ADALET PSİKOLOJİSİ

1.1. Adalet Psikolojisinin Tanımı

Adalet psikolojisi: Hukuki sorunlara psikolojik ögeleri de içeren bir perfektiften bakarak adil, insan haklarına uygun sonuçlar sağlamaya çalışan bir alandır. 

Suçun nitelendirilmesi, suçlunun psikolojik profilinin çıkarılmasından başlayarak usul psikolojisi ve hükümlü psikolojisi ile süreç içindeki diğer kişilerin psikolojik ve hukuki açıdan betimlenmesine hizmet eder.


Suçlunun psikolojik profilinin çıkartılması: suç işleyen kişilerin kişilikleri, ruhsal durumları, cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim, ekonomik durum, daha önceden suç işleyip işlemediği gibi kriterler kullanılarak yapılır. 

Bu bir bilirkişilik hizmeti olarak adalet sistemi tarafından hem özel hukuk hem de ceza hukuku açısından talep edilmektedir. Yargılama sürecinde adli gözlemci olarak ıslahevleri, hapishane ve adli tıp enstitülerinde de adli psikologlar görev yaparlar. .

Süreç, kişilerin yasa dışı eylemi ile başlar; suçun öğrenilmesiyle ve polise ihbar edilmesiyle adli sürece taşınır. 

Bundan başka, suçlu, suçu etkileyen ve suçtan etkilenen bir çevrenin parçasıdır. 

Diğer suçlar işlenen bu suçla ilişkili olabilir ve böylece suç, genişleyen bir suç sürecinin parçasına da dönüşebilir. 

1.2. Tarihsel Gelişim

Latince “forensic” terimi ile karşılanan adalet psikolojisi köken itibarıyla "forum, meydan herkesin önünde yapılan, aleni" anlamı ile ilişkilidir.

Türkçede adli psikoloji, adalet psikoloji, adli tıp ve hukuk terimi ile bağlantılı olarak ele alınan bu interdisipliner çalışma alanı uluslararası kullanımda Forensic ya da Psycology of Justice başlıklarıyla isimlendirilmektedir.

KRONOLOJİ

M.Ö. 3000 : Çin’de zehirler ve zehir sonucu ölümlere ilişkin bilgi ve sonuçları değerlendiren belgelere rastlanmaktadır. 
M.Ö. 2900 : Mısır’da insan vücudunda oluşan izler için hekime danışılır ve o çerçevede karar verilirdi. 
M.Ö. 1700 : Hammurabi Yasalarında hekimlerin sorumluluğu ile ilgili hükümler ve bedende ortaya çıkan hasarı tanımlayacak bilirkişiler olarak hekimlerden ve hangi hasara ve oranda tazminat ödeneceğine ilişkin hükümler bulunmaktadır. 
M.Ö. 600 : Roma Hukuku çerçevesinde Lex Aquillia Yasası ile akıl hastalarının sorumluluğu düzenlenmiştir. Bu konu da adalet psikolojisi açısından son derece önemlidir. 

M.Ö. 460 : Roma’da yaraların öldürücülüğünün incelenmesi ve 

M.Ö. 320 : Üreme ile ilgili bilgiler yasalara yansıtılmıştır. 

M.Ö. 44 : Julieus Cesar suikastinde Romalı hekim Antistius ceset muayenesi yaparak yara yerlerini ve etkilerini kaydederek, ölümcül darbeyi saptamıştır. Bu da adli tıp açısından önemli bir olgudur. 

M.S. 200 : Claudius Galen’in yazdığı kitap pek çok adli tıp kurum ve kavramını tanımlamıştır. 

5.yy.-16.yy. : Yasaların çeşitlenmesi ve gelişimi, adli tıp çalışmalarını ve muayenelerinin kurumsallaştığı dönemdir. 

1787-1853 : Mathiew Orfila adli toksikolojinin babası sayılır. 

1853-1914 : Alphonse Bertillon ilk bilimsel araştırma modellerinden birisi olan anthropometry’yi kurmuştur. Bu sistem halen Bertillion Sistemi olarak anılmaktadır. 

1822-1911 : Francis Galton İngiliz bilim adamıdır ve parmak izlerinin kişiye özel olduğunu bulmuştur. 

1868-1943 : Karl Landsteiner ise kan gruplarını sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma da kanın aidiyetini saptama açısından büyük önem taşır.

1891-1955 : Calvin Gaddard ise silah ve kurşun çekirdekleri üzerinde yapılan mikroskobik incelemelerle silah ve mermi aidiyetlerini bulabilme usulünü geliştirmiştir. 

1858-1946 : Albert S. Osborn ise yazılı belgeler ve yazı üzerinde ilk sistematik çalışmayı yapanlardandır. 

1847-1915 : Hans Gross ilk adli tıp dergisi olarak Kriminolojiyi çıkartıp, bilgilerin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir.

Ülkemizde ise adli tıp eğitiminin 1839’da II. Mahmut tarafında kurulan Askeri Tıbbıye Mektebi bünyesinde başladığını belirtebiliriz. İlk otopsi ise 1843 yılında Avusturya Hastanesinde Dr. Bernard yönetiminde yapılarak, bir raporla tespit edilmiştir.


Askerî Tıbbiye’de 1846 Sevinç Efendi, 1867 yılından başlayarak Agop Handanyan adli tıp dersleri vermişlerdir. 

Polis müdürlüğüne bağlı olarak ilk adli şubenin başkanlığına Dr. Ali Rüştü Paşa getirilmiştir. 

Ayrıca 1908 yılında morg müdürlüğü oluşturulmuştur. Adli tıp bünyesindeki yapılanma giderek genişlemiş ve uzmanlık alanlarına ayrılmıştır. 

1982 yılında Adli Tıp Müessesesi Adli Tıp Kurumu adını almıştır. Üniversitelerde konuya ilişkin uzmanlık alanları ise 

1946’da Ankara Üniversitesi, 1959’da Ege Üniversitesi, 1967’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalları kurulmuştur. 


1.3.3. Sosyal Psikoloji ve Adalet Psikolojisi
Tanım olarak; sosyal psikoloji en geniş bağlamda kişinin çevreyi, çevrenin de kişiyi etkilemesidir.


Sosyal psikolojinin konusu sosyal davranıştır. Sosyal davranış ise kişinin, kişi veya toplumdan etkilenerek davranışta bulunmasıdır. 

Sosyal davranış yüz yüze veya dolaylı olabilir. Olumlu ve olumsuz olabilir. 

Özellikle olumsuz sosyal davranış ile suç arasında yakın ilişki kurulabilir. 


Sosyal psikoloji incelemelerini üç başlık altında sistemleştirebiliriz:


- Birincisi, analitik . sosyal şartların, kişinin davranışlarına olan etkisini incelemektedir. Kişinin davranışları zihinsel motivasyonları ile sosyal tepkileri arasındaki bağlantılarla açıklanmaya çalışılır. 

Örneğin, uyma davranışı ile sosyal etkileşim, özdeşleşme, itaat ve benzeşme arasındaki bağlantıların incelenmesi analitik sosyal psikolojinin önemli bir çalışma alanıdır.


- İkincisi sembolik etkileşimci alanıdır. Daha çok davranışlar, semboller anlamlar üzerinden giden bir “etkileşim” açıklama modeli kuran bir yaklaşımdır. Doğrudan gözlem ya da etnografik etkileşim yöntemlerini kullanmaktadır.


- Üçüncüsü ise yapısal . Süreç, iş-organizasyon, demografik hareketlilik, olağan-olağanüstülük ayrımları gibi büyük ölçekli çalışmalar, yapısal çalışmalar yapısalın konusudur.


1.3.4. Antropoloji ve Adalet Psikolojisi

Hukuk sosyolojisi: Sosyal olgu olarak hukukun etki alanı ve ortaya çıkış süreçleri, hukuk ve hukuk olmayanın ayrılması, hukukun kaynakları, hukukçu tutumları ve hukuk süjeleri profilleri ile hukukun etkin uygulanmasını garanti etmenin yollarının neler olduğunun saptanması konusundaki çalışmaları içerir.


Suç antropolojisi: Suçluyu biyolojik, kalıtsal, anatomik ve kültürel bağlamı içinde geçmişten gelen etkenlerle birlikte ele alan çalışma alanıdır.
Suç psikolojisi: Suçun ortaya çıkmasına neden olan ruhsal olayları inceleyerek; yaş, cinsiyet, karakter ve kişilik özellikleri ile suç arasındaki bağlantıyı ortaya koyan çalışma alanıdır.


Suç sosyolojisi: Suça etki eden, sosyal faktörlerin incelenmesidir. Suçu sosyal bir olay olarak ele alarak çevre  faktörleriyle birlikte irdeler.


Suç psikiyatrisi: Akıl hastalığı suç ilişkisi ile anormal davranışları inceler.


Suç siyaseti: Suçun önlenmesi ve suçla mücadelede karar mekanizmalarının yapması gerekenler hakkında program hazırlanmasıdır.


Suç profilaksisi: Tıp alanında ve sosyal tedbirlerle suçun azaltılmasında yapılması gerekenler için araştırmalar yapan uygulama alanıdır.


Penoloji: Suçun belirlenmesinden sonra suçluya verilecek etkin ve uygun cezanın ve emniyet tedbirlerinin belirlenmesini ve suç politikasının incelenmesidir.


1.3.5. Kriminoloji ve Adalet Psikolojisi


Kriminoloji, bütün yönleri ile suç olayını inceleyen bir bilimdir. Suçun niteliği, suçluluk nedenleri, ceza hukukunun ve adaletinin gelişimi ve suçun sosyal değişime etkilerini inceler. 

Kriminoloji suç sayılan eylemlerin temelini oluşturan sosyal ve kişisel alandaki faktörlerin belirlenmesi açısından hukuk ve tıp arasındaki bağlantıyı kurduğu için adalet psikolojisi alanından çok daha geniştir ve kriminalistik ile bağlantılıdır.

Kriminoloji, suça ilişkin disiplinlerin ürettiği kuramları kapsamlı bir biçimde ele alınıp suç alanının anlamlandırılmasına çalışan bir bilim dalıdır. 


Adalet psikolojisinin temel kavramı “suç”tur. Suçun nitelendirilmesi, suçlunun psikolojik profilinin çıkarılması, öncelikle değerlendirilmesi gerekir. 

Bunun dışında usul psikolojisi ve özel olarak da yargıç psikolojisi ve sürece katılan diğer süjelerin psikolojik araştırılması adalet psikolojisinin kendine özgü çalışma alanları olarak gösterilebilir.


Ceza hukuku ile kriminoloji arasındaki ilişki de önemlidir. Ceza hukuku suçun normatif yanı ile ilgilidir. Kriminoloji ise ampirik deneysel bir araştırma alanı olarak suçun reel incelenmesine dayanır. Her iki alan çalışmaları ile birbirini desteklemektedir.


1.4. Adalet Psikolojisi ve Bağlantılı Çalışma Alanları


adalet psikolojisi, psikoloji bilimindeki verilerin hukuk alanına uygulanmasıdır.

Adalet psikolojisi biraz aşağıda işaret edeceğimiz alanlardaki teknik bilgiler kullanılarak sanık, tutuklu ve hükümlülerin uğradıkları travmaları en aza indirmek, suçun anlaşılmasına hizmet etmek ve suçla mücadele için aydınlanma konusuna odaklanmıştır. 

ses-görüntü analizi, kimyasal araştırma, otopsi travmatoloji vb. yöntemlerin kullanılması aracılığı ile suçu işleyenin kim olduğu ya da suçun mağdurunun kimliğinin belirlenmesine yardımcı olur.

Adalet psikolojisinin uzmanlık gerektiren çalışma alanlarını konunun bütünlüğünü gözden kaçırmaksızın sistematik olarak ortaya koyabilmek için on iki bölüm hâlinde bir şema oluşturduk. Hiç kuşkusuz değişen koşullara bağlı olarak bu liste daha da genişleyecektir.


a. Adli Biyoloji
Biyolojik materyal veya mikroorganizmaların incelenmesidir. Bu nedenle adli palinoloji, adli pataloji ve adli toksikoloji adli biyolojinin alt başlıkları olarak sayılır. Ceset üzerindeki böcek veya kurtların biyolojik incelenmesi ile ölüm zamanının kesin belirlenmesi bu alanın yeni açılımlarındandır.


b. Adli Toksikoloji (Adli Kimya)
Belirli tip ölümlerde vücut kimyası üzerinde yapılan araştırmalarla kişinin ölüm nedeninin veya etkenlerin araştırılmasıdır. Uyuşturucu kullanımı veya zehirlenme hâllerinde yol göstericidir.


c. Adli Palinoji
Ceset veya cesedin bulunduğu yerde veya sanık üstünde bulunan kalıntıların incelenmesi aracılığıyla suçun aydınlatılmasıdır. Polen, spor ve palinomorfların bulaşması ile yer, mekân ve zaman belirlenimi yapma olanağı araştırılır. Palinoglar, olay yerinde bulunan ve palinomorf olarak adlandırılan mikroskobik partikülleri incelemektedir. Palinomorflar tıpkı insan parmak izi gibi özeldirler ve olay hakkında fikir verirler. Dağılım, miktar dağılım hızları farklılığı kanıt olarak kullanılır. Bitki coğrafyasının bilinmesi ve önceden hazırlanmış ayrıntılı polen haritaları kriminal olayların çözümünde yararlı olmaktadır.


d. Ölüm Bilimi (Tanatoloji)
Ölüm nedenlerini, şekillerini,  zamanını, ölüme etki eden faktörleri ve bunlarla ilgili diğer ögeleri belirlemek için otopsi yöntemini kullanan çalışma alanıdır. 

Ölmüş kişilerin kimliklerinin belirlenmesi için yapılan her türlü çalışmayı içerir. Kimliğin anlaşılmasında antropometri, radyoloji, ırksal ve cinsiyete ilişkin özellikler vb. tüm emareler kullanılarak kişinin kimlik alanı aydınlatılır. 

Antropometri insan vücudunun bileşimin, orantılarının ve tipinin ortaya konulabileceği, evrensel olarak uygulanabilen bir yöntemdir. Tüm yaş gruplarında insan vücudunun fiziksel boyutlarının ve orantılarının ölçülüp, değerlendirilmesidir.

Bu alanda elde edilecek bilgiler tanatoloji alanında da kullanılabilir. Antropometri bilimi, bireyler veya gruplar arasında anatomi, coğrafi bölge ve meslek grupları gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanan farklılık ve benzerlikleri saptar. Ölü insan bedeni de bu açıdan ele alınabilir.


e. Adli Travmatoloji
Adli travmatoloji, her türlü yaralanmanın fiziki, psikolojik neden ve sonuçları ile iş ve emarelerden travmayı ortaya çıkaran alet ve eylemi gerçekleştirenin kimliğine ulaşmaya ilişkin çalışmaların bütününü kapsar.


f. Adli Odentoloji
Adli diş hekimliği özellikle ciddi hasar görmüş cesetlerde kişinin kafatasında korunaklı olan diş yapısı ve ağız içi özellikleri aracılığı ile kimlik saptama veya zehirlenme hâllerinde delil araştırma alanıdır. Kafatasının korunaklı yapısı yanma veya büyük berelenmelerde ağız içinin en az hasarlı bölge olarak kalmasına yol açar. 

Diş hekimliği hizmetlerinin artması ile ağız içi filmleri de kişilerin kimliklendirilmesi açısından tıpkı parmak izi gibi işlev görebilmektedir. Aynı şekilde ısırık izinden yapılacak tespitler de bu alanla ilgilidir.
g. Adli Pataloji
Tanatolojik çalışmaların hücre ya da organ düzeyinde detaylandırılması da kimyasal bilgi, hücre analizi veya ölüm nedeninin anlaşılması için bazen sadece otopsi yetmez. Laboratuvar ortamında patolojik araştırmaya da ihtiyaç duyulabilir. Otopsi sonrasında elde edilen vücut parçaları veya sıvılarının mikroskobik incelenmesi de adli patolojinin konusudur. Tecavüz hâlinde veya zehirlenmelerde vücuttaki yabancı maddenin araştırılması da patolojik çalışmayı gerektirir.


h. Fasial Rekonstirüksiyon
Ölen kişinin özellikle kafatasının yeniden şekillendirilmesi için plastik malzeme veya bilgisayar ortamının kullanılması tekniğidir. Çağdaş ve yeni bir yöntem olarak kimlik araştırmalarını anlaşılabilir duruma getirir. Az sayıda delilden yola çıkarak, mağdur ya da suçlunun kimliklendirilmesine hizmet eden yardımcı bir çalışma alanıdır.


i. Kriminalistik
Kriminalistik, delillerin elde edilmesi, delilden sanığa ulaşma, teknik yeterlilik ve adil yargılanma  usulünce yapılan her türlü çalışmayı kapsar. 

Kriminalistik kriminolojiye ilişkin bilgilerden yararlanmakla birlikte kriminolojiden farklıdır; sadece bir tekniktir. Teknik olduğu için uygulama yöntemleri ile birlikte sıkça değişir ve gelişir.


Kriminalistik ya da izbilim olarak isimlendirilen çalışma alanı adli bilimlerin teknik araştırma bölümüdür. 

Kriminalistik çeşitli belirtileri kullanarak somut bir olayı aydınlatmaya yarar. Hukuk alanında delil olarak isimlendirilen aydınlatıcı emare adalet psikolojisi açısından kurucu niteliktedir. 


j. Balistik
Ateşli silah veya kullanılmış çeşitli patlayıcı maddelerin yapısal analizi ile merminin hangi silaha ait olduğuna ilişkin yapılan teknik araştırmaları içerir. Özel laboratuvar ve bilgisayar teknikleriyle balistik araştırmanın günümüzde özellikle ateşli silah ve kesici alet kullanımının aydınlatılmasında ilk sırada yer aldığını ekleyelim.


k. Adli Grafoloji
Belge incelemesidir. İmza veya kimlik kartlarının gerçekliği kıymetli evrak ya da belge ve not üzerinde yapılan her türlü araştırmayı kapsar. Yazı, imza gibi el ürünü işaretlerin yanında, daktilo, bilgisayar gibi teknik aletin suçun konusu olduğu durumlarda bağlantıyı ortaya çıkarma ile ilgili yapılan her türlü bilgi adli grafoloji uzmanlarınca araştırılır.


l. Ses Görüntü Analizi
Çağdaş gelişmelerle birlikte ortaya çıkan yeni teknolojik olanakların sağladığı ses ve görüntü kayıtlarının çözümlenmesi ve ilgili kişilerin kimliğinin belirlenmesi çalışmalarını içerir. Ses izi, retina veya biyometrik fotoğraf gibi tekniklerin veya bunlara ilişkin okuyucuların kullanılması ile kişinin belirli bir yerde bulunup bulunmadığına ilişkin araştırmaları kapsayan yeni ve oldukça etkili bir kimliklendirme çalışma alanıdır.



Ünite Soruları


Soru-1 : Aşağıdaki alanlardan hangisi adalet psikolojisi ile bağlantılı çalışma alanlarından biridir?

(A) Sosyal Psikoloji

(B) Fasial Rekonstrüksiyon
(C) Adli patoloji
(D) Ölüm Bilimi (Tanatoloji)
(E) Kriminalistik



Soru-2 : Aşağıdaki çalışma alanlarından hangisi adalet psikolojisinin yakın çalışma alanlarından biridir?

(A) Lojistik
(B) Sosyoloji
(C) Ontoloji
(D) Zooloji
(E) Metaetik


Soru-3 : Türkiye’de adli tıp dersleri ilk olarak hangi dönemde verilmiştir?

(A) 17. yüzyıl

(B) 18. yüzyıl
(C) 19. yüzyıl

(D) 20. yüzyıl
(E) 21. yüzyıl



Soru-4 : Kişinin çevreyi, çevrenin de kişiyi etkilemesini ve bu unsurların arasındaki süregelen etkileşimlerin sonuçlarını konu alan disiplin hangisidir?

(A) Yargı psikolojisi
(B) Sosyoloji
(C) Sosyal psikoloji

(D) Klinik psikoloji
(E) Antropoloji


Soru-5 : Adli Grafoloji ne demektir?

(A) Belge ve yazı incelemesidir.

(B) Dişlerden kimlik belirlenmesidir.
(C) Silah izi araştırmasıdır.
(D) Adli grafikleri oluşturma bilimidir.
(E) Robot resim çizme işlemidir.


Soru-6 : Sosyal davranışın tanımı aşağıdakilerden hangisidir?

(A) Bir grubun kişiden etkilenerek ortaya koyduğu davranıştır.
(B) Uyma davranışıdır.
(C) Kişinin duygusal dünyasında olup bitendir.
(D) Kişinin, kişi veya toplumdan etkilenerek ortaya koyduğu davranıştır.

(E) Kişinin etkileşimde olmadığı alanda gerçekleştirdiği davranıştır.



Soru-7 :
Ceza hukukunun ihlali ile ortaya çıkan ve devlet organlarınca belirlenip cezalandırılan fiiller aşağıdakilerden hangisidir?


(A) Müeyyide 
(B) İfade 
(C) Mağdur 
(D) Suç 

(E) Tutuklama


Soru-8 : Ceset veya cesedin bulunduğu yerde veya sanık üstünde bulunan kalıntıların incelenmesi aracılığıyla suçun aydınlatılmasına ne denir?


(A) Ses ve görüntü analizi

(B) Fasial Rekonstrüksiyon
(C) Tanık Psikolojisi
(D) Antropoloji
(E) Adli Palinoji


Cevap-8 : Adli Palinoji


Soru-9 : Suçun önlenmesi ve suçla mücadelede karar mekanizmalarının yapması gerekenler hakkında program yapan alan aşağıdakilerden hangisidir?


(A) Antropoloji
(B) Adli Patoloji
(C) Adli Travmatoloji
(D) Suç psikiyatrisi
(E) Suç siyaseti


Cevap-9 : Suç siyaseti


Soru-10 : Suçluyu kalıtımsal, anatomik, biyolojik ve kültürel bağlamı içinde geçmişten gelen etkenlerle birlikte ele alan çalışma alanı hangisidir?


(A) Sosyal psikoloji
(B) Suç antropolojisi
(C) Adli Toksikoloji
(D) Balistik
(E) Adli tıp kurumu


Cevap-10 : Suç antropolojisi


2. ADALET PSİKOLOJİSİNDE YÖNTEM VE ADALET PSİKOLOJİSİNİN BÖLÜMLERİ

    
2.1. Yöntem Kavramı
Yöntem, izlenecek yoldur. 

Bir şeyi yapmanın en uygun ne şekilde olacağına ilişkin yol, yordamdır. 

2.2. Adalet Psikolojisinde Yöntem
Bilimsel çalışma alanının belirlenmesi ile başlar, devamında yönelinen konunun bütünleştirilmesi, sınırlandırılması ve tanımlanması gerçekleştirilir.


Bütünleştirmede genel problem alanı belli bir sistem bütünlüğü içinde ele alınır. Araştırma alanı genel kabul gören bilgilerle bir araya getirilir.


Sınırlandırma ise, araştırılmak istenen problemin bütün içindeki yerinin belirlenmesidir. Sınırlandırılmış olan problem alanının aydınlatılması ile  tanıma ulaşılır. 

Tanımlama önemli bir kurucu fonksiyon taşıdığı için açık, sade bir dille ve alana ilişkin kapsamda ve diğer şeyleri dışlayabilecek nitelikte olmalıdır.


Araştırma alanının belirlenmesine ilişkin çalışmalar bir odak nokta olarak araştırma problemine ulaşma amacı taşır. Araştırma problemi çoğu kez iki değişken arasındaki ilişkiden yola çıkılarak tanımlanır.


Klinik psikoloji ise pür psikoloji olduğu için hem içerik hem de yöntem olarak adalet psikolojisinde farklıdır. Adalet psikolojisinin asıl bağlantısı sosyal psikoloji alanıdır. 

Bu nedenle örneğin psikolojinin teorik psikoloji ve klinik psikolojisi alanları soruna farklı yaklaşabilir.

Genel kabul gören ve bilimsel açıdan uygun kabul edilen gözlem, deney, tarama, öykü alma ve istatistik kullanılmıştır. Şimdi bunları detaylı olarak ele alalım:

2.2.1. Gözlem
Herhangi bir müdahale olmaksızın bir ortamın incelenmesine yönelik bilgi edinme yöntemi gözlemdir. 

Gizlenerek yapılan gözlemler doğal ortam algısını güçlendirdiği için önemlidir. Çünkü kişiler gözlendiklerini bildiklerinde davranışlarını değiştirebilirler.

2.2.2. Deney
Deney kontrollü yapılan gözlemdir. kontrollü deney olarak yapılan ve insanların suç işleme eğilimlerini belirlemede kullanılan deneyler vardır. Deneysel araştırmalar, genellikle anlam yüklenmiş iki durumun karşılaştırılması şeklinde olmaktadır. Deneysel çalışmaların kontrollü ve sınırlandırılmış olması ölçmeyi kolaylaştırır. Bu tür araştırmalar yapılırken birçok etik sorunla karşılaşılabilir. Özel yaşama saygı, kalıcı zarar vermeme başlıca ilkelerdir.
2.2.3. Tarama Yöntemi
Apaçık bilinemeyen kimi konularda psikolojik ve hatta sosyal psikolojik eğilimlerin saptanması için kişilere gidilmesini ve onlarla yapılacak kimi anket ya da testler aracılığıyla konunun açıklığa kavuşturulmasını sağlayan yöntemdir. Tarama yöntemi konu sınırlarının belirlenmesi, ilgili olmayanların dışarıda tutulmasını sağlayarak araştırma için bir ön çalışma olarak da kullanılmaktadır.
2.2.4. Öykü Alma
Kişinin belli bir davranışta bulunma nedenini onun geçmişini detaylıca öğrenerek edinmeyi ve böylece davranışı çözümlemeyi amaçlayan alt-yöntemlerdendir. Öykü alma başarılı yapıldığında suçlu profilinin net olarak ortaya konulması mümkün olur. Başarılı öykü almayı konunun uzmanı olan kişilerin objektif tutumları sağlayabilir. Özellikle algıların ve gerekçelerin anlaşılmasını sağlamada çok kullanışlı bir yöntemdir.
2.2.5. İstatistik
İstatistik sosyal bilimler alanında ve adalet psikolojisinde başarı ile kullanılan bir yöntemdir. Özellikle suç istatistikleri suçluların ekonomik durumları, eğitim ve cinsiyetleri hangi suçlardan hükümlü oldukları, suç işleme sıklıkları gibi kayıtlar adalet psikolojisinin öncelikle ilgilendiği konulardır.
Resmî istatistikler, örneğin Türkiye için Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından tutulur. Resmî istatistikler idari birimlerden, polis, mahkeme ve infaza ilişkin tutulmuş kayıtlardan yararlanılarak oluşturulur. Ancak istatistik alanına yansımamış olan ve kara sayılar olarak nitelendirilen bir karanlık alanın varlığını da değerlendirme yaparken göz önünde tutulmalıdır.
Suç istatistikleri tarihsel olarak ilk kez İngiliz reformcu Jeremy Bentham tarafından 1778 yılında kullanılmıştır. Tarihsel olarak Fransa’dan başlayarak diğer ülkelerin de önleyici tedbirler alma ve durum saptaması için giderek artan oranda istatistik kayıtlar tuttuklarını görüyoruz. Bugün istatistik başta iktisada ilişkin olanlar olmak üzere hemen hemen her konuda tutulmaktadır. Bilgisayar ortamı da istatistik bilgi elde etme olanaklarını arttırmıştır. Uluslararası alanda da istatistik veriler aracılığıyla çeşitli karşılaştırmalar yapma olanağı vardır (Brewer vd., 2005).
İstatistiklerden; suç bölgeleri, suçların niteliği, suçlu profili, hükümlülerin yeniden suç işleyip işlemedikleri vb. pek çok alanda bilgi elde etme olanağı vardır. İstatistiklerin doğruyu yansıtması çok önemlidir. Ancak bir istatistikten ne anlaşılması gerektiğine ilişkin kapsamlı bilgi basit sayısal işaretleri anlamlı bir materyale dönüştürebilir. İstatistiğin uygun olarak ve doğru bir şekilde saptanması kadar, istatistiksel bilginin yorumlanmasına ilişkin bilgiyle de bütünleştirilmesi gerekir.
2.3. Adalet Psikolojisinde Yönteme İlişkin Özel Olarak Üzerinde Durulması Gereken Hususlar
Adalet psikolojisi salt teorik bir alan olarak değerlendirilemeyeceği için tartıştığı konuları sadece betimlemekle yetinmez, aynı zamanda koşulları ve önleyici tedbirleri de ortaya koyar. Böylece kapsama alanı genişlemiş olan adalet psikolojisi yakın alanlarla olan bağlantısı da göz önüne alındığında çeşitli yöntemleri örnek alarak çözümler üretmeye çalışır. Kısacası adalet psikolojisinin bilimsel profili interdisipliner olduğu gibi yöntemsel anlamda da interdisiplinerdir yani, birçok yöntemle birlikte çalışır.
Suç ve suçlu merkezli araştırmalarda konunun betimleyici yöntemle ele alınması ana yöntemdir. Betimleme, sosyal psikolojinin amacı olan toplumsal davranışı anlama süreciyle ilgilidir. Genellemelere ulaşmanın önemli bir yoludur. Betimlemeler aracılığıyla suçlu davranışının nedensel çözümlemesi yapılır.
Günümüzde psikanalitik yaklaşımın birey anlayışına yönelik ana paradigmaları olarak, dürtü teorisi, ego teorisi, nesne ilişkileri teorisi ve kendilik psikolojisi sayılabilir[8]. Bu teorilerin her biri karakter içinde işleyen dinamik süreçlerin önemini vurgulamaktadır. Bu yöntemlerden çeşitli değerlendirmeler için yararlanılmaktadır. Ulaşılmaya çalışılan suçlu profilinin ortaya çıkarılmasına yönelik betimlemeler yapmaktır.
Nedensel çözümleme, betimlemede etki ve etken ilişkisini kullanmaktır. Kuram geliştirme de bu amacı destekler. Adalet psikolojisi analitik olduğu kadar uygulamaya yönelik pratik bir yanı da barındırır. Örneğin, sosyal psikolojinin uygulamaları insanların saldırgan eğilimlerini kontrol etmeleri, öğrenme yöntemleri vb. sosyal etkinliklerin yayılımını destekler. Adalet psikolojisi insanların başkaları hakkında nasıl düşündüklerini, onların nasıl etkilendiklerini ve onlarla nasıl ilişki kurduklarını da alanı içinde ele alabilir.
Nasıl hukukun her yönünün, adalet psikolojisine yansımayacağını söyleyebiliyorsak aynı şekilde psikolojinin de her yönü adalet psikolojisi alanı içinde yer bulamaz. Ayrıca yöneldikleri hedefleri açısından da psikoloji ile adalet psikolojisi arasında fark vardır.
Psikolojinin, özellikle klinik psikoloji ile adli psikoloji arasındaki farkların ortaya konulması, yöntemin belirlenmesi açısından önem taşır. Bu farklılıkları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Klinik psikolojinin önemli bir çalışma alanı olan terapinin yapılmasında empatik bir tutum sergilenirken adli psikolog tarafsız ve objektif olmalıdır.


2- Klinik psikolojide amaç kişi için bir tedavi planı oluşturmaktır. Adli psikolojide değerlendirmenin amacı, yargı süreci içinde odak alınan kişinin güçlü ve zayıf yanlarını belirleyerek bu özelliklerin yasal süreçle olan ilişkisini ortaya koymaktır. Örneğin, farik ve mümeyyiz olma, ceza ehliyeti, ahlaki durum, vasi ve kayyım belirlenimi için önemlidir.
3- Adli psikologlar klinik psikologlardan farklı olarak görüşme tekniklerini ve psikolojik testlerin yanında dava dosyalarının içeriğini, cezaevi kayıtlarını da incelerler. Bu konuda belirli bir uzmanlığa sahip olması haklı olarak beklenir.
Özel bir yetiştirilme alanı olmayan adli psikologlar zaman içinde kazanılan tecrübe ile yukarıda işaret edilen farklılıklar bilinçlenmiş olmaları da göz önünde tutularak görevlerini yerine getirmektedirler. Ancak alanda ortaya çıkabilecek sakıncalardan kurtulmanın en iyi yolu adli psikolojinin bilimsel bir disiplin ve mesleki uygulama alanı olarak ortaya konulması ve eğitim standardının oluşturulmasıdır.
2.4. Adli Olgu
Adalet psikolojisinin en önemli konusu adli olgudur. Adli olguyu ise şöyle tanımlayabiliriz:
Dış etkenler nedeniyle kişilerin bedensel ve ruhsal sağlıklarının bozulmasına veya ölümlerine yol açan her türlü etken adli olgu olarak isimlendirilir.
Örneğin, yaralanma hâlleri, zehirlenme, kuşkulu ölüm vb. hâller adli olgu olarak değerlendirildiği için özel olarak ele alınıp incelenmelidir. Bu toplumsal güvenliğin sağlanması için zorunludur. Adli olgunun değerlendirilmesini yetkili organ ve uzman kişiler yapacaktır. İşte bu ihtiyaç için oluşturulmuş olan kurum adli tıp kurumudur. Adli olgunun usulüne uygun olarak değerlendirilmemesi, bulguların kaydındaki eksiklikler veya gerçeği yansıtmayan rapor hekim sorumluluğu kapsamında değerlendirilir.
Adli olgu, tıbbi müdahaleyi gerektiren bir sağlık sorunuyla ilgilidir. Sağlık sorununa yol açan dış etkinin niteliği ve oluş biçiminin belirlenmesi, zararın ağırlığının saptanması bu raporu esas alan yetkili hâkimce yerine getirilecektir. Bu hususun uzmanlık alanına girdiği açıktır. Ceza Muhakemeleri Usulü’ne göre çözümü özel ya da teknik bir bilgiyi gerektiren durumlarda bilirkişinin oy ve düşüncesinin alınmasına karar verilir. Oluşturulacak rapor gerekçeli olmalıdır. Eğer gerekçeler yetersiz bulunursa ek görüş istenebilir veya başka bilirkişilerin uzmanlığından yararlanılır. Adli olgu için istenecek bilirkişi raporu ile hâkim bağlı değildir. İhtiyaç hâlinde yeni rapor ve yeni bilirkişiye müracaat edilebilir. Adli tıp hekimi ile birinci basamak hekimler (genellikle yetkili hükûmet tabipleri) konunun muhatabıdırlar. İki hekim grubunun tecrübe ve bilgi birikimleri farklıdır. 

çoğu kez olguyu ilk gören hekim olarak birinci basamak hekimlerinin raporlarının ayrı bir önemi vardır. Bulguların özellikleri, başarılı konsültasyon, örneklerin uygun koşullarda saklanması ve gönderilmesi, olayın oluş biçimine ilişkin ilk elden ve sıcağı sıcağına alınan ifadeler önemlidir. Bir durumun adli olgu olup olmadığı veya adli olgu olarak ihbar edilmesi hususları şu şekilde belirlenebilir;


İhbar edilmesi gereken adli olgular;
1- Ateşli silah ve patlayıcı madde yaraları,
2- Kesici, delici, ezici aletle işlenildiğinden şüphe edilen yaralanmalar,
3- Trafik kazaları,
4- Müessir fiiller,
5- İş kazaları,
6- Zehirlenme,
7- Yanık,
8- Elektrik çarpması,
9- Mekanik boğulma olguları,
10- İşkence iddiaları ve
11- Tüm cinayet, intihar veya kaza sonucu olduğundan kuşkulanılan ölümler adli olgudur.


Adli Tıp Kurumu resmî bilirkişilik işlemlerini yapmak üzere merkezî bir teşkilat olarak kurulmuştur. Ülkemizde Adalet Bakanlığı bünyesinde örgütlenmiştir.


Adli hekimlik hizmetleri ülkemizde Sağlık Bakanlığı bünyesinde yer alan sağlık ocakları ve hastaneler ile Adli Tıp Kurumuna bağlı kuruluşlar ve üniversitelerin bünyesinde yer alan Adli Tıp Ana Bilim Dalı ve Adli Tıp Enstitüleri tarafından yerine getirilmektedir. 


2.5. Adalet Psikolojisinin Bölümleri
Adalet psikolojisinin alt çalışma alanlarını şu başlıklar altında düzenleyebiliriz:
Suçlu psikolojisi,
Usul psikolojisi,
Mağdur psikolojisi,
Tanık psikolojisi,
Hükümlü psikolojisi


Suçlu psikolojisi, suç eylemini işleyen kişinin, hukuksal süreç içinde ve karar sonrasındaki psikopatalojik hâllerini inceler. Yani sanık olan kişinin ele alınmasıdır. Kişinin kusurluluk hâli, suçu hafifletici ve ağırlaştırıcı nedenler vb. hükme etki edecek psikolojik durumlar hakkında yapılacak incelemeler suçlu psikolojisi içinde değerlendirilir.
Usul psikolojisinin üç bölümü vardır: 

İlki yargıç psikolojisidir. Yargıç, yargılama sürecinin kararla sonuçlandırılması aşamasına kadar, olguyu saptamaktan, her türlü delili değerlendirmeye kadar uzanan pek çok durumu gözden geçirip en uygun sonucu ortaya koyması beklenen kişidir. 

Adil bir karar verebilmesi için duruşma sürecine katılan tüm kişilerin ifadelerini ortaya koyarken hangi psikoloji içinde hareket ettiklerine genel olarak hâkim olmalıdır. Olaya ilişkin değerlendirmelerinde maddi konular dışında olaya öyle veya böyle tanıklık etmiş olan kişilerin beyanı ve tarafların konuya ilişkin değerlendirmeleri üzerinden bir sonuca ulaşacaktır. 

Farklı beklenti ve çıkarlar nedeniyle olayın karartılması ile adli hatalar da hâkimin karara varma sürecini kuşatmıştır. Bunun için de yargıcın kişiliği, tarafsızlığı ve yetenekleri son derece önemlidir. Bu nedenle yargıcın belirli ölçüde insan sarrafı olması beklenir. Ancak özel olarak bilirkişiye başvurulması gereken hâllerde yargıç konunun uzmanlarından yardım alabilir.

Ceza hukuku açısından belirsizlik hâllerinin sanığın lehine yorumlanması ilkesi, yani “in dubio pro reo” hâkimin bazı açılardan işini kolaylaştırmaktadır. Verilen hükmün gerekçesi mantıksal dayanağını gösterir. 


Mağdur psikolojisine ilişkin çalışmalar “viktimoloji” başlığı altında toplanmıştır. Klasik anlamda ceza hukuku açısından suç olarak ortaya çıkan eylem ve bu eylem dolayısıyla suçu işleyen kişiyi merkeze alan tutumdan suçun mağdurunun da irdelenmesi gerektiği noktasına yakın zamanlarda ulaşılmıştır. Mağdur psikolojisi bazı insanların suçu üzerlerine çekmekte oldukları fikrine dayalıdır. Özellikle de mazoşist ve melankolik kişilik rahatsızlığı olanlar için bu tür bir değerlendirme doğru olmakla birlikte her mağdur için böyle bir yargıya varılamaz.


Tanık: olaya tanıklık etmiş olan kişiler. Tanıkların beyanı hakkında yargıç vicdani kanaatine göre karar verecektir. Bu nedenle tanık beyanlarının doğru olup olmadığı, beyanları ile yönlendirme yapıp yapmadığı, hatta suçu başkasına atmak için hareket edip etmediğine yargıcın kanaat getirmesi gerekir. 


Tanıklık özel hukuk alanında kişinin rızası çerçevesinde gerçekleşirken, ceza hukuku açısından olay hakkında bildiklerini açıklamaya mecbur olan üçüncü kişidir. 

Ayrıca yalancı tanıklık etmek suç olarak düzenlenmiştir. Tanığın psikolojisinin anlaşılmasında beden dili son derece önemlidir. Yargıca hâl ve tutuma ilişkin bilgilerin aktarılmasında adalet psikolojisinin işlevsel olacağı açıktır.


Hükümlü, yargılama süreci sonrasında hakkında hukuken karar verilip cezalandırılmış olan kişidir. 

Bazen  ceza ertelenebilir. Bu süreç içinde kişi için özel kısıtlamalar getirilebilir. Ceza infaz hukuku son yıllarda gelişen bir alan olarak alternatif ceza yöntemlerinin uygulanmasına ilişkin olanakları da kapsar. Bu durumda hükümlüye alternatif cezanın uygulanmasının iyi olup olmadığına ilişkin bilgi için adalet psikolojisinin olanaklarından yararlanılır. Hükümlü psikolojisi açısından hükümlünün toplum için yaratacağı tehlike kadar, iyi hâli, sağlık durumu gibi nedenlerin de bu süreç boyunca araştırılması gerekir. Ayrıca penoloji olarak isimlendirilen uygun cezanın ne olabileceği sorusu da hükümlü psikolojisi açısından önemlidir.


Soru-1 :Araştırma alanının belirlenme kriterleri aşağıdakilerden hangileridir?

(A) Bütünleştirme, sınırlandırma ve tanımlama

(B) Bölüm, arabaşlık ve alan isimleri
(C) Tanımlama ve inceleme
(D) Sınama ve yanılma
(E) Nesnel ve öznel araştırmalar


Soru-2 :Aşağıdakilerden hangisi tarama yöntemiyle ilgili yanlış bir bilgidir?


(A) Tarama yönteminde, kişilere gidilmesi gereklidir.
(B) Anket çalışmaları aracılığıyla da yapılır.
(C) Test çalışmaları aracılığıyla da yapılır.
(D) Bu yöntemde çalışmaları Devlet İstatistik Enstitüsü yürütür.

(E) Bir ön çalışma niteliğini de haiz olabilir.


Soru-3 :
I. Gözlem
II. Deney
III. Tarama Yöntemi
IV. Öykü Alma
V. İstatistik
Yukarıdakilerden hangileri genel olarak kabul edilen ve bilimselliğe uygun yöntemlerdendir?

(A) I, III ve V
(B) I, II, III ve V
(C) Yalnızca III
(D) V ve IV
(E) I, II, III, IV ve V


Soru-4 :Aşağıdakilerden hangisi klinik psikolojisi ve adalet psikolojisini birbirinden ayırmak açısından üstünde durulması gereken temel hususlardandır?

(A) Klinik psikolojinin önemli bir çalışma alanı olan terapinin yapılmasında empatik bir tutum sergilenirken adli psikolog tarafsız ve objektif olmalıdır.
(B) Klinik psikolojide amaç kişi için bir tedavi planı oluşturmaktır. Adalet psikolojisinde yargı sürecine odaklanılır.
(C) Adli psikologlar cezaevi kayıtlarını da incelerler.
(D) Adli psikologlar klinik psikologlardan farklı olarak görüşme tekniklerini ve psikolojik testlerin yanında dava dosyalarının içeriğini incelerler.
(E) Hepsi


Soru-5 :Aşağıdakilerden hangisi adli olguya ilişkin doğru değildir?

(A) Kişilerin bedensel ve ruhsal sağlıklarına zarar veren etkenlerdir.
(B) Adli olguya örnek olarak zahirlenme veya yaralanma halleri gösterilebilir.
(C) Adli olgunun değerlendirilmesinde yetkili ve uzman kişiler görev yapar.
(D) Tüm hastalıklar adli olgu kapsamında değerlendirilir.

(E) Adli olguya ilişkin bilirkişi raporu hakimin kararını kesinkes bağlamaz.


Soru-6 :Aşağıdakilerden hangisi ihbar edilmesi gereken adli olgulardan değildir?

(A) Müessir fiiller
(B) İş kazaları
(C) Doğum vakaları

(D) Kesici alet yaralanmaları
(E) Zehirlenme


Soru-7 :Aşağıdakilerden hangisi adalet psikolojisinin bölümlerinden biri değildir?

(A) Hükümlü psikolojisi
(B) Klinik psikoloji

(C) Tanık psikolojisi
(D) Mağdur psikolojisi
(E) Suçlu psikolojisi


Soru-8 :Tanık beyanlarının doğruluğunun saptanmasında hangisi değerlendirme dışıdır?

(A) Beyanda yanılma olup olmadığının araştırılması
(B) Yalan söylemenin araştırılması
(C) Cinsiyet ve ırki özelliklerin araştırılması
(D) Yönlendirme olup olmadığının araştırılması
(E) Kişisel husumetle beyanda bulunma


Cevap-8 :Cinsiyet ve ırki özelliklerin araştırılması


Soru-9 :Yargıç psikolojisinde yargıcın yargısını belirleyen şeyler arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmamaktadır?

(A) Olguların neler olduğu
(B) Her türlü deliller
(C) Kararın verilmesi için katılanların davranışları
(D) Adli hatalar
(E) Davaya dahil olanların kişisel makam ve mevkileri


Cevap-9 :Davaya dahil olanların kişisel makam ve mevkileri


Soru-10 :In dubio pro reo hangi ilkeyi ifade eder?

(A) Suç politikası
(B) Suçluluk tiplerinin araştırılması
(C) Tanık beyanının araştırılması
(D) Şüpheden sanık yararlanır
(E) Hükümlünün iyileştirilmesi


Cevap-10 : Şüpheden sanık yararlanır


3. SUÇLU PSİKOLOJİSİ: EYLEM OLARAK SUÇ VE NEDENLERİ

 hukuk, hukuka aykırı eyleme bir müeyyide yani yaptırım uygular. Hukukun konumuz açısından konuyu ele alış biçiminde iki soru önem kazanır:


- Ortada hukuka aykırı bir eylem var mıdır?
- Bu eylemi işleyen kişi, eyleminden sorumlu tutulabilir mi?       


3.1. Eylem Olarak Suç ve Nedenleri


“Ortada hukuka aykırı bir eylem var mıdır?” sorusu normatiftir. Sınırlar ve çerçeve önceden hukuk tarafından belirlenmiştir. 

“Kanunsuz suç ve ceza olmaz.” hukuk genel ilkesinin anlamını da böyle kavramak gerekir.


3.2. Suça İlişkin Normatif Çerçeve
Suç: hukuk düzeni tarafından ceza ya da emniyet tedbiri yaptırımına bağlanmış eylemdir.


Tanımın öncelikle hukuka aykırılık ve kusurluluk hâllerini içerdiği açıktır. Ancak suç olarak nitelendirilen eylem kanundaki koşullara uyumlu olduğu hâllerde yine yasaların düzenlemeleri ile bazen hukuka aykırı sayılmayacağı belirtilebilir. Meşru müdafaa (haklı savunma), ıstırar hâlini (zor durum) örnek verebiliriz.

Aynı şekilde kişinin eylemi gerçekleştirirken kusurluluk hâli de eylemin varlığına rağmen cezalandırmaya yol açmayabilir. Bu saptama suçun maddî görünümünün yanında subjektif ve psikolojik yönün de önemli olduğunu göstermektedir. 

Bu hâllere teoride “özel ağırlıkta olma” şeklinde isimlendirilen yeni bir unsur daha suçun hukuksal nitelenmesine eklenir. Suç sonucu ortaya çıkan zararın veya tehlikenin bir ciddiyet taşıması gerekir; hiç değeri olmayan bir kâğıt parçasının alınması gibi hâller ceza hukukunun konusu olmaz. 

Bir suçtan bahsedebilmek için, bir fiilin yani eylemin varlığı gerekir. Salt düşünce aşamasında kalmış olan hâller de ceza hukukunun konusu olmaz.


Tüm burada belirtilen başlıkları birleştirdiğimizde suçu hukuka aykırı ve kusurlu niteliği olan bir eylemle ceza normlarının ihlâl edilmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Devletlerin suç ve ceza politikası çerçevesinde suçları genel olarak cürümler ve kabahatler biçiminde sınıflandırdıklarını görmekteyiz. Bir eylemin cürüm veya kabahat olup olmadığını öngörülen cezaların ağırlığına bakarak saptayabiliriz.
3.3. Suçun Unsurları
Suç, toplumsal düzenin devamı açısından korunması gereken hukuksal değerlerin açık ve bilinçli bir ihlâli veya en azından bu değerleri korumaya yönelik kurallara özen göstermeme olarak beliren eylemlerdir. Suç kavramının, literatürde, şeklî ve maddî açılardan tanımlandığını görmek mümkündür. İlk açı itibariyle, yani şeklî anlamda suç hukuk düzeninin karşılığında ceza ve/veya güvenlik tedbiri öngördüğü haksız insan davranışıdır (Koca & Üzülmez, 2018, s. 41). Görüldüğü gibi şeklî anlamda suç, daha ziyade pozitif hukuk alanındaki düzenlemeleri ifade eder. Maddî anlamda ise suç, daha ziyade değerler alanıyla ilgili gözükmektedir. Zira bu açıdan suç, bir toplumun kabul ettiği hukuksal değerlere yönelmiş saldırı içeren fiillerdir. Bu ikinci anlamıyla beraber suçun yalnızca hukuksal değerlerle ilgili olabileceği ve bir hukuksal değerin ihlâlinin kişilerin özgürlüklerine de halel getireceği ifade edilebilir (Koca & Üzülmez, 2018, s. 41).
Önceleri, fail merkezli bir ceza hukuku söz konusu iken modern ceza hukuklarında hareket, yani fiil merkeze alınmıştır. Böyle olduğunda, suçla ilgili incelemenin de fiilin kendisine odaklanması gerekmektedir. Bu odaklanma esnasında dikkate alınması gerekenler, hem haksız bir eylemin varlığı, hem bu eylemin hukuken korunan bir ya da daha çok değeri ihlâl ediyor olması, hem de eylemin hukuka aykırı bir biçimde yapılması hususlarıdır. Bu hususlar, aynı zamanda, suçun unsurlarına geçiş yapmayı da mümkün kılmaktadır. Zira bir eylemin suç olarak kabul edilebilmesi için maddî unsur, manevi unsur ve hukuka aykırılık unsurlarını taşıyor olması gerekir.
3.3.1. Maddî Unsur
Suçun maddî unsurları başlığında incelenmesi gereken hususlar fiil (hareket), fail, mağdur, suçun konusu, suçta öngörülmüş ise netice ve nedenselliktir.
3.3.1.1. Fiil (Hareket)
Fiil, yani hareket kavramı, “kişinin iradesiyle hakim olduğu, belli bir neticeyi gerçekleştirmeye matuf ve haricî dünyada cereyan eden bir davranış” (bkz. Özgenç, 2018, s. 173) olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukuku bakımından fiil, yani hareket, bir suçun varlığından söz edebilmenin en önemli şartı olarak gözükmektedir (bkz. Sözüer, 2015, s. 12). Fiil (hareket) kavramı, ceza hukukunda, farklı işlevler görmektedir: Bu işlevlerden ilki “sınırlandırma işlevi”dir. Buna göre fiil (hareket) kavramı, yalnızca ceza hukukuyla ilgili, yani ceza hukukunda tanımlanmış davranışların bu hukukun ilgi alanına girmesi sonucunu doğurmaktadır. Başka deyişle, ceza hukukunun kapsamı dışında kalan hareketler, suçun maddî unsurunda düzenlenen hareket kapsamında yer verilmeyenlerdir. İkinci işlev “sınıflandırma işlevi”dir. Bu işlev, farklı sıfatları ve böylece kategorileri haiz hareketlerin hareket kavramı içinde içerilmesi anlamına gelir. Söz konusu kategoriler, kasıtlı, taksirli, icrâî yahut ihmâlî hareketler sınıflandırmalarında karşımıza çıkar. Son olarak üçüncü işlev “bağlayıcılık işlevi”dir. Bağlayıcılık işlevi, hareket kavramının içeriğinin, kanunda tanımlandığı hâliyle haksızlığın hareketle bütünüyle örtüşmesi anlamına gelen tipiklik[12] ve hukuka aykırılık gibi nosyonları içermesini ve bu içermenin de hareket kavramına bağlı bir surette gerçekleşmesini anlatmaktadır.


Fiil, yani hareket kavramı, tanımından da anlaşılabileceği üzere, dış dünyaya yansıması olan bir davranışa göndermede bulunur. Bu nedenle tasarıdan, hayalden yahut rüyadan farklıdır. Bundan başka, yine tanımından hareketle, bir fiilden bahsedilebilmesi için bilinç ve irade gerekir; yani, tam bir bilinç yokluğu hâllerinde fiilden bahsedilmesi mümkün olmayacaktır. Öyleyse, tam bir bilinçten bahsedilemeyecek hâller olan derin uyku, epileptik nöbet yahut hipnotik telkin hâllerindeyken gerçekleştirilen davranışların ceza hukuku anlamında fiilden sayılmayacağı (Özgenç, 2018, s. 175) ifade edilebilir.


Bir davranışın icrâ edilmesi gibi, bazen bir şeyi yapmama hâli de suç olarak nitelendirilebilen durumun ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Dolayısıyla suçlar, bir davranışın sergilenmesi suretiyle, yani icrâî şekilde işlenebileceği gibi, bir şeyin yapılmaması suretiyle, yani ihmâlî de şekilde de işlenebilir. Ayrıca kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi hâlinde normalde icrâî olarak işlenebilen bir suç da ihmâlî olarak işlenebilir. Bu gibi suçlara görünüşte ihmâlî suçlar denmektedir. 

Bu suçlar bakımından kişinin gerçekleştirdiği ihmâlin icrâya eşit olması gerekmektedir. İhmâlin icrâî harekete eş değer olabilmesi için ise, kişinin o davranışta bulunması bakımından garantörlük sıfatına sahip olması gerekir. Kişinin garantör sayılabilmesi bakımından, kişinin belirli bir davranışta bulunmasına yönelik kanundan, sözleşmeden veya öngelen tehlikeli hareketten kaynaklanan bir yükümlülüğün bulunması gerekmektedir[13].


Fiil bakımından incelenecek diğer bir husus ise, hareketin sayısı ve şekilleri bakımından suçların sınıflandırılmasıdır. Bu sınıflandırma açısından suçlar tek hareketli, çok hareketli, serbest hareketli, bağlı hareketli, seçimlik hareketli, ani ve mütemadi suçlar olarak kategorize edilebilir. Örneğin;


Tek hareketli suçlar, bir suçu düzenleyen kanunda yalnızca tek bir fiilin suçu oluşturacağı öngörüldüğünde söz konusu olmaktayken çok hareketli suçlarda kanun, suçun oluşması için birden fazla hareketi öngörmektedir. 

Örneğin, dolandırıcılık suçunun işlenmiş sayılabilmesi için hem hile teşkil eden bir davranışın olması, hem de bu davranıştan bir menfaat sağlanması gerekmektedir.

 Buna karşın, kasten öldürme suçunda bir insanın kasten öldürülmesi, suçun oluşması için yeterli görülmektedir.


Serbest hareketli suçlar, kanunî düzenlemede o suçun nasıl işlenebileceği ile ilgili belirtilmiş bir hareket olmadığı hâller. 

Örneğin, yine kasten öldürme suçuna ilişkin kanunî düzenlemede, öldürme neticesinin nasıl, yani hangi fiil ile gerçekleştirileceğine dair bir özelleştirme yapılmamıştır. Hırsızlık ve cinsel saldırı suçları da serbest hareketle işlenebilmektedir. 

bağlı hareketli suçlarda kanunî düzenlemede o suçun nasıl işlenebileceği ile ilgili belirgin bir hareket tanımı mevcuttur ve bunun anlamı, söz konusu suça vücut verecek eylemin ancak kanunda yazılan hareket gerçekleştirilmek suretiyle işlenmesi hâlinde suç teşkil edeceğidir. 

Buna örneği ise yağma suçu oluşturur. Yağma suçunun oluşabilmesi için kanunda özel olarak cebir veya tehditle bir malın alınması gereği kanunda düzenlenmiştir ve cebir veya tehdit olmadığında bu suçun ortaya çıkması mümkün değildir. 

Seçimlik hareketli suçlarda ise kanunî düzenlemede birbirlerinden bağımsız olarak birden fazla hareketin öngörülmesi ve bunlardan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin suçun oluşması söz konusudur.

Örneğin, TCK m. 79’da göçmen kaçakçılığı suçu, yasal olmayan yollardan bir yabancının ülkeye sokulması veya ülkede kalmasına imkân tanınması veya Türk vatandaşının yahut yabancının yurtdışına çıkmasına imkân sağlanması şeklinde öngörülen hareketlerden birinin gerçekleştirilmesiyle işlenebilecek şekilde düzenlenmiştir. 

Dikkat edilmelidir ki, seçimlik hareketlerin tamamının yahut birkaçının birden yapılması suçun da birden fazla kez işlenmiş olduğuna işaret etmemektedir. Bu durumda yalnızca tek bir suçun varlığından söz edilmelidir. 

ani ve mütemadi suçlar: Fiilin icrâsının devam edip etmemesine göre yapılan bir ayrım olarak ani suç - mütemadi suç ayrımına göre bunlardan ilkinde suçun oluşması, kanunî düzenlemede belirtilen hareketin yapılması veya öngörülen neticenin gerçekleşmesi ile söz konusu olur. 

Kasten öldürme, kasten yaralama, hakaret gibi suçlar ani suç kategorisindedir. Mütemadi suçlar ise hareketin yapılmasıyla tamamlansa dahi icrâsı devam eden, yani bitmemiş olan suçlardır. Mütemadi kelimesi; uzama, süregitme, devam edegelme anlamlarına gelir. 

Mütemadi suçlar da, örneğin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda olduğu gibi, tamamlanması ile bitmesi arasında zaman farkı olan suçlardır. Aynı örnekten hareketle, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eylemi, örneğin onu kapalı bir odaya kilitleme suretiyle tamamlanmış, yani gerçekleştirilmiş olsa da, suç etkilerini göstermeye devam ettiği, yani kişi odada kilitli kalmaya devam ettiği sürece bitmiş değildir ve suç, mağdurun hareket serbestisini kazandığı anda bitmektedir[14].


3.3.1.2. Fail
Fail : fiili işleyen kişi, fail olarak nitelendirilir. 5237 sayılı TCK’nın 37. maddesi’nde belirtildiği üzere suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur. 

Tüm suçların muhakkak bir faili vardır ve bu yalnızca, gerçek kişidir. Örneğin, hayvanların ceza hukuku açısından fail olması söz konusu değildir. 

Ceza hukukunda genel kaide suçların herkes tarafından işlenebilmesiyken bazı suçlar açısından durum farklılaşmakta ve fail olabilmek için özel faillik niteliği aranmaktadır ve bu suçlara da “özgü̈ suç” adı verilmektedir. 

Özgü suçlarda, failin bir gerçek kişi, yani insan olmasının yanı sıra birtakım özel hususiyetlerinin, yani niteliklerinin de olması gerekir. Bunlara örnek olarak, yalnızca kamu görevlileri tarafından işlenebilen rüşvet, işkence, zimmet, irtikap ve görevi kötüye kullanma suçları verilebilir[15].

3.3.1.3. Mağdur
Mağdur, ceza hukuku itibariyle, “suçun konusunun ait olduğu kişi veya kişilerdir” . Suçun konusunun ait olduğu şey bir kişiye aitse mağdur o kişi olmaktadır. Ancak bazen suçun konusu, bir toplumu oluşturan bireylerin ortak varlığına aittir ve bu durumda mağdurun da o toplumu oluşturan bireylerin tamamı olduğu düşünülmelidir.


Burada belirtilmesi gereken bir husus, aralarında kavramsal bir ayrım olan “mağdur” ile “suçtan zarar gören”dir: Yaşamı sonlanan kişinin mağduru, onun yakınlarının suçtan zarar göreni oluşturduğu kasten insan öldürme suçu, söz konusu iki kavramda ifade edilen kişilerin aynı olmasının her durumda zorunlu olmayışını örneklendirmektedir; mağdur ile suçtan zarar görenin aynı kişiler olduğu bir suç olarak ise hem mağdur sıfatının hem de suçtan zarar gören sıfatının mal sahibinde birleştiği mala zarar verme suçu bir örnek oluşturmaktadır.


3.3.1.4. Konu
Suç, kişi ya da şey olmak üzere neyin üzerinde gerçekleşiyorsa bu, suçun konusudur. 

Çalınan eşyanın hırsızlık suçunda, zarara uğratılan malın mala zarar verme suçunda, çalınan mücevherlerin bu hırsızlık suçunda, yaşayan bir insanın kasten insan öldürme suçunda konuyu oluşturması bir dizi örnek teşkil eder.

Çalınan mücevherlerin suçun konusunu, mücevherleri çalınan kişinin ise suçun mağdurunu oluşturması bu iki terimin ayrılığını gösterir; 

yaşamı sonlanan kişinin konuyu ve mağduru oluşturduğu kasten öldürme suçu ise bu terimlerin nadiren de olsa örtüşmesini örneklendirir.


Konunun gerçekleştirilen hareketten etkilenmesine göre suçlar, tehlike suçları ve zarar suçları olarak ikiye ayrılır. 

Fiilen bir zarar meydana gelmesi ile zarar doğma tehlikesi arasındaki fark bu ayrıma esas olur. Zarar suçlarında konu üzerinde zarar meydana gelirken, tehlike suçlarında zararın meydana gelmesine gerek yoktur. 

Bu suçlar bakımından konunun gerçekleştirilen davranış sonucu zarara uğrama tehlikesinin meydana gelmesi kâfidir. Diğer bir deyişle, tehlike suçları bir ihtimali takip eder. Tehlike suçları kendi içinde somut tehlike suçları ve soyut tehlike suçları olarak ikiye ayrılmaktadır. Suçun kanunî tanımındaki davranışın gerçekleştirilmesinin tehlikenin gerçekleşmiş olduğunun kabulü bakımından yeterli olduğu suçlara soyut tehlike suçları denilmektedir. Bu suçlarda konunun üzerinde gerçekten bir tehlikenin meydana gelip gelmediği hususu önemli değildir. Hareketin yapılması suçun oluşması bakımından yeterlidir. Somut tehlike suçlarında ise, yapılan hareketin gerçekten bir tehlikeyi meydana getirip getirmediği incelenecek ve eğer tehlike meydana gelmişse suçun oluştuğundan söz edilebilecektir (bkz. Koca & Üzülmez, 2018, ss. 119-121; Hakeri, 2017, ss. 183-184).
3.3.1.5. Netice
Suçun maddî unsurları kapsamında değerlendirilecek diğer bir husus da neticedir. Netice, genel olarak, bir fiil (hareket) ile dış dünyada bir değişikliğin ortaya çıkmasını anlatır (Özgenç, 2018, s. 185). Burada dikkat edilmesi gereken husus, ceza hukuku açısından netice kavramına yüklenen anlamdır. Ceza hukuku açısından netice, herhangi bir fiilin dış dünyada yarattığı herhangi bir değişikliği anlatmaz. Ceza hukukundaki netice kavramı, kanunda yer verilen dış dünya değişikliklerini kapsamına almaktadır. Başka deyişle, ceza hukuku açısından netice, “sadece suçun kanunî tarifinde unsur olarak yer alan değişiklikleri” (Özgenç, 2018, s. 185) ifade eder. Örneğin kasten insan öldürme suçunda dikkate alınan netice, bir insanın ölmesidir (Özgenç, 2018, s. 185). Yine de, ceza hukukunda bazen neticenin özel olarak kanunda düzenlenmeyişine de rastlanması mümkündür. Netice düzenlenmediğinde suçun oluştuğundan bahsedebilmek için aranan kriter, hakaret suçlarında bir kimsenin şerefini ihlâl edecek söz ve davranışlarda bulunmanın suçun ortaya çıkması açısından yeterli görülmesi örneğinden de anlaşılabileceği üzere, fiilin gerçekleşmesidir (Koca & Üzülmez, 2018, s. 129).
Suçlar, yukarıdaki açıklamalar ışığında ve netice bakımından, sırf hareket suçları ve neticeli suçlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sırf hareket suçları, kanunî düzenlemede yer alan hareket unsurunun gerçekleştirilmesinin suçun oluşması için yeterli olduğu, suçun oluşması bakımından ayrıca bir neticenin gerçekleşmesinin aranmadığı suçlardır. Bu suçlar bakımından hareketin gerçekleştirilmesi, suçun oluşması bakımından kâfidir. Bu suçlara örnek olarak hakaret suçunun yanı sıra tehdit ve konut dokunulmazlığının ihlâli suçları verilebilir. Sırf hareket suçlarının aksine, suçun kanunî tanımında yer alan hareketlerin yapılmasının suçun tamamlanması bakımından yeterli olmadığı, suçun tamamlanabilmesi bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesinin arandığı suçlara ise neticeli suçlar denilmektedir. Yukarıda da görüldüğü gibi kasten öldürme ve bunun yanı sıra kasten yaralama, çocuk düşürtme, kısırlaştırma ve mala zarar verme gibi suçlar neticeli suçlara örnek olarak verilebilir (bkz. Koca & Üzülmez, 2018, ss. 129-131).


3.3.1.6. Nedensellik
Nedensellik ya da bir başka deyişle illiyet, hareket ile sonuç arasında, kişiye sorumluluk yükletilebilecek tarzda bir ilişkinin  kurulaması ile ilgili bir kavramdır. 

Zira, bir kişinin hareketinden sorumlu tutulabilmesi için o kişinin hareketinin neticesinde dış dünyada bir değişikliğin ortaya çıkması gerekir ve bu anlamda nedensellik, hareket ile netice arasındaki sebep-sonuç ilişkisini anlatan bir kavram olarak seçilmektedir.


Ancak belirtmek gerekir ki, faile tipik netice, yani “kanunda öngörülen netice”  bakımından sorumluluk yükletilebilmesi açısından yalnızca nedensellik bağının tespiti yetmemekte, araştırılması gereken ikinci husus olarak objektif isnadiyet karşımıza çıkmaktadır: Buna göre tipik netice ile fail arasında kurulacak sorumluluk ilişkisi açısından, zorunlu olarak, neticeye fail yönünden objektif bir isnadda bulunulabilmesi gerekir . Neticeye fail yönünden objektif bir isnadda bulunulabilmesi için “[b]ir hareketin suçun konusu bakımından izin verilen riski aşan bir tehlike doğurması ve bu tehlikenin tipe uygun netice olarak gerçekleşmesi” gerekir (Sözüer, 2015, s. 20)[16].

3.3.2. Manevi Unsur
Manevi unsur, işlenen fiil ile fail arasındaki maddî olmayan, psikolojik, yani manevi bağdır. Suçun gerçekleşmesi bakımından manevi unsurun varlığı şarttır. Zira suçun oluşabilmesi açısından maddî unsurların tek başına gerçekleşmesi yeterli görülmemektedir (Artuk vd., 2018, s. 324); ayrıca suçun manevi unsuru ve hukuka aykırılık unsurunun da gerçekleşmiş olması şarttır.
Manevi unsurun gerçekleşebilmesi için, failin kasten veya taksirle hareket etmesi gerekmektedir. Kast, TCK’nın 21. maddesi’nde, taksir ise 22. madde’de düzenlenmiştir.
3.3.2.1. Kast
TCK’nın 21. maddesi’nin ilk fıkrasında suçun oluşmasının kendisine bağlı olduğu düzenlenen kast, “… suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmaktadır. Kast, doğrudan kast ve olası kast olarak ikiye ayrılmaktadır. Kanun maddesinin alıntılanan kısmındaki, yani ilk fıkrasındaki tanımıyla kast, doğrudan kasttır. Ceza hukuku açısından doğrudan kastın varlığından söz edebilmek için failin bilinçli bir şekilde hareket etmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu bilinçlilik hâli, failin, suçu ortaya çıkaracak şekilde davranması, davranışı neticesinde nelerin olacağını bilmesi ve bu koşullarda davranmayı tercih etmesini anlatmaktadır (bkz. Özgenç, 2018, s. 247).
Olası kast ise, aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre olası kastı, “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâli” olarak tanımlamak mümkündür. Diğer bir deyişle doğrudan kastta kişinin, suçun kanunî unsurlarının gerçekleşeceğini bilmesi ve istemesi söz konusu iken, olası kast kişinin bu unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen bunları umursamaması, “Olursa olsun!” diyerek hareket etmesi şeklinde tezahür etmektedir (ayrıca bkz. Özgenç, 2018, ss. 248-249).

3.3.2.2. Taksir
Manevi unsurun diğer görünüm şekli ise taksirdir. Taksir, TCK’nın 22. maddesi’nin 2. fıkrası’nda “… dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Suçun işlenmesi bakımından genel kural kastın varlığı iken taksir istisna olarak gözükmektedir (Hakeri, 2017, s. 263). Zira tüm suçların oluşumu prensip olarak kastın varlığına bağlıdır ve taksirle işlenen fiiller, ancak kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır. Nitekim kanunumuzda da çok az sayıda suç taksirle işlenebilmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nda taksir konusu, adî yahut basit taksir de denilen bilinçsiz taksir (negligentia) ile bilinçli taksir (luxuria) arasında bir ayrıma gidilerek düzenlenmiştir (Koca & Üzülmez, 2018, ss. 186-187). Bilinçsiz (adî, basit) taksir, yukarıda nakledilen 2. fıkra’da düzenlenen taksir türüdür ve bilinçsiz taksir için taksirin normal şekli nitelendirmesi yapılmaktadır; bu anlamda, failin öngörebileceği bir neticeyi öngörememesi söz konusudur (Demirbaş, 2014, s. 390). Dolayısıyla, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi olarak ortaya konulmaktadır. Bilinçli taksir ise, aynı maddenin 3. fıkrası’nda düzenlendiği üzere, kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlidir.

Üzerinde durulması gereken son husus ise, kastın dışında bazı suçlar bakımından aranan diğer manevi, yani sübjektif unsurlardır. Bunlar maksat, amaç veya saik gibi failin hareketi gerçekleştirirken sahip olduğu iradeyle ve amacıyla ilgili kavramlardır ve bu sübjektif unsurlar için doktrinde “özel kast” adlandırması da yapılmaktadır (Koca & Üzülmez, 2018, ss. 250-251). Ancak, bir suçta özel kastın varlığından söz edebilmek için bunlara kanunî düzenlemede yer verilmiş olması gerekmektedir (Koca & Üzülmez, 2018, s. 251).
3.3.2.3. Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suç
Suçun manevi unsurlarının incelenmesinde ele alınabilecek hususlardan biri de neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç kategorisidir. Bir suç işlendiğinde, eğer bu suçun kanunî tanımında yer verilen neticenin dışında, başka ya da daha ağır bir netice ortaya çıkıyorsa, bu durumda neticesi nedeniyle ağırlaşmış suçtan bahsedilmesi gerekmektedir ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda cezanın arttırılması söz konusudur (Hakeri, 2017, s. 287). Neticesi nedeniyle ağırlaşmış bir suç, aslında, diğer sübjektif unsurlar olan kast ile taksirin bir kombinasyonunu içermektedir. Bu kombinasyon, kademeli bir biçimde ve kast ile taksirin, amaçlanan suç ile ortaya çıkan başka ya da daha ağır netice açısından birbirlerine eklemlenmesi suretiyle gündeme gelir. Buna göre fail, kademeli olarak, amaçlanan suç açısından kasten, ortaya çıkan başka ya da daha ağır netice açısından ise taksirle hareket etmiş sayılır (Hakeri, 2017, s. 287). Bu kast ve taksir kombinasyonu, “Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.” denilerek TCK’nın 23. maddesi’nde düzenlenmiştir. Buna dair, yaralama maksadıyla mağdurun bacağına silahla ateş edilmesi sonucunda kurşunun, mağdurun atardamarına gelmesi ve bu nedenle de ölmesi örnek olarak verilebilir (Artuk vd., 2018, s. 410). Fail, bu örnekte, insan yaralamaya kastetmiş, taksiren ise ölüme sebebiyet vererek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç işlemiştir.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçların, yani kast ve taksir kombinasyonundan oluşan suç düzenlemelerinin önemi, önceki ceza kanunumuz olan 765 sayılı kanunda karşımıza çıkan objektif sorumluluk anlayışından uzaklaşılması ile ilgilidir. Önceki kanunun yaklaşımı takip edilirse, söz konusu fiillerden ötürü bir objektif sorumluluk doğmakta ve ortaya çıkan başka veya ağırlaşan netice bakımından failin bir kusurunun aranmasına gerek kalmamaktadır. Oysa kast ve taksir kombinasyonunu benimseyen yeni yaklaşım sayesinde neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda failin sorumluluğu için en azından taksirli olması koşulu getirilmiş ve kökenini Kanonik hukukta bulan objektif sorumluluk ekseninden uzaklaşılmıştır.


3.4. Suç Sistematiği
5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasamızın sistematiği şu şekildedir:


Uluslararası Suçlar
a) Soykırım Suçu (TCK m.76)
b) İnsanlığa Karşı Suçlar (TCK m.77)
c) Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçları Örgütlü Olarak İşleme Suçları (TCK m.78)
d) Göçmen Kaçakçılığı (TCK m.79)
e) İnsan Ticareti (TCK m.80)


Kişilere Karşı Suçlar
Hayata Karşı Suçlar
a) Kasten İnsan Öldürme (TCK m.81)
b) İntihara Yönlendirme (TCK m.84)
c) Taksirle İnsan Öldürme (TCK m.85)


Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar
a) Kasten Yaralama (TCK m.86)
b) Taksirle Yaralama (TCK m.89)

c) İşkence ve Eziyet (TCK m.94)
d) Eziyet Suçu (TCK m.96)


Çocuk Düşürme, Düşürtme veya Kısırlaştırma (TCK m.99. ve m.100)
Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar (TCK m.102)
a) Çocukların Cinsel İstismar Suçu (TCK m.103)
b) Reşit Olmayanla Cinsel İlişki Suçu (TCK m.104)
c) Cinsel Taciz Suçu (TCK m.105)


Hürriyete Karşı Suçlar (TCK m.106)
Şerefe Karşı Suçlar (TCK m.125)
Özel Hayata Karşı Suçlar (TCK m.132)
Malvarlığına Karşı Suçlar (TCK m.141)
Topluma Karşı Suçlar (TCK m.185)
Kamu Güvenine Karşı Suçlar (TCK m.197)
Aile Düzenine Karşı Suçlar (TCK m.203)
Millet ve Devlete Karşı Suçlar (TCK m.247)
Adliyeye Karşı Suçlar (TCK m.267)


Bölüm Özeti
Suç, hukukun biçimsel anlamda bir yaptırıma bağladığı (ceza veya emniyet tedbiri) eylemdir. 

Suçun unsurları vardır. 

Bu unsurlar ceza hukukunda maddi unsurlar ve manevi unsurlar olarak ikiye ayrılır. 

Maddi unsurlar: Fiil (hareket), fail, mağdur, suçun konusu, suçta öngörülmüş ise netice ve nedensellik olarak sıralanmaktadır. 

Manevi unsurlar: Kast ve taksirdir. 

Bu koşullar, bir fiilin suç olarak nitelendirilebilmesinin ve cezalandırılmasının gerekleridir. 

Suç olarak nitelendirilen eylemler, Türk Ceza Kanunu’nda belirli bir kategorizasyona tabi tutulmuştur. Bu kategorizasyon, söz konusu kanundaki suç sistematiğini oluşturmaktadır.

Ünite Soruları


Soru-1 :Aşağıdakilerden hangi şıkta suç kavramının şekli ve maddi anlamlarına ilişkin eşleştirmeler doğrudur?

(A) Şekli anlam = Ceza veya güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.
Maddi Anlam = Sadece güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar. 


(B) Şekli anlam = Sadece güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.
Maddi Anlam = Ceza veya güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.


(C) Şekli anlam = Toplumun kabul ettiği hukuksal değerlere yönelmiş saldırı filleri
Maddi Anlam = Ceza veya güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.


(D) Şekli anlam = Ceza veya güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.
Maddi Anlam = Toplumun kabul ettiği hukuksal değerlere yönelmiş saldırı filleri


(E) Şekli anlam: Toplumun kabul etmediği hukuksal değerlere yönelmiş saldırı filleri
Maddi Anlam = Sadece güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.


Cevap-1 :
Şekli anlam = Ceza veya güvenlik tedbiri öngörülen haksız davranışlar.
Maddi Anlam = Toplumun kabul ettiği hukuksal değerlere yönelmiş saldırı filleri


Soru-2 :Aşağıdakilerden hangisi manevi unsur kapsamında değerlendirilemez?

(A) Olası Kast
(B) Bilinçli Taksir
(C) Netice
(D) Doğrudan Kast
(E) Bilinçsiz Taksir


Soru-3 :Neyin hukuka aykırılık ya da suç oluşturduğu aşağıdakilerden hangisi tarafından belirlenir?

(A) Kanun

(B) Örf ve âdet
(C) Belediye meclis kararı
(D) Yargılamayı yapan hâkim
(E) Cumhuriyet savcısı


Soru-4 :Aşağıdakilerden hangisi 5237 sayılı TCK’nın sistematiği altında düzenlenmemiştir?

(A) Uluslararası suçlar
(B) Hürriyete karşı suçlar
(C) Malvarlığına karşı suçlar
(D) Aile düzenine karşı suçlar
(E) Yapay zekaya karşı suçlar


Cevap-4 :Yapay zekaya karşı suçlar


Soru-5 :Aşağıdakilerden hangisi hayata karşı işlenen bir suç tipidir?

(A) İnsan ticareti
(B) Kasten yaralama
(C) Reşit olmayanla cinsel ilişki
(D) Kasten insan öldürme
(E) Taksirle yaralama


Cevap-5 :Kasten insan öldürme


Soru-6 :Aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

(A) Hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.
(B) Kanunda açıkça yer almasa bile bir kimse mahkeme kararıyla cezalandırılabilir.
(C) Kanunda açıkça yer almasa bile bir kimse kaymakamlık kararıyla cezalandırılabilir.
(D) Kanunda açıkça yer almasa bile cumhurbaşkanı dilediği zaman dilediği kişiyi cezalandırabilir.
(E) Kanunda açıkça yer almasa bile valiler, gerektiğinde cezalandırma yetkisini haizdirler.


Cevap-6 :Hiç kimse kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.


Soru-7 :Adalet psikolojisi, aşağıdaki alanlardan hangisinden elde edilecek bilgilere de ihtiyaç duyar?

(A) Biyoloji
(B) Odyoloji
(C) Metalurji
(D) Nümizmatik
(E) Arkeoloji


Cevap-7 :Biyoloji


Soru-8 :Suçun nasıl işlenebileceği ile ilgili kanunda var olan düzenleme dışında başka bir şekilde işlenmesinin mümkün olmadığı hale ne denir?

(A) Birleşmiş suç
(B) İcrai suç
(C) Bağlı hareketli suç
(D) Serbest hareketli suç
(E) Tek hareketli suç


Cevap-8 :Bağlı hareketli suç


Soru-9 :Failin suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâli ile ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

(A) Fail bu fiili kasten işlemiştir.
(B) Fail bu fiili bilinçli taksirle işlemiştir.
(C) Fail bu fiili bilinçsiz taksirle işlemiştir.
(D) Fail bu fiili olası kastla işlemiştir.
(E) Fail bu fiili kast-taksir kombinasyonu içerisinde işlemiştir.


Cevap-9 :Fail bu fiili olası kastla işlemiştir.


Soru-10 :Aşağıdakilerden hangisi vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçlardan biridir?

(A) Göçmen kaçakçılığı
(B) İşkence ve eziyet
(C) Çocuk düşürtme
(D) Çocukların cinsel istismarı
(E) İnsan ticareti


Cevap-10 :İşkence ve eziyet


4. SUÇLUNUN KİŞİLİĞİ
Birlikte Düşünelim
1. Bir eylem olarak suç, suçlunun kişiliğinde hangi şekillerde karşılık bulabilir?
2. Suçun nedenleri kaç bölüme ayrılır?
3. Vücut tipleri ile suç türleri arasında bir ilişki olabilir mi?
4. Akıl hastalıkları ve akıl zayıflıkları nelerdir; bunları birbirlerinden ayıran özellikleri neler olabilir?
5. Suç gibi bir olguya getirilecek açıklamalarda değerlendirmeye alınacak bilgi ve verilerin çeşitliliği ile bunların ait oldukları alanların dağılımının genişliği yahut darlığı açıklamayı nasıl etkiler?
Giriş
Suç, davranışın bir çeşit dışa vurumudur. Ancak bütün davranışların merkezinde beyin yatar. Suç ancak bir silsilenin sonunda ortaya çıkar. İnsanın biyolojik olarak iki amacı vardır: hayatta kalmak ve türünün devamını sağlamak. Bu iki amaç için insan ya kaçacak ya da savaşacaktır. Savaşmak zorunda kalırsa saldıracaktır. Bu açıdan bakıldığında şiddetin kökeninde yer alan saldırganlık davranışının, insanın hayatta kalmasını sağlayan bir fonksiyonu da vardır. Ancak suç için bu biyolojik eğilimlerin psiko-sosyal alanla ve kültürel bağlantılarla birlikte değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle suç ve suçluluğa ilişkin açıklamaların iki yönlü olduğunu belirtelim. Tarihsel olarak suçluluğu açıklamaya yönelik teoriler, önceleri niçin insanların cezalandırıldığının cevabını bulmaya çalışırken, yeni teoriler niçin belirli insanların suçlu olarak tanımlandıklarını açıklamak istemektedirler.       
4.1. Suçlunun Kişiliğine Giriş
Suçlu olarak tanımlamada, failin kişiliğini belirlemek, kişiliğinin gelişim durumunu göstermek ve öğrenme sürecini anlamak ayrıca da suç olarak nitelendirilen davranışın biçim ve amacına yönelmek günümüzde suç psikolojisinin temel profilini göstermektedir[17]. Yaş, cinsiyet, ekonomik durum, öğrenme süreci, yoksunluklar ve toplumun genel durumu gibi ögeler suç psikolojisi açısından önemlidir ve asıl değerlendirme bu kavramlar kullanılarak yapılır. Eylem olarak suça etki eden nedenleri bir tablo üzerinde şu şekilde gösterebiliriz:

4.1.1. Eylem Olarak Suç ve Biyolojik Nedenleri
Biyolojik nedenler başlığı altında genetik özellikler, vücut salgıları ve çeşitli yoksunluklar ele alınacaktır. Biyolojik temelli suç analizleri Lombrosso gibi bu konudaki değerlendirmeleri suçlunun biyolojik olarak anormal ve doğuştan dejenere olduğunu ve ilkel insan tiplemesi ile suçlu arasında doğrudan bağlantı bulunduğu görüşüne dayanır. Hatta Lombrosso ne tip fiziksel özelliklerle ne tip suçlar arasında bağlantı kurulabileceğine ilişkin somut tarifler vermektedir.
4.1.1.1. Genetik Özellikler – Suç İlişkisi
Suç-biyoloji ilişkisi açısından genetik özellikler ile suçluluk arasında ilişki kurmak tarihsel olarak insan tipleri ile suç arasındaki bağlantıya kadar götürülebilir. Bunun için ilk önemli açılımı Lombrossu’nun suç tipleri ile ilgili çalışmasıdır. Suçun biyolojik açıdan açıklanması demek doğuştan getirilen özelliklerle suç arasında doğrudan bağlantı kurmak demektir. Lombrosso, suçluyu en az gelişme gösteren insan olarak tanımlar. Bu nedenle tipik bedensel özellikler taşıdığı düşüncesindedir, bunlar; uzuvların uzunluğu, geniş göğüs kafesi, idrak eksikliği gibi farklılaşabilir özelliklerdir. Lombrosso bazı suç tipleri açısından özel detaylara da yer vermektedir. Örneğin, hırsızların küçük gözlü ve çatık kaşlı olmaları, katillerin ince dudaklı ve büyük köpek dişli olmaları gibi. Ancak modern çalışmalar da suçlular için tipik olarak gösterilen bu özelliklerin suç işlemeyen insanlarda da olabildiğini ortaya koymaktadır.
Ernest Kretschmer “Beden Yapısı ve Karakter” isimli çalışması ile üçlü bir ayrım yapmıştır:
- Atletik tip
- Piknik tip
- Astenik tip
Atletik tip: Gelişmiş bir vücut yapısına sahiplerdir, saldırgandırlar ve şiddet suçlarına eğilimlidirler.
Piknik tip: Kısa boylu tıknaz kişilerdir. Dışa dönük, neşeli ve rahat kişilerdir. Daha çok hırsızlık benzeri suçları işlerler.
Astenik tip: Toplum dışı, çekingen ve içe dönüktür. Daha nitelikli suçlar ve mala karşı suçları işlerler (Kretschmer, 1945, s. 11 vd).
C:\Documents and Settings\lab1\Desktop\resim033.gif
Resim 1: Beden Yapısı ve Karakter
Bu fizyolojik özellikler psikolojik göstergelerle de ilişkilendirilmektedir. Örneğin; vicdan, merhamet ve benzeri duygularla ve ahlaki değerlendirmeden yoksunluğu ve suçu aynı anormallik değerlendirmesine bağlamıştır. Lombrosso suçun nedenlerini biyolojik açıklamalara dayandırarak suç işlemiş insanların fiziksel özelliklerini belirleyerek bir suçlu tipinin varlığına ulaşmaya çalışır. Örneğin kafatası genişliği, yüzde ve bedende asimetri, çeşitli organların büyüklük ve küçüklüğü gibi fiziksel özellikleri suç işlemiş insanlarda tespit ederek “doğuştan suçlu” tipini bulmaya çalışmıştır. Ancak bu yaklaşımın daha 1913 yıllarında yapılan ampirik çalışmalarla, örneğin, Charles Goring’in İngiliz Mahkum isimli çalışması ile geçersiz kılınmıştır. Goring’in çalışmasında kontrol grubu olarak üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri kullanılmıştır; ancak kontrol grubu ile suçlu tipi arasında suç işleme yoğunluğu ve tip açısından bir farklılaşma bulunamamıştır.
4.1.1.2. Yoksunluklar – Suç İlişkisi
Suçla ilişki açısından en fazla üzerinde durulan konu zekâ eksikliği yani oligophrenia (oligofreni)’dır. Zekâ geriliği doğuştan veya yaşamın ilk yıllarında ya da hastalık veya yapısal bozukluk olarak ortaya çıkabilir. Örneğin, fenil ketenüri hastalığında bebeklerin beslenme rejimleri farklılaştırılmazsa geri zekâlılık durumu ortaya çıkabilir. Ancak eğitimle sınırlı da olsa zekâ geriliği olanlara bazı şeyler öğretilebilir. Zekâ geriliğinin dereceleri vardır. Hafif zekâ geriliği ebil, orta dereceye embesil, ağır derecesine de idiot denir.
4.1.1.3. Salgılar – Suç İlişkisi
Günümüzde suç açıklanmasına ilişkin biyolojik yaklaşımlar biyokimyasal bir boyutta kazanmıştır. İç salgı bezleri ya da vücuda yüklenen kimyasallar aracılığıyla davranış bozukluklarının ortaya çıkabileceği konusundaki yaklaşımları bu başlık altında ele alabiliriz. Psikolojik bozukluklar ile farmakoloji arasındaki ilişkinin başarısı böyle bir değerlendirmenin yapılabilmesine olanak sağlamaktadır.
Hayatın çocukluk, gençlik ve olgunluk gibi dönemlerinde kanda bulunan hormon miktarı farklıdır ve tipikleştirilebilir. Örneğin gelişim psikolojisi açısından iç salgı bezlerinin faaliyeti son derece önemlidir. Ayrıca büyüme, çoğalma, metabolizma ve irkilme gibi olgular canlı organizmayı tanımlayan özelliklerdir, bunların da salgılarla yakın ilişkisi vardır. Salgılar ve kimyasallarla davranış arasındaki ilişkiyi fizyolojik psikoloji inceler. Fizyoloji canlılık olayı ve çeşitli organların görevlerini inceleyen dinamik bir alan olarak alınmalıdır. Bazı bedensel salgıların insanların daha saldırgan olmalarına yol açtığı bilimsel bir gerçektir. Bu salgıların bir kısmı doğal olarak beden içinde vardır. Tiroid, adrenalin, testosteron gibi hormonlar ve hipofiz salgısı, böbrek üstü hormonlar, cinsel hormonlar ve insülin gibi salgılar da insan davranışlarını doğrudan etkileyici faktörler olduğu belirlenmiştir.
4.1.1.4. Bağımlılık Hâlleri ve Hukuksal Değerlendirmesi
Suç-biyoloji ilişkileri açısından bağımlılık konusu üzerinde de durmak gerekir. Bağımlılık, bireyin ruhsal, bedensel sağlığına ve sosyal yaşamına olumsuz etki eder. Bağımlılık: “Belirli bir eylemi tekrarlamaya yönelik önüne geçilmez bir istek duyması hâlidir.” Bağımlılık yaratan maddelere genel olarak uyuşturucu adı verilir. Uyuşturucu maddeler çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulmuştur. Hangi maddelerin bu kapsamda olduğu normatif olarak belirlenir. Toplumsal bağlamda zamanla uyuşturucu madde tanımlarına ilişkin farklılaşmalar ortaya çıkabilir.
Uyuşturucu madde; bağımlılık yapan ve imal, ithal ve ihraç ve satışı ruhsata bağlı olan tüm doğal ve sentetik maddelerdir. Uyuşturucu madde aynı zamanda besin kapsamına girmeyen ve kimyasal yapısı ile işlevleri nedeniyle yaşayan organizmaya zararlı etkisi olan tüm maddelerdir. Kullanımın sürekliliği ve miktarı ruhsal ve fiziksel olarak kişileri bağımlı kılabilir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (United Nations Office on Drugs and Crime: UNODC) 2010 verilerine göre, 2009 yılı itibarıyla, dünya genelinde tahminen 149 ila 272 milyon arasında kişi (ki bu rakamlar, 15-64 yaş arası dünya nüfusunun %3,3 ila %6,1 aralığına tekabül eder) yasa dışı madde kullanıcısı durumundadır (United Nations Publication, 2011, s. 13).
Bir yıllık bir dönem içinde üç veya daha fazla kez görülen aşağıdaki hâller bağımlılık hâlleridir:
- Madde kullanma ihtiyacı,
- Madde miktarını arttırma isteği, başarısız bırakma girişimleri,
- Madde kullanımı yönünden gündelik yaşama ilişkin etkinliklerden kopuş, işte ve meslekte başarısızlık, devamsızlık,
- Ortaya çıkan belirtilerin bağımlılık yaratan madde ile bağlantısının bilinmesine rağmen kullanıma devam etmek.
Uyuşturucu bağımlılığının hukuksal değerlendirilmesi açısından, TCK m.188, 190 ve 191’de bağımlılık yapan materyalin üretilmesini, taşınmasını, bulundurulmasını, ithal edilmesini, alınıp satılmasını yasaklamıştır. Yargılanacak kişiler öncelikle hekime gönderilerek bağımlı olup olmadıkları araştırılır. Bu tür suçlar ceza hukukunda iki açıdan değerlendirilir; kullanıcı olmak ve satıcı olmak. Satmak eylemi daha ağır cezalar ile karşılanmaktadır. Uyuşturucu bağımlısının durumu ise yoksunluk dönemi dışında ceza sorumluluğu yönünden tamdır. Suç yoksunluk döneminde işlenmiş ise ceza sorumluluğu kısmen ya da tam olarak kalkabilir.
4.2. Suçun Bireysel Nedenleri
Tarihsel olarak insanın hâl ve durumu ile suç arasında bir ilişki olup olmadığına bakılmaksızın suç, sonuçları açısından değerlendirilmiştir. Bu durumda suçu işleyen ister bir hayvan, ister çocuk, isterse akıl hastası olsun sonuçları itibarıyla suçtan sorumlu tutulmuştur.
Suçla kusurluluk arasındaki ilişkiye dair ilk ölçütlerin Roma hukuku ile ortaya çıktığından söz edebiliriz. Roma ceza hukuku (ius poenale) akıl hastası kişiyi ceza ilişkisi açısından küçüklerle benzer hükümlere tabi tutmuştur. Bu nedenle Roma uygulaması, akıl hastasının bakımını üstlenen kişinin sorumluluğuna giderek ortaya çıkan hukuka aykırılıkları giderme yolunu seçmiştir (Wilinski, 1983, s. 329 vd).
İslam hukuku, irade esasından hareketle hukuksal uygulamasını kurduğu için akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve geçici idrak kaldırıcı hâlleri dikkate almıştır. Bu nedenle akıl hastası ve akıl zayıflığı hâlleri özel düzenlemelere tabi tutulmuştur. Akıl sağlığı yerinde olmayanların, bunun geçici ve kalıcı olmasına bağlı olarak İslam hukuku açısından birtakım yükümlülüklerden muaf tutulduğunu görürüz (Samuk, 1980, s. 80 vd). İslam hukukuna göre akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı suçun oluşmaması anlamına gelmez, sadece faile ceza verilmemesi ile ilgili bir gerekçe olarak kullanılırdı.
Akıl zayıflığı (mental defect): Kişinin söz konusu hukuksal durumu, kapsam ve sonucu değerlendirmeye yetecek kadar zekâsının bulunmaması hâlleridir.
Akıl hastalığı (mental disease): Rahatsızlığı nedeniyle işlediği fiilin hukuksal anlam ve sonuçlarını algılanamaması veya bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmasıdır.
Akıl hastalığı; kişilerde sıkıntı duygusu yaratan ve zihinsel karışıklık ve sosyal uyum bozuklukları oluşturan bir hâldir. Akıl hastalığı tıbbi, hukuki ve kültürel özelliklere göre çeşitlenir.
Ceza hukukunda hem akıl hastalığı, hem de akıl zayıflığı hâllerinde özel düzenlemeler yapılmıştır. Hukuk açısından akıl zayıflığı ve akıl hastalığı terimlerine yüklenen anlamı kanuni olduğuna da işaret edelim. Çünkü bazen her ikisi bir arada bulunabilir, bu saptama psikiyatri alanında yapılır. Her hukuk düzeninde akla ilişkin bu bulanıklık hâllerinin bir sınır oluşturduğuna ilişkin düzenlemeler vardır.
Akıl hastalıklarını,
1) Şizofreni,
2) Paranoya,
3) Psikopatlık,
4) Psikozlar,
5) Nevrotik bozukluklar olarak sınıflandırabiliriz.
Akıl hastalıklarının teorik olarak sınıflandırılmasında günümüze kadar pek çok yöntem benimsenmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı 1999 tarihli ICD – 10 (International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems) bizim çalışmamızda esas alınacaktır[18].
Zekâ ve suç arasındaki ilişki: düşük zekâ düzeyine sahip kişilerin, içinde bulundukları durumu değerlendirmedeki güçlükleri, etki altında kalmaları ve sonuçları ön görememeleri ile ilişkilendirilmektedir.


Akıl hastalığı (mental disease) ile akıl zayıflığı (mental defect) birbirinden farklıdır. Akıl zayıflığı kişinin söz konusu durumda, kapsam ve sonucu algılamaya yetecek zekâsının olmadığı anlamındadır.


Zekâ düzeyinin dereceleri vardır: Zekâ gerilikleri, 100 üzerinden yapılan değerlendirme ile şöyle sınıflandırılır;

a. Orta düzey (IQ 35-49)

b. Ağır düzey (IQ 20-34)

c. Derin düzey (IQ 0-20)

Zekâ düzeyinin derecesine göre yapılan sınıflandırmalar ve belirtilerini, adalet psikolojisi açısından şu şekilde sınıflandırabiliriz:


Debiller; Orta zekâ geriliğidir. Anlama yeteneğinin az ve yavaş olduğu görülür. Sınırlı eğitim alabilirler. Gündelik hayatı bu eğitimle karşılayacak hâle gelebilirler. Suça teşvik edilebilirler. Kandırılabilirler; okul, iş gibi rutinleri takipte güçlükleri vardır. İptila eğilimleri vardır.


Embesiller; debillerden biraz daha geridedirler. Herhangi bir konuda yargı oluşturacak biçimde düşünemezler. Ahlak bakımından geridirler; iyi-kötü ayrımı yapamazlar. Davranışlarını gerekçelendiremezler.


İdiotlar; zekâ geriliğinin ileri hâlidir. Sürekli olarak özel koruma ve bakıma gereksinim duyarlar. Durgun (apatik) ya da azgın (eretik) olabilirler. Bu tutumlarına göre özel koruma gerekebilir. Ağrı eşikleri yüksektir. Yönlendirilebilir veya sonucu öngörmedikleri için bir şey yapmaya ikna edilebilirler.


Hukuksal açıdan akıl hastalığı ve akıl zayıflığı ile ilgili hukuksal sorumluluğun aşağıdaki yasalar açısından özel düzenlemelerle ele alındığını görüyoruz; Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük.


Ceza sorumluluğunu kaldıran hâlleri şu başlık altında sıralayabiliriz:

- Ağır zekâ geriliği,
- Şizofreni,
- Psikotik akıl hastalıkları,
- Psikotik duygulanım bozuklukları,
- Nöropsikiyatrik sendromlar,
- Psikiyatrik ataklar.
Kişinin burada sözü edilen hâlleri öncelikle ve özellikle takibe konu edilen eylemi gerçekleştirdikleri anda aranacaktır. Söz konusu eylemin öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan durumlar hukuki sorumluluğu etkilemez. Ayrıca söz konusu rahatsızlığın eylem ile doğrudan ilişkisinin kurulabilir olması da gereklidir.
Ceza sorumluluğunu azaltan hâlleri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
- Orta derecedeki zekâ geriliği,
- Kişilik bozuklukları,
- Hipomanik dönemdeki bipolar duygulanım boşlukları,
- Bunama.
Ceza hukuku açısından TCK m.34/1’de belirtilen hâlleri de burada değerlendirmek gerekir.
Maddenin uygulama alanını şu başlıklarla ilişkilendirebiliriz;
- Alkol veya uyuşturucu madde ya da ilacı kişinin kendi iradesi dışında hile, aldatma ya da kazaen alınması hâllerinde ortaya çıkan davranış bozuklukları,
- Hipoplisemi, üremi gibi tablolar,
- Kafaya alınan darbe sonucu ortaya çıkan semptomların etkisi.
Kişinin akıl hastalığının bulunması, o kişinin hapishaneye konulmasına veya başkaca cezalar verilmesine engeldir. Ancak çevre için yarattığı tehlike nedeniyle özel güvenlik önlemleri alınabilir.
4.3. Suçun Sosyal Nedenleri
Suç davranışını açıklamak bakımından, bu eylemin belirli bir yönünü ele alıp o açıdan değerlendirmesini yapan teorilere rastlanabilir. Bakışın belli bir açıyla bağlanmış olmasıysa, suç gibi son derece karmaşık olan davranışın bütününü aydınlatmaya yeterli olamaz. Kriminoloji alanında bu denli çok sayıda teorinin bulunmasının bazı açılardan avantaj bazı açılardan ise dezavantaj olduğu konusunda görüşler ileri sürülmektedir. Bu teori enflasyonu ile mücadelenin bir yolu da teorilerinin entegre edilmeleridir. Bu bağlamda etkileşim teorileri ile sosyal kontrol teorilerinin bütünleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu nedenle suçu açıklamaya yönelik teorilerin birden fazla etkin öğeyi bir arada ele alan bütünleşik teorilerin yeni ve daha kabul gören teoriler olarak etkinlik kazandığını da belirtelim.
Bütünleşik teoriler birden fazla odağı bir arada değerlendirerek suç olgusunu çözümlemeye çalışan teorilerdir[19]. Ayrıca eylem olarak suçun, bir süreç, bir etkinlik veya sonuçları açısından değerlendirme konusu yapılabilmesi çeşitlilik, tarihsel gelişim içinde değişen değerlendirme kriterleri vb. pek çok etkenle birlikte ele alınmasının zorunluluğu da teorik çeşitliliği ve farklı bakışları ortaya çıkarabilmiştir. Teorik çalışmaların etkinlik ve geçerlilikleri çeşitli ampirik çalışmalarla sınanabilir. Bu durumda yetersiz olan teoriler elenmektedir. Ancak hem de olanaklar açısından suça etki eden tüm faktörleri dikkate almanın zorluğu da bir vakıadır. Bu nedenle bütünleşik suç kuramlarının, suç olgusunu çok sayıda değişken tarafından irdelemelerine rağmen yine de bu modelleri suçun mükemmel kuramları olarak görmek mümkün değildir (Kızmaz, 2005, s. 374).
Bütünleşik kuramların özellikle Marksist eğilimli teorisyenlerin sınıf, kapitalist yapı, güç ilişkileri gibi kavramları teorik alana kattığından söz edebiliriz. Ekolojik faktörler, akran grupları ve sosyal bağ gibi kavramların da değişik yönleri ile bütünleştirici teoriler içinde yer aldığını görüyoruz. Bu açılımların suçun anlaşılmasına katkısı açıktır.
Bölüm Özeti
Bu bölümde suçlunun kişiliğine biyolojik, bireysel ve sosyal olmak üzere üç unsurun etki ettiğini ve bu unsurlara ait alt başlıklarla ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran/azaltan hâlleri öğrendik.

Ünite Soruları
Soru-1 :Eylem olarak suçun biyolojik nedenleri arasında aşağıdakilerden hangisi sayılabilir?


(A) Genetik özellikler

(B) Sosyalleşme
(C) Ekolojik nedenler
(D) Coğrafi nedenler
(E) Sosyolojik nedenler


Soru-2 :Aşağıdaki ögelerden hangisi suç psikolojisi için önemli unsurlardan değildir?

(A) Yaş
(B) Hava durumu
(C) Cinsiyet
(D) Ekonomik durum
(E) Yoksunluklar


Soru-3 :Aşağıdakilerden hangisi suçun sosyal nedenlerinden biri değildir?


(A) Yapısal nedenler
(B) Sosyalleşme
(C) Paranoya
(D) Ekonomik nedenler
(E) Ekolojik nedenler


Cevap-3 :Paranoya


Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi bir yılda üç veya daha fazla görüldüğü takdirde bağımlılık haline örnek olamaz?


(A) Madde miktarını arttırma isteği
(B) Başarısız bırakma girişimleri
(C) Ortaya çıkan belirtilerin bağımlılık yaratan madde ile bağlantısının bilinmesine rağmen devam etme
(D) Madde kullanma ihtiyacı
(E) Maddeye karşı iğrenme hissi oluşması

Soru-5 :Aşağıdakilerden hangisi akıl hastalıklarından biri değildir?


(A) Empati
(B) Şizofreni
(C) Paranoya
(D) Psikozlar
(E) Nevrotik bozukluklar


Soru-6 :
Aşağıdakilerden hangisi ceza sorumluluğunu kaldıran hallerden biri değildir?


(A) Ağır zeka geriliği
(B) Psikotik akıl hastalıkları
(C) Nöropsikiyatrik sendromlar
(D) Bunama halleri
(E) Psikiyatrik ataklar


Soru-7 :Aşağıdakilerden hangisi zeka düzeyinin derecesine göre yapılan sınıflandırmadan değildir?


(A) Debiller
(B) Bunamışlar
(C) Durgun İdiotlar
(D) Embesiller
(E) Azgın İdiotlar
Cevap-7 :
Bunamışlar
Soru-8 :
Aşağıdakilerden hangisi suçun sosyal nedenlerine dair bütünleşik teorilerin dikkate aldığı unsurlar arasında sayılamaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kapitalist yapı
(B) Epistemolojik yaklaşımlar
(C) Ekolojik faktörler
(D) Akran grupları
(E) Sınıf ayrımı
Cevap-8 :
Epistemolojik yaklaşımlar
Soru-9 :
Aşağıdakilerden hangisi ceza sorumluluğunu azaltan hallerden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hipomanik dönemdeki bipolar duygulanım boşlukları
(B) Kişilik bozuklukları
(C) Bunama
(D) Şizofreni
(E) Orta derecede zekâ geriliği
Cevap-9 :
Şizofreni
Soru-10 :
Aşağıdakilerden hangisi ceza sorumluluğunu azaltan ve kaldıran hallerden değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Ağır zeka geriliği
(B) Kişilik bozuklukları
(C) Kızgınlık
(D) Bunama halleri
(E) Şizofreni
Cevap-10 :
Kızgınlık
5. SANIK PSİKOLOJİSİ
Birlikte Düşünelim
1. Sanık kimdir, suçlu kimdir?
2. Bir şekilde suçla ilişkisi saptanmış kişinin hukuksal hakları neler olabilir?
3. Başarılı sorgulama teknikleri neler olabilir?
4. İrade – suç ilişkisi açısından teşebbüs hâlleri veya iradenin sakatlanması hâlleri nasıl bir anlam taşıyabilir?
5. 18 yaşını doldurmamış olanların cezalarının tayininde, bundan büyük yaştakilerden ayrı bir düzenlemeye ihtiyaç olabilir mi; yanıt evetse, bu ihtiyacın nedeni ne olabilir?

Giriş
Sanıklık, hukuki bir statüdür. Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin olması halinde sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. Bu hal, özgürlükle ilgili en büyük kısıttır. Konuyu işlerken tutuklamayla birlikte, gözaltına alma ve soruşturmaya ilişkin esaslar hakkında bilgi verilecektir.       
5.1. Sorumluluğun Saptanması Açısından Sanık Psikolojisi
Sanık psikolojisi ile suçlu psikolojisi arasındaki ilişki aslında bir aynanın iki yüzü gibidir[20]. Suçlu olup olmadığı henüz kesin olarak bilinmeyen ancak kuvvetli suç şüphesi nedeni ile yargılama süreci içinde bulunan kişiye sanık denir. Suçlu psikolojisi suç oluşturan eylemden başlar, mahkûmiyet alanını da kapsar. Sanık diğer yandan usul süreci içindeki kişidir. Her sanık suçlu değildir. Bu nedenle sanık psikolojisi ile suçlu psikolojisinin ayrıştırılması uygundur[21].


Sanıklık gözaltına alma, yakalama veya tutuklama ile belirlenir. Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.100 bunlar içinde en etkin usul olan tutuklama için kişinin suç işlediğine dair kuvvetli şüphe bulunması, kaçma tehlikesi veya delilleri karartma şüphesi ve muhakeme faaliyetine katılanlar üzerinde baskı kurması şartlarını aramaktadır. Ancak bu şartlar gerçekleşse bile, hâkim tutuklama kararı vermeyebilir. Bu konunun takdire bırakılmasının nedeni tutuklamanın kişi özgürlüklerini kısıtlayan en ağır tedbir olmasıdır. Hâkim duruma göre karar verecektir.
Gözaltına alma ise kuvvetli şüphe olmayan hâllerde veya kişinin bilgisine başvurmak için verilen bir karardır.
Yakalama bir koruma tedbiridir. O andaki hâl ve koşullara göre, kişinin kaçacağı şüphesi varsa yakalamaya karar verilir. CMK m.90’a göre herkes yakalama yapabilir. Ancak cumhuriyet savcısının yakalama yetkisi daha geniştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, hukuksal değerin korunması açısından “suç hâline getirmek” ve “suç olmaktan çıkarma” yasa koyucunun belirleyeceği profildir. Bu saptama bir kapsam belirlemedir. Yani yürürlükte olan hukuk bir eylemin suç olup olmadığının saptanması açısından kullanılacak ölçüdür. Bu aynı zamanda suç politikasını gösterir. Bir eylemin suç hâline getirilmesinde cezalandırılacak eylemin yol açtığı zararın toplumsal düzeni bozucu olması ve bir tedbir almayı gerektirir önemde olması lazımdır. Bu saptama ile belirlenmiş olan alandaki eylemin ortaya çıkmasına neden olan kişi sanık olarak nitelendirilir.

Yargılama öncesi süreçte, emniyette kişilerin sorgulanmasında genellikle suçun itiraf ettirilmesine yönelik bir bilgi aranmaktadır. Bu eğilime rağmen itiraf edilen her beyanın mutlaka gerçeği gösterdiğini düşünmek de doğru değildir. Bazen yanıltıcı itiraf, bile isteye de olabilir (Taylor, Peplau, & O’Sears, 2007, s. 517). Suçu üstlenme bunun bilinen örneklerindendir. Baskı sonucu da itiraf alınabilir. İşkence, hipnoz ve yönlendirici sorgu itirafı ortaya çıkarabilir.
Suçun itiraf edilmemesi yani inkârı ile sanığın olaya kuşku götürmez bir biçimde bağlayacak kanıtların bulunmaması hâlini de değerlendirmek gerekir. Bu gibi hâllerde beden dili üzerindeki çalışmalar yol gösterici olmakla birlikte tek başlarına güçlü kanıt değildirler. Teknik açıdan kullanılan bir olanak ise poligraf ya da yalan makinesidir. Yalan makinesi sorgulama sırasında sanıkta ortaya çıkan fizyolojik belirtilerin izlenmesidir. Ancak heyecan, korku ya da kızgınlık gibi duygular da tansiyon, kalp atışı vb. fizyolojik fonksiyonlar üzerinde etki yaratabilir; bazı kişiler psikolojik hazırlıkla tepkilerini kontrol edebilirler. Kısacası bu gibi hâllerde de bir suçun sanık tarafından işlendiğini gösterecek kanıtlar her zaman istenen güçte olmayabilir.
5.2. Özel Durumlar
Sanık psikolojisinde sorumluluğun saptanması açısından bazı hâller üzerinde özel olarak durmak gerekir.
Öncelikle hukuken takip edilmesi gereken eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin teşebbüs hâllerinde sanığın sorumluluğunun belirlenmesi önemlidir. Biraz aşağıda göreceğimiz gibi eylemin hazırlık hareketlerini aşarak icra hareketlerine geçmiş olması eylemin sonuçları bütünüyle gerçekleşmese bile hukuki takibini zorunlu kılmaktadır. Her suç tipi için teşebbüs söz konusu olmaz, bazen de bir suçun teşebbüs hâlinde kalması özel olarak isimlendirilmiş bir suç tipi olarak ele alınabilir. Bu konuların detayları daha çok ceza hukuku kapsamında ele alınmaktadır. Adalet psikolojisi açısından teşebbüs niyetin araştırılması açısından özel önem taşımaktadır.
İkinci durum ise akıl hastalığı ve akıl zayıflığıdır. Akıl zayıflığı kişinin söz konusu hukuksal durumu kavrayamayacak durumda olması, akıl hastalığı ise hastalık nedeniyle eylemi algılayamamasıdır. Bu konuları daha önce ele almıştık.
Üçüncü özel hâl ise bilme ve ayırt etme gücüne sahip olunup olunmadığının belirlenmesidir. Adalet psikolojisi açısından bu durum farik ve mümeyyiz olma araştırması olarak isimlendirilir. Özellikle yaş küçüklüğü hâllerine ilişkin üzerinde durulan geniş bir çalışma alanıdır. Şimdi bu özel hâllerin üzerinde daha detaylı duralım.
5.2.1. Suça Teşebbüs Halleri
Tarihsel araştırmalar sonucunda suçun daha ziyade ortaya çıkan netice açısından değerlendirildiğini bu nedenle de teşebbüs hâllerinin oldukça yakın dönemlerde ceza hukuku açısından ele alındığını görüyoruz. Teşebbüs hâllerinin ilk kez 15. yüzyılda İtalyan hukukçular tarafından ceza hukuku kapsamında değerlendirildiğini belirtebiliriz (İçel vd., 2004, s. 298). Suça teşebbüs için öngörülen hukuksal düzenleme, asıl suç bağlantısı ile değerlendirilir. Yani suça teşebbüse ilişkin kurallar, ancak tamamlanmış suçun düzenlenmiş olduğu norma bağlı olarak uygulanabilir. Suça teşebbüste fail, suçu tamamlamak kastıyla eylemine başlamakta, fakat elinde olmayan nedenlerle amacına ulaşamamaktadır.
Sanık psikolojisi açısından, bazı suçların teşebbüs hâlinin niçin cezalandırıldığının da anlaşılması gerekir. Bu konuda 2005 yılında yürürlüğe giren TCK’nın benimsediği görüş, teşebbüs hâlinde kalmış suçlar bakımından fiilin doğurduğu tehlike ve zararın ağırlığının dikkate alınması suretiyle cezanın belirlenmesine yöneliktir. Dolayısıyla teşebbüs aşamasında kalınması hâlinde kişiye verilecek cezanın belirlenmesi bakımından dikkate alınacak husus, kişinin fiilinin, suçun konusu üzerinde meydana getirdiği tehlike ve zararın ağırlığıdır. Burada belirtilmesi gereken noktalardan biri, ceza hukukunda teşebbüse dair normların, belirli hukuki değerlerin korunma alanını genişletiyor olmasıdır. Başka bir deyişle, ceza kanunları suçun tanımlarını ortaya koymakta, teşebbüs düzenlemeleri ise suç tanımlamalarının korumaya yöneldiği değerlerin korunmasını pekiştirmektedir (Özgenç, 2018, s. 486).
Kanun koyucu, 5237 sayılı TCK ile önceki kanunda kabul edilen “eksik teşebbüs”, “tam teşebbüs” ayrımından vazgeçmiştir. Bu değişimin sebebi, kanun koyucu tarafından TCK’nın 35. maddesinin gerekçesinde, “‘eksik teşebbüs’ – ‘tam teşebbüs’ ayırımında her olaya uygulanabilen ve duraksamaya yer bırakmayan objektif bir ölçütün bulunmaması” ve bu ayrımın kabulü hâlinde “adil olmayan cezaların” ortaya çıkması olarak belirtilmiştir. Bu nedenle, suçun tamamlanamadığı durumlarda ceza miktarı belirlenirken, yapılan hareketin ulaştığı aşamadan ziyade, fiilin doğurduğu zararın veya tehlikenin ağırlığının dikkate alınması gerektiği gerekçede kaleme alınmıştır[22].
Tamamlanmış suç ile teşebbüs derecesinde kalmış suç arasındaki farklılık icrâ hareketlerinin gerçekleştirilmiş olması veya neticenin ortaya çıkması ile ilgilidir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, teşebbüsün cezalandırılmasına ilişkin hükümler ceza kanunlarıyla korunan hukuki değerin korunma alanını, böylece cezalandırmayı da genişleten hükümlerdir. Suçu ortaya çıkaran hazırlık ve icrâ hareketleri ayrımı da teşebbüsün derecesinin belirlenmesinde önemlidir. Genellikle hazırlık hareketlerinden ileri gitmeyen hâller ceza kapsamına girmez. Teşebbüs durumunda ancak tipik neticeyi yaratmaya elverişli hareketlerin yapılması cezalandırıldığı için, suça teşebbüs hâllerinde, bir suçun hazırlık hareketlerinin bağımsız bir suç olarak cezalandırıldığı hâllerde, eyleme elverişli olup olmadığına bakılır. Zira, suça teşebbüsten bahsedilebilmek için neticeyi ortaya çıkarmaya elverişli biçimde fiilin gerçekleştirilmesi gerekmektedir (Özgenç, 2018, s. 498) ve bu itibarla hazırlık hareketleri ne kadar tekrarlanırsa tekrarlansın, istisnalar hariç, kural olarak suçun gerçekleşmesini sağlamazlar.
Ceza hukuku bakımından fiil, belli bir amaca yönelik iradi insan davranışı olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda ancak insandan kaynaklanan ve ancak iradi olan davranışlar fiil özelliğine sahiptir. Dolayısıyla, insanın iradesini ortadan kaldıran bir etki altında gerçekleştirilen davranışlar ceza hukuku bakımından fiil sayılmayacaktır. Bu açıdan, mutlak bir cebir altındaki kişinin gerçekleştirdiği davranışlar fiil olarak kabul edilmeyecektir. Ayrıca refleks hareketleri de ceza hukuku bakımından fiil sayılmazlar. Zira refleks benzeri kendiliğinden hareketlerde insanın iradesi değil, otomatik davranış söz konusudur. İnsan bunları kontrol edemez. Oysa iradi davranış, sonucu öngörerek bile isteye karar vermektir. Karar vermek zihinsel bir faaliyettir ve kişinin seçimine dayanır. İnsan niçin karar verir sorusu insanın davranışlarına bir anlam vermesi için bazı gerekçelerle hareket etmesi nedeniyledir. Bu gerekçelere saik denir. Hukukta saik, kararın nitelendirilmesinde önemli özellikler gösterir. Ceza hukuku açısından saik bazı suçlar bakımından aranan bir manevi unsur olarak farklılaşmıştır. Bu bağlamda saik, bazen suçun oluşabilmesi bakımından gerekli olmakla beraber bazı hâllerde cezayı arttırıcı bazen de cezayı azaltıcı etki yaratabilmektedir. İradeye hâkim olmanın ise sonucun ortaya çıkmasına ilişkin değil, kişinin sorumluluğuna yönelik bir etkisi söz konusudur. Zira kişinin gerçekleştirdiği davranıştan sorumlu olabilmesi bakımından kusurlu olması gerekir. Nitekim kusursuz sorumluluk söz konusu değildir.
Teşebbüs, saik, karar ve iradeye hâkim olma gibi üstünde durduğumuz hâlleri şuur yani bilinç kavramı ile ilişkilendirerek adalet psikolojisinin çalışma alanına sokabiliriz. Bilinç, psikolojik benlik düşüncesinin ortaya konuluş biçimidir. Bilinç, seçme ile yakından ilgilidir. Bilinçli seçiş ile ortaya çıkan irade, ceza hukuku açısından kişinin niyetidir ve aslında neticeden de önce bu niyet cezalandırılmaktadır. Toplumsal düzenin devamı açısından bu tespit son derece önemlidir. İrade özgürlüğünün kabulü ile insanın iyi ve kötüden birisini seçebileceği de kabul edilmiş olur. Klasik ceza hukukunun suç ve sorumluluk bağlantısını merkeze alan bu ilkesi bugün de genel olarak ceza hukukunun teorik temelini oluşturmaktadır. Kişi, iradesini eylemi ile ortaya koyar. Eylem ile birlikte süje içsel olan, dış dünyada görünür hâle getirmiş olur. Suç bir eylem kalıbıdır. Failin eylem anında eyleminin oluşturduğu tehlikeyi veya bu tehlikenin neden olabileceği neticeleri öngörmüş olması gerekir. Diğer bir deyişle kişinin gerçekleştirdiği davranışı ve bu davranışın sonuçların bilmesi ve istemesidir. Bu durum “bilme ve isteme” ifadesi ile de yasal karşılığını bulmuştur. Suçun işlenmesi bakımından gerekli olan manevi unsurun ana şekli yukarıda da ifade edildiği üzere kasttır.
5.2.2. Bilme ve Ayırt Etme Gücüne Sahip Olma
Sorumluluk insanın hem bir seçim yapabilmesi, hem de sonuçları öngörebilmesiyle ilgilidir. Suç ile ilgili araştırmanın kişinin söz konusu eyleminden ortaya çıkan durumu öngörüp, öngöremediği noktasıyla yakından ilgilidir. Hukuk da sorumluluk kavramı üzerinden kişileri eylemlerinin sonuçları açısından ele alır. Akli melekeler gerek özel hukuk gerekse ceza hukuku açısından özel olarak ele alınmıştır.
Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, ayırt etme gücüne sahiptir[23]. Türk Medeni Yasası’nda olumsuz yönden yapılan bu tanım, akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmama koşullarını göstermektedir.
Ayırt etme gücü, makul surette hareket edebilme yeteneğidir. Makul surette hareket edebilmeyse davranışın amaç ve sonuçlarını doğru olarak kavrayabilmektir. Kanunda açıkça sayılmış hâllerin dışında öfkeden gözün kararması, nefret ve aşırı kızgınlık hâlleri temyiz kudretine sahip olunmadığı anlamına gelmemektedir. Temyiz kudreti nispi bir kavramdır. Bunun anlamı belirli bir kişi açısından genel olarak değil, belirli bir anda ve belirli bir eyleme ilişkin olarak aranır. Bu nedenle genel bir temyiz kudreti hâlinden değil, o olaya ilişkin ve o zaman parçası için aranacaktır. Bunun istisnası olarak hiç idrak yeteneği bulunmayan küçük çocuklar ile ağır akıl hastaları için genel temyiz kudreti yokluğundan söz edilebilir (Oğuzman, Seliçi, & Özdemir, 2012, s. 36).
Türk Medeni Kanunu’nda kişilik hakları m.8’de yer alan hak ehliyeti çerçevesinde değerlendirilir. Buna göre her insanın hak ehliyeti vardır; bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler. Hak ehliyetindeki bu eşitlik TMK’nın 9. ve 10. maddelerinde hakkın kullanılmasına ilişkin olan fiil ehliyeti ile tamamlanır. Buna göre de fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir. Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. Ayırt etme gücü ise TMK’nın m.13’te “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. Adli psikolog özel olarak akıl hastalarının suç işlerken bilinç düzeylerinin belirlenmesinde ve ceza alıp almaması konusunda gerekli raporları düzenler. Yaş küçüklüğü suç bağlantısı açısından çocukların cezai sorumluluğu olup olmadığını da saptarlar. Özel hukuk açısından da evlenme, boşanma, vesayet, velayet, koruma, sözleşme hukuku açısından ve genel olarak sorumluluğa ilişkin saptamalar açısından konuyu değerlendirir. Mahkeme ve noterlik işlemlerine temel teşkil etmesi için bu hususlarda rapor düzenleyen bilirkişilik işlerini yerine getirir (Hatemi & Kalkan Oğuztürk, 2013, s. 10 vd; Dural & Sarı, 2013, s. 9 vd; Oğuzman vd., 2012, s. 42 vd).
Temyiz kudreti yokluğu hâlinde küçüklerin kanunî temsilciler tarafından (TMK m. 404) akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle iş göremeyen veya bakım ve korunması için sürekli yardım gereken kişiler ile başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan ergin kişilerin de kısıtlanması veya velayet altın alınması gerekir (TMK m.405).
Örneğin Medeni Kanun’da m.13, m.89, m.112, m.133, m.335, m.418 iki kavramla bu konuyu düzenlemiştir. Bunlar akıl hastalığı ve akıl zayıflığıdır. Ceza kanununda ise ceza ehliyeti açısından yaş küçüklüğü çeşitli alt ayrımlara tabi tutulur.
TMK m.14’te “Ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur.” hükmüyle fiil ehliyetsizliğini, m.15’teyse ayırt etme gücünün bulunmaması hâllerinin sonuçlarını göstermektedir; “Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Bu yasal çerçeve göz önünde tutulduğunda hak ehliyeti konusunda genellik ilkesinin, yani herkesin hak sahibi olduğu ilkesi geçerlidir. Bütün insanların haklara ve borçlara ehil olmasıysa eşitlik ilkesi ile bağlantılıdır.
C:\Users\Filiz YILDIZ\Desktop\ÜRETİLEN DERSLER - BAHAR\Faz\Ekran Alıntısı.PNG
Bu ilkeler geçerli olmakla birlikte medenî hukuk alanında özel düzenlemeyi gerektiren hâlleriyse şu başlıklar altında gösterebiliriz:
1. Evlenme: Evlenmede kural 18 yaşı doldurmuş olmaktır. İstisnai olarak evlenme yaşı ebeveyn izniyle 17, önemli sebep hâllerinde mahkemenin izniyle 16 olabilir.
2. Evlat Edinme: Bekârlar en az 35 yaşında evli çiftler ise 30 yaşında veya 5 yıldan beri evli olmalıdır (MK. m.306 – m.307).
3. Vasiyetname-Miras Sözleşmesi: Vasiyetname için 15 yaş, miras sözleşmesi için fiil ehliyeti yani 18 yaşın doldurulmuş olması gerekir.
4. Kefalet, Vakıf Kurma, Önemli Bağışlar: Reşit olmayan ve vesayet altındaki kişiler temsilcilerinin izniyle dahi bu işlemleri yapamazlar.
5. Vasi olabilme: Ancak reşit kişiler vasi olabilir.
6. Din seçme: Reşit kişiler kendi dinini seçebilir.
7. Evlenme yasağı: Evliliği sona eren kadın 300 gün geçmedikçe evlenemez (MK 132). Bu yasağın istisnası yetkili hekim raporu ile hamile olmadığının kanıtlanmasıdır.
Ayırt edebilme gücüne sahip olma yani mümeyyiz olma hâlleri kişinin yapmış olduğu davranışların neden ve sonuçlarını anlama ve bu yönde hareket etme yeteneğidir. Konumuz açısından irdelediğimiz akıl hastalığı ve zayıflığı hâlleri yaş küçüklüğü ve sarhoşluk hâlleri gibi ayırt etme gücünü sınırlayan durumlarla birlikte ele alınır (Oğuzman vd., 2012, s. 33 vd; Hatemi & Kalkan Oğuztürk, 2013, s. 62 vd; Dural & Sarı, 2013, s. 17 vd) .
Fiil ehliyeti açısından dörtlü bir ayrım yapılır;
Özel hukuk açısından ehliyet, kişinin hukuksal eylem ve işlemlerde yeterliliğini ifade eder. Bu nedenle ehliyetin “makul surette hareket etme iktidarı” olarak tanımlanması uygundur. Bu iktidardan, eylemleri ve eylemlerin sonuçlarını doğru olarak muhakeme edebilme yeteneği anlaşılır.
Fiil ehliyeti yokluğunun özel hukuk açısından en ağır şeklinin vesayet olduğunu söyleyebiliriz. TMK m.355’te yapılan düzenleme akıl hastalığı ve akıl zayıflığı nedeniyle işlerini göremeyecek kadar aciz veya sürekli bakım ve kontrolü gereken ya da başkasının emniyetini tehdit eden her reşit için vasi tayin edileceğini düzenlemiştir. Örneğin evlenme ile ilgili medenî hukuk düzenlemelerinde, yasa karı – kocadan birisinin evlilik anında bir akıl hastalığı nedeniyle temyiz kudretini kaybetmesini butlan yaptırımına bağlamıştır. Boşanmada, üç yıldan beri süregelen, müşterek yaşamı çekilmez hâle getiren ve şifa bulmaz olduğu doktor raporu ile belirlenen akıl hastalığının varlığı diğer eş için haklı bir boşanma nedeni olarak kabul edilmiştir (TMK m.133). Akıl zayıflığı, zekâ geriliği, geçici sebeplere bağlı bilinç bozukluğu hâlleri, yaşlılık, yaş küçüklüğü ve dilsizler ile madde bağımlılığı olanların cezai ve hukuksal sorumluluklarını belirlemek adli psikiyatrinin uğraş alanına girer.
Özel hukuk açısından en çok vesayet ve hukuki tasarruf ehliyetinin bulunup bulunmadığının araştırılması konuları üzerinde durulmaktadır. Hukuksal sonuç doğurabilecek bir işlem açısından idari makamlar, noterler ve mahkemeler bir kısıtlılık hâlinin olup olmadığını yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar. Vasi, vesayet altındaki kısıtlının kişiliğini ve mal varlığı ile ilgili çıkarlarını korumak ve onu uygun biçimde temsil etmekle yükümlüdür. Yaşlıların, bunama veya başlıca psikiyatrik hastalıkları nedeniyle fiil ehliyetleri ortadan kalkmamış olsa bile kendi istekleri ile kısıtlılığı talep hakları vardır. Bu düzenleme onlar için bir kolaylık ve özen gösterilmesinin sağlanması nedeniyle tanınmış bir haktır (Yıldız & Gürsoy, 2010, s. 105 vd, s. 132).
Fiil ehliyetinin tam olarak ortadan kalkmadığı durumlarda bir başka kolaylık olarak yasal danışmanlık da düzenlemiştir. Kısıtlanmaları için herhangi bir yasal sebep olmamakla birlikte haklarının korunması açısından fiil ehliyetinin sınırlanması uygun görünen ergin kişiler için yasal danışman atanabilir. Kişinin mal varlığını yönetme yetkisi, sınırlanabilir (TMK m.429). Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol ya da uyuşturucu madde bağımlılığı tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden birisi ile toplum için tehlike oluşturan her ergin kişi, kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması hâllerinde tedavisi, eğitimi veya ıslahı için uygun bir konuma yerleştirilebilir veya alıkonulabilir. Görev sırasında böyle bir sebebin varlığını öğrenen kamu görevlileri, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar (TMK m.432). Psikoz, bunama ya da ciddi akıl hastalığı tanısı yasal ehliyetsizlik için gerekli ancak yeterli değildir. Böyle bir durumda zihinsel yetersizlik gösteren kişinin eyleminin doğasını, niteliğini, nedenselliğini ya da sonuçlarını anlayıp anlamadığının da saptanması gerekir. Özellikle yaşlılık nedeniyle genel düşkünlük ve fiziksel yetersizlik, telkin ve etkiye açık olma nedenleriyle ortaya çıkabilecek suiistimaller de bu açıdan değerlendirilir (Yıldız & Gürsoy, 2010, s. 311 vd.).
Burada birbirlerine yakın isimlendirme nedeniyle karıştırılan velayet ve vesayet kavramları üzerinde de durmak gerekir. Vesayet, velayet altında bulunmayan küçüklerin ve istisnaî olarak velayet altına alınmamış, bazı erginlerin korunması amacıyla kabul edilen bir hukuksal kurumdur. Velayet genel olarak hısımlıktan doğan bir yetki olup kural olarak anne baba tarafından kullanılır. Vesayet ise, mahkeme kararı ile doğar, vasiye sulh ve asliye hukuk mahkemelerine, kayyımlara ve yasal danışmanlara verilen yetkileri kapsar. Veli kural olarak temsil yetkisini kullanırken, mahkemeden izin almaz. Vasi ise bazı işlemleri yaparken sulh mahkemesinden, bazı hukuki işlemleri yaparken de hem sulh hukuk mahkemesinden hem de asliye hukuk mahkemesinden izin almak zorundadır. Velayet, kanundan doğduğu için velinin azli ve istifası mümkün değildir. Vesayet ise, mahkeme kararıyla doğduğu için, vasi görevinden alınabilir veya istifa edebilir.
Ergin bir kişi hakkında kısıtlama kararı verilirken TMK’nın 405–408 maddeleri arasında düzenlenmiş olan akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olan kişiler işlerini göremediği veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gerektiği ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye soktuğu takdirde kısıtlanır. Aynı şekilde savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetme sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden erginler kısıtlanabilir. Ergin bir kişi bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olsa da hakkında kısıtlılık kararı verilir.
Kısıtlamaya karar verilmesine ilişkin usul TMK m.410’da düzenlenmiştir. Kişinin dinlenmesinin yanında resmi sağlık kurulu raporu alınmış olmalıdır. Kısıtlama kararı kesinleşince, kısıtlının hem nüfusa kayıtlı olduğu yerde, hem de yerleşim yerinde bu husus ilan edilir. Kısıtlama, iyi niyetli üçüncü kişilere karşı ancak ilan edildikten sonra etkili olur. Yetkili mahkeme ikametgâh sulh mahkemesidir.
Vasinin fiil ve işlemlerine karşı, vesayet makamına şikâyette bulunulabilir. Vesayet makamının vereceği karara karşı da, on gün içinde denetim makamına itiraz edilebilir. (TMK m.461). Vesayet, kendiliğinden veya mahkeme kararıyla sona erebilir. Sulh mahkemesinin kararı gerekir. Kişi akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle kısıtlandıysa, resmi sağlık raporuyla kısıtlama sebebinin ortadan kalkmış olduğunun belirlenmesi koşuluyla, o kişi üzerindeki vesayetin kaldırılmasına karar verilir (TMK m.474). Bu karar da adli tabiplikçe adalet psikolojisinin gerekleri göz önünde tutularak verilecektir (Yıldız & Gürsoy, 2010, s. 960 vd.).
5.2.3 Algılama ve İrade Yeteneği
Hukuk devleti ilkesi ve hümanizm ilkesiyle birlikte suç politikasının temel ilkelerinden biri de kusur ilkesidir. Kusur ilkesi, failin gerçekleştirmiş olduğu suçtan dolayı cezalandırılabilmesi için kınanabilir bir durumda olması gerektiği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kişinin cezalandırılabilmesi için kusurlu olması gerekmektedir. Kusuru olmayan bir kişi ise, davranış kendisinin eseri dahi olsa cezalandırılamayacaktır. Modern ceza hukuku, “fail ceza hukuku” prensibini değil, “fiil ceza hukuku” anlayışını benimsemiştir. Bu bağlamda kişinin kusurlu olup olmadığı, bireyin geçmişi üzerinden değil, gerçekleştirmiş olduğu somut olaya bakılarak değerlendirilecektir.
5237 sayılı TCK, haksızlık ve kusuru birbirinden ayırmıştır (Koca & Üzülmez, 2018, s. 310). Böylece haksızlığın mevcut olup olmadığı, fail dikkate alınmaksızın, objektif olarak değerlendirilmektedir. Buna göre haksızlık, kanunda yer alan suçun maddî ve manevi unsurlarının gerçekleşmesiyle ortaya çıkmaktadır. Kusur incelemesinin ise, suçun oluşması bakımından herhangi bir önemi olmayıp, bu inceleme yalnızca failin gerçekleştirdiği fiilden dolayı kınanıp, kınanamayacağına yönelik bir incelemedir (bkz. Koca & Üzülmez, 2018, ss. 310-311).
Kusur, kişinin hukuka uygun davranma imkânı varken, hukuka uygun davranmayıp bilakis ona aykırı bir şekilde hareket etmesi nedeniyle hakkında yapılan kınama yargısıdır. Ancak bir kişinin kınanabilmesi için fiili gerçekleştirdiği sırada kusur yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Kusur yeteneği, “algılama yeteneği” ve “irade yeteneği” olmak üzere iki ayrı unsurdan oluşmaktadır. Algılama yeteneği, insanın kendi varlığının bilincinde bir şekilde çevresindeki olayları gözlemlemesi, bu gözlemlerinden sonuçlar çıkararak davranışlarını bu sonuçlara göre yönlendirebilmesidir. Kişinin algılaması gereken husus ise, işlediği fiilin anlam ve sonuçlarıdır. Bu noktada kişinin, gerçekleştirdiği fiilin hukuken kabul edilmeyen bir davranış olduğunu bilmesi yeterlidir. İrade yeteneği ise, kişinin davranışlarını yönlendirebilme yeteneğidir. Bu kavram, kişinin davranışlarının ne anlama geldiğini bilmesi ve bunların bilincinde olduğu anlamına gelmektedir (bkz. Özgenç, 2018, ss. 393-400).
Kişinin kınanabilirliği bakımından TCK’da kusurluluğu azaltan ve kaldıran hâller düzenlenmiştir. Kusur yeteneği üzerinde etkili olan faktörlerin başında yaş küçüklüğü gelmektedir. Ceza hukuku açısından hiçbir yaş kategorisi belirlenmeden, tamamen normatif olarak yaş küçüklüğünün kusur üzerinde etkili bir faktör olduğundan söz edilebilir (Yenisey, 1993, s. 277 vd; Aslan, 2014, s. 72 vd).
Yargıç yargılamada, eylemi gerçekleştiren kişinin zihinsel durumunun normal olup olmadığını da dikkate almak durumundadır. Bunun yanında anlama yeteneğinin yeterince gelişip gelişmediğini ve duygularını kontrol edebilme durumunu saptayarak kişinin isnat yeteneğine ilişkin kanaatini gerekçeli olarak belirtmelidir. Yani, örneğin yaş küçüklüğü açısından, çocuğun eyleminin haksız niteliğini anlayıp anlamadığı ve buna göre hareket edebilmesi için gereken ahlâki ve ruhsal olgunluğa sahip olup olmadığının tespiti gerekir.
Kanun koyucu yaş küçüklüğüne ilişkin normu, TCK’nın 31. maddesi’nde yaş küçüklüğü bakımından yaş aralıklarının dikkate alınması suretiyle üç gruba ayırarak düzenlemiştir:
Birinci grup, 0-12 yaş aralığındaki çocuklardan oluşur: Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında ceza kovuşturması yapılamaz; ancak çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
İkinci yaş grubu, 12-15 yaş aralığı içindir: Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suçun cezasında belirli bir oranda indirim yapılır.
Üçüncü yaş grubu ise 15-18 yaş grubudur: Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında kişinin işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamamasına veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmiş olup olmadığına bakılmaksızın her hâlükarda suçun cezasında belirli bir oranda indirim yapılır [24].
Suça karıştığı iddiası ile 12-15 yaş arası çocukların işledikleri fiile ilişkin kusur yeteneklerinin olup olmadığının, araştırılması gerekmektedir. Çocuğun algılama ve irade yeteneğinin ne derece geliştiğine ilişkin karar bizzat hâkim tarafından verilecektir. Ancak hâkim, kararı verirken bilirkişiden yararlanabilir. Bilirkişi, çocuğun bireysel özelliklerini ve sosyal çevresini gösteren incelemelerin yer aldığı sosyal inceleme raporu düzenler (aynı yönde bkz. Özgenç, 2018, ss. 406-407). Hâkim, sanık çocuğun algılama ve irade yeteneğinin ne derece geliştiğine ilişkin kararını verirken bu rapordan faydalanabilir. Ancak belirtmek gerekir ki, hâkim tarafından verilecek çocuğun algılama ve irade yeteneğine ilişkin karar, çocuğun tüm davranışları hakkında değil, yalnızca yargılamaya konu olaya ilişkindir. Nitekim, bir davranış bakımından çocuğun algılama ve irade yeteneğinin geliştiği sonucuna ulaşılırken, bir başka davranış bakımından tam tersi bir sonuca ulaşılabilir.
İsnad yeteneği araştırması anlamına gelen bu raporda genel olarak şu hususlar göz önünde bulundurulur:
1- Olay tarihindeki gerçek yaşının ne olduğu
2- Herhangi bir zekâ geriliğinin olup olmadığı
3- Çocukluk dönemi psikiyatrik sendromların bir belirtisinin olup olmadığı
4- Söz konusu olayda herhangi bir psikopatolojik öğenin bulunup bulunmadığı
5- Olayın savunma ve tartışmasını yapıp yapamadığı araştırılır.
Kullanılan kriterlerin psikolojik ölçülere dayandığı anlaşılmaktadır (Aslan, 2014, s. 76)[25]. Raporların, eylemin sosyal değerinin anlaşılması ve davranışların buna göre yönlendirilmesi hususlarını da içerecek şekilde genişletilmesi yasaların belirli yaş sınırları için farklı sorumluluklar düzenlenmiş olması düşüncesine daha uygun olacaktır. Bu hususa ilişkin adli psikolojik testler oluşturulması gerekir. Çocuk haklarına ilişkin Pekin Kuralları çerçevesinde suça ilişkin sosyal inceleme raporlarında “…çocuğun suçu işlemeden önceki yaşam koşulları ve suçun hangi ortam içinde işlendiği konusunda hükümden önce yeterli araştırma yapılmalıdır.” (Pekin Kuralları, 1985, md. 16/1) ve bunun açıklaması da “Çocuklara ilişkin davalarda sosyal araştırma raporları veya hüküm öncesi raporları son derece önemli ve vazgeçilmez belgelerdir. Bu belgeler sayesinde yetkili makam çocuğun sosyal ve ailevi geçmişi, okul durumu, eğitim deneyleri vb gibi konularda bilgi sahibi olmaktadır.” (Pekin Kuralları, 1985, app. 16/1 Açıklaması) şeklinde sunulmaktadır. Uygulamanın da bu esasları kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekir. Bu raporlar ile ortaya konulan durum hâkime, çocuğa ilişkin ahlâki sosyal ve hukuksal yargılarının gelişimi konusunda bilgi verir. Bu raporların, ülkemizin de tarafı olduğu uluslararası belgelerde çocukla ilgili tanınmış olan haklar göz önünde tutularak uygun bir şekilde düzenlenmesi bir zorunluluktur.
Bölüm Özeti
Bu bölümde, sanık ile suçlu arasındaki fark ve bu farkın etkilediği yargısal ve psikolojik süreçler üzerinde durulmuştur. Sanıklığın belirlenmesinde rol oynayan gözaltına alma, yakalama ve tutuklama gibi hukuki kavram ve kurumlara değinilmiştir. Yanı sıra, suça teşebbüs ile bilme ve ayırt etme gücüne sahip olma konuları ele alınmış, yaş küçüklüğüne ilişkin hukuki düzenlemelere yer verilmiştir.
Kaynakça
Aslan, B. (2014). Ceza Hukukunda Yaş Küçüklüğü (3. bs). Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Dural, M., & Sarı, S. (2013). Türk Özel Hukuku Cilt I. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Hatemi, H., & Kalkan Oğuztürk, B. (2013). Kişiler Hukuku. İstanbul: Vedat Kitapçılık.
Işıktaç, Y. (2020). Adalet Psikolojisi (3. bs). İstanbul: Sümer Kitabevi.
İçel, K., Sokullu-Akıncı, F., Özgenç, İ., Sözüer, A., Mahmutoğlu, F. S., & Ünver, Y. (2004). Suç Teorisi—2. Kitap (3. bs). İstanbul: Beta Yayınevi.
Koca, M., & Üzülmez, İ. (2018). Türk Ceza Hukuku: Genel Hükümler (11. bs). Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Oğuzman, M. K., Seliçi, Ö., & Özdemir, S. O. (2012). Kişiler Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Özgenç, İ. (1993). “Kusur Yargısı ve Yaş Küçüklüğü”. Facultatis Decima Anniversaria, 251-275. İstanbul.
Pekin Kuralları (1985). (Erişim: https://cocukhaklari.barobirlik.org.tr/dokuman/mevzuat_uakararlar/cocukadaletsistemininuygulanmasi.pdf, 12.10.2022)
Özgenç, İ. (2018). Türk Ceza Hukuku: Genel Hükümler (14. bs). Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Sözüer, A. (2011). Prof. Dr. Dr. H.c. Mult. Hans-Heinrich Jescheck’in Türk Ceza Hukuku Reformuna Katkıları. Risk Altındaki Global Dünya Toplumu ve Ceza Hukuku (Prof. Dr. Dr. h.c. mult. Hans-Heinrich Jescheck Onuruna 27-29 Eylül 2009 Tarihlerinde İstanbul’da Düzenlenen Uluslararası Kolokyum Kitabı, 243-271. İstanbul.
Taylor, S. E., Peplau, L. A., & O’Sears, D. (2007). Sosyal Psikoloji (A. Dönmez, Çev.). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Yenisey, F. (1993). Çocuk ve Küçük Sanıkların Muhakemesinde Yeni Eğilimler ve İnsan Hakları Sorunu. Facultatis Decima Anniversaria, 277-283. İstanbul.
Yıldız, E., & Gürsoy, S. (2010). Türk Vesayet Hukuku Yargılama Usulü ve Esasları. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdaki şıklardan hangisi sanığın tanımıdır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Suç şüphesi nedeni ile gözaltına alınan kişiye denir.
(B) Suçlu olup olmadığı henüz kesin olarak bilinmeyen ancak kuvvetli suç şüphesi nedeni ile yargılama süreci içinde bulunan kişiye denir.
(C) Kuvvetli suç şüphesi nedeni ile gözlem altında tutulan kişiye denir.
(D) Mahkemece suçu sabit görülüp cezaya mahkûm edilen kişiye denir.
(E) Gördüğünü ve bildiğini anlatan, bilgi veren kimseye denir.
Cevap-1 :
Suçlu olup olmadığı henüz kesin olarak bilinmeyen ancak kuvvetli suç şüphesi nedeni ile yargılama süreci içinde bulunan kişiye denir.
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi tutuklama için sanıkta aranan gerekli şartlardan değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hakimin kararı
(B) Suç işlediğine dair kuvvetli şüphe bulunması
(C) Kaçma tehlikesinin bulunması
(D) Delilleri karartma şüphesi bulunması
(E) Muhakeme faaliyetlerine katılanlara baskı kurması
Cevap-2 :
Hakimin kararı
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangisi suça teşebbüs hallerine ilişkin yanlış bir bilgidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) İlk kez 15. yüzyılda İtalyan hukukçular tarafından değerlendirilmiştir.
(B) Suça teşebbüste sanık suçu tamamlamak kastıyla eyleme başlamıştır.
(C) Kanun koyucu eksik ve tam teşebbüs ayrımından vazgeçmiştir.
(D) Teşebbüs hali şuur ile ilişkilendirilerek adalet psikolojisi çalışma alanına girebilir
(E) Fail suça elverişli eyleme başlamış ve kendi iradesiyle eylemi sonlandırmıştır.
Cevap-3 :
Fail suça elverişli eyleme başlamış ve kendi iradesiyle eylemi sonlandırmıştır.
Soru-4 :
Aşağıdaki yaş gruplarından hangisine dahil olan çocukların işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamaması ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişmemiş olması halinde ceza sorumlulukları yoktur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) 9-12
(B) 9-15
(C) 12-15
(D) 9-18
(E) 12-18
Cevap-4 :
12-15
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi Medeni Hukuk alanında ayırt etme gücüne ilişkin özel düzenlemelerden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Evlat edinme
(B) Kefalet
(C) Din seçme
(D) Suç işleme
(E) Evlenme yasağı
Cevap-5 :
Suç işleme
Soru-6 :
İsnad yeteneği anlamına gelen raporda hangi hususlar göz önünde bulundurulur?
I – Herhangi bir zeka geriliğinin olup olmadığı
II – Çocukluk dönemi psikiyatrik sendromların bir belirtisinin olup olmadığı
III – Söz konusu olayda herhangi bir psikopatalojik öğenin bulunup bulunmadığı
IV – Olay tarihinde gerçek yaşının ne olduğu
V – Olayın savunma ve tartışmasını yapıp yapmadığı
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) I - IV
(C) I – II - IV
(D) II – III - V
(E) Hepsi
Cevap-6 :
Hepsi
Soru-7 :
Ceza muhakemesi hukukumuza göre kimler yakalama yapabilir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Polis
(B) Cumhuriyet Savcısı
(C) Hâkim
(D) Jandarma
(E) Herkes
Cevap-7 :
Herkes
Soru-8 :
Bir olguyu/eylemi suç hâline getirmek ve suç olmaktan çıkarmak aşağıdakilerden hangisinin belirleyeceği bir hukuki edimdir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hâkim
(B) Yasa koyucu
(C) Cumhuriyet Savcısı
(D) Yargı erki
(E) Yürütme erki
Cevap-8 :
Yasa koyucu
Soru-9 :
Çocuklara ilişkin davalarda sosyal araştırma raporları sayesinde yetkili makamların çocuğun sosyal ve ailevi geçmişi, okul durumu, eğitim deneyleri gibi konularda bilgi sahibi olmasına ilişkin düzenleme aşağıdaki uluslararası belgelerden hangisinde yer almaktadır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Bangelor Yargı Etiği Kuralları
(B) Viyana Sözleşmesi
(C) Pekin Kuralları
(D) Helsinki Senedi
(E) Engelli Kişilerin Haklarına Dair Uluslararası Sözleşme
Cevap-9 :
Pekin Kuralları
Soru-10 :
Aşağıdakilerden hangisi, sanık psikolojisinde sorumluluğun saptanması açısından özel durumlar arasında yer almaktadır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yakalanma
(B) Tutuklanma
(C) Yargılanma
(D) Akıl hastalığı
(E) Kaçma 
Cevap-10 :
Akıl hastalığı
6. SUÇLU PROFİLİ ANALİZİ
Birlikte Düşünelim
1. Profil çıkarmak ne demektir? Suç profili oluşturmada neler dikkate alınabilir?
2. Sorgu ile amaçlananlar neler olabilir?
3. 5N1K (Beş N, Bir K)’nın açılımı nedir; sorgulama açısından anlamı ve önemi ne olabilir?
4. Cinayet suçundan sanık olan bir kişiye, suçunu bu susretle itiraf edeceği bilinse bile, sorgusunda işkence yapılabilir mi?
5. Hukuk devleti ile sorgulama uygulamaları arasında nasıl bir ilişki vardır ya da olmalıdır?
Giriş
Suçlu profili çıkartma, suçun işlendiği ortam, kurbanın durumu ve suç tipi var olan delillerin en ince ayrıntısına kadar ele alınıp değerlendirilmesini içerir. Suçlu profili çıkarmanın ilk örnekleri 1956 yılında New York'ta Dr. Brussel'ın suçlunun mektupları üzerinde yapılan çalışmalarla başlamıştır. 1970'li yıllardan sonra da sistematik suç profili oluşturma çalışmaları başlamıştır.       
6.1. Suçlu Profili Analizine Giriş
Psikoloji alanında başarı ile uygulanan kişilik profili çıkarma yöntemleri yararlı görüldüğü için suçlu profili çıkarmada kullanılmaktadır. Deneysel psikoloji alanında etkin deneyler için kullanılmış olan şekiller ve öykü alma yöntemi ile kişilerin karakter özellikleri saptanmaktadır[26].
Suç profili daha çok konunun uzmanı olan tecrübeli kişilerce yapılmaktadır. Ancak her uzmanın tutumu farklılıklar gösterebilir. Bazı hususların özel olarak araştırılması gerekebilir. Bunları şu başlıklar altında sıralayabiliriz.
Suçlunun;
- Özellikleri ve yaşam hikâyesi,
- Olay anındaki ruhsal ve fiziksel durumu,
- Daha önceden işlemiş olduğu suçların araştırılması,
- Davranışının tahmin edilmesi,
- Tehdit oluşu (eyleminin tehlikeli olma derecesi) ve
- Önceki istatistiklerle söz konusu davranışların bağlantısıdır.
Bir suç profili çıkarılabilmesi için şu bilgiler aranır;
- Öncelikle elde edilebilecek tüm deliller bir araya getirilir. (suçun mevcudiyeti)
- Suçun yasal tipi saptanır. (suçun konusu)
- Suçun deliller göz önünde tutularak yeniden oluşturulması (suçun sanal tekrarı – modus operandi)
- Suçlunun profili
Suçlunun fiziksel özellikleri;
- Yaşı, fiziksel görünümü, imkânları, hastalıkları, bağımlılıkları, alışkanlıkları
- Mesleki durumu, sosyoekonomik pozisyonu
- Önceki mahkûmiyetleri
Suçun sanal tekrarı
- Araç kullanımı var ise suçun işlenebilmesine uygunluğu, iz ve emare değerlendirmesi (çalışır durumda, olup olmama vb.),
- Olay yeri fotoğrafları, video vb. görsel materyal araştırması,
- Suçun işlenilebilirliği, kaza veya mağdurun sebebiyet verme olanaklarının değerlendirilmesi,
- Her türlü tıbbi rapor veya otopsi raporları,
- Organizasyon olup olmadığı, yardım veya yataklık faaliyetleri, müşterek faillik hâlleri veya bu hâllerin olayın nitelendirilmesinden ayrı tutulması.

Yeniden suç işleme oranlarının genç suçlularda daha yüksek olması, erken yaşlardaki suç eğiliminin daha kalıcı nitelik taşıması ile açıklanabilir. Ayrıca olumsuz cezaevi koşulları yargılama süreci ve damgalama da genç insanları daha derinden etkilemektedir.
Bu genel nitelikteki değerlendirmelere ek olarak kadınlara oranla erkeklerin, genç yaşta suç işlemeye başlayanların, mala karşı suç işlemiş olanların, daha önce suç işlemiş olanların yeniden suç işleme olasılıklarının yüksek olduğu görülmektedir.
Anti-sosyal davranış eğilimi, aileden ve eğitim ortamındaki olumsuzluklar, zekâ eksikliği ve klinik bozukluklar ile madde bağımlılarının mükerrer suç işledikleri ancak özellikle dinamik değişkenler esas alınarak bu gibi kişilerin suç kariyerinin değiştirilmesi imkânlarının da bulunduğu üzerinde durmak gerekir.
6.2. Sorgulama ve İfade Alma
Suçun birinci dereceden tanığı olarak suçlanan kişinin olayla ilgili bilgi ve düşünceleri hiç kuşkusuz son derece önemlidir. Ayrıca mantıksal olarak eylemde bulunanın eylem hakkında düşündüklerini bilerek olayı aydınlatmaya çalışmak yöntem olarak da uygundur. O nedenle “sen mi yaptın” sorusu tarihsel olarak da öncelenmiştir. Bu, bir kişinin ithâm edilmesidir.
İnsanlık tarihi, suç takibine ilişkin ilk yaklaşımın “İthâm Sistemi” olduğunu göstermektedir. Sürecin başlangıcında sanığa yöneltilen suç karşısında diyeceği olup olmadığı sorulurdu. Suçlama aynı zamanda davanın başlanmasını da sağlayan bir şeydir. Dava kamuya açık ve hakkında suçlama bulunan kişinin de huzurunda yapılırdı. İtham sisteminin bir başka özelliği de tarafların eşitliğidir.
Ortaçağ’la birlikte bu usulün bırakılarak suçlamayı resmi temsil yetkisi olan bir kişinin yaptığı yeni bir yönteme geçilmiştir. Hâkim hem suçlamada bulunuyor ve hem de olayı araştırıp aydınlatmakla görevli sayılıyordu. Yargılama usulü zaman içinde gelişerek ve değişerek gizli ve yazılı hâle gelmiştir. İtiraf hâlen bu sistem için de en geçerli delillerden birisidir (Centel & Zafer, 2010, s. 79 vd). Bu nedenle de itirafı elde edilmesi için her türlü yöntemin kullanıldığı karanlık bir dönemde girilmiş oldu. Ortaçağ Avrupası’nda kilisenin etkinliğinde işlev gören “engizisyon” yargılamalarını bu tür yöntemin tipik örneği olarak gösterebiliriz.
Modern muhakeme sistemleri ise giderek detaylanan ve insan hakları bağlamında şekillenen sorgulamaya dayalı bir yöntemi benimsemiştir. Sorgu tarihsel bağlamda da ele alındığında en önemli delil elde etme araçlarından birisidir. Ancak yöntem olarak sorgulamanın her devlet ve toplumsal yapıda kendine özgü bir gelişme çizgisi vardır. Sorgunun ilk amacı bilgi elde etme ve buna bağlı olarak maddî gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bir sorgulama sürecinin başarılı olması demek yer ve duruma göre en uygun yöntemin kullanılması demektir (Cengiz, Demirağ, Ergül, McBride, & Tezcan, 2008, s. 9 vd).
Hukuksal açıdan sorgunun yanında başvurulan iki ayrı yöntem daha vardır. Bunlar, bilgi alma ve ifade almadır.
Bilgi Alma: Bir suçun tespiti veya aydınlatılmasına yönelik olarak, müşteki ve suçtan zarar gören ile suç işleme şüphesi altında bulunmayan diğer kişilerin dinlenmesi ve tutanağa geçirilmesi işlemidir.
İfade Alma: Şüphelinin, kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi işlemidir. İfade alma sorgudan farklıdır. Kolluk ve savcının, kendisine isnat edilen eylem bakımından sanığın dinlenmesine “ifade alma” denilir. Sanık eğer hâkim tarafından dinleniyorsa o zaman “sorgu” olur. Yani muhakeme sırasında işlem iki farklı makam tarafından gerçekleştirilmektedir. Şüphelinin kolluk görevlileri veya cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesi ifade almadır (Centel & Zafer, 2010, s. 79).
CMK m.147’ye göre sorgu ve ifade almada şu sıralama izlenir;
- Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
- Kendisine yüklenen suç anlatılır.
- Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.
- CMK m.95 hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından tercih ettiği kişiye, yakalandığı derhâl bildirilir.
- Yükletilen suç hakkında açıklamada bulunmama hakkının olduğu söylenir.
- Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüpheleri ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürme olanağı tanınır.
- İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
- İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkânlardan faydalanılır.
- İfade tutanağa bağlanır.
Tutanakta ise şu hususlar yer alır;
- İşlemin yapıldığı yer ve tarih,
- Hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
- Yukarıda sayılan işlemler usulüne göre yapıldıysa bunun, eğer bir eksiklik varsa o eksikliğin belirtilerek imza altına alınması gerekir.
- Tutanak içeriği, ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunup imzalanır. İmzadan çekinen var ise, bunun da nedenleri belirtilmelidir.
İfadesi alınacak veya sorgusu yapılacak kişi davetiyeyle çağrılır; çağrılma nedeni açıkça belirtilir; gelmezse zorla getirilir (CMK m.145).
Sorgulama:
Sorgulamanın iki farklı fonksiyonu vardır. Bu bağlamda şüpheli ve sanık bakımından ifade ve sorgu hem bir yükümlülük, hem de bir haktır.
Dolayısıyla burada amaç;
- Olayın aydınlatılması
- Sanığın savunmasına hizmet etmektir.
Aslında burada ele alınmış olan bu iki fonksiyonun iki farklı menfaat alanı ile ilişkisi olduğu açıktır. Bu nedenle sorgulamanın yapısal olarak zorluk taşıdığını belirtmeliyiz. Bu nedenle sorgulama bazı ön-koşullara bağlanmıştır (Centel & Zafer, 2010, s. 80).
Sanığın ne ile suçlandığını bilmesi, etki altında bırakılmaması soruları kendi cephesinden ve kendi sözleriyle tasvir edebilmesi fırsatları öncelikle tanımlanmalıdır.
Ayrıca sorgulama sanığa yönelik değil, olayın aydınlatılmasına yönelik olmalıdır. Çünkü böyle yapıldığında, kovuşturma makamları, muhakeme sonrasında verecekleri kararları için sağlam bir delile sahip olabilirler (Demirbaş, 2013, s. 42 vd).
Fonksiyonel olarak sorgu “suç şüphesi altında bulunan kişinin, devlet adına faaliyette bulunan kişi tarafından, kovuşturma konusunu oluşturan fiil ve bununla ilgili muhakeme açısından önemli olacak konular hakkında bilgi vermesini sağlama faaliyetidir.” Bu nedenle de bilgisine başvurma ve ifade almadan farklıdır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi sorgu sadece suç şüphesi altında bulunan kişi ile ilgilidir. Usulleri birbirine benzemekle birlikte her suç sürecinde bu tür faaliyetlerin de geniş anlamda sorgu olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Sorgulama süreci adil yargılanma hakkı açısından da özel önem taşır. Maddî gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılan delil toplama faaliyeti, özellikle insan haklarına uygun bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Sorgulama sırasında usulüne uygun olarak toplanmamış bilgiler de savunma hakkının ihlâli olarak değerlendirilerek delil yasakları kapsamında ele alınır (Cengiz vd., 2008, s. 13 vd).
Sorgulama işleminin delil toplama faaliyeti olması dışında bir başka fonksiyonu ise sanık için savunma imkânı sağlamasıdır. Sanık statüsündeki kişilerin yargıç önünde kendisine yöneltilen hususları ve eklemek istediklerini serbestçe anlatabilmesi CMK m.147’de açıkça düzenlenmiştir. Bu madde sorgunun başlangıcında sanığa yüklenen suç kendisine açıklandıktan sonra, cevap vermek isteyip istemediğinin sorulmasından başlayarak, bu konuda susma hakkı olduğu ve kendisini hiçbir baskı altında hissetmeden ifade edebileceği hususlarını düzenlemiştir. Çocuklar ve tecavüz mağduru olanların sorguya çekilmesinde bazı özel hassasiyetler beklenir. Yasa da bu hâllerde kişinin daha fazla mağdur olmaması için gerekli tedbirlerin alınacağını belirtmiştir. Tedbirlerin neler olduğu, durumun gereği dikkate alınarak, sanık lehine olacak şekilde sorgu makamı tarafından belirlenir (Demirbaş, 2013, s. 12 vd).
Soruşturmaya ilişkin değerlendirmede hangi soruşturma yöntemi kullanılmış olursa olsun özel olarak şu hususlara da işaret etmek gerekir;
Heyecan içinde yapılan beyanlar, can çekişmekte olan kişinin beyanı ve bu beyanın nasıl anlaşıldığı, daha önce verdiği beyanlar açısından şüphe bulunan kişiler, sabıkalılar, yalancı olarak bilinenler, önyargı, inanırlığı etkileyen fiziksel veya akli özre rağmen bulunulan beyanlar ayrı bir dikkatle ele alınmalıdır.
6.2.1. Sorgulama Çeşitleri
6.2.1.1. Doğrudan Sorgu
Doğrudan sorgu sistemi sanığa sorulan sorular aracılığıyla söz konusu suçu işleyip işlemediği hakkında yapılan araştırmadır. En basit sorgulama yöntemi olarak, sanığa öncelikle doğrudan sorgu yapılır. Doğrudan sorgu iddia ve savunma makamlarının tanık veya sanığa yaptıkları sorgudur. Doğrudan sorgu aracılığıyla sorular sorularak olaya veya tanıklara ilişkin bilgisi ve varsa çelişkileri ortaya çıkarılır. Doğrudan sorgunun başarısı uygun soruların sorulmasıyla ilgilidir. Bunun için genellikle açık uçlu dediğimiz evet ya da hayır cevaplarının yeterli olmadığı sorular sorulur. Böylece sorgulanan kişi olaya ilişkin detaylar vererek olayın daha iyi anlaşılmasına hizmet etmiş olur.
Doğrudan sorgulamada soru sorma biçimi kadar sorgulama ortamı ve cevap vermeye teşvik edici hâl ve tarz içerisinde olmak da önemlidir. Doğrudan soru sormada gergin ve saldırgan tutumlar alınmaz. Göz teması ve beden dilinin başarılı kullanılması teşvik edici olma da sorgulamayı olumlu yönde etkiler.
Doğrudan sorguda iki konu üzerinde durulur;
İlki olayın kurgusunun belirli bir kronolojik çerçevede ortaya konmasıdır. Diğeri ise sorgulananı yönlendirmemektir.
Kronolojik değerlendirme, ne, nerede, nasıl, niçin, ne zaman ve kim sorularını kapsayacaktır.
Klasik olarak şu aşamalara dikkat etmek gerekir,
- Mağdurun geçmişi ile ilgili sorular
- Olay yerine ilişkin sorular
- Fiilin tanımı ile ilgili sorular
- Mağdurun tanımlanması ile ilgili sorular
- Sanığın tanımlanması ile ilgili sorular
- Failin teşhisi ile ilgili sorular
- Olayın ortaya konuşu ile ilgili sorular
- Yüz yüze teşhis ile ilgili sorular
Bu sıralamadaki mantık şahıstan başlayarak olay yeri, olay, olaya muhatap olan, tüm bunlara ilişkin değerlendirme ve tanımlama şeklinde bir bütünlük arz eder (Çolak, 2007, s. 41 vd).
İkinci olarak belirtmiş olduğumuz yönlendirici olmama konusunda ise özellikle dikkatli olmak gerekir. Doğrudan sorguda asıl önemli olan sorgusu yapılan kişinin olaya ilişkin ifadeleridir. Sorgulananın olayı yaşadığı gibi anlatmasını temin etmek gerekir. Oysa biraz aşağıda ele alacağımız çapraz sorgulamada tanığın ifadesinin zayıf noktaları ve boşlukları üzerinde durularak ifadenin güvenilirliği araştırılır; yani amaç farklılaşmıştır (Demirbaş, 2013, s. 260 vd)[27].
6.2.1.2. Çapraz Sorgu
Muhakemenin amacı her yerde ve her sistemde maddî gerçeğin ortaya çıkarılması ve uyuşmazlıkların sona erdirilmesidir. Tarihi gelişim içinde ceza muhakemesi hukuku sanığı cezalandırmak, sanığı korumak ve gerçeği araştırmak amaçlarını merkeze almıştır. İlk yaklaşımda toplumun korunması, ikinci anlayışta ise bireyin korunması esastır. Günümüzde ise ceza muhakemesi hukuku, bir yandan suç işleyenleri mutlaka cezalandırmakla toplumun yararını diğer yandan da suçsuzların cezalandırılmasını önleyerek bireyi korumak amacına yönelmiştir. Bu bir denge arayışıdır ve ancak gerçeğin anlaşılması ve uygun usullerin kullanılması ile ortaya çıkabilir. Ceza muhakemesi hukuku yapısı gereği “maddî gerçeğin” şüpheye yer vermeyecek bir biçimde ortaya çıkarılmasını ana hedef yapmıştır. Kıta Avrupası muhakeme modeli ile Anglo-Sakson muhakeme modelleri doğrudan sorgu ve çapraz sorgulama usullerinin bir arada uygulanması açısından giderek birbirine benzemeye başlamıştır. Özellikle çapraz sorgu usulü açısından bizim sistemimiz de yeni bir olanağa kavuşmuş oldu (Demirbaş, 2013, s. 267 vd).


Çapraz sorgu doğrudan sorgudan bazı açılardan farklılıklar içeren bir tekniktir. Anglo-Sakson uygulamasında kullanılan bu yöntem zaman içinde gösterdiği başarı dolayısıyla diğer ülkelerce de benimsenmiştir.
Kısaca tanımlamak gerekirse, çapraz sorgu;
“Tanıkların ve bilirkişilerin, iddia ve savunma makamı tarafından, hâkim aracılığı olmaksızın ancak hâkimin denetiminde ve huzurunda sorgulanmasıdır.”
 Çapraz sorgunun amacı tarafların karşılıklı olarak sordukları sorularla ifadeleri denetleme olanağıdır. Daha teknik bir tanım olarak sorgu, Anglo-Sakson yargılama sistemi, tarafların kendi tanıklarından kendi doğrularını almayı hedefledikleri ve kendi doğrularını tanıklarını kullanarak jüri önünde vurguladıkları bir yöntemle çalışır (Çolak, 2007, s. 55)[28].
Karşı tarafın avukatının tanığı sıkıştırıcı, olaya ilişkin ipuçlarını ortaya dökmeye zorlayan, tanığın taraf tutması için sebepler bulunduğunu düşündüren yönlendirici sorular sorulmasıyla gerçek olayı aydınlatılma çabası merkeze alındığı için doğrudan sorgu yönteminden farklı bir yol izlenir. Tutarlılık ya da tutarsızlığın belirlenmesi ana eksendir (Hakeri & Ünver, 2012, s. 97 vd).
Bu yöntem yeni ceza yasamız ile sınırlı da olsa uygulamamıza girmiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda m.201 ile doğrudan sorgulamanın onu takip eden m.215 ve m.216 ile bir ölçüde çapraz sorgunun düzenlendiğini görüyoruz. 215. ve 216. maddelerin kenar başlığında çapraz sorgu terimi yer almaz. Ancak madde metninde yer alan “denetleyici özellik” teriminin doğrudan çapraz sorguyla ilgili olduğu ileri sürülebilir. Uygulamada tanık dinlendikten sonra diğer tarafın tanığa soru sorma hakkı çapraz sorgu olarak nitelendirilebilir. Çapraz sorgulamanın amacı tanığın doğruyu söyleyip söylemediğinin anlaşılmasıdır. Çapraz sorgu aracılığıyla yargıcın yargılama sürecindeki hatalı ve zayıf noktaları fark etmesi sağlanmış olur.
Türk hukuk sistemi açısından Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklikler tamamıyla bir çapraz sorgu sistemini getirmemekle beraber önemli bir başlangıç noktası öngördüğünü belirtebiliriz. Uygulamada sanığa, tanığa, bilirkişiye ve kanunda belirtilen diğer kişilere yönelik doğrudan soru sorma alışkanlıkları geliştikçe kurum olarak çapraz sorgulamanın etkisi de genişleyecektir. Çapraz sorgu soru sorma hakkı ve taraflarca sorulan soruların kabulü konusunda karar verme yeteneğini korumuştur.
Doğrudan sorgu ve çapraz sorgu kimler tarafından yapılır?
 Daha önce de değinmiş olduğumuz 5271 sayılı CMK m.201;
“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat, sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler.”
 Yani;
- Sanık
- Katılan
- Tanık
- Bilirkişi
- Duruşmaya çağrılan diğer kişilere soru sorulabilir.
Bu soru sormayı kimlerin yapacağının ise yine m.201/2’de sayıldığını görüyoruz. Buna göre;
- Mahkeme başkanı ya da hâkim
- Heyet hâlinde görev yapan mahkemelerde heyeti oluşturan hâkimler,
- Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla avukat soru sorabilir.
Çapraz sorgu ile ilgili CMK’nın ilgili madde metinleri şöyledir;
Doğrudan Soru Yöneltme
Madde 201 - (1) Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.
(2) Heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler, birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Madde 215 - (1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.
Delillerin Tartışılması
Madde 216 - (1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.
 Doğrudan ve çapraz sorgulama yapılacak durumlarda hâkimin dosya hakkında önceden hazırlık yapması gerekmez. Ancak çapraz sorgunun yapısından kaynaklanan güçlükler nedeniyle hâkimin tanıkların hırpalanmasını önleme görevi vardır.
Çapraz sorgu yönteminde dört aşama olduğundan söz edilebilir. Bunlar sırasıyla şöyle belirtilir;
6.2.1.2.1. Çapraz Sorguda İlk Aşama
Çapraz sorgu tarafların kendi tanıklarına soru sorması aşamasıdır. Türk hukuk uygulamasına da çapraz sorgunun kabulü ile geçen bu durumda hâkim aracılığı ile değil taraf doğrudan tanığa soru yöneltebilmektedir. Bu aşama “doğrudan soru sorma” aşaması olarak da isimlendirilmektedir. Yönlendirici soru sorulamaz. Çünkü taraf ve getirdiği tanık arasında yakın ilişki vardır.
6.2.1.2.2. İkinci Aşama
Bu aşamada diğer tarafın tanığı sorgulanmaktadır. Hâkimin aracılığı olmaksızın yapılan bu sorgulama asıl çapraz sorgulamadır. Tanık ve verdiği bilgilerin güvenilirliği sınanır. Yönlendirici soru sorulabilir. Çünkü karşı taraf ile tanık arasında işbirliği yoktur. Adil yargılanma süreci açısından yanıltıcı soru sormak yasaktır.
6.2.1.2.3. Üçüncü Aşama
Çapraz sorgunun yapıldığı ikinci aşamadan sonra tanığın yeniden sorgulanması üçüncü aşamadır. Üçüncü aşama ile, karşı tarafın doğrudan sorduğu sorular neticesiyle ortaya çıkan bir belirsizlik varsa bu hususların aydınlatılması gerçekleştirilir. Böylece belirsizlikler arasında bağlantı kurulmuş olur.
6.2.1.2.4. Dördüncü Aşama
Dördüncü aşamaya geçilmesi önemli bir ceza usul hukuku ilkesi olan silahların eşitliği ilkesinin gereğidir. Dördüncü aşamaya ancak karşı taraf isterse veya ihtiyaç olursa başvurulabilir. Uygulama zorunluluğu yoktur.
6.2.1.2.5. Çapraz Sorgunun Uygulanması
Her aşamada önce iddia makamı sonra savunma makamı soruları sorar. Bu mantıksal açıdan da uygundur, iddiaların çözümlenmesi davanın da çözümlenmesi anlamına gelir.
 Çapraz sorguda temel amaç tanığın doğru söyleyip söylemediğini anlamaktır, bu nedenle de soru sorma biçimleri farklılaşır. Sorular algılama, hafıza ve samimiyetin anlaşılmasına yöneliktir (Read, 2014, s. 24 vd).
 Algılama yeteneği ile ilgili olarak sanığın beş duyu organı ve kapasitesi anlaşılmaya çalışılır. Örneğin görme bozukluğu varsa, hava sisli ise, ışık durumu zorluk yaratıyor ise gerçekten kişinin gördüğünün ne olduğu ifade biçimi değerini koruyabilir veya koruyamaz.
 İkinci olarak hafıza açısından sorgulama ile olayın aydınlatılması açısından bilgiler sınanır. Bu aşamada olayın üzerinden geçen süre, kişinin yaşı, olayın aynı zamanda mağduru olması gibi etkenler göz önünde tutularak gerçek aydınlatılmaya çalışılır. Burada mağdurluk olay sırasında şokta olma açısından incelenmelidir.
 Üçüncü olarak samimiyet açsısından değerlendirme yapılır. Örneğin söz konusu olayın aynı zamanda mağduru ise taraf tutabilir veya tarafsızlığını etkileyecek başkaca nedenler olabilir.
Tüm bunlar yapılırken gereğinden fazla soru sorulmaması prensibi de geçerlidir, çünkü; ifadelerdeki başlıkların ortaya çıkarılması veya ifadedeki şüphenin izleyenlere hissettirilmesi çapraz sorgu için yeterlidir.
Çapraz sorgulamada şu hususlar üzerinde özel olarak durulmalıdır;
a) Açık uçlu sorular sorulmamalıdır.
b) Gereğinden fazla soru sorulmamalıdır.
c) Cevabı bilinmeyen sorular sorulmamalıdır.
d) Tanığı sınama teknikleri kullanılmalıdır. (Biraz yukarıda söz ettiğimiz algılama, hafıza ve samimiyet testlerine tabi tutma örneklerinde olduğu gibi)
e) Beyanlar arasındaki tutarsızlık ortaya konulmalıdır.
f) Tanığın önyargıları ifadesinin sorunlu olmasına yol açacağından, ön yargılı olduğunu gösterir sorular önemlidir.
g) Tanığın güvenilirliğini sarsmak (Örneğin daha önceki mahkûmiyetleri, ifade tutarsızlıkları, tereddütleri). Önceki mahkûmiyetler Kıta Avrupası hukuku açısından sorunlu olabilir, bu uygulama daha çok A.B.D. uygulamasıdır.
h) Tanığın kötü davranış ve itibarsızlıkları üzerinde durma, bu iki hâlde istismar edilmeye müsait olduğu için ve özel hayat yasakları dolayısıyla uygulamada soruşturmanın selametine çok zarar getirebilmektedir.
i) Psikiyatrik sorunlar tanığın güvenilirliği açısından önem taşıdığı için çapraz sorguda dikkate alınır.
j) Madde bağımlılığı veya alkol kullanımı da tanıklık açısından sorun yaratabileceği için çapraz sorgu açısından üstünde durulan bir husustur.
Çapraz sorguya ilişkin son olarak uygulama açısından bazı durumları özel olarak belirtmekle yetinelim;
CMK m.191/3 kapsamında duruşmada sanığın açık kimliği saptanır, kişisel durumu hakkında bilgi alınır. İddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır. Kendisine yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmayabileceği, bu konunun yasal hakkı olduğu kendisine hatırlatılır. Sanık açıklamaya hazır olduğunu bildirdiğinde sorgulamaya geçilir. Burada CMK m.201’de sayılan kişilerin sorgu sırasında karşılaşacakları bir sorun olarak, mahkeme başkanının katılan vekili veya cumhuriyet savcısı veya müdafi ilgili kişilere soru sorarken araya girip doğrudan soru sorup soramayacağıdır. Bu husus tartışmalıdır. Ancak yasanın mantığı açısından tarafların soru sorma sürecini tamamlamasından sonra hâkim eksik kalan yönlerle ilgili soru sorabilmelidir. Hâkimler heyet hâlinde ise de aynı şekilde hareket etmek gerekir. Sanık ve katılanların soru sorma biçimi ise farklıdır. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı gibi mahkeme başkanı veya hâkimler aracılığıyla soru yöneltebileceklerdir. Tarafları temsil eden birden fazla avukat varsa bu durumda her birisi için sorgulama sürecinin tekrarlanması usul ekonomisi açısından tartışma yaratmaktadır. Burada asıl önemli olan aynı soruların tekrarı nedeniyle sorun yaşanabileceğidir. Bu nedenle avukatların konuya ilişkin farklı sorular yöneltebilmesi büyük bir sakınca yaratmaz (Çolak, 2007, s. 84). Mahkeme başkanı ya da hâkimin CMK m.203 gereğince duruşma düzenini sağlama yetkisi vardır. Bu kapsamda savunma hakkının kullanılmasını engellememek koşuluyla duruşma disiplinini bozan kişilerin salondan çıkarılması da dahil çeşitli tedbirleri uygulayabilir. Burada temel sınırı adil yargılanma hakkının zedelenmemesi koşulu oluşturur.
6.3. Doğrudan ve Çapraz Sorgulama Yöntemlerinin Farkı
Ana hatları ile ele alınmış olan doğrudan ve çapraz sorgulama uygulamalarının farklılıklarını ise tüm bu açıklamalar göz önünde bulundurularak şu şekilde sıralayabiliriz.
Doğrudan Sorgu ve Çapraz Sorgu Arasındaki Farklılıklar:
1. Doğrudan sorguda tanığın beyanda bulunması esastır, amaç olayın aydınlatılmasıdır. Çapraz sorguda ise sorgulama daha serttir. Sanığın gerçeği söylemesini temin etmek için açık uçlu sorular sorulmamalı ve aynı soru farklı biçimlerde sorularak çelişkilere ulaşılmaya çalışılmalıdır.
2. Çapraz sorguda bir başka hedef yargıcın ifadelerdeki zayıf ve hatalı yerleri fark etmesini sağlamaktır. Çapraz sorgu daha deneyimli olmayı gerektirir. Doğrudan sorgu tanığın açıklamaları için ortam sağlanarak rahatlaması esas alınarak yapılan sorgudur. Çapraz sorguda ise boşluklara ulaşılmaya çalışıldığı için psikolojik baskı uygulanabilir. Çapraz sorgucunun düşebileceği en önemli hata doğrudan sorguya ilişkin soruların tekrarına düşmektir. Bu nedenle çapraz sorguda ikincil sorular öncelenir (Çolak, 2007, s. 84 vd).
6.4. İfade Alma ve Sorguda Yasak Usuller
Sanığın hukuksal durumu aslında haklar açısından son derece temel bir göstergesidir. Sanığın muhakeme sürecinin pasif bir objesi olarak ele alınmasından haklar sahibi bir süje olarak kabul edilmesine kadar geniş bir perspektif uygulamada ortaya çıkmaktadır.
Burada yapılacak değerlendirme devletin hukuk devleti olmayla mesafesini anlamak için kriter olarak kullanılabilecek kadar önemlidir. Siyasi değişikliklerin öncelikle sanık hakları açısından sonuç doğurması da bu nedenledir. Sanığın obje olmasından soruşturmanın konusu olması anlaşılır. Günümüzde de bu gereksinim bir vakıa olmakla birlikte sanık aynı zamanda bir muhakeme süjesidir. Sanığın süjeliği ile ilgili imkânlar usulünce davete icabet etmesi, hazır bulunması ve konuşmaya zorlanmaması vb. gibi haklarla zaman içinde kazanmıştır.
Sanık, hakları aracılığıyla, muhakeme sürecinin faal bir süjesi olabilmiştir. Bu faaliyet savunma hakkını ve susma hakkını kapsar. Örneğin Ortaçağ katı soruşturma usulünde her ne pahasına olursa olsun gerçeğin ortaya çıkarılması için sanığın konuşması veya konuşturulması gerekiyordu. Sanığa işkence ve diğer hukuka aykırı yöntemler uygulanması yasaktır. Sanığın ayrıca konuşma hakkı da vardır, yani Anayasanın m.36 gereği sanık için de anayasal hak arama özgürlüğü geçerlidir.
Sanık hakları hem kovuşturma hem de soruşturma evresinde geçerlidir. Bir kişinin soruşturulmasına yol açan şüphe suçlamanın başlangıç noktasını oluşturur. Muhtemel şüphenin yoğunlaşması eylemin takibini gerektirir. Ancak her şüphelinin mutlaka sanık olacağı anlamı da çıkarılmamalıdır. Ceza muhakemesi hukukunda şüpheli, soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişidir. Sanık ise kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar suç şüphesi altında bulunan kişidir.
6.5. İfade Alma
Suça katılan kişilere örneğin mağdur, tanık veya sanıklara kriminal taktik çerçevesinde planlanarak yönlendirilen görüşmedir (Demirbaş, 1996, s. 7 vd).
İfade alma gerçeğe ulaşma faaliyetidir. Bu nedenle ifadenin içeriği gerçeklikle uyuşmalıdır. İfade ve sorguya ilişkin koşullar tanığın dinlenmesinden farklıdır.
Burada özel olarak kişiliğe ilişkin ifade alma üzerinde durmak gerekir. Kişiliğe ilişkin ifade almada ailevi, maddî durum, eylemi gerçekleştirme kapasitesi, kusur ve cezanın belirlenmesinde önem taşıyabilecek tüm hususlar üzerinde durulur.
Şu sıralama da önemlidir;
- Açık kimlik bilgisi
- İfadesi alınan kişi gerçekten ifadesi alınması gereken kişi midir
- Soruşturma konusunun ifadesi alınanla ilişkisi
Bu sıralamada acaba ifadesi alınan kişi kimlik bilgileri hakkında da susma hakkını kullanabilecek midir? Bir şekilde kişi sussa da o kişi olduğuna dair bilgiye ulaşılıyorsa, şüphelinin kimliği veya fert olarak bilinmesi ile yetinmek gerekecektir.
Şüphelinin kimliği tespit edildikten sonra fakat haklarının öğretilmesinden önce ona isnat edilen fiil bildirilir. Sonra hakları öğretilir, yakalananın yakınlarından istediğine yakalandığı bildirilir, susma hakkı, delillerin ortaya konmasını talep hakkı söylenir. Daha sonra ifade tutanağa geçirilir.
CMK m. 148 ifade alma ve sorguda yasak usulleri belirtmiştir:
- Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal mücadeleler yapılamaz.
- Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.
- Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.
- Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. Ancak zorunlu müdafiliği gerektiren durumların mevcudiyeti hâlinde müdafii hazır bulunmaksızın alınan ifade, daha sonra mahkeme aşamasında doğrulansa dahi hiçbir şekilde hükme esas teşkil etmeyecektir.
Bölüm Özeti
Bu bölümde, suçlu profili analizi, analizin yapılma pratikleri ve özel olarak suç profili etkenleri üzerinde durularak konuya başlanılmıştır. Ardından, ifade ve sorgu pratiklerinin tanımları bazı detayları üzerinde durulmuştur.
Kaynakça
Aldemir, H. (2012). Yakalama, Gözaltına Alma, Tutuklama, Adli Kontrol: Hürriyeti Kısıtlayan Koruma Tedbirleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Cengiz, S., Demirağ, F., Ergül, T., McBride, J., & Tezcan, D. (2008). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Ceza Yargılaması Kurum ve Kavramları. Ankara: Şen Matbaa.
Centel, N., & Zafer, H. (2010). Ceza Muhakemesi Hukuku (7. bs). İstanbul: Beta Yayınevi.
Çolak, H. (2007). Çapraz Sorgu. Ankara: Vedat Kitapçılık.
Demirbaş, T. (1996). Sanığın Hazırlık Soruşturmasında İfadesinin Alınması. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi.
Demirbaş, T. (2013). Şüphelinin İfadesinin Alınması (3. bs). Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Hakeri, H., & Ünver, Y. (2012). Ceza Muhakemesi Hukuku Temel Bilgiler (7. bs). Ankara: Adalet Yayınevi.
Işıktaç, Y. (2020). Adalet Psikolojisi (3. bs). İstanbul: Sümer Kitabevi.
Read, F. T. (2014). Ceza Muhakemesinde Anlattırıcı Soru ve Çapraz Sorgu Teknikleri (2. bs; F. Yenisey & N. Ziyalar, Çev.). Ankara: Türkiye Barolar Birliği.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi suçun sanal tekrarında değerlendirilmeye tabi tutulmaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Olay yeri fotoğrafları
(B) İz ve emareler
(C) Kullanılan araç varsa bunun suç işlenmesine uygunluğu
(D) Tıbbi raporlar
(E) Sanığın tanıklıktan çekinmesi
Cevap-1 :
Sanığın tanıklıktan çekinmesi
Soru-2 :Aşağıdakilerden hangisi suç profilinin dinamik değişkenli etkenlerden biridir?


(A) Yaş
(B) Önceki mahkûmiyet (suçluluk geçmişi).
(C) Ailenin durumu
(D) Zihinsel kapasite
(E) Hiçbirisi


Soru-3 :Aşağıdakilerden hangisi suç profili etkenlerinden statik değişkenli etkenlerden biridir?


(A) Eğitim ve akran etkisi
(B) Demografik değişkenler
(C) Sosyal çevre
(D) Ailenin durumu
(E) Zihinsel kapasite


Soru-4 :Hukuki açıdan sorgu ve ifade almada aşağıdaki aşamalardan hangisi uygulanmaz?


(A) Kimlik saptama
(B) Yüklenilen suçu anlatma
(C) Tutuklama

(D) Tutanağa bağlama
(E) Kayıt alma


Soru-5 :Aşağıdakilerden hangisi doğrudan sorguda dikkat edilmesi gereken aşamalardan biri değildir?


(A) Mağdurun geçmişi ile ilgili sorular
(B) Olayın hukuki niteliğine dair sorular

(C) Olay yerine ilişkin sorular
(D) Failin teşhisi ile ilgili sorular
(E) Olayın ortaya konuşu ile ilgili sorular


Soru-6 :Çapraz sorguda aşağıdakilerden hangisine soru sorulamaz?


(A) Sanık
(B) Müdafi

(C) Tanık
(D) Duruşmaya çağrılan diğer kişiler
(E) Katılan


Soru-7 :
Aşağıdakilerden hangisi sorgulayıcı olamaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Mahkeme başkanı
(B) Hâkim
(C) Heyet hâlinde görev yapan mahkemelerde heyeti oluşturan hâkimler.
(D) Avukat
(E) Kolluk görevlisi
Cevap-7 :
Kolluk görevlisi
Soru-8 :
Doğrudan ve çapraz sorgulama yöntemleri ile ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Doğrudan sorguda olaya ilişkin detayların verilmesi ve böylece olayın daha iyi anlaşılması sağlanmaya çalışılır.
(B) Çapraz sorguda amaçlardan biri yargıcın ifadelerdeki zayıf ve hatalı yerleri fark
(C) etmesini sağlamaktır.
(D) Doğrudan sorgu gerginlik ve saldırganlık içermez.
(E) Doğrudan sorguyu yapacak kişinin çapraz sorguyu yapacak olana göre daha deneyimli olması gerekir.
Cevap-8 :
Doğrudan sorgu gerginlik ve saldırganlık içermez.
Soru-9 :
Aşağıdakilerden hangisi çapraz sorguda üzerinde özel olarak durulması gereken hususlardan değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Açık uçlu sorular sorulmaması
(B) Gereğinden fazla soru sorulmasına çalışma
(C) Psikiyatrik sorunların dikkate alınması
(D) Madde bağımlılığının dikkate alınması
(E) Tanıkların önyargıları ortaya çıkarılması
Cevap-9 :
Gereğinden fazla soru sorulmasına çalışma
Soru-10 :
Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade ile ilgili aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
(B) Hiçbir şekilde hükme esas alınamaz.
(C) Cumhuriyet Savcısı huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
(D) İfade tutanağında birden fazla kolluk görevlisinin imzası varsa hükme esas alınabilir.
(E) Başkaca bir koşul aranmadan hükme esas alınabilir.
Cevap-10 :
Hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
7. USUL PSİKOLOJİSİ
Birlikte Düşünelim
1. Delil ve ispat ne demek olabilir?
2. Bir olayın gerçekleştiği yer ve bu yerden elde edilenler, o olaya dair neler söyleyebilir?
3. Dijital ortamda veya ortamdan da delil elde edilebilir mi?
4. “Zehirli ağacın meyvesinin de zehirli olması”, delil ve hüküm arasındaki ilişki açısından nasıl bir anlama sahip olabilir?
5. Arama, yalnızca bir suç işlendikten sonra mı yapılabilir?
Giriş
Suçla mücadelede usul sanıktan delile usulünden, delilden sanığa usulüne dönüşmüştür. Bunun anlamı suçun aydınlatılmasında delilin birinci plana geçtiğidir. Yani artık bir suç sonrası bazı kişilerin peşin olarak şüpheli sayılması kabul edilemez.       
7.1. Olay Yeri İnceleme
Yargılama aşamasına gelmeden önce suçla ilk kez karşılaşıp ilk resmî işlemleri başlatan kolluk güçleridir[29]. İlgili birim “olay yeri inceleme”dir. Ancak bu terim gerek genel gerekse özel yasalarda ismen geçmez (Centel & Zafer, 2010, s. 300)[30].
Ancak Ceza Yargılama hukukuna ilişkin CMK’nın m.168’in başlığı adli kolluğun olay yerinde gerekli tedbirleri alacağı ve delilleri koruyacağı hususu düzenlenmiştir. Madde metni ise şöyledir: “Olay yerinde görevine ait işlemlere başlayan adli kolluk görevlisi, bunların yapılmasına engel olan veya yetkisi içinde aldığı tedbirlere aykırı davranan kişileri, işlemler sonuçlanıncaya kadar ve gerektiğinde zor kullanarak bundan men eder.”
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (PVSK) m.5 ve m.6 ise olay yerinin korunması ise ilgili tedbirleri gösterir:
Edinilen bilgi veya alınan ihbar veya şikâyet üzerine veya kendiliğinden bir suçla karşılaşan polis, olay yerinde kişilerin ve toplumun sağlığına, vücut bütünlüğüne veya malvarlığına zarar gelmemesi ve suçun delillerinin kaybolmaması ya da bozulmaması için derhâl gerekli tedbirleri alır. Bir suç işlendiği veya işlenmekte olduğu bilgisini edinen polis, olay yerinin korunması, delillerin tespiti, kaybolmaması ya da bozulmaması için acele tedbirleri aldıktan sonra el koyduğu delilleri, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir ve Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda işin aydınlatılması için gerekli soruşturma işlemlerini yapar. Yapılacak araştırma sonunda edinilen bilginin bir kabahate ilişkin olduğu hâllerde, konu araştırılarak gerekli yasal işlem yapılır veya yapılması sağlanır. Olay yerinde görevine ait işlemlere başlayan polis, bunların yapılmasına engel olan veya yetkisi içinde aldığı tedbirlere aykırı davranan kişileri, işlemler sonuçlanıncaya kadar ve gerektiğinde zor kullanarak bundan men etme yetkisine sahiptir (Bayer, 2003, s. 5 vd).
Polis, suçun delillerini tespit etmek amacıyla, Cumhuriyet savcısının emriyle olay yerinde gerekli inceleme ve teknik araştırmaları yapar, delilleri tespit eder, muhafaza altına alır ve incelenmek üzere ilgili yerlere gönderir. Olay yeri dışında kalan ve o suça ilişkin delil elde edilebileceği yönünde kuvvetli şüphe bulunan konut, iş yeri ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda yapılacak işlemler için Ceza Muhakemesi Kanununun arama ve elkoymaya ilişkin hükümleri uygulanır.
Olay yeri şu aşamalar için incelenir;
- Gerçekten bir suçun meydana gelip gelmediğini belirlemek,
- Suç işleyen kişinin kimliğinin tespiti,
- Suça karışan kişilerin yerini belirlemek,
- Suça ilişkin delilleri ortaya koymak,
- Suçun işleniş tarzını aydınlatmak.
Bu amaçların ortak paydasının ortaya çıkan adli olayın aydınlatılması için gerekli maddi delilleri toplamaktır (Kaygısız, 2004, s. 15 vd).
Ülkemizde 1995 yılından itibaren “Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü”nün kurulması ile kurumsal bir nitelik kazanmıştır ve giderek niteliğini geliştiren önemli bir çalışma alanıdır (Kaygısız, 2004, s. 15 vd).
Sonuç olarak olay yeri inceleme delillerin araştırılması, toplanması ve nakledilmesi işidir. Olay yeri incelemesi bir tutanakla tespit edilir. Bu tutanakta olay yeri ve elde edilen deliller hakkındaki bilgilerin, delil araştırması ve toplanması usulleri ile incelenmesi yapmakla görevli yetkilinin imzasının bulunduğu belgedir. Bu tutanak aynı zamanda olay yerine ilişkin gözlemlerin yer aldığı bir rapor niteliği taşır. Tutanak ilgili yönetmelikler doğrultusunda şu hususları içerecektir:
Öncelikle olay yerinde alınan ilk koruma önlemleri, geliş tarihi saat ve dakikası yazılır. Olay karmaşıklaştıkça tutanağın kapsamı doğal olarak genişler. Rapor numarası ve tutanağı düzenleyenin imzası tutanağı resmîleştirir. Olay yeri, meydana geldiği saat, olay yerinin tanımı, olayın türü, deliller ve delillerin özellikleri ile delil konumları ve bunların muhafaza biçimleri tutanağa özenle yazılmalıdır. Raporda olayın haber alınma biçimi de belirtilmelidir çünkü bu husus delillerin anlamlandırılması ve olayın çözümlenmesi açısından önem taşır[31].
7.2. Deliller ve Delil Çeşitleri
7.2.1. Delil
Delil, meydana gelen bir suçun aydınlatılması ve suç sanıklarının tespitine yarayan her türlü ispat vasıtasıdır. Bir hukuksal ihtilafın çözülmesi veya suç fiilinin ispatlanmasına yarayan ve ikamesi hukuk tarafından yasaklanmış her şey, bir yol gösteren, ispatlayıcı kanıttır.
Kriminalistik yani izbilim, delil olma niteliğine sahip olan eşya, emare, şekil, baskı ve belirtileri incelemektir. Kriminalistiğin konusu delil olduğu için ve delil de suçun aydınlatılması açısından kurucu nitelikte olduğundan bu çalışma alanının normatif yönle olan bağlantısı da açıktır. Bir hukuka aykırılık hâlinde önce ortaya çıkan duruma neden olan eylem ile kişi arasındaki bağlantı daha sonra da bu eylemin hukuk kuralları ile olan ilişkisinin belirlenmesi gerekir.
Bu durum her türlü hukuka aykırılık açısından da aynı şekilde gelişir. Hukuki muhakemede esas hakkında hüküm verebilmek için maddî olgudan hareket edilir; ancak bu olguya ilişkin deliller daima doğrudan incelenmeli ve vicdani kanaati çerçevesinde karar verilmelidir. Yani suçun ispatlanması demek, fiilin fail tarafından işlendiği ya da işlenmediği konusundaki, hukuk düzenince geçerli olarak kabul edilen delillerle, yargılama makamının bir kanaate ulaşmasıdır. Delilin bir başka isimlendirmesinin “sübut vasıtası” olması da bu nedenledir. En geniş anlamda taraflar bakımından ispat, hâkim tarafından olayı sabit görebilmenin kanıtı, maddî mesele bakımından sübuta yol açan vasıtalara delil denilir (Kunter, Yenisey, & Nuhoğlu, 2006, Bölüm 41.1; Centel & Zafer, 2010, s. 204 vd; Ünver & Hakeri, 2010, s. 569 vd).
Delillerle ilgili olarak delilsiz mahkûmiyet olmayacağı delillerin serbestçe hâkim tarafından değerlendirileceği ve hüküm için ancak sağlam ve hukuka uygun şekilde elde edilmiş delillerin kullanılacağı ilkeleri kabul edilmiştir. Ayrıca delilin gerçek delil olması (sağlamlığı) ve olayla ilgili delillerin birbirini doğrulamaları da delile atfedilen değerin mantıksal bir sonucudur.
Yargıç mahkemede maddî gerçeğe ulaşmak için bir çaba içine girecektir. Ancak söz konusu olan eylem gerçekleşmiş yani olay olup bitmiştir. Geçmişte gerçekleşen bir olayın aydınlatılması ve delillerle de olayın o şekilde olduğunun ispatlanması gerekmektedir. Muhakeme – delil bağlantısının bu güçlü ilişkisi nedeniyle kullanılan şeylerin delil olup olmadığının da açıkça nitelendirilmesi gerekir. Olayı ispatlamak için kullanılacak şeyin delil olup olmadığını anlamak için şu özellikleri içerip içermediğine bakmamız gerekir;
a) Delil, olayla ilgili olmalıdır
b) Delil, akla uygun olmalıdır
c) Delil, maddî gerçeğe uygun olmalıdır
d) Delil, hukuka uygun olmalıdır
Bu özelliklerin dışında delil, karar için gerekçe olacak kadar güçlü ise taraflarca bilinebilir de olmalıdır. Bu son koşul nedeniyle hüküm için kullanılan delillerin geçerliliği hüküm gerekçesinde ortaya konulması yasa ile de zorunluluk olarak belirtilmiştir (CMK m.230). Ceza uyuşmazlığında öncelikle suç konusu olan eylemin bir kişi tarafından yapılıp yapılmadığına ilişkin maddî gerçeğin bulunması gerekir.
İkinci aşama söz konusu eylemin hukuksal açıdan değerlendirilmesidir.
Mahkeme esas hakkında, maddî gerçeğe ilişkin delilleri doğrudan inceleyerek bir vicdani kanaate ulaşır ve hukuksal kararı verir.
Delil olayı temsil etmeli, akla, maddî gerçeğe ve hukuka uygun olmalıdır. Karara esas alınacaksa tarafların delilin varlığını bilmesi gerekir (Ünver & Hakeri, 2010, s. 587 vd; Centel & Zafer, 2010, s. 206 vd).
7.2.2. Delil Çeşitleri
Neler delil olabilir sorusu için çeşitli cevaplar verilebilir. Örneğin sanık ve tanık beyanları, kolluk, savcı ve hâkimlik tutanakları, yazı, ses ve görüntü kayıtları, eşya ve araç gereçlerdir. Bilirkişi raporlarının delil olması konusu ise doktrinde tartışmalıdır. Bilirkişi raporunun delil mi yoksa delilleri değerlendirme aracı mı olduğu konusu üstünden bu tartışmalar yürütülmektedir. Kanımızca, delilleri hâkimin değerlendirmesi gerektiğinden bilirkişi raporlarının da delil değerlendirme aracı sayılması daha uygun olacaktır. Deliller doğrudan ve dolaylı deliller olarak ikiye ayrılır:


Doğrudan deliller:


- Hâkimin şahsen bilmesi gerekenler
- Tanık beyanları
- Bilirkişi mütalaaları
- Yazılı belgeler


Dolaylı deliller:
- Kanunî karineler
- Maddî emareler
- Hâl ve vaziyet
Her uyuşmazlığın bir maddî, bir de normatif yanı vardır. Maddî olaya ilişkin ispat için kullanılacak delillerle ilgili delil serbestliği vardır. 

Bir eylemin suç olarak nitelendirmesini yasalar yapmaktadır. Yasada suç olarak tanımlanmış bir eylemin bir kişi tarafından işlendiğine dair akıl yürütme süreci ispat, ispat için kullanılan vasıtalara ise delil denir. Her vasıta delil olmaz; bir vasıtanın delil olarak nitelendirilmesi için şu koşulları karşılaması gerekir:

1- Olayı temsil etmelidir.

2- Akla uygun olmalıdır.

3- Maddî gerçeğe uygun olmalıdır.

4- Hukuka uygun olmalıdır.


Materyal yani parça izler önemlidir ve ağırlıklıdır, teknik inceleme gerektirirler. Örneğin, silah, parça izler delil bölümündedir. Silah; canlıları öldürebilen, yaralayabilen, tahrip eden araç, alet veya sistemdir. 

Ateşli silahlar, patlayıcı madde, gaz veya hava basıncı ya da başka itici güçler aracılığıyla bir nesne veya gazı ileriye fırlatabilen düzenek, aygıt ya da araçtır. Ateşsiz silah ise delici, kesici, ezici, bereleyici ya da kimyasal, biyolojik yahut nükleer olabilir. Daha teknik olarak balistik isimlendirmesi ise, silahtan atılan bir cismin silah içindeki, atmosferdeki ve hedefteki hareketini ve etkisini inceleyen disiplindir. Balistik araştırması ile kovan, kartuş, mermi ve mermi parçaları üzerindeki izler incelenir.


Balistik incelemeden önce silahın ateşleme yapıp yapamayacağı saptanacaktır. Türk hukuku açısından 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’a göre silahın değerlendirmesini yapmak gerekir. Burada sözü edilen inceleme uzman kişilerce, uygun laboratuarda ve atış yapılabilecek ortamda gerçekleştirilir. Ayrıca yasanın özel olarak üstünde durduğu silahın “vahim” olup olmama hususu da uzmanlarca saptanacaktır. Silahlar seri atış yapıyorsa “vahim silah” olarak değerlendirilir.


7.2.2.1. Doğrudan Deliller


Doğrudan deliller, hâkime dava konusunu  değerlendirip kanaat oluşturma imkânı verir. Doğrudan delil, olayı tek başına ispat edebilir. Örneğin, olayı doğrudan gören bir tanığın varlığı doğrudan delildir. 

Belge deliller ayrı bir önem taşımaktadır. Yazılı her türlü kağıt, kroki, resim, fotoğraf ve ses kayıtları CD ve bilgisayar diskleridir. Belge delillerde maddî delildir. 

Özellikle arama sonucu elde edilen belgeler toplanırken öncelikle arama yerinde video ve fotoğrafla görüntü alınması daha sonradan bu tür eşyaya itiraz hâlinde önem taşır.
Bazı belgeler resmi niteliktedir ve Cumhuriyet Savcılığının talebi ile resmi kuruluşlardan temin edilir. 

Örneğin adli muayene raporu, kayıt ve telekomünikasyon bilgileri bu tür belgelerdendir.
Bazı belgeler ise doğrudan suç ortamı veya suç şüphesi taşıyan kişinin ilgili olduğu mekânlardaki aramalardan elde edilir.

bu tür belgeler, üzerindeki parmak izi veya diğer iz ve emareler için korunaklı bir şekilde muhafaza edilmelidir. Yazı yazılan kağıtların üst nüshası alınmış olsa bile yazı baskısı nedeniyle bazen boş kağıt üzerinden de bilgiye ulaşılabilir. Burada kalan izlere fulaj denilir, bu tür izler için çok daha hassasiyet gerekir. 

Bilgisayar kayıtlarına ilişkin belgelendirmede, belgenin değerini kaybetmemesi için seri numaraları, ağ bağlantıları alınmalı ve manyetik olumsuz etkilerden de deliller korunmalıdır. Bu tür belgelere ilişkin işlemlerde CMK m.134 hükümleri uygulanır. “Bilgisayarlarda, Bilgisayar Programlarında ve Kütüklerinde Arama, Kopyalama ve Elkoyma” başlıklı madde metni şöyledir:
(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.


(2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.


(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.


(4) İstemesi halinde, bu yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.


(5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır.


7.2.2.2. Dolaylı Deliller


Dolaylı deliller ise nispeten daha zayıftır. Tek başına ispat gücü olmasa da maddî gerçeği aydınlatabilir delillerdir. Örneğin kişinin parmak izinin olay yerinde bulunması önemlidir; ancak başkaca delillerle desteklenmelidir. Şöyle ki parmak izi örneğin bir bardakta bulunmuş ise o bardağın dışarıdan getirilip konulmadığını da açıklığa kavuşturmak gerekir.


Gerek doğrudan gerekse dolaylı delillerin birbirini doğrulaması gerekir. 


7.2.2.3. Emare Deliller


MOBESE gibi genel nitelikteki tedbir amaçlı kayıt tutmaya yönelik araçlar ile güvenlik nedeniyle kişi ve kurumların özel olarak kurdukları düzenekler aracılığı ile kayıt tutma yoğunlaşmıştır. Ayrıca trafik için konulmuş olan düzenekler de geniş açılı olduklarından büyük bir alanı tarayarak olayların aydınlatılmasına yardımcı olabilmektedir.


Bu tür bilgilerin sahtecilikle elde edilip edilmediğine ilişkin kriminalistik takip de delil olma açısından irdelenir. Yargıtay fotokopi vb. gibi belgelerden çıkarılmış kayıtların usulüne uygun aslı gibidir onayı gibi ses ve görüntü kayıtlarının da tasdiklerinin yani aslı gibi olduklarına ilişkin bilgi ile değerlendirme yapılacağını yerleşik içtihatlarında belirtmektedir.


Ses ve görüntü kayıtları özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığının veya haberleşme özgürlüğünü ihlâline yol açmışlarsa bu gibi hâllerde delil kaynağı veya delil aracı olduğunun kabulü tartışmalı hâle gelebilir. Anayasa Mahkemesi de başkaca inandırıcı ve pekiştirici kanıt bulunmadıkça sadece ses bantlarının delil olarak değerlendirilmesinin hukuk devleti ilkesi açısından sorunlu olduğunu belirtmiştir.


7.2.2.4. Dijital Deliller


Bilgisayar ve bilgisayar sistemlerinin suç ile ilintili olarak kullanılması ile oluşan bilişim suçları computer forensics (bilgisayar kriminalistiği) başlığı altında ele alınmaktadır.
Suçla ilintili olarak şu hususlar üzerinde durulur:

  • - Bilgisayarın saldırıya uğraması
  • - Bilgisayarın suç işleme aracı olarak kullanılması
  • - Bilgisayar içeriğinde suçla ilgili argüman bulunmasıdır.
Adli bilişim; suçun aydınlatılabilmesi için bilimsel yöntemler kullanarak, suç ile ilgili her türlü kayıt ve dijital bilginin adalet önüne delil olarak getirilebilmesi ile ilgili teknik çalışmaları yapan alandır.


Dijital delil: Bilişim sistemlerinin veya bilgileri otomatik olarak işleme tabi tutma yetkisine sahip elektronik cihazların veri depolama medyaları üzerinde bulunan suç ile ilgili delil niteliği taşıyan veya dolayısıyla suçu aydınlatmaya yarayacak verilerdir.


Dijital deliller bilgisayar, cep telefonu, oyun konsolları bazı yazıcı ve faks cihazları, fotoğraf makinesi ve videolar ile internet ve network ortamlarında bulunur. Ayrıca silinmiş dosyalar, silinmiş diskler, zararlı yazılımlar, sanal disk alanları ve Ram bilgileri de dijital delil içerebilir. Bu nedenle bu tür şeyler üzerinde de inceleme yapılabilir.


Dijital delillerin elde edilmesinde dört aşamalı bir yöntem kullanılmalıdır;

  1.  Delilin elde edilmesi
  2.  Delilin tanımlanması
  3.  Delillin olayla ilgili olarak değerlendirilmesi
  4.  Delilin elde edilmesinden kullanılmasına kadar olan sürecin gerçekleşme koşulları hakkında bilgilendirme
Delillin sadece görülerek belirlenmesi değil, ispat için kullanılabilecek ve kaybolmayacak bir biçimde sabitlenmesi gerekir. Bu nedenle işletim, sistemleri için her işletim sistemine özgü kapatma prosedürleri oluşturulmuştur.
Delil olarak kullanılacak şeylerin ilgili bilgisayar üzerinden sistemimin veri depolama birimlerinin birebir alınmış kopyaları üzerinden sağlanır. Bunun için alınmış olan kopyalara “bilgisayar kriminalistiği imajı” adı verilir. Böylece dijital delil görülebilir bir hâl alarak olayları aydınlatıp adaleti sağlayacak bir nitelik kazanır.


7.2.2.5. İzler


Bir ceza muhakemesinde maddî gerçeğin bulunmasında faydalanılan materyal, şekil, durum ve baskı tarzındaki belirtiler izdir. Adli gerçeğin giderek bilimsel gerçekle bütünleşmesini izler sağlamaktadır. İzler öncelikle sanığın iradesi dışında suç mahallinde kalan, suç olayının parçası olan ve suç işleyene rağmen suçu tabii olarak temsil eden tabii izler ve sanığın iradesi ya da bir şekilde oluşturulmuş ilgili nesnesi belirlemede kullanılabilecek suni izler (numara, isim baş harfleri, şifre, işaret vb. gibi aidiyet belirtecek işaretler) olarak ayrılabilir.
Bu ikinci başlık yani suni izler suçu ispata yarayacak bir izi ispat için kullanılan bir belirtidir.
Doğal izler ise genel olarak kişiye ait olan, kan, kıl, meni gibi izlerle nesnelerle ilgili olarak araç, fren izi, sahte para vb. gibi izlerden söz edebiliriz. Bu izlere şahısların kullandığı giysiler, takılar vb. izleri de dahil edebiliriz.


Bir de şekil izler vardır. Damlama, sıçrama, parçalanma, sonucunda, oluşan parçaların durumu birer şekil izdir. Olay yeri incelemesi ile bu tür izlerden olayın olma biçimini anlama konusunda bilgi edinilebilir.


Baskı izleri ise bir yerde oluşan basınç ve temas sonucu bırakılan izlerdir. Parmak izi, ayak, ayakkabı ve tekerlek izi bu tür izlere örnek gösterilebilir.
Maddî gerçeğin bulunmasında şekil, materyal, durum ve baskı tarzındaki belirtilerin tamamına izler denir. Kriminalistiğin alt başlığı olarak saydığımız bölümler izlere ilişkin araştırma yapmaktadırlar. Kan, tükrük, meni, kovan, araç lastik izi, ayak izi vb. gibi her türlü emare olayı aydınlatacak iz olarak tanımlanabilir.
İzler içinde en önemlisi “alibi” olarak isimlendirilen sanığın olay yerinden başka bir yerde olduğunu gösteren delildir. Alibi bazı delillerle desteklendiğinde sanık beraat edebilir. Birbirini doğrular nitelikteki delillere dayanarak mahkûmiyete veya beraate karar verilebilir.


7.2.2.6. Yasak Deliller


Hukuk bir düzendir. Bir şeyin düzen olmasından bahsetmek onun devamlılığının da garanti altına alınması ile bağlantılıdır. Yani düzen bozulursa onu yeniden sağlayacak gücün de hukuk tarafından öngörülmüş olması beklenir. Bir hukuka aykırılık ortaya çıktığı zaman devletin araştırma yetkisi doğar. Araştırma, soruşturma ve kovuşturma yani hukuki muhakemeye ilişkin tüm süreçler doğaları gereği ve zorunlu olarak bireylerin temel haklarını kısıtlamaktadır. Bu kısıtlama hukuk düzeninin gereğidir ve devletin yetkisidir. Ancak bu yetkinin de sınırları vardır. İşte bu yetkiye ilişkin önemli sınırlardan birisi “delil yasakları”dır. Beling’in 1903 yılında kullandığı bu terim günümüzde yapısal bir değişikliğe uğrayarak “delil elde etmenin sınırı” olarak isimlendirilmiştir. 

Devletin adli yetkilerini kullanabilmesi için somut suç şüphesi, makul bir biçimde ortaya konulabilmelidir. Makul şüphe ise biliminin verilerine dayanan ve olaylardan anlaşılan şüphedir. Makul şüphe güçlü ise kamu davası açılabilir. Bu durumda artık fail durumuna girmiş olan kişiye suç isnat edilebilecektir. Yasak deliller, insan hakları ve temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından oluşturulmuş bir sınırdır.

 Ayrıca delillerin serbestliği, her şeyin her şeyle ispat edilmesi ve vicdani delil kavramları da önemlidir. Kural CMK m.217’de yer almaktadır. Buna göre “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilmelidir”. Yani hukuka aykırı şekilde elde edilmiş bulunan deliller kullanılamaz. Ayrıca elde edilmiş hukuka aykırı delillere dayanılarak elde edilen diğer deliller de (yani vasıtalı deliller de) kullanılamaz. Bu tür deliller “zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur” ifadesi ile reddedilmektedir.


7.2.2.7. Teşhis


Suçun aydınlatılmasında teşhis ve yüzleşme usulleri de kullanılmaktadır. Bu usullerin kriminalistik açıdan önemi özellikle belirsizlik hâllerinde ortaya çıkar. Teşhis, olaydaki failin, gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması hâlinde, Cumhuriyet Savcısının talimatıyla polis tarafından yapılan işlemdir; kelime anlamı ise kim ve ne olduğunu anlama, tanıma veya seçmedir.


Ceza muhakemesinde amaç maddî gerçeğe ulaşmak olduğu için sadece şeklî gerçekle yetinilmez. Böyle olduğu için failin suçunu kabul etmiş olması hâlinde bile hâkim gerekli incelemeyi yapacaktır. Ayrıca TCK m.270 gereği gerçekte işlemediği suçu üstlenmiş olmak ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır.


Deliller içinde fiili kimin işlediğinin tespitine yönelik teşhis son derece önemlidir. Soruşturma ve kovuşturma makamları sıkça teşhis yöntemine başvurmaktadırlar. Teşhise ilişkin yasal çerçeve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanun’unda Ek 6. maddenin 9-17 fıkraları ile kurulmuştur;
Ek 6. Madde/ f.9-17:
“Polis, olaydaki failin, gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir. Tanıklıktan çekinebilecek olanlar, teşhiste bulunmaya zorlanamaz.


İşleme başlanmadan önce, teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birden fazla ve aynı cinsten olması, aralarında yaş, boy, ağırlık, giyinme gibi görünüşe ilişkin hususlarda benzerlik bulunması gerekir. Teşhis için gerekli olması halinde, şüphelinin görünüşü ile ilgili gerekli değişiklikler yapılabilir. 

Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin her birinde, teşhis sırasında bir numara bulundurulur. Teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birbirini görmemesi gerekir. Teşhis işlemi en az iki kez tekrarlanır ve teşhiste bulunması istenen kişiye, şüphelinin teşhis edilecek kişiler arasında yer almıyor olabileceği hatırlatılır. 

Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin, bu işlem sırasında birlikte fotoğrafları çekilerek veya görüntüleri kayda alınarak, soruşturma dosyasına konur. Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir. Teşhis işlemi tutanağa bağlanır."

Bu düzenlemeye rağmen teşhisi sadece kolluk ve polis yapmayacak, soruşturma ve kovuşturma makamları da yapacağı için asıl düzenlemenin CMK’da yer almasının daha uygun olacağı konusunda bu düzenleme eleştirilmektedir.


Teşhis üç aşamalı bir faaliyettir. Algılama, hatırlama ve tekrarlama aşamaları ile bir bütünlük oluşturur. Teşhis de bir tür tanıklıktır.
Algılama: Teşhisi yapacak olan kişinin içinde bulunduğu koşullarla yakından ilgilidir.
Örneğin, ışığın uygunluğu, gözlem süresi hava koşulları ve mesafe, beyanın doğruluğunu ve kesinliğini gösterir. Ayrıca algılamanın subjektif bir yanı da vardır. İnsanlar dikkat ettikleri şeyi seçerek algılarlar ve bazen de yanlış algılamalar olabilir. Bu nedenle tanıklık anındaki konsantrasyon son derece önemlidir.
Anımsama: Hatırlama da denir ve daha önceden algılanan şeyi yeniden ortaya koymaktır.
Anımsama dış faktörlerin etkisi ile yön değiştirebilir. Örneğin medya yönlendirmesi ile yanlış koşullanma söz konusu olabilir. Zaman anımsamayı olumsuz yönde etkiler. Yani bir olayın üstünden ne kadar uzun süre geçtiyse o olayın anımsanması o kadar güç olur.
Tekrarlama: Teşhisin güvenilirliğini kanıtlama açısından kullanılan bir yöntemdir. Örneğin, bir kişinin teşhis edilmesinde tanıklık edenin o kişiyi görmeden önce yapacağı tasvirlerin yazılı hâle getirilmesi bir yöntemdir. Ya da benzer fiziksel özellikler gösteren kişiler arasından birisinin seçilmesi yöntemi kullanılmaktadır. Teşhis genellikle canlı teşhistir. Yani huzurda teşhistir. Ayrıca fotoğraftan veya sesten de teşhis yapılabilir. Şüpheli veya sanık teşhisten kaçınamaz. Şüpheliler yasal susma haklarını kullandıklarında bile teşhis işlemine katılma yükümlülükleri vardır. Teşhis çeşitli biçimlerde olabilir; açık teşhis, gizli teşhis, seçimlik teşhis ve fotoğraftan teşhis. Türk hukuku bakımından seçimlik teşhis söz konusudur.
Fotoğraf teşhisinde teşhiste bulunana, farklı kişilere ait birden çok fotoğraf gösterilir. Teşhise soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısı karar verir. Teşhis işlemi için önce teşhis edilecek kişinin özelliklerinin sorgulanıp teşhis tutanağına yazılması gerekir. Teşhisin yapılması sırasında teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tabi tutulan kişilerin birbirlerini görmemesi gerekir.
Teşhis tutanağına teşhis sonrası tanımlamanın net olup olmadığı da eklenir. Eğer tanığın bazı şüpheleri varsa bunların da belirtilmesi gerekir. Teşhis için birden fazla kişinin bir arada olduğu ortam fotoğrafla da tespit edilir. Sonuçla birlikte soruşturma dosyasına eklenir. Teşhis yukarıda sayılan prosedüre uygun olarak gerçekleştirilmezse adil yargılanma hakkı çiğnenmiş olur. CMK m.206/2 ile hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen CMK m.289 hükmü gereğince mutlak bozma sebebi olarak düzenlenmiştir. Yani teşhis işleminin kanunda belirtilen hususlara uyulmadan yapılmış olması hâllerinde hukuka aykırılık söz konusudur. Hukuka aykırı deliller de hükme dayanak olarak kullanılamaz.
7.2.2.8. Yüzleştirme
Yüzleştirme, tanıkların veya şüphelilerin tutarsız ifadeleri nedeniyle ortaya çıkan çelişkilerin giderilmesi, hangi ifadenin esas alınacağının belirlenmesi için yapılan işlemdir. Yüzleştirme de bir delil elde etme yöntemidir ve adalet psikolojisi açısından önem taşır.
Yüzleştirme, kovuşturma aşamasında gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ya da kimliğin belirlenmesine ilişkin olarak soruşturma aşamasında, beyanlar arasındaki çelişkileri gidermek ve kimliği doğru tespit etmek için başvurulan bir yöntemdir. CMK m.52/2 şöyledir;
Madde 52 – (2) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin hâllerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.
Yüzleştirmede teşhisten farklı olarak bir karşı karşıya gelme hâli vardır. Ayrıca yüzleştirme yöntemi daha çok kovuşturma aşamasında kullanılan bir yöntem iken teşhis işlemi soruşturma aşamasında yapılır. Yüzleştirmeyi kural olarak hâkim yapar. Yüzleştirme tanımından da anlaşılacağı gibi kimlik tespitine ya da beyanlardaki çelişkilerin giderilmesine ilişkindir.
İlgili CMK hükmü şöyledir;
Madde 81 - (Değişik madde: 25/05/2005-5353 S.K./5.mad)
(1) Üst sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı şüpheli veya sanığın, kimliğinin teşhisi için gerekli olması halinde, Cumhuriyet savcısının emriyle fotoğrafı, beden ölçüleri, parmak ve avuç içi izi, bedeninde yer almış olup teşhisini kolaylaştıracak diğer özellikleri ile sesi ve görüntüleri kayda alınarak, soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin dosyaya konulur.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde söz konusu kayıtlar Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus tutanağa geçirilir.
Kimlik tespitine ilişkin yüzleştirmeyi fişleme saymamak gerekir. Yüzleşme sonunda yapılan gözlemlerin denetiminin sağlanması bakımından tutanağa bağlanmalıdır. Sonuç olarak; soruşturma evresi, delilerin toplandığı ve gizliliğin esas olduğu bir aşamadır. Kovuşturmada ise açıklık ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yukarıda da işaret ettiğimiz gibi mahkemeye tanık anlatımlarını ayrıntılı olarak değerlendirme imkânı sunmak için yüzleştirme düşünülebilir. Yüzleştirme özellikle anlatımları çelişkili tanıklar yüzleştirilerek hüküm kurulmasının gereğine Yargıtay bazı kararlarında açıkça değinmiştir.
Teşhis ve yüzleştirme arasındaki farkları şu şekilde sıralayabiliriz;
- Yüzleştirme CMK m.52, teşhis ise PVSK Ek m.6’da düzenlenmiştir.
- Yüzleştirme, tanıklar arasında veya şüpheli, sanık ile tanık arasında yapılabilir. Teşhis ise tanık ile şüpheli veya mağdur ile şüpheli arasında yapılır.
- Yüzleştirmede taraflar birbirlerini görür; teşhiste ise bu aranmaz.
- Teşhis soruşturma evresinde yapılır. Yüzleştirme ise kural olarak kovuşturma evresinde yapılır.
- Teşhis Cumhuriyet Savcısını talimatı ile kolluk tarafından, yüzleştirme ise kovuşturma evresinde hâkim huzurunda gerçekleşir.


7.2.2.9. Arama
Arama; bir izi, birini ya da bir şeyi bulmaya çalışmaktır. Eski dildeki karşılığı “taharri”dir. Arama bir kolluk faaliyetidir. Aynı zamanda bir koruma tedbiridir. Bir kimsenin konutunda etrafı çevrili yerlerinde ve kişinin üzerinde yapılan bir işlemdir. Bu nedenle arama koruma tedbiri; suçları doğrudan araştırma ve öğrenme yollarından biridir.


Arama müsadereye tabi ya da ispat değeri taşıyan ama ortada bulunmayıp saklı olan eşyanın bulunup ele geçirilmesi yine ele geçirilemeyen şüpheli veya sanığın bulunup ele geçirilebilmesi için yapılan işlemdir. CMK m.116-122 arasında düzenlenmiştir.
Adli arama kural olarak hâkim tarafından yapılır. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde savcı veya kolluk tarafından yakalama ve delil elde etme amacına yönelik olarak sanık, şüpheli ya da üçüncü bir kişinin konutunda, ona ait yerlerde, üstünde veya eşyasında yapılan araştırma işlemidir (Özbek, 1999, s. 17).


Adli arama, işlenen bir suçun delillerini elde etmek için ya da kaçan, saklanan şüpheyi yakalamak için başvurulan bir tedbirdir. Arama işlemi diğer koruma tedbirleri olan yakalama, tutuklama ve elkoyma gibi tedbirler için bir vasıta tedbirdir (Soyaslan, 2000, s. 217). 

Türk hukukunda arama, adli arama ve önleme araması şeklinde olabilir. Kolluğun suç işlenmesini önlemek amacıyla mahallin en büyük mülki amirinin yazılı emri ile yaptığı aramaya önleme araması denilir. Adli arama, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği m.5’te tanımlanmıştır. “Adlî arama ve kapsamı” başlıklı maddeye göre:
Madde 5 - Adlî arama, bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, işyerinde, kendisine ait diğer yerlerde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir.
Arama işlemi çeşitli alanlarda yapılır. Suç şüphesi altındaki kişilerin üstleri, konutları, umuma açık yerler ve sair yerler aranabilir. Arama koruma tedbirinin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz;
- Arama işlemi temel hak ve özgürlüklere bir müdahaledir.
- Henüz hüküm verilmeden temel bir hakkı sınırlar.
- Arama işlemi bir yaptırım değil bir tedbirdir.
- Arama işlemi bir araçtır.
Adli arama, amaca göre yakalama veya delil araması olabilir.
Yakalama araması şüpheli veya sanığın yakalanması amacıyla yapılır. Delil araması ise suç delillerinin elde edilmesi amacıyla yapılır. Adli arama konusuna göre de çeşitlere ayrılır. Üst araması, beden muayenesine dönüşmeyecek tarzda kişinin üzerinde yapılan aramadır. Üst araması kişinin cinsiyetindeki görevli tarafından yapılır (Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği m28). Konut araması, zorunlu olarak ikametgah araması olarak anlaşılmamalıdır. Sürekli veya geçici olarak oturulan yer de burada konut sayılır. Ancak burada CMK m.161’e yer verilmelidir;
Madde 161 - (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki Maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister.
(2) Adlî kolluk görevlileri, elkoydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.
(3) Cumhuriyet savcısı, adlî kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hâllerde, sözlü olarak verir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir.
(4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.
(5) Kanun tarafından kendilerine verilen veya kanun dairesinde kendilerinden istenen adliye ile ilgili görev veya işlerde kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kamu görevlileri ile Cumhuriyet savcılarının sözlü veya yazılı istem ve emirlerini yapmakta kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kolluk âmir ve memurları hakkında Cumhuriyet savcılarınca doğrudan doğruya soruşturma yapılır. Vali ve kaymakamlar hakkında 2.12.1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri , en üst dereceli kolluk amirleri hakkında ise, hâkimlerin görevlerinden dolayı tâbi oldukları yargılama usulü uygulanır.
(6) Ağır cezayı gerektiren suçüstü hâllerinde, bu Kanunun hükümleri uygulanmak koşuluyla, vali ve kaymakamların kişisel suçlarından dolayı haklarında genel hükümlere göre soruşturma yapılması kaymakamların mensup oldukları il ve valilerin bulundukları ile en yakın il Cumhuriyet başsavcısına aittir. Bu suçlarda kovuşturma yapmaya, soruşturmanın yapıldığı yerin görevli mahkemesi yetkilidir.
CMK m.119 “arama kararı”nı düzenlemiştir. “Arama Kararı” başlıklı maddeye göre:
Madde 119 - (1) (Değişik fıkra: 25/05/2005-5353 S.K./15.mad) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.


(2) Arama karar veya emrinde;
a) Aramanın nedenini oluşturan fiil,
b) Aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya,
c) Karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi,
Açıkça gösterilir.
(3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır. ...
(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.
(5) Askerî mahallerde yapılacak arama, ... Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir.
Arama kararı veya emrinde şu hususlar bulunmalıdır:
1) Aramaya konu olan fiil
2) Aranacak kişi, aramanın yapılacağı yer veya eşya
3) Arama kararının süresi.
Aranacak yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir. Bu kimselerin bulunmaması durumunda temsilcisi veya kendisi ile birlikte oturan kişi ya da komşusu hazır bulundurulur. Aramaya başlamadan önce arama hakkında bilgi verilir, istenirse avukat bulundurulabilir. CMK m.120’de bu husus şu şekilde düzenlenmiştir:
Aramada Hazır Bulunabilecekler
Madde 120 - (1) Aranacak yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir; kendisi bulunmazsa temsilcisi veya ayırt etme gücüne sahip hısımlarından biri veya kendisiyle birlikte oturmakta olan bir kişi veya komşusu hazır bulundurulur.
(2) 117 nci Maddenin birinci fıkrasında gösterilen hâllerde zilyet ve bulunmazsa yerine çağrılacak kişiye, aramaya başlamadan önce aramanın amacı hakkında bilgi verilir.
(3) Kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına engel olunamaz.
Bazı arama hâlleri özel olarak düzenlenmiştir. Bunlar;
- Gece araması
- Avukat bürosunda yapılacak arama
-Belge ve kağıt inceleme ve bilgisayar verisi aramaları
Kural, aramaların gündüz yapılmasıdır. CMK m.118 ifadesi şöyledir:
Gece Yapılacak Arama
Madde 118 - (1) Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz.
(2) Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz.
CMK m.130 avukatlık bürolarındaki aramayı düzenler. Arama işlemi Cumhuriyet Savcısının denetiminde yapılır. Madde metni şöyledir:
Avukat Bürolarında Arama, Elkoyma ve Postada Elkoyma
Madde 130 - (1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro başkanı veya onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.
(2) Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda, bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konularak hazır bulunanlarca mühürlenir ve bu konuda gerekli kararı vermesi, soruşturma evresinde sulh ceza hâkiminden, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemeden istenir. Yetkili hâkim elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen kararlar, yirmidört saat içinde verilir.
(3) Postada elkoyma durumunda bürosunda arama yapılan avukat veya baro başkanı veya onu temsil eden avukatın karşı koyması üzerine ikinci fıkrada belirtilen usuller uygulanır.
Belge ve kağıt incelemesini Cumhuriyet Savcısı ve hâkim yapabilir, kolluk bu belgelere bakabilir ancak inceleme yapamaz. Resmi belgeler bu hususun dışında tutulur.
CMK m.134 bilgisayar ve ona ilişkin argümanlardaki aramayı düzenler. Bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına ve bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim karar verir. CMK m.134 metni şöyledir:
Bilgisayarlarda, Bilgisayar Programlarında Ve Kütüklerinde Arama, Kopyalama Ve Elkoyma
Madde 134 - (1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir.
(2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.
(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.
(4) İstemesi halinde, bu yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.
(5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır.
Arama sonucunda Adli Arama Tutanağı düzenlenir. Yönetmelikle içeriği belirlenmiştir. Buna göre;
- Arama kararının tarih ve sayısı. Hâkim kararı yoksa verilen yazılı emrin tarih ve sayısı ile emri veren makam.
- Aramanın yapıldığı yer, tarih ve saat.
- Aramanın konusu
- Aranan kişinin kimlik bilgileri, adını söylemediyse eşkali
- Aramanın yapıldığı yer ile ilgili açık bilgi ve tarif
- Arama sonucu el konulan suç eşyasına ilişkin bilgi
- Aramada yakalananlara ilişkin bilgi
- Aramada bir hasar veya yaralama meydana geldiyse buna ilişkin bilgi
- Arama işlemi yapan görevlinin adı, soyadı ve sicil numarası ile imzası tutanağa eklenir. Talep edilirse ilgiliye aramaya ilişkin belge verilir.
- Koruma altına alınan veya el konulan eşyanın bir listesi yapılarak resmi mühürle mühürlenir. Bir sureti ilgiliye teslim edilir.
Şüphelinin veya sanığın yakalanabilmesi veya suç delillerinin elde edilebilmesi amacıyla üçüncü kişilerin üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerlerin arandığı hâllerde kişiye veya yerine çağrılacak olana aramanın amacı bildirilmelidir (CMK m.120/2).
Ayrıca arama sırasında, söz konusu kovuşturma dışında başkaca bir suçun işlendiğine dair delil elde edilirse bu delil de koruma altına alınarak derhâl Cumhuriyet Savcılığına bildirilir (CMK m.138).
Kolluğun bir tehlike veya suçu önlemek için arama yetkisi de vardır. Bu tür aramalar düzenleme, potansiyel failleri caydırma ve önleme amacıyla da yapılır. Bu tür aramalar uygulamada idari arama veya arama-tarama olarak isimlendirilmektedir. Bu tür aramaları hukuk aracılığıyla güvenlik sağlanmasının bir sonucu olarak değerlendirebiliriz. Sürekli, soyut tehlike hâllerinin bulunduğu farz edilen havaalanları ve büyük alışveriş merkezleri vb. yerlerde arama yapılabilir. gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde daha geniş bir alanda aramanın hangi usulle yapılabileceği Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nde belirtilmiştir. Aynı usul konser, miting, festival, toplantı vb. hâller için de geçerlidir.
Önleme aramasının sonucu, arama kararı veya emri veren merci veya makama bir tutanakla bildirilir (PVSK m.9/8).
Bölüm Özeti
Usul psikolojisine ayrılmış bulunan bu bölüm içerisinde suç ve mahkumiyet kararı arasındaki bağlantının usul hukuku açısından nasıl kurulabileceğini öğrendik. Adli olgunun işlendiği yer olan “olay yerinin” incelenmesi, bulunan delil ve emarelerin uygun teknikler ve hukuki prosedürlerle bağlı bir biçimde nasıl toplanabileceği hususları aydınlatıldı.
Kaynakça
Kunter, N., Yenisey, F., & Nuhoğlu, A. (2006). Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku (13. bs). İstanbul: Beta Yayınevi.
Özbek, V. Ö. (1999). Ceza Muhakemesi Hukukunda Tedbir Olarak Arama. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Soyaslan, D. (2000). Ceza Muhakemeleri Usul Hukuku. Ankara: Yetkin Yayınları.
Ünver, Y., & Hakeri, H. (2010). Ceza Muhakemesi Hukuku (3. bs). Ankara: Adalet Yayınevi.
(1972). 1971/041 E., 1971/067 K. (Anayasa Mahkemesi 15 Ocak 1972).
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi olay yerinin incelenme amaçlarındandır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Suça ilişkin delilleri ortaya koymak
(B) Suç işleyen kişinin adil yargılanmasını sağlamak
(C) Suçun kanuniliğinden emin olmak
(D) Mahkeme sürecini hızlandırmak
(E) Suça karışan kişilere savunma temin etmek
Cevap-1 :
Suça ilişkin delilleri ortaya koymak
Soru-2 :
Olayı ispatlamak için kullanılacak şeyin delil olup olmadığını anlamak üzere bazı özellikleri içerip içermediğine bakılır. Aşağıdakilerden hangisi bulunması gereken bu özelliklerden biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hukuka uygun olması
(B) Manevi anlamda desteklenebilir olması
(C) Olayla ilgili olması
(D) Maddi gerçeğe uygun olması
(E) Akla uygun olması
Cevap-2 :
Manevi anlamda desteklenebilir olması


Soru-3 :Deliller doğrudan ve dolaylı deliller olarak ikiye ayrılır. Aşağıdakilerden hangisi dolaylı deliller arasında sayılamaz?


(A) Kanuni karineler
(B) Tanık beyanları
(C) Hâl
(D) Maddi emareler
(E) Vaziyet


Soru-4 :Aşağıdakilerden hangileri doğrudan delildir?
I- Yazılı belgeler
II – Kanuni karineler
III – Maddi emareler
IV – Tanık beyanları
V – Hâl ve vaziyet


(A) I-III-IV
(B) I-IV
(C) II-IV-V
(D) III-IV-V
(E) Hepsi


Soru-5 :Aşağıdakilerden hangisi bir dijital delil kaynağı olamaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Bilgisayar
(B) Oyun konsolu
(C) Fotoğraf makinesi
(D) Bilgisayar çıktısı
(E) Hepsi


Soru-6 :Aşağıdakilerden hangisi dijital delillerin elde edilmesi aşamalarından değildir?


(A) Delilin olayla ilgili olarak değerlendirilmesi
(B) Delilin elde edilmesi
(C) Delilin bilirkişiye gönderilmesi
(D) Delilin elde edilmesinden kullanılmasına kadar olan sürecin gerçekleşme koşulları hakkında bilgilendirme
(E) Delilin tanımlanması


Soru-7 :
Arama; bir izi, birini ya da bir şeyi bulmaya çalışmaktır. Aramanın eski dildeki karşılığı nedir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Tağyir
(B) Tahrir
(C) Tağşiş
(D) Tehir
(E) Taharri


Soru-8 :Zehirli ağacın meyvesi deyimi ile ne kastedilir?

(A) Yasak deliller
(B) Yasak delillerden elde edilen vasıtalı deliller

(C) Sanık rızası ile elde edilen deliller
(D) Yalancı şahitlik
(E) Arama yasağı olan kişilerin aranmasıyla elde edilen deliller


Soru-9 :Aşağıdakilerden hangisinin arama kararında yer almasına gerek yoktur?


(A) Aramanın nedenini oluşturan fiil
(B) Aranacak kişi
(C) Aranacak yer
(D) Arama nedenini oluşturan iddianamenin sureti

(E) Aramanın hangi zaman süresinde yapılacağı


Soru-10 :Aşağıdakilerden hangisi teşhis ve yüzleştirme arasındaki farklardan değildir?


(A) Yüzleştirme, tanıklar arasında veya şüpheli, sanık ile tanık arasında yapılabilir. Teşhis ise tanık ile şüpheli veya mağdur ile şüpheli arasında yapılır.
(B) Teşhis fotoğraftan da yapılabilirken yüzleştirmede bu mümkün değildir.
(C) Teşhiste taraflar birbirlerini görür; yüzleştirmede bu aranmaz.

(D) Teşhis Cumhuriyet Savcısını talimatı ile kolluk tarafından, yüzleştirme ise kovuşturma evresinde hâkim huzurunda gerçekleşir.
(E) Teşhis soruşturma evresinde yapılır. Yüzleştirme ise kural olarak kovuşturma evresinde yapılır. 


8. TANIK PSİKOLOJİSİ
Birlikte Düşünelim
1. Bir şeyin tanığı olmak ne demek olabilir?
2. Tanık kimdir, kimler tanık olabilir?
3. Tanıklık açısından bazı özel haller söz konusu olabilir mi, yanıt evet ise bunlar neler olabilir?
4. Tanık her detayı hatırlayabilir mi? Bazı detayları kaçırmasıyla, olmayan şeyleri varmış gibi bile isteye beyan etmesi arasında hukuki bir farklılık olabilir mi?
5. Bir tanığın gizli tutulmasının olumlu yanları ve sakıncaları neler olabilir?
Giriş
Tanık, kelime anlamı olarak gördüğünü ve bildiğini anlatan, bilgi veren kimse, şahit olarak tanımlanmaktadır. Hukuksal açıdan ise duruşmalarda ve kovuşturmalarda bilgisine ve görgüsüne başvurulan kimsedir. Bu bölümde tanık kavramının ortaya konulup beyanlarıyla hükmün kurulması bakımından önem arz eden delil sağlayıcılardan biri olan tanığın beyanları bakımından bir açıklaması yapılacaktır.       
8.1. Tanık Psikolojisine Giriş
Tanık beyanının hukuki değeri hakkında olduğu kadar psikolojik zeminine ilişkin de pek çok tartışma yapılmaktadır[36]. Gerçekten tanık beyanlarının güvenilirliğine ilişkin psikolojik değerlendirmelerde “bilinçli bir biçimde doğruyu söylememek” ve “yanılma” önemli etkenlerdir.
Bir beyanın güvenilebilir olması için şu şartların gerçekleşmesi gerekir;
1- Sorguya çekilenin tam ve kusursuz idrak kabiliyetinin bulunması,
2- İyi bir hafıza ve hatırlama kabiliyeti olması,
3- Olayı tüm duyu organlarını kullanarak anlatabilme yeteneğine sahip olması.
Tüm beyan araştırmalarında olduğu gibi tanık beyanının değerlendirilmesinde de bu koşulların var olup olmadığını araştırmanın öncelikli olduğu açıktır.
Eğer sorguya çekilenin akli melekelerine ilişkin bir kuşku varsa, ola­yı hatırlamıyorsa veya duyu organlarına ilişkin kusur sahibi ise beyanının değeri düşer. Sanığa karşı açık husumet, olayı farklı biçimde algılama veya göz bozukluğu ya da duyma kaybı hâlleri aşırı heyecan vb. gibi hâllerde beyanın bu eksiklikler hesaba katılarak değerlendirilmesi gerekir. Burada ele alınan koşulların yanılma ile ilgisi açıktır (Ünver & Hakeri, 2010, s. 240 vd; Centel & Zafer, 2010, s. 227 vd)[37].
Yargılamanın her safhasında hâkim ilgili tüm kanıtlarla birlikte tanık beyanını da irdeleyecektir. Davanın huzurda görülmesi ve tanıklarını beyanının gözlemle birlikte değerlendirilmesi gerekir, muhakeme usûlü budur.
Görgü tanıklığı konusunu, görsel de kullanarak, aşağıdaki gibi değerlendirebiliriz[38]:


Tablo 12: Görgü Tanığı Belleği
a) Görgü tanığı;
 Adli bir olay meydana geldiği sırada olay yerinde bulunan ve olayı gözlemlemiş olan kişidir.
• Olayın mağduru
• Olayı dışarıdan gözlemleyen kişi
b) Görgü tanığı belleği;
Olayı gözlemleyen kişinin olay hakkındaki tüm ayrıntılara dair bilgisidir. Olayın yeri, süresi, dahil olan kişiler vb. ile bunlara dair tüm detayları kapsar.
c) Görgü tanıklığını etkileyen değişiklikler;
o Kronolojik yaklaşım
• Tanığın özellikleri: yaş, cinsiyet, bilişsel özellikler vb.
• Olayın özellikleri: süre, silah kullanılması vb.
• Olay sonrası değişkenleri: diğer tanıklarla etkileşim vb.
• İfade/teşhis süreci sonrası değişkenleri: sorular, yönlendirme vb.
• İfade/teşhis süreci sonrası değişkenleri: tanığa verilen geribildirim vb.
o Kişinin olay ile ilgili hatırladıklarının doğruluğunu etkileyen ve hukuk sisteminin kontrolünde olmayan değişkenler. (Estimator variables)
• Görgü tanığının kişisel özellikleri
• Olayın özellikleri vb.
o Kişinin olay ile ilgili hatırladıklarının doğruluğunu etkileyen ve hukuk sisteminin kontrolünde olabilecek değişkenler. (System variables)
o Tanığın yaşı;
• Tanığın yaşı görgü tanıklığını etkileyen faktörlerden biridir.
• Kişi teşhisinde küçük çocuklar ile yaşlıların genç yetişkinlere göre daha fazla hata yaptıkları görülmektedir.
• Tanığın yaşının görgü tanıklığı üzerindeki etkisinin incelendiği meta-analiz çalışmasına göre küçük çocuklar ile yaşlılar doğru tanıma bakımından genç yetişkinler ile benzer performans göstermektedir. Ancak teşhis işlemi suçlunun bulunmadığı bir set incelenerek yapıldığında küçük çocuk ve yaşlıların yanlış tanıma oranı genç yetişkinlere göre daha fazladır.
o Olayın süresi;
• Olayın süresi uzadıkça tanığın yüzleri doğru tanıma olasılığı artmakta, yanlış teşhis olasılığı azalmaktadır.
o Olayda silah kullanılması.
• Olayda bir silahın varlığı tanığın dikkatini silaha yöneltmekte ve diiğer uyaranlara daha az dikkat edilmesine yol açmaktadır.
• 19 farklı araştırmanın değerlendirildiği meta-analiz çalışmasında olayda bir silahın varlığının doğru tanıma oranlarına etkisinin yaklaşık %10 olduğu görülmüştür.


Tablo 13: Olayda Silah Kullanılması ve Bakış Bilgileri
o Olay sonrası bilgi:
 • Tanık olunan olaydan sonraki süreçte olay hakkında farklı kaynak­lardan edinilen bilgiler olay ile ilgili anılar ile bütünleşebilir, olayın gerçekte olduğundan farklı hatırlanmasına neden olabilir.
 • Kaynak belleği: Olay ve bilgilerin kaynağını belirleme
 • Yaşadım mı, duydum mu?
 • Televizyonda mı izledim, birisi mi anlattı?
 • Yaptım mı, planladım mı?
 • Arkadaşımdan mı duydum, kardeşimden mi?
 
Tablo 14: Olay Sonrası Bilgi
o Tanığın yaşadığı stres
• Tanığın olay sırasındaki stres düzeyi hatırlamayı etkiler.


Tablo 15: Stres - Tanıklık Performansı Hiperbolü
• Görgü tanıklarının stres düzeyinin teşhislerin doğruluğuna etki­sinin değerlendirildiği 27 araştırma ve olayla ilgili detayların doğ­ruluğuna etkisinin değerlendirildiği 36 araştırmanın incelendiği meta-analiz çalışmasında yüksek stres düzeyinin her iki tanıklığı da olumsuz etkilediği görülmüştür.
o Tanığın hatırlama sırasındaki güveni:
• Tanıkların teşhis sırasında yanıtlarına duydukları güvenle doğru teşhis oranları arasında korelasyon gözlenmektedir.
• Bu bulgu tekil çalışmalarda çok güçlü bir şekilde görülmese de ya­pılan meta-analiz çalışmalarında dikkati çekmektedir.
• 30 araştırma ve 4000 tanık ile yapılan meta-analiz çalışmasında tanıkların güveni ve teşhislerin doğruluğu arasındaki korelasyon %29’dur.


Tablo 16: Tanıklık - Güven Korelasyonu
Tanık beyanının güvenilirliğini araştırmak hâkimin görevidir. Tanık beyanlarının değerlendirilmesi iki açıdan ele alınmalıdır. İlki geçmişte gözlediği bir olayı yeniden anlatmak durumunda kalan tanığın beyanlarının ortaya çıkış sürecidir. Diğeri ise hâkimin tanık beyanları ile ilgili yapacağı değerlendirmedir. Hâkim de tanıkların beyanına tanıklık etmektedir ve hüküm için bu beyanlara yükleyeceği anlam önem taşımaktadır.


Tanık beyanlarının irdelenmesinde şu hususlar önem taşır;
1- Yalancı tanıklık
2- Beyanda yanılma ve hata
3- Yönlendirme
4- Prestij etkisi
5- Tanıklık etmesi tartışmalı olan kişiler
8.2. Tanıklığa İlişkin Özel Hâller


8.2.1. Yalan Tanıklık
Yalancı tanıklık tanık ifadelerinin değerlendirilmesinde  ele alınması gereken bir durumdur. Ancak bilinçli bir şekilde ve yanıltmak amacıyla yapılan tanıklık ile hayali veya hatalı yapılan tanıklık hâllerini de ayırmak gerekir.


Yalancı tanıklık, bilinçli bir şekilde ve yanıltmak için yapılan tanıklıktır. Hukuk, yalancı tanıklığı özel bir suç tipi olarak düzenlemiştir ve tanıklara yemin teklif edilmesi ve yalan beyanlarının suç olduğuna ilişkin hususun duruşmada ifade öncesinde söylenmesinin amacı da budur.

Tanıktan beklenen, hiç bir şey saklamaksızın ve bir şey katmaksızın, kimseden korkmadan ve etki altında kalmadan olayla ilgili bildiklerini belirtmesidir. 

Beyanın değerlendirilmesinde en önemli husus bilinçli bir biçimde doğruyu söylememek yani yalan beyanda bulunmadır. Yalan beyan sorgulama açısından son derece önemlidir ve adil sonucun ortaya çıkmasını engelleyen bir delildir. Hukuksal açıdan da ayrı ve ağır bir suç olarak düzenlenmiştir. Burada sanığın yalan beyanda bulunması ile tanıkların yalan beyanda bulunması açısından ceza hukukunun değerlendirmesi farklılıklar arz ediyor mu sorusu önemlidir. Tanık psikolojisi açısından yalan beyanda bulunma çoğu kez sanığa yakınlığa bağlı olarak bir koruma amacı taşır. Aynı şekilde tanıklar sanığa karşı olan olumsuz duyguları nedeniyle aleyhe de tanıklık yapabilirler. 

Sorgulamada, savunma hakkını koruyarak yalan ve yanlış beyanı engellemek, gerçeği söylememekte direnen sorguya çekilen kişinin bu direncini kırmak ve bu suretle maddi gerçeğe ulaşmak için uzmanlar tarafından, hukuk düzeninin izin verdiği ölçüde uygulamada geliştirilen teknik ve taktikler vardır. Hiç kuşkusuz bu teknik ve taktikler uygulamayı gerçekleştiren yetkilinin bilgi ve becerisine bağlıdır. Bununla birlikte tanığın sorgulamasında yaşamı, kültür seviyesi, şahsi özellikleri, bir resmî sıfatının olup olmadığı, olaydaki rolü açısından bilgi sahibi olması sorgulama açısından önem taşıdığı açıktır.


Yapılan pek çok araştırma ile kişilerin yalan söylediklerinde beden dillerinde bazı değişiklikler olduğu saptanmıştır:


- Yalan söyleyen kişinin elini gözüne götürme ve yüz çevresine dokunma sayısı artarken, ifadeyi güçlendirmek için elle yapılan jestleri azalır. Yalan söyleyen kişilerin genellikle elleri ile yaptıkları jestlerin azaldığı ancak genel beden hareketlerinde tedirginliğe bağlı bir artış olduğu görülür.


- Karşısındaki ile göz teması azalır. Yüz ifadesinde çoğunlukla bir değişiklik olmaz.
- Tutarsızlık, duygulardaki samimiyetsizlik ve abartılı davranış değişiklikleri, aşırı detaycılık hâlleri göze çarpar.
Ancak bu konuda bilgili olan kişilerin bu hareketlerini gizleme olanağının bulunduğunu da belirtelim.


8.2.1.1. Yönlendirme
Yönlendirmeyi, beyanda yanılma ve hata olarak almak gerekir. Bu başlık altında tanıkların birbirlerinin ifadelerine olan etkisi ile yönlendirici soru sorulmasıyla tanığın şaşırtılması hâlleri de girer.
Örneğin, ilk ifadeyi veren tanık beyanı ile olguya ilişkin hâkimin bir düşünceyi daha fazla benimsemesine yol açabilir. Tanığın ifade vermede içinde bulunduğu psikolojik durum da önemlidir. Suçluluk duygusu, endişe veya mazoşist kişilik özelliğinin taşınması hâllerinde gerçek olmayan itiraflar ortaya çıkabilir.


8.2.1.2. Prestij Etkisi
Prestijin etkisi bir çeşit telkin etkisidir. Sosyal etkiyi güçlendiren kişi sayısının çokluğu, ortaklaşa kanaat, yüzyüzelik, mevki ve saygınlığın etkisidir. İşte biz burada yargılama açısından prestij etkisi derken bu son etkeni vurguluyoruz. Bir kişinin davranışı ve hatta bazı durumlarda düşünce ve duygularını sosyal etki aracılığıyla değiştirmesi ve baskı yönüne doğru uyum göstermesine prestij etkisi denir.


Prestij etkisi açısından ele alınabilecek biçimde Bangalor Yargı Etiği İlkeleri’den de bahsedilebilir. Bu metne göre, “Hâkim, hangi makamdan veya hangi nedenle gelirse gelsin, doğrudan veya dolaylı her türlü dış etki, teşvik, baskı, tehdit veya müdahaleden uzak şekilde, kendi vicdani kanaatine uygun olarak hukuka ve somut gerçeklere ilişkin kendi değerlendirmesine dayanarak, yargı görevini bağımsız olarak yerine getirir.”. Böylelikle, hakimin, değerlendirmesinde nelerin etkisinde kalmayacağı hususu gündeme getirilmiş olmaktadır.


8.2.1.3. Tanığın Beyanından Vazgeçmesi


Tanık, muhakeme süreci içinde çeşitli etkiler altında olduğu gerekçesiyle verdiği ifadeden vazgeçebilir. Bu durumda özel suç olarak düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçundan kurtulabilir. Bu hâl tanığın pişmanlık duyması veya ifadesini düzeltme hâlidir.
5237 sayılı Ceza Yasası özel bir düzenleme ile etkin pişmanlık hâlini tanıklıkla ilişkilendirmiştir. Şöyle ki;
Etkin Pişmanlık
Madde 274 - 

(1) Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında bir hak kısıtlamasını veya yoksunluğunu sonuçlayacak nitelikte karar verilmeden veya hükümden önce gerçeğin söylenmesi hâlinde, cezaya hükmolunmaz.


 (2) Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında bir hak kısıtlamasını veya yoksunluğunu sonuçlayacak nitelikte karar verildikten sonra ve fakat hükümden önce gerçeğin söylenmesi hâlinde, verilecek cezanın üçte ikisinden yarısına kadarı indirilebilir.


(3) Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşmeden önce gerçeğin söylenmesi hâlinde, verilecek cezanın yarısından üçte birine kadarı indirilebilir.


Madde yalan tanıklıkla ilgili etkin pişmanlık hâlini de düzenlemektedir. Davanın sonuca götürülmesinde önemli bir delil olarak tanık beyanları esas alındığı için bu konu çok önemlidir. Tanığın yalan söylemesine karşın sonradan pişmanlık duyması ve ifadesini düzeltmesi hâllerinde davanın gidişatına göre yalancı tanıklık için öngörülmüş cezalardan muaf tutulabileceği ya da cezasının azaltılabileceği hüküm altına alınmıştır.
 Aleyhine tanıklık yapılan kişi hakkında bir hak kısıtlamasının veya yoksunluğu sonuçlayacak nitelikte karar vermeden veya hükümden önce gerçeğin söylenmesi hâlinde cezaya hükmolunmaz.


8.2.2. Tanıklık Etmesi Tartışmalı Olan Kişiler


Öncelikle kişiler kendilerini suçlandırıcı tanıklık yapmaya veya bir suçu itiraf etmeye zorlanamaz. Bu susma hakkı olarak tanımlanır. Susma hakkı, sanığın kendisine yönelik bir suçlama karşısında bu olaya ilişkin olarak sorulacak sorulara hiç yanıt vermemesidir. Ayrıca, kişinin yakınları da aleyhe ifade vermeye zorlanamaz. Anayasa’nın m.38 de bu genel ilkeyi doğrulamaktadır. CMK m.147 adil yargılanma hakkı çerçevesinde sanığın susma hakkının olduğunu beyan etme külfetini de sorgulama makamına yüklemektedir. Ancak susma hakkı kimlik bilgilerini saklamayı kapsamaz. Bu konuda beyanda bulunmak zorunludur.


8.2.3. Sağlık Mesleği Mensuplarının Zorunlu Tanıklığı


Bu başlık altında ise adli tıp mensuplarının da içinde bulunduğu sağlık görevlilerine, bir şekilde bilgisine ulaştıkları suç oluşturma şüphesi olan hâlleri bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
Bu hususun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.280’de düzenlendiğini görmekteyiz, madde metni şöyledir;


Sağlık Mesleği Mensuplarının Suçu Bildirmemesi


Madde 280 - 

(1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.


(2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.
Sağlık mesleği mensupları, görevleri gereği muayene, ameliyat, tahlil gibi işlemleri yaparken rastladıkları bulguların suçtan kaynaklandığından şüpheye düştüklerinde bildirim yükümlülükleri doğar.


Sonuç olarak sağlık görevlilerinin hasta ile kurduğu ilişkide öğrendiği ya da tedavi amacıyla kendisine verilen hastaya ait bilgileri saklama yükümlülüğü ile öğrendiği suçları ve kamu sağlığını ilgilendiren bilgileri ihbar yükümlülüğü arasında bir çelişki olduğu düşünülebilir. Her iki durum da özel koruma amacı ile oluşturulmuştur. Sınırlar, durumun icabına göre belirlenecektir.
Hekimin bildirim yükümlülüğü, suçun takibi, suçluların yakalanması ve halk sağlığını ilgilendiren konularda tedbir alınması ihtiyacına bağlı olarak kamu yararı başlığına eklenir. Sağlık görevlileri mesleklerini yerine getirdikleri sırada ulaştıkları suç oluşturan fiil ve durumları ihbar etmekle hukuken yükümlüdürler derken sağlık görevlileri kavramının geniş olarak yorumlandığını da eklemek gerekir. Görev yerleri ile ilgili de bir sınırlandırma yoktur. Ancak sağlık hizmetlerini kamu görevlisi sıfatıyla yerine getirenlerin yükümlülüğü kamu görevlisi olma sıfatıyla da birleşir.


Kanun koyucu TCK’nın 280. maddesi’nde, bildirim yükümlülüğü olan sağlık mesleği mensupları için yine meslekleri sırasında öğrendikleri hususlarda CMK’nın 46. maddesi’nde tanıklıktan çekinme hakkı vermiştir. Bu durum çelişkili gibi gözükmesine rağmen, bu iki normun birbirleriyle çelişmediğinin ifade edilmesi gerekir. Zira bir sağlık mesleği mensubu, mesleğini icrâ ettiği esnada öğrendiği suç şüphesini derhâl bildirmek zorunda olmakla beraber, bu bildirimin devamında tanıklık yapmasının gerekmesi hâlinde tanıklık yapmaktan çekinebilecektir.


8.2.4. Yer Gösterme, Yüzleştirme, Teşhis


Suçun aydınlatılması açısından kullanılan bu üç yöntemin ceza hukuku açısından modus operendi yani suçun meydana geliş şeklinin öğrenilmesi ile bağlantısı açıktır.


Yer Gösterme:
Soruşturma sırasında, CMK m.85; kendisine yüklenen suç hakkında açıklama yapmış olan şüpheliye, olay yerinde yaptırılan tatbikattır. Madde metni şöyledir:
Yer Gösterme

(1) Cumhuriyet savcısı, kendisine yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmuş olan şüpheliye yer gösterme işlemi yaptırabilir. 250 nci Maddenin birinci fıkrası kapsamına giren suçlar söz konusu olduğunda, adli kolluk amiri de yer gösterme işlemi yaptırmaya yetkilidir.


(2) Soruşturmayı geciktirmemek kaydıyla, müdafi de yer gösterme işlemi sırasında hazır bulunabilir.


(3) Yer gösterme işlemi, 169 uncu Maddeye uygun olarak tutanağa bağlanır.
Görev, Cumhuriyet Savcısı tarafından yerine getirilir. Yer gösterme bir delil toplama işlemi değildir; zira soruşturma aşaması öncesinde delil toplama işlemleri zaten bitirilmiştir. 

Yer gösterme ile yapılan, delillerin doğruluğunun anlaşılması ve suçun işlenme biçimi ile ilgili tutarlı bir canlandırma yapılmasıdır. Amaç; suçta kusurun saptanmaya çalışılması, ayrıca ağırlaştırıcı ve hafifletici sebeplerin belirlenmesini kolaylaştırmaktır. 

Soruşturmanın gecikmesine yol açmıyor ise müdafi de yer gösterme işleminde hazır bulunur. Ayrıca CMK m.250 birinci fıkrasındaki suçlarda adli kolluğa da yer gösterme için yetki tanındığına ilişkin düzenleme mevcut olsa da, 2012 yılında yapılan değişiklikle CMK’nın 250. maddesinin yürürlükten kaldırılmış olması, bu tarih itibarıyla adli kolluğun yer gösterme yetkisinin de dolaylı olarak kaldırıldığı anlamına gelmektedir. Kolluğa verilen bu yetkinin kaldırılmış olması son derece önemlidir. Zira bu yetkilendirme özellikle basının da hazır bulunması hâllerinde masumiyet karinesinin zarar göreceği yönünden eleştirilmekteydi.


Yüzleştirme ise; bir çeşit teşhis olan yüzleştirme de tanık beyanları arasındaki tutarsızlıkların giderilmesi ve suçun aydınlatılması için kullanılan bir yöntemdir. Kural tanıkların tek tek dinlenmesidir, gerek görülürse yüzleştirme yapılır. CMK m.52’de şu şekilde düzenlenmiştir:


Madde 52 - Tanıkların Dinlenmesi


(1) Her tanık, ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir.
(2) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin hâllerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.
(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir. Ancak;

  • Mağdur çocukların,
  • Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin,
Tanıklığında bu kayıt zorunludur.
(4) Üçüncü fıkra hükmünün uygulanması suretiyle elde edilen ses ve görüntü kayıtları, sadece ceza muhakemesinde kullanılır.


Ayrıca detaylar PVSK Ek-6. maddenin 9-17. fıkraları arasında detaylı olarak yer almıştır. Buna göre:


Adlî Görev ve Yetkiler
Ek Madde 6 - 
Polis, olaydaki failin, gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi açısından zorunlu ise, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir.


Tanıklıktan çekinebilecek olanlar, teşhiste bulunmaya zorlanamaz.
İşleme başlanmadan önce, teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır.
Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birden fazla ve aynı cinsten olması, aralarında yaş, boy, ağırlık, giyinme gibi görünüşe ilişkin hususlarda benzerlik bulunması gerekir. Teşhis için gerekli olması halinde, şüphelinin görünüşü ile ilgili gerekli değişiklikler yapılabilir. Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin her birinde, teşhis sırasında bir numara bulundurulur.


Teşhiste bulunan kişi ile teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin birbirini görmemesi gerekir.
Teşhis işlemi en az iki kez tekrarlanır ve teşhiste bulunması istenen kişiye, şüphelinin teşhis edilecek kişiler arasında yer almıyor olabileceği hatırlatılır.


Teşhis işlemine tâbi tutulan kişilerin, bu işlem sırasında birlikte fotoğrafları çekilerek veya görüntüleri kayda alınarak, soruşturma dosyasına konur.
Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir.


Teşhis işlemi tutanağa bağlanır.
Teşhis ise kişinin kimliği ile ilgili bir husustur. Bu nedenle Anayasal güvence altında olan kişilik hakları ve özel hayatın korunması açısından bazı sorunlar doğurmaktadır. Yasadaki açık düzenleme ile şüphelinin, sözü edilen kişi olup olmadığının araştırılması için kullanılır. Teşhis öncesi, teşhiste bulunacak olan kişinin faile ilişkin detaylı beyanları kayıt altına alınır.

Sonrasında teşhis yaptırılır. Bir önceki başlık altında ele aldığımız “sanık sıralama yöntemi” bu konuda uygulanan yaygın usullerden birisidir. Fotoğraftan teşhis de yaygın bir uygulamadır. Bu usul içinde yönlendirmeden kurtulabilmek için bir kişinin birden fazla farklı fotoğrafı kullanılamaz. Aynı özellikteki birden fazla fotoğraf arasından teşhiste bulunanın bir seçme yapması istenir. Tanıklıktan çekilme hakkı bulunanlar (sanık yakınları) teşhiste bulunmaya zorlanamazlar. Teşhis işlemi de bir tutanak ile tespit edilerek, soruşturma dosyasına eklenir.


8.2.5. Gizli Tanıklık


Ceza muhakemesi açısından tanıklar, suçun faili olmayıp kamu düzenini bozan süje de değildirler. Buna karşın, muhakeme sürecinde önemli bir sorumluluk alanları vardır. Tanıkların, beri yandan, genelde suçun mağduru sıfatını da taşıdıkları düşünüldüğünde, tanıklıklarına başvurulması esnasında mağduru oldukları fiili yeniden yaşama ve bundan psikolojik olarak etkilenme olasılıkları da vardır. 

Buna sanık yahut şüpheli ile karşılaşmanın yaratabileceği etki de ilave edilebilir. Dahası, tanıklığın ardından verilebilecek bir mahkûmiyet kararının da, hakkında bu karar verilenlerin öç alma girişimlerine yol açabileceğinden bahsedilebilir. Bu gibi nedenlerden ötürü tanığın korunması gerekliliği hissedilmiştir.
Tanığın korunması, hukukumuzda, 5726 sayılı Tanık Koruma Yasası’yla birlikte anılmaktadır. Söz konusu yasa, ceza muhakemesinin belirli suçlar açısından güvence altına alınmasını, yine yasada belirtilen kişileri koruyarak sağlamaya çalışmaktadır. Türk hukuku açısından tanık korumanın hukuki niteliği, gizli koruma tedbiri olarak tespit edilmekte ve tedbirin de gizlilik esasına uygun olarak verilecek bir karara dayandırılması gerekmektedir; bahsedilen gizliliğe uygun şekilde verilen tedbir kararı, “hakkında tedbire başvurulan kişiye karşı değil, şüpheliye, sanığa ve kamuya karşı” alınmış bir tedbir olarak anlaşılmak durumundadır.


Kimlerin bir tedbir olarak tanık korumadan istifade edebileceği hususu Tanık Koruma Kanunu’nun 4. maddesi’nin ilk fıkrasında, aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
“a) Ceza muhakemesinde tanık olarak dinlenenler ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 236 ncı maddesine göre tanık olarak dinlenen suç mağdurları.
b) (a) bendi hükümlerine göre dinlenenlerin nişanlısı, evlilik bağı kalmasa bile eşi, kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu, ikinci derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları ve evlatlık bağı bulunanlar ile yakın ilişki içerisinde olduğu kişiler.”
Yine kanuna bakıldığında, tanığın korunması için karar verilebilecek tedbirler arasında kimlik ve adres bilgilerinin kayda alınarak gizli tutulması, duruşmada hazır bulunma hakkına sahip olanlar olmadan dinlenebilmesi veya sesi yahut görüntüsü değiştirilerek özel bir ortamda dinlenilmesi, fiziki koruma sağlanması, kimlik ve ilgili bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi ve düzenlenmesi, geçimini sağlamak üzere geçici maddî yardımda bulunulması, fiziki görünümünün erstetik cerrahi yoluyla veya buna gerek olmaksızın değiştirilip buna uygun kimlik bilgilerinin yeniden düzenlenmesi gibi imkânlar mevcuttur (Centel & Zafer, 2016, ss. 474-475).
Tanığın korunması kapsamında alınacak tedbirlerin, adil yargılama hakkına bir halel getirip getirmeyeceği hususu önem taşımaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, böylesi bir hak ihlâlinin önüne geçmek için, tanığın kimliğinin gizli tutulması açısından birtakım koşullar öngörmüştür. Buna göre ilk koşul, gizli tutma tedbirinin uygulanması için “önemli ve yeterli bir neden”in olmasıdır. İkinci koşul, ölçülülük ilkesiyle ilişkilendirilmektedir ve buna göre “iddia tanıklarına soru sormak veya sorgulatmak hakkı zorunlu olarak gerekli olduğundan fazla sınırlandırılmamalıdır”. Üçüncü koşul, “kimliği tamamen gizlenen tanık ifadesinin sanığın mahkûmiyetinde kullanılmasının savunma açısından ortaya çıkardığı zorluklar başka muhakeme tedbirleri ile yeterince dengelenmelidir.” şeklinde bir ilkeyi ortaya koymaktadır. Son olarak ise mahkemenin vereceği “mahkûmiyet kararı, tek başına veya belirleyici ölçüde kimliği gizli tutulan tanık ifadesine dayandırılmamalıdır.” şeklinde bir tespit söz konusudur (Ünver & Hakeri, 2018, ss. 250-251[42]).
Bölüm Özeti
Bu bölümde, suçun aydınlatılmasında önemli bir yere sahip olan tanığın psikolojisiyle beyanlarına ilişkin özel hâller üzerinde durulmuştur. Herhangi bir beyanın nitelendirilmesinde nelerin dikkate alınması gerektiği hususu irdelenmiştir.
Kaynakça
Bangalor Yargı Etiği İlkeleri, (2002). (Erişim: https://www.yargitay.gov.tr/documents/ek1-1612425208.pdf, 14.10.2022)
Centel, N., & Zafer, H. (2010). Ceza Muhakemesi Hukuku (7. bs). İstanbul: Beta Yayınevi.
Centel, N., & Zafer, H. (2016). Ceza Muhakemesi Hukuku (13. bs). İstanbul: Beta Yayınevi.
Görgü Tanıklığında Algı ve Bellek Süreleri. (Erişim: http://www.izmir.edu.tr/tr/images/stories/Psikoloji_Dersler/Psikolojide_Secme_Konular/Grg_Tanklnda_Alg_ve_Bellek_Sreleri.pdf, 22.01.2013)
Hammond, L., & Thole, K. (2011). Görüşme ve İfade. İçinde D. Canter (Ed.), & A. Dönmez, I. Çoklar Başer, & M. Güler (Çev.), Suç Psikolojisi (ss. 283-305). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Işıktaç, Y. (2020). Adalet Psikolojisi (3. bs). İstanbul: Sümer Kitabevi.
Schroeder, F. C., & Verrel, T. (2019). Ceza Muhakemesi Hukuku (S. Oktar, Çev.). Ankara: Yetkin Yayınları.
Tarhan, N. (2010). Toplum Psikolojisi. (F. Özten, Haz.) İstanbul: Timaş Yayınları.
Taylor, S. E., Peplau, L. A., & O’Sears, D. (2007). Sosyal Psikoloji (A. Dönmez, Çev.). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Ünver, Y., & Hakeri, H. (2010). Ceza Muhakemesi Hukuku (3. bs). Ankara: Adalet Yayınevi.
Ünver, Y., & Hakeri, H. (2018). Ceza Muhakemesi Hukuku (14. bs). Ankara: Adalet Yayınevi.
von Schirach, F. (2011). Suç: Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler (I. Arda, Çev.). İstanbul: NTV Yayınları.
Yücel, M. T. (1994). Ceza Adaletinde ‘Tanık’. TBB Dergisi, (1), 100-106.
Yücel, M. T. (2007). Adalet Psikolojisi (6. bs). Ankara: Başkent Matbaası.
Ünite Soruları
Soru-1 :
1) Aşağıdakilerden hangisi tanığın hukuki tanımıdır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kuvvetli suç şüphesi altında bulunduğu için yargılama sürecinde bulunandır.
(B) Suç şüphelisinin yakınlarıdır.
(C) Hakkında verilen hüküm kesinleşendir.
(D) Duruşma ve kovuşturmada bilgi ve görgüsüne başvurulandır.
(E) Kamu adına soruşturmayı yürütendir.
Cevap-1 :
Duruşma ve kovuşturmada bilgi ve görgüsüne başvurulandır.
Soru-2 :
Bir beyanın güvenilebilir olması için hangi şartların gerçekleşmesi gerekir?
I – Sorguya çekilenin tam ve kusursuz idrak kabiliyetinin bulunması
II – İyi bir hafıza ve hatırlama kabiliyeti olması
III – Olayı sadece görme duyusunu kullanarak anlatabilme yeteneğine sahip olması
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) I - III
(C) II - III
(D) I – II – III
(E) I-II
Cevap-2 :
I-II
Soru-3 :
Tanık beyanının geçerliliği açısından etkide bulunmayan unsur aşağıdaki seçeneklerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Silah kullanılması
(B) Çarpan etkisi
(C) Yaş
(D) Tanığa verilen geri bildirim
(E) Bilişsel özellikler
Cevap-3 :
Çarpan etkisi
Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi prestij etkisinin sebebidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Sanığın yaşlı olması
(B) Sanığın makam sahibi olması
(C) Sanığın çalışkan olması
(D) Sanığın sıhhatli olması
(E) Sanığın konuşkan olması
Cevap-4 :
Sanığın makam sahibi olması
Soru-5 :Aşağıdakilerden hangisi tanık beyanlarının irdelenmesinde önem taşıyan hususlardan biri değildir?


(A) Dolaylı tanıklık
(B) Prestij etkisi
(C) Yalancı tanıklık
(D) Yönlendirme
(E) Beyanda yanılma ve hata


Soru-6 :Aşağıdakilerden hangisi kişinin yalan söylemesinin beden dilinde ortaya çıkardığı sonuçlardandır?


(A) Bacak bacak üstüne atma
(B) Ellerin kullanılması
(C) Yüz buruşturma
(D) Göz teması azaltma
(E) Ellerin kaşınması


Soru-7 :Yüzleştirme aşağıdaki hangi seçenekle ilgilidir?


(A) Tanığın sanığı affetmesini sağlamak
(B) Tanıkların birbirlerini tanımalarını sağlamak
(C) Tanık beyanları arasındaki tutarsızlıkları gidermek
(D) Sanıkların birbirlerini tanımalarını sağlamak
(E) Mağdurların tanıklarla tanışmasını sağlamak
Cevap-7 :
Tanık beyanları arasındaki tutarsızlıkları gidermek
Soru-8 :
Türk Ceza Kanunu’na göre sağlık mesleği mensubu deyiminden aşağıdakilerden hangisi anlaşılır?
I – Tabip
II – Diş tabibi
III – Eczacı
IV – Ebe
V – Hemşire
VI – Sağlık hizmeti veren diğer kişiler
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) I ve II
(C) I – II – IV - V
(D) I – II – III – IV - V
(E) I – II – III – IV – V – VI
Cevap-8 :
I – II – III – IV – V – VI


Soru-9 :Yer gösterme ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?


(A) Yer gösterme işlemi tutanağa bağlanır.
(B) Cumhuriyet savcısı yer gösterme işlemi yaptırabilir.
(C) Yer gösterme işlemi sırasında olay yerinde bulunan vatandaşların işlemi seyretmesine engel olunamaz.
(D) Müdafi de yer gösterme işlemi sırasında hazır bulunabilir.
(E) Şartları sağlanmışsa adli kolluk amiri de yer gösterme işlemi yaptırmaya yetkilidir.


Soru-10 :Sanık dışında olay yerinde bulunan ve bilgisine başvurulan kişi kimdir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kolluk
(B) Savcı
(C) Muhabir
(D) Görgü tanığı
(E) Mağdur 


9. HÜKÜMLÜ PSİKOLOJİSİ


9.1. Cezanın Amaçları, Özellikleri, 

İlgili Bazı Hukuksal Düzenlemeler ve Genel Kabul Gören İnfaz Hukuku İlkeleri


İnfaz belirli bir amacı yerine getirmek içindir. Bu amaç ise toplumun suçludan ve suçlunun da toplumun öfkesinden korunması, herhangi bir toplumsal düzeni bozan ve kanunların sınırlarını aşan kimsenin çağdaş yöntemlerle rehabilite edilerek topluma yeniden kazandırılmasını temin etmektir.


Adaletin sağlanması için ortaya konulan hükmün sonucu olarak ceza çeşitli amaçları temel alabilir; yani kefaret, caydırma, ıslah, engelleme ve onarıcı cezalandırma temel infaz uygulaması amaçları olarak belirlenmektedir. Hukuka aykırı eylemin sonucu olarak bir cezanın niçin verilmesi gerektiği hususuna ilişkin görüşleri davranışçı yaklaşımlar, engelleyici infaz hukuku ve onarıcı ceza yaklaşımları olarak sınıflandırabiliriz.


Ceza infaz hukukunun temel konusu bir şekilde belirlenmiş olan suçun adil cezasının uygun biçimde çektirilmesidir. Cezanın infazının başarısı suç konusundaki caydırıcı etkisi ile yakından ilgilidir.
Genel olarak cezanın üç amacı vardır ve bu amaçlar infaz hukukuna da yansır:
- Suçları genel olarak önlemeye yönelik etki,
- Suçları özel olarak önlemeye yönelik etki,
- Suçların tasfiyesi
Cezaların korkutuculuğu genel olarak önleyici bir etki yaratır. Özellikle tekrar edilen suçlarla ilgili ek müeyyideler özel önleyici etki başlığı altında ele alınır. Burada korkutmanın gücünü arttırma ve ciddiyet hedeflenmektedir. Suçların tasfiyesi ise daha çok ölüm cezası bağlamında ele alınabilir. Islah olmayan veya ağır suç işleyenleri öldürerek veya tecavüz suçlularının cinsel kabiliyetini ortadan kaldırarak bir daha suç işleyemez hâle getirilmesi düşüncesine dayanır. Ancak insan hakları açısından bu konular tartışmalıdır.
Tüm bu suç alanları için öngörülen yaptırım yani ceza hukuken meşru, zorunlu ve bizzat suçlunun şahsına yönelik zarar veren bir tepkidir.


Bu tanım bize cezanın özelliklerini göstermektedir.
- Öncelikle ceza, suçun karşılığıdır. Buna cezaların kanunîliği ilkesi denir.
- Bir tepki olarak ceza, zorunlu olarak suçun sebep olduğu kötülüğe karşı ve ondan sonrasında ortaya çıkan kötülüktür. Bu nedenle ceza, ceza adaleti sistemi gereğince de “ödetici adalet”in yansımasıdır.
- Suç ve ceza arasında makul bir oran bulunmalıdır. Yani cezanın ağırlığı ile failin kusur oranı arasında bir denklik kurulmaya çalışılmalıdır.
- Ceza ödetici adaletin bir yansımasıdır; ancak burada sınırı “insanlık onuru” kavramı oluşturur. Bunun anlamı cezanın şahsiliği yani doğrudan faile yönelik olması gerektiğidir. Ayrıca suçluya ne tür cezalar verilebileceği de bu başlık altında değerlendirilir. Suçluya insanlık onuru ile bağdaşmayan ceza verilemez. Bu ilkeler gözetilerek hapis cezası, para cezası, çeşitli hak mahrumiyetleri ve kısıtlılık hâlleri ceza infaz hukukunun başlıca müeyyideleridir.
Cezanın infazına ilişkin başlıca hukuksal düzenlemeleri şöyle sıralayabiliriz;
- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (2005)
- 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun (1930)
- 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (2004)
- 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun (1997)
- 2006/10218 numaralı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük (2006)
Ayrıca uluslararası hukuk açısından infaz hukuku bağlamında şu belgelere özel olarak değinmek gerekir;


- Birleşmiş Milletler “Hükümlülerin İyileştirilmesi İçin Asgari ve Standart Kuralları” başlıklı düzenleme hükümlülerin salıverilmelerinden sonra topluma kazandırılmaları için alınması gereken tedbirleri düzenlemektedir.
- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3 No’lu Kararı: “Avrupa Cezaevleri Kuralları” başlığını taşımaktadır. Hükümlülere etkili sosyal destek ve sosyal hizmetlere ilişkin esasları içerir. Aynı komitenin R(2000)22 sayılı “Kamusal Cezalar ve Tedbirler Hakkında Avrupa Kurallarının Uygulanmasının Geliştirilmesi Tavsiye Kararı” ile özellikle kısa süreli hapis cezaları verilmesi açısından alternatif olabilecek seçeneklerle ilgili bilgileri içermektedir.


Her üç belge de özel olarak, suçlunun kişiliği, suçlunun sosyal ve ekonomik durumu, suç konusundaki pişmanlığı, suç sürecindeki koşullar vb. gibi kriterler yönünden yapılacak değerlendirmelere önem vererek suçlunun topluma yeniden intibakını sağlayabilecek olanaklar üzerinde durmaktadır.
Genel kabul gören infaz hukuku ilkelerini ise şu şekilde belirleyebiliriz;


- Öncelikle modern infaz sistemlerinde hükümlü, ıslah edilmesi gereken ve belli hakları olan kişidir. İşlemiş olduğu suçu bağımsız mahkemeler değerlendirir ve hukuk devleti standardı cezanın verilmesi sürecini de bütünüyle kapsar.


- Cezası kesinleşen kişinin konulacağı cezaevinin koşulları belirli standartlara bağlanmıştır. Tüm mahkûmlar haklarından yararlanırlar.
- Kural hükümlülerin hak ve olanaklarının yasa ile düzenlenmesidir. Bu nedenle bu hususların yönetmelik ve genelgelerle değerlendirilmesi uygun görülmemektedir.
- Cezaevleri aynı zamanda tahliye sonrası için imkân sağlayabilecek düzenlemeleri de içermelidir. Eğitim, mesleki öğrenme, çalışma vb. gibi.


- Meslek sahibi olanların iş olanakları açısından kredi imkânlarından yararlandırılmaları (Ülkemizde 647 sayılı yasa ile Halk Bankası kapsamında bu tür bir düzenleme bulunmasına rağmen ne yazık ki uygulamada gerçekleşememektedir).


- Çeşitli kotalarla hükümlü çalıştırma düzenlemeleri yapılması.
- İnfaz açısından yeni imkânların kullanılması.
 Bu ilkelere ve ilkelerin gereğinin yapılmasına rağmen suç politikası açısından bir başka önemli başlık ise uygun cezanın hangi tür ceza olduğu konusudur. 

En yaygın ceza yöntemi olarak hapis cezası konusu da aynı bağlamda ele alınmaktadır. Hapis cezalarının iyi bir cezalandırma yöntemi sayılıp sayılmayacağı yani suçluların ıslahına katkısı konusu  tartışılmaktadır.
Başarılı bir infaz uygulaması için şu koşullar üzerinde durulabilir;

- Cezanın kesin ve anlaşılabilir oluşu,

- Kısa sürede şekillenmesi,

- Şiddetli olması.

Yasaların, keyfi ve adil olmayan biçimde uygulanması bu üç koşulla yakından ilgilidir. Yani açık ve anlaşılır yasa, cezanın mutlaka uygulanacağı düşüncesi ve fiili durumu caydırıcılığı iyi bir ceza uygulaması sunabilir. Bu koşullara ek olarak yasalarda suç ile ceza arasında orantının gözetilmesi de adalet duygusuna uygundur. Ancak tüm yaşam alanları gibi cezaya ilişkin düzenlemeler de sadece teorik bir kalıpla açıklanamaz. Teorik mükemmellikler uygulamada öngörülmemiş pek çok sonucu ortaya çıkarabilir.


İnfazın bir başka açıdan değerlendirilmesi ise suç mağduru olma korkusu ve suç niteliğinin değişmesi de cezaların etkinliği, daha doğrusu ceza adaleti sistemi üzerinde yaratacağı etkiyi ayrıca düşünmek gerekiyor. Geniş bir başlık olarak viktimoloji bu alanı cevaplandırmaktadır. Mağdurun korunması olarak da isimlendirilen viktimoloji infaz hukukuna yönelik bakışı genişletmiştir. 

Suç niteliğinin değişmesi ise daha çok teknolojik gelişmelerle yeni suç tiplerinin ortaya çıkması ve bazı yaygınlaşma alanlarıyla ilgilidir. Ancak kısa vadede salt caydırma esasından hareketle konunun değerlendirilmesinin yerine sosyal yönü güçlendirilmiş, insan odaklı ve toplumlarda genel bir iyileşmeyi hedefleyen politikalara yönelmek ceza adaletinin sağlanmasında çok daha faydalı olacaktır.
Damgalama, etiketleme yani stigmatizasyon mahkûmların yaşadığı önemli sorunlardan birisidir. Toplumun genel kabulleri, kültürü ve dinsel inançları damgalamada birinci etkendir. 

Damgalama ile mahkûmiyetini tamamlayıp topluma katılması istenen kişinin sosyal izolasyonuna yol açmaktadır. Olumsuz yaklaşımlar mahkûmu ciddi bir stres altına sokmakta yaşamını derinden etkilemektedir. İletişim olanaklarının artışı damgalamanın yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Damgalama daha az değer verme davranışıdır. Toplum tarafından olumsuz değerlendirmeler, küçük düşürücü tarzda olan ayrımcılık zamanla mahkûmun özgüvenini zedeler.


9.2. Hükümlülük Yeri: Cezanın İnfazı


Hükümlülük, cezanın infazı aşamasıdır. İnfaz kelime olarak emri yerine getirme, icrâ etmedir. Cezanın infazı ise kesinleşmiş mahkeme kararının uygulanmasıdır. Uygulanma yeri cezaevidir. Hürriyeti bağlayıcı cezaların tarihçesi ile cezaevlerinin tarihçesi iç içedir. 

Ceza infaz kurumlarının genel bağlamda ortaya çıkan bu sorunlarının dışında firar, isyan, adam öldürme, ölüm orucu, rehin alma vb. fiili olaylarla da ilgili bir sorun odağı olabileceğine de dikkat etmek gerekir. Cezaevi sistemi de tarihin belirli aşamasında ortaya çıkmış hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği kurum olarak biçimlenmiştir. 

Bugünkü anlamda ilk cezaevi 1595’te Amsterdam’da erkek hükümlüler için yapılan hapishanedir. 1597 yılında ise kadınlar için bir hapishane yapılmıştır. O zaman en fazla mücadele edilen suç olarak isimlendirebileceğimiz dilencilik ve serserilik için geniş kapsamlı bu tür mekânların açılması bir zorunluluk hâlini de almıştır. 

İlk yazılı talimatları hapishane olarak 1609 tarihli Bremen Cezaevi’ni gösterebiliriz. Çalışma esaslı bu talimatname ile suçlular disipline ediliyordu. 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında cezaevlerinin çok daha kötü bir hâle girdiğini söyleyebiliriz. Ünlü cezaevi uzmanı Karls Krohne 1840’da büyük küçük birçok cezaevini gezerek yazdığı “Cezaevi İlmi” adlı kitabından bu dönemdeki ortamı öğreniyoruz. Hapishanenin kapasitesi üstünde doldurulması, hijyen koşullarına uymama, akıl hastalarının da hapishanede olmaları toplu hastalık ve ölümler, kötü ortam başlıca olumsuzluklar olarak belirlenmiştir.


Cezaevlerine ilişkin ilginç bir reform çabası ise 18. yüzyıldan başlayarak konuyu ele alan Amerika uygulamalarıdır. Dünyanın ilk cezaevi iyileştirme vakfı olarak örgütlenen bir grup özellikle Hıristiyanlık inancının Quaker mezhebi etkisi ile bu çabaların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Vakfın gayretleri ile ilk modern cezaevi 1829’da açılmıştır. Mimari tasarımı ilk kez önemseyen bu iyileştirme diğer yandan yoğun tecrit uygulamaları ile başka tür sorunları ortaya çıkarmıştır. Pensilvanya modeli tecride dayalıdır. Tek kişilik hücre sistemi ve sürekli gözlenmeye dayanan bu modelin bazı uygulamaları günümüzde bile kullanılmaktadır. 

Yine A.B.D.'de bir başka uygulama olarak 1823 tarihlerinde kurulan Auburn sisteminden de söz edebiliriz. Tek kişilik hücre uygulamasına karşın katı sessizlik uygulaması bu sistemin ana fikridir. Bu sistemin bir örneği olarak Avrupa'da Gent Cezaevi'ni gösterebiliriz .


Bundan başka sanıkların yargılama süreci boyunca gerekli olduğu hâllerde tutukevleri de vardır.   Hapis cezası, ölüm cezasının bir alternatifi olarak şekillenmiştir. Ortaçağ’da cezalandırma bedene yönelmiştir. Cezalar, politik muhaliflerin etkisiz hâle getirilmesi işlevinin yanında ödenemeyen para cezalarının da bir güvencesi olarak görülmüştür. Toplumda kabul görmeyen kişilerin cezalandırılması da hapishanede tecrit ile gerçekleştiriliyordu.


1957 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar” ile başlamış olan bir süreçtir[46]. Söz konusu metinde yer alan belirlemelerden bazıları şöyledir.
Beklenen standartlar;
• Kapasitenin 500 kişiyi aşmaması
• Mahkûmların standartlaştırılabilmesi
• Oda ve koğuşların makul koşullara sahip olması
• İçme suyu ve yemek sağlanması
• Ziyaretçi kabul imkân ve ortamı
• Açık havadan yararlanma
• Eğitim ve çalışma imkânları
• Bedensel faaliyet imkânları
• Dilekçe verme ve şikayet hakkı
• Kötü muamele yapılmaması başlıkları altında toplanır .
Bir eylemin hukuksal açıdan cezalandırılmasının bir gereklilik olarak ortaya çıktığı hâller artık ceza hukukundan infaz hukukuna geçilmiş olduğunu gösterir. İnfaz hukukunun asıl amacı bir şekilde sonuçlandırılmış olan yargılama sürecinden çıkmış olan kesin kararın gereğini yerine getirmektedir. İnfaz kelime olarak da bir emri yerine getirme, gereğini icrâ etme demektir. Mahkeme kararının infazını isteyen mercii yine mahkemedir. İnfaz, mahkemenin kesin kararı olarak ilamın cumhuriyet başsavcılığına tevdi edilmesi ile başlar. Ancak infaz hukuku sonuçlarını, sanığın cezaevine konulması ile gösterir. Hükümlünün, ceza evine alınmasından tahliyesine kadar uzanan süreç, ıslaha yönelik bir süreçtir.
Bu bağlamda verilen cezanın türü, hapis cezasının çekiliş biçiminde özel olarak ortaya çıkan düzenlemeler erteleme veya şartlı salıverme hâlleri, güvenlik tedbirlerinin uygulanması ile dava ve ceza ilişkisini sona erdiren ölüm ve af gibi hâllerle, dava ve ceza ilişkisini sona erdiren zaman aşımı ve şikâyetten vazgeçme hâlleri infazın sınırını oluşturur.
Cezalandırma amacının yasa çerçevesinde geçerliliği infaz hukukun varlık sebebidir. Bu başlık altında ele alacağımız cezanın ertelenmesi, şartlı salıverme yani denetimli serbestlik hâlleri ile kaybedilmiş hakların iadesi konularında adalet psikolojisinin özel olarak önemi vardır. Her üç hâlde de kişinin infaz hukuku açısından farklılaştırılabilmesi hâl ve durumuyla yakından ilgili olup özel psikolojik araştırmayı zorunlu kılar.


9.3. Türkiye’de İnfaz
Ülkemizde 1840, 1851 ve 1858 tarihli ceza yasaları ile ilk kez kurumsal anlamda hapis cezalarının ortaya çıktığını görüyoruz.


Tersane zindanı, borçluların konulduğu Baba Cafer Zindanı ve siyasi suçluların kapatıldığı Yedikule ve Paşakapısı Tomruk Zindanları ile anadoluda çeşitli merkezlerde mahkûmların toplu tutulduğu yerler ilk cezaevi uygulamaları olarak görülebilir. 1831’de İstanbul’daki mahkûmlar İbrahim Paşa Sarayı’ndaki Hapishane-i Umumi’de toplanmıştır. 

Tanzimatla birlikte ceza evlerindeki olumsuz koşulların düzeltilmesine de değinilmiştir. Ancak koşulların çok da düzeltilemediği anlaşılmaktadır. 1 Temmuz 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu ile cezaevlerinin idaresi İçişleri Bakanlığı’ndan alınarak Adalet Bakanlığı’na verilmiştir. 1931 tarihli Adliye Müfettişi olan Fuat Bey ve Ferit Bey tarafından hazırlanan rapor konunun ilk detaylı belgesidir ve hapishane koşullarını ortaya koymaktadır (Ata, 2006, s. 10 vd). 1943 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Umum Müdürlüğü örgütlenme çalışmalarının başlangıcıdır. İslam Hukuku'nda hapis cezası olmadığı için daha çok cezaları infaz edilene kadar kişilerin tutuldukları yer ya da borçlarını ödemeyenlerin borçlarını ödeyene kadar muhafaza edildikleri yer olarak cezaevinden söz edebiliriz.


Genellikle kale bentlerinde zaman içerisinde de özel olarak yapılmış zindanlardan vardı. Tanzimat hareketi ile cezaevlerinin koşullarının düzeltilmesi ve mahkûm haklarına ilişkin de bazı iyileştirmeler yapılmıştır, iyileşemeyecek durumdaki hastaların salıverilmesi, yoksul olanların beslenme ve giyimi gibi hususlar dikkate alınmaya başlamıştır. 1858 tarihli ceza yasası ile kürek cezası, kale bentlik ve hapis cezaları resmi ceza hâlini almıştır.
Islahat Fermanı ile ise o dönemin standartlarını içeren bir cezaevi iç düzenlemesi yapılabilmiştir. 

Ayrı bir yasal düzenleme ise 1880 tarihli “Tevkifhane ve Hapishanelerin İdarelerine Dair Nizamname”dir. 1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Cumhuriyet Dönemi'ndeki ceza ve tutuk evlerinin idare biçimi ve uygulamaları değişmiştir. 1929 yılında infaz kurumları. Adalet Bakanlığı'na bağlanmıştır.


1941 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Nizamnamesi ile de yaş küçüklüğü, bölge hapishaneleri, kadın hapishaneleri ile ilgili birçok düzenleme yapılmıştır. 4679 sayılı “Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu” 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
4681 sayılı ve 2001 tarihli “Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulu Kanunu” çıkartılmıştır. İnfaz hâkimlikleri ve izleme kurullarının kurulması hükümleri ve tutukluların insan haklarının hem yargı hem de sivil toplum tarafından korunması ve izlenmesi açısından son derece yararlı olmuştur.


Cezanın infazına ilişkin başlıca hukuksal düzenlemeleri şöyle sıralayabiliriz:
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu,
1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun,
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun,
4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun,
2006/10218 numaralı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük.
Ayrıca uluslararası hukuk açısından infaz hukuku bağlamında şu belgelere özel olarak değinmek gerekir:
Birleşmiş Milletler “Hükümlerin İyileştirilmesi için Asgari ve Standart Kuralları” başlıklı düzenleme hükümlülerin salıverilmelerinden sonra topluma kazandırılmaları için alınması gereken tedbirleri düzenlemektedir.


Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3 No’lu Kararı: “Avrupa Cezaevleri Kuralları” başlığını taşımaktadır. Hükümlülere etkili sosyal destek ve sosyal hizmetlere ilişkin esasları içerir. Aynı komitenin R(2000) 22 sayılı “Kamusal Cezalar ve Tedbirler Hakkında Avrupa Kurallarının Uygulanmasının Geliştirilmesi Tavsiye Kararı” ile özellikle kısa süreli hapis cezaları verilmesi açısından alternatif olabilecek seçeneklerle ilgili bilgileri içermektedir.


Bir tehdit olarak algılanan suçun cezalandırılma profili zaman içinde değişime uğramıştır. Suçluya önceleri suçunun karşılığı olarak bedensel ceza veriliyordu. Yeni siyasi belirlenim varlığını bireyin yasalarla korunan hakkına dayandırdığı için cezalandırma amacı değişmiştir. Artık cezalandırmada bireyin hakları ve özgürlükleri zedelenemez bunun yerine ruhsal bir iyileştirme ya da suçlunun topluma yeniden kazandırılması ön plana çıkar. Hapishanenin yeni fonksiyonu buna dönüşmüştür.


Uluslararası hukuk ve teorik çalışmalar cezaların infazında “oda sistemi”ne geçilmesi büyük oranda kabul görmüştür. Bu hapishanelerin mimari yapısından başlayarak birçok alanda köklü değişiklik yapılmasına neden olmaktadır. Ülkemizde de kabul edilmiş uluslararası belgeler ve iç hukuk düzenlemeleriyle infaz kurumlarının iyileştirilmeye çalışıldığını görüyoruz.


Türk infaz hukukunda tutukluluk hâlleri ile kadın ve çocuk hükümlüler için özel düzenlemeler öngörmüştür. İnfaz kurumları kapalı, açık ve yarı kapalı cezaevleri olarak sınıflandırılmıştır.
Ceza infaz kurumları tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olan kişilerin barındırılmaları için, özel güvenlik tedbirleri ile korunan kamu hizmet binalarıdır. 

Özel nitelikli devlet memurları ve güvenlik görevlilerince infaz kurumu hizmetleri verilir ve denetlenir. Burada görevli olan personelin temel görevi infaz hukukunun genel amacına paralel olarak tutuklu ve hükümlülerin zorunlu olarak barındırılacakları sürede ıslah olarak tekrar topluma kazandırılmasına hizmet etmektedir. 

Bu ana amaca ek olarak hükümlülerin tekrar suç işlemesini engellemek, toplumu korumak üretebilen yasalara ve toplumsal düzene saygılı sorumluluk sahibi bir yaşam için uyum gösterebilecek hâle getirilmesi de sağlanmaya çalışılır.


Bu amaçların ana başlık olarak tretman “yeniden sosyalleştirme” olarak isimlendirildiğini görmekteyiz. Bizim hukuk sistemimize bu yaklaşımın yansıması “iyileştirme” kavramı şeklinde olmuştur (Hekimoğlu, 2001, s. 369 vd).
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.73/2’de bu husus şu şekilde ifade edilmiştir;


İyileştirme Programlarının Belirlenmesi
Madde 73 - (1) Hükümlünün geçmişi, suçluluk nedenleri, suç sicili, fizik yeteneği ve ruhsal yapısı, kişisel doğası, arz edebileceği tehlike hâlleri, hapis cezasının süresi, salıverildikten sonraki beklentisi dikkate alınarak, toplumun hukuka uygun hareket eden ve üretken bir üyesi olarak yaşamını sürdürmesini sağlayacak ve bireysel ihtiyaçlarına uygun bir biçimde iyileştirme programları uygulanır. Bu programların hazırlanması ve uygulanması amacıyla ceza infaz kurumlarında eğitim ve psiko-sosyal hizmet servisleri oluşturulur.
(2) Hükümlü, amaca uygun iyileştirme gereklerinin gerçekleştirilebileceği kurumlara veya bölümlere yerleştirilir.


9.4. Temel Cezanın Belirlenmesi


İşlenen suç için kanunda öngörülen soyut cezanın, olayın özelliklerine göre hâkim tarafından hüküm verilirken somutlaştırılmasına cezanın belirlenmesi denilir. 
Cezanın belirlenmesinde soyut ceza kanun koyucu tarafından suç tipleri ile ilgili olarak belirlenir. Bu belirlenime “soyut-genel” belirlenim denilir. 
Daha sonrasında genel belirlenimdeki ilkeler çerçevesinde her bir suç tipi için hangi türden ve hangi ağırlıkta ceza verileceğini belirleyen “soyut-özel” belirleme yapılır. 
Çağdaş ceza kanunları, faillerin ve olayların birbirinden farklılığını göz önünde tutarak sabit cezalar sisteminden ayrılarak basamaklı (mütevafit) cezalar sistemini benimsemiştir. 
Takdiri ve hafifletici nedenler, ceza vermekten kaçınma imkânları veya genel nitelikteki hâkimin takdir yetkisi aracılığıyla daha adil hükümlerin çıkması temin edilmeye çalışılmaktadır.
Tüm bu uygulamalar aracılığı ile suçun tipikliği ve sanığın durumu göz önünde tutularak, cezanın özel ve genel amacının gerçekleştirilmesini sağlamaya daha uygun olan cezanın bireyselleştirilmesi uygulamalarına yönelik bir sistem kurulmuştur. 
Bireyselleştirmeye yönelik sistem, cezanın tayini işinin belirli ilkeleri ve sıra esası üzerinden nesnel ve öznel ölçülere bağlanmıştır. 
Kanunda gösterilen genel esaslara ve cezanın belirlenmesine ilişkin her türlü işlemin gerekçeye bağlanması zorunluluğu bu uygulamanın objektiflik garantilerindendir.

TCK m.61 cezanın belirlenmesinin “temel ceza”nın belirlenmesi ile yapılacağını hüküm altına almıştır. Buna göre işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırları belirlenecektir. 
Kanun hâkimin bu belirlemede esas alması gereken konuları saymıştır. Buna göre 
  1. suçun işleniş biçimi, 
  2. suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, 
  3. suçun işlendiği zaman ve yer, 
  4. suçun konusunun önemi ve değeri, 
  5. meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, 
  6. failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, 
  7. failin güttüğü amaç, yani saikidir.
Temel ceza belirlendikten sonra cezanın arttırılması ve eksiltilmesi de bunun üzerinden yapılacaktır. Türk Ceza Kanunu’nun m.61/5 ile de bir sınırlama verilmiştir.
“TCK m.61/5:
(5) … belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsî sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir.”

Ayrıca cezalandırma hukuki ilişkisinin hangi hâllerde sona ereceği de yasada düzenlenmiştir. Bunlar davayı ve cezayı düşüren nedenler olarak ayrıştırılır. Davayı ve cezayı düşüren nedenler şunlardır;
- Failin ölümü
- Af
- Zamanaşımı
- Şikayet ve uzlaşma
- Önödeme

Bu başlıkların detayları daha çok ceza hukuku içinde ele alınır. İlgili 61. maddenin tüm metni şu şekildedir;
Cezanın Belirlenmesi
Madde 61 - (1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Gözönünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.
(2) Suçun olası kastla ya da bilinçli taksirle işlenmesi nedeniyle indirim veya artırım, birinci fıkra hükmüne göre belirlenen ceza üzerinden yapılır.
(3) Birinci fıkrada belirtilen hususların suçun unsurunu oluşturduğu hâllerde, bunlar temel cezanın belirlenmesinde ayrıca göz önünde bulundurulmaz.
(4) Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hâllerin gerçekleşmesi durumunda; temel cezada önce artırma sonra indirme yapılır.
(5) Yukarıdaki fıkralara göre belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsî sebeplere ilişkin hükümler ile takdiri indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenir.
(6) Hapis cezasının süresi gün, ay ve yıl hesabıyla belirlenir. Bir gün, yirmidört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmî takvime göre hesap edilir. Hapis cezası için bir günün, adlî para cezası için bir Türk Lirasının artakalanı hesaba katılmaz ve bu cezalar infaz edilmez.
(7) Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı bu Madde hükümlerine göre belirlenen sonuç ceza, otuz yıldan fazla olamaz.
(8) Adlî para cezası hesaplanırken, bu Madde hükmüne göre cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine yönelik artırma ve indirimler, gün üzerinden yapılır. Adlî para cezası, belirlenen sonuç gün ile kişinin bir gün karşılığı ödeyebileceği miktarın çarpılması suretiyle bulunur.
(9) Adlî para cezasının seçimlik ceza olarak öngörüldüğü suçlarda bu cezaya ilişkin gün biriminin alt sınırı, o suç tanımındaki hapis cezasının alt sınırından az; üst sınırı da, hapis cezasının üst sınırından fazla olamaz.
(10) Kanunda açıkça yazılmış olmadıkça cezalar ne artırılabilir, ne eksiltilebilir, ne de değiştirilebilir.

9.5. Mekân, İmkân Açısından Cezaevleri

Temel insan haklarının kabulüne götüren süreç sonrasında aydınlanma felsefesi infaz sistemini intikam sistemi olmaktan çıkararak bir rehabilitasyon süreci olarak görmeye başlayan ilk yaklaşımları ortaya çıkarmıştır. Cezaevi mimarisinin cezanın başarılı uygulanmasına olan etkisi ilk kez gündeme gelmiş, Londra’da Pentonville ve Philedelphia’daki Estern State Cezaevleri özel yöntemlerle inşa edilmiştir. 1847’de ilk cezaevi uluslararası kongresi toplanmıştır.

Cezaevi inşaat sistemleri üç modelde gösterilebilir:
  1. Pennsylvania Sistemi: Bu sistem dış hücreler ve ortalarından geçen koridor ile sıralı hücrelerden oluşan, birbiri ile irtibatı olmayan izole bir modeldir.
  2. Auburn Sistemi: Çok katlı iç hücreler ve hücrelerin açıldığı koridorlardan oluşan bir sistemdir.
  3. Panoptikon Sistemi: Çok katlı, ortasında bir avlu bulunan geniş bir daire olarak inşa edilmiş dış hücrelerden oluşur.

Cezaevleri genel olarak koğuş sistemi ve tecrit esasına dayalı hücre sistemleri ile bu iki sistemi bir arada barındıran karma sistemler olarak isimlendirilir. Ülkemizde koğuş sistemine göre inşa edilen Ankara, Sinop, Yozgat ve Tekirdağ cezaevleri mevcuttur.

Ülkemizde 1950’li yıllardan itibaren harfle isimlendirilen tip cezaevleri yapılmıştır. Bunlar inşaat modeli ve kalan kişi sayısına göre sınıflandırılmaktadır. Cezaevi koruma, kontrol, idame ve hepsini kapsayan genişlikte topluma kazandırma işlevlevlerini yerine getirir;
- “Koruma İşlevi”, kamunun güvenliğinin sağlanması ve firarların önlenmesi amacına yöneliktir.
- Mahkûmların kontrol edilmesi, düzenin sağlanması ve personel ile mahkûmların emniyette olmalarını sağlayan “Kontrol İşlevi”, “İdame İşlevi” ise mahkûmların cezalarını insani koşullarda çekmeleridir. 
Tüm bu işlevler nihai olarak “topluma kazandırma işlevi”nin gerçekleşmesini sağlar. Birleşmiş Milletler Minimum Standart Kuralları ile Avrupa Konseyi Cezaevi Minimum Standartları ile cezaevi mimarisi ve uygulamaları bazı standartlara bağlanmıştır. Türkiye 1965’te bu standartları kabul etmiştir.
F, L ve T tipi cezaevleri inşa edilmiştir. Türkiye’de, Kasım 2012 tarihi itibariyle 377 adet ceza infaz kurumu bulunmaktadır. Bunların 328’si kapalı cezaevi, 36’sı müstakil açık cezaevi, 4’ü çocuk cezaevi, 3 adet çocuk eğitimevi ve 5 kadın kapalı cezaevi, 1 kadın açık cezaevidir.

A, B ve C tipleri mahkûm barındırma amaçlıdır. Sosyo-kültürel mekânlara yeterince yer vermediği için daha niteliksizdir.
K1 ve K2 tipi cezaevleri birçok sosyo kültürel mekânı da kapsar.
M ve E tipi cezaevleri ise çok daha niteliklidir.
Genel bir değerlendirme ile model açısından cezaevlerinin üç başlık altında ele alınabileceğini söyleyebiliriz.
- Topluluk, yani koğuş sistemi
- Tecrit esasına dayalı hücre sistemi
- Karma sistemler

14.06.1930 tarih ve 1721 sayılı Hapishane ve Tefkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun’un 1. maddesi’nde “Türkiye’de her mahkeme bulunan yerde hapishane ve tevkifhane bulunur” hükmü nedeniyle adli teşkilat ile cezaevleri yapılanması paralel düşünülmüş ve düzenlenmiştir. 
Bunun sonucu küçük de olsa yerleşim yerlerinde adliye varsa hapishane de kurulmuş, bazen kiralık bazen de uyun olmayan binalar bu işlevi üstlenmiştir. Bazı yerleşim yerlerinde hükümlü ve tutuklu sayısı personelden daha azdır. Genel yetersizliklere bu yasal zorunluluk da eklendiği için uygun olmayan sonuçlar çıkmıştır. Bu yasa 1993’de 524 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Birleşmiş Milletler Minimum Cezaevi Standart Kuralları (2 Nisan 1991) ile Avrupa Konseyi Cezaevi kurullarında, ceza infaz kurumlarında tutuklu ve hükümlülerin gruplara ayrılmasına imkân sağlanması istenmiştir. Bu istenen fiziki koşulları şu başlıklar altında ele alabiliriz;
- Mahkûmların yatacakları bireysel oda ve koğuşların makul bir genişlikte olması
- Işıklandırma
- Isınma
- Sağlık ve hijyen
- Beslenme ve yıkanma
- İbadet gibi ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede olması gerekir. Ayrıca doğal ışık, temiz hava ve içme suyu temini özel olarak sağlanmalıdır.
Revir, kreş, ziyaretçi kabul mekânları, eğitim alanları, spor ve yürüme imkânları da göz önünde bulundurulmalıdır. Yapılan araştırmalar sonucu mevcut sorunların çözümü için yüksek güvenlikli F Tipi kapalı ceza infaz kurumları projeleri geliştirilmiştir.

Cezaevleri yapısal ve idari açıdan çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulur. Şimdi kısaca bunları ele alalım.

9.5.1. Açık Ceza İnfaz Kurumları
Firara karşı abartılı koruması olmayan, güvenlik açısından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. 
Genellikle ilk defa suç işleyen ya da iki yıl ve daha az süreli hapis cezası ile hükümlü bulunanlar için öngörülmüştür. Bu tip infazda amaç hükümlülerin topluma intibakını güçlendirmek, çalışmalarına ve meslek edinmelerine imkân sağlamaktır.

İyi hâlli olan, çalışma gücüne sahip ve firar etmeyeceklerine kanaat getirilen hükümlüler bu hapishaneye gönderilebilirler. İnfaz memuru nezaretinde veya izinli olarak dışarıya çıkmak, ziyaretçi kabul etme imkânları daha geniştir. Açık cezaevinde bulunanlar bir işte çalışırlar. Emeklerinin karşılığı olarak gündeklik ve prim alırlar. İaşe bedelleri kazançlarından tahsil edildikten sonra kalan tahliyelerinde kendilerine verilir. Ölümleri hâlinde mirasçılarına ödenir.

Ülkemizde Afyon, Dalaman, Edirne, Foça ve Niğde açık ceza evlerini örnek gösterebiliriz. İhtiyaç hâlinde kadın ve gençlik açık ceza infaz kurumlarının kurulabileceği de yasal olarak düzenlenmiştir.

9.5.2. Yarı-Açık Cezaevleri
Dıştan koruma ile görevlendirilmiş personeli olmadığı hâlde firara karşı açık cezaevlerinden daha korunaklı olan cezaevleridir. Hükümlülerin serbestlikleri açık cezaevine oranla dar, kapalı cezaevlerine oranla daha geniştir. Yarıaçık cezaevleri de iş veya sanat kolu çalışmasına uygun biçimde yapılanmıştır.

9.5.3. Kapalı Ceza İnfaz Kurumları
Bu infaz kurumları da kapalı cezaevi olarak isimlendirilir. Elektronik, mekanik ve görevlilerce sıkı biçimde korunan oda ve koridorları kilit altında tam güvenlikli infaz kurumlarıdır. Ülkemizde bağımsız tutukevleri bulunmadığı için kapalı cezaevleri aynı zamanda tutukevleri olarak da kullanılmaktadır. Kadın tutuklu ve hükümlüler de ayrı birimlerde tutulur.
Cezaevleri A, A1, A2, A3, B, C, D, E, H, K, M ve F tipi olarak sınıflandırılmaktadır.

Özel tip cezaevi ise burada öngörülen modellerin dışında daha kapsamlı olan cezaevleridir. Örneğin 12000 kişili İzmir Buca, 700 kişilik Kayseri vb. gibi.
Bir de kamuoyunda oldukça sık tartışılmış olan F Tipi Cezaevleri vardır. Ülkemizde bu tipte 11 cezaevi vardır. Genelde 368 kişiliktir. 10 metrekarelik tek kişilik odalar şeklinde yapılmıştır, bazı odalar dublekstir. Bu cezaevlerinde işyurdu ve kütüphane atölyeler de vardır. F Tipi Cezaevlerinin tartışılmasının sebebi mahkûmların hangi koşulda yaşadıkları veya idare tarafından haksız muameleyle karşı karşıya kalmaları hâllerinin nasıl denetleneceği ile ilgili gerekli düzenlemelerin bulunmaması nedeniyledir. Bazı gelimiş ülkelerdeki bu tip cezaevlerinin sivil toplum örgütü üyeleri tarafından gönüllü denetleme yoluyla bu sorunun aşılmaya çalışıldığını görüyoruz.
9.5.4. Konutta Hapis
Konutta hapis uygulaması için Türk hukuk öğretisinde “evde infaz” (Sokullu-Akıncı, 1998, s. 328), “cezaevi dışında infaz usulü olarak evde infaz” (İçel vd., 2002, s. 80), “konutta infaz” (Demirbaş, 2008, s. 76; Karakaş Doğan, 2010, s. 216) gibi farklı terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Elektronik izleme ile konutta hapis, ABD yaptırım teorisinde “ara yaptırımlar (intermediate sanctions)” şeklinde adlandırılır ve yeni bir yaptırım şekli olarak kabul edilir. Ara yaptırımlar, yaptırım sisteminde hapis cezası ile doğruluğu sabit oluncaya kadar cezanın ertelenmesi arasında yer almaktadır. Suçlunun işlemiş olduğu fiil nedeni ile hapis cezasına mahkûm edilmesinin ve cezasını infaz kurumunda çekmesinin istenmediği ancak serbest bırakılmasının da uygun görülmediği durumlarda ara bir yaptırım olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİK) kısa süreli hapis cezasının ceza infaz kurumları yerine konutta infazını “hapis cezasının konutta çektirilmesi” olarak ifade etmektedir (CGTİK m.106).
Hapis cezasının konutta çektirilmesi, 10.11.2021 tarihli ve 31655 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği (DSHY)’nin 74. maddesinin 1. fıkrasında ise şu şekilde tanımlanmaktadır:
“a) Kadın, çocuk veya altmış beş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları toplam bir yıl,
b) Yetmiş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları toplam iki yıl,
c) Yetmiş beş yaşını bitirmiş kişilerin mahkûm oldukları toplam dört yıl,
veya daha az süreli hapis cezasının tamamının veya kalan kısmının,
ç) Toplam beş yıl veya daha az süreli hapis cezasına mahkûm olan veya adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen hükümlülerden 5275 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenen usule göre maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği tespit edilenlerin cezasının,
d) Doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçen ve toplam üç yıl veya daha az süreli hapis cezasına mahkûm olan ya da adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen hükümlü kadınların cezasının,
infaz hakimliği kararıyla konutunda yerine getirilmesini ifade eder.”
Avrupa Denetimli Serbestlik Birliği (CEP) Elektronik İzleme Konferans Raporları’nda elektronik izleme: “Suçluların, cezalarının toplumsal bileşeninin gereğini yerine getirdikleri sıradaki mevcudiyetleri, yoklukları ve hareketlerini izleyen uzaktan denetim teknolojilerinin kullanımı” şeklinde tanımlanmaktadır (Nellis & Torres Rosell, 2011; 2012). DSHY’nin 97. maddesinde: “Elektronik izleme; yükümlülerin elektronik yöntem ve araçlar ile toplum içinde izlenmesini, gözetim ve denetim altında tutulmasını sağlayan, mağdurun ve toplumun korunmasını destekleyen kararların infaz edilmesinde kullanılan bir yöntemdir.” şeklinde tanımlanmaktadır. Hapis cezasının konutta çektirilmesinin elektronik izleme ile yerine getirilmesi ise Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanununda (DSHK, m.15/A) “elektronik cihazların kullanılması suretiyle takip” şeklinde düzenlenmektedir. Kanun koyucu “elektronik cihazların kullanılması suretiyle takip” terimini kullanmaktadır.
Elektronik izlemenin hürriyeti bağlayıcı cezaya göre gevşek bir infaz modeli olduğu ancak iletişimi ve takibi sağlayan sistemler sayesinde sıkı bir takip sağlayan, özgürlüğü kısıtlayan, yerine göre mahrum eden bir gözetim şekli olduğu belirtilmektedir. Elektronik izleme gibi izleme araçlarının temel amacı yükümlünün takibi ve gözetiminde kullanılmalarıdır.
9.6. İnfazın Planlanması
İnfaz, Cumhuriyet Başsavcılığının hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunanları yazılı emirle ceza infaz kurumuna gönderilmesi ile başlar. Ceza İnfaz kurumundaki işlemler ise Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un (CGTİHK) 21. maddesi gereğince üst ve eşyaların aranması ile başlar.
Devamında;
Hükümlünün adı soyadı, işlediği suç, aldığı ceza süresi ve türü, mahkûmiyet ilamının tarih ve numarası ile infaz başlangıç günü “Hükümlü defteri” ne kaydolunur. Bu deftere kayıtlı olduğu sıra numarası hükümlünün numarasıdır.
Bu kayıtların yanında, parmak ve avuç içi izi, fotoğrafı, kan grubu, vücudunun özellikleri, “tanıya yönelik bilgi” olarak kaydedilir. Bu bilgileri CMK 81. maddesi gereğince fiziki kimliğin tespiti amacı ile kullanılabilir. Bu bilgiler dosya ya da bilgisayar ortamında saklanır. Gizli bilgi olduğu için kanunun zorunlu kıldığı hâller dışında kimseye verilemez.
Hükümlü bu işlemlerden sonra kuruma girmiş olur. Genellikle kurum yöneticisi veya yardımcıları tarafından kurum içinde uyması gereken kurallar, disiplin düzeni, bilgi edinme veya şikâyette bulunma imkânları, hak ve sorumlulukları ile iyi hâlinde kendisi için sağlanacak imkânlar konusunda sözlü olarak bilgilendirilir ve yazılı olarak da bu hususlar kendisine tebliğ edilir. Eğer kişi yabancı ise bu bilgiler anlayacağı dilde verilmelidir. Sağır ve dilsiz ise yine anlayabileceği şekilde işaret dili veya yazılı olarak hükümlü bilgilendirilir. Ayrıca yaş durumu esas alınarak hükümlülerin askerlikle ilişkili durumları da bağlı bulundukları askerlik şubelerine infaz kurumlarında oldukları bildirilir.
Hükümlünün cezası ne tür bir cezaevinde infaz edilecektir? Bu soru, hükümlü ile ilgili olarak yapılacak gözlem uygulaması ile belirlenir.
Gözlem, bir ıslah işleminin uygulanmasında kullanılacak program için uzman kişilerce hükümlünün kişiliğine yönelik çok yönlü yapılan incelemedir. İnfaz resminin başarı ile uygulanması için gözlem şarttır ve aslında bir alt-kültür yaratan cezaevi ortamına uyum gösterme açısından da üstünde durulmalıdır.
Kapalı ve benzeşen bir insan grubu olarak cezaevinin kendine has bir alt kültürü oluşturabileceği sosyolojik bir gerçektir. Hapis cezasının uzun olması, infaz süreci dışındaki kişilerden kopukluk, korunmak için uyum gösterme içgüdüsü, benzer arayıştaki insanlarla benzeşme gibi durumlar kişinin bu alt kültüre adaptasyonu kolaylaştırır. Özellikle koğuş sistemi gibi bir arada bulunması ve işbölümüne ilişkin farklılaşmaları kolaylaştıran cezaevi ortamlarında alt kültür öğeleri daha fazla görülür. Koğuş ağası, ayakçı, koruma, haberci vb. gibi görev dağılımları ve rakip gruplar hâlinde iç örgütlenmeler hem bir disiplin zafiyeti hem de cezanın bireyselleşmeli ve topluma uyum sağlama konusundaki rehabilite edici infaz uygulamalarının bütünü ile işlevsiz kalmasına yol açabilir.
Her alt kültür gibi karakter, dil ve alışkanlıklar yaratan cezaevi alt kültürü ülkemizde kader mahkûmu olmakla suçla, ilişkinin dışlaştırıldığı bir kabulle başlar. Suç işledim pişmanım duygusunun yerini, kader utansın söylemi alır. Başkalarının işine karışmamak, duygusal zafiyet göstermeme, maskülen özellikler ve güç gösterisi cezaevi yönetimine mesafeli olmak kendi sorunlarını içlerinde çözme gibi tip davranış örüntüleri bu alt kültürün özelliklerindendir. İşte bu tür sosyolojik etkenler de göz önünde tutularak hükümlünün topluma yeniden kazandırılması ile ilgili ek tedbirler alınması bir zorunluluktur. Bunun çağdaş çözümü olarak bireysel iyileştirme programları önerilmektedir. Bireysel iyileştirme programının birincil argümanı ise gözlem raporu denilen uzman kişilerin mahkûmun hâl ve durumu ile ilgili oluşturacağı yol gösterici rapordur.
Hangi hükümlünün hangi kurumda muhafaza edileceği hususu gözlemle belirlenir. Bu işlem aynı zamanda hükümlülerin gruplandırılmasıdır. Gözlem ve sınıflandırma işlemlerini CGTİHK. 13. madde gereğince belirlenmiş olan merkezlerde yapılır.
Gözlemle aynı zamanda kişiye uygun ceza ve ceza amacının gerçekleşmesini sağlayacak bireyselleştirme de yapılmış olur. Ancak ülkemizde bu gereksinime açık yasal atıflar almasına rağmen gerekli merkezler henüz tam olarak teşekkül ettirilememiştir.
Gözlem şu esaslar çerçevesinde yapılacaktır; (CGTİHK 23. madde)
1- Hükümlünün kişisel özelliklerinin saptanması
2- Sağlık durumu; bedensel ve akıl sağlığı bilgileri
3- Suç işlemeden önceki yaşamı, sosyal çevre ve ilişkileri, beceri ve mesleki durumu
4- Ahlâki eğilimleri
5- Suçu değerlendirme biçimi
6- Varsa daha önceki hükümlülükleri ve süreleri
7- Hangi suçları işlemiş olduğu hususları saptanır.
İyileştirmenin prensipleri:
1- Daha yoğun iyileştirmeye gereksinimi olan orta ve yüksek risk seviyesindeki kişileri tespit etmek,
2- Değişim için uygun hedefler olan kriminolojik ihtiyaçların belirlenmesi,
3- Kişinin özelliklerine ve motivasyonuna uygun müdahalelerin belirlenip uygulanmasıdır.
Tüm bu hususlar göz önünde bulundurularak yüksek güvenlikli, normal güvenlikli veya açık ceza infaz kurumuna gönderilmeleri hususunda karar verilir.
Gözlem merkezi, hükümlüye ilişkin hazırlamış olduğu dosyayı Adalet Bakanlığı’na gönderir. Son kararı bakanlık verir. Gözlem merkezleri kriminoloji, penaloji, adalet psikolojisi uzmanları ile psikiyatrist, adli tıp uzmanı, psikolog vb. uzmanları çalıştırır. Ayrıca kadın ve çocuklar ile genç hükümlülerin gözlemlenmesinde farklı uzmanlıklara gereksinim duyulduğunda onları da çalıştırır.
Gözlem, gözlem kurulunca, gözlem kurumuna kabul tarihinden başlayarak tek kişilik odalarda yapılmalıdır. Eğer bu imkân sağlanamıyorsa gözlemi yapılacak hükümlüler özel olarak tahsis edilmiş bölümlerde tutulmaları gerekir.
Gözlem süresi mahkûmiyet süresi de göz önünde tutularak belirlenir. Gözlem en fazla altmış gün olabilir. Bu süre uzun olduğu için eleştirilmektedir. Kısa süreli hapis cezası olanlar, askeri cezaevinde bulundurulacak olanlar gözleme tabi tutulmaz. Ayrıca kişiliği itibariyle sorun çıkaracağı belli olan kişiler de gözleme tabi tutulmayabilirler.
Gözlem sonrasında hükümlülerin gruplandırılması biçimleri ise aynı yasanın 24. maddesinde sayılmıştır. Buna göre:
1- İlk defa suç işleyenler, mükerrirler, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek edinenler,
2- Akli ve bedensel durumları nedeniyle veya yaşları itibariyle özel bir infaz rejimine tabi tutulması gerekenler,
3- Tehlike hâli gösterenler,
4- Terör suçluları,
5- Suç örgütlerine veya çıkar amaçlı suç örgütüne mensup olanlar,
6- Yaşları, hükümlülük süreleri ve işledikleri suç türüne göre de hükümlüler sınıflandırılır.
Gözlemin amacı da suç ve ceza arasındaki uyumu ve rehabilitasyon ilişkisini göz önünde bulundurmaktır. Bu nedenle süreç iyileştirme alanına dâhil edilir. İyileştirme prensipleri yol göstericidir. İlk prensip, risk değerlendirmesidir. İkinci prensip, ihtiyaç analizidir. Üçüncü prensip ise uygunluk prensibi olarak isimlendirilir. Bu üç prensip aracılığıyla “bireyselleştirilmiş iyileştirme” sistemi kurulmaya çalışılmaktadır.
Bireyselleştirilmiş iyileştirme; iyileştirici ortam, iyileştirici etkinlikler, risk ve ihtiyaçların belirlenmesidir. Bu belirlenmede güvenlik, insan onuruna saygı ve boş zamanın uygun doldurulma biçimleri bir arada öncelikle izlenir.
İyileştirici ortam; mekân koşullarından başlatılır. Mekânın uygunluğu uzman bir bakışla saptanmalıdır.
Bireyselleştirilmiş iyileştirme programında günlük gözlem yol göstericidir. Hükümlülerin gözlemi (hükümlü davranışları, ruhsal, fiziksel durumu, beslenme vb. diğer etkinliklere katılma, uyku hâli vb. gibi) ve hükümlünün ziyaret ve görüş faaliyetlerine katılımı ile ilgili koğuş defterinin tutulması ve takibini kapsar. Mekân koşulları açısından, temizlik, güvenlikle ilgili kontroller, etkinlikler ile bu etkinliklerde aktif görev alma hâllerini de kapsamalıdır. Personel ve hükümlü iletişimini arttırmak, olası riskleri azaltmak, ortaya çıkabilecek durumlarla ilgili tahmin kabiliyetini geliştirmek ve tüm bu hususların raporlanmasını da gerçekleştirmektedir.
9.7. İnfaz Süreci
9.7.1. Genel Olarak
Bu başlık altında infaz süreci içinde ortaya çıkan önemli sorun odakları olarak intihar, açlık grevi, beslenmenin reddi ve tedavinin reddi konuları üzerinde durulacaktır.
Bu konuların daha çok sağlık durumu risk altına giren hükümlüye sağlığını korumak amacı ile yapılacak müdahalenin sınırlarının ne olabileceği hususundaki etik kaygılar refakat etmektedir.
İnfaz süreci içinde ikinci olarak değerlendireceğimiz husus ise infaz kurumundaki düzen koşulları arama, içtima, aykırılık hâllerinde uygulanacak tedbirler ile cezaevi dışından gelecek kişilerle ilgili yapılması gereken uygulamalar üzerinde durulacaktır. Son olarak ise infaz rejiminde yumuşatılma yapılması koşulları irdelenecektir.
9.7.1.1. İntihar
Kişinin kapalı bir yerde tutulması başlı başına ruhsal bir sıkıntı hâlidir ve ceza da aslında budur. Ancak ceza almış olan kişinin yeniden topluma kazandırılmasının gereği burada bir orantının göz önünde tutulmasını zorunlu kılar.
Cezaevi ortamlarının yarattığı bu sıkıntı sonucu depresyon, saldırganlık, intihar eğilimi en çok karşılaşılan rahatsızlık hâlleridir. Kişinin sosyal statüsünü kaybetmesi, yakınlarından kopması genel bir umutsuzluk hâli de yaratır. Vicdan azabı, pişmanlık, topluma veya belirli kişilere karşı kin besleme, sevdiklerinden kopma, çıkınca kendisini bekleyen koşullarla ilgili kaygılar da önemli sorunlardır.
Cezaevi ortamında intihar vakıaları üzerinde de durmak gerekir. İntihar genellikle kişisel ve aktif bir davranışla gerçekleşir. Ancak intihar bazen de negatif yani reddetme veya pasif yani yapmama şeklinde de olabilir (Alkan, 2007, s. 2009 vd).
Cezaevi ortamı açısından intiharın teşebbüs hâlinde kalma biçimleri üzerinde de durulmadır. Cezaevi yaşamının yarattığı depresif ortam kişinin intihara sürüklenmesinin başlıca sebeplerinden sayılır. Ancak taklit, telkin, cinsel saldırıya maruz kalma, aşağılanma gibi hâllerde kişinin intihara yönelmesine yol açabilir. Aslında kişinin intihar eylemi içinde bulunduğu kötü durumda kurtulma arzusu da diğer kişilere yönelik bir yardım çağrısıdır. Tutukluluk, gözaltına alınma adli makamlarda veya karakol ortamında da intihar olayları gerçekleşebilir. Ancak burada bir hususa daha dikkat çekmek gerekir. Kişinin bildiklerinin ortaya çıkmaması veya suçun yükletilmesi gibi hâllerde intihar süsü verilmiş ölüm olayları da gerçekleşmiş olabilir. Bu gibi hâllerde adli tabiplerin özel bir özen göstermesi gerekir. Bazı hâllerde de cezaevi alt kültürü kişiyi intihara zorlayabilir. Özellikle bazı suç tipleri için anne baba katli küçüklere cinsel saldırı suçları veya tecavüz suçlarının zanlıları da cezaevi ortamında intihara zorlanmaktadır veya öldürülmektedir.
Hükümlünün kendisi ile ilgili adil bir cezanın belirlenmeyeceği şüphesi, genel güvensizlik geleceğin belirsizliği, damgalanmanın yarattığı utanç duygusu ve aile desteğinden yoksunluk hâlleri de önemli intihar sebeplerindendir. Ortaya çıkan tüm bu olumsuzlukların cezaevi ortamından kaynaklanmış olabileceği gibi hükümlünün gerçekte olmayan durumları o şekilde algılamış olması nedeniyle de ortaya çıkabilir.
İntihar girişimleri hükümlülerin yakın takibi, güvenli ortama nakilleri, tıbbi ve psikolojik destek sağlamakla takip edilmelidir. İntihar girişiminin bir yardım çağrısı olduğu göz önünde tutularak ceza verme yerine moral destek için yapılması gerekenler üzerinde durularak insancıl hukukun olanakları kullanılmalıdır.
İnfaz süreci içinde tüm bu hâller dikkate alınmalıdır. Genel direnç kaybı, hareketsizlik, gün ışığından mahrumiyet, kötü uyku ve bunun gibi cezaevi koşullarından kaynaklanan durumlar da fiziksel açıdan kişiyi hasta etmektedir. Bu rahatsızlıklarla ilgili tedavi imkânlarının hükümlünün insan hakları içinde yer aldığı asla unutulmamalıdır. Ayrıca cezanın bireyselleştirme sürecinin başarısı ile de bu koşullar düzeltilebilir. Uygun kurumda ve uygun şartlarda hükümlünün durumu gözetilerek cezanın infazı gerekir. Tüm bu sonuçların cezanın süresinin artması ile daha da ağırlaşacağına da dikkat etmek gerekir.
9.7.1.2. Açlık Grevi ve Beslenmenin Reddi
Cezaevleri açısından açlık grevi ya da beslenmenin reddi önemli bir protesto biçimidir. Ancak bu eylem intihar veya akıl hastalığı nedeniyle de ortaya çıkabilir. CGTİHK 82. maddesinde bu durumu hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içeceği reddetmesi olarak isimlendirmiştir.
Açlık hâlinin bedensel bir zarara dönüşmesi için belirli bir yoğunlukta olması gerekir. Bu hâl tam açlık olarak isimlendirilir. Tam açlık vücut için gerekli olan besinlerin hiç alınmamasıdır. Vücut bu durumda kendisini tüketmeye başlar. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte yaklaşık yetmiş günlük bir sürede kişi ölebilir.
Açlık grevi, belirli bir hedefe ulaşmak, bir protestoyu gerçekleştirmek veya belirli bir konuda kamuoyu yaratmak için kişinin tek başına veya bir grup hâlinde yemek yemeyi bütünü ile durdurması ya da sadece sıvı gıda alarak kendisine zarar verme yolu ile bir etki yaratma yöntemidir.
Açlık grevi gönüllü ölüm ve intihardan farklıdır. Gönüllü ölüm yani ötenazi yaşama ya da insanın yaşama umudu kalmamış ve acı çeken hastalara uygulanan bir yöntemdir. İntihar vakalarında ise yaşamdan umudu kesmiş ve tek çare olarak ölüm görülmektedir. Oysa açlık grevinde belirlenen amaç için kamuoyu oluşturmak ve dikkat çekmek başlıca hedeftir. Grevciler hiç kimsenin, bir insanın göz göre göre ölüme gitmesine kayıtsız kalınamayacağı inancından hareket etmektedirler (Sevinç, 2002, ss. 112-135).
Bir başka tanıma göre açlık grevi; belirli bir olayı, tutumu, davranışı protesto etmek, çeşitli isteklerini kabul ettirmek ya da savunulan görüşlere salt ilgi çekmek amacıyla uygulanan ve greve katılanların yemek yemeyerek kendilerini aç bırakmak esasına dayanan bir yöntemdir (Feyzioğlu, 1993, s. 157).
Açlık grevinde amaç ölüm değildir, yönelinen amaç gerçekleştirilmek istenmektedir ancak uzun süreli aç kalma ölüm tehlikesi doğurabilir. Açlık grevi çoğu zaman bir dayanışma eylemi olarak da gerçekleşmektedir. Açlık grevi kamuoyu açısından amacı uğruna ölümü göze alma olarak algılanır. Açlık grevi ile aynı zamanda yetkililerin belli bir sonucu gerçekleştirmeleri için vicdanlarını etkileme amacı ile de yapıldığını görmekteyiz. Bu etkileşim toplumsal baskı biçimine dönüşür.
Tarihsel olarak siyasi protesto amacı ile ilk uygulama biçimlerini Çarlık Rusyasında gördüğümüz bu eylem kadın hakları konusun 20. Yüzyıl başlarında kadınların da başvurdukları bir eylem türüdür. Gandi’nin Hindistan’ın bağımsızlığı süresince yaptığı pasif direnişin en önemli araçlarından birisi de açlık grevi eylemidir.
Açlık grevi ile ilgili tartışmalar en çok da bu eylemde bulunan kişilerin hayati tehlike anlarında tıbbi olarak yardım almaya zorlanıp zorlanmayacakları hususu etrafında tartışılmaktadır. Bu eylemin daha çok siyasi suçlular tarafından kullanılıyor olması da kamuoyunda tartışılmasının önemli nedenlerinden biridir. Konuya ilişkin en önemli uluslararası bilgiye Dünya Tabipler Birliği’nin ünlü Malta Bildirgesi’nde yer alır[52].
Mahkûmun beslenmeyi reddi ve açlık grevi başlığı altında yemek boykotu, süreli açlık grevi, dönüşümlü açlık grevi, ölüm orucu usulleri de ele alınabilir.
Ülkemizde açlık grevi ile ilgili sorun tutuklu ve hükümlüler ile bunların yakınları tarafından cezaevi koşullarının iyileştirilmesi, ziyaret vb. olanaklar için ve savunulan görüşün duyurulması amaçları ile başvurulan bir eylem türüdür. Ülkemizde açlık grevinin bir özel uygulaması da eylemin “dönüşümlü” gerçekleşme biçimidir. Ya hükümlüler değişmekte ya da belirli aralıklarla beslenmenin kabulü usulü uygulanmaktadır. Açlık grevi süresiz yapıldığında “ölüm orucu” olarak isimlendirilir.
TCK 298. maddesi bu eyleme başvuranların cezalandırılmasını öngörmez. Yasal düzenlemelerimiz hükümlü ve tutukluların beslenmesini engelleyenleri, hükümlü ve tutukluları açlık grevine teşvik ve ikna edenleri ve bu konuda talimat verenleri cezalandırmaktadır.
Ayrıca, CGTİHK 40. maddede de bu yönde bir düzenleme vardır. Açlık grevi karşısında talimat verenler aynı zamanda CGTİHK 44. madde gereği disiplin suçu da işlemiş olurlar.
Malta Bildirgesi’nin 2. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi kişinin sağlıklı yaşama hakkını koruma ve saygı gösterme ilkesi çerçevesinde hekimlere sağlığı tehlikeye giren hükümlüye müdahale ve tedavi uygulama yetkisi tanınmıştır. Mahkûmun beslenmeyi reddi durumunda hayati tehlikesi hâlinde tıbbi müdahalede bulunmak gerekebilir. Zorla beslenme hususunda yasada açık bir hüküm olmamakla beraber CGTİHK 82. madde gereği eylemine devam ederse mahkûmun sağlığının tehlikeye gireceği hususunda bilgilendirilmesi, devamında da kesin hayati tehlike hâllerinde usulünce müdahale edilmesi öngörülmüştür.
Zorla beslenme açısından hayati tehlikesi bulunanlar ile bilincini kaybedenler için uygulanacaktır. Mahkûmun tedavi veya zorla beslenmeyi reddetmesi hâli de bedensel zarara veya hayati tehlikeye yol açabilir. CGTİHK 82. madde gereğince sadece sağlık durumu ciddi olarak bozulan mahkûma müdahale etme zorunluluğu vardır.
Açlık grevi ile ilgili en temel sorun hayati tehlike hâllerinde mahkûmun zorla beslenip beslenilmeyeceği meselesidir. Açlık grevinin hukuk açısından incelenmesinde Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan düşünce açıklama ve yayma hürriyetinin bir ifadesi olabileceği değerlendirilebilir.
Ancak ölüm sonucunu doğurabilecek bir eylem, düşünceyi açıklamanın Anayasa tarafından güvence altına alınmış meşru bir yöntemi olarak kabul edilmeli midir? Konu ceza hukuku açısından intihara teşvik ve yardım etme ile ilgili madde ile yine Anayasa’nın 17. Maddede yer alan herkesin yasama, maddî ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile ilişkilidir. Kişinin yaşama hakkı yaşamanı sona erdirme hakkını da kapsar mı? Sorusunun da cevaplandırılması gerekir. Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin devredilemeyeceği de bu haklardan vazgeçilemeyeceği hükmü konu açısından yol göstericidir. Sonuç olarak Anayasamız kişilere kendi hayatlarına son verme ya da vücut bütünlüklerine zarar verme hakkını tanımadığı için kişinin bu anlamda zarara uğraması hâllerinde tıbbi müdahale yapılabileceğinin kabulü gerekir. Bu uygulamanın hukuki dayanağı yetkili mercii emrini icrâdır. Ceza infaz hukuku açısından konu, ilgili kanunun 82. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:
Madde 82- (1) Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda ceza infaz kurumu hekimince bilgilendirilirler. Psikososyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması hâlinde, beslenmelerine kurum hekimince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır.
(2) Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayatî tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbî araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.
(3) Yukarıda belirtilen hâller dışında, bir sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlülerin sağlık veya hayatlarının ciddî tehlike içinde olması veya ceza infaz kurumunda bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir durumun varlığı hâlinde de ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
(4) Bu maddede öngörülen tedbirler, kurum hekiminin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak, kurum hekiminin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayatî tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkrada belirtilen şartlar aranmaksızın başvurulur.
(5) Bu madde uyarınca hükümlülerin sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı tedbirler, onur kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır.
Uluslararası hukuk açısından da beslenmeyi ve tedaviyi reddetme hâlleri hem tıp hukuku hem de insan onuru kavramları çerçevesinde çok sayıda belgenin konusu olmuştur. Bunların başlıcalarını şöyle belirtebiliriz:
- BM Uluslararası Medenî ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (1976),
- Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi (1960),
- Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi Cezaevlerinde Sağlık Hizmetleri Rapor Uygulamaları (1993),
- Dünya Hekimler Birliği Tokyo Bildirgesi (2006),
- Dünya Hekimler Birliği Malta Bildirgesi (1991)
- Dünya Hekimler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi (1987)
- Hekimlik Mesleği Etik Kuralları (1999),
- Hasta Hakları Yönetmeliği (1999),
- Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi (2004)[53].
Konuya ilişkin önemli bir belge de “İstanbul Protokolü”dür. “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu” olan ve İstanbul’da kabul edildiği için İstanbul Protokolü olarak isimlendirilen belgede:
“Etik ile hukukun çeliştiği durumlarda ikilem ortaya çıkar. Sağlık çalışanlarının etik yükümlülükleri nedeniyle, temel etik kuralları tehlikeye atmaktan ya da hastaları ciddi tehlikeye maruz bırakmaktansa hukuka ya da yasal düzenlemeye uymayı reddedebilirler.” Bu düzenleme ile uluslararası hukuk açısından bu konuya özel olarak hukuk-etik çatışmasında sağlık çalışanlarına etiğe öncelik vermeleri tavsiye edilmiştir. Uluslararası kabulün etik uygulamayı öne çıkardığı anlaşılmaktadır.
9.7.1.3. Tedavinin Reddi
Ceza infaz kurumlarının kapalı ve kalabalık bir ortam olması, ayrıca kişilerin moral motivasyon bozuklukları hastalıklara yakalanma durumlarını arttıran sebeplerdir.

Bulaşıcı hastalıklar yönünden tüberküloz, hepatit, grip, parazitozlar, aids, zührevi hastalıklar başta olmak üzere birçok hastalık için özel önlem alınması gerekir.

Diğer yandan kişinin bulaşıcı olmayan ancak uzun süre tedavi edilmediğinde ağırlaşabilecek sağlık sorunları da bulunabilir. Bu gibi hâllerde kişinin tedaviyi reddetmesi nasıl değerlendirilecektir?

Bulaşıcı hastalıklar açısından diğer insanların korunması genel sağlık değerlendirmesi açısından özellikle ve öncelikle dikkate alınır.


Hükümlünün muayene ve tedaviyi reddetmesi kendi sağlığı veya birlikte bulunduğu kişilerin sağlığı
açısından bir risk oluşturuyorsa CGTİHK m.82 gereği bulunduğu yerde veya ihtiyaç hâlinde hastanede gerekli kontrolleri, isteğine bakılmaksızın, yapılır. 

İsteğe bakılmaksızın yapılacak muayene için ciddi veya hayati tehlike yaratan bir hastalık şüphesi bulunmalıdır. 

Bu konuda da karar verme yetkisi kurum hekimine aittir. Ciddi tehlike yoksa hükümlü tedaviye zorlanamaz.


Tedavinin reddi hâllerinde yapılacak müdahalede de sınır, insanlık onuruna aykırılık teşkil etmemeli ve ihtiyaçla sınırlı olarak uygulanmalıdır.


Ancak şahsi rahatsızlık hâlleri ve tedaviyi kabul etmeme de tıpkı açlık grevi ve intihara ilişkin belirlemiş olduğumuz hususlar üzerinde durmak gerekir.


Ülkemizde Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında imzalanmış olan bir protokol ile kurum dışında sağlık kuruluşlarında tedavi yapılan hükümlü ve tutuklular için özel koğuş uygulaması ihtiyaç hâlinde diğer ülkelerdeki sağlık kurumlarına sevkleri ve bakımları için alınması gereken özel tedbirler düzenlenmiştir.


Sonuç olarak, hükümlünün sağlığı ile ilgili sorunlar çerçevesinde yapılacak müdahaleye ilişkin koşulları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Hayati tehlike altına girenler veya bilincini kaybetmiş olanlar için,
- Bu durumun ilgili infaz kurumu hekimince açıkça belirlenmiş olması gerekir.
- Söz konusu müdahale tıbbi müdahale anlamında olacaktır. Bu nedenle tıbbi özenle ve koruma amacı ile sınırlı olarak uygulanmalıdır.
- İnsan hakları ve tıbbi özen yükümlülükleri göz önünde tutularak tedbir uygulanmalıdır.
Burada sözü edilen esaslar, CGTİHK m.82 ile de paraleldir.


9.7.2. Ceza İnfaz Kurumunda Düzen


9.7.2.1. Cezaevi Güvenliği ve Bulundurulabilecek Eşyalar


Bu başlığı ceza infaz kurumlarında bulundurulabilecek eşya ve maddeler hakkında yönetmelik çerçevesinde değerlendirebiliriz. Kural olarak tutuklu ve hükümlüler bulundurdukları yerlerde kişisel eşya, tıbbi malzeme ihtiyaç maddelerini ve gıda maddelerini bulundurabilirler.


Hükümlünün çocuğu varsa da birlikte kalıyorsa ihtiyacı olan maddeler ve gıda takviyeri de bulundurulur. Yemekhane hizmeti bulunmayan yerlerde yemek pişirme ile ilgili malzeme bulundurulur. Kesici ve yanıcı maddeler ile ilgili kısıtlar yönetmelikte belirtilmiştir. 

Hükümlülerin koğuş, oda ve eklentilerinde bir palto veya mont, iki ceket, hırka, pantolon ve veya etek, elbise, eşofman, vb. gibi sayıları yönetmelikle tespit edilmiş giysileri bulundurabilirler, eskiyenleri değiştirebilirler.


Ayrıca mahkemece yasaklanmamış olmak koşulu ile süreli ve süresiz yayınlarda bedelini kendileri ödeyerek bulundurabilirler.


Eğer hükümlü eğitim ve öğretime devam ediyorsa kitapları denetlenmez. Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren yayınlar hükümlüye verilmez. Kantinden temin edilmek koşuluyla televizyon, elektrikli su ısıtıcısı, kurutma makinesi, büro tipi buzdolabı, vantilatör, kulaklıklı el radyosu bulundurabilirler. Aydınlanma dışındaki elektrik giderlerini hükümlü karşılar. 

Müzik aleti bulundurmaya ise birlikte bulunulan diğer hükümlülerin rızası alınarak izin verilebilir.


Hayvan bulundurulması ise kanarya, bülbül, muhabbet kuşu bulundurabilir ancak diğer mahkûmların rızası gerekir.


9.7.2.2. İnfaz Kurumunda Arama

Arama, infaz kurum güvenliği açısından son derece önemli olmakla birlikte kişi hakları açısından sorun doğurabilecek bir konudur.


Konuyu yine CGTİHK ile konuya ilişkin Tüzük çerçevesinde değerlendirebiliriz. Ana kural infaz kurumlarının ve eklentilerinin her zaman aranabileceğidir. Rutin arama ayda bir kez yapılır. Arama açısından gerektiği hâllerde kolluk güçlerinden destek alınabilir. Aramada hükümlü de hazır bulundurulur.


Arama üst araması şeklinde yapıldığında bunun en aşırı biçimi çıplak arama ve beden çukurlarında aramadır. Çıplak arama makul ve ciddi şüphe hâllerinde, kurumun en üst amirinin izni ile yapılır. Çıplak aramanın, hükümlünün başkalarınca görülmeyeceği şekilde yapılması gerekir. 

Çıplak aramada temas sınırlı tutulmalıdır. Şüphe hâlinde mahkûmun madde ve eşyası kendiliğinden çıkarması gerektiği aksi hâlde müdahale edileceği bildirilmelidir. Aramayı cezaevi tabibi yapar. Aynı cinsiyetten güvenlik görevlisi bu aramaya refakat edebilir.


Çıplak aramanın ilgili kanunda değil tüzükte düzenlenmiş olması hususu insan hakları açısından uygun olmamıştır. Ayrıca makul ve ciddi emare kriterlerinin belirsizliği de kanunun istismarı açısından risk taşımaktadır.
Arama çerçevesinde bir başka güvenlik tedbiri ise sayımdır; içtima olarak isimlendirilir.


Yetkili personel tarafından günde üç kez, vardiya sistemi varsa o esas alınarak tüzük çerçevesinde sayım yapılır. İhtiyaç hâlinde sayım her zaman yapılır. Sayımlarda da insan hakları ihlali yapılmamasına özen gösterilmelidir.


9.7.2.3. İnfaz Kurumu Düzenine Aykırılık Hâllerinde Uygulanacak Tedbirler


İnfaz kurumunda ortaya çıkan her türlü düzensizlik bir disiplinsizlik hâli yaratır ve bunun giderilmesi cezaevi ortamı için bir zorunluluktur.

İnfaz kurumunun güvenliği, bulundurulmaması gereken nesnelerin bulundurulması, diğer mahkûmların rahatsız edilmesi ve düzenin bozulması hâllerinde CGTİHK 37. madde gereğince disiplin cezaları uygulanır.


Hükümlünün cezası bedensel zorlamayı kapsamaz yani genel kurallara uyum göstermeyen hükümlüye dayak atılamaz ancak disiplin cezası verilebilir.


Disiplin cezalarının neler olabileceği CGTİHK 38. maddede sayılmıştır, buna göre;
- Kınama
- Bazı etkinliklerden alıkoyma
- Ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma
- Haberleşme ve iletişimle ilgili kısıtlamalar
- Ziyaret kısıtlaması veya yasağı
- Hücre cezası vermedir.


Eğer hükümlü çocuk ise onlara verilecek disiplin cezaları daha hafiftir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz;
- Uyarı
- Kınama
- Onarma, tazmin etme, eski hâle getirme
- Etkinlik mahrumiyeti
- Teşvik esaslı ayrıcalıkları geri alma
- İznin ertelenmesi
- Kapalı infaz kurumuna iade
- Odaya kapatma (Tek başına odada tutulma en fazla 5 gündür.)


9.7.2.4. Hükümlünün Sevki ve Nakli
Hükümlünün sevki ve nakli ile ilgili hususlarda özel düzenlemeye tabi tutulmu
ştur.
Sevk: Tutuklu veya hükümlünün, duruşma, soruşturma, hastalık ve eğitim alıyor ise sınava girme gibi geçici nedenlerle infaz kurumu dışına çıkarılması ve işlemin bitmesi hâlinde yeniden infaz kurumuna geri getirilmesidir.
Nakil: Nakil ise hükümlünün bir infaz kurumundan bir diğer infaz kurumuna götürülmesidir.


CGTİHK 53. madde ile hükmü hükümlülerin kendi istekleriyle, topluca sevk yolu ile, disiplin, asayiş ve güvenlik , hastalık, eğitim, suç ve yargılama yerine ulaştırmak vb. durumlarda kurumlar arası nakline izin vermektedir.


Nakledilecek kişi milletlerarası hukuk çerçevesinde de nakledilebilir. 1984 tarihli 3002 sayılı Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkûmiyetlerinin İnfazına Dair Kanun yol göstericidir. Ayrıca uluslararası hükümlü nakli mütekabiliyet (karşılıklık) esası göz önünde tutularak yapılır.


9.7.2.5. Cezaevinde Ziyaret
CGTİHK da yer alan düzenlemeler çerçevesinde hükümlünün dış dünya ile bağlantısını ve manevi durumunu güçlendirmek için detaylı ziyaret olanakları yaratılmıştır. CGTİHK 83. madde’de;
- Hukuki delillendirilme koşulu ile eş, üçüncü dereceye kadar kan ve sıhhi hısımlar ile vasi ve kayyımların haftada bir kez olağan ziyaretleri düzenlenmiştir.
- Hükümlünün eş, anne-baba, dede, torun ile eşinin yakın akrabaları ile amca, dayı, hala ve teyzenin ziyaret edebilme hâlleri de düzenlenmiştir.
- Özel ilişkisi olan kişi ve arkadaşlarla ilgili bir kısıt bulunmaktadır. Buna göre hükümlüler kuruma kabul edildiklerinde daha sonra değiştirmemek koşulu ile ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından çalışma saatleri içinde ziyaret düzenlemesi aynı madde içinde yer almaktadır.


Ziyaretler iki biçimde olur: Kapalı Görüş ve Açık Görüş.


Kapalı görüş, hazırda bir görevlinin bulunduğu maddî temasın engellendiği ve özel bölümde yapılabilen ziyaret biçimidir. 

Bu ziyaret biçiminin detayları Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkındaki Yönetmelik ile de düzenlenmiştir. 

Makul sebeplerin bulunması hâlinde Cumhuriyet başsavcılığı kapalı görüş için ziyarette bulunma imkânını müebbet hapis cezası almış olanlar dışında genişletebilir. 

Ayrıca her tür ziyaret cezaevi görüşleri için aranan düzeni bozduğunda derhâl sona erdirilir. Ziyaret gün ve saati yönetmelik çerçevesinde ve kurumun imkânları göz önünde tutularak belirlenir.


Açık görüş, hükümlülerin veya tutukluların maddî temas imkânını da gözeterek daha serbest bir biçimde yine özel olarak hazırlanmış bölümde yapılan ziyaretlerdir.

Açık görüş ayda bir kez yapılır. Ancak hükümlünün disiplinsizlik hâllerinde ceza niteliğinde olmak üzere bu görüş imkânı kaldırılabilir. Ayrıca bayram ve özel günlerde Adalet Bakanlığı tüm cezaevlerini kapsayacak genişlikte açık görüş yapılabileceği hususunu düzenleyebilir.


Ziyaret konusunda yabancı, mülteci ve vatansızların durumu da CGTİHK m.84’te düzenlenmiştir. Diplomatik temsilci ve konsolosların hükümlü ülke vatandaşlarına yönelik ziyaret etme istemleri derhâl yerine getirilir. Bu ziyaretler çalışma saatleri içinde yapılmalıdır.


Ziyaret konusunda üzerinde durulması gereken bir diğer önemli konu ise avukatın ziyaretidir. Bu husus adil yargılanma hakkı açısından da özel olarak korunması gereken bir husustur.


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu m.154’te yapılan düzenlemelerde bu konu güvence altına alınarak müvekkil-avukat görüşmesinin gizliliğini de sağlayacak ortamda görüşün gerçekleşmesi için cezaevi idaresinin gerekli tedbirleri alması gerekir.


CGTİHK gereğince cezaevine giren herkesin üstünün ve eşyalarının aranması ana kuraldır. Ancak müvekkil – avukat ilişkisi açısından avukatların savunma hakkının gereğince yerine getirilmesi için yararlandıkları üst ve eşya aramasına ilişkin muafiyetin cezaevleri açısından nasıl değerlendirileceği hususu sorunludur. X-ray cihazı veya benzeri güvenlik sistemleri aramadan herkes gibi avukat da geçirilir. Bu husus cezaevi güvenliği açısından değerlendirilmelidir. 

CMK m.151 gereği mahkemece haklarında yasaklama çıkarılmış avukatların ziyaret hakkı kısıtlanabilir. Stajyer avukatlar, avukatla birlikte olma koşulu ile hükümlü veya tutukluyu ziyaret edebilirler.


9.7.2.6. İnfaz Rejiminin Gevşetilmesi Hâlleri
Hükümlünün rehabilitasyonu çerçevesinde infaz uygulamaları yumuşatılabilir. Ana kural, infazın bütünlüğü ve belirli yerde gerçekleşme kuralıdır. İnfaz rejiminin yumuşatılması uygulamalarını istisnadır ve açık yasal düzenlemeyi gerektirir. Bu yasal düzenlemenin CGTİHK m.93’de düzenlendiğini görüyoruz. İnfaz rejiminin gevşetilmesi hâlleri izinle ilgilidir.


İzin, üç başlık altında düzenlenmiştir:


- Mazeret İzni
Belli bir sürenin iyi hâlle geçmiş olması hâlinde tanınan bir imkândır. Bir başka mazeret izni kullanabilme imkânı ise mahkûmiyetin belirli süresinin geçmiş olmasıdır. Tüm hükümlülük süresinin beşte birini iyi hâlle geçirmiş olan hükümlü, talebi hâlinde, mazeret izni kullanabilir.


Mazeret izni anne, baba, kardeş, eş ve çocuğun ölümü nedeniyle infaz kurum amiri ve Cumhuriyet Başsavcısının izni ile cenaze törenine katılmak için verilebilir.


CGTİHK m.94 ayrıca ağır hastalık, deprem, sel vb. felaket hâllerinde Cumhuriyet Başsavcısının önerisi ve Adalet Bakanının onayı ile hükümlülere on güne kadar mazeret izni verilebilir.


- Özel İzin
CGTİHK m.95 çerçevesinde bulunulan infaz kurumunun tipine bağlı olarak hükümlünün ailesi ile bağlarını güçlendirmek için tanınan izindir. Ne süre için özel izin alınabileceği infaz edilmiş olan hükümlülük süresi göz önünde tutularak hesaplanır.


- İş Arama İzni
Koşullu salıverilmelerine altı ay kalmış olanlar ve ceza infaz kurumunda hükümlülüklerinin en az altı ayını kesintisiz geçirmiş olanlar Cumhuriyet Başsavcısının onayı ile iş saatleri içinde en fazla sekiz saat olmak üzere iş arama izni kullanabilirler.


Hangi izin türü olursa olsun, CGTİHK m.97 gereğince izinden dönmeyen veya iki günden fazla bir süre geçtikten sonra dönenler hakkında disiplin işlemi yapılır. İzinli iken firar edilmiş ise yeniden izin kullanılamaz.


9.8. İnfaz Kurumu Personeli, İdaresi ve İnfazın Denetlenmesi


9.8.1. İnfaz Kurumu Personeli ve İdaresi

İnfaz kurumlarında yetki ve sorumluluk açısından personel iki ana başlık altında görev yapmaktadır.
- Yönetici Personel
Birinci müdürler,
İkinci müdürler (müdür yardımcıları),

İdari memurlar.
- Hizmet Servisi Personeli
Bu iki başlık altında müdür ve müdür yardımcıları, idare memuru, ambar memuru ve cezaevi katibi infaz ve koruma baş memurları ile teknik hizmet vermekte olan mühendis, mimar, tekniker, teknisyen ve yardımcıları, psiko-sosyal yardım servisi çalışanları, sağlık servisi personeli, öğretmen ve kütüphaneciler vardır. 

İşyurdu olan kurumlarda hizmete uygun elemanlar bulunur. Yardımcı hizmet servisinde santral memuru, şoför, aşçı vb. görevliler yer alır.


Personele ilişkin detaylar, 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Ceza ve İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’te yer almaktadır.


9.8.2. İnfazın Denetlenmesi
9.8.2.1. İnfaz Hakimliği Denetimi


İnfaza ilişkin şikayetleri, infaz hakimliği inceler. Ülkemizde 16.05.2001 tarih ve 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanunu ile konu düzenlenmiştir.


İnfaz hakimliği, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemlerle ilgili şikayetleri inceleyerek karara bağlar. İnfaz hakimleri askeri ceza infaz kurumları ve tutukevleri bakımından yetkili değildir.

İnfaz hakimlikleri Adalet Bakanlığı ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun olumlu görüşü alınarak yargı çevresinde cezaevi ve ağır ceza mahkemesi bulunan iş yoğunluğu olan coğrafi uygunluklar da göz önünde tutularak asliye ceza mahkemeleri nezdinde kurulur.


Görevleri ise şunlardır;
- Hükümlü ve tutukluların kuruma yerleştirilmeleri ve kurum içi yaşantılarında ortaya çıkabilecek sorunlar,
- Hükümlünün izin, sevk, nakil ve tahliyeleri ile ilgili sorunlar,
- Disiplin tedbirleri konusundaki şikayetler,
Genel olarak kuruma yönelik şikayetlerin incelenmesidir.
9.8.2.2. İzleme Kurulu Denetimi

İnfaz kurumlarının sivil toplum örgütlerince objektif olarak denetimini sağlayan bir kurum olarak tanımlayabileceğimiz izleme kurulları 14.06.2001 tarih ve 4681 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu ile kurulmuştur. Bu kanun çerçevesinde aynı isimli bir yönetmelikle detaylar düzenlenmiştir.
İzleme kurulları, bulundukları yargı çevresi kapsamında hizmet görmek üzere ceza infaz kurumu veya tutukevi olarak adli yargı adalet komisyonu tarafından kurulur.
İzleme kurulu bir başkan ve beş üyeden oluşur. Üyeler dört yıl için seçimle belirlenir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nca aranan koşullara ek olarak bu kurula seçilmek için şu koşullar da aranır:
- 35 yaşını doldurmak,
- Tıp, hukuk, sosyoloji, psikoloji vb. gibi en az dört yıllık yüksek öğrenim kurumundan mezun olmak,
- Çevresinde dürüst ve güvenilir olarak tanınmak,
- Siyasi parti görevi olmamak,
- Cezaevi kurumları vb. ile ihale alım-satım ilişkisinde bulunmamak,
- Cezaevinde yakınları olmamak.
Adli yargı adalet komisyonu tarafından seçilen izleme kurulu üyeleri yemin ederek göreve başlarlar.


İzleme kurulları aşağıdaki görevleri yerine getirir:
- Ceza infaz kurumlarını incelemek, yöneticiler ve hükümlüleri dinlemek,
- Eksiklikleri tespit edip ilgililere bildirmek,
- Belirledikleri hususları bir raporla başta TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyon Başkanlığı olmak üzere ilgili mercilere ulaştırmaktır.


Görevlerini en az ayda iki kez olmak üzere fiilen icrâ ederler, bunun dışında istedikleri zaman ziyaret yetkileri de vardır.


Özellikle mahkûmların koğuş sisteminden çıkarılıp tek başlarına kaldıkları yerlerde infaz kurumu yönetimince uğratılabilecekleri her türlü haksızlıktan korunmaları için öngörülmüş bir insan hakları uygulama pratiği olan izleme kurullarının çağdaş bir infaz sistemi için zorunlu olduğunu da belirtelim.


9.8.2.3. İnfaz Muhakemesi
CGTİHK İnfaz Muhakemesi başlığı altında infaz süresinde ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklar ile ilgili çözüm yöntemlerini düzenlemiştir. 

Mahkûmiyet kararındaki hataların giderilmesi amacını gütmeksizin, infaz sürecinde ortaya çıkan infaz ile ilgili sorunlar için yapılan muhakeme infaz muhakemesidir. İnfaz muhakemesi, mahkûmiyet hükmünün değerlendirilmesinde ya da çektirilecek cezanın hesaplanmasında ortaya çıkan belirsizlik hâllerinin giderilmesi amacına yöneliktir.


Bu tür bir muhakeme önceden açılmış bir davanın varlığını gerektirir. İnfaz muhakemesini infaz memurluğu görevi de bulunan savcı açabileceği gibi hakkındaki hükmün belirsizliğinin giderilmesi açısından hükümlü de açabilir.
İnfaz muhakemesine başvurulmuş olması, infazın ertelenmesine yol açmaz. 

Dava konusu gereği, hakim, infazın ertelenmesine karar verebilir. Birden fazla hükümdeki cezaların toplanması ile ilgili ortaya çıkan sorunlar için de infaz muhakemesi işletilebilir. 

Bundan başka, hükümlü hükümlülük süresinde yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle hastanede zaman geçirmiş ise, bu da toplam cezasından düşülür.
Tüm bu değerlendirmeler, infaz muhakemesinin infaz sürecinde ortaya çıkabilecek hukuksal sorunları aşmaya yönelik bir uzmanlık yargılaması olduğunu göstermektedir.


9.9. Sağaltıcı Hukuk Teorileri
Konu daha genel bir başlık olarak Ceza Adaleti Sistemi (Criminal Justice System) olarak ele alınmaktadır. Ceza Adalet Sistemi kolluk, ceza mahkemesi ve ceza infaz kurumlarının bir arada ele alınması anlamındadır. 

Modern toplumlardaki hızlı değişim yaşamda olumlu sonuçların elde edilmesini sağladığı gibi suç işleme olanaklarını da arttırmıştır. Hatta gelişmiş ülkelerde 1960’lı yıllardan sonrasında bir suç politikası krizinin bile varlığından söz edilmektedir. Çünkü modern ceza adaleti sağlama modelleri geniş yapılarına ve yüksek maliyetlerine rağmen suçun önlenmesi ile ilgili pek de başarılı olamamışlardır. Konu ampirik çalışmalar incelendiğinde açıkça görülmektedir.


Sağaltıcı hukuk teorisi (therapeutic jurisprudence) olarak adlandırılabilecek “insan hakları” genel bağlamı içerisinde suçlunun hakları ile toplumun korunması olanakları bir araya getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu bağlam adalet psikolojisi açısından risklerin belirlenmesinde gereksinimlerin karşılanmasında da özel yarar sağlayabilir.


Suç ve suçlu ile ilgili politikaları iki başlık altında toplayabiliriz:
a. İlki muhafazakâr politika olarak da isimlendirilir ve şu unsurlardan oluşur:
- Bireysel sorumluluk
- Normatiflik
- Güçlü cezalandırma
- Caydırıcılık
b. Diğeriyse liberal politika olarak isimlendirilir ve şu unsurlardan oluşur:
- Suçun aslında toplumdaki eşitsizliklerle olan ilişkisini temel almak gerektiğini vurgulama,
- Ceza yerine tedavi ve önlem almanın öncelenmesi,
- Hapis cezasının başarısızlığının vurgulanmasıdır (Arıcan, 2009, s. 87 vd).
Bu iki önemli yaklaşımın farklılıkları ile birlikte uygulama cezaevlerinin özelleştirilmesi, mağdur haklarının önemsenmesi, toplumu bilgilendirme yükümlülükleri ile ilgili yasalar ve farklı suç takibi sistemlerinin kurulması gibi yöntemlerle daha da karmaşıklaşmıştır. Ortaya, koruyucu adalet denilen yeni bir adalet türünün çıktığı da belirtilmektedir.
9.9.1. Risk-Gereksinim Modeli
Bu modelde toplumun korunması önceliklidir. Bu nedenle rehabilitasyonun daha çok ıslah etmeye yönelik bir amaç belirlediğini görürüz. Risk, gereksinim, tedaviye cevap verme ve uyuma zorlama başlıca kriterlerdir. İstenen suçun sınıflandırılması da bu kriterlere dayanarak yapılır. Suçun tehlike düzeyi esas alınarak, düşük risk içeren suçlular için koruma minimum seviyeye çekilir.
Suçun işlendiği yaş gibi sabit faktörler ile değişken faktörler, örneğin tedaviye cevap vermeme gibi hâller bir arada ele alınır. Ayrıca suça yönelten etkenler başlıca hedef alanlarındandır. Asosyal davranışa eğilim gibi gözlemlenebilen kusurlar hedef alınır. Daha derinde yatan kendine güvensizlik, karamsarlık gibi karakter zaafları hedef alınmaz.
Bu modelin Kanada, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda gibi ülkelerde yaygın olarak kullanıldığını, ancak bazı açılardan eleştirildiğini de ekleyelim. En köklü eleştiri ise adalet sistemini insani yönlerden ele almaktansa bireysel suç işleme eğilimini azaltmaya odaklanmasıdır.
Risk-gereksinim modelinde toplumun menfaatine yönelik risk oluşturan davranışlar, kişinin haklarından ağır basar. Yani risk-gereksinim teorisini savunan psikologlar, suçun tekrar işlenmemesine önem verip suçlunun menfaatlerini göz ardı etmektedirler. Ayrıca suç sayılan davranışı ortaya çıkaran sebeplerin çokluğu ve karmaşıklığı altta yatan psikolojik mekanizmaların açıklanmasına yetmediği için risk-gereksinim teorisinin sadece bir tedavi teorisi olabileceği, bu modelin psikologların suçluları sağaltmak için yeterli kavramsal kaynaktan yoksun olduğu ileri sürülmektedir.
9.9.2. İyi Yaşam Modeli
Suçlunun iyileştirilmesini merkeze alan bir yaklaşımdır. Sonuçta sağaltılmış olan suçlu topluma da zarar vermeyecektir. Genel yaklaşım suçlu ile suçlu olmayan arasında sanıldığı kadar büyük bir farklılık olmadığı, suç işleyenlerin de sevilmek, değerli bulunmak, yetkinliğini ortaya koymak ve toplumun bir parçası olmak gibi gereksinimleri bulunduğundan hareket edilerek yeni bir düzenleme talep edilmektedir.
İyi yaşam modeli, suçluya “Yaşantımı daha farklı nasıl sürdürebilirim?” sorusunu sordurmaya odaklanmıştır. Bu nedenle insancıl bir modeldir. İyi hâl yani huzur ve mutluluk, fiziksel, sosyal ve psikolojik gereksinimlerin giderilmesi ile elde edilir. Fiziksel gereksinimler sağlık ve yaşam koşulları ile sosyal gereksinimler aile yaşamı ve sosyal destekle karşılanır. Psikolojik gereksinimler ise özgür irade, yani kişinin karar alabilmesi; kaynaşma, yani başkaları ile duygusal ilişki kurma ve deneyim sahibi olma, yani tecrübeler kazanma ile giderilir.


Risk-gereksinim modelinin aksine iyi yaşam modeli tekrar suç işlemenin önlenmesi, suçlunun yaşam standardını iyileştirerek anlamlı bir yaşama kavuşması ile birlikte erişilecek olan iyi hâline bağlanmaktadır. Dolayısıyla risk yönetimi ile suç tekrarının önüne geçilmesi arka planda kalan bir amaçtır. İyi yaşam modeli, suçlunun haklarını toplumun haklarının üzerinde tutmaktadır ve bu bağlamda yapılacak olan istisnalar, gerekçeler olarak sunulmaktadır.


Özet olarak risk-gereksinim modeli ve iyi yaşam modeli, suç tekrarını önlemeye getirdikleri yaklaşımla birbirinden ayrılır. Risk-gereksinim modeli riski yöneterek, iyi yaşam modeli ise ihtiyaçları gidererek suç tekrarını önlemeye getirdikleri yaklaşımla birbirinden ayrılmaktadır. Buna rağmen iki model, toplum ve suçlu haklarını uzlaştırma amacı ile kullanılabilir. Ancak her iki model de suçun rehabilitasyonuna klinik yöntemle yaklaşmaktadır.


9.9.3. Rehabilitasyonun Uygulaması


Adalet psikolojisi çalışması ile olay, suç ve etmenleri, suçlu ve genel durumu arasındaki özel bağlantılar açığa çıkar. Rehabilitasyon planı hem dinamik risk etmenlerini hem de insani gereksinimleri ele almalıdır. 

Tedavi, özgür iradeyi destekleyici terapik bir iş birliği kurmaya, suçlu için anlam taşıyan hedefler belirleyerek ortaklaşa çalışmayı ve topluma yararlı bir yaşama yaklaştıran her değişikliği ödüllendirmeye odaklanmalıdır. Örneğin uyuşturucu bağlantılı suçlar için dinamik risk etmenleri madde bağımlılığı, düşük eğitim seviyesi, ekonomik güçlükler ve suça eğilimli yaşam ortamında bulunmalıdır.
9.10. Uzlaşma
Burada kullanıldığı anlam açısından uzlaşma (mediation), işlendiği iddia edilen bir suçtan dolayı fail ve mağdur arasında oluşan çekişmenin giderilmesi ile ortadan kaldırılmasını amaçlayan kurumdur. Uzlaşma kurum olarak ceza adaleti yerine getirilirken mağdurun taleplerinin de karşılanması için düşünülmüştür. Ceza sadece yaptırım değil düzeltici bir işleve de sahip olmalı, zararı gidermeli, ortaya çıkan sonuçları hem mağdur hem de sanık hakkında onarıcı bir etki yaratmalıdır. Kamu yararı ve özel önleme gibi iki işlevin bir arada kullanılması uzlaşmanın hedefidir. Uzlaşma ile fail suçun sorumluluğunu kabul etmektedir.
Failin ceza sorumluluğu saptanıp zararın giderilmesi için gereken neyse yapılmış bulunacağından hem adalet yerine getirilmiş olacak, fiille ihlal edilmiş olan hukuk kurallarının geçerliliği vurgulanacak ve dolayısıyla kamusal barışın yeniden kurulmasına hizmet edecek ve ayrıca devlet, yaptırım uygulamak yönünden katlanacağı birçok masraftan da kurtulmuş olacaktır. Bu çeşit uygulamalara “onarıcı adalet” denilmektedir[55].
Soruşturma konusu suçun uzlaşmaya tâbi olması ve kamu davası açıl­ması için yeterli şüphenin bulunması hâlinde, dosya uzlaştırma bürosuna gönderilir. Büro tarafından görevlendirilen uzlaştırmacı, şüpheli ile mağ­dur veya suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar gören, kendisine uzlaşma teklifinde bulunulduktan itiba­ren üç gün içinde kararını bildirmediği takdirde, teklifi reddetmişsayılır.
CMK m.253, m.254 ve m.255’te düzenlenmiştir. Yapılan düzenlemede istenen sonuç elde edilemediği için önce 5560 sayılı Kanunla ve daha sonra 2016 yılında 6763 sayılı kanunla bu maddelerde değişiklik yapılarak yü­rürlük kolaylaştırılmıştır. Nitekim, tam olarak işlemeyen bir sistem olarak görülen uzlaştırma, 2016 yılında yapılan değişikliklerle son derece faal bir şekilde uygulanmaktadır. Bu değişimin en önemli etkenleri, suç tiplerinin arttırılması, uzlaştırma teklifinin kolluk, savcı veya hâkim/mahkeme tara­fından bildirilmesinden vazgeçilip, gerek teklif ve gerekse tüm bu işlemle­rin devamında süreci yönetmesi için uzlaştırmacıların eğitilmesi ve atan­ması yatmaktadır.
Bölüm Özeti

Sanıklıktan, hukuki süreçte verilen bir karar ile hükümlülüğe geçilir. Cezanın infazı ve konusu, temel cezanın belirlenmesi usulüne göre yapılır. Bu husus da konu içinde işlenmiştir. Bu bölüm içerisinde hükümlünün yine özgülenmiş bir mekân olan ceza infaz yerine gönderilmesi gerekecektir. Cezaevleri; açık ceza infaz kurumları, yarı-açık cezaevleri ve kapalı ceza infaz kurumları olmak üzere üç çeşittir. Ayrıca, yeni bir sistem olarak konutta hapis cezası da sisteme dahil edilmiştir. Bu başlık altında infazın planlanması ve infaz süreci içinde ortaya çıkan hususlar da değerlendirilmiştir.


Ünite Soruları


Soru-1 :Aşağıdakilerden hangisi genel kabul gören infaz hukuku ilkelerinden değildir?


(A) Hükümlü ıslah edilmesi gereken kişidir.
(B) Hükümlülerin hak ve olanakları yasa ile belirlenmelidir
(C) Hükümlülerin savunma masraflarının karşılanması
(D) İnfaz açısından yeni imkanların kullanılması
(E) Cezaevlerinin tahliye sonrası imkan sağlayabilmeleri


Cevap-1 :Hükümlülerin savunma masraflarının karşılanması


Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi 1957 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilen “Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar” metninde yer alan hususlardan değildir?


(A) Kapasitenin 500 kişiyi aşmaması
(B) Mahkumların standartlaştırılabilmesi
(C) Dilekçe verme ve şikayet hakkı
(D) Ziyaretçilere bedensel faaliyet imkanı
(E) Eğitim ve çalışma imkanları


Cevap-2 :Ziyaretçilere bedensel faaliyet imkanı


Soru-3 :Aşağıdakilerden hangisi temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınan kriterlerden değildir?


(A) Suçluluk duygusu

(B) Suçun işleniş biçimi
(C) Failin güttüğü amaç
(D) Meydana gelen zarar
(E) Suçun işlendiği zaman ve yer


Cevap-3 :Suçluluk duygusu


Soru-4 :
Aşağıdaki ifadelerden hangisi davayı ve cezayı düşüren nedenlerden değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Şikayet ve uzlaşma
(B) Hakimin değişmesi
(C) Zamanaşımı
(D) Af
(E) Failin ölümü


Cevap-4 :
Hakimin değişmesi


Soru-5 :
Birleşmiş Milletler Minimum Cezaevi Standart Kurallarına göre istenen fiziki koşullar arasında hangisi yer almaz?


(A) Isınma olanaklarının olması
(B) İbadet ihtiyaçlarını karşılayabilecek kapasitede yerlerin olması
(C) Işıklandırma imkanı
(D) Ameliyathane olması
(E) Sağlık ve hijyen koşullarının olması
Cevap-5 :
Ameliyathane olması
Soru-6 :
Aşağıdakilerden hangisi, hükümlülere, muhafaza edilecekleri kurumun belirlenmesi için yapılması gereken gözlemin esaslarından değildir?


(A) Hangi suçları işlemiş olduğunun tespit edilmesi
(B) Kişisel özelliklerinin tespit edilmesi
(C) Sağlık durumuna dair bilgi edinilmesi
(D) Ahlaki eğilimlerinin tespit edilmesi
(E) Yeme içme alışkanlıklarının tespit edilmesi
Cevap-6 :
Yeme içme alışkanlıklarının tespit edilmesi
Soru-7 :
Aşağıdakilerden hangisi hükümlüye verilebilecek disiplin cezalarındandır?


(A) Sağlık hizmetlerinin kesilmesi
(B) Uzlaşma
(C) Ziyaret kısıtlaması veya yasağı
(D) Haberleşme ve iletişim serbestisi
(E) Grup terapisi
Cevap-7 :
Ziyaret kısıtlaması veya yasağı
Soru-8 :
Aşağıdakilerden hangisi infaz hakimliğinin görevlerinden değildir?


(A) Hükümlülerin gerekli besinleri almasından emin olmak
(B) Hükümlü ve tutukluların kurum içi yaşantılarındaki sorunlarla ilgilenmek
(C) Hükümlünün sevk, nakil, izin ve tahliyelerinden doğan sorunlarla ilgilenmek
(D) Genel olarak kuruma yönelik şikayetler
(E) Disiplin tedbirleri konusundaki şikayetler
Cevap-8 :
Hükümlülerin gerekli besinleri almasından emin olmak
Soru-9 :
Aşağıdakilerden hangisi infaz kurumları izleme kurulu üyesi olmak için aranan kriterlerden değildir?


(A) 35 Yaşını doldurmak
(B) Herhangi bir derneğe üye olmamak
(C) Siyasi parti görevi olmamak
(D) Cezaevinde yakınları olmamak
(E) Çevresinde dürüst ve güvenilir olarak tanınmak
Cevap-9 :
Herhangi bir derneğe üye olmamak
Soru-10 :
Uzlaşma ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?


(A) Uzlaşma günümüzde faal uygulaması nadir olan bir sistemdir.
(B) Uzlaşmada amaç, faille mağdur arasındaki çekişmeyi giderip ortadan kaldırmaktır.
(C) Uzlaşmada kamu yararının ve özel önlemenin birlikte kullanılması hedeflenir.
(D) Uzlaşmanın devletin masraflarını azaltma özelliği vardır.
(E) Kendisine uzlaşma teklifinde bulunulan, bu teklife üç gün içinde yanıt vermezse, teklifi reddettiği varsayılır. 
Cevap-10 :
Uzlaşma günümüzde faal uygulaması nadir olan bir sistemdir.


10. MAĞDUR PSİKOLOJİSİ
Birlikte Düşünelim
1. Mağduriyet, bireysel ve/veya toplumsal boyutlarda gerçekleşebilir mi?
2. Mağduriyetin ortaya çıkmasını önlemek bakımından psikolojik ve hukuksal anlamda yapılabilecekler neler olabilir?
3. Bir kişi, kendi davranışları nedeniyle mağdur olabilir mi?
4. Mağdurun mağduriyetini kendi başına gidermeye çalışması ile bu mağduriyetin devlet aracılığıyla giderilmesi arasında ne tür farklar var olabilir?
5. Bir suçun mağdurunun, bu suça ilişkin hukuksal süreçlerde mağduriyetinin tekrarlanması söz konusu olabilir mi; yanıt evet ise bu nasıl olabilir?
Giriş
Latince kökenli victimia kelimesinden üretilmiş olan viktimoloji giderek bağımsızlaşan önemli bir alandır. Bu başlık altında mağdur tanımı; gerçek, potansiyel, kaza mağduru, gerçek olmayan mağdur ve teşebbüs halinde kalan suçların mağdurları ele alınacaktır. Ayrıca özel önem taşıyan ikincil mağduriyet konusu ile mağdurların korunması başlıkları da irdelenecektir.       
10.1. Mağdur Kavramı
Genel olarak mağdur, hukuk düzeni tarafından korunan hakları suç aracılığı ile ihlal edilmiş olan gerçek kişidir[56]. Suçtan zarar görenin aile üyeleri ve yakınları da suçun mağduru olabilirler. Bu nokta bize mağduriyetin genişleyebilen bir kavram olduğunu hatta genel itibariyla tüm suçların mağdurunun genel anlamda toplumun tamamı olduğunu da gösterir. Bu genişletilme olanağına rağmen viktimoloji suçun doğrudan zarar görenlerini hedef alarak psikolojik, sosyal ve hukuksal açıdan zararın en aza indirilmesi ile ilgili faaliyetlerdir[57]. Eylem olarak suçta fail yani suçu işleyen ile suçun hakkında sonuç doğurduğu kişi arasındaki bağlantı bir arada ele alınmalıdır. Aslında gerçekleşmiş eylem geri alınamayacağına göre eylemin sonuçlarının yol açtığı sıkıntıların giderilmesi konusunda gayret göstermek bunun için de zarar görene odaklanmak rasyonel bir tutumdur.
10.2. Mağdur Psikolojisinin Türleri
Adalet psikolojisi açısından muhakeme süreci içinde mağdurun statüsünün ne olduğunun anlaşılması son derece önemlidir. Mağdur psikolojisi, ampirik, klinik, yardım ve koruma ile hukuksal açıdan olmak üzere çeşitli başlıklar altında incelenebilir. Şimdi de bunların incelenmesine geçelim.
10.2.1. Ampirik Mağdur Psikolojisi
Ampirik mağdur psikolojisi doğrudan suçtan hareket etmektedir. Mağdurun suç sonrası kişisel ve sosyal sorunları ile mağdur ve fail bağlantılarını araştırır. Mağduriyetin kaldırılması için gerekli koşulları belirler. Ampirik mağdur psikolojisi, mağdurun bilgilendirilmesi, mağdur eğilimlerinin ortadan kaldırılması veya alabildiğince azaltılması, mağduriyeti ortaya çıkaran fiili koşulların takibi ile çeşitli analizlere odaklanmıştır.
10.2.2. Klinik Mağdur Psikolojisi
Daha çok tıbbi açıdan mağdurun ele alınıp incelenmesidir. Bu alanda psikolojik sorunların öncelikle giderilmesi başta gelmektedir. Gerektiğinde hukuksal tedbirlere ilişkin müracaatların da bu aşamada ortaya çıktığından söz edebiliriz. Potansiyel mağdurluk hallerinin giderilmesi konusunda gayret gösterilen bir alandır.
10.2.3. Yardım ve Koruma Alanı
Teknik anlamda yardım ve korumanın en uygun ne şekilde yapılacağı ile var olan toplumsal sistemdeki kurumların bu konuda nasıl işlevsel kılınabileceği ile ilgili çalışma, yardım ve koruma alanıdır. Uluslararası boyutu açısından yardım ve koruma konusu insanlık suçu olarak da tarif edilen hâllerle bağlantılıdır. İnsan ticareti, uyuşturucu ticaretine ilişkin suçlar, çocuk ve insan kaçırma suçları, etnik ayrımcılık gibi olgular sonucu ortaya çıkan mağduriyetlerin giderilmesi için uluslararası anlamda da tedbir almak gerekir. Ulusal düzeyde ise her türlü adli aşamada ortam uygunluğu, mağduriyeti giderici önlemlerin alınması gerekir.
10.2.4. Hukuksal Koruma Alanı
Mağduriyetlerin azaltılması ile ilgili önlemler kadar ortaya çıkan mağduriyetlerle hukuksal olarak mücadele etmek de önemlidir. Ayrıca hukukun oluşturduğu düzenleme ve koruma da bazen kendiliğinden yeni mağduriyetleri ortaya çıkarabilir.
Hukuksal süreçte koruma ve yasal desteğe ilişkin çalışmalar kadar, hukuksal sürecin ortaya çıkaracağı mağduriyetler üzerinde de durmak gerekir. Hukuksal sürecin aydınlatılmasında çoğu zaman suçun doğrudan tanığı olduğu için mağdurun tanıklığı son derece önemlidir. Ancak mağdur suçla birlikte yaşadığı travmayı hukuksal süreç içinde tekrar tekrar yaşadığında daha da mağdur hâle gelebilir. Bu tür mağduriyete ikincil mağduriyet adı verilmektedir. Bu nedenle hukuksal süreçte yeni mağduriyetleri ortaya çıkarmayacak bir usulün izlenmesi de son derece önemlidir. Hukuksal sürece ilişkin olarak ikincil mağduriyetleri azaltma hususunda özellikle aile içi şiddet, çocuk istismarı ve cinsel saldırı suçları giderek artan bir şekilde yasal düzenleme ve bilimsel çalışmalara konu olmaktadır.
Mağduriyetin hukuksal değerlendirilmesinde şu hususlar üzerinde özel olarak durulur;
- Suç tipi – mağdur ve mağduriyet bağlantılarının ayrıntılı tespiti
- Suçun oluşmasında mağdurun rolü
- Failin eylemi ile mağdurla yakınlığı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
- Suçun ihbar edilmesinde mağdura düşen rol
- Mağdur olma riskinin azaltılması için alınması gereken önlemler
- Mağdur yardım ve tedavi programlarının sisteme entegre edilmesi
- Mağdurlaşmanın sonuç ve etkilerinden korunmak için alınması gereken başkaca tedbirler.
10.3. Mağdur Tipolojisi
Mağdurların çeşitli ayrımlar çerçevesinde sınıflandırılması oldukça yeni bir konudur. Teorik tartışmaları bir tarafa bıraktığımızda mağdurları şu başlıklar altında sınıflandırabiliriz:
- Gerçek mağdur,
- Potansiyel mağdur,
- Kaza mağduru,
- Sahte mağdur,
- Teşebbüs hâlinde kalmış suçların mağdurları.
Bu sınıflandırmalar suç konusu fiil esas alınarak yapılan ayrımlardır. Bazen ayrımların ikisi aynı anda söz konusu olabilir (Sokullu-Akıncı, 2008, s. 36 vd; Yücel, 2007, s. 69 vd).
10.3.1. Gerçek Mağdur
Mağdur psikolojisi açısından gerçek mağdurlar, suç mağdurlarıdır. Bu başlık altında suçun tipine göre mağdurların uğradıkları zarar oldukça yoğundur. Bu nedenle özellikle mağdur psikolojisi açısından gerçek mağdurluk hâlleri üzerinde durulmaktadır. Gerçek mağdurlar içinde özel olarak cinsel suç mağdurları, aile içi şiddet mağdurları, çocuk istismarı mağdurları, yaşlı mağdurlar, işsiz mağdurlar ve bunların aile yakınları üzerinde özel olarak durulur.
10.3.2. Potansiyel Mağdur
Potansiyel mağdur ise kendi eylemleri, hâli tavrı ve yaşam biçimi nedeniyle tehlike taşıyan kişilerdir. Örneğin uyuşturucu kullanımı, göçmenlik, kaçak çalışma ve suç çevresi içinde bulunma hâlleri, yaş küçüklüğü ya da tedbirsizlikle birleştiğinde potansiyel mağdurluk ortaya çıkabilir. Ayrıca yaş küçüklüğü ve yaşlılık hâlleri de potansiyel mağdurluğu doğurur. İşsizlik ve sosyal açıdan zayıf olma hâllerinde potansiyel mağdurlukları yaratır.
10.3.3. Kaza Mağduru
Kaza mağdurluğu kavramını ise daha geniş açıdan ele aldığımızda doğal afet ve savaş hâllerini de kapsayacak kadar genişletilebilir. Kaza mağdurluğu failin iradesinin aşılması ile ortaya çıkan mağduriyet hâlidir. Trafik kazaları en önemi ve yaygın örnektir. Bu mağduriyet, bakma yükümlülüğü bağlantısı ile genişleyen bir mağduriyet yaratır. Tedbir olarak destekten yoksun kalma tazminatı aracılığıyla genişleyen mağduriyetler giderilmeye çalışılmaktadır. Kaza kurbanının eşi, çocukları ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarıyla ilgili olarak destekten yoksun kalma tazminatı söz konusu olmaktadır.
10.3.4. Gerçek Olmayan Mağdur
Mağdursuz suçlar başlığı mantıksal bir boşluğu içerir gibi görünmekle birlikte suçun konusu ile suçu işleyenin birleştiği hâlleri gösterdiği için özel olarak ele almak uygundur.
Kumar oynama, uyuşturucu kullanımı, fahişelik ve çocuk düşürme gibi suçlar bu suç grubundadır. Ceza politikası açısından bu tür suçların cezalandırılmasının gerekliliği hakkında tartışmalar vardır. Ancak mağdursuz suçları birçok adli suçun ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bu tür suçlar özellikle kamu düzenini bozacak bir hâl aldığında takip edilmektedir.
10.3.5. Teşebbüs Hâlinde Kalan Suçların Mağdurları
Teşebbüs hâlinde kalmış suçların mağdurları, teşebbüsün derecesi bağlamında ele alınır. Daha önce de değindiğimiz gibi bir suçun hazırlık hareketleri ve icra hareketleri aşamaları göz önünde tutularak teşebbüs belirlenir. Bazen teşebbüs edilen suçun tam olarak gerçekleşmemesi hâlleri yeni bir suçu oluşturabilir. Örneğin, tecavüz etmek isteyen kişi bazı nedenlerle sadece basit cinsel saldırıda bulunmuş olabilir. Bu gibi hâllerde cezalandırma gerçekleşen suça göre yapılır. Mağdurun korunması açısından ortaya çıkan fiili durumun yarattığı etkinin de dikkate alınması gerekir. Önleyici tedbirler teşebbüs hâlindeki suçlar için de düşünülmelidir.
10.3.6. İkincil Mağduriyet
Mağduriyet üzerinden suç sayılan eylemin değerlendirilmesinde ilgi mağdurun eylemin gerçekleşmesine katkısı olup olmadığı noktasına yönelmiştir.
Mağduriyet bir suçun işlenmesi ile ortaya çıkan tüm zararları kapsayan bir genişlikte ele alınmaktadır. İkincil mağduriyet ise mağdura verilen ilave hasarlar ve kurban rolünün keskinleşmesine yol açan tepkileri de kapsar. İkincil mağduriyete mağdurun yakınları veya kontrol mercii olarak görev yapan resmî makamlar da yol açabilir. Sistematik bir bilgi olarak tarif edilememekle birlikte tekrarlanan mağduriyetin (ikincil mağduriyetle) varlığı vaka olarak birçok olayda ortaya çıkmaktadır. İkincil mağduriyete uğrayan kişiler “sıcak nokta” olarak isimlendirilir.
10.4. Mağdurun Korunması
Suç sonrası oluşacak zarar ve maliyet göz önünde tutulduğunda konunun önce önlem alma üzerinde durmayı gerekli kılacağı açıktır.
Suçun ortaya çıkması ile kişinin mağduriyeti arasındaki ilişki bize suç işlenmeden önce tedbir alınabileceğini göstermektedir. Başta eğitim ve farkındalık olmak üzere kişilerin suç ortamlarından uzaklaşmaları, kendilerini koruyucu tedbirler alma yetenekleri arttırılabilir. Başarılı güvenlik tedbirleri kadar kovuşturma ve soruşturmaların kısa sürede sonuçlandırılması ile mağdura hukuksal ve tıbbi yardımda bulunma olanaklarının arttırılması da önemlidir.
Mağdurun korunması hukukun genel güvenliği sağlama görevi ile örtüşür. Mağduriyetlerin ortaya çıkmasında engel olma ise hem maliyet hem de düzen açısından çok daha önemlidir. Hukukun toplumsal kontrole olan katkısı önleyici tedbirleri güçlü bir şekilde sağlaması ile ilgilidir. Yerleşim yerleri, aydınlatma, sık kontrol ve devriye görevi, mobesse, başarılı kayıt tutma gibi gelişen teknolojik olanaklarda koruma imkânlarını güçlendirmektedir. Suçu önlemek, suç işlendikten sonra cezalandırılmasından daha çok istenen bir şey olmalıdır.


Yeni ceza hukuku düzenlemeleri ile hukukun genel ilkesi olan “silahların eşitliği”nin bir gereği olarak mağdurun statüsünde iyileştirmeler yapılmıştır. Silahların eşitliği ilkesi gereği tarafların usul hukukuna ilişkin sürece katılmaları adil yargının gerçekleşmesinin koşullarındandır. 

Bu nedenle sanık, müdafi, katılan, vekiller ve savcı duruşmada söz alıp açıklamalarda bulunabilmektedir.


Savcılık kamu adına, işlenen suçu araştırmak ve iddiaları ortaya koymakla görevlidir. Onun yanında davaya katılanın da muhakeme sürecine aktif katılımı, hakların korunması bakımından önem taşır.
CMK m.201’de “katılan” olarak gösterilen ifade mağduru da kapsar. 

Katılanı şu şekilde tanımlayabiliriz: Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar tarafından, açılmış olan kamu davasında hüküm verilene kadar şikâyetçinin sahip olduğu haklara sahip olarak yer alabilir. 

Bu talebin kabul edilmesi hâlinde, talepte bulunana “katılan” denir. Katılma koşulları ve katılma usûlünü ise CMK m.237 ve m.238 düzenlemiştir. 

Bu şekilde kamu davasına katılan savcının yanında bireysel iddia makamını işgal eder. Mağdurun adalet sistemi içinde yer almasında önemli sonuçlarından birisi “muhakemeye yön verebilme” hakkıdır.

Mağdurun, muhakeme süjelerine soru yöneltmesi muhakemeye yön vermesinde etkin bir yoldur. Mağdur hakları ile sanık hakları yarışmalı haklar olarak alınmamalıdır. 

Ceza usul hukuku düzenlemelerinden sanığın usulüne uygun olarak yargılanması ile ilgili çok sayıda tedbir ve düzenleme vardır. Ancak mağdur hakları yeni yeni gündeme geldiği için hukuk sistemi içinde yeteri kadar yer edinmemiştir. 

Uluslararası hukuk açısından Avrupa Konseyi 1985 tarihli bir tavsiye kararında mağdur haklarının genişletilmesi yönünde karar almıştır.
Bu tavsiyeler içinde özellikle şu başlıklar dikkat çekicidir;
- Polise uygun davranış eğitimi verilmesi,
- Polis tarafından mağdurun, haklar konusunda bilgilendirilmesi, Örneğin alabileceği yardımlar ve hukuksal tavsiyeler ile tazminat konusu gibi.
- Soruşturma sonuçlarının mağdura bildirilmesi gerekir. Bu bildirimler duruşma tarihi ve yeri, tazminat ve davanın sonucunu içermelidir.
- Polis, her türlü belgelendirmede mağdurun uğradığı zararı açıkça ifade etmelidir,
- Mağdurun basın yayın yoluyla uğrayacağı zararları giderme konusunda gerekli tedbirlerin alınması da önemlidir. Özel hukuk davası açma hak ve yetkisi de tavsiye edilebilir. Mağdurun dava sona erdikten sonrası için de gerektiği hâllerde korunması zorunludur.
Bölüm Özeti
Bu bölümde suçun mağduru olan kişilerin suçla olan ilişkisini, usul hukukuna ilişkin süreçlerin yeni mağduriyetler yaratmaması için ne gibi tedbirler alınabileceği hususları ile mağduriyet türlerinin neler olduğu hususları üzerinde durulmuştur.


Ünite Soruları
Soru-1 :
“Suçun doğrudan zarar görenlerini hedef alarak psikolojik, sosyal ve hukuksal açıdan zararın en aza indirilmesi ile ilgili faaliyetler.” aşağıdakilerden hangisinin tanımını oluşturmaktadır?

(A) Viktimoloji
(B) Tanatoloji
(C) Penoloji
(D) Psikoloji
(E) Sosyoloji


Soru-2 :
Mağdurlar çeşitli ayrımlar çerçevesinde sınıflandırılır. Aşağıdakilerden hangisi bu sınıflandırmalardan biridir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Statik mağdur
(B) Kinetik mağdur
(C) Hazır mağdur
(D) Sahte mağdur
(E) Hafif mağdur
Cevap-2 :
Sahte mağdur
Soru-3 :
Doğal afet ve savaş gibi nedenlerle mağduriyete uğrayan kişiye ne denir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Potansiyel mağdur
(B) Kaza mağduru
(C) Gerçek olmayan mağdur
(D) Teşebbüs hâlinde kalan suçların mağdurları
(E) Gerçek mağdur
Cevap-3 :
Kaza mağduru
Soru-4 :
Suç icrasını teşkil eden hareketlere başlanmış olmakla birlikte bunlar tamamlanmadığında ortaya çıkan mağduriyet türü hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Teşebbüs hâlinde kalan suçların mağduru
(B) Statik mağdur
(C) Potansiyel mağdur
(D) İkincil mağdur
(E) Kaza mağduru
Cevap-4 :
Teşebbüs hâlinde kalan suçların mağduru
Soru-5 :
Fail ile mağdurun aynı olması neticesinde ortaya çıkan mağduriyet tipi aşağıdakilerden hangisidir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Gerçek mağduriyet
(B) Kaza mağduriyetliği
(C) Potansiyel mağduriyet
(D) İkincil mağduriyet
(E) Gerçek olmayan mağduriyet


Soru-6 :
Aşağıdakilerden hangisi mağduriyetin, oluşmadan önce engellenmesi için alınabilecek tedbirler arasında yer almaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yerleşim yerlerinin uygun biçimde aydınlatılması
(B) Sık ve düzenli devriye görevlerinin yapılması
(C) Mobese sistemlerinin işlerliğinin temin edilmesi
(D) Teknolojik olanakların kullanılması
(E) Yürütme organının işlevlerinin arttırılması


Soru-7 :Daha ziyade mağdurun bilgilendirilmesi, mağdur eğilimlerinin ortadan kaldırılması yahut azaltılması ve mağduriyetin fiili neden koşullarını inceleyen mağdur psikolojisi türü hangisidir?

(A) Etik mağdur psikolojisi
(B) Ampirik mağdur psikolojisi
(C) Kronik mağdur psikolojisi
(D) Klinik mağdur psikolojisi
(E) Yeni mağdur psikolojisi


Soru-8 :
Mağdurun, muhakeme süjelerine soru sorabilmesi, hangi kavram altında değerlendirilebilir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Unutulma hakkı
(B) Ulaşılamama hakkı
(C) Azletme hakkı
(D) Muhakemeye yön verebilme hakkı
(E) Müdafiden yararlanma hakkı
Cevap-8 :
Muhakemeye yön verebilme hakkı
Soru-9 :
Mağdurun korunmasına ilişkin Avrupa Konseyinde 1985 yılındaki tavsiye kararları arasında aşağıdakilerden hangisi yoktur?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Polis, her türlü belgelendirmede mağdurun uğradığı zararı açıkça ifade etmelidir
(B) Polise daha fazla mühimmat temin edilmesi
(C) Polise uygun davranış eğitimi verilmesi
(D) Soruşturma sonuçlarının mağdura bildirilmesi gerekir.
(E) Mağdurun basın yayın yoluyla uğrayabileceği zararların önüne geçilmelidir.
Cevap-9 :
Polise daha fazla mühimmat temin edilmesi
Soru-10 :
Mağduriyetin hukuksal değerlendirilmesinde bazı hususlar üzerinde özel olarak durulur. Aşağıdakilerden hangileri bu hususlar arasında yer almaktadır?
I – Suçun oluşmasında mağdurun rolü
II – Suçun ihbar edilmesinde mağdura düşen rol
III – Mağdur olma riskinin azaltılması için alınması gereken önlemler
IV – Mağdur yardım ve tedavi programlarının sisteme entegre edilmesi
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) I - II
(C) Yalnız II
(D) I – II – III
(E) Hepsi  
Cevap-10 :
Hepsi  
11. YARGIÇ PSİKOLOJİSİ
Birlikte Düşünelim
1. Bir olay hakkında yargıda bulunmak için nelere ihtiyaç duyulabilir?
2. Yargıcın kendisini geliştirmesi, vereceği kararlar bakımından bir etki doğurabilir mi?
3. Bir karara varırken, kararın ilgili olduğu tüm kimselerin görüş, iddia ve savunmalarının alınması kararı nasıl etkileyebilir?
4. Vicdani kanaat ile keyfi karar vermek arasında bir ayrım olabilir mi; yanıt evet ise, bu ayrımın nedenleri neler olabilir?
5. Yargıcın kararını verirken hataya düşmesinin nedenleri neler olabilir?
Giriş
Bu bölümde hukuki süreçlerin önemli bir ayağını teşkil eden yargıç, yani olay hakkında bir hüküm kuracak olan hâkim unsuru üzerinde durulacaktır. Yargıcın sahip olması gereken özelliklerden diğer hukuki süjelerle içinde olacağı ne türden bir ilişki neticesinde hüküm vereceğine, meydana gelişinde rol oynayabilecek hangi unsurların bu hükmü hatalı kılabileceğine dair bir açıklama yelpazesi içeriği oluşturmaktadır.       
11.1. Yargıcın Nitelikleri Nelerdir?
Yargıçlar, meslek bilgisine ve genel kültüre sahip, vizyon sahibi kişi olmalıdır[58]. Sorumluluk bilinci içinde hareket ederek, topluma ve kendine saygı duymalı, şahsi görüş ve düşüncelerini görevine yansıtmamalıdır. Kendisine güvenmeyen hâkimin, başkasında da güven ve saygı beklemeye hakkı olmaz. Yargının daima en güçlüye karşı en zayıfı koruyabilecek kudret ve kuvvette olması gerekmektedir. Güçlüler yargıdan çekinmeli, zayıflar ise ona güvenmelidir. Yargının onur ve saygınlığı şahsi ve siyasi çıkarlar vasıtasıyla zedelenmemelidir.
Yargıcın bağımsızlığını çeşitli biçimlerde ayrıştırabiliriz;
- Yargıcın tarafsızlığı
- Yargıcın devlet karşısında bağımsızlığı
- Yargıcın toplum karşısında bağımsızlığı
- Yargıcın kendine karşı bağımsızlığı
Bağımsızlık buradaki bağlamda iki organ arasındaki ilişkinin niteliği ile ilgili bir kavramdır. Bu organlardan birisinin fonksiyonel açıdan diğerinin etki ve karışması olmaksızın çalışmasıdır.
Yargıç karar verirken, hiçbir biçimde, hiçbir nedenle, hiç kimsenin etkisi altına girmeyen kimsedir. Yargıcın böyle bir karara ulaşabilmesi için hem yüksek karakter özelliklerine sahip olması hem de anayasal ve yasal düzeyde gerekli ortam sağlanmış olmalıdır. Yargı bağımsızlığı iddia ve savunmanın katkıları alınarak, yargılama süreci içinde her türlü iç ve dış baskıdan muaf olmak; yargıcın tarafsızlığı ise yargısal faaliyette çıkar ilişkisi bulunmamasıdır. Tarafsızlık da bağımsızlığın bir parçasıdır. Anayasamızın m.138’deki düzenleme açıkça tarafsızlığa ilişkin bir hüküm içermemekle beraber bağımsızlığa yapılan vurgu tarafsızlığı da kapsar.
Mahkemelerin bağımsızlığı
Madde 138 – Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında 20.03.1869 tarihinde kabul edilen Mecelle’nin 1792. maddesinde hâkimin kişiliği ile ilgili bugün de geçerliliğini koruduğunu düşündüğümüz ilkeleri vurgulamaktadır.
Buna göre günümüz Türkçesiyle hâkim;
- Güçlü bilimsel farkındalığı olan,
- Kuşatıcı bilgi sahibi (hâkim),
- Zeki (fehim),
- Dürüst (müstakim),
- Güvenilir (emin),
- Vakur ve temkinli (gururlu ve mekin),
- Sağlam (metin) olmalıdır.
11.2. Süreç Olarak Yargılama
Karar gerek bir insanın iç dünyasında gerçekleşen iradi tutum alma gerekse bir şey hakkında hukukun olanakları çerçevesinde “en uygun olanı seçme” biçiminde ortaya konulsun her zaman bir süreci ve muhakemeyi gerektirir. Yargılama kararı bir süreç içinde olgunlaşır ve karşıt tezlerin bir yarışı bir akli çıkarımı biçimini aldığında varlık kazanır. Bu nedenle yargıcın vereceği karar, sadece yargıcın değil, yargılamaya katılan birçok kişinin ve olgunun bir arada ele alınması ile biçimlenir. Buna “hükmün ortaklaşalığı” denir. Hükmün ortaklaşalığı, ortaklaşa kuşkunun giderilmesi yani “cum vincere”dir. Hükmün bir karar olarak otoritesini sağlayan da yargılamanın olanaklarından yararlanan iddia ve savunmanın uygun araçlarla kendini ifade edebilmiş olmasıdır (Ünver & Hakeri, 2010, s. 651 vd).
Bu uygun araçların neler olduğu konusu bize yargılamanın olmazsa olmaz koşullarını gösterecektir.
Şöyle bir sıralama yapabiliriz:
11.2.1. Yüz Yüzelik ve Karşılıklılık İlkesi
Yargılama ilkesi olarak silahların eşitliği ilkesinin başarılı bir uygulamasını sağlayabilmek için huzurda ve açıklıkla tarafların düşünce ve delillerini ortaya koyabilmeleri gerekir.
11.2.2. Doğrudanlık İlkesi
Yargıcın hükmün verilmesini sağlayacak tüm verilere doğrudan ulaşması da önemli bir ilkedir. Taraflar, tanıklar, bilirkişiler ve duruşmaya katılan tüm ilgililere aracısız doğrudan kurulacak iletişim, yargıcın karar vermesinde vicdani kanaatini ortaya çıkarır. Yargıç bir kanıtı beş duyu organını kullanarak duyumsayıp içselleştirmelidir.
11.2.3. Sözlülük İlkesi
Bu ilke ise yüz yüzelik, karşılıklılık ve doğrudanlık ilkelerinin fiilen gerçekleşmesini sağlayan bir olanaktır. Yargıç soruşturma aşamasında tutanağa geçirilmiş olsa bile duruşmada herkesi doğrudan ve yüksek sesle dinleyebilmelidir. Yazının soğuk ve mesafeli olmasına karşı söz duygu, mimik ve imalar ile gerçeği daha net anlaması için yargıca yardımcı olur.
11.2.4. Açıklık İlkesi
Duruşma ortamının demokratikliği açıklık ilkesi ile sağlanır. Bu ilkenin kişinin hak ve menfaatleri bakımından bir risk yaratabileceği hâllerde daraltılması söz konusu olabilir. Yasalar bu hâllerin hangileri olduğunu açıkça belirtmiştir. Daha çok çocuk, mağdur ve ailenin korunması hâllerinde sınırlı olarak açıklık ilkesinden vazgeçebilir. Çünkü kişinin korunması ile ilgili daha yüksek bir menfaat söz konusudur. Ancak kural yargıcın güvenilirliği, sanığın kendini ifade edip etmediğini kamuya ulaştırma ve etik kaygılar açısından açıklık ilkesinin zorunluluğudur.
11.2.5. Yargılama ve Duruşmanın Belirli Yer, Zaman ve Koşulda Yapılması İlkesi
Duruşma, duruşma salonunda, belirli zamanda ve saatte, kesintisiz yapılmalıdır. Bazen tehir ve talik söz konusu olabilir, bir istisnadır. Hüküm ancak duruşmaya katılan yargıçlarca verilir. Bunun istisnası ile istinabe ve inabedir. Bir yargıcın hükme katılamaması söz konusu ise yedek yargıç bulundurulabilir. Eğer yedek yargıç yok veya yargıçlardan birinin hükme katılmaması söz konusu ise duruşma yenilenir. Hüküm verecek yargıcın mutlaka taraf ve kanıtlara doğrudan ulaşmış olması gerekir.
11.2.6. Vicdani Kanaat
Vicdan kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlaki değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güçtür. Bu gücün kazanılmasında ailenin, kişinin yetiştiği ortamın, kültürel tüm çerçevenin etkisi vardır, ancak tüm bu etkilere rağmen o kişinin kendi alanında ortaya çıkan bir içine sindirme bir karar verme hâlidir.
Anayasa m.138 “hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanunlara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Bu ifadede asıl ağırlığın vicdani kanaate verildiği açıktır. Vicdani kanaate göre karar vermek keyfi karar vermek değildir. Üst sınırı sözünü ettiğimiz anayasa maddelerinde anayasa, kanun ve hukuk olarak belirtmiş olmasına rağmen karar hâkimin doğrudan ve içsel tutumuna bırakılmıştır. Burada sözü edilen vicdani kanaat belirli ölçülerde objektif olması beklenen ancak sonuçta subjektif olarak şekillenen bir karardır. Objektifliği belirtmiş olduğumuz hukuksal çerçevenin dışında hukuken verilen tüm kararların aynı zamanda gerekçeli olması yani dolayısıyla makul olması da sağlamaktadır.
11.3. Adli Hatalar
Adli hatalar, adil sonucun ortaya çıkmasına engel oluşturan her türlü sonuç olarak tarif edilebilir.
Hiç kuşkusuz asıl istenen adli sürecin hiçbir aşamasında hatanın olmamasıdır. Yasal çerçeve ve usul hukukuna ilişkin son derece detaylı düzenlemeler yapılmasının bir nedeni de adli hataları engellemektir. Ancak yine de adli hatalarda sıfır noktasına ulaşılamaz. Çünkü insan faktörünün girdiği her yerde hata vardır; amaç, hatanın en az düzeye indirilmesidir.
Adli hata ile adli süreçte hata hâllerini birbirinden ayırmak gerekir. Burada üstünde durduğumuz adli hatadır. Adli süreçte hata ise örneğin, haksız yere ve uzun süreli tutuklama, yargılamanın çok uzun sürmesi, görev ve yetkiye ilişkin hatalar bu anlamdadır. Yargısal kararların yüksek mahkemeler tarafından yeniden değerlendirilmesinde yani temyiz sürecinde bu tür adli süreç hataları öncelikli olarak değerlendirilir. Masum olduğu düşünülen birine ceza verilmesi ya da uygun olmayan cezanın verilmesi hâllerinde adli hatadan bahsedilir. Ayrıca suçlu olduğu hâlde birisinin ceza almaması da adli hatadır.
Adli hatalar özellikle kriminalistik biliminin başarılı uygulaması ile azaltılır. Yargılamada en önemli konu olguların doğru olarak saptanmasıdır. Çünkü başlangıçta yapılan yanlışlar veya özensizlik kararın da hatalı olmasına yol açacaktır.
Adli hatalar çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir. İlk ve en önemli hata yanılmadır. İzlenim, kamuoyu baskısı, siyasi ve ideolojik etkiler ve çeşitli baskılar da adli hataları ortaya çıkarabilir. Adli hataların azaltılmasının en önemli kaynağı güçlü delillerin ortaya çıkarılmasıdır. Bunda da en büyük olanak kriminalistiktir. Yani, bilimsel olarak suçla fail arasındaki bağlantıyı ortaya koyabilen her şeydir, izlerden silaha ulaşmak, DNA testi gibi. Bazen de olayın gelişimine gerekli özenin gösterilmesi ve olayın bütünsel kurgusunun doğru yapılması gibi önlemlerle de adli hatalar önlenebilir. Örneğin bir adam öldürme olayında suçu işlediğini itiraf eden kişinin aslında bu itirafı başkasını korumak için yapmış olması, hâkimin de bunu anlayarak davanın akışını değiştirmesi söz konusu olabilir. Yani en açık görülen sonuçlar için bile şüphe ile yaklaşarak yüzlerce yıllık bir kazanımla şekillenmiş olan yargılama ilkeleriyle gerçek aydınlanabilir ve aydınlatılmalıdır. Verdiğimiz örnekte hâkim sanığın tedirginliğini, ifadeleri arasındaki çelişkiyi ya da suçu işleme saikini değerlendirerek kanaat oluşturabilir. Böylece itiraf gibi güçlü bir kanıtın bile her zaman doğru olmayabileceğini anlamış oluyoruz.
Adli hatalar; delil olarak kullanılan belgelerde hata, hatalı tanık beyanları olarak iki başlık altında ele alınabilir.
11.3.1. Belgeler Nedeniyle Ortaya Çıkan Adli Hatalar
Belgelerin incelenmesi bilgi, deneyim ve özen gerektiren özel bir çalışma alanıdır. Bizim usul hukukumuz açısından yazılı usul benimsenmiştir ve bu usul içinde yazılı belge delildir. Belgeler en önemli delili oluştururken, gerçeklikleri ve geçerlilikleri kriminalistik bilgilerle saptanır. Farklı isimlendirmelerle belge inceleme alanı başlıklandırılabilir.
• Kaligrafi
• Grafoloji
• Adli belge inceleme
Kaligrafi, güzel yazı yazma sanatıdır. Her türlü alfabe ve işaretler bu sanat alanında kullanılabilir. Hat sanatı Arapça alfabe üzerinden en güzel eserlerin ortaya çıktığı bir kaligrafi alanıdır. Yazının tipi ve sınıflandırılması için kaligrafinin belgelerin değerlendirilmesinde kullanılma olanağı vardır.
Grafoloji, el yazısı veya imzaya bakarak kişinin karakter analizinin yapılması veya belgenin, imzanın kişinin eli ürünü olup olmadığı hakkında bilgi veren çalışma alanıdır.
Adli belge inceleme, delil niteliği taşıyan veya hakkında uzlaşılamayan her türlü dokümanın incelenmesi ile uğraşan kriminalistik alanın bir alt dalıdır.
Konumuz açısından grafoloji ve adli belge inceleme üzerinde özel olarak durmak gerekir.
Belge inceleme uzmanının, yazının, mürekkebin, kâğıdın belgenin saklanma koşullarının belge üzerindeki etkisi, belgenin zamanı da dahil olmak üzere pek çok konuda bilgi sahibi olması gerekir. Bu uzmanlık çeşitli teknik araç ve gerecin kullanılması ve daha çok da deneyimle kazanılan bilgi ile geliştirilmiştir (Aşıcıoğlu, 2005, s. 13 vd).
Adli belge incelemelerinde bazı hususlar özel olarak dikkate alınır;
- Temin edilebiliyorsa belgelerin aslı üzerinden inceleme yapmak. Çünkü fotokopi ve suret üzerinden yapılacak değerlendirmeler kimi noktalarda eksik kalacaktır (Birincioğlu & Özkara, 2010, s. 419). Zaman içinde bu tür belgelerin asıl belgeye oranla daha çabuk silikleştiği de bilinir bir gerçektir.
- Aydınlatma kaynaklarının iyi olması
- Mikroskopla belgelerin 40 katına varacak denli büyütülebilmesi
- Kızılötesi vs. aydınlatma
- Hassas ölçüm cetvelleri
- Fotoğraflama sistemi
- Elektronik yardımcı aparatlar (Birincioğlu & Özkara, 2010, ss. 420-421)
İmza hususunu bitirmeden bir başka kavram olarak ıslak imza kavramı üzerinde duralım. Islak imza gerçek imzadır; mürekkep veya boya ile el ürünü olarak yazılan özel işarettir (Birincioğlu & Özkara, 2010, s. 425). Bu alanda imza makinelerinin çıkması ile ayrı bir tartışma konusu olmuştur. Ancak makineler aynı özellikte standart imzayı atarlar, ince detaylarda başarısızdır (Birincioğlu & Özkara, 2010, s. 425). El ürünündeki hatalar burada görünmediği için aşırı mükemmellikleri ile sahte oluşları kendini gösterebilir.
11.3.2. Tanık Beyanları Nedeniyle Ortaya Çıkan Adli Hatalar
Bir diğer ispat vasıtası ise olaya tanık olanların beyanlarıdır. Yasada belirtilmiş olan tanık beyanları ise gerçekleşmiş bir olayın, bu olaya tanık olmuş olanların ağzından duruşmada yeniden ve yüz yüze dinlenmesidir.
Adli hatalar içinde en önemli alanlardan birini tanık beyanlarındaki hatalar ve yalanların oluşturduğunu görürüz. Tanıklığın delil olarak değeri doğruluğu ile paraleldir. Doğruluk garantisi olarak usul hukukunda yemin usulü vardır. Yalan yere yemin etmek ve adliyeyi yanıltmak özel bir suç tipi olarak düzenlenmiştir. “Yalancı şahit” olarak isimlendirilen bu durumda farklı nitelendirmelere de yol açabilir. Yani yanılma veya ihmal de hatalı tanıklığı ortaya çıkarabilir. Kastın olmadığı bu gibi durumlarda yargıcın bu tür beyanları esas alarak karara varması riski vardır. Bu nedenle yargıçlık görevi aynı zamanda beyanda bulunanın yalan söyleyip söylemediğini anlamaya özen göstermeyi de kapsar. Yalan anlık olarak veya tasarlanmış olarak ortaya çıkabilir. Ayrıca abartı, heyecan ve şaşırma, ihtiras, hayal gücü de yalanları ortaya çıkarabilir. Şüphe uyandırma ve şaşırtma amacıyla da yalan söylenebilir. Heyecan, kısa süreli bakma, olayın etkisine kapılma, telkin ve şaşırtma gibi nedenlerle de yanılma ortaya çıkabilir. Tanık beyanında ortaya çıkan yanılmanın bir hata neticesi alması halinde tanığın sorumluluğuna gidilmeyecekleri bilerek ve isteyerek adli makamları yanıltmak için verilmiş ifade cezalandırılır.
Bölüm Özeti
Bu bölümde, muhakeme sürecinin önemli bir figürü olan yargıcın nitelikleri ile bu süreci etkileyen ilkeleri, yargıcın özellikle adli belge ve tanık beyanlarını değerlendirmede özen göstermesi gereken hususları irdeledik.
Kaynakça
Aşıcıoğlu, F. (2005). Adli Belge İnceleme. İstanbul: Beta Yayınevi.
Birincioğlu, İ., & Özkara, E. (2010). Adli Belge İncelemelerinde Bilinmeyenler, Örneklerle Yazı ve İmza Analizi ile Islak İmza Kavramı. TBB Dergisi, Yıl 22(87), 403-433.
Işıktaç, Y. (2020). Adalet Psikolojisi (3. bs). İstanbul: Sümer Kitabevi.
Ünver, Y., & Hakeri, H. (2010). Ceza Muhakemesi Hukuku (3. bs). Ankara: Adalet Yayınevi.

Ünite Soruları


Soru-1 :Yargıçlarla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?


(A) Şahsi görüş ve düşüncelerini görevine yansıtmalıdır.
(B) Topluma ve kendine saygı duymalıdır.
(C) Sorumluluk bilinci içinde hareket etmelidir.
(D) Vizyon sahibi olmalıdır.
(E) Meslek bilgisi ve genel kültüre sahip olmalıdır


Cevap-1 :Şahsi görüş ve düşüncelerini görevine yansıtmalıdır.


Soru-2 :“… iddia ve savunmanın katkıları alınarak, yargılama süreci içinde her türlü iç ve dış baskıdan muaf olmak; … ise yargısal faaliyette çıkar ilişkisi bulunmamasıdır.” Yukarıdaki ifadede boş bırakılan yerlere sırasıyla aşağıdakilerden hangi ikisi getirilirse ifade doğru olur?


(A) Yargıç bağımsızlığı - yargı tarafsızlığı
(B) Yasama bağımsızlığı - yargı tarafsızlığı
(C) Yargı bağışıklığı - yargıç dokunulmazlığı
(D) Yargı tarafsızlığı - yargıç bağımsızlığı
(E) Yargı bağımsızlığı - yargıcın tarafsızlığı


Cevap-2 :Yargı bağımsızlığı - yargıcın tarafsızlığı


Soru-3 :Aşağıdakilerden hangisi yargıcın bağımsızlığının biçimlerindendir?


(A) Yargıcın devlet karşısında bağımsızlığı
(B) Yargıcın hukuka karşı bağımsızlığı
(C) Yargıcın yasalara karşı bağımsızlığı
(D) Yargıcın kamu düzenine karşı bağımsızlığı
(E) Yargıcın adalete karşı bağımsızlığı


Cevap-3 :Yargıcın devlet karşısında bağımsızlığı


Soru-4 :Aşağıdakilerden hangisi Mecelle’de hâkimin kişiliği ile ilgili vurgulanan ilkelerden biri değildir?


(A) Dürüst (müstakim)
(B) Alicenap (cömert)
(C) Zeki (fehim)
(D) Güvenilir (emin)
(E) Kuşatıcı bilgi sahibi olan (hâkim)


Cevap-4 : Alicenap (cömert)


Soru-5 :Yargıcın, yasal sınırlar içinde ancak vicdanını da dahil ederek karar vermesini hangisi açıklar?


(A) Cezanın ortaklaşalığı
(B) Hükmün ortaklaşalığı
(C) Vicdani kanaat
(D) Cezanın uygulanabilirliği
(E) Hükmün kesinleşmesi


Cevap-5 :Vicdani kanaat


Soru-6 :Hükmün bir karar olarak otoritesini sağlayan, iddia ve savunmanın uygun araçlarla kendini ifade edebilmiş olmasıdır. Bu uygun araçlar da yargılamanın olmazsa olmaz koşullarını göstermektedir. Aşağıdakilerden hangisi bu koşullardan biri değildir?


(A) Doğrudanlık ilkesi
(B) Açıklık ilkesi
(C) Yüz yüzelik ve karşılıklılık ilkesi
(D) Caydırıcılık ilkesi
(E) Sözlülük ilkesi


Cevap-6 :Caydırıcılık ilkesi


Soru-7 :"Silahların eşitliği ilkesinin başarılı bir uygulamasını sağlayabilmek için tarafların düşünce ve delillerini huzurda ortaya koyabilmeleri”ne ilişkin ilke hangisinde doğru şekilde verilmiştir?


(A) Yüz yüzelik ve karşılıklılık ilkesi
(B) Duruşmanın belirli yer ve zamanda yapılması ilkesi
(C) Şüpheden sanık yararlanır ilkesi
(D) Kanunilik ilkesi
(E) Orantılılık ilkesi


Cevap-7 :Yüz yüzelik ve karşılıklılık ilkesi


Soru-8 :Haksız yere ve uzun süreli tutuklama, yargılamanın çok uzun sürmesi, görev ve yetkiye ilişkin hatalar aşağıdakilerden hangisinin kapsamına girmektedir?

(A) Manevi hata
(B) Adli süreçte hata
(C) Adli hata
(D) Cezanın infazında hata
(E) Maddi hata


Cevap-8 :Adli süreçte hata


Soru-9 :Aşağıdaki ifadelerden hangisi veya hangileri doğrudur?
I - Kaligrafi, güzel yazı yazma sanatıdır.
II- Grafoloji, el yazısı veya imzaya bakarak kişinin karakter analizinin yapılması veya belgenin, imzanın kişinin eli ürünü olup olmadığı hakkında bilgi veren çalışma alanıdır.
III- Adli belge inceleme, delil niteliği taşıyan veya hakkında uzlaşılamayan her türlü dokümanın incelenmesi ile uğraşan kriminalistik alanın bir alt dalıdır.

(A) Yalnız I
(B) I-II
(C) Yalnız II
(D) II-III
(E) Hepsi


Cevap-9 :Hepsi


Soru-10 :Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlaki değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güce ne denir?

(A) Vicdan
(B) Edep
(C) İyi niyet
(D) Şeref
(E) Hukuk 


Cevap-10 :Vicdan


12. ADLİ TIP KURUMU VE DİĞER KURUMLAR

Giriş
Devlet genel organizasyonu içerisinde Adalet Bakanlığı bünyesinde örgütlenmiş olan Adli Tıp Kurumu, öncelikle resmi bilirkişilik sıfatıyla tüm hukuk sistemi için özel bir önem taşıyan bir kurumdur. Adli tıp kurumunun yapısı üzerinde durulacak olan bu bölümün devamında ceza infaz kurumları işyurtları, cezaevi izleme kurulları da yapısal olarak ele alınacaktır.       


12.1. Adli Tıp Kurumunun Yapısı
Adli tıp yasal makamların karşılaştıkları tıbbi sorunların aydınlatılması ana amacını taşır

Kriminal sorunların aydınlatılması için hukuka bilirkişilik hizmetleri veren disiplinler arası bir alandır. 

Üst başlığı “adli bilim”lerdir. Adli Tıp Kurumunun açıklamasına geçmeden önce tıp-hukuk bağlantısı içindeki çalışma alanlarını ele alıp incelemek yerinde olacaktır. Kurum olarak adli tıp burada sözü edilen çalışma alanları çerçevesinde bir yapılanma görünümündedir. 

Sağlık hukukunun bir alt dalı olarak, tıbbın uygulanmasından kaynaklanan sağlık personelinin hak ve yükümlülükleri, yasal sorumluluğu hasta hakları, ilaç hukuku gibi konuları içeren çalışma alanı tıp hukuku olarak isimlendirilmektedir[60].

Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığına bağlı olarak kurulmuştur. Yargısal işlevlerin yerine getirilmesi sırasında adli tıpla ilgili konularda resmî bilirkişilik yapmak üzere kurulmuş bir kamu kurumudur. 

Adli Tıp Kurumunun iki temel işlevi vardır. İlki bir uzman kurul olarak bilirkişilik yapmaktır. İkincisi ise uzman yetiştirmektir. Eğitim işlevi ile çeşitli etkinlikler düzenleyerek yeni uzmanlar yetiştirilir. 

Bu kapsamda lisansüstü eğitim sunar. Araştırma görevlilerinin yetiştirilmesinden Kurumun akademik unvanlı çalışanları sorumludur. Araştırma görevlileri İhtisas Kurulu veya çeşitli daire ve şubelerde staj yaparlar.


Dünyadaki bazı adli tıp yapılanmalarından farklı olarak Adalet Bakanlığı bünyesinde resmî bilirkişilik kurumu olarak yer alan adli tıp kurumu sırf bu özelliği dolayısıyla bile eleştirilere konu olmaktadır. Çünkü bilirkişiliğin tarafsızlığı bu yapısal sorun nedeniyle uygun biçimde ortaya çıkmayabilir.


Adli Tıp Kurumu’nun en önemli işlevi bilirkişiliktir. Bilirkişi, çözümü özel bilgi ve tekniğe bağlı konularda yargıcın başvurduğu ihtisas sahibi kimse, ehlivukuftur.

 Bilirkişilik özel bilgi alanlarına ilişkindir ve hukuksal konularda bilirkişiye başvurmamak gerekir. Özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda da bilirkişiye başvurmadan hakimin kendi bilgisine ve dosyadaki bilgilere dayanarak karar vermemesi gerekir (2004).


Adli Tıp Kurumu’nun yerine getirdiği bilirkişilik yargısal işlevlere yardımcı niteliktedir. Adli raporların tutulmasında hekimler ilk saptanan bulguları poliklinik defterine kaydedip en kısa sürede asli makamları uyarmak durumundadırlar. Ancak kovuşturmayı gerektiren bir durum yoksa hekimin ihbar yükümlülüğü de yoktur.
Adli hekimin önüne bir müzekkere yani adli rapor isteyen birimin bir istek yazısı gelir.


Öncelikle adli rapor için gönderilen kişinin rapor istenen kişi olup olmadığı araştırılacaktır. Bunun için de
-
Resmi kimlik belgesi ve
- Güvenlik kuvvetlerince getirilmiş olması gerekir.
Usule ilişkin bu ön koşullar dikkate alınarak tıbbi uzmanlığı olmayan hâkimin anlayabileceği nitelikte bir raporla durum açıklığa kavuşturulmalıdır. Rapor söz konusu kişinin olayın şekli, zamanı, alet kullanılıp kullanılmadığı vb. ek bilgiyi de kapsayacak genişlikte olmalıdır.


Tespit edilen hususlar ayrıntılı olarak belirtilmelidir. Kurumun olanakları ölçüsünde yardımcı tanı imkânları da rapora eklenebilir.


Kurum, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu çerçevesinde yapılanmıştır. 2659 sayılı Yasa’nın 1. maddesine göre, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak, adli tıp uzmanlığı ve yan dal uzmanlığı programları ile görev alanlarına giren konularda diğer adli bilimler alanında sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikleri düzenlemek ve bunlara ilişkin eğitim programları uygulamak üzere Adli Tıp 

Kurumlarının oluşturulacağı hususu düzenlenmiştir. Ayrıca Adli Tıp Kurumu bünyesinde grup başkanlıkları ve şube müdürlükleri ile adli tıp ihtisas dairelerinin oluşturulabileceği 4810 sayılı Yasa ile 2003 yılında yapılan değişiklikle ilgili madde kapsamına alınmıştır.


Adli Tıp Kurumunun görevleri yasa ile şu şekilde belirlenmiştir;
- Mahkeme ile hâkimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıpla ilgili konularda bilimsel ve teknik görüş bildirmek,
- Adli tıp uzmanlığı ve yan dal uzmanlığı eğitimini Tıpta Uzmanlık Tüzüğü çerçevesinde vermek,
- Adli tıp ve adli bilimler alanında çalışmaları yürütmek üzere seminer, sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler düzenlemek, bunlara ilişkin eğitim programları uygulamak ve ilgili kuruluşları ve kurulların hazırlayacakları adli tıpla ilgili eğitim programlarının yapılmasına veya yürütülmesine yardımcı olmak,
- Adli tıp hizmetlerinin görülmesi sırasında yapılması zorunlu sağlık hizmetlerini vermek olarak belirtilmiştir.


Adli Tıp Kurumunun uygulamalarına ilişkin 2004 tarihli ve 25539 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmış olan Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği ise Kurum’un işlevselliğinin nasıl gerçekleştirileceği hususunu belirlemiştir.
Adli Tıp Kurumu merkez ve merkez dışı yapılanma olarak iki yönden ve grup başkanlığı ve şube müdürlükleri şeklinde yapılanmıştır.


Merkez yapılanma aşağıdaki gibidir;

- Başkanlık

- Başkanlar Kurulu

- Genel Kurul

- İhtisas Daireleri

İhtisas daireleri, ihtisas kurullarından farklı olarak hem merkez yapılanmada hem de grup başkanlıkları bünyesinde kurulabilirler. İhtisas daireleri uzmanlığa göre sınıflandırılmıştır.


Buna göre;
1) Morg İhtisas Dairesi,
2) Gözlem İhtisas Dairesi,
3) Kimya İhtisas Dairesi,
4) Biyoloji İhtisas Dairesi,
5) Fizik İhtisas Dairesi,
6) Trafik İhtisas Dairesi vardır.


Adli Tıp Kurumunun merkez dışı yapılanması şu birimlerden oluşur;
a) Grup Başkanlıkları
b) Şube Müdürlükleri
a) Grup Başkanlıkları


Grup başkanlıkları ihtisas daireleri ile paralel çalışma usullerini izlerler. 

Türkiye genelinde 8 il merkezinde bulunmaktadır.
b) Şube Müdürlükleri


Şube müdürlükleri Adalet Bakanlığınca kurulur. 

İl merkezlerinin tamamında şube müdürlükleri vardır. Ancak hepsi faal değildir.

 Ayrıca İstanbul’da ihtiyaç nedeniyle birden fazla şube müdürlüğü vardır. 

Şube müdürlüklerinde iş hacmine göre personel görevlendirilir. Şube müdürlüğü personeli adli tıpla ilgili olmak üzere gerekli görüldüğünde otopsi, muayene ve keşifleri yapmak ve bu kararlar hakkında rapor düzenlemekle görevlidirler. 

Şube müdürlüğü bulunmayan yerlerde bu görevler adli tabip ve diğer personel tarafından yerine getirilir. Adalet Bakanlığına bağlı olan Adli Tıp Kurumunun bütçesi de bu bakanlıkça karşılanır. Adli Tıp Kurumu başkanı ve başkan yardımcıları ve ihtisas kurulu başkanlıkları, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığının sicil değerlendirmesine tabidirler. İlgili görevlere Adalet Bakanlığınca aday gösterilip seçilirler.


12.2. Ceza İnfaz Kurumları


Ceza infazına ilişkin kurumlar Adalet Bakanlığına bağlı olarak örgütlenmiştir. Birimlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
- Genel Müdürlük
- Kontrolörler Kurulu
- Denetimli Serbestlik ve Yardım Hizmetlerinden Sorumlu Daire Başkanlığı


a. Genel Müdürlük


Kurumu temsil yetkisi vardır. Genel müdür ve yardımcıları ceza ve tevkif evlerinin ve alt birimlerinin her türlü gereksinimini karşılar ve idare eder.
Bünyesi içinde ceza ve tutukevleri, denetimli serbestlik şube müdürlükleri, bürolar ve mesleki eğitim birimlerini barındırır.

b. Kontrolörler Kurulu


1997’de kurulmuş olan Kontrolörler Kurulu Genel Müdürlüğe bağlı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevlerinin yönetimine dair tüm işlem ve denetimleri yapan bir kurul olarak oluşturulmuştur. 

Kontrolörler hukuk veya siyasal, iktisat, maliye ve işletme gibi fakültelerden mezun olmuş olanlar arasında yapılan yazılı ve sözlü sınavla seçilirler. Önce stajyer kontrolör sonra kontrolör ve baş kontrolör olurlar.


c. Denetimli Serbestlik ve Yardım Hizmetlerinden Sorumlu Daire Başkanlıkları
Ceza infaz hukuku içindeki “denetimli serbestlik” usulüne ilişkin idari birim olarak yapılanmış bir daire başkanlığıdır. Denetimli serbestlik kurum olarak Türk hukukuna yeni gi
rmiş sayılabilir.


Tarihsel olarak denetimli serbestlik yöntemi faydacı yaklaşımın hâkim olduğu Anglo-Sakson ceza infaz hukukunun bir kurumudur. Denetimli serbestlik hükümlünün daha kısa sürede toplumsal yaşama katılması kadar, cezaevi maliyetlerini düşürmek ve uyum sürecini güçlendirmek gibi amaçları için öngörülmüştür.


Denetimli serbestlik ve yardım hizmetlerinden sorumlu daire başkanlığı, mahkemeler tarafından kovuşturma aşamasına veya sonrasında tutuklama dışındaki her türlü tedbirle ilgilidir. Para cezası dışında haklarındaki karar cezaevi veya tutukevi dışında yerine getirilen tüm sanık ve hükümlülerle de bu daire ilgilenir. 5402 sayılı ve 2005 tarihli Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu çerçevesinde yapılacak işler belirlenmiştir.


Denetimli Serbestlik ve Yardım Hizmetlerinden Sorumlu Daire Başkanlığının işlevleri ise, ceza infaz kurumları ve tutukevleri ile ilgili işlevler ve denetimli serbestlik sistemi ile ilgili işlevler olmak üzere iki başlık altında toplanabilir.
Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri ile ilgili işlevler: Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü infaz kurumlarının yönetim ve denetim işlevini yerine getirir.


Denetimli Serbestlik Sistemi ile ilgili işlevler: Denetimli Serbestlik Şube Müdürlükleri ve Koruma Kurullarının hazırladığı çalışma raporları ile iş programlarını Genel Müdürlüğe sunar. Ayrıca Ceza ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan müdür, şef, psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve diğer personelin özlük işlemleri yerine getirilir.


12.3. İş Yurtları
1997 yılında Adalet Bakanlığı, Cezaevi İşyurtları Daire Başkanlığı kurulmuştur. Bu kuruluş öncelikle açık cezaevlerinin etkinliklerini artırmayı amaç olarak benimsemiştir.
Uluslararası perspektif açısından Uluslararası Çalışma Örgütünün 29 ve 105 sayılı Sözleşmeleriyle zorunlu çalışma yasaklanmış olmakla birlikte hükümlüler bu kapsama alınmamıştır.


Genel olarak hükümlülerin çalışma sistemleri şu modeller üzerinde şekillenmiştir.

1- Devletin doğrudan çalıştırması

2- Bayındırlık işlerinde çalıştırma

3- Parça bazlı bedel sistemi ile çalıştırma

4- Sözleşmeli çalıştırma

5- Kiralama


Türk infaz sisteminde hükümlülerin çalıştırılması cezaevinin içinde yapılması gereken işler başta olmak üzere, cezaevi yönetiminin tercihi doğrultusunda çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır.


Hükümlülerin çalıştırma yoluyla ıslahını amaçlayan düzenleme 1997 tarih ve 4301 sayılı İşyurtları Kurumunun teşkil edilmesi ile daha belirgin bir politik hâlini almıştır.
Hükümlü ve tutukluların cezaevi içindeki işyurdu atölyeleriyle hükümlülerin kurum dışındaki kamu ve özel sektöre bağlı iş yerlerinde çalıştırılmaları ile eğitim ve topluma kazandırmalarını, çalışma bedellerini varsa fazla mesailerini, muhasebe, ihale ve alım-satım işlemlerine dair usul ve esaslar ile uygulamaya ilişkin hususların düzenlenmesi, bu yasanın amacı olarak belirlenmiştir.


Hükümlü ve tutuklular için eğitim, öğretim, sosyal, kültürel ve sportif programlar hazırlamak, ödenecek ücretler vb. konular ile üretilen mamullerin satımına ilişkin konuları da işyurtları yönetim kurulu belirler.


Çalıştırılan hükümlü ve tutuklulara tanınmış özlük hakları korunur ve sosyal güvenlik primleri ödenir. Çalışmalar sonucu ortaya çıkan ürünler satılır. Satış sonucu elde edilen kâr, İşyurtları Yüksek Kurulu kararı ile görevli personel ve hükümlüler arasında belirli oranlarda kâr payı olarak dağıtılabilir. Bu son kalemin, mali kaynak sağlamaya yönelik işlevlerle bağlantısı vardır.


Ceza İnfaz Kurumları kapsamında tesis, atölye ve benzeri birimlerde, hükümlü ve tutuklulara bir meslek ve sanat öğretmek veya mevcut meslek ve sanatlarını koruyup geliştirmeleri için çeşitli imkânların tanınması için 4301 sayılı İşyurtları Kurulması Kanunu çıkarılmıştır. İşyurtları bu yasa kapsamında Adalet Bakanlığına bağlı, özel bütçeli ve tüzel kişiliğe sahip kurumlar olarak yapılanmıştır.


İşyurtları sözü edilen işlevi yerine getirmek için çok sayıda iş kolunu kapsayan üretim birimlerini Ceza ve İnfaz Kurumu işyurtlarında çalışanların ücretleri gündelik olarak ödenir. Ayrıca iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve anne-çocuk sağlığı konularında sigorta kapsamında çalıştırılırlar. Ayrıca çalışmanın verimini arttırmak için ve çalıştırmaya özendirmek açısından gelirlerden kâr payı da verilmektedir. Üretilen malların pazarlanması ile ilgili 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu bazı kolaylıklar tanımıştır.


İşyurtlarının genel gidişatını ve faaliyetlerini yönetmek başlıca görevidir. Bunun kapsamında iş planı ve ücretlendirme mal fiyatlarının belirlenmesi daire başkanlığınca verilecek görevleri yerine getirmektir.


İşyurtları “Bağlı Kuruluş” olarak örgütlenmiştir. 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun m.10 gereğince “Bakanlık hizmet ve görev alanlarına giren ana hizmetleri yürütmek üzere, bakanlığa bağlı olarak, özel kanunla kurulan özel bütçeli kuruluşlardır.”
Bağlı kuruluş olarak İşyurtları Kurumu; Adalet Bakanlığına bağlı, belirli bir kamu hizmetini yürütmek üzere kurulan gelir tahsis edilen ve bu gelirden harcama yetkisi veren, kuruluş ve çalışma esasları özel kanunla düzenlenen kamu idaresi faaliyetini üstlenmiştir.


İnfaz hukuku açısından “daha fazla hükümlü ve tutuklunun meslek edinmesini sağlayarak topluma kazandırma” amacı çerçevesinde şu hedeflerin belirlendiğini görüyoruz:


- Yılda en az üç defa meslek eğitimi vermek,
- Sigortalı çalışan hükümlü ve tutuklu sayısını her yıl %10 arttırmak,
- Üretim kapasitesini arttırmak,
- Özel sektör kuruluşları ile iş birliğini her yıl %30 arttırmak olarak belirlenmiştir.


Bu amaçlarını gerçekleştirmek açısından 134 kapalı, 35 kapalı-açık, 32 açık, 3 eğitim evi olmak üzere toplam 204 işyurt müdürlüğü yurdumuzun çeşitli bölgelerinde hizmet vermektedir.
Mali kaynak sağlamaya yönelik işlev: Adalet Bakanlığının merkez bütçeden yeterli mali kaynak aktaramaması nedeniyle böyle bir işlevin ortaya çıkması söz konusudur.


Çalışma kurum içinde olduğu gibi kurum dışında da olabilir, bu husus ise Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.30/1’de düzenlenmiştir.
Hem eğitim hem de çalışma ile hükümlü ve tutukluların boş durmaktan kaynaklanan bedensel ve ruhsal zararlardan kurtarılması hedeflenmektedir. Eğitime ilişkin çalışmalar uygulaması zorunlu olan ve zorunlu olmayan programlar şeklinde sıralanmıştır, buna göre uygulaması zorunlu olan programlar şunlardır:


- Okuma yazma kursları
- İlköğretim bitirme kursları
- Kültür dersleri
- İş ve meslek kursları
- Psiko-sosyal hizmet programları
- Kütüphane çalışmaları
- Sinema ve TV eğitimi
- Konferans
- Bireysel görüşme


Uygulanması zorunlu olmayan programlar:
- Lise ve dengi okul bitirme kursu
- Açık üniversite ve lisansüstü eğitim çalışmaları
- Sosyal etkinlikler
- İşe yerleştirme.


12.4. Cezaevi İzleme Kurulları
İnfaz ve ıslah uygulamalarına ilişkin işlem ve faaliyetleri, kişilerin sağlık ve yaşam koşullarını, iç güvenlik, sevk ve nakil işlemlerinin insan hakları ve insan onuruna uygunluğunu denetlemek üzere oluşturulmuş kurallara cezaevi izleme kurulları denir. 2001 tarihli 4681 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu ile infaz hukukunun ve uygulamalarının standardını yükseltmek için cezaevi izleme kurulları oluşturulmuştur. Askeri ceza infaz kurumları bu yasanın kapsamı dışındadır. İzleme kurullarının işleyiş ve üyelerinin belirlenmesine ilişkin hususlar 4681 sayılı Kanun’da düzenlenmiş, uygulama ise 07.08.2001 tarihli ve 24486 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Yönetmeliği’ne bırakılmıştır.


Yönetmelik izleme kurullarının oluşturdukları raporları en az üç ayda bir olmak üzere Bakanlık, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı ve İnfaz hâkimliğine bildirme görevi vermiştir. Gerektiğinde bu rapor TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığına da gönderilir.


Adalet Bakanlığının yardımcı nitelikteki yapılanmalarından biridir. Ceza hukuku kapsamında verilmiş olan hürriyeti bağlayıcı cezaların infazı sırasında kişilerin meslek ve sanat öğrenmeleri veya icra etmeleri için oluşturulmuştur. Kurumun temel işlevi, ceza infaz kurumlarındaki hükümlüleri rehabilite etmek, topluma yeniden kazandırmaktır. 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumuna Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanun ile düzenlenmiştir.


Ünite Soruları
Soru-1 :Adli Tıp Kurumu’nun ana işlevi aşağıdakilerden hangisidir?

(A) Yasal makamlara tıbbi konularda bilirkişilik hizmeti vermek
(B) Kamu güvenliğinin tıbbi makamlarca sağlanması
(C) Sağlık bakanlığının politikalarının yasal düzlemde düzenlenmesi
(D) Sağlık suçlarının soruşturulması ve kovuşturulması
(E) Yargıtay üyelerinin sağlık problemleri ile ilgilenilmesi


Soru-2 :Adli tıp kurumunun yerine getirdiği bilirkişilik ….. işleve yardımcı niteliktedir.” tümcesinde boşluk bırakılan yere gelmesi uygun olan şık hangisidir?


(A) Mali
(B) Felsefi
(C) Siyasal
(D) Yargısal
(E) İdari
Cevap-2 :
Yargısal
Soru-3 :
Aşağıdakilerden hangileri Adli Tıp Kurumunun görevleri arasında sayılmamıştır?
I- Mahkeme ile hâkimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıpla ilgili konularda bilimsel ve teknik görüş bildirmek
II- Ceza hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda sanığın işlediği iddia edilen suçun hangi madde kapsamına girdiğini belirlemek
III- Adli tıp uzmanlığı ve yan dal uzmanlığı eğitimini Tıpta Uzmanlık Tüzüğü çerçevesinde vermek
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yalnız I
(B) I-III
(C) I-II
(D) Yalnız II
(E) Hepsi
Cevap-3 :
Yalnız II
Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi, Adli Tıp Kurumu merkez yapılanması içinde yer alır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Bilim Kurulu
(B) Bakanlar Kurulu
(C) İhtisas Daireleri
(D) İletişim Daire Başkanlığı
(E) Dekanlık
Cevap-4 :
İhtisas Daireleri
Soru-5 :
Aşağıdakilerden hangisi, Adli Tıp Kurumu ihtisas daireleri arasında yer almaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kimya İhtisas Dairesi
(B) Ceza İhtisas Dairesi
(C) Trafik İhtisas Dairesi
(D) Morg İhtisas Dairesi
(E) Gözlem İhtisas Dairesi
Cevap-5 :
Ceza İhtisas Dairesi
Soru-6 :
Adli Tıp Kurumunun bütçesi hangi bakanlık tarafından karşılanmaktadır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Adalet bakanlığı
(B) Sağlık bakanlığı
(C) Kültür bakanlığı
(D) Çevre ve şehircilik bakanlığı
(E) Eğitim bakanlığı
Cevap-6 :
Adalet bakanlığı
Soru-7 :
Hükümlülerin çalıştırılmasına ilişkin sistemler genel olarak sayılacak olduğunda, hangisi dışarıda kalır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kiralama
(B) Devletin doğrudan çalıştırması
(C) Evden çalıştırma
(D) Bayındırlık işlerinde çalıştırma
(E) Sözleşmeli çalıştırma
Cevap-7 :
Evden çalıştırma
Soru-8 :
Aşağıdakilerden hangisi, infaz hukuku açısından “daha fazla hükümlü ve tutuklunun meslek edinmesini sağlayarak topluma kazandırma” amacı çerçevesinde yer alan başlıklardan değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Çalışma zamanını azaltmak
(B) Yılda en az üç defa meslek eğitimi vermek
(C) Sigortalı çalışan hükümlü ve tutuklu sayısını her yıl %10 arttırmak
(D) Üretim kapasitesini arttırmak
(E) Özel sektör kuruluşları ile iş birliğini her yıl %30 arttırmak
Cevap-8 :
Çalışma zamanını azaltmak
Soru-9 :
Hükümlü ve tutuklular için eğitim, öğretim, sosyal, kültürel ve sportif programlar hazırlamak, ödenecek ücretler vb. konular ile üretilen mamullerin satımına ilişkin konular aşağıdakilerden hangisi tarafından belirlenir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Başkanlar Kurulu
(B) İşyurtları Yönetim Kurulu
(C) Kontrolörler Kurulu
(D) Genel Müdürlük
(E) Başkanlık
Cevap-9 :
İşyurtları Yönetim Kurulu
Soru-10 :
Aşağıdakilerden hangisi eğitime ilişkin uyulması zorunlu olmayan programlardandır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kültür dersleri
(B) Kütüphane çalışmaları
(C) Bireysel görüşme
(D) İşe yerleştirme
(E) Konferans 
Cevap-10 :
İşe yerleştirme

13. İNFAZ PERSONELİ
Birlikte Düşünelim
1. Ceza infaz kurumlarında hangi mesleklerden insanların çalıştırılmasına ihtiyaç olabilir?
2. İnfaz koruma memurlarının hükümlülere karşı yükümlülükleri neler olabilir?
3. Hükümlünün infaz kurumu dışındakilerle haberleşmesi engellenebilir mi? Yanıt evet ise, hangi gerekçeyle bu engelleme yapılabilir?
4. Hükümlünün ziyaret edilebilmesi, onun ruhsal sağlığı açısından nasıl bir önem taşıyabilir?
5. İnfaz kurumundan çıkan eski hükümlülerin yeniden çalışma hayatına katılmalarında karşılaşabilecekleri sorunlar neler olabilir?
Giriş
Hükümlünün muhafaza edileceği yer olan cezaevlerinde güvenlik ve gözetim işlerini yapacak personel, infaz personelidir. İnfaz personeli özel eğitimle yetiştirilmektedir ve bazı özellikler aranmaktadır. Bunların detayı konu içinde işlenecektir. Ayrıca bu başlık altında infaz uygulaması örneği olmak üzere hükümlünün haberleşme hakları ele alınacak, son olarak ise eski mahkum çalıştırmaya ilişkin hususlara yer verilecektir.       
13.1. İnfaz Personeli
İnfaz için infaz mekânı kadar infaza refakat edecek personelin eğitimi ve kalitesi de önemlidir[61].
Ceza infaz kurumlarında çalışanları şu şekilde sınıflandırabiliriz:
- İnfaz koruma memuru
- Cezaevi katibi
- İdare memuru
- Müdür
- Çeşitli alanlarda çalıştırılan özel uzmanlığı olan personel sıfatıyla öğretmen, doktor, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, psikiyatrist ve pedagoglar.
Ceza infaz kurumlarının gereksinimi olan nitelikli personelin yetiştirilmesi ve mesleki eğitimlerinin sağlanması amacıyla 4769 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kanunu çıkarılmıştır.
Ayrıca sistemin iyi işlemesinde denetime ilişkin koşulların sağlanması için ise “Yargının Modernizasyonu ve Cezaevi Reformu Projesi” kapsamında ceza infaz kurumlarının izleme kurulu üyeleri ile infaz hâkimleri de eğitilmektedir.
Sonuç olarak cezaevi yönetiminin başlıca görevi usulüne uygun olarak kurulmuş mahkemeler tarafından cezaevine gönderilmiş olan kadın ve erkeklerin makul ve insani koşullar altında tutulmasıdır.
Personelin seçimi açısından özel koşullar aranır. İnfaz koruma memurluğu için istenen koşullar;
- TC vatandaşı olmak,
- TCK m.53’te belirtilen süreler geçmiş olsa bile, kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süre ile hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, görevi kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamış olmalıdır.
- Askerlikle ilgisi bulunmamak
- En az lise veya dengi okul mezunu olmak
- Erkeklerde 170 cm, kadınlarda 160 cm’den kısa boylu olmamak
- Boy kilo dengesi açısından kilosu ile boyu arasında 13-17 aralığından büyük fark olmaması
- Güvenlik soruşturmalarının olumlu sonuçlanması
- KPSS’de en az 70 puan almak
- 18-30 yaş arasında olmak
- Görevini sürekli yapmasını engelleyecek akıl hastalığı, bedensel özrü ve özel olarak bazı özürlerinin bulunmaması. Bu durumun da Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünce bölge hastanesi olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık kurulu raporu alarak belirlemelidir.
13.2. Örnek: İnfaz Uygulamasında Haberleşme ve Ziyaret
Hükümlünün yoksunluklarından en önemlisi yakınlarından uzak kalmalarıdır. Bu yoksunluklardan biri de haberleşme ve ziyarete ilişkindir.
Haberleşmeye ilişkin düzenleme Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (RG Tarihi: 06.04.2006 ve RG Sayısı: 26131) 122. maddesi’nde yer almaktadır.
Mektupların gönderilmesi ve gelen mektupların verilmesi
Madde 122 – (1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.
(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.
(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.
Ziyaret ise Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.83’te düzenlenmiştir:
Hükümlüyü ziyaret
Madde 83- (1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir buçuk saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. (Ek cümle: 24/1/2013-6411/9 md.) Çocuk hükümlüler için ziyaret süresi bir saatten az, üç saatten fazla olmamak üzere belirlenir.
(2) Birinci fıkrada belirtilenler dışındaki kimselerin ziyaretine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir.
(3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır.
(4) (Ek:17/6/2021-7328/8 md.) Önceden bilgilendirilmek suretiyle, kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan ve terör suçları, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçları ile örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan mahkûm olan veya tehlikeli hâlde bulunan ya da dışarı ile iletişiminin kurum güvenliği açısından tehlikeli olabileceği değerlendirilen hükümlülerin birinci ve ikinci fıkra kapsamındaki kişilerle yapacakları görüşmeler, kamu düzeninin korunması ile kişi, toplum ve kurum güvenliğinin sağlanması veya suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla kurum yönetimi tarafından dinlenebilir ve elektronik cihazlar da dâhil olmak üzere kaydedilebilir. Bu fıkra uyarınca tutulan kayıtlar, amacı dışında kullanılamaz ve kanunda açıkça belirtilen hâller dışında hiçbir kişi veya kurumla paylaşılamaz. Bu kayıtlar herhangi bir soruşturma ve kovuşturmaya konu edilmemiş ise en geç bir yıl sonunda silinir. Silme işlemi Cumhuriyet savcısı tarafından denetlenir.
İnfaz uygulamaları açısından izinli olma da bir imkândır.
13.3. Eski Hükümlüler ve Çalışma
Eski hükümlü kavramını hukuksal düzenlemelerden hareketle tanımlamak mümkündür. Ancak öncesinde, eski hükümlüye ilişkin şu belirlemeyi yapmak uygundur; eski hükümlüler, cezasını çektiği için, ne hükümlü olarak nitelendirilebilecek ne de bu niteliğin herhangi bir hukuki öğesine sahip olan kişileri anlatır (Gençtürk & Korkmaz, 2019, s. 370).
Hukuksal düzenlemeler açısından ise kimi yerlerde eski hükümlünün tanımlandığını görmekteyiz: Bunlardan ilki Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik m.3/a iken ikincisi Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Eski Hükümlü veya Terörle Mücadelede Malul Sayılmayacak Şekilde Yaralananların İşçi Olarak Alınmasında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik m.4/a’dır ve ilk yönetmeliğe göre
“… Kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezası alan ya da ceza süresine bakılmaksızın Devlet memuru olmaya engel bir suçtan hüküm giyenlerden cezasını tamamlayanlar, cezası ertelenenler, koşullu salıverilenler, denetimli serbestlikten yararlananlardan eski hükümlü belgesi ile durumlarını belgelendirenler[]”,
İkinci yönetmeliğe göre ise
“… Affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, cinsel saldırı veya çocuğun cinsel istismarı suçlarından mahkûm olmamak şartıyla; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezası alan ya da ceza süresine bakılmaksızın zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından hüküm giyenlerden cezasını tamamlayanlar, cezası ertelenenler, koşullu salıverilenler, denetimli serbestlikten yararlananlardan eski hükümlü belgesi ile durumlarını belgelendirenler[]” eski hükümlü kategorisinde yer almaktadır[62].
İş Kanunu’nun 30. maddesi, eski hükümlü çalıştırılmasına ilişkin içerdiği düzenlemeyle dikkate alınmaktadır. 2008 yılında İş Kanunu’nda birtakım değişiklikler yapılmış ve eski hükümlülerin özel sektör bakımından zorunlu istihdamı rejimine son verilmiştir (birlikte bkz. Namal vd., 2021, s. 1340; 26.05.2008 tarihli ve 26887 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan, 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, m.2; 4857 sayılı İş Kanunu m.30). Kamu sektöründe ise eski hükümlülerin çalıştırılması bakımından yer alan zorunlu istihdam oranı, belirli terör olaylarının asker malulleri lehine terk edilebilecek şekilde, %2’dir (birlikte bkz. Şen, 2019, s. 474; 4857 sayılı İş Kanunu m.30). Gerçekten de 4857 sayılı İş Kanunu’nun, 30. maddesi’ne göre:
“İşverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde yüzde üç engelli, kamu işyerlerinde ise yüzde dört engelli ve yüzde iki eski hükümlü işçiyi veya 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu veya 16/6/1927 tarihli ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu kapsamına giren ve askerlik hizmetini yaparken 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 21 inci maddesinde sayılan terör olaylarının sebep ve tesiri sonucu malul sayılmayacak şekilde yaralananları meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler.”
Yanı sıra, 854 sayılı Deniz İş Kanunu m.13’te de engelliler ile birlikte gemiadamı olarak istihdam edilmeleri, eski hükümlüler için, ilgili mevzuat çerçevesinde, söz konusu kanunla muhatap olan işverenler veya işveren vekilleri bakımından bir zorunluluk olarak mevcuttur (birlikte bkz. Bedük, 2010, s. 54; 854 sayılı Deniz İş Kanunu m.13). Bir gelir elde etmelerinden ziyade toplumsal yaşamın bir üyesi olabilmeleri bakımından bir çalışma imkanının temini ve bir kimliğe sahip olabilmeleri bakımından iş temini, eski hükümlülerin çalıştırılmasına dayanak teşkil eden toplumsal düşünceyi oluşturur (Alpagut, 2004, s. 126). Sosyal devlet ilkesini de, özel olarak istihdam edilme imkanı bulma zorlukları yaşayan kimselere, yapılacak özel düzenlemelerle bu açıdan destek olunmasını devlet için bir yükümlülük kılmaktadır (Alpagut, 2004, s. 127).
Burada genel insan hakları öğretisinin mahkûm hakları alanına bir yansıması söz konusudur. Amaç suçlunun ıslahıdır. Başarılı bir iyileştirme ve eğitim, kişilerin üretken, hukuka saygılı bir toplum üyesi olma şanslarını destekler.
Öncelik mahkûmiyet sürecinin uygun bir ortamda geçmesidir. Bunun için uygun fiziksel tesisler, sağlık önlemleri, giyim ve eğitim olanakları ile salıverilme hâline ilişkin uygun planlama zorunludur. Bu tür tedbirler alınmazsa ve salıverilme sonrası planlama yapılmazsa aslında hükümlünün asıl cezası salıverildikten sonra başlar.
Bölüm Özeti
Bu bölümde ceza infaz kurumlarında görevli personellerin kimler olduğunu ve infaz koruma memurluğu yapabilmek için aranan koşullara yer verilmiştir. Yanı sıra, infaz uygulaması bakımından hükümlülerin mektuplaşmaları, ziyaret edilmeleri konuları ele alınmış, son olarak eski hükümlü hukuki tanımlaması içine girenlerin kimler olduğu ve istihdamlarına ilişkin hukuksal düzenlemeler konusunda açıklamalar getirilmiştir.
Kaynakça
Alpagut, G. (2004). 4857 Sayılı Yasa’da İşverenin Özürlü, Eski Hükümlü ve Terör Mağduru Çalıştırma Zorunluluğu. Mercek, Yıl 9(4), 123-129.
Bedük, M. N. (2010). Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Eski Hükümlü İşçi Çalıştırılması. Kamu-İş Dergisi, 11(2), 47-87.
Gençtürk, Z., & Korkmaz, A. (2019). Eski Hükümlü Bireylerin İşgücü Püyasasına İlişkin Görüşleri Üzerine Bir Araştırma. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(2), 369-384.
Işıktaç, Y. (2020). Adalet Psikolojisi (3. bs). İstanbul: Sümer Kitabevi.
Namal, M. K., Berke, M., & Çetinay, H. A. (2021). Eski Hükümlü İstihdamında Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Journal of Yasar University, 16(63), 1338-1354.
Şen, M. (2019). Türkiye’de Engellilerin İstihdamında Kota Uygulaması ve Bir Model Önerisi. İçinde M. Talas (Ed.), 4. Uluslararası Sosyoloji ve Ekonomi Kongresi Tam Metin Kitabı (ss. 474-489). İKSAD Yayınevi.
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi ceza infaz kurumlarında çalışan personellerdendir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Müdür
(B) Mübaşir
(C) Avukat
(D) Savcı
(E) Hakim
Cevap-1 :
Müdür
Soru-2 :
Aşağıdakilerden hangisi ceza infaz kurumlarında özel uzmanlığı olan personel sıfatıyla çalıştırılanlardan biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Psikolog
(B) Doktor
(C) Öğretmen
(D) Biyolog
(E) Pedagog
Cevap-2 :
Biyolog
Soru-3 :
Cezaevi yönetiminin başlıca görevi aşağıdakilerden hangisinde en kapsamlı biçimde verilmiştir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Cezaevinde hijyen koşullarının sağlanması
(B) Mahkûmların eğitim öğrenim çalışmalarının sağlanması
(C) Nitelikli mahkûm işgücü oluşturulması
(D) Cezaevine gönderilmiş olan kişilerin makul ve insani koşullar altında tutulması
(E) Mahkumların bedensel gelişimlerinin hızlandırılması
Cevap-3 :
Cezaevine gönderilmiş olan kişilerin makul ve insani koşullar altında tutulması
Soru-4 :
Aşağıdakilerden hangisi infaz koruma memurluğu için aranan şartlardan biri değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) TC vatandaşı olmak
(B) Erkeklerde 185 cm, kadınlarda 175 cm’den kısa boylu olmamak
(C) KPSS’den en az 70 puan almak
(D) 18-30 yaş arasında olmak
(E) Askerlikle ilgisi bulunmamak
Cevap-4 :
Erkeklerde 185 cm, kadınlarda 175 cm’den kısa boylu olmamak
Soru-5 :
Cezaevlerinde haberleşmeye ilişkin düzenleme aşağıdakilerden hangi yoksunluğun giderilmesi içindir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Madde yoksunluğu
(B) Gıda yoksunluğu
(C) Yakınlarından uzak kalma
(D) İş hayatından uzak kalma
(E) Gündemden uzak kalma
Cevap-5 :
Yakınlarından uzak kalma
Soru-6 :
Cezaevlerinde ziyarete ilişkin düzenleme aşağıdakilerden hangisiyle yapılmıştır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Türk Ceza Kanunu
(B) Ceza Muhakemeleri Kanunu
(C) Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük
(D) Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun
(E) Adliye Mahkemeleri Teşkilat Kanunu
Cevap-6 :
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun
Soru-7 :
Çocuk hükümlüler için ziyaret süresinin asgari ve azami sınırları hangisinde doğru olarak verilmiştir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Asgari 30 dk. – Azami üç saat
(B) Asgari bir saat – Azami dört saat
(C) Asgari 90 dk. – Azami beş saat
(D) Asgari 15 dk. – Azami 30 dk
(E) Asgari bir saat – Azami üç saat
Cevap-7 :
Asgari bir saat – Azami üç saat
Soru-8 :
Cezaevlerindeki açık ve kapalı görüşlerin koşul ve sürelerini yönetmelikle belirleme yetkisi hangi makamdadır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Adalet Bakanlığı
(B) Jandarma Genel Komutanlığı
(C) Emniyet Genel Müdürlüğü
(D) Genelkurmay Başkanlığı
(E) İçişleri Bakanlığı
Cevap-8 :
Adalet Bakanlığı
Soru-9 :
En az 50 kişinin çalıştığı kamu işyerlerinde çalıştırılacak eski hükümlüler için belirlenmiş oran, çalışan sayısının kaçta kaçıdır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) %2
(B) %5
(C) %8
(D) %10
(E) %12
Cevap-9 :
%2
Soru-10 :
Aşağıdakilerden hangisinin eski hükümlü çalıştırmanın amaçları arasında sayılması kesinlikle mümkün değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hükümlünün toplumsal hayata kazandırılması
(B) Hükümlünün angaryaya tabi olması
(C) Hükümlünün elde edeceği iş imkanı ile bir kimlik edinmesi
(D) Hükümlünün yeniden suç işlemesinin önlenmeye çalışılması
(E) Hükümlünün ailesinin toplumsal yaşamın dışında kalmaması
Cevap-10 :
Hükümlünün angaryaya tabi olması
14. ADLİ TIP RAPORU
Birlikte Düşünelim
1. Adli muayene hangi hallerde yapılıyor olabilir?
2. Adli muayeneyi yapacak hekim, adli mercilerin sorumluluğunu doğurabilecek tıbbi olgularla karşılaştığında bunları raporuna yazmaktan kaçınabilir mi?
3. Adli tıp faaliyetlerinde yapılacak ihmallerin ve hataların sonuçlarının kapsamı neler olabilir?
4. Adli tıp raporunun yargılama için önemi ne olabilir?
5. Yargılama süreci yalnızca hukuki bir süreç olabilir mi?
Giriş
Bölümün özlü sözünde de belirtildiği gibi, hükümlü dosyasındaki ana delilleri çoğu zaman adli tıp raporları oluşturur. Bu nedenle de çağımızda giderek artan önemiyle birlikte “bilimsel delil” perspektifini çoğu zaman adli tıp raporları içeriklendirmektedir. Aslında tıp alanına yansıyan birçok durum, örneğin acil servislere müracaat halleri, ihbar niteliği de taşıdığı için tüm sürecin başlatılmasında da önemli bir noktadır. Adli raporlar yetkili makamlarca usulüne uygun olarak hazırlanmalıdır. Formatları ve içeriklerinin neleri kapsayacağı hususu konu içerisinde ele alınacaktır.       
14.1. Adli Tıp Raporu
Adli rapor[63]; adli olgu olarak isimlendirilebilecek olgular için düzenlenen rapordur. Başka deyişle, adli olguyu değerlendiren rapor “adli rapor” olarak isimlendirilir. Adli rapor yetkili resmî makamca hazırlanır. Bunun anlamı resmî bir taleple sürecin başlatılacağıdır. Resmî talep bağlantısı dışında ilk müdahale hâllerinde özellikle acil servislerde ihbar niteliğinde adli rapor düzenlenebilir. Örneğin hastalara ilk müdahalenin yapıldığı acil servisler, sağlık ocakları vb. yerlerde karşılaşılan şüpheli vakalar görev gereği raporla kayıt altına alınır. Sağlık Bakanlığının oluşturduğu dört nüsha hâlindeki üç sayfadan oluşturulan “Genel Adli Muayene Formu” ve “Cinsel Saldırı Muayene Formları” kullanılır. Cinsel Saldırı Muayene Formları kadın ve erkekler için farklı biçimde düzenlenmiştir.
Adli tıp raporları konularına göre, yaralama raporları, cinsel suç raporları, adli-psikiyatrik raporlar ile özgülenmiş raporlar olarak suç tayini, maluliyet, grafoloji, alkol, keşif ve otopsi raporlarıdır. Sonuçları açısından ise adli tıp raporları geçici raporlar, kesin raporlar ve ek raporlar olarak ayrılır.
Geçici raporlar, olgunun takibinin gerektiği hâllerde esas rapora giriş niteliği taşıyan raporlardır. Hekimin kendi alanı dışında kalan ancak acil olarak da yapılması gereken tespit ve işlemlerle ilgili tuttuğu rapordur. Kesin rapor ise her türlü ön hazırlığın tamamlandığı ancak nihai durumun ortada olduğu hâllerde düzenlenen rapordur. Ek rapor ise önceden muayene edilip zaman içinde değişebilecek hâllere ilişkin olarak nihai durumla bağlantılı olarak düzenlenen raporlardır. Ek raporlar da kesin raporlardır. Yaranın iyileşmesi, kırık veya yanlış kaynamış çıkıklar veya travmanın sonradan doğurduğu bağlantılı neticeler için ek raporlar düzenlenebilir.
Adli muayenede ve raporun düzenlenmesinde şu hususlar dikkate alınır:
1- Genel insan hakları ve özel olarak evrensel hasta hakları her aşamada gözetilmelidir.
2- Kişinin rızası ve gizlilik talepleri dikkate alınmalıdır.
3- Kimlik bilgileri ve kimlik bilgisi ile kişinin aynı kişi olup olmadığı hususu titizlikle gözetilmelidir. Kişinin kimlik bilgileri, görevli memurun kimliği, el bileği iç yüzü mühürü kontrol edilmelidir.
4- Adli makamlar için soruşturmanın seyrine etki edebilecek durumlar rapora eklenmelidir.
5- Adli tıp kurumunun liste ile belirlediği kavramlar kullanılarak rapor oluşturulmalıdır. Hayati tehlike, iş ve güce engel olma, kalıcı sakatlık, organ kaybı vb.
6- Yapılan muayene mutlaka ayrıntılı olmalıdır ve raporda açıkça belirtilmelidir. Adli olgu niteliği taşıyan bir olgunun adli işlemler yapılmadan ölüm raporu hazırlanması özel olarak cezai takibatı gerektirir.
Adli tıp raporları bilgisayar, daktilo veya okunaklı el yazısı ile yazılabilir. Resmî rapor yazım kuralları ve rapor tekniklerine uygun olarak yazılmalıdır. Adli tıp raporları üç nüsha hazırlanır, raporun aslı raporu talep eden Cumhuriyet Savcılığına kapalı zarf içinde imzalı olarak teslim edilir. Diğer nüsha raporu verenin bağlı bulunduğu üst sağlık kurumu olarak başhekimlik, sağlık müdürlüğü vb. arşivinde muhafaza edilmek için en az 5 sene saklanmak üzere gönderilir. Ayrıca raporun verildiği yerde tutulmakta olan “adli rapor protokol defterinin” takip eden sayfasına tarih, sıra, muayene tarih ve saati, hakkında rapor yazılanın kimlik bilgileri, TC numarası ve olayın kısa bir tanımı ile sonuç yazılır.
Adli tıp raporunun yazılma süreci bir talep yazısı ile başlar. Bu talepte savcılıklar, mahkeme, polis ve jandarma bulunabilir. Hakkında adli tıp raporu düzenlenecek olan kişi görevli ve yetkili personelce raporun düzenleneceği yere getirilir. Bu önlem gerçekten söz konusu kişinin muayene edilebilmesi içindir. Ayrıca rapor vaktinde ve usulüne uygun olarak yazılmalıdır. Adli rapor yazılımı hekimin öncelikli görevidir.
Adli rapor yazılma biçimleri otopsi raporu, zehirlenme ve yaralanma hâllerine ilişkin olarak konunun özellikleri göz önünde tutularak farklı format ve içerikte hazırlanmaktadır.
Her ceza, hem de medeni hukuk alanında yapılan muayenede kişinin bağımsız karar verebilme ve sorumlu tutulabilme hâlleri saptanmaya çalışılır. Bunun için de raporda şu hususların yer aldığına dikkat etmek gerekir:
1. Genel ve soruna yönelik öykü alma,
2. Aklı sağlığı durumu,
3. Kayıtların tutulması,
4. Kayıtların anlaşılabilirliği,
5. Hastaya uygun yönlendirme,
6. Psikiyatrik ve nörolojik bulguların kaydı,
7. Objektiflik.
Bir üstteki başlıkta belirtmiş olduğumuz çoğu sosyo-psikolojik özellik gösteren etkenlerin suçluluk hâlinin belirlenmesine olan etkisi ile yetinmeyip bunların uygulamada hangi biçimleri aldığı üzerinde de durmak gerekir. Örneğin, ceza hukuku açısından “kusur” temel bir kavramdır. Kusurun nitelendirilmesi kastı olan kişinin psikolojik hâl ve durumu ile örtüşüp örtüşmediğinde belirlenebilir.
Adalet Psikolojisi_Işıktaç 395.jpg
Adalet Psikolojisi_Işıktaç 396.jpg
Adalet Psikolojisi_Işıktaç 397.jpg
Adalet Psikolojisi_Işıktaç 398.jpg
Örnek 1:
Kayıt no: …/…/20..
Adı Soyadı:
Baba Adı:
Doğum Tarihi (Gün, Ay, Yıl)
Muayeneyi İsteyen Kurum:
Muayenenin Yapıldığı Yer:
Muayene Tarihi ve Saati:
Şikâyetler: Şahsın hayati tehlikeye maruz kalıp kalmadığının tespiti istemiyle olayın oluş şekli ile ilgili iddialar ve sonradan oluşan ruhsal veya fiziksel şikâyetler yazılmalıdır.
Fiziki Muayene Bulguları ve Sonuç: “… yapılan muayenesinde sol kaş dış yandan ağız soluna uzanan yaklaşık 5 cm uzunluğunda cilt-cilt altını ilgilendiren kesi saptandığı, tespit edilen lezyonun şahsın hayatını tehlikeye maruz kılmadığı, 7 (yedi) gün mutad iştigaline engel teşkil eder nitelikte olduğu, çehrede sabit eser açısından şahsın 6 (altı) ay sonra yeniden muayenesinin uygun olduğunu bildirir rapordur.”
Hekim(imza)
Örnek 2:
Adli tıpta, yeni doğmuş ve ebeveyni tarafından kabul edilmeyen çocuğun istenerek yasada belirtilmiş amaç ve kişilerce öldürülmesine infantasid adı verilir.
Hekimlerden çocuğun canlı doğup doğmadığı, zamanında doğup doğmadığı, zamanından önce doğmuş ise yaşama yeterliliğine sahip olup olmadığı ve ölüm nedeninin belirlenmesi istenir.
İnfantisidin varlığını kabul etmek için öncelikle çocuğun canlı doğduğunun tespiti gerekir. Canlı doğumun en kesin belirtisi çocuğun solunum yapmış olmasıdır. Cildin pembe rengi, epiderm dökülmeleri, kordon kesi yerinde fonksiyonel belirtiler (bağlanma, nekroz ve nedbe oluşması vs.), çocuğun yıkanıp temizlenmiş olması canlı doğumu destekleyen bulgulardandır. Ancak en kesin bulgular iç organ incelemeleri ile elde edilebilir.
Makroskopik olarak solunum yapmamış akciğerler göğüs boşluğu arka kısmında, kollabe, karaciğer renginde ve sertçedirler. Akciğer lob kenarları keskin ve yüzeyleri düzgündür. Solunum ile birlikte akciğerler genişler, göğüs boşluğunu doldurur, rengi pembeleşir. Kenarları yuvarlaklaşır. Ağırlığı vücut ağırlığının yaklaşık 1/35 oranına yükselir. Ayrıca, solunum yapmış akciğerin yoğunluğu da düşer. Bu nedenle solunum yapmış akciğer parçaları suya atıldığında su üstünde kalırlar. Ancak bu durumun bazı istisnai hâllerini de göz ardı etmemek gerekir.
Akciğerlerin durumunun kesin olarak saptanması histolojik incelemeler sonucu anlaşılabilir. Bu nedenle bu tip durumlarda doku alımı ve gönderilmesinde özen gösterilmelidir.
Çocuğun yaşama yeterliliğine sahip olup olmadığı, açıklanması gereken diğer husustur.
Matürasyonun bilinen kriterleri araştırılmalıdır (boy, liko, cildin, tırnakların, saçların durumu, kafatası ölçümleri vs.). ayrıca otopsi sırasında aşağıdaki bulgulardan da yararlanılabilir.
14.2. Uygun Olan ve Olmayan Kanıtları Ayıklamak
Yargılamanın asıl amacı gerçeği bulma ve bu gerçeği hukuken önceden düzenlenmiş olan normlar çerçevesinde adil bir kararla sonuçlandırmadır. Bu süreçte yargının adil karar verme külfeti kadar kişinin bir insan hakkı olarak ele alınabilecek adil yargılanma hakkının gerçekleşmesi açısından da görevleri vardır. Adil yargılanma hakkı, yargılamanın tüm yapısal öğelerinde yani iddia, savunma ve hüküm vermede özel koşulların aranmasını gerekli kılar.
Yargı, adil karara ulaşabilmek için;
- Uygun olan ve olmayan kanıtları ayıklamak,
- Hukuka aykırılığı yasalar çerçevesinde uygun bir biçimde isimlendirmek (somut olayın aydınlatılması),
-Tanık ifadelerini değerlendirmek,
- Tarafsız ve bağımsız yargıyı garanti etmek gerekir.
- Kriminalistik ve kriminoloji kendi özel teknikleri ile çalışırken örneğin söz konusu imzanın kime ait olduğu, parmak izi, ses kaydı, doku örnekleri DNA vb. maddi verilerden yola çıkarak suçun aydınlatılmasında son derece önemli işlevleri yerine getirir.
- Adli tıp kurumu bu amaçla oluşturulmuş teknik bir birim olarak bünyesi içinde özel uzmanları barındırır. Yargıç önüne gelen davada olayı aydınlatacak delillere ve bilgilere ilişkin olarak adli tıp kurumuna başvurabilir. Almış olduğu teknik yardım önüne gelmiş olan davayı adil bir biçimde sonuçlandırmada ve yasada karşılık olarak öngörülen cezayı tespit etmede kullanacaktır.
Bir örnek olay üzerinden bu konuda yapılabilecek yanlışlıkları ve sonuçlarını şu şekilde değerlendirebiliriz;
13 yaşındaki bir kız çocuğu birçok kişi tarafından tecavüze uğramış hamile kalmış ve kürtaj yaptırmıştır. Ceza muhakemesi sırasında da bazı hatalar ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak yargılama uygun sürede sonuçlanamamış, masraflar artmış ve sanıkların tutukluluk hâlleri uzamıştır. Olayın etki ile büyük bir travma yaşamış olan mağdur yargı süreci içinde tanıklığına başvurulduğu için tekrar tekrar örselenmiştir. Yargılamanın başlarında kürtaj materyali üzerinde babalık testi istenmiş, ancak materyal doğru bir şekilde alınamadığı için böyle bir tespit de yapılamamıştır. Eğer başlangıçtan beri uygun bir yöntem izlenmiş olsa idi, hem deliller daha açık olarak ortaya konulabilecek hem de yargılama süreci daha kısa olacak, devlete daha az maliyet, mağdura da daha az travmatik bir işlem uygulanmış olacaktı.
Bir başka örnek olarak ani bebek ölümü olarak isimlendirilen vakalarda olayın meydana gelme sürecinde doğal ölüm ile ihmal veya özensizlik nedeniyle ölüme sebep olma hâllerine ilişkin belirlenimler adli tıp uzmanlarınca yapılacak ve mahkemece değerlendirilecektir. Bu olayın tipik özelliği ayrıntılı otopsi, olay yeri incelemesi, bebeğin tıbbi öyküsü ile aile durumunun bir arada değerlendirilmesini gerektirir. Saptanmasının özel güçlükler arz ettiği bu gibi hâllerde de adli tıp kurumunda interdisipliner çalışmalar yapılması bir zorunluluktur.
Aynı şekilde yargılama süreci içinde birçok belgenin incelenmesi de söz konusu olabilmektedir. Teknolojik gelişmeler belgelerin incelenme olanaklarını farklılaştırmış ve güçlendirmiştir. Böylece sahteciliğin ortaya çıkarılması kolaylaşmıştır. Ancak diğer yandan örneğin imza atma makinesi gibi ya da çok gelişmiş fotokopi makineleri aracılığıyla bazı belgelerin üretilmesi olanakları da artmıştır. Tüm bu konularda yargılama sırasında uzman yardımı almak bir zorunluluk hâline gelmiştir.
Özel hukuk alanında da örneğin mahkemeler bilirkişilerden akıl hastalığı veya cinsel işlev bozukluklarının kişinin evlenmesine engel olup olmadığı ya da boşanmayı gerektirip gerektirmediği hususlarını adli tıp uzmanlarından sormaktadır.
Bölüm Özeti
Bu bölümde adli tıp raporunun hazırlanması, adli tıp raporu örnekleri ve doldurulması gereken formlar ele alınmıştır. Ayrıca, uygun olan ve olmayan kanıtların ayıklanması başlığına da yer verilmiştir.
Kaynakça
Işıktaç, Y. (2020). Adalet Psikolojisi (3. bs). İstanbul: Sümer Kitabevi.
[1] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 15-41).
[2] Ana başlıklar halinde belirttiğimiz bu yaklaşımların yanında çok daha fazla ekol ve çalışma yöntemi bulunmaktadır. Konuya ilişkin ek okumalar için (bkz. Atkinson, Atkinson, Smith, & Bem, 1999; Zimbardo & Gerrig, 2012; Morgan, 2011; Schultz & Schultz, 2007).
[3] Hukuk sosyolojisi için (bkz. Işıktaç & Koloş, 2022). Temel sosyoloji kitapları olarak (bkz. Sezal, 2012; Giddens, 2012).
[4] Temel sosyal psikoloji kitapları olarak (bkz. Hogg & Vaughan, 2007; Aronson, Akert, & Wilson, 2012).
[5] Temel antropoloji kitapları olarak (bkz. Herzfeld, 2012; Levi-Strauss, 2012; Özbudun, Şafak, & Altunek, 2019).
[6] Temel kriminoloji kitapları olarak (bkz. Demirbaş, 2012; Sokullu-Akıncı, 2004; Gürşen İçli, 2007).
[7] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 41-59).
[8] Detaylı bilgi için (bkz. McWilliams, 2010, ss. 1-49).
[9] Bu başlık ve devamında yer alan açıklamalarla amaçlanan bir suç teorisinin bütünü ile tüketilmesi değildir. Özellikle hukukçu olmayan adalet psikolojisi öğrencileri için tanıtım niteliğinde genel bir suç teorisi açılımıdır. Daha detaylı okumalar için bazı temel ceza hukuku kitapları olarak (bkz. Artuk, Gökçen, & Yenidünya, 2009; Centel, Zafer, & Çakmut, 2010; Demirbaş, 2005; Hakeri, 2011; İçel vd., 2004; Koca & Üzülmez, 2011).
[10] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 59-74).
[11] Daha detaylı bilgi için (bkz. İçel vd., 2004).
[12] Tipiklik kavramı için (bkz. Koca & Üzülmez, 2018, s. 106).
[13] İcraî-ihmâlî suç ayrımına ve garantörlük meselesine ilişkin olarak (bkz. Sözüer, 2015, s. 14 vd, ss. 16-18).
[14] Açıklamalar ve tarafımızca zenginleştirilmiş örnek için (bkz. Artuk, Gökçen, Alşahin, & Çakır, 2018, ss. 268-269).
[15] Burada, atıf verilen kaynakta gözetilen “Gerçek Özgü Suçlar” – “Görünüşte Özgü Suçlar” ayrımına girilmemiştir, ayrım için söz konusu atıf verilen kaynakta (ayrıca bkz. Artuk vd., 2018, ss. 300-301).
[16] Objektif isnadiyeti kaldıran haller için (bkz. Sözüer, 2015, ss. 20-21).
[17] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 74-147).
[18] ICD-10, Bölüm 5 (F00-F99), Ruh ve Davranış Bozuklukları Listesi. Listede, hastalığın önemine göre bazı daraltmalar yapılmıştır. 
[19] Konuyla ilgili açıklama için (ayrıca bkz. İşsevenler, 2012, ss. 55-56). 
[20] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 147-164).
[21] Yeni ceza kanunumuz çerçevesinde ceza hukukunun insan hakları bakımından güçlendirilmesine ilişkin çok sayıdaki ilkenin tartışılması konusunda (bkz. Sözüer, 2011, s. 243 vd).
[22] Madde gerekçesi şöyledir:
“Madde 35.– Suça teşebbüste fail suçu tamamlamak amacıyla hare­ket etmesine rağmen, elinde olmayan nedenlerden dolayı bunu gerçekleşti­rememektedir. Bu durumda ise kişiye tamamlanmış suça oranla daha az bir ceza verilmektedir. Ancak teşebbüs hâlinde karşılaşılan en önemli sorunlar­dan biri, cezanın belirlenmesinde “eksik teşebbüs” – “tam teşebbüs” ayrımı­nın esas alınmasıdır. Çünkü, ‘eksik teşebbüs’ – ‘tam teşebbüs’ ayırımında her olaya uygulanabilen ve duraksamaya yer bırakmayan objektif bir ölçüt bulunamamaktadır.
Bu nedenle suçun tamamlanamadığı durumlarda ceza miktarı belirle­nirken, yapılan hareketin ulaştığı gerçekleşme aşamasından ziyade, fiilin doğurduğu zarar veya tehlikenin ağırlığı dikkate alınmalıdır. Çünkü bir olayda icrâ hareketleri bitmemesine rağmen ortaya çıkan zarar veya tehlike, icrâ hareketlerinin bitmesinden sonra meydana gelen zarar veya tehlikeden daha ağır olabilir. Özellikle silâhla yapılan ve tekrarlanan hareketlerle ger­çekleştirilmek istenen adam öldürme suçunda bu durum söz konusu olmak­tadır. Örneğin tabancasındaki mermilerden sadece birini atıp mağduru yara­ladıktan sonra engellenen fail, icrâ hareketleri bitmediği için adam öldür­meye “eksik teşebbüs”ten dolayı, buna karşılık silâhındaki tek kurşunu atıp mağdura isabet ettiremeyen fail, icrâ hareketleri bittiği için “tam teşeb­büs”ten dolayı cezalandırılmaktadır.
Görüldüğü üzere 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ve Hükûmet Tasarı­sında yer alan “eksik teşebbüs” – “tam teşebbüs” ayırımı adil olmayan bir cezalandırmanın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca belirtmek gere­kir ki, bu ayırım, sırf hareket suçlarında uygulanamamaktadır.”
[23] İlgili Medeni Kanun maddesi şöyledir:
“Madde 13.- Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.”
[24] Yaş grupları ve bunların Türk Ceza Hukuku bakımından karşılıklarına dair detaylı bilgi için (bkz. Özgenç, 2018, s. 403 vd; Koca & Üzülmez, 2018, s. 318 vd).
[25] Yaş küçüklüğü ve akıl hastalıklarının bir arada bulunması hâlleri ile ilgili olarak (ayrıca bkz. Özgenç, 1993, s. 261 vd; Aslan, 2014, s. 145)
[26] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 164-191).
[27] (Ayrıca bkz. Aldemir, 2012, s. 137 vd).
[28] Çapraz sorguya ilişkin detaylı mukayeseli hukuk bilgileri için (bkz. Çolak, 2007, s. 14 vd).
[29] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 191-212).
[30] Olay yeri incelemesi ortada olan şeylerin incelenmesidir. Ortada olmayan şeyleri meydana çıkarma işine ise arama denir.
[31] (Ayrıca bkz. Karakuş, 2011, s. 40 vd).
[32] Daha fazla bilgi için (bkz. Centel & Zafer, 2010, s. 398), atıf yapılan bu eserde bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama, el koyma başlığı altında konu detaylı biçimde incelenmiştir.
[33] RAM, “Random Access Memory” (Rastgele Erişimli Bellek) kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır. RAM bilgilerin geçici olarak depolandığı bir hafıza türüdür. Bilgisayarlar genellikle o an üzerinde çalıştıkları programlar ve işlemlerle ilgili bilgileri RAM denen bu hafıza parçasında tutarlar.
[34] Yasak usullerle elde edilen ifadeler, rızayla verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemeyecektir. şüpheli, yasak yöntemi örneğin kendisine ilaç verilmesini kabul etmiş olsa da, bu şekilde elde edilen ifade delil olarak kullanılamaz.
[35] Arama, anayasal koruma altındaki konut dokunulmazlığına, özel hayatın gizliliğine, kişi özgürlüğüne ve vücut bütünlüğüne müdahale oluşturabilir bir koruma tedbiridir. Bu nedenle de Anayasa’da da düzenlenmiştir. Anayasa’da belirtilen nedenlerle ve “usulüne göre verilmiş hâkim kararı” ile, “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri” ile gerçekleştirilir, “[y]etkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur” (Anayasa m.20, 21). Anayasa’nın anılan maddelerinde yer verilen nedenler olarak; aramaya ancak “[m]illî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçı” için başvurulabilir. Arama ceza muhakemesi yasası içinde koruma tedbiri olarak düzenlenmiştir. Delillere ulaşmak için bir araştırma vasıtasıdır.
[36] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 212-233).
[37] (Ayrıca bkz. Yücel, 1994, s. 100 vd).
[38] Görsel ve bilgiler için (Görgü Tanıklığında Algı ve Bellek Süreleri).
[39] Ayrıca konuya ilişkin ayrıntılı bibliyografya için (bkz. Hammond & Thole, 2011, s. 303 vd).
[40] Bu konuya ilişkin ilginç örnekler açısından (bkz. von Schirach, 2011).
[41] Ceza Muhakemesi Yasası tanıkların çağrılması hususunu düzenlemiştir. Tanıklara bir çağrı kağıdı gönderilir ve çağrıya icab etmeyenlerin uğrayacağı yaptırım da bu bildirimde yer alır. İşin niteliğine göre tanıkların bazen zorla getirilmesine de karar verilebilir. Çağrı kağıdından bahsedilmekle birlikte çağrılar telefon, faks, telgraf ve elektronik posta ile yapılabilir.. Yaptırımı şu şekilde belirlenmiştir; Usulüne uygun olarak çağrılıp da mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla getirilecektir. Ceza hafif para cezasıdır. Zorla getirilen tanık, önceden gelmemesini mazur göstererek sebeplerini bildirir ve doğruluğu ispatlanırsa söz konusu ceza kaldırılır.
[42] Aynen alıntılanan yerlerdeki vurgulara burada yer verilmemiştir.
[43] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 233-290).
[44] Detaylı bilgi için (bkz. Işıktaç, 2003).
[45] Konuyla ilgili detaylı açıklama için (bkz. Foucault, 1992).
[46] Üzerinde yapılmış olan revize çalışmalarının ardından Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar’ın 17.12.2015 tarihli şekli için (bkz. Nelson Mandela Kuralları, 2015).
[47] Açıklama için (bkz. Aksu, 2011).
[48] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 141: Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması
Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.
Küçüklerin yargılanması hakkında kanunla özel hükümler konulur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.
Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 34: Kararların gerekçeli olması
(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.
(2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.
[49] Bu konuya ilişkin bir dizi makale yayınlanmıştır. Daha fazla bilgi için Manisa Barosu Dergisi’nin 73. (2000/2), 74. (2000/3) ve 75. (2000/4) sayılarına  bakılabilir.
[50] Bu sınıflandırılma bulunan kişi sayısına göre yapılmaktadır.
A ve A1 =) 24
A2 =) 40
A3 =) 60
B =) 64
C =) 164
D =) 750
E =) 300 ile 600 tam teşekküllüdür
H =) 120 ile 480 oda modellidir
K =) 60 (4 Koğuş 2 Hücre)
M =) 350
[51] Bazı yeni cezaevi tip ve inşaatları devam ettiği için sayılar yaklaşık alınmalıdır.
[52] “DÜNYA TABİPLER BİRLİĞİ
AÇLIK GREVLERİ KONUSUNDA MALTA BİLDİRGESİ
Açlık grevcilerinin sağlığından sorumlu doktorlar için bir rehber niteliğindeki Açlık Grevcileri Üzerine Deklarasyon, Kasım 1991’de  Malta’da toplanan 43. Dünya Tıp Kongresi tarafından kabul edildi, Eylül 1992’de ise İspanya’nın Marbella kentinde toplanan 44. Dünya Tıp Kongresi’nde düzeltildi.
Giriş:
1-Açlık grevcisiyle karşı karşıya olan hekimler aşağıdaki özetlenmeye çalışıldığı biçimde birbiriyle çelişen değerlerle karşı karşıya kalırlar:
      1.1)Yaşamın kutsallığına saygı gösterilmesi her insan için etik bir zorunluluktur. Hekimlik mesleğinde ise bu konu daha da önemlidir, hekim hastanın yaşamını sürdürmek ve onun yararı için  sanatının bütün gereğini yerine getirmek durumundadır.
      1.2.)Hastanın kendi aldığı karara saygı göstermek hekimin görevidir. Hekim, müdahale etmeden önce hastayı durumdan bilgilendirerek iznini alır, ancak acil durum ortaya çıktığında, hekim hasta için en iyi olanı yapmak zorundadır.
2-Bu çelişki özellikle müdaheleyi reddettiği konusunda açık bir beyana sahip olan açlık grevcisi komaya girdiğinde ve ölmek üzereyken ortaya çıkar. Ahlaki yükümlülükleri  açısından hekim hastanın iradesine aykırıda olsa hastayı yaşama döndürmek zorundadır; mesleki sorumluluğu açısından ise sonuçta  hastanın kendi iradesine saygı göstermek durumundadır.
      2.1.Müdahele etmek hastanın kendi iradesine aykırı bir durumu ortaya çıkarabilir.
      2.2.Müdahale etmeme durumunda ise hekim önlenebilir trajik bir ölümle karşılaşabilir.
3-Açlık grevinde olan kişiyle hekim arasında bir hekim hasta ilişkisi vardır; hekim herhangi bir hastasıyla girdiği ilişkide olduğu gibi, uygulamasını öneriler ya da tedavi yoluyla yapabilir.
      Bu ilişki, hasta bazı tedavi ve müdahaleleri kabul etmese de sürebilir.
      Bir hekim açlık grevcisinin bakımını üstlendiği andan itibaren o kişi hekimin hastası olur. Bu durumda hasta-hekim ilişkisindeki tüm uygulama ve sorumluluklar, karşılıklı güven ve gizlilik de dahil olmak üzere geçerlidir.
4-Müdahale etmek ya da etmemek konusunda ki son karar -temel çıkarları hastanın iyiliği olmayan- üçüncü tarafların müdahelesi olmaksızın hekimine bırakılmalıdır. Gerektiğinde hekim, hastaya açıkça,  onun (hastanın) tedaviyi reddetme, koma durumunda, yapay beslenme ve ölüm riski gibi kararını kendisinin onaylayıp onaylamadığını belirtmelidir. Eğer hekim hastanın reddetme kararını onaylamıyorsa, onun başka bir hekim tarafından takip edilmesini sağlamalıdır.
Açlık Grevcilerinin Bakımı İçin Ana Hatlar:
      Tıp mesleğinin temel ilkesi yaşamın kutsallığı olduğundan, açlık grevi yapanların bakımını üstlenen hekimlere aşağıdaki öneriler yapılmıştır:
1-Tanım:
      Açlık grevcisi zihinsel olarak ehliyetli, açlık grevine kendi iradesiyle karar vermiş, bu nedenle belirli bir zaman için yiyecek ve/veya sıvı almayı reddeden kişidir.
2-Etik Yaklaşım:
      2.1)Hekim mümkünse hastanın ayrıntılı tıbbi öyküsünü alır.
      2.2)Hekim, açlık grevinin başında kişinin tam fizik muayenesini yapar.
      2.3)Hekim ya da diğer sağlık personeli açlık grevinin kırılması için herhangi bir baskı yapamaz. Tedavi ya da bakım bu amaçla kullanılamaz.
      2.4)Açlık grevinin tıbbi sonuçları net bir biçimde grevciye hekim tarafından aktarılır, ayrıca kişiye özel tehlikelerde belirtilir. Bilinçli bir karar ancak sağlam bir iletişim temelinde alınabilinir. Eğer istenirse çevirmen kullanılmalıdır.
      2.5)Eğer açlık grevindeki kişi, başka bir hekimin görüşünü de isterse ya da ikinci bir hekimin tedavisini sürdürmesini arzu ederse, bu sağlanmalıdır. Eğer açlık grevcisi tutukluysa, bu görev cezaevi hekiminin organizasyonuyla gerçekleştirilir.
      2.6)Açlık grevcileri genellikle enfeksiyonların tedavisini ve ağızdan sıvı alımını (veya damardan serum) kabul edebilirler. Bu tarz bir müdahelenin reddedilmesi ise hastaya verilen sağlık hizmetinde bir önyargı oluşturmamalıdır. Hastaya yapılacak her müdahelede kişinin rızası mutlaka alınmalıdır.
      3-Hekim, açlık grevindeki kişiyi her gün kontrol ederek greve devam etmeyi isteyip istemediğini saptar. Aynı zamanda doktor günlük olarak hastayı ziyaret ederek bilinç kaybı durumunda tedavinin ne olacağına ilişkin hastanın isteğini öğrenir. Bütün bu gelişmeler,  hekim tarafından kaydedilir ve gizliliğinden hekim sorumludur.
      4-Yapay Beslenme:
      Açlık grevcisi bilinci bozulup bu nedenle karar verme yeteneği ortadan kalktığında ya da komaya girdiğinde, hekim hastası ile açlık grevi sürecindeki görüşmeleri ve bu dönemde oluşan karar doğrultusunda hastasının tedavisi için tedavi konusunda onun yararına olacak en doğru kararı vermekte serbesttir.
      Eğer hastanın bilinci bulanır ya da komaya girip kendi başına karar alamayacak durumda olursa, hekim açlık grevi sırasında aldığı kararı her durumda dikkate alarak ve bu bildirgenin 4. maddesini göz önünde bulundurarak hastanın iyiliği için tedaviye devam  edip etmeme kararı konusunda özgürdür.
      5-Açlık grevi yapan kişi baskı altında tutulabileceği ortamlardan korunmalıdır. Bu durum onun diğer açlık grevi yapanlardan ayrılmasını da gerektirebilir.
      6-Hastanın ailesini bilgilendirmek hekimin sorumluluğundadır. Ailenin bilgilendirilmemesi ancak açlık grevcisinin talebiyle olur.”
 (Metin için (bkz. Malta Bildirgesi, 1991))
[53] Sayılan belgelerden bazıları hakkında bilgi için (TTB, t.y.).
[54] Bu hususa ilişkin yeni bir düzenleme ise 676 sayılı KHK ile yapılmıştır. Söz konusu KHK’nın 3. maddesi’ne göre:
“5271 sayılı Kanunun 154 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
‘(2) Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçları bakımından gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süreyle kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz.’”
[55] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin konuya dair tespiti önem taşımaktadır. Buna göre “Uzlaş­tırma kurumu, onarıcı bir adalettir. Sanığın soruşturma aşamasındaki savunmasında uzlaşmak istediğini, yakınanın da duruşmada zararının olmadığını ve uzlaşma ile davanın düşürülmesini istediğini belirtmiş olmaları, sanığın suçu kabul etmesinin de uzlaşmaya engel olmaması karşısında uzlaştırma hükümlerinin uygulanması gerekir” (2010; akt. bkz. Ünver & Hakeri, 2018, s. 720 ve dn. 10). 
[56] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 290-304).
[57] Mağdurbilim  ve tarihçesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için (bkz. Sokullu-Akıncı, 2008, s. 10 vd).
[58] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 304-321).
[59] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 325-345).
[60] Tıp hukuku ile ilgili ülkemizde yapılan önemli çalışmalar olarak (bkz. Bayraktar, 1972; Ayan, 1991; Aşçıoğlu, 1992; Hakeri, 2007).
[61] Bu bölümle ilgili, 13.3 No’lu başlığa kadar, genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 345-347).
[62] Anılan iki yönetmelik ve bu yönetmeliklerin buraya alınan maddelerine işaret eden yer olarak (bkz. Namal, Berke, & Çetinay, 2021, ss. 1340-1341).
[63] Bu bölümle ilgili genel kaynak olarak (bkz. Işıktaç, 2020, ss. 366-387).
Ünite Soruları
Soru-1 :
Aşağıdakilerden hangisi konularına göre adli tıp raporlarından değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Yaralama raporları
(B) Kesin raporlar
(C) Cinsel suç raporları
(D) Adli-psikiyatrik raporlar
(E) Özgülenmiş raporlar
Cevap-1 :
Kesin raporlar
Soru-2 :
Önceden muayene edilip zaman içinde değişebilecek hâllere ilişkin olarak nihai durumla bağlantılı olarak düzenlenen raporlara ne denir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Keşif raporu
(B) Maluliyet raporu
(C) Geçici rapor
(D) Ek rapor
(E) Kesin rapor
Cevap-2 :
Ek rapor
Soru-3 :
Nihai durumun ortada olduğu hâllerde düzenlenen adli raporlara ne denir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Otopsi raporu
(B) Kesin rapor
(C) Keşif raporu
(D) Yaralama raporları
(E) Adli-psikiyatrik raporlar
Cevap-3 :
Kesin rapor
Soru-4 :
Adli tıp raporları kaç nüsha olarak hazırlanır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) 2
(B) 3
(C) 4
(D) 5
(E) 6
Cevap-4 :
3
Soru-5 :
Adli tıp raporunun yazılma sürecini başlatacak talep yazısını aşağıdakilerden hangisi veya hangileri düzenler?
I- Savcılıklar
II- Mahkeme
III- Polis
IV- Avukatlar
(Çoktan Seçmeli)
(A) I- II
(B) III- IV
(C) I- II- III
(D) I- III
(E) Hepsi
Cevap-5 :
I- II- III
Soru-6 :
Başhekimlik veya sağlık müdürlüğü gibi kurumlarda adli tıp raporlarının muhafaza edilmesi gereken süre kaç yıldır?
(Çoktan Seçmeli)
(A) 4 yıl
(B) 5 yıl
(C) 6 yıl
(D) 8 yıl
(E) 10 yıl
Cevap-6 :
5 yıl
Soru-7 :
Resmî talep bağlantısı dışında ilk müdahale hâllerinde özellikle acil servislerde düzenlenen adli raporların niteliği nedir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Şikâyet
(B) İlam
(C) İbraz
(D) İlan
(E) İhbar
Cevap-7 :
İhbar
Soru-8 :
Aşağıdakilerden hangisi kişinin bağımsız karar verebilme ve sorumlu tutulabilme hâllerine ilişkin olarak düzenlenen adli raporda gözetilmesi gerekenler arasında yer almaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Hastaya uygun yönlendirme
(B) Faile uygun yönlendirme
(C) Psikiyatrik ve nörolojik bulguların kaydı
(D) Kayıtların tutulması
(E) Genel ve soruna yönelik öykü alma
Cevap-8 :
Faile uygun yönlendirme
Soru-9 :
Aşağıdakilerden hangisi adli muayenede ve raporun düzenlenmesinde gözetilecek hususlardan değildir?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Kişinin gizlilik talepleri dikkate alınmamalıdır.
(B) Kişinin rızası dikkate alınmalıdır.
(C) İnsan hakları ve hasta hakları gözetilmelidir.
(D) Adli makamlar için soruşturmanın seyrine etki edebilecek durumlar rapora eklenmelidir.
(E) Kimlik bilgileri ve kimlik bilgisi ile kişinin aynı kişi olup olmadığı hususu titizlikle gözetilmelidir.
Cevap-9 :
Kişinin gizlilik talepleri dikkate alınmamalıdır.
Soru-10 :
Aşağıdakilerden hangisi adil karara ulaşmak üzere yargının gözetmesi gereken hususlardan sayılamaz?
(Çoktan Seçmeli)
(A) Tanık ifadelerini değerlendirmek
(B) Yalnızca sanığın aleyhine olan kanıtları değerlendirmek
(C) Uygun olan ve olmayan kanıtları ayıklamak
(D) Somut olayı aydınlatmak
(E) Tarafsız ve bağımsız biçimde hareket etmek
Cevap-10 :
Yalnızca sanığın aleyhine olan kanıtları değerlendirmek




  









    


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hukuk Dili

5235 ADLÎ YARGI İLK DERECE MAHKEMELERİ İLE BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA KANUN

PATENT VEKİLLİĞİ SINAVI SORULARI 11.05.2024