımından cezai ve hukuki sorumluluğa yol açabilir (Özbudun, 1998: 381). 200 Yargı Anayasa Mahkemesi kararlarında yer alan gerekçelerin bağlayıcı olup olmadığı tartışmalıdır. Karar gerekçelerinin bağlayıcı olduğunu ileri süren görüşe göre, kararların gerekçeli olması Anayasal bir zorunluluk olduğundan sadece kararın “hüküm” kısmı değil, “gerekçeleri” de bağlayıcı niteliktedir (Aliefendioğlu, 1996: 294; Armağan, 1967: 149; Tanör-Yüzbaşıoğlu, 2001: 486-487). Anayasa Mahkemesi de bir kararında kendi kararlarının gerekçelerinin bağlayıcı olduğuna karar vermiştir (Bkz. E.1988/11, K.1988/11, K.T. 24.8.1988, AMKD., Sayı 24, s.138). Bizim de katıldığımız görüşe göre ise (Gözler, 2000: 499-501), Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerinin bağlayıcılığı sadece kararların “hüküm” kısmı için geçerlidir. Anayasa Mahkemesi kararlarının “gerekçesi” bağlayıcı değildir. Çünkü, mahkeme kararlarının gerekçeli olması zorunluluğu sadece Anayasa Mahkemesi kararları için değil, bütün mahkeme kararları bakımından geçerlidir. Bir mahkeme kararının bağlayıcılığı, onun kesin hüküm özelliğinden kaynaklanır. Mahkeme kararının gerekçesi ise kesin hüküm oluşturmaz ve bağlayıcı değildir. O hâlde, Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerinde yer alan görüşlerin yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler tarafından uygulanması gerektiğinden söz edilemez. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması, bir kararın gerekçesindeki açıklamaların tıpkı bir kanun hükmü gibi uygulanması anlamına gelmez. Yani Anayasa Mahkemesi yasama organı yerine geçerek işlem tesis edemez, sadece önüne gelen olumlu bir kuralı iptal edebilir. İptal hâlinde artık o kural uygulanmaz. Ancak yasama organı bu alanda başka düzenlemeleri her zaman yapabilir. Kararların Etkisi ve Niteliği Anayasa Mahkemesinin iptal kararı dava konusu olan normu ortadan kaldırdığı için, bu karar herkes için (ergaomnes) hüküm ve sonuç doğurur. Anayasa Mahkemesinin olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı (interpartes) karar verme yetkisi yoktur (Özbudun, 1998: 381; Gözler, 2000: 495; Kaboğlu, 1994: 90).1982 Anayasası, 1961 Anayasası’nın aksine, olayla sınırlı ve yalnızca bir mahkemede görülen davanın taraflarını bağlayıcı nitelikte karar verme yetkisini Anayasa Mahkemesine vermemiştir. 1961 Anayasası (m.152/4), itiraz yoluyla yapılan anayasaya aykırılık iddialarının incelenmesinde Anayasa Mahkemesine herkes için iptal veya olayla sınırlı karar verme yetkisini tanımıştı. 1982 Anayasası’nın 153’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.” Esasen böyle bir hükmün Anayasaya konulmuş olması gereksizdir. Zira, Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareketle hüküm tesis etmesi zaten söz konusu olamaz. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin bir kanunun bazı hükümlerini iptal etmesi sonucunda yasama organının iradesine uygun düşmeyen yeni bir durumun ortaya çıkması hâlinde (örneğin, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun yüzde 10’luk baraj öngören hükmü iptal edilirse, barajsız bir seçim sistemi ortaya çıkar), Anayasa Mahkemesinin kendisini yasama organının yerine koyduğu söylenemez (Özbudun, 1998: 382-383). Bu kendiliğinden ortaya çıkan bir durumdur. Kararların Yürürlüğe Girmesi Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasaya aykırı bulunarak iptaline karar verilen kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya TBMM İçtüzüğü ya da bunların iptal edilen hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Anayasa Mahkemesi, gereken durumlarda iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir (AY.m.153/3). Böyle bir durumda, TBMM, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar (AY.m.153/4). Anayasa Mahkemesine, iptal kararlarının yürürlüğe girmesini bir yıl süreyle erteleme yetkisi verilmesinin amacı, iptal kararının hemen yürürlüğe girmesi nedeniyle ortaya çıkabilecek hukuk boşluğunun kamu düzeni bakımından doğurabileceği tehlikeli sonuçların meydana gelmemesi için yasama organına yeni bir düzenleme yapma imkânının sağlanmasıdır. Bununla birlikte, Anayasaya aykırılığı saptanmış bir hukuk kuralının bir yıla kadar süreyle yürürlükte kalmasının da bazı sakıncaları ortaya çıkabilir. Böyle bir kural sosyolojik açıdan meşruluğunu yitirecektir. Öte yandan, bir yıllık süre içinde dava mahkemeleri önlerindeki olaylarda iptal edilmiş fakat yürürlüğü ertelenmiş bir ka- 201 Türk Anayasa Hukuku nunu uygulamak zorunda kalacaklardır. Bu şekilde uygulanan bir hükmün bir yıl sonra yürürlükten kalkacak olması ilgili taraf bakımından çok haksız bir sonuç doğuracaktır (Özbudun, 1998: 383-384; Gözler, 2000: 495-496). İptal Kararının Geriye Yürümezliği Anayasa Mahkemesi kararları kural olarak Resmî Gazete’de yayımlandıkları tarihte yürürlüğe girerler. Anayasa’nın 153’üncü maddesinin beşinci fıkrasına göre de, Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş olan iptal kararı geriye yürümez. Buna göre, iptal edilmiş olan kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya içtüzük hükümleri, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı veya yürürlüğe gireceği güne kadar geçerli kabul edilir. Bu tarihe kadar söz konusu düzenlemelere dayanılarak yapılmış olan bütün işlemler de geçerliliğini muhafaza eder. Ancak, iptal kararının geriye yürümezliği, bir davada itiraz yoluyla anayasaya aykırılık itirazında bulunan tarafın iptal kararından yararlanmasını engellemez. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi ilkesi kabul edilmeseydi, iptal edilen kanuna dayanılarak yapılan birçok bireysel işlem sonradan geçersiz hâle gelirdi. Bu durum ise hukuki istikrar ve hukuki güvenlik bakımından ciddi sakıncalar doğurabilirdi (Özbudun,1998: 384; Gözler, 2000: 496). İptal kararının, iptal edilen kanuna dayanılarak verilmiş ve kesinleşmiş mahkumiyet kararları üzerindeki etkisinin ne olacağı konusunda Anayasada bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, iptal edilen kanun yürürlükten kalktığına göre, bu durumda Türk Ceza Kanunu’nun “Zaman bakımından uygulama”ya ilişkin 7’nci maddesi uygulanarak sorun çözülebilir. Bu maddeye göre, “(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar. (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” O hâlde, ceza mahkumiyetine esas teşkil eden kanun hükmünün yasama organınca değiştirilmesi veya kaldırılması, hükmolunan cezanın infazını ve cezai sonuçlarını kendiliğinden ortadan kaldırdığına göre, bu hükmün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi hâlinde de öyle olması gerekir (Özbudun, 1998: 384-385; Gözler, 2000: 497; Aliefendioğlu, 1996: 307). Yargılamanın Yenilenmesi 6216 sayılı ve 2011 tarihli Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a göre (m.67), Mahkemenin siyasi parti kapatma davalarında veya Yüce Divan sıfatıyla verdiği kararlara karşı yargılamanın yenilenmesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre istenebilir (f.1). Bu düzenlemeye göre Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan yargılamanın yenilenmesi sebeplerinin ortaya çıkması hâlinde yine bu Kanundaki usule göre yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulabilecektir. Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun AİHM’in iki konudaki ihlal kararlarını da yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul etmiştir. Buna hükme göre (m.67,f.2), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Anayasa Mahkemesinin siyasi parti kapatma veya Yüce Divan sıfatıyla verdiği bir kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğine hükmetmesi hâlinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde Anayasa Mahkemesinden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulabilir. Bu düzenlemeyle daha önce Anayasa ve Kanunda bulunmayan yargılamanın yenilenmesi yolu siyasi parti kapatma ve yüce divan kararları bakımından kabul edilmiş olmaktadır. Yargılama hukukunda yargılamanın yenilenmesi olağanüstü bir kanun yolu olup sonradan ortaya çıkan olağanüstü sebeplere bağlı olarak işletilebilmektedir. Bu sebepler Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan yargılamanın yenilenmesi sebepleri ile AİHM’in Anayasa Mahkemesinin parti kapatma ve yüce divan sıfatıyla verdiği kararları Sözleşmenin ihlali olarak kabul ettiği kararlarından ibarettir. 2018 yılında 7145 sayılı kanunla getirilen düzenlemeyle, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi” halleri de yargılamanın yenilenmesi sebeplerine 202 Yargı eklenmiştir. Yargılamanın yenilenmesi Anayasa Mahkemesinin sadece siyasi parti ve yüce divan kararları için öngörülmüştür. Bu nedenle norm denetimine ilişkin kararlar ile diğer davalarda verilen kararlar bakımından yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulamaz. Mahkeme, yargılamanın yenilenmesi istemini esaslı ve kabule değer bulursa, yargılamanın yenilenmesine karar verir. İstem genel hükümlere göre sonuçlandırılır. Anayasa Mahkemesinin Çalışma ve Yargılama Usulü Anayasa Mahkemesinin çalışma ve yargılama usulü Anayasa’nın 149’uncu maddesi ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile düzenlenmiştir. Anayasa’nın 149’uncu maddesine göre, Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul hâlinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az on üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir. Siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır. Anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır. Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır. Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir. Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hâllerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasi partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler. Bu hükümden anlaşılacağı üzere, Anayasa Mahkemesi kural olarak dosya üzerinden inceleme yapar. Ancak gerekli gördüğü hâllerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir. Bu konuda bir zorunluluk olmayıp Anayasa Mahkemesinin takdir yetkisi bulunmaktadır (E.1967/13, K.1969/5, K.T. 14-16.1.1969, AMKD., Sayı: 7, s.154). İlgililerin sözlü açıklama konusunda yapacakları müracaatlar, parti kapatma davalarıyla ilgili istisnai hüküm hariç, talep niteliğindedir. Sözlü açıklama talebi iptal davası dilekçesiyle yapılabileceği gibi, davanın açılmasından sonra da yapılabilir (Hocaoğlu-Ocakçıoğlu, 1971: 121). Anayasa Mahkemesi görüşmeleri gizlidir (6216 sayılı Kanun m.44). Anayasa Mahkemesi, dava dilekçelerinde ileri sürülen gerekçelerle bağlı değildir. 6216 sayılı Kanuna göre (m.43), Anayasa Mahkemesi taleple bağlı (yani iptali istenen kanun hükümleri çerçevesinde) kalmak kaydıyla başka gerekçe ile de AnaBölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır ve bireysel başvuruları karara bağlar. Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az on üye ile toplanır ve toplananların salt çoğunluğu ile karar alır. Anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır. dikkat 203 Türk Anayasa Hukuku yasaya aykırılık kararı verebilir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi, eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istenen bir kanun hükmünü hukuk devleti ilkesine aykırı bularak iptal edebilir. Öte yandan başvuru, kanunun belirli maddeleri aleyhine yapılmış olup da, bu maddelerin iptali, kanunun diğer hükümlerinin veya tamamının uygulanmaması sonucunu doğuracaksa Anayasa Mahkemesi bu durumu gerekçesinde belirtmek şartıyla, kanunun öteki hükümlerini veya tamamının da iptal edebilir (6216 sayılı Kanun m.43). Anayasa Yargısında Yürürlüğün Durdurulması Anayasa Mahkemesinin, Anayasaya aykırılığı iddia edilen kanunun (veya diğer yasama işlemlerinin) yürürlüğünün durdurulmasına karar verip veremeyeceği konusunda Anayasamızda ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun’da bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin yürürlüğün durdurulması kararı verip veremeyeceği Türk anayasa hukuku doktrininde tartışmalıdır (Bkz. Özbudun, 1998: 393-395; Aliefendioğlu, 1996: 343-370; Gözler, 2000: 503-510; Güran, 1995: 193-198). Anayasa Mahkemesi 1993 yılına kadar kendisine yapılan yürürlüğün durdurulması istemlerini “Anayasa ile kendisine bu yetkinin verilmemiş olduğu” gerekçesiyle reddetmiştir (Bkz. E.1972/13, K.1972/18, K.T. 6.4.1972, AMKD., Sayı 10, s.273-317; E.1985/659, K.1985/4 -müteferrik karar-, K.T. 1.8.1985, AMKD., Sayı 21, s.263). Anayasa Mahkemesi, 20.8.1993 tarih ve 509 sayılı Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin iptali davasında ise önceki görüşünden vazgeçerek, yürürlüğün durdurulması kararı vermiştir. Anayasa Mahkemesi yürürlüğü durdurma kararında şöyle demiştir: “...Kanun Hükmünde Kararnamenin iptaline yönelik istem karara bağlanıp karar yürürlüğe girinceye kadar uygulamadan doğacak giderilmesi güç ve olanaksız durumları önlemek için Kanun Hükmünde Kararnamenin YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASINA... karar verildi” (Bu karar için bkz. E.1993/33, K.1993/40-1, K.T. 21.10.1993, AMKD., Sayı 29, Cilt 1, s.562-563). Anayasa Mahkemesi bu kararının gerekçesini ise daha sonra K.1993/40-2 sayılı kararıyla açıklamıştır (Bkz. E.1993/33, K.1993/40-2, K.T. 21.10.1993, AMKD., Sayı 29, Cilt 1, s.564-604). Anayasa Mahkemesi bu kararında “yürürlüğün durdurulması” konusunda yetkili olduğunu şu gerekçelere dayandırmıştır: 1. “Yargı yetkisinin etkinliği, ‘karar verme’ aracının da özgürce ve eksiksiz kullanılmasını gerektirir.” 2. “Dava kavramının içinde yürütmenin durdurulması da vardır... Yürütmenin durdurulması kararı, yargı bütünlüğü ilkesinin bir ön uygulamasıdır.” 3. “Yasalarda açıkça bulunmasa bile ‘önlem (tedbir)’ yetkisinin varsayılması bir zorunluluktur.” 4. “Bir yasanın Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal edilmesi gibi geniş bir yetkiyi Anayasa Mahkemesine tanıyan Anayasa ve Yasakoyucunun, daha hafif sonuçlar doğuracak olan uygulamayı durdurma yetkisini öncelikle tanımış olduğunun kabulü gerekir. Çoğun içinde tersine hüküm ve neden olmadıkça, az her zaman vardır.” 5. “Yürürlüğün durdurulması yetkisinin kullanılması için... Anayasa... ya da yasalarda... bir kural bulunmamaktadır. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin uygulamayı durdurma yetkisi konusunda yazılı kurallarda bir boşluk olduğu açıktır. Yasalarda açık hüküm bulunmaması durumlarında yargıcın hukuk yaratabileceği, çağdaş hukuk sistemlerinde benimsenen bir görüştür.” Böylece Anayasa Mahkemesi içtihat yoluyla kendisine “yürürlüğün durdurulması” yetkisini tanımış olmaktadır. Üstelik Mahkemenin, 1993’ten itibaren yürürlüğü durdurma kararlarını vermekte oldukça cömert davrandığı görülmektedir. 2012 yılında değiştirilen Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün, iptal davası başvuru dilekçesinde bulunması gereken hususları düzenlediği maddesinde (m.45/1-c), “yürürlüğü durdurma talebi varsa, yürürlüğün durdurulmaması durumunda doğacak olan telafisi imkânsız zararların açıklanması” hükmüne yer verimiştir. Bu hükümle Anayasa Mahkemesi, kendi yaptığı İçtüzük ile yürürlüğün durdurulması yetkisini kendisinde tanımış olmaktadır. 204 Yargı Anayasa Mahkemesinin Anayasada düzenlenmeyen bu yetkiyi içtihat yoluyla kendisine tanırken dayandığı gerekçeler ikna edici olmaktan uzaktır. Her şeyden önce, alt derece mahkemeleri bakımından ihtiyati tedbir kararını düzenleyen yasa koyucunun (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, m. 101 vd) ve idari yargılama usulünde yürütmeyi durdurma yetkisini açıkça düzenleyen (AY.m.125/6) Anayasa koyucunun, Anayasa yargısında bu konuyu düzenlemeyi unuttuğu ya da özensiz davrandığı söylenemez. Anayasada bu konuda bir boşluk olduğu kabul edilse bile, Mahkemenin Anayasa kuralları bakımından boşluk doldurma yetkisi bulunmamaktadır. Türk hukukunda yargıcın hukuk yaratarak boşluk doldurması genel bir kural değildir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin belli şartlar altında kanunların yürürlüğünü durdurma yetkisinin Anayasaya konulacak bir hükümle açık bir hukuki dayanağa kavuşturulması yerinde olacaktır. Görülmekte olan bir davada hakim, davada uygulanacak kanun hükmünün Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorsa ne yapmalıdır? Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapma yetkisini, Yasama Bölümünde anlatılan meclis soruşturması usulü ve Yürütme Bölümünde anlatılan Cumhurbaşkanının sorumluluğu konuları ile birlikte değerlendirin. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim yöntemini açıklayın. Öğrenme Çıktısı 4 Anayasaya uygunluk denetimi şekillerini açıklayabilme Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş 205 Türk Anayasa Hukuku Anayasa Yargısının Demokratik Meşruiyeti “Birçok ülkede anayasa yargısı kabul edilmiş olmakla birlikte, bu yargılama sisteminin demokratik meşruiyeti hâla tartışılan bir sorundur. Amerika Birleşik Devletlerinde Yüksek Mahkemenin “anayasanın üstünlüğü” ilkesine dayanarak başlattığı anayasallık denetimi, Anayasanın böyle bir yetkiyi Mahkemeye vermediği gerekçesiyle eleştirilmektedir. Anayasa yargısının meşruiyeti Avrupa ülkelerinde de tartılan bir konudur. Ancak bu ülkelerde anayasa yargısı ve mahkemelerin yetkileri doğrudan anayasalar ile düzenlenmiş bulunduğundan, tartışmanın zemini hukuki meşruiyetten demokratik meşruiyete kaymış bulunmaktadır. Demokratik meşruiyet tartışmasının özünde ise, bir yargısal organın demokratik süreçler içinde seçimle oluşan yasama organının iradesini geçersiz kılıp kılamayacağı bulunmaktadır. Anayasa mahkemelerinin giderek aktivist bir tutum sergilemesi meşruiyet tartışmasını daha da sertleştirmiştir. Amerikan Yüksek Mahkemesinin başlattığı yargısal aktivizm dalgası giderek birçok Avrupa mahkemesini de etkisi altına almıştır. Yargısal aktivizm, yargıçların kamu politikalarını etkilemek için baktıkları davalarda hukuk kurallarının dışına çıkarak kişisel politik görüşlerine dayanan karar verme isteklerini ifade etmektedir. Yargıçların kamu politikalarının belirlemesine katılması, yargının siyasi bir role sahip olması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, politikaları belirleme yetkisinin seçilmiş yöneticilere ait olduğu demokratik sistemde yargının siyasi role sahip olması, yargıçlar hükümetine yol açacağı endişesiyle ciddi eleştirileri de beraberinde getirmektedir. Yargısal aktivizmin ortaya çıktığı Amerika Birleşik Devletlerinde Anayasanın “Biz, Birleşik Devletler Halkı” şeklindeki girişiyle, onun yapımcısı olarak doğrudan halkın gösterilmiş bulunması karşısında, seçilmemiş ve siyasi sorumluluğu bulunmayan yargıçların, Anayasanın anlamını değiştiren kararlar veremeyeceği oldukça yaygın bir görüştür. Yüksek Mahkemenin yargısal aktivizmini kesin bir dille reddeden anayasa hukukçusu Mark Tushnet’e göre: “Kanunkoyucular Yüksek Mahkemeye değil, Anayasaya bağlı kalmak için yemin etmişlerdir. Anayasanın anlamı Yüksek Mahkemenin ona verdiği anlam ile aynı olmak zorunda değildir.” Bununla birlikte, yargısal aktivizmin, insan haklarının genişletilmesi ve hukukun üstünlüğünün etkin bir şekilde korunmasıyla sınırlı kalmak kaydıyla, anayasal demokrasinin pekişmesine katkıda bulunabileceği yönünde görüşler de bulunmaktadır”. Kaynak: Atar, Yavuz (2010). “Anayasa Mahkemesinin Yeniden Yapılandırılması”, SDE Yargı Raporu- Demokratikleşme Sürecinde Yargı Kurumları. Ankara, s. 8. Araştırmalarla İlişkilendir Yargı 206 1 Maddi ve şeklî kriterlere göre yargı fonksiyonunu tanımlayabilme Yargı Fonksiyonu Maddi kritere göre yargı fonksiyonu, hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi ve hukuka aykırılık iddialarının karara bağlanması anlamına gelir. Şeklî kritere göre ise, yargı organlarınca verilen kararlar ile yapılan diğer işlemler yargı işlemidir. 2 Anayasa’da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını ile ilgili olarak yer alan kuralları sıralayabilme Yargının Tarafsızlığı ve Bağımsızlığı Anayasaya göre yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Hâkimler görevlerinde bağımsız olup Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Anayasa, mahkemelerin bağımsızlığını sağlamak üzere “hâkimlik teminatını getirmiştir. Buna göre, “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik bir tedbir de, adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının özlük işlerine bakmakla görevli Hâkimler ve Savcılar Kurulunun getirilmiş olmasıdır. 3 Yüksek yargı organlarını sıralayabilme Yargı Düzeni ve Yüksek Yargı Organları Anayasa’da Yargı başlığı altında Yüksek Mahkemeleri düzenlenmiştir. Bunlardan Anayasa Mahkemesi kanunların anayasaya uygunluğunu denetler ve Anayasada yer alan diğer görevleri yerine getirir. Uyuşmazlık Mahkemesi ise mahkemeler arasındaki görev ve yetki uyuşmazlıklarını çözmekle görevlidir. Anayasada temyiz mercii olarak idari yargı alanında Danıştay, adli yargı alanında Yargıtay yer almıştır. öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Türk Anayasa Hukuku 207 4 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti Anayasaya uygunluk denetimi şekillerini açıklayabilme Anayasa Yargısı İptal davası (soyut norm denetimi), Anayasada sayılan organların, bir kanunun aleyhine, anayasaya aykırılık davası açması sonucunda Anayasa Mahkemesince yapılan anayasaya uygunluk denetimidir. Anayasada, Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmaya yetkili kişi ve organlar Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubu ile TBMM üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeleri olarak sayılmıştır. Kanunların ve anayasa değişikliklerinin şekil bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptal davası açma yetkisi ise sadece Cumhurbaşkanı ve TBMM üye tamsayısının beşte biri tutarındaki üyelere tanınmıştır. Dava açma süresi ise anayasa değişiklikleri ile kanunların şekil yönünden anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan davalar için, bunların Resmî Gazete’de yayımlanmalarından başlayarak on gündür. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile TBMM İçtüzüğünün esas ve şekil, kanunların ise sadece esas bakımından anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davalarında süre, bunların Resmî Gazete’de yayımlanmalarından başlayarak altmış gündür. İtiraz yolu, görülmekte olan bir davada, davaya bakan mahkemenin uygulanacak olan normu Anayasaya aykırı görmesi ya da davanın taraflarının anayasaya aykırılık itirazında bulunması suretiyle başlatılmaktadır. Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. İtiraz yolu sadece kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri hakkında işletilebilir ve şekil bozukluğuna dayalı anayasaya aykırılık itirazı mahkemeler tarafından ileri sürülemez. Anayasa Mahkemesi işin kendisine gelmesinden itibaren beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Mahkeme de bu karara göre davayı görür. Ancak bu süre içinde Anayasa Mahkemesi bir karar vermemiş ise mahkeme, yürürlükteki kanun hükümlerini uygulayarak davayı sonuçlandırır. Yargı 208 neler öğrendik? 1 Aşağıdakilerden hangisinin Hâkimler ve Savcılar Kuruluna üye seçme yetkisi vardır? A. Yargıtay Genel Kurulu B. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu C. Danıştay Genel Kurulu D. Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu E. Türkiye Büyük Millet Meclisi 2 Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun üye sayısı ve üyelerin görev süresi aşağıdakilerden hangisinde birlikte ve doğru olarak verilmiştir? A. Yirmi iki asıl ve on yedek üye-dört yıl B. Yirmi asıl ve on yedek üye-beş yıl C. Yirmi iki üye-beş yıl D. On üç üye- dört yıl E. On beş üye-beş yıl 3 Aşağıdakilerden hangisinin başkanlığını Anayasa Mahkemesince, kendi üyeleri arasından görevlendirilen bir üye yapar? A. Yargıtay B. Sayıştay C. Danıştay D. Yüksek Seçim Kurulu E. Uyuşmazlık Mahkemesi 4 Aşağıdakilerden hangisinin üyelerinin tamamı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca seçilir? A. Yargıtay B. Sayıştay C. Danıştay D. Uyuşmazlık Mahkemesi E. Yüksek Seçim Kurulu 5 Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından anayasaya aykırı olduğu iddiası ile iptal davası açma yetkisi, değişikliğin Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak kaç gün sonra düşer? A. 10 B. 15 C. 30 D. 60 E. 90 6 TBMM’nin Anayasa Mahkemesine üye seçe- bilmesi aşağıdakilerden hangisinin aday göstermesi ile mümkündür? A. Danıştay Genel Kurulu ve Yükseköğretim Kurulu B. Yargıtay Genel Kurulu ve Danıştay Genel Kurulu C. Sayıştay Genel Kurulu ve baro başkanları D. Danıştay Genel Kurulu ve baro başkanları E. Sayıştay Genel Kurulu ve Yükseköğretim Kurulu 7 Aşağıdakilerden hangisi Anayasa Mahkeme- si’ nin görev ve yetkilerinden biri değildir? A. TBMM içtüzüğünün anayasaya uygunluğunu denetlemek B. Bireysel başvuruları karara bağlamak C. Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak D. Siyasi partilerin mali denetimini yapmak E. Danıştay başkanını seçmek 8 Aşağıdakilerden hangisi Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi norm veya karar- lardan biri değildir? A. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararları B. Milletlerarası antlaşmalar C. Meclis İçtüzüğü D. Milletvekilliğinin düşürülmesi kararları E. Olağan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri I. Kanunlar II. Olağan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri III.TBMM İçtüzüğü IV. Anayasa değişiklikleri 9 Yukarıdakilerden hangileri somut norm de- netiminin konusunu oluşturur? A. I ve II B. I ve III C. I ve IV D. II ve III E. II ve IV 10 Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru, başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren kaç gün içinde yapılmalıdır? A. 10 B. 15 C. 30 D. 60 E. 90 Türk Anayasa Hukuku 209neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “Hâkimler ve Savcılar Kurulu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. E Yanıtınız yanlış ise “Anayasa Mahkemesinin Statüsü ve Kuruluşu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. C Yanıtınız yanlış ise “Uyuşmazlık Mahkemesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. E Yanıtınız yanlış ise “Denetim Dışında Tutulan Normlar” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. B Yanıtınız yanlış ise “Hâkimler ve Savcılar Kurulu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. D Yanıtınız yanlış ise “Anayasa Mahkemesinin Görevleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. E Yanıtınız yanlış ise “Adli Yargı ve Adli Yargı Organları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. A Yanıtınız yanlış ise “İptal Davasında Süreler” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. A Yanıtınız yanlış ise “Somut Norm Denetimi (İtiraz Yolu)” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. A Yanıtınız yanlış ise “Bireysel Başvuru Usulü ve Başvuru Süresi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. C Yargı 210 Araştır Yanıt Anahtarı 7 Araştır 1 Türk Anayasa Hukuku bakımından yargı fonksiyonunun tanımlanmasında, maddi ve şeklî kriter birlikte kullanılır. Çünkü, yargı fonksiyonunun tek başına maddi kriter ya da şeklî kriterle açıklamak mümkün olmamaktadır. Maddi kritere göre yargı fonksiyonu, hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesi ve hukuka aykırılık iddialarının karara bağlanmasıdır. Ancak bazen yürütme veya yargı organlarının da benzer nitelikte işlemleri olmaktadır. Şeklî kritere göre ise, yargı fonksiyonu, yargı organlarının yaptıkları işlemleri ifade eder. Ancak yargı organlarının idari mahiyette işlemleri de vardır. O hâlde, bu iki kriteri birleştirmek suretiyle yargı fonksiyonunu, hukuki uyuşmazlıkların ve hukuka aykırılık iddialarının bağımsız mahkemeler tarafından kesin olarak çözümlenmesi ve karara bağlanması faaliyeti olarak tanımlamak mümkündür. Araştır 2 Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yalnızca meslekten çıkarma cezasına ilişkin kararlarına karşı yargı yolu açıktır. Bunun dışındaki kararlarına karşı yargı yoluna gidilebilmesi mümkün değildir. Araştır 3 Danıştay üyelerinin dörtte üçü Hâkimler ve Savcılar Kurulu; dörtte biri Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. Yargıtay üyeleri, Hâkimler ve Savcılar Kurulunca seçilirler. Araştır 4 Görülmekte olan bir davada hâkim, davada uygulanacak kanun hükmünün Anayasaya aykırı olduğunu düşünüyorsa, dosyayı Anayasa Mahkemesine gönderir ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karar kadar davayı geri bırakır. Anayasa Mahkemesi işin kendisine gelmesinden itibaren beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Mahkeme de bu karara göre davayı görür. Ancak bu süre içinde Anayasa Mahkemesi bir karar vermemiş ise, mahkeme, yürürlükteki kanun hükümlerini uygulayarak davayı sonuçlandırır. Bununla birlikte esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin kararı gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır. Türk Anayasa Hukuku 211 Aliefendioğlu, Yılmaz (1996). Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi. Ankara. Armağan, Servet (1967). Anayasa Mahkememizde Kazai Murakabe Sistemi. İstanbul. Duran, Lütfi (1984). “Türkiye’de Anayasa Yargısının İşlevi ve Konumu”, Anayasa Yargısı Cilt 1. Ankara. Erdoğan, Mustafa (2002). Anayasa ve Özgürlük. Ankara. Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku Dersleri. Bursa. Güran, Sait (1995). “Anayasa Mahkemesinin İşlevi ve Bu Bağlamda Yürürlüğün Durdurulması”, Anayasa Yargısı Cilt 12. Ankara, s.193-198. Hocaoğlu, A.Şeref- İsmet Ocakçıoğlu (1971). Anayasa ve Anayasa Mahkemesi: Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Yargısal Denetimi. Ankara. Kaboğlu, İbrahim Ö. (1994). Anayasa Yargısı. Ankara. Karamustafaoğlu, Tunçer (1970). Seçme Hakkının Demokratik İlkeleri. Ankara. Kıratlı, Metin (1966). Anayasa Yargısında Somut Norm Denetimi: İtiraz Yolu. Ankara. Kunter, Nurullah (1986). Ceza Muhakemesi Hukuku. İstanbul. Kuru, Baki (1966). Hakim ve Savcıların Bağımsızlığı ve Teminatı. Ankara. Lijphart, Arend (1996): Çağdaş Demokrasiler: Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri (Çevirenler: Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran), Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını. Özbudun, Ergun (2006). “Anayasa Mahkemesi ve Ekonomik Politika”, Fazıl Sağlam’a 65.Yaş Armağanı. Ankara. Özbudun, Ergun (1993). Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı. Ankara. Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara. Özçelik, Selçuk (1984). Anayasa Hukuku 1 (Umumi Esaslar). İstanbul. Tanör, Bülent- Necmi Yüzbaşıoğlu (2001). 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku. İstanbul. Teziç, Erdoğan (1996): Anayasa Hukuku. İstanbul. Teziç, Erdoğan (1972). Türkiye’de 1961 Anayasasına Göre Kanun Kavramı. İstanbul. Ünsal, Artun (1980). Siyaset ve Anayasa Mahkemesi. Ankara. Vedel, Georges (1993): “Temel Hukuki Seçenekler”, BDT Ülkelerinde Demokrasiye Geçiş ve Anayasa Yapımı (Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu-Türk Demokrasi Vakfı). Ankara, s.63-109. Kaynakça 212 Bölüm 8 Anayasa’nın Değiştirilmesi Anahtar Sözcükler: • Asli Kurucu İktidar • Tali Kurucu İktidar • Hiyerarşik Yöntem • Organik Yöntem • Sözleşme Yöntemi • Halk Oylaması • Değiştirilemez Maddeler öğrenme çıktıları 1 Genel Olarak Anayasaların Değiştirilmesi Sorunu 1 Anayasal değişmeye yol açan faktörleri özetleyebilme 2 1982 Anayasası’na Göre Anayasanın Değiştirilmesi Usûlü 2 Anayasanın değiştirilmesi usulünü açıklayabilme Anayasa Değişikliklerinin Denetimi 3 Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetlemesi konusunu 3 açıklayabilme 213 Türk Anayasa Hukuku GİRİŞ Toplumsal hayatta yaşanan gelişmelere bağlı olarak anayasaların da değiştirilmesi ihtiyacı ortaya çıkar. Anayasal değişmeye yol açan faktörlerin ortaya çıkması ile birlikte, anayasaların bu gerçekliğe uyarlanması bir zorunluluk hâline gelir. İşte bu zorunluluğun bir sonucu olarak da anayasalar, nasıl değiştirileceklerine ilişkin kurallara yer vermektedir. Bu bölümde genel olarak anayasaların değiştirilmesi sorunu irdelendikten sonra, 1982 Anayasası’na göre Anayasa’nın değiştirilmesi usulü ve anayasa değişikliklerinin denetimi meselesi incelenecektir. GENEL OLARAK ANAYASALARIN DEĞİŞTİRİLMESİ SORUNU Anayasal Değişmeye Yol Açan Faktörler Anayasal değişmenin temel dinamiği, toplumsal gerçekliktir. Bu nedenle anayasaların, toplumsal değişmelere uyarlanması gerekmektedir. Anayasaların bazı hükümleri yapıldığı dönemin ve yakın bir geleceğin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla konulur. Günümüzün hızla gelişen toplumsal ilişkileri, teknolojik ilerlemeler, özellikle genel kabul görmüş evrensel ilkeler düzeyine ulaşmamış anayasa hükümlerinin değişmesini zorunlu kılabilmektedir (Bkz. San, 1974: 52-58, Anayasaların değiştirilmesi konusunda geniş bilgi için bkz. Atar, 2000). Genel olarak anayasal değişmeye yol açan faktörler, başka bir ifadeyle anayasal değişmenin temel dinamikleri arasında sosyal, siyasal ve ekonomik faktörler, teknolojik gelişmeler, yeni bir devletin kurulması ya da bağımsızlığını elde etmesi ve bir ülkenin siyasal rejiminde meydana gelen değişiklikler gibi durumları saymak mümkündür. 1. Sosyal, ekonomik ve siyasal faktörler: Sosyal ve siyasal faktörler, bir ülkede çeşitli alanlardaki sosyal ve siyasal gelişme ile değişik gruplar arasındaki farklılaşmalardan dolayı ortaya çıkarken; ekonomik faktörler, bir ülkenin genel ekonomik durumu ya da bölgeler arasındaki ekonomik dengesizliklerden doğmaktadır. Anayasal değişmeyi doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen faktörlerin başlıcaları sosyal ve ekonomik kaynaklıdır. Anayasacılık tarihinin dönüm noktalarından birisini oluşturan liberal anayasal sistemlerin demokratikleşmesinde; oy hakkının genişlemesi suretiyle geniş kitlelerin siyasal sürece katılması ve refah devletinin gelişmesi en önemli faktörler olarak etkili olmuştur. Ayrıca, parlamentarizmin gelişmesi, federal ilişkilerdeki değişmeler ve siyasal partiler ile organize büyük sosyal grupların giderek önem kazanması da anayasaları etkileyen faktörler arasında yer alır (Lehmbruch, 1985: 33). Öte yandan farklı toplumsal gruplar arasındaki statü farklılıklarını belirleyen sosyal ve ekonomik faktörler, bu grupları, kendi aralarındaki siyasal ilişkilerin de yeniden düzenlenmesini talep etmeye yöneltir (Banting, 1985: 10). Ekonomik güç dengelerindeki değişmeler de benzer sonuçlar doğurur. 2. Teknolojik gelişmeler: Sosyal ve ekonomik faktörler gibi teknoloji alanındaki gelişmeler de genel olarak hukuku ve anayasaları etkileyecek sonuçlar doğurabilir. Teknolojik gelişmeler, sosyal değişmenin başlıca dinamiklerinden birisidir (Miller, 1979: 14-41; Balkin, 1992: 1978-1979). Bu değişme olumlu olabileceği gibi, olumsuz yönde de gerçekleşebilir. Örneğin; bilgisayar, kamera, telefon, faks, telsiz, dinleme cihazları ve benzeri araçların yaygın kullanımı gibi teknolojik gelişmelerin doğrudan ya da sosyal değişmeye yol açmak suretiyle dolaylı olarak hukuk, anayasal kurumlar ve bireysel hürriyetler alanında ortaya çıkardığı etkiler, bazı durumlarda hukukun uygulanmasını, anayasal kurumların işleyişini ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesini kolaylaştırırken, bazen de bu alanlarda ciddi sorunlara yol açabilmektedir. O hâlde, anayasalarla kurulan sistemlerin başarılı olabilmeleri ve hürriyetlerin gerçekleştirilebilmesi, için teknolojik Sosyal, siyasal ve ekonomik faktörler, teknolojik gelişmeler, yeni bir devletin kurulması ya da bağımsızlığını elde etmesi ve bir ülkenin siyasal rejiminde meydana gelen değişiklikler anayasal değişmenin temel sebepleri arasındadır. 214 Anayasa’nın Değiştirilmesi gelişmelerin dikkate alınması ve anayasaların bunlara uyarlanması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. 3. Yeni bir devletin kurulması veya bir ülkenin bağımsızlığına kavuşması: Yeni bir devletin kurulması veya bir ülkenin bağımsızlığına kavuşması durumlarında, bu gelişmeleri genellikle yeni bir Anayasa’nın (ya da devletin ilk anayasasının) yapılması izler (Banting and Simeon, 1985: 13). Yeni bir devletin kurulması, ya Anayasa’nın yapılmasından önce gerçekleşir ya da daha önce anayasa yapılır ve bu anayasa yeni devletin kuruluşunu, temel organlarını ve bunların işleyişini, ülkenin siyasal sistemini belirler ve kişilerin hak ve hürriyetlerini düzenler. Amerikan Anayasası’nın bu anlamda, Amerika Birleşik Devletleri’ni kuran bir anayasa olduğu söylenebilir. Çünkü, birtakım devletlerin bir araya gelerek bir konfederasyon oluşturmaları, daha sonra da bunu bir federasyona dönüştürmeleri bir anayasa ile gerçekleştirilmiştir. Bir ülkenin işgal ya da koloni yönetiminden kurtulması ve bağımsızlığını elde etmeside, o ülkede çoğunlukla yeni bir Anayasa’nın yapılmasını gerekli kılar. Örneğin; Asya, Orta Doğu ve Afrika’da birçok ülke son yüzyıl içerisinde sömürgeci devletlerin kurduğu koloni yönetimlerinden kurtulmuş ve bağımsızlıklarını kazanarak yeni anayasalar yapmışlardır (Wolf-Philips, 1970: 18-42; Dale, 1993: 67-83; McWhinney, 1981: 25-26). 4. Ülkede siyasal rejimin değişmesi veya kesintiye uğraması: Bir ülkede çeşitli faktörlerin etkisiyle gerçekleşen ihtilal, devrim, hükûmet darbesi ve ülkenin parçalanması gibi yollarla siyasal rejimde kökten veya kısmi bir değişme ya da kesintinin ortaya çıkması durumunda, fiilî iktidarı elinde tutan sosyal ve siyasal güçlerin yeni rejimin anayasasını yapması kaçınılmaz bir sosyal olaydır (Preuss, 1991: 107). İhtilaller yoluyla anayasal değişmenin gerçekleşmesine tarihsel olarak en uygun örnek Fransa’dır. Günümüzde ise ihtilallerden çok hükûmet darbelerinin söz konusu olduğu görülmektedir. Mevcut rejim içinde anayasal değişmeye yol açan sosyoekonomik, kültürel ve teknolojik faktörlerin değişmesi durumunda, anayasayı, yürürlükteki anayasaya tâbi mevcut iktidarın, yani “tâli kurucu iktidar”ın yapmasına (ya da değiştirmesine) karşılık, yeni bir devletin kurulması veya siyasal rejimin değişmesi hâllerinde yeni anayasayı genellikle hiçbir hukuk kuralı ile bağlı olmayan “asli kurucu iktidar” yapar (Özbudun, 1998: 121-122; Teziç, 1996: 147-148). Ülkede siyasal rejimin değişmesi ya da kesintiye uğraması sonucunda yapılan anayasalara örnek olarak; Nazi Yönetimi’nden sonra yapılan 1949 tarihli Federal Alman Anayasası, 1978 tarihli İspanyol Anayasası, 1976 Portekiz Anayasası, Türkiye’de siyasal rejimde kesintilere yol açan askeri müdahaleler döneminde yapılan 1961 ve 1982 Anayasalarını ve yakın zamanda totaliter rejimlerden demokrasiye geçiş yapan Doğu Avrupa ülkelerinin yeni anayasalarını göstermek mümkündür. Anayasayı Yapan veya Değiştiren İktidar Bir devletin anayasasını yapan ya da değiştiren iktidara “kurucu iktidar” adı verilmektedir. Kurucu iktidar, asli kurucu iktidar ve tali kurucu iktidar olarak ikiye ayrılır: Asli Kurucu İktidar Asli kurucu iktidar, bir ülkenin siyasal rejiminde ihtilal, hükûmet darbesi veya ülkenin parçalanması sebebiyle bir hukuk boşluğu meydana gelmesi ya da bağımsızlığın kazanılması veya yeni bir devletin kurulması gibi durumlarda hiçbir hukuk kuralıyla bağlı olmaksızın yeni anayasayı yapan iktidara denir (Özbudun, 1998: 121; Teziç, 1996: 146-147). Asli kurucu iktidar, sınırsız ve hukuk dışı bir olay olmasına karşılık, sosyolojik anlamda toplumdaki siyasal değer ve inançlar, siyasal güç dengesi, uluslararası ortam ve ülkenin dış ilişkileri gibi faktörlerle kendini sınırlı hissedebilir. Öte yandan, evrensel anlamda hukukun varlığının anayasadan bağımsız olduğu kabul edilirse, asli kuruculuğun tamamen hukuk dışı bir işlev olmadığı söylenebilir. Bu durumda özellikle demokratik bir kurucu iktidarın, hukukun genel ilkeleri ve insan haklarından kendini muaf tutması mümkün olmayacaktır (Erdoğan, 1999: 39). 215 Türk Anayasa Hukuku Tali Kurucu İktidar Tali kurucu iktidar ise, bir ülkenin anayasasını, mevcut anayasal kural ve usuller çerçevesinde tümden yenileyen ya da değiştiren iktidara denir. Asli kurucu iktidarın aksine, tali kurucu iktidar hukuken sınırlı bir iktidar olup yaptığı yeni anayasa ya da anayasa değişiklikleri, geçerliliğini yürürlükteki anayasadan alır. Tali kuruculuk işlevi, bağımsız olmayıp yürürlükteki anayasadan türediği için “türev kurucu iktidar” olarak da adlandırılmaktadır (Özbudun, 1998: 122; Teziç, 1996: 159; Erdoğan, 1999: 42). Anayasa’nın zaman içerisinde ortaya çıkan yeni gelişmelere uyarlanabilmesi için değişmesi gerektiğinden, hangi yöntemlere göre değiştirilebileceği de anayasada belirtilmektedir. Bir ülkenin normal yasama organının anayasayı değiştirebileceği, ancak yeni bir anayasa yapamayacağı yolunda görüşler olmakla birlikte, bu yaklaşım tümüyle hukuki dayanaktan yoksundur. Anayasa ile yetkilendirilen normal bir yasama organı da kurucu meclis niteliğine sahiptir. Darbe dönemlerinde öncelikle yürürlükteki anayasa ve mevcut seçilmiş parlamento ortadan kaldırıldığından, darbeciler yeni anayasayı hazırlarken hukuken hiçbir kuralla bağlı değildirler ve dolayısıyla da uymak zorunda oldukları usul kuralları da yoktur. Bu dönemlerdeki kurucu meclisler de bu nedenle “asli kurucu meclis” olarak adlandırılır. Buradaki “aslilik” üstünlüğü değil, hukuk-dışılığı ifade eder. Buna karşılık, normal demokratik dönemlerde anayasayı ülkenin parlamentosu değiştirir ve bunu yaparken anayasadaki usul kurallarıyla bağlı olduğundan “tali kurucu meclis” olarak adlandırılır. Dolayısıyla demokratik olarak seçilmiş normal meclisler gerekli usule uyarak pekâlâ yeni bir anayasa da yapabilirler. Anayasayı Yapan veya Değiştirenlerin Profili: Politika Kararlaştırıcılar ve Teknisyenler Anayasa yapımcıları, temelde politika kararlaştırıcılar ve teknisyenler olarak ikiye ayrılabilir. Politika kararlaştırıcılar kavramı, Anayasa’nın yapılması kararını veren ve anayasada yer alacak temel tercihleri hukuken ve fiilen belirleme ve nihai olarak onaylama yetkisine sahip siyasal güçleri (politikacılar, siyasal gruplar ve partiler, hükûmetler, yasama organları ve halk gibi) ifade etmektedir. Teknisyenler ise politika yapımcılarının tayin ettiği çerçeveye göre anayasayı hazırlayan uzmanlardır. Demokratik anayasacılıkta, anayasa yapımı; Anayasa’nın hazırlanması ve ilgili kurul veya meclisler ile referandumda halk tarafından kabul edilmesi gibi aşamaları içine alan bir süreçten geçerek gerçekleşir. Anayasa’nın yapımı yöntemi ile Anayasa’nın kapsam ve içeriği hakkındaki temel anayasal ilke ve kurumlar hakkındaki temel tercihler politika kararlaştırıcılar tarafından belirlendikten sonra, bu çerçeve içinde Anayasa’nın hazırlanması, yani kaleme alınması uzmanlarca yürütülür. Bu uzmanlar komisyonu, doğrudan anayasayı hazırlamakla görevlendirilmiş özel bir komisyon (anayasa komisyonu) olabileceği gibi, anayasayı yapan meclisin (kurucu meclis veya parlamento) bir alt organı da olabilmektedir. Uzman komisyonları ve meclisler dışında, yürütme organları (devlet başkanları ve kabinelerin rolü) ve halkın da (halk girişimi ve referandumlar yoluyla) anayasa yapımı sürecinde rol oynadığı görülmektedir. Bununla beraber, her ülke bakımından anayasa yapımı sürecinin bu aşamalardan geçmesi ve sözü edilen aktörlerin bütün bunlara katılması mümkün olmayabilir. Anayasaların Yapımı veya Değiştirilmesi Yöntemleri Anayasa yapımı veya Anayasa’nın değiştirilmesi bakımından, anayasa hukukçuları ve politika bilimcileri tarafından belirlenen çeşitli yöntem veya modelleri en genel biçimde üç kategori hâlinde inceleyebiliriz. Bu yöntemler hiyerarşik yöntem, organik yöntem ve sözleşme yöntemidir (Elazar, 1985: 242-243). Hiyerarşik Yöntem Hiyerarşik yöntemde anayasa yapımı, Anayasa’nın, bir kişi, kurul ya da temsili olmayan bir meclisçe “tepeden inme” (top-down) bir usulle kabul edilmesi biçiminde gerçekleşmektedir (Elazar, 1985: 243; Banting and Simeon, 1985: 12-13). Bu yöntemin klasik uygulaması, hükümdar ya da monarkın tek yanlı bir iradi tasarruf ile “ferman” biçiminde bir anayasayı kabul ve ilan etmesidir. Monarkın kendi yetkilerini bir ferman ile sınırlaması, mutlak monarşiden, sınırlı (meşruti) monarşiye geçişi ifade eder. Ancak monarkın kendi iktidarını sınırlaması, genellikle birtakım tarihî, sosyal ve siyasal faktörlerden kaynaklanır. Ferman anayasa yapımının örnekleri arasında Fransa’da 1814 Restorasyon Dönemi Anayasası; İtalya’da 1848 Anayasası; ve Türkiye’de I.Meşrutiyete geçişi sağlayan 1876 Anayasası sayılabilir. 216 Anayasa’nın Değiştirilmesi Çağdaş otoriter ve diktatörlük rejimlerinde ya da demokrasiye geçiş sürecindeki bazı ülkelerde kabul edilen anayasalar da genellikle bu yöntemle yapılmıştır. Bu rejimlerde yöneticilerin, anayasa yapımının hiyerarşik olmadığını göstermek amacıyla bazı yollara başvurmaları, örneğin; temsili nitelikte olmayan (seçilmemiş) “kurucu meclisler” tayin ederek anayasayı hazırlatmaları ve halkın serbest iradesinin ortaya çıkmasına çeşitli yollarla izin verilmeyen “plebisit referandum”lara gitmeleri, sonucu değiştirmez. Bu durumda da anayasa yapımı “hiyerarşik”tir (Elazar, 1985: 243). Bugün birçok Afrika ülkesi ile demokrasiye geçiş dönemlerinde bazı Latin Amerika ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri, BDT ülkeleri ve Türkiye’de çoğunlukla bu yöntemin kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıca Güney Kore, Pakistan ve Bengaldeş’te de hiyerarşik yöntemle yeni anayasalar veya anayasa değişiklikleri yapılmıştır (Tanör, 1986: 160-161). Hiyerarşik yöntemle anayasa yapımında, bazı ülkelerde referandum yoluna da başvurulduğu görülmektedir. Bununla birlikte, bu referandumlar genellikle serbest bir ortamda yapılmadığından “plebisit referandum” niteliğindedirler. Bu nedenle de bunlar, anayasaların demokratik meşruluk kazanmasını sağlamaktan uzaktırlar. Organik Yöntem Organik yöntemde anayasalar mevcut anayasal kurumlar tarafından yürürlükteki usul ve kurallara göre, genellikle yasama işlemi biçiminde yapılır. Bu yöntemi, “tali kurucu iktidar” tarafından yeni bir Anayasa’nın yapılması veya mevcut Anayasa’nın değiştirilmesi olarak açıklamak da mümkündür. Organik yöntemi diğerlerinden ayıran en önemli fark, bu yöntemde anayasa yapımı sürecinin büyük ölçüde “nötr” bir şekilde işlemesidir. Kuşkusuz bu yöntemde de hukuki sürecin gerisinde bir takım siyasal faktörlerin ve görüşmelerin anayasa yapımını etkilemesi söz konusu olabilmektedir. Kurulu anayasal düzen içinde anayasal değişmenin gündeme gelmesi ve gerçekleşmesi sürecinde, hukuki işlemlerin yanı sıra, toplumun çeşitli kesimleri bu konudaki ilgilerini ortaya koyabilirler. Hiyerarşik yöntem ve sözleşme yönteminin dışında “organik yöntem”den söz edilmesi, anayasa yapımı veya değişikliği sürecindeki bazı özel durumları açıklama gereğinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, bir parlamentoda iktidar partisinin anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olduğunu varsayalım. İktidar partisi, parlamentodaki diğer siyasal partilerin görüşlerini hiç dikkate almadan bir anayasa değişikliği yaptığında bu anayasa değişikliği sürecini nasıl nitelendireceğiz? Bu şekildeki bir anayasa değişikliği, ne tam anlamda sözleşme yöntemine ne de hiyerarşik yönteme girer. Hiyerarşik yöntemden söz edemeyiz, çünkü ortada seçilmiş bir parlamento çoğunluğu mevcuttur. Sözleşme yönteminin de tam anlamıyla uygulandığı söylenemez, çünkü toplumun değişik kesimlerini temsil eden diğer siyasal partiler dışlanmıştır. Bu durumda örneğimizdeki anayasa değişikliğinde kullanılan yöntemi “organik yöntem” olarak adlandırmamız mümkündür. Böyle bir durumda parlamentodaki çoğunluk (iktidar partisi), muhalefetteki siyasal partilerin de anayasa değişikliği sürecine katılımını ve anayasa değişikliği üzerinde geniş bir uzlaşma oluşmasını sağlayacak olursa, organik yöntem ile sözleşme yönteminin birleşmesinden söz edilebilir. Organik yöntemle anayasa yapımı veya Anayasa’nın değiştirilmesi, anayasal değişme için gerekli çoğunluk sağlanmadıkça, çok sık ortaya çıkmaz (Elazar, 1985: 243-244). Organik yönteme göre anayasa yapımı veya değişikliği sürecinin tamamlayıcı bir unsuru olarak referandumlara da başvurulabilmektedir. Öte yandan bu yöntemde anayasa değişikliği sürecinde yürütme organına da (genellikle devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı) bazı yetkiler verilebilmektedir. Sözleşme Yöntemi Sözleşme (veya pakt) yönteminde, anayasa yapımı, toplumu temsil eden siyasal güçler (gruplar ve partiler) veya seçilmiş bir kurul ya da kurucu meclis tarafından “katılma ve uzlaşma” ilkelerine dayalı olarak “toplumsal sözleşme” biçiminde gerçekleştirilmektedir. “Tabana dayalı” (aşağıdan yukarı=bottom-up) anayasa yapımı (Banting and Simeon, 1985: 12-13) olarak da adlandırılabilecek olan sözleşme yönteminin esası, toplumu Anayasanın, bir kişi, kurul ya da temsili olmayan bir meclis tarafından “tepeden inme” bir şekilde kabul edilmesi hiyerarşik yöntem olarak adlandırılmaktadır. 217 Türk Anayasa Hukuku temsil eden bütün grupların katılımıyla bir uzlaşmaya varmak olmakla birlikte, bu her zaman mümkün olmayabilir. Bir Anayasa’nın yapımında sözleşme yöntemi uygulanmaktaysa, bu durumda Anayasa’nın temsili bir kurul ya da kurucu mecliste hazırlanıp kabul edilmesi bu sözleşme niteliğini ortadan kaldırmaz. Çünkü bu kurul ya da meclis, taraflar arasındaki anlaşmalarla kendini sınırlı hisseder ve varılan uzlaşmayı onaylamakla yetinir (Özbudun, 1993: 94-95). Sözleşme yönteminin klasik örneklerini “misak biçimindeki anayasalar” oluşturur. Anayasacılık tarihinde, genellikle monark ile onun karşısında yer alan ve onu bir anlamda anayasa yapmaya zorlayan bir takım siyasal güçler arasında varılan anlaşmalar sonucunda misak anayasaların yapıldığı görülür. Monarkın yetkilerini bir ölçüde sınırlayan bu tür anayasa veya anayasal belgelere örnek olarak, İngiltere’de 1215 tarihli Büyük Hürriyet Beratı (Magna Carta Libertatum) ve 1689 Haklar Layihası (Bill of Rights); Fransa’da 1791 ve 1848 Anayasaları; Türkiye’de 1808 tarihli Sened-i İttifak ve 1876 Anayasası’nda yapılan 1909 değişikliği gösterilebilir (Teziç, 1996: 149; Özçelik, 1984: 160- 164).Yine Türkiye’de 1999 yılında Anayasa’nın “Devlet Güvenlik Mahkemeleri”ni düzenleyen 143’üncü maddesinde yapılan kısmi değişiklik ise bütün partilerin uzlaşması sonucunda yapılmış olduğundan, burada sözleşme yönteminin tam anlamıyla uygulandığını söylemek mümkündür. 2001 ve 2004 Anayasa değişiklikleri de büyük ölçüde sözleşme yöntemine göre yapılmıştır. 2011 yılında TBMM’de grubu bulunan dört siyasi parti tarafından kurulan ve yeni anayasa taslağını hazırlayarak Meclise sunmakla görevlendirilen, ancak anayasa üzerinde tam uzlaşma sağlanamadığı için Kasım 2013’te sonlandırılan “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”nun çalışması da bu yöntemin tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Sözleşme yöntemine göre anayasa yapımı, genellikle siyasal sistemin de sözleşme veya anlaşmaya dayalı olarak kurulduğu toplumlarda görülür. Özellikle demokrasiye geçişi sözleşme yoluyla gerçekleştiren ülkeler, anayasa yapımında da çoğunlukla bu yöntemi kullanmışlardır (Özbudun, 1993: 94- 110). Sözleşme yönteminde anayasalar çeşitli siyasal güçleri temsil eden konvansiyonlar (kurullar) ya da temsili kurucu meclisler tarafından yapılır. Bu yöntemle yapılan Anayasa’nın referanduma sunulması da mümkündür. Tarafların veya katılımcıların eşit olduğu sözleşme yönteminde, anayasal değişme ya bütün tarafların onayı, ya da daha önce kararlaştırılmış ise çoğunluğun kabulü ile gerçekleşir. Söz konusu anayasal değişme, Anayasa’nın tamamen yenilenmesi ya da kısmen değiştirilmesi biçiminde ortaya çıkabilir (Elazar, 1985: 244). İlk anayasalar arasında Amerikan ve İsviçre modelleri hem federal hem de federe düzeyde olmak üzere, sözleşme yoluyla anayasa yapımının en iyi örnekleridir. 1787 Amerikan Anayasası’nın, eyaletlerin temsilcilerinden oluşan konvansiyon tarafından bir sözleşme biçiminde uzlaşılarak hazırlandığı bilinmektedir. İsviçre ve Amerikan eyaletlerinde de, anayasal süreç, konsensüs oluşturmanın önemli bir yolu hâline gelmiştir. Bu süreçte halk, anayasa girişimi veya referandum aracılığıyla temel politikaların belirlenmesi ile hükûmet faaliyetleri ve temsili kurumların denetlenmesi bakımından etkin bir rol oynamaktadır (Elazar, 1985: 244-245). Sözleşme yöntemine göre anayasasını yapan ülkeler arasında; İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya (1949) ve İtalya (1948) ile yakın zamanda İspanya (1978), Kanada (1982), Polonya ve Macaristan’ı da saymak gerekir. Sözleşme yönteminin kullanıldığı anayasalara çok yeni bir örnek olarak demokrasiye geçiş yapan Güney Afrika’da 1996 Anayasası’nın yapımı gösterilebilir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Faşist ve Nasyonal Sosyalist rejimlerin çökmesiyle İtalya ve Almanya’da yeni anayasalar yapılmıştır. İtalya’da 1946 yılında seçilen Kurucu Mecliste, sözleşme yöntemine benzer bir biçimde başlıca siyasal partilerin katıldığı uzlaşmacı bir süreç içinde 1948 Anayasası yapılmıştır. Benzer şekilde Almanya’da da sözleşme yöntemiyle, eyalet yasama organlarınca seçilen temsilcilerden oluşan kurucu meclis niteliğindeki bir “Parlamento Konseyi”nin, Müttefiklerin gözetimi altında 1949 Anayasası’nı yaptığını görüyoruz (Özbudun, 1993: 79-80). İspanya’da diktatörlükten demokrasiye geçiş döneminde yapılan 1978 Anayasası, seçimle oluşan bir mecliste sözleşme yöntemine göre, çok-yanlı koalisyonlar tarafından uzlaşmacı bir stille yapılmıştır. Bu ülkede anayasa yapımı sürecine bütün siyasal grupların Sözleşme yöntemi ile anayasa yapımı “katılma ve uzlaşma” ilkelerine dayalı olarak gerçekleştirilir. 218 Anayasa’nın Değiştirilmesi etkin bir biçimde katılması, ortaya çıkan Anayasa’nın toplum tarafından büyük çoğunlukla benimsenmesi sonucunu doğurmuştur (Özbudun, 1993: 95-99; Elazar, 1985: 245; Çağlar, 1989: 81). Polonya, Macaristan ve Bulgaristan’da da demokrasiye geçiş sürecinde yeni anayasaların yuvarlak masa görüşmeleri ve temsili meclislerin çalışmalarıyla sözleşme yöntemine göre yapıldığı görülmektedir (Özbudun, 1993: 99-110; Elster, 1991: 455-458, 471-480). Sözleşme yöntemine göre yapılan anayasalar üzerindeki uzlaşma oranı yüksek olacağından, bu yöntemle yapılan anayasalar daha istikrarlı olur. Asli kurucu iktidar ve tali kurucu iktidar kavramlarını tanımlayın. 1961 ve 1982 Anayasalarının yapım süreçlerini, anayasa yapım yöntemleri konusu ile birlikte değerlendirin. Anayasa yapım yöntemlerinin neler olduğunu anlatın. Öğrenme Çıktısı 1 Anayasal değişmeye yol açan faktörleri özetleyebilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş 1982 ANAYASASI’NA GÖRE ANAYASA’NIN DEĞİŞTİRİLMESİ USULÜ Anayasa’nın, yürürlükteki anayasa ile öngörülen kurallara uygun olarak değiştirilmesi bir “tali kurucu iktidar” faaliyetidir. Dolayısıyla burada 1982 Anayasasının, Anayasa’nın değiştirilmesine ilişkin kuralları incelenecektir. Türkiye’de, önceki anayasalar (1924 AY. m.102; 1961 AY. m.155) gibi 1982 Anayasası da Anayasa’nın değiştirilmesi bakımından TBMM’nin yetkili olduğunu belirterek, buna ilişkin kuralları düzenlemiş bulunmaktadır (m.175). Ancak 1982 Anayasası, Anayasa’nın değiştirilmesi sürecine TBMM’nin dışında, Cumhurbaşkanını ve bazı hâllerde başvurulacak bir halk oylaması safhası getirmek suretiyle halkı da katmış bulunmaktadır. 1982 Anayasasının “Anayasa’nın değiştirilmesi”ne ilişkin düzenlemesi şöyledir (m.175): “Anayasa’nın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür. Değiştirilme teklifinin kabulü Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür. Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tâbidir. Cumhurbaşkanı, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderebilir. Meclis, geri gönderilen kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu kanunu halk oyuna sunabilir. Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halk oyuna sunulmak üzere Resmî Gazete’de yayımlanır. Halk oyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halk oylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından fazlasının kabul oyu olması gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halk oylamasına sunulması hâlinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar. Halk oylamasına, milletvekili genel ve ara seçimlerine ve ma- 219 Türk Anayasa Hukuku halli genel seçimlere iştiraki temin için, kanunla para cezası dahil gerekli her türlü tedbir alınır.” Anayasa’nın 175’nci maddesinde yer alan Anayasa’nın değiştirilmesi usulünde “teklif”, “görüşme”, “karar” ve “onay” olmak üzere dört safha bulunmaktadır. Değişikliğin Teklif Edilmesi Anayasa’nın 175’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, “Anayasa’nın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir.” Görülüyor ki, Anayasa, anayasa değişikliği teklif etme yetkisini sadece TBMM üyelerine vermiştir. Başka bir organın, örneğin Cumhurbaşkanının ya da bakanların “anayasa değişikliği teklifi” verme yetkisi yoktur. Yine Anayasa’ya göre, değişiklik teklifi verilebilmesi için Meclis üye tamsayısının en az üçte birinin, yani en az 200 milletvekilinin imzası gereklidir. Ancak, bir anayasa değişikliği teklifi verildikten sonra, bunun komisyonda veya Genel Kurulda görüşülmesi sırasında verilecek değişiklik önergeleri bakımından üye tamsayısının en az üçte birinin imzası şartı aranmaz. Bir milletvekili de görüşmeler sırasında önerge üzerinde değişiklik teklifi verebilir (Özbudun, 1998: 124). Anayasa değişikliği teklifinin yazılı olması şarttır. Teklife katılan bütün milletvekilleri teklif metnini imzalamak zorundadır. Bir anayasa değişikliği teklifi Meclis Başkanlığına sunulduktan sonra, Meclis Başkanı bunu ilgili komisyona havale etmeden önce teklif yeter sayısının olup olmadığını kontrol etmelidir. Teklif yeter sayısının tespitinde, geri çekilen imzalar yeter sayıdan düşülmeli, buna karşılık ölüm ya da milletvekilliği sıfatının sona ermesi hâllerinde imzalar geçerli sayılmalıdır (Onar, 1993: 32). Anayasa değişikliği tekliflerinin gerekçeli olması zorunludur. Çünkü Anayasaya göre (m.175/2), “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tâbidir.” TBMM İçtüzüğüne göre ise (m.m74/2), kanun teklifleri gerekçesi ile birlikte Başkanlığa verilir. Anayasa’nın 4’üncü maddesine göre, “Anayasa’nın 1’inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” Anayasa’nın ilk üç maddesinin değiştirilmesine ilişkin bir teklif verilmesi hâlinde, Meclis Başkanının bu teklifi komisyona havale etmeyerek teklif sahiplerine iade etmesi gerekir (Onar, 1993: 28). Değişiklik Teklifinin Görüşülmesi Anayasa’nın 175’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tâbidir.” Kanun tekliflerinin Mecliste görüşülmesine ilişkin usul ve esaslar ise TBMM İçtüzüğü’nün 73 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, anayasa değişikliği teklifinin Meclis Başkanlığınca Anayasa Komisyonuna (İçtüzük, m.20) havale edilmesi gerekir (İçtüzük, m.74). Anayasa Komisyonu, kendisine havale edilen bir anayasa değişikliği teklifini inceledikten sonra vardığı sonuçları bir rapora bağlayarak Genel Kurula sunulması için Meclis Başkanlığına gönderir. Raporda konu hakkında komisyonun düşünceleri ile komisyonca yapılan değişikliklerin gerekçeleri yer alır (İçtüzük, m.42). Anayasa’nın 175’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür.” TBMM İçtüzüğüne göre ise (m.93), “ikinci görüşmeye birinci görüşmenin bitiminden kırksekiz saat geçmeden başlanamaz” ve “ikinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülür, birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci görüşmede önerge verilemez.” Birinci görüşmede anayasa değişikliği teklifinde yer alan maddelerden bazılarının kabul edilip bazılarının reddedilmesi durumunda, ikinci görüşmede, Anayasa’nın değiştirilmesi Meclis üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. İçtüzüğe göre, birinci görüşmede gerekli çoğunlukla kabul oyu alamayan bir madde ikinci görüşmede de gerekli çoğunlukta kabul oyu alamamışsa reddedilmiş olur. dikkat 220 Anayasa’nın Değiştirilmesi birinci görüşmede reddedilen maddeler hakkında tekrar oylama yapılabilir mi? Anayasa’nın 175’inci maddesinin birinci fıkrasındaki “Değiştirme teklifinin kabulü Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür” hükmü buna izin verici nitelikte değildir (Onar, 1993: 55). Ancak, 1996 yılında değiştirilen TBMM İçtüzüğü’nün 94’üncü maddesine göre bu mümkündür. Bu maddeye göre, “birinci görüşmede gerekli çoğunlukla kabul oyu alamayan bir madde ikinci görüşmede de gerekli çoğunlukta kabul oyu alamamışsa reddedilmiş olur.” Kanaatimizce, İçtüzüğün bu hükmü (m.94/2), Anayasa’nın 175’inci maddesine aykırı olduğu gibi, İçtüzüğün aynı maddesinin (m.94) birinci fıkrası ile de tezat içindedir. Çünkü birinci fıkraya göre, “Anayasada değişiklik tekliflerinin birinci ve ikinci görüşmelerinde, maddelerin kabulü ile ikinci görüşmenin sonunda tümünün kabulü üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyu ile mümkündür.” Değişiklik Teklifinin Karara Bağlanması Bir anayasa değişikliği teklifi hakkındaki görüşmeler tamamlandığında TBMM Genel Kurulu bu teklifi karara bağlayacaktır. Anayasa değişikliği tekliflerinin Genel Kurulda kabulü için Anayasa’nın 175’inci maddesi, üye tamsayısının beşte üçü (360 oy) veya üçte ikisi (400 oy) şeklinde, iki farklı karar yeter sayısı öngörmüştür. Kabul Edilen Değişikliğin Onaylanması Anayasa, Meclis Genel Kurulunda kabul edilen anayasa değişikliklerinin onaylanması yetkisini Cumhurbaşkanı ile halk arasında paylaştırmıştır. Kabul yeter sayısının beşte üç veya üçte iki olmasına göre “onay usulü” değişmektedir. TEKLİF > 1/3 (200) GÖRÜŞME (İki Defa) KABUL Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı Halk Oylaması (İhtiyarî) ANAYASANIN DEĞİŞTİRİLMESİ USULÜ Halkoylaması (Zorunlu) Halk Oylaması (İhtiyarî) Geri Gönderme Onay Aynen Kabul > 2/3 (400) Onay (360) 3/5 < Çoğunluk < 2/3 (400) Çoğunluk > 2/3 (400) Şekil 8.1 Anayasanın Değiştirilmesi Usulü 221 Türk Anayasa Hukuku 1. Bir anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az (yani, 360 oydan 399 oya kadar) bir oyla kabul edilirse, Cumhurbaşkanı bunu Meclise geri gönderebilir ya da zorunlu olarak halk oyuna sunar. a. Cumhurbaşkanı bu anayasa değişikliği kanununu geri gönderdiği takdirde, Meclisin üçte iki çoğunluğu sağlaması gerekmektedir. Meclis, kendisine geri gönderilen anayasa değişikliği kanununu üçte iki çoğunlukla (400 oy) aynen kabul edemezse, anayasa değişikliği reddedilmiş sayılır. Meclis, geri gönderilen anayasa değişikliği kanununu üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla (400 oy) aynen kabul ederse, Cumhurbaşkanının anayasa değişikliği kanununu onaylama ya da halk oyuna sunma yetkisi vardır. Cumhurbaşkanı kanunu onaylarsa, anayasa değişikliği kanunu Resmî Gazete’de yayımlanır (AY.m.175/5) ve kesinleşmiş olur. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği kanununu halk oylamasına sunarsa, halk oylamasında geçerli oyların yarısından çoğunun olumlu olması hâlinde değişiklik kabul edilmiş (AY.m.175/6) ve kesinleşmiş olur. b. Cumhurbaşkanı anayasa değişikliği kanununu bir defa daha görüşülmek üzere Meclise geri göndermediği takdirde, değişiklik üye tamsayısının beşte üçüyle kabul edilmiş olduğu için, zorunlu olarak halk oylamasına sunulmak üzere Resmî Gazete’de yayımlanır (m.175/4). Halk oylamasında geçerli oyların yarısından çoğunun olumlu olması hâlinde değişiklik kabul edilmiş (AY.m.175/6) ve kesinleşmiş olur. 2. Anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından üye tamsayısının üçte ikisi (400 veya daha fazla oy) ile kabul edilmiş ise, Cumhurbaşkanı bu anayasa değişikliği kanununu onaylayabilir, Meclise geri gönderebilir ya da ihtiyari olarak halk oyuna sunabilir. a. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği kanununu onaylarsa, anayasa değişikliği kanunu Resmî Gazete’de yayımlanır (m.175/5) ve böylece kesinleşmiş olur. b. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği kanununu halk oyuna sunarsa, halk oylamasında geçerli oyların yarısından çoğunun olumlu olması hâlinde değişiklik kabul edilmiş (AY.m.175/6) ve kesinleşmiş olur. c. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği kanununu bir defa daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderirse, bu durumda Meclis, anayasa değişikliği kanununu üçte iki çoğunlukla (400 oy) aynen kabul edebilir. Burada Meclisin anayasa değişikliği kanununu aynen kabul edebilmesi için daha yüksek bir yeter sayı aranmaz. Üçte iki çoğunluk yeterli sayılmaktadır. Cumhurbaşkanı, Meclisin üçte iki çoğunlukla aynen kabul ettiği anayasa değişikliği kanununu onaylama ya da ihtiyari olarak halk oyuna sunma yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanı onaylarsa anayasa değişikliği kanunu Resmî Gazete’de yayımlanır (m.175/5) ve kesinleşmiş olur. Cumhurbaşkanı halk oyuna sunarsa, halk oylamasında geçerli oyların yarısından çoğunun olumlu olması hâlinde değişiklik kabul edilmiş (AY.m.175/6) ve kesinleşmiş olur. Zayıf bir ihtimal olmakla birlikte, Meclis geri gönderilen anayasa değişikliği kanununu, önceden sağlanmış olan çoğunluğun yitirilmesi nedeniyle, üçte iki oyla aynen kabul edemediği takdirde anayasa değişikliği gerçekleşmez. Görüldüğü gibi, 1982 Anayasası halk oylamasını, anayasa değişikliği sürecinde geçerli olmak üzere, hukuki açıdan bağlayıcı, usul bakımından ise duruma göre mecburi ya da ihtiyari olarak başvurulacak bir kurum olarak öngörmüş bulunmaktadır. Anayasaya göre (m.175/3,5), TBMM’nin beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliklerinin, Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderilmemesi hâlinde, bunların yine Cumhurbaşkanı tarafından halk oylamasına sunulması mecburidir (f.4). Buna karşılık, TBMM’nin üçte iki çoğunlukla kabul ettiği Anayasa değişikliklerinin halk oylamasına Bir anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından 360 oydan 399 oya kadar bir oyla kabul edilirse, Cumhurbaşkanı bunu Meclise geri gönderebilir ya da zorunlu olarak halkoyuna sunar. 222 Anayasa’nın Değiştirilmesi sunulması ise ihtiyaridir. Yani, Meclisin bir Anayasa değişikliğini başlangıçta üçte iki çoğunlukla kabul ettiği, ya da Cumhurbaşkanınca geri gönderilmesi üzerine üçte iki çoğunlukla aynen kabul ettiği durumlarda, Cumhurbaşkanı bu değişikliği onaylayarak yayınlayabileceği gibi, halk oylamasına da sunabilir. Anayasa değişikliği kanununun ihtiyari olarak halk oyuna sunulabildiği hâllerde, Cumhurbaşkanı dilerse anayasa değişikliği paketinde yer alan bazı maddeleri onaylayarak Resmî Gazete’de yayımlayabilir, bazı maddeleri ise halk oyuna sunabilir (AY.m175,f.5). Anayasa’nın 175’inci maddesinin yedinci fıkrasına göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halk oylamasına sunulması hâlinde, Anayasa’nın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı ayrı oylanacağını da karara bağlar.” Bu hükümle anayasa değişikliği kanununun bütünlüğünün korunması için, Meclise, kabul ettiği anayasa değişikliği kanununun; maddeler hâlinde, blok hâlinde veya yarısı blok diğerleri ise maddeler hâlinde halk oyuna sunulmasını kararlaştırma imkânı verilmiştir. 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halk oylamasına Sunulması Hakkında Kanuna göre, “Anayasa değişikliği halk oylaması, ilgili Anayasa değişikliği kanununun Resmî Gazete’de yayımını takip eden altmışıncı günden sonraki ilk Pazar günü yapılır (m.2). Halk oyuna sunulma işlemleri Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçim kurullarınca yürütülür (m.3).” Halk oylamasının sonucu Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edilir. Anayasaya göre (m.175/6), “Halk oyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halk oylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından fazlasının kabul oyu olması gerekir.” Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere Cumhurbaşkanının yetkileri anayasa değişikliği sürecindeki yetkisi, duruma göre anayasa değişikliği kanununu “onaylamak”, “geri göndermek” ya da “halk oyuna sunmak”tır. Anayasa’ya göre (m.175), Cumhurbaşkanının, TBMM tarafından beşte üç veya üçte iki çoğunlukla kabul edilen bir anayasa değişikliğini yeniden görüşülmek üzere Meclise geri gönderme yetkisi bulunmaktadır. Birinci hâlde, yani anayasa değişikliğinin beşte üç çoğunlukla kabul edilmesi hâlinde, Cumhurbaşkanının geri gönderme yetkisini kullanması bir “güçleştirici veto” niteliğindedir. Bu durumda Meclisin, anayasa değişikliğini yeniden Cumhurbaşkanına göndermesi için üçte iki çoğunluk sağlaması gerekir. Meclisin anayasa değişikliğini üçte iki oyla kabul edip gönderdiği ikinci hâlde ise, Cumhurbaşkanının geri göndermesi sadece bir “geciktirici veto” niteliğine sahiptir. Çünkü Meclis, hâlihazırda sağlanmış bulunan üçte iki çoğunlukla söz konusu değişikliği “aynen kabul” edebilecektir. Anayasa değişikliklerinin geri gönderilmesi, Cumhurbaşkanının kanunları bir defa daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderme yetkisini düzenleyen Anayasa’nın 89’uncu maddesindeki usule tâbidir. Buna göre, geri gönderme işleminin Cumhurbaşkanınca on beş gün içinde ve gerekçeli olarak yapılması gerekir. Meclis, geri gönderilen Anayasa değişikliğini aynen kabul etmeyip Cumhurbaşkanının düzeltme istemi dışında yeni bir değişiklik yapacak olursa, Cumhurbaşkanı bu kanunu tekrar geri gönderebilir. Ancak, Cumhurbaşkanının geri gönderme işlemindeki düzeltme isteminin de kendisinin anayasa değişikliği teklif etme yetkisi olmadığından, Meclisin sunduğu metinle ilgisi olmayan yeni bir değişiklik teklifi niteliğine dönüşmemesi zorunludur (Onar, 1993: 86-87; Özbudun, 1998: 131). Geri gönderme yetkisinin dışında Cumhurbaşkanının, anayasa değişikliğini referanduma sunma yetkisi de bulunmaktadır. Cumhurbaşkanının referanduma gitmesi, anayasa değişikliğinin beşte üç çoğunlukla kabulü hâlinde zorunlu iken, üçte iki çoğunlukla kabul durumunda ihtiyaridir. Anayasa Mahkemesi ise bir kararında, Cumhurbaşkanının anayasa değişikliği kanununu geri gönderdiği takdirde, Meclisin üçte iki çoğunluğu sağlamasının zorunlu olmadığını kabul etmiştir. Mahkemeye göre, geri gönderilen yasanın üçte ikinin altında, beşte üçten fazla bir çoğunlukla aynen kabul edilmesi durumunda, ikinci kez iade olanağı bulunmadığından, Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazetede yayımlamasını zorunludur. (E. 2007/72, K. 2007/68, K.T. 05.7.2007, RG Tarih-Sayısı: 07.08.2007-26606). Anayasaya göre (m.175/3), “Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderebilir. Meclis, geri gönde- 223 Türk Anayasa Hukuku rilen Kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu Kanunu halkoyuna sunabilir”. Bu ifade, Cumhurbaşkanının böyle bir Anayasa değişikliği kanununu onaylayabileceği gibi, dilerse referanduma da götürebileceğini anlatmaktadır. Buna karşılık Anayasada, Cumhurbaşkanınca geri gönderilen Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların, Mecliste üçte ikinin altında ancak beşte üçten fazla bir çoğunlukla aynen kabul edilmesi halinde, Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazetede yayımlanmasının zorunlu olduğuna dair bir hüküm bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle, Cumhurbaşkanınca geri gönderme durumunda, Meclisin Anayasa değişikliği hakkındaki kanunu üçte ikinin altında ancak beşte üçten fazla az oyla kabul etmesi söz konusu olamaz. 175’inci maddenin 4’üncü fıkrası hükmüne dayanarak, Cumhurbaşkanının üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul ettiği bir kanunun, ikinci bir defa daha geri gönderilme ihtimali olmadığı için halkoyuna sunulmak zorunda olduğunu söyleyemeyiz. Zira Anayasa bu şekilde bir yoruma açık olsaydı, 175’inci maddenin 5’inci fıkrasında; “Cumhurbaşkanının iadesi üzerine, Meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilen Anayasa değişikliğine ilişkin kanun… Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan Anayasa değişikliğine ilişkin Kanun Resmî Gazetede yayımlanır” şeklindeki ifadenin de yer almasına gerek olmazdı. Cumhurbaşkanının Meclise geri gönderdiği bir Anayasa değişikliği üçte ikiden az oy alacak olursa, Anayasa değişikliği kabul edilmemiş olur ve bu nedenle Cumhurbaşkanının onayına da sunulamaz. Bu gerekçe ile Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına katılmamaktayız. Anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından üye tamsayısının üçte ikisi ile kabul edilmiş ise Cumhurbaşkanı ne yapabilir? Anayasanın değiştirilmesi usulü ile Yasama Bölümü’nde anlatılan kanunların yapılması usulünü karşılaştırın. Cumhurbaşkanının anayasa değişikliklerini TBMM’ye geri gönderme yetkisini değerlendirin. Öğrenme Çıktısı 2 Anayasanın değiştirilmesi usulünü açıklayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNİN DENETİMİ Anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğunun denetimi, teorik olarak, kanunların anayasaya uygunluğunun denetiminde olduğu gibi şekil ve esas bakımlarından düşünülebilir. Şekil bakımından denetim genellikle kabul edilmekle beraber, esas bakımından denetim konusunda ciddi tartışmalar bulunmaktadır. Anayasa değişikliklerinin esas bakımından anayasaya uygunluğunun denetlenebilmesi, anayasaya aykırı anayasa normlarının olabileceğinin kabulü hâlinde söz konusu olabilir. Anayasaya aykırı anayasa normları sorunu, anayasa değişiklikleriyle bağlantılı olarak doktrin ve mahkeme içtihatlarının en tartışmalı konularından birisi olmuştur. Doktrinde bazı yazarlar anayasa kuralları arasında bir derece farkı, yani altlık-üstlük ilişkisi bulunamayacağını savunmaktadırlar (Özbudun, 1998: 133; Turhan, 1976: 99). Bu düşünceye göre, anayasada öngörülen usul ve şekil kurallarına göre kabul edilmiş bir anayasa kuralı, anayasanın diğer normlarıyla aynı değerdedir ve bunun diğer anayasa normlarına uygun olup olmayacağı konusunda geçerli bir kriter bulmak son derece zordur. Hukuk düzeninde bir norm, ancak kendisinden üstün bir hukuk kuralına aykırı olduğunda geçersiz 224 Anayasa’nın Değiştirilmesi kabul edilebilir. Eşit değerdeki normlar arasında bir hiyerarşi değil, bir öncelik-sonralık ve genelliközellik ilişkisi bulunabilir. O hâlde eşit değerdeki normlardan birinin diğerine uygunluğunu denetlemek mantıken mümkün değildir. Buna karşılık anayasaya aykırı anayasa normları olabileceği, yani Anayasa’nın kuralları arasında da bir derecelenme olduğu ve anayasa-üstü birtakım ilkelerin bulunduğunu ileri süren görüşler de vardır (Esen, 1972: 58-60; San, 1974: 133-134). Ancak bu görüşlerin kabulü hâlinde dahi bu durumlarda yeni Anayasa’nın yürürlüğe girmesi anına kadar geçerliliğini koruyan önceki Anayasa’nın varlığı zorunludur. Aksi takdirde anayasaya uygunluk denetiminin neye dayanılarak yapılacağı sorunu karşımıza çıkacaktır. Örneğin, bir halk ihtilali veya hükûmet darbesi sonrasında mevcut anayasa tamamen yürürlükten kaldırılmış ve daha sonra yapılan anayasa ile ilgili olarak bu tür sorunlar ortaya çıkmışsa, artık bunların çözümü anayasa yargısı sürecinde değil, siyasi denetim ya da kamuoyu denetimi gibi yöntemlerde aranmalıdır. Anayasaya aykırı anayasa normlarının, anayasa değişiklikleri yoluyla ortaya çıkması ise, şeklî ve maddi açıdan söz konusu olabilir. Değişiklik için öngörülen usullere uyulmaması şeklî aykırılığı, Anayasa’nın düzenlemelerine ters düşen veya bunları ortadan kaldıran değişiklikler ise maddi aykırılığı oluşturur (San, 1974: 133; Eroğul, 1974: 166-167). Doktrinde ortaya çıkan bu iki farklı görüşten, anayasaya aykırı anayasa normları bulunabileceği düşüncesini ileri sürenler bu aykırılığın nasıl giderileceği hususunda ise farklı çözümleri savunmaktadırlar. Bazı yazarlar (Arık, 1961: 846; San, 1974: 133), anayasa değişikliklerinin mutlaka hem şekil hem de esas bakımından Anayasa Mahkemesince denetlenmesi gerektiğini; bazıları (Armağan, 1967: 124; Erem, 1962: 19) ise, iki zıt anayasa hükmünden sadece birisinin dikkate alınıp, diğerinin anayasa koyucusunun iradesi dışında sayılarak uygulanmaması gerektiğini savunmaktadırlar. Nihayet bir başka yazar (Kıratlı, 1966: 103) da böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi hâlinde, bunun, iki normun birbiri ile bağdaşır şekilde yorumlanmak suretiyle giderilmesini önermektedir. Buraya kadar değinilen görüşlerden de anlaşılacağı gibi, anayasa normlarının anayasaya aykırılığı ve bunların denetlenmesi sorunu kolayca halledilmesi mümkün olmayan bir konudur. Bununla birlikte, yukarıda değindiğimiz “Anayasa’nın bazı normlarının, hiyerarşik bakımdan diğerlerine göre daha üstte yer alamayacağı” görüşü bize de daha doğru gözükmektedir. Kaldı ki, “bu tür üstün ilkelerin veya normların bulunup bulunmadıkları bir yana; bulundukları kabul edilse bile, o zaman da hangi ilkelerin veya normların üstün konumda görülüp, denetimde ölçüt olarak alınacakları hususunun birtakım tartışmalara yol” açması kaçınılmazdır (Onar, 1993: 134-135). 1982 Anayasası’nın Anayasa değişikliklerinin yargısal denetimine ilişkin düzenlemesine gelince, Anayasa, sadece şekil bakımından denetimi kabul etmiş olup, bu denetimi de belli noktalarla sınırlamış bulunmaktadır. Anayasa’nın 148’inci maddesine göre, “Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler... (f.1). Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır... (f.2).” Ayrıca Anayasaya göre (m.149), Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetiminde iptale karar verilebilmesi için mahkeme başkanı veya bir başkan vekilinin başkanlığında en az on üye ile toplanacak olan Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu ile karar vermesi şarttır. Anayasa’nın, Anayasa değişikliklerinin denetiminde koyduğu sınırlardan “teklif çoğunluğu”, değişiklik teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yapılmasını (AY.m.175/1); “oylama çoğunluğu”, Anayasa değişikliğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte üç (Cumhurbaşkanı tarafından Meclise geri gönderilen bir Anayasa değişikliğinin aynen kabulünde ise üçte iki) çoğunluğuyla kabul edilmiş olmasını (m.175/1,3); “ivedilikle görüşülememe” ise Anayasa’nın değişik 175’inci maddesiyle getirilen “Anayasa’nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurul’da iki defa görüşülür” hükmündeki iki defa görüşülme zorunluluğunu ifade etmektedir. Anayasa, şekil bakımından denetimde kanunlar için sadece “son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı”na bakılacağını ararken Anayasa değişikliklerinde “son oylama” yerine, 225 Türk Anayasa Hukuku “oylama çoğunluğu”ndan söz etmektedir. Bu nedenle Anayasa değişikliğine ilişkin kanunun maddelerine geçilmesi ve maddelerin kabulü aşamalarında da oylama çoğunluğunun sağlanması gerekir. Cumhurbaşkanı tarafından halk oyuna sunulan ve oylama sonucunda kabul edilen bir Anayasa değişikliğinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki işlemlerinde şekil bakımından bir aykırılık olması hâlinde, artık “kurucu iktidarın asli sahibi olan halk iradesinin onayı” ile bu sakatlıkların ortadan kalktığının kabulü gerekir (Özbudun, 1998: 138-139). Halk oylamasının usulüne uygunluğu hakkındaki denetim yetkisi ise Yüksek Seçim Kuruluna aittir. Anayasa değişikliklerinin denetiminde Anayasa Mahkemesinin tutumu: Anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi konusunda açık bir düzenleme öngörmeyen 1961 Anayasası döneminde Anayasa Mahkemesi kendini bu konuda yetkili sayarak bazı anayasa değişikliklerini iptal etmiştir. Bu denetimin yapılabilmesi için anayasa normları arasında bir hiyerarşinin bulunduğuna dair Anayasada bir hüküm bulunması gerekirdi. Anayasada böyle bir hüküm bulunmadığı gibi, doktrinde de anayasal normların eşit hukuki değerde olduğu görüşü egemendi (Özbudun, 2007: 259). Anayasa Mahkemesi 1970 yılında verdiği bir kararla, Anayasa’da yapılan bir değişikliği, Anayasa’nın Cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen 2’nci maddesine aykırı bularak iptal etmiştir. Mahkeme bu kararında, Anayasa’nın 9’uncu maddesinde yer alan “Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” kuralına dayanmıştır. Mahkeme zorlama bir yorumla, Cumhuriyet hükmünün değişmezliğinin 2’nci maddedeki Cumhuriyetin niteliklerini de içerdiğini ileri sürmüştür. Mahkemeye göre (E. 1970/1, K. 1970/31, K.T. 16.6.1970): “Buradaki değişmezlik ilkesinin sadece (Cumhuriyet) sözcüğünü hedef almadığını söylemek bile fazladır. Yani Anayasada sadece (Cumhuriyet) sözcüğünün değişmezliğini kabul ederek, onun dışındaki bütün ilke ve kuralların değiştirilebileceğini düşünmenin Anayasa’nın bu ilkesi ile bağdaştırılması mümkün değildir. Zira 9.maddedeki değişmezlik ilkesinin amacı, Anayasa’nın 1., 2. maddelerinde ve 2. maddenin gönderme yaptığı, başlangıç bölümünde yer alan temel ilkelerle niteliği belirtilmiş Cumhuriyet sözcüğü ile ifade edilen Devlet sistemidir. Bir başka deyimle 9. madde ile değişmezlik ilkesine bağlanan Cumhuriyet sözcüğü değil, yukarıda gösterilen Anayasa maddelerinde nitelikleri belirtilmiş olan Cumhuriyet rejimidir. Şu hâlde, sadece Cumhuriyet sözcüğünü saklı tutup, bütün bu nitelikleri, hangi istikamette olursa olsun, tamamen veya kısmen değiştirmek veya kaldırmak suretiyle, 1961 Anayasası’nın ilkeleriyle bağdaşması mümkün olmayan bir başka rejimi meydana getirecek bir Anayasa değişikliğinin teklif ve kabul edilmesinin Anayasaya aykırı düşeceğinin, tartışmayı gerektirmeyecek derecede açık olduğu ortadadır.” Bu yoruma göre, 2’nci maddede sayılan “insan haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” niteliklerinden herhangi birine aykırı bir anayasa değişikliği, Cumhuriyet ilkesinin değişmezliği kuralına da aykırı olacağından iptal edilebilecektir. Anayasa’nın 2’nci maddesinde sayılan ve çok geniş kapsamları olan niteliklerle ilgisi olmayan bir anayasa değişikliği düşünmek neredeyse mümkün olmadığına göre, Mahkemenin bu yorumla kendisine tüm anayasa değişikliklerini denetleyebilme yetkisi tanıdığı ortadadır (Özbudun, 2007: 260). 1971 yılında, Mahkemenin anayasa değişikliklerini denetleme yetkisinin sadece şekil denetimiyle sınırlandırılmasına rağmen, Mahkeme izleyen yıllarda anayasa değişikliklerini iptal etmeyi sürdürmüştür. Mahkeme bu iptal kararlarında, Cumhuriyetin değişmezliği kuralının sadece bir maddi hukuk kuralı değil, aynı zamanda bir şekil kuralı olduğu yorumunu geliştirmiştir. Bu yoruma göre 2’nci maddedeki niteliklere aykırı anayasa değişiklikleri şekil yönünden anayasaya aykırıdır (E. 1973/19, K. 1975/87, K.T. 15.4.1975). Mahkemenin Anayasaya aykırı yorumlarla anayasa değişikliklerini iptal etmesine bir tepki olarak 1982 Anayasası ile anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetimi, “teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile” sınırlandırılmıştır. Mahkeme, bu dönemde yapılan Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliğinin iptali için açılan davayı, Anayasa’nın esas denetimine izin vermediği, şekil bakımından da Anayasada belirtilen aykırılıkların bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme bu davada şekil denetimine ilişkin şartları geniş yorumlamaktan kaçınmıştır (E.1987/9, K. 1987/15, K.T. 226 Anayasa’nın Değiştirilmesi 18.6.1987; E.2007/72, K.2007/68, K.T. 5.7.2007; E.2007/99, K.2007/86, K.T. 27.11.2007). Ancak kısa bir süre sonra Mahkeme, üniversitelerde kılık ve kıyafetin serbest bırakılmasına ilişkin 2008 tarihli Anayasa değişikliği hakkında açılan iptal davasında yetkisini aşarak, şekil görüntüsü altında esastan iptal kararı vermiştir. Mahkeme bu kararıyla, anayasa değişikliklerinin denetlenmesinde 148’inci maddedeki açık yasağı ihlal etmiştir. Böylece mahkeme geleneksel aktivist tutumuna geri dönmekle kalmamış, Meclisin anayasa değişikliği yapma yetkisini de fiilen kullanılamaz hâle getirmiştir Anayasa Mahkemesinin, anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetiminde iptale karar verilebilmesi için aranan çoğunluk nedir? Anayasa değişikliklerinin denetimi konusunu, bu konuya ilişkin yukarıda bahsedilen Anayasa Mahkemesi kararları ile birlikte değerlendirin. Anayasa değişikliklerinin esas bakımından anayasaya uygunluğunun denetlenebilmesi mümkün müdür? Arkadaşlarınızla tartışın. Öğrenme Çıktısı 3 Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetlemesi konusunu açıklayabilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş 227 Türk Anayasa Hukuku Değiştirilemeyen Hükümler ve Esaslar “207. Önemli yasal düzenlemelerin “ebedi” olarak nitelenmesi ve değişikliklere açık olmaması geçmişte yaygınken, günümüzde hiçbir anayasa tamamı itibariyle değiştirilemez nitelikte değildir. Daha ziyade anayasa değişikliklerinde katı usullerin benimsenmesi anayasacılığın önemli parçalarından birini teşkil etmektedir. (bkz. Bölüm V). 208. Bununla birlikte bazı anayasaların belirli bölüm, hüküm veya esasları değiştirilemez olarak nitelenmektedir. Bu durum bazı sistemlerde anayasacılığın köklü unsurları arasındadır. Ancak bu durum hiçbir şekilde kural değildir. Çok sayıda Avrupa ülkesinde değiştirilemezliğe ilişkin hüküm bulunmamakta, birçoğunda ise değiştirilemezlik, anayasanın az sayıda hükmüne veya uygulamada herhangi bir sınırlamaya mahal vermeyen genel prensiplere indirgenmiştir. Ayrıca, bu anayasal sistemlerin sadece birkaçında değiştirilemezliğin hukuki yaptırımlarının olduğu, diğerlerinde ise söz konusu hükümlerin anayasa koyucu üzerinde hukuki sınırlamalar getirmek yerine siyasi nitelik taşıdığı görülmektedir. … 211. Değiştirilemezlik çerçevesinde korunan bazı temel ilkeler; devletin temel demokratik (veya cumhuriyetçi) şekli, federal yapı ve belirli temel hak ve özgürlükler olarak sayılabilir. Örneğin Fransa Anayasasının 89. maddesinin son fıkrası, “Devletin şekli olan Cumhuriyet hiçbir değişikliğe tabi olamaz” demektedir. Bu hüküm, hükümet biçimlerinin değiştirilemez olduğuna değil, sadece devletin yönetim şekli olan cumhuriyetin temel değerlerini değiştirecek ağırlıkta değişikliklerin yapılamayacağı anlamına gelmektedir. Benzer hükümler başka ülkelerde de görülmektedir. İtalya Anayasasının 139. maddesinde, “Yönetim biçimi olarak cumhuriyet anayasa değişikliğine konu edilemez” denilmektedir. Çek Cumhuriyeti Anayasası’nın 9. maddesinin 2. fıkrasında ise, “Hukuk devleti ilkesi ile gözetilen demokratik devletin gereksinimlerine ilişkin değişikliklere müsaade edilmez” hükmüne yer verilmiştir. 212. Almanya Anayasasının 79. maddesinin 3. fıkrasında; “Federasyonun federe devletlere ayrılmasını ve yasama sürecine esasen dahil olmalarını içeren hükümler ile 1. ve 20. maddelerinde düzenlenen hükümlere ilişkin anayasa (temel yasa) değişiklikleri kabul edilemez” denilmiştir. Bu hüküm, anayasal yollarla başa gelip mevcut düzeni ortadan kaldıran totaliter Nazi rejimine karşı bir reaksiyon olarak yürürlüğe konmuştur. Almanya Anayasasının (Temel Yasasının) 1. maddesi, “İnsan onuru ihlal edilemez” hükmünü, 20. maddesi ise demokratik ve sosyal federal devlet ilkesi ile hukuk devleti ilkesini içermektedir. Bu hükümler federatif yapının, federe devlet sayısının azaltılması, federal hükümet ile bunlar arasındaki güç dağılımının düzeltilmesi gibi örneklerle değiştirilmesine engel teşkil etmemektedir. Anayasa değişiklikleri sadece 1. ve 20. maddede düzenlenen ilkelerce kısıtlanmıştır. Bu durum anayasa koyucuya düzenleme alanı bırakmaktadır. … 219. Tarih içinde de değiştirilemezliğin mutlak anlamda uygulama bulması mümkün olmamıştır. Koşulların değişmesi, siyasi baskının güçlü olması ile “değiştirilemez” denilen kuralların da değiştiği görülmüştür. Benzer durumlarda anayasal değiştirilemezliğin uzayıp giden tartışmalara yol açma ve bu surette gerekli reformların yapılması aşamasında baskıyı ve topluma ödetilen bedeli arttırma bakımından olumsuz etkileri olabilir”. Kaynak: TBMM Araştırma Merkezi (2010). Anayasa Değişiklik Yöntemleri Venedik Komisyonu Raporu ve Ülke İncelemeleri, s. 69-73. Araştırmalarla İlişkilendir Anayasa’nın Değiştirilmesi 228 öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 1 Anayasal değişmeye yol açan faktörleri özetleyebilme Genel Olarak Anayasaların Değiştirilmesi Sorunu Toplumsal alanda yaşanan değişimler, anayasal değişim temel sebepleri arasındadır. Toplumsal değişimi dolayısıyla da Anayasal değişmeyi doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen faktörlerin başlıcaları sosyal ve ekonomik kaynaklıdır. Örneğin, oy hakkının genişlemesi suretiyle geniş kitlelerin siyasal sürece katılması, refah devletinin ve parlamentarizmin gelişmesi, federal ilişkilerdeki değişmeler ve siyasal partiler ile organize büyük sosyal grupların giderek önem kazanması anayasaları etkileyen faktörler arasında yer alır. Teknoloji alanındaki gelişmeler de anayasaları etkileyecek sonuçlar doğurabilir. Yeni bir devletin kurulması veya bir ülkenin bağımsızlığına kavuşması durumlarında da genellikle yeni bir anayasanın yapılması söz konusu olmaktadır. Bir ülkede gerçekleşen ihtilal, devrim, hükümet darbesi ve ülkenin parçalanması gibi yollarla siyasal rejimde kökten veya kısmi bir değişme ya da kesintinin ortaya çıkması durumunda da yeni anayasalar yapılmaktadır. 2 Anayasanın değiştirilmesi usulünü açıklayabilme 1982 Anayasası’na Göre Anayasanın Değiştirilmesi Usûlü 1982 Anayasası’na göre anayasanın değiştirilebilmesi, TBMM üye tam sayısının en az üçte birinin yazılı teklifi ile mümkündür. Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa görüşülür ve birinci görüşmenin bitiminden kırk sekiz saat geçmeden ikinci görüşme yapılamaz. Bir anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az (yani, 360 oydan 399 oya kadar) bir oyla kabul edilirse, Cumhurbaşkanı bunu Meclise geri gönderebilir ya da zorunlu olarak halkoyuna sunar. Cumhurbaşkanı bu anayasa değişikliği kanununu geri gönderdiği takdirde, Meclisin üçte iki çoğunluğu sağlaması gerekmektedir. Meclis, kendisine geri gönderilen anayasa değişikliği kanununu üçte iki çoğunlukla (en az 400 oy) aynen kabul edemezse, anayasa değişikliği reddedilmiş sayılır. Meclis, geri gönderilen anayasa değişikliği kanununu üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla (en az 400 oy) aynen kabul ederse Cumhurbaşkanının anayasa değişikliği kanununu onaylama ya da halkoyuna sunma yetkisi vardır. Anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından üye tamsayısının üçte ikisi (400 veya daha fazla oy) ile kabul edilmiş ise Cumhurbaşkanı bu anayasa değişikliği kanununu onaylayabilir, Meclise geri gönderebilir ya da ihtiyari olarak halkoyuna sunabilir. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği kanununu bir defa daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderirse, bu durumda Meclis, anayasa değişikliği kanununu üçte iki çoğunlukla (400 oy) aynen kabul edebilir. Cumhurbaşkanı, Meclisin üçte iki çoğunlukla aynen kabul ettiği anayasa değişikliği kanununu onaylama ya da ihtiyarî olarak halkoyuna sunma yetkisine sahiptir. Türk Anayasa Hukuku 229öğrenme çıktıları ve bölüm özeti 3 Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetlemesi konusunu açıklayabilme Anayasa Değişikliklerinin Denetimi Anayasa değişiklikleri, sadece şekil bakımından denetlenebilir. Anayasa, anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetimini belli noktalarla sınırlamıştır. Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetlenmesi, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Ayrıca, Anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetiminde iptale karar verilebilmesi için en az on üye ile toplanacak olan Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu ile karar vermesi şarttır. Anayasa’nın Değiştirilmesi 230 neler öğrendik? 1 1. TBMM’ye anayasa değişikliği teklifi sunabilmek için aranan çoğunluk en az kaçtır? A. Üye tamsayısının üçte biri B. Üye tamsayısının beşte biri C. Üye tamsayısının onda biri D. Üye tamsayısının salt çoğunluğu E. Üye tamsayısının üçte ikisi 2 Anayasa değişikliği teklifi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Üye tam sayısının en az üçte biri tarafından verilebilir. B. Bakanlar anayasa değişikliği teklifi veremez. C. Cumhurbaşkanı anayasa değişikliği teklifi verebilir. D. Teklifinin yazılı olması şarttır. E. Teklifin gerekçeli olması zorunludur. 3 Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin Genel Kurulda görüşülmesi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. İkinci görüşmeye birinci görüşmenin bitiminden kırk sekiz saat geçmeden başlanamaz. B. İkinci görüşmede yalnızca maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri görüşülür. C. Birinci görüşmede üzerinde değişiklik teklifi bulunmayan bir madde hakkında ikinci görüşmede önerge verilemez. D. Birinci görüşmede reddedilen maddeler ikinci görüşmede yeniden oylanır. E. Anayasa değişikliği teklifleri ivedilikle görüşülür. 4 Anayasa değişikliği tekliflerinin Genel Kurulda kabul edilmesi için en az kaç oy gereklidir? A. 151 B. 200 C. 301 D. 360 E. 400 5 Anayasa değişikliği teklifinin Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmasının zorunlu olması, aşağıdaki durumların hangisinde mümkündür? A. Teklifin 151 oy ile kabul edilmesi halinde B. Teklifin 200 oy ile kabul edilmesi halinde C. Teklifin 301 oy ile kabul edilmesi halinde D. Teklifin 360 oy ile kabul edilmesi halinde E. Teklifin 400 oy ile kabul edilmesi halinde 6 Anayasa değişikliği teklifinin Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmasının ihtiyari olması, aşağıdaki durumların hangisinde mümkündür? A. Teklifin 151 oy ile kabul edilmesi halinde B. Teklifin 200 oy ile kabul edilmesi halinde C. Teklifin 301 oy ile kabul edilmesi halinde D. Teklifin 360 oy ile kabul edilmesi halinde E. Teklifin 400 oy ile kabul edilmesi halinde 7 Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulma işlemleri aşağıdakilerden hangisinin yönetim ve denetiminde gerçekleştirilir? A. TBMM Başkanlığı B. Yüksek Seçim Kurulu C. İçişleri Bakanı D. Cumhurbaşkanı E. Anayasa Mahkemesi I. Onay II. Geri gönderme III. Zorunlu halkoylaması IV. İhtiyari halkoylaması 8 Yukarıdakilerden hangileri TBMM tarafından 390 oy ile kabul edilen anayasa değişikliği teklifi hakkında, Cumhurbaşkanı tarafından yapılabilecek işlemlerdendir? A. I ve II B. I ve III C. I ve IV D. II ve III E. II ve IV Türk Anayasa Hukuku 231 neler öğrendik? 9 Anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A. Şekil bakımından denetlenebilir. B. Esas bakımından denetlenemez. C. TBMM Genel Kurulunda iki defa görüşülmemesi iptal sebebidir. D. Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının en az üçte ikisinin oyu ile iptal edilebilir. E. Teklif için yeterli çoğunluğun bulunmaması iptal sebebidir. I. 1961 Anayasası II. 2001 Anayasa değişikliği III. 1982 Anayasası IV. 2010 Anayasa değişikliği 10 Yukarıdakilerden hangileri tali kurucu iktidar tarafından yapılmıştır? A. I ve II B. I ve III C. I ve IV D. II ve III E. II ve IV Anayasa’nın Değiştirilmesi 232 neler öğrendik yanıt anahtarı Yanıtınız yanlış ise “1982 Anayasası’na Göre Değiştirilmesi Usûlü” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. A Yanıtınız yanlış ise “Kabul Edilen Değişikliğin Onaylanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. E Yanıtınız yanlış ise “Değişiklik Teklifinin Görüşülmesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. E Yanıtınız yanlış ise “Kabul Edilen Değişikliğin Onaylanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. D Yanıtınız yanlış ise “Değişikliğin Teklif Edilmesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. C Yanıtınız yanlış ise “Kabul Edilen Değişikliğin Onaylanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. B Yanıtınız yanlış ise “Değişiklik Teklifinin Karara Bağlanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. D Yanıtınız yanlış ise “Kabul Edilen Değişikliğin Onaylanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 5. D Yanıtınız yanlış ise “Anayasa Değişikliklerinin Denetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. D Yanıtınız yanlış ise “Anayasayı Yapan veya Değiştiren İktidar” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. E Türk Anayasa Hukuku 233 Araştır Yanıt Anahtarı 8 Araştır 1 Asli kurucu iktidar önceden var olan bir anayasa ile bağlı olmaksızın, yeni bir anayasa yapan iktidardır. Asli kurucu iktidarın ortaya çıkması bir ülkenin siyasal rejiminde ihtilal, hükûmet darbesi veya ülkenin parçalanması sebebiyle bir hukuk boşluğu meydana gelmesi ya da bağımsızlığın kazanılması veya yeni bir devletin kurulması gibi durumlarda mümkündür. Aslî kuruculuk, sınırsız ve hukuk dışı bir olaydır. Ancak asli kurucu iktidar sosyolojik anlamda toplumdaki siyasal değer ve inançlar, siyasal güç dengesi, uluslararası ortam ve ülkenin dış ilişkileri gibi faktörlerle kendini sınırlı hissedebilir. Tali kurucu iktidar ise bir ülkenin anayasasını, mevcut anayasal kural ve usûller çerçevesinde tümden yenileyen ya da değiştiren iktidara denir. Tali kurucu iktidar hukuken sınırlı bir iktidar olup, yürürlükteki anayasaya bağlı olarak yeni bir anayasa ya da anayasa değişikliği yapar. Araştır 2 Araştır 3 Anayasa değişikliği teklifi TBMM tarafından üye tamsayısının üçte ikisi ile kabul edilmiş ise Cumhurbaşkanı bu anayasa değişikliği kanununu onaylayabilir, Meclise geri gönderebilir ya da ihtiyari olarak halkoyuna sunabilir. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliği kanununu bir defa daha görüşülmek üzere Meclise geri gönderirse bu durumda Meclis, anayasa değişikliği kanununu üçte iki çoğunlukla (en az 400 oy) aynen kabul edebilir. Cumhurbaşkanı, Meclisin üçte iki çoğunlukla aynen kabul ettiği anayasa değişikliği kanununu onaylama ya da ihtiyari olarak halkoyuna sunma yetkisine sahiptir. Anayasa Mahkemesinin, anayasa değişikliklerinin şekil bakımından denetiminde iptale karar verilebilmesi için en az on üye ile toplanacak olan Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu ile karar vermesi şarttır. Anayasa’nın Değiştirilmesi 234 Arık, K. Fikret (1961). “Yeni Anayasa Mahkememiz Hakkında Mukayeseli Bir İnceleme”, Adalet Dergisi. Armağan, Servet (1967). Anayasa Mahkememizde Kazai Murakabe Sistemi. İstanbul. Atar, Yavuz, (2000). Demokrasilerde Anayasal Değişmenin Dinamikleri ve Anayasa Yapımı. Konya. Balkin, J. M. (1992). “What is a Postmodern Constitutionalism?”, Michigan Law Review. June, Vol. 90, No. 7. Banting, Keith G. and Richard Simeon (1985). “Introduction”, Keith G. Banting and Richard Simeon, eds., Redesigning the State: The Politics of Constitutional Change. Toronto. Çağlar, Bakır (1989). Anayasa Bilimi. İstanbul. Dale, William (1993). “The Making and Remaking of Commonwealth Constitutions”, International and Comparative Law Quarterly. Vol. 42, No. 1. Elazar, Daniel J. (1985). “Constitution-making: The Pre-eminently Political Act”, Keith G. Banting and Richard Simeon, eds., Redesigning the State: The Politics of Constitutional Change. Toronto, s.232-248. Elster, Jon (1991). “Constitutionalism in Eastern Europe”, The University of Chicago Law Review. Vol. 58, No. 2, s.447-482. Erdoğan, Mustafa (1999). Anayasal Demokrasi. Ankara. Erem, Faruk (1962). Ön Mesele Olarak Anayasaya Aykırılık İddiası. Ankara. Eroğul, Cem (1974). Anayasayı Değiştirme Sorunu: Bir Mukayeseli Hukuk İncelemesi. Ankara. Esen, B.Nuri (1972). Anayasanın Anayasa Mahkemesince Yorumlanışı. Ankara. Kıratlı, Metin (1966). Anayasa Yargısında Somut Norm Denetimi: İtiraz Yolu. Ankara. Lehmbruch, Gerhard (1985): “Constitution Making in Young and Aging Federal Systems”, Keith G. Banting and Richard Simeon, eds., Redesigning the State: The Politics of Constitutional Change. Toronto. McWhinney, Edward (1981). Constitution-making: Principles, Process and Practice. Toronto. Miller, Arthur Selwyn (1979). Social Change and Fundamental Law: America’s Evolving Constitution. Westport, Connecticut, s.14-41. Onar, Erdal (1993).1982 Anayasasında Anayasayı Değiştirme Sorunu. Ankara. Özbudun Ergun (2007). “Türk Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve Siyasal Elitlerin Tepkisi”, Prof.Dr. Yavuz Sabuncu’ya Armağan. AÜ SBF Dergisi, Ankara. Özbudun, Ergun (1993). Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı. Ankara. Özbudun, Ergun (1998). Türk Anayasa Hukuku. Ankara. Özçelik, Selçuk (1984). Anayasa Hukuku 1 (Umumi Esaslar). İstanbul. Preuss, Ulrich K. (1991). “The Politics of Constitution Making: Transforming Politics into Constitutions”, Law and Policy. April, Vol. 13, No. 2. San, Coşkun (1974). Anayasa Değişiklikleri ve Anayasa Gelişmeleri. Ankara. Tanör, Bülent (1986). İki Anayasa (1961-1982). İstanbul. Teziç, Erdoğan (1996). Anayasa Hukuku. İstanbul. Turhan, Mehmet (1976). “Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri”, A.Ü.H.F.D.Cilt XXXIII, Sayı 1-4. Wolf-Philips, Leslie (1970). “Constitutional Change in the Commonwealth”, Political Studies (Oxford). Vol.18, No.1, , s.18-42. Kaynakça Türk Anayasa Hukuku 235 C Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi: Yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan doğruya Anayasadan alınan yetkiye dayanarak çıkarılan düzenleyici işlemlerdir. 1982 Anayasası Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (m.104/17) ve olağanüstü hâl Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (m.119/6) olmak üzere iki kategori hâlinde düzenlemiştir. G Geçici Başkanlık Divanı: Yasama döneminin birinci birleşiminin ilk oturumundan başlayarak Başkan seçilinceye kadar görev yapan; geçici başkan, başkanvekili ve kâtip üyelerden oluşan Başkanlık Divanıdır. En yaşlı milletvekili, Geçici Başkanlık görevini yapar. İkinci derecede en yaşlı üye, Başkanvekilliği görevini yerine getirir. En genç altı milletvekili de, geçici olarak kâtip üyelik yaparlar (TBMM İçtüzüğü m. 8). Genel Başkan: Siyasi partiyi temsil yetkisine sahip olan, büyük kongre tarafından üye tamsayısının salt çoğunluğu ile seçilen kişidir. İlk iki oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, üçüncü oylamada en çok oyu alan aday seçilmiş olur. Genel Başkan merkez karar ve yönetim kurulunun da tabii başkanıdır (Siyasi Partiler Kanunu m. 15). Genel Görüşme: Toplum ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir. Gensoru: Parlamenter sistemlerde, Bakanlar Kurulu veya bakanların hükûmetin genel siyasetinin yürütülmesinden ya da bakanların faaliyetlerinden kaynaklanan siyasi sorumluluklarını ortaya çıkararak görevlerinden düşmelerini sağlamaya yönelik bir denetim aracıdır. Grup Başkanı: Partinin genel başkanı milletvekili ise parti grubunun da başkanıdır; değilse grup başkanı grup üyeleri arasından içyönetmelikte gösterilen yöntemle seçilir (Siyasi Partiler Kanunu m. 26). Grup Genel Kurulu: Bir siyasi partinin grup genel kurulu, ilgili partinin milletvekillerinden oluşur. (Siyasi Partiler Kanunu m. 24). A Anayasa: Devletin kuruluşunu, yani niteliğini, yapısını, hükûmet şeklini, organlarını ve bu organlar (yasama, yürütme ve yargı) arasındaki ilişkileri ve kişilerin temel hak ve hürriyetlerini düzenleyen kurallar bütününe anayasa adı verilir. Anayasanın Bağlayıcılığı: Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olmasını ifade eden ilkedir. Anayasanın Üstünlüğü: Kanunların ve diğer hukuk kurallarının anayasaya aykırı olamayacağı esasıdır. Anayasanın normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alması ve onun altında yer alan diğer kuralların (kanunlar, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, yönetmelikler gibi) anayasaya aykırı olamayacağını anlatan ilkedir. Anayasanın üstünlüğünün sağlanabilmesi için de başta anayasa yargısı olmak üzere birtakım mekanizmalar getirilmiştir. Araverme: Türkiye Büyük Millet Meclisinin on beş günü geçmemek üzere çalışmalarını ertelemesidir (TBMM İçtüzüğü m. 6). B Birleşim: Genel Kurulun belli bir gününde açılan toplantısıdır (TBMM İçtüzüğü m. 1). Bütçe Kanunu: Devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine belli bir süre için (genellikle bir yıl) kamu gelirlerini toplama ve kamu harcamalarında bulunma izni veren, şart-işlem niteliğinde özel bir kanundur. Büyük Kongre: Seçilmiş üyeler ile tabii üyelerden oluşan büyük kongre, siyasi partinin en yüksek organıdır. Seçilmiş üyeler, parti tüzüğünde gösterilen şekilde ve sayıda il kongrelerince seçilen delegeleri ifade eder. Seçilmiş üyelerin sayıları, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının iki katından fazla olamaz. Tabii üyeler ise; parti genel başkanı, merkez karar ve yönetim kurulu ile merkez disiplin kurulu üyeleri ve partinin üyesi olan bakanlar ve milletvekillerinden oluşur (Siyasi Partiler Kanunu m. 14). sözlük Sözlük 236 H Hakimlik Teminatı: Hakimlerin her türlü maddi ve manevi baskıdan uzak olarak huzur ve sükûn içinde tam bir serbestlik ve tarafsızlıkla görev yapabilmelerini sağlamak için, onlara tayin, terfi, görevden alma, maaş ve diğer özlük haklarıyla ilgili olarak tanınan kişisel güvencelerdir. İ İçtüzük: Parlamento kararı niteliğinde olan içtüzükler, yasama meclislerinin kendi iç çalışmalarını düzenlemek amacıyla koydukları kurallardır. K Kadük Olma: Bir yasama döneminde, yani iki seçim arasındaki dönemde sonuçlandırılamayan kanun tasarı ve tekliflerinin hükümsüz kalmasına “kadük olma” denilmektedir. Kanun Teklifi: Milletvekillerinin hazırlayarak Meclise sunduğu kanun önerisine denir. Karşı-İmza Kuralı: Genel olarak parlamenter hükûmet sistemlerinde sorumsuz olduğu kabul edilen devlet başkanının bütün işlemlerinin başbakan ve ilgili bakan tarafından imzalanması ve bu işlemlerden kaynaklanan sorumluluğun da başbakanla ilgili bakana ait olması esasıdır. Kesinhesap Kanunu: Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçenin uygulanmasını denetlemesini sağlayan özel bir kanundur. TBMM, gelirlerin toplanması ve harcamaların bütçeye uygunluğunu Meclis adına denetleyen Sayıştay’ın genel uygunluk bildirimine dayalı olarak hazırlanan kesin hesap kanun tasarısını kabul ettiği takdirde hükûmet ibra edilmiş, yani sorumluluktan kurtulmuş olmaktadır. Kurucu İktidar: Bir devletin anayasasını yapan ya da değiştiren iktidar, kurucu iktidar olarak adlandırılır. Asli kurucu iktidar: Bir ülkenin siyasal rejiminde ihtilal, hükûmet darbesi veya ülkenin parçalanması sebebiyle bir hukuk boşluğu meydana gelmesi ya da bağımsızlığın kazanılması veya yeni bir devletin kurulması gibi durumlarda hiçbir hukuk kuralıyla bağlı olmaksızın yeni anayasayı yapan iktidara denir. Tali Kurucu İktidar: Bir ülkenin anayasasını, mevcut anayasal kural ve usuller çerçevesinde tümden yenileyen ya da değiştiren iktidara denir. M Meclis Araştırması:Türkiye Büyük Millet Meclisinin belli bir konuda bilgi edinmek için yaptığı incelemedir. Meclis Komisyonu: Yasama meclislerinin çalışmalarını verimli ve düzgün yürütebilmesi için ön hazırlık ve görüşmeleri yapan kurullardır. Meclis Soruşturması: Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanların görevleriyle ilgili cezaî sorumluluklarının araştırılmasını sağlayan bir denetim aracıdır. Cumhurbaşkanının işlediği iddia edilen, kişisel suçlar ve görevle ilgili suçlar bakımından da bu usul uygulanır. 

Merkez Karar, Yönetim ve İcra Organları: Siyasi partilerin, iki büyük kongre arasında, parti tüzük ve programına ve büyük kongre kararlarına uymak şartıyla, partiyi ilgilendiren hususlarda karar almak ve alınan kararları uygulamak yetkisine sahip olan organlarıdır. 

Merkez Karar, Yönetim ve icra organları, parti tüzüğünde gösterilen isim, şekil ve sayıda kurulur ve üyeleri büyük kongrece seçilir (Siyasi Partiler Kanunu m. 16). 

Odak Olma: Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki hükümlere aykırı eylemleri sebebiyle kapatılabilmesi için aranan kriterdir. Bir parti şu hallerde Anayasaya aykırı eylemlerin odağı hâline gelir: 1. Anayasaya aykırı fiillerin bir partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca (büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu) zımnen veya açıkça benimsenmesi. 2. Anayasaya aykırı fiillerin doğrudan doğruya bir partinin yetkili organlarınca (büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulu) kararlılık içinde işlenmesi. Olağanüstü Hâl: devletin, hukuk düzeninin olağan kurum ve kuralları ile hâlledilmesi ve giderilmesi mümkün olmayan olağanüstü bir tehdit veya tehlike karşısında başvurduğu özel yönetim usulüdür. Oturum: Bir birleşimin ara ile bölünen kısımlarından her biridir (TBMM İçtüzüğü m. 1). Türk Anayasa Hukuku 237 P Parlamento Kararı: Parlamento kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanun dışındaki bütün işlemleridir. S Siyasi Parti Genel Merkez Teşkilatı: Büyük kongre, genel başkan ile diğer karar, yönetim, icra ve disiplin organlarından ibaret olan partilerin merkez organlarını ifade eder. Bu organların isimleri ve üye sayıları parti tüzüklerinde gösterilir (Siyasi Partiler Kanunu m. 13). Siyasi Parti Grubu: En az 20 milletvekiline sahip olan partilerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurduğu grupları ifade eder (Siyasi Partiler Kanunu m. 22). Siyasi Parti: Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır (Siyasi Partiler Kanunu m. 3). 

Soru: Milletvekilinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlara yazılı olarak soru sorması. Yasamanın yürütmeyi denetlenme araçlarından birisidir. 

Tatil: Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarının belli bir süre boyunca ertelenmesidir. Danışma Kurulunun önerisi üzerine Genel Kurulca başka bir karar alınmadıkça Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Temmuz günü tatile girer. Bir yasama yılı içinde üç aydan fazla tatil yapılamaz (TBMM İçtüzüğü m. 5). 

Üye Tamsayısı: Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısı altı yüzdür. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliklerinde boşalma olması, üye tamsayısını değiştirmez. 

Yasama Dokunulmazlığı: Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, Meclisin kararı olmadıkça gözaltında tutulması, sorguya çekilmesi, tutuklanması ve yargılanmasının yasak olmasıdır. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. 

Yasama Dönemi: Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki milletvekili genel seçimi arasındaki süre olup, bu süre, Anayasa uyarınca uzatılmadığı veya seçimler daha kısa sürede yenilenmediği takdirde, beş yıldır (TBMM İçtüzüğü m. 1). 

Yasama Sorumsuzluğu: Milletvekillerinin yasama faaliyetlerini yürütürken açıkladıkları düşüncelerinden ve verdikleri oylardan dolayı sorumlu tutulamamalarını ifade eder. 

Yasama Yılı: 1 Ekimde başlayıp 30 Eylülde sona eren süredir (TBMM İçtüzüğü m. 1). 

Yüce Divan: Anayasa’da belirtilen kişileri, görevleri ile ilgili suçlarından dolayı ve istisnai olarak Cumhurbaşkanını kişisel suçlarından dolayı yargılama yetkisine sahip olan Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunu ifade eder.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hukuk Dili

5235 ADLÎ YARGI İLK DERECE MAHKEMELERİ İLE BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA KANUN

6216 ANAYASA MAHKEMESİNİN KURULUŞU VE YARGILAMA USULLERİ HAKKINDA KANUN